Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Bağlanamadıklarımız
Duygularım alt üst oldu Metin. Altı mı iyi üstü mü iyi bilemeyecek durumdayım. Altta ne var dersen üzüntü, pişmanlık, bolca vicdan, bol sorgulama, öfke, kabullenme, yas, depresyon... Üstte ise bazen umut ama yine bolca acabalar. Acabalar ne dersen, orada yoğun bir suçluluk düşünceleri. Sanki en yakın arkadaşıma, onun hayatını etkileyecek bir meselede içtenlikle söz vermişim ama sözümü tutamamamışım gibi. Bazı şeyler bana bağlıymış da ben o bağı bencilce bırakmışım, kesmişim gibi. Ona ihanet etmişim, güvenini yerle bir etmişim gibi. Dünyanın en adi insanıymışım gibi.
Belki de öyleyim. Belki bencillik ettim, belki etmedim. Rasyonel yaklaşamıyorum ki Metin. Rasyonel yaklaşmak bile suçluluk veriyor. Suçluluk hissetmeme, suçluluk hissinin kaynağı olana derin bir öfke duyuyorum. Hayattaki tüm çaresizlere ya da çarelerini hep başkalarında görenlere. Bilmiyorum, insanın kendinden başkasına güvenmesi fikri sanırım derimin altına işlemiş. Ben yaparsam herkes yapar mantığından çıkmam lazım en başta. Belki kulaklar "hadi sen de yapabilirsin"i duymak istemiyor. O çaresiz eli durmadan uzatıyor. Sen tutamadığın için suçu kendinde arıyorsun. Sebeplerin var, tutsan da karşındakine faydadan çok zararın dokunacak biliyorsun. Çünkü o eli tuttuğun anda dibe çekilmiş hissediyorsun ve orada mutlu değilsin. Mutlu gibi davransan da ilk başta bakınıyorsun etrafına istediğim bu değil diyorsun. Oradan çıkmaya çabalarken habire diğerinin üstüne basıyorsun. Diğeri yara bere içinde kalıyor. Yine de ağzını açıp bir şey diyemiyor. Bazen anlamaya çalışıyor hatta, kendi yaraları yokmuşçasına senin duvarı tırmalarken acıyan parmaklarını öpüyor. İşte o an fark ediyorsun. Dünyanın en adi insanı olmana ramak kalmış. Ne kadar bencilim diyorsun, bunu neden karşımdakine yapıyorum? Neden o eli tuttum istemesem de? Ben onun yaralarına dokunamıyorum.
Hayat çok karışık Metin. Bilmiyorum belki bazılarının dediği gibi karışık değildir onu biz karmaşık hale getiriyoruzdur. Geçenlerde durumları aşırı analiz etmenin bağ kurmakta zorlanmak olarak düşünüldüğü bir gönderiye denk geldim. Bir yanım hak verdi açıkçası. O bağı ne kadar sorgularsan günün sonunda yapaylaşıyor. Gerçekten uzaklaşıyor. Gerçekten uzaklaşmıyor da içselleşmiyor. Çünkü içine sinmiyor. Onu alıp bir obje gibi karşıdan bakıyorsun. O rafa alsan olmuyor, bu rafa alsan uyumsuz duruyor. Halbuki bazen görürsün ya bir vitrinde çok güzel bir parça. Hiç düşünmezsin ben bunu nereye koyabilirim diye. Güzelliğinden, onunla aranda o an oluşan bağdan etkilenirsin. Evdekileri buna uydururum dersin. Bazen öylesini istiyorum. Yine düşüneyim ama onu gördüğümde bende yankılanan güzelliği gitmesin.
Bende bağlanma sorunu var Metin.
0 notes
Text
İyileşmede Eskiye Takılanlar (İETliler)
Gün aydı. Kalktım kahvemi koydum. Önce güzelce demlenirken mis gibi kokusunu içime çektim. Ardından tuttuğum bardak tek ısı kaynağımmış gibi kavradım iki elimle. Balkona çıkıp çıkmamakta tereddüt ederken, biraz soğuk hava uyandırır belki diye açtım kapıyı. Kendimi dışarı attım. Kışın da güneşin olup ısıtmaması ne garip. Benim coğrafyam ilkokulda zayıftı, o nedenle uzaklığını falan bilmem güneşin. Elbet var bir açıklaması. Sadece benim kafam almıyor.
Hayatımın mevsimini düşündüm. Bazen içten gülerken bazen nasıl yalandan güler gibi yaptığımı. Kahrolsun bağzı onay ihtiyaçları ve kahrolsun bağzı özdeğer meseleleri. Neyse... İçimin mevsimi kışken, bazen bahar gibi göründüğümü fark ettim. Bir ikilem başladı sonra. Acaba hangisi gerçek bendim? Bunu bilebilmek mümkün müydü? O da bendim, ben gibiydi. Bu da bendim, sadece öyle olmayı daha çok istediğim halimdi.
İyileşiyordum. Öyle olduğunu sanıyordum. Bir ara tam iyileşmiştim. Hatırlayana kadar, özleyene kadar. Ayrılığın üçüncü ayı olmuş. Daha dün gibiydi ama üç koca ay geçmiş. Zaman kavramı çok garip.
Zaman kavramı garip, insan ondan daha da garip. Kahrolsun bağzı kendini tutamayanlar ve kendini baltalayanlar. Bok vardı sabahın köründe özledim diye mesaj atacak. Bok vardı koskoca üç ayı hiçe sayıp bir türlü dürtülerini durduramayıp "amaaağğnn içimde kalmasın" diye yazmaya bahane bulacak. Yazdım da noldu dersin? Yine bir bok olmadı.
İnsanın hafıza dediği şey çok ilginç. Güzel anılara basıyor spotu habire. Aynı duyguda takılı kalıyorsun. Bu takılı kalma hali, bununla kalabilirim'den ziyade, bununla kalamam çözmem gerekir hissi getiriyor. Çünkü özlüyorsam, bunun bir anlamı var, yazmak istiyorsam hala seviyorum, onunla olmak istediğim için hala onu unutamıyorum, yeterince denemediğim için böyle oldu, belki her şey başka koşullarda daha iyi olabilirdi...
İnsanın kendiyle derdi bitmiyor.
Sonuç olarak ne oluyor derseniz, kişisel deneyimimden şunu söyleyebilirim. Siz aksiyona geçince, zihninizin nasıl size yanlı davrandığını fark ediyorsunuz. Aslında spot dışında kalan alanların da orada var olduğunu ve olmaya devam edeceğini, zamanında bu engellerin (bir şekilde zihninizin acaba aşılabilir miydi diye sorgulatmasına rağmen) nasıl orada somut bir şekilde durduğunu fark ediyorsunuz.
En ama en önemlisi, gün sonunda acı da olsa sadece kendinizi değiştirebiliyorsunuz. Başkasının ve şartların değişmesini sadece dileyebiliyorsunuz ama değiştiremiyorsunuz. Ne kadar çaresiziz ve aciziz değil mi? Biz değişmeliyiz çünkü değişememenin acısını yine biz yaşıyoruz. Değiştiremeyeceklerimizi kabul edebilmenin zorluğunu yine biz yaşıyoruz. Niyetlerimiz ve davranışlarımızda sadece kontrol sahibi olabilmek üzücü olsa da güç verici de aynı zamanda. Değişmek zor ama imkansız değil.
Bir de kendimi sürekli aynı döngüde bulunca geçip karşıma sorguluyorum. Nerede hata yapıyorum? Ben hatalarımdan ders çıkarmadıkça yapmaya devam ediyorum çünkü. Portia Nelson'ın şiirindeki gibi aynı çukuru göre göre, bile bile içine düşüyorum. Evet çıkmam belki uzun zaman alıyor, kendimi suçladığım zamanların ise haddi hesabı yok. Neden buradayım diyorum, nasıl yaptım yine bunu kendime. Düşmemeliydim buraya. Neyse ki yolu biliyorum artık. Zorlansam da çıkıyorum oradan. Bir posta daha kızıyorum kendime. Bu kadar kendini zorlamaya değer miydi? Bak işte diyorum, sen bir İET'lisin. Tam iyileştin gibi oluyor, yine beyninin spotlarına, bile bile sana nasıl oyunlar oynadığını hala inanıyorsun. İnanmak senin suçun değildi evet, ama inanarak yaptıkların senin suçundu. O çukurun etrafından dolanabilirdin ama yapmadın, yapamadın. Çıkmam her defasında daha kısa sürüyor çok şükür ki. Her defasında yara alsam da, bazen aynı bazen farklı yerlerden, bir güçlü hissetmiyor da değilim. Çıktım diyorum, bu düştüğüm çukurdan. Bir daha düşsem bir daha çıkabilirim. Belki yine orada bulacağım kendimi, ama mıh gibi biliyorum şimdi nereden geri döndüreceğimi kendimi. Daha kısa sürede yol alıyorum, ya da bilmiyorum buna inanmak istiyorum.
Sonra sonra, Hümeyra'nın bir şarkısı geliyor kulağıma. "Acelesiz ve rahat sevmeyi, nasıl anlatsam" diyor o güzel sesiyle. Sabahın ilk çiğ tanesini bir bakışta görmeyi hala başaramadım diyorum ona içimden. Hala o kadar olgunlaşamadım belki. Bunu yapabilmek hala benim için müthiş bir yetenek gerektiriyor. Yetenek dediysem, yukarıdan inme değil. Kas gibi, her gün çalışırsan üzerinde güçlenecek. Hala güçsüzüm belki. Yine de umut buluyorum şarkıda. Acelesiz ve rahat sevmeyi başarabilirim diyorum. Tek başıma yapamam belki ama express kargoya verilmişim de bir an evvel sahibine ulaşacak bir materyal değilim. Önce kendime bu hakkı veriyorum. Acelesiz ve rahat. Böyle sevmeyi de öğrenebilirim, daha çok böyle sevilmeye ihtiyaç duyduğumu kabullenebilirim.
0 notes
Text
Unutmak Öyle Kolay Sanmadık
Tam seni unuttum gibi oluyor yine aklıma geliyorsun ve altına dinamit yerleştirilmiş eski bir bina gibi dakikalar içinde yerle bir oluyorum Metin. O kadar kısa sürüyor ki, üstümden çıkan kiri, pası, dumanı bile görüyorum. Unutmak çok kolay sanırdım Metin. Yeterince çabalarsan, kendini bile unutabilirsin. Yemek yemeyi, uyumayı, yutkunmayı, ütünün prizden çekilen fişini bile unutabilirsin. Ki çok kaygılı olan ben, her seferinde çektiğimi bile bile gider bakarım ütü masasına. Olmayan dumanın bile kokusunu alır burnum. Saniyeler içinde beynimde evin alev alışını izlerim. Prizden çıkardığım fişi bile ne pahasına olursa olsun unutabiliyorum işte. Ama iş sana gelince işler sarpa sarıyor Metin.
Mutlu muydum gerçekten acaba diye düşünüyorum son zamanlarda. Gülüşün, bana bakışın aklıma geliyor. Öpüşün, koklayışın. Bir final çizgisine ulaşmış 100 metre koşucusunun gözündeki zafer hissiyle her buluşmada bana neşeyle gelişin. Seni metro çıkışında beklediğim ve aklımdan o anda geçenler geliyor aklıma. Geçenlerde dinlediğim bir konuşmada kaybetme korkusundan bahsediliyordu Metin. Travmalarımızla bağlantılı, ve bağlanma kuramının da bize verdiği yetkiyle, bazen tutarsız bir ortamda büyüyüşümüz, hızla değişen tepkiler, tahmin edilemez yaşantılar beynimize de tahmin edilemezlik hissiyle kodlanıyormuş. Şöyle ki, gece herkesin gülüp eğlendiği, ortada tartışmanın olmadığı ama belki birkaç saat sonra belki ertesi sabah bu duygu durumunun hızlıca öfkeye, üzüntüye, çatışmaya döndüğü durumlarda sevginin ya da mutluluğun ne anlam taşıdığını anlamamız zorlaşabiliyormuş. Ve gelecek ilişkilerimize de bu tutarsızlık yansıyormuş. Demem o ki, kişi çok güzel vakit geçirdiği bir buluşmadan sonra, acaba sorusuyla gidebiliyormuş sonraki buluşmaya, ortada buna sebep olabilecek herhangi bir yaşantı yokken. Bir yanımız bir şeylerin değişebileceğine, yine bu tutarsızlığın baş göstereceğine o kadar inanabiliyormuş ki, bir önceki buluşmadan sonrakine endişeli gidebiliyormuşuz. Bir şeyler ters gidecek diye endişe duyabiliyormuşuz. Seninle hiç böyle olmadı Metin. Ne zaman seni o metro çıkışında beklesem, hep emindim bana sevgi dolu geleceğinden. Birbirimiz için inşa ettiğin ilişkinin, bir yerinde bıraktıysak yine senin emeğinle daha da sonraki buluşmada güçleneceğinden. İlginçtir, ilk defa bunu yaşıyorum Metin. Bunu duyduğumda önce bir sarsıldım ne bileyim. Çünkü benim için hep bir şeyler, bir öncekinden bir sonrakine endişeyle gitmek üzerineydi. Sen ne yaptın da tüm bu endişelerimi alıp içinde eritip beni de dönüştürdün hayret ettim. Teşekkür ederim Metin.
Bugün niye sana güvenemediğimi de sorguladım Metin. Bunun üzerinde ne kadar kendi kurgularımın etkisinin olduğunu gördüm. Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize diyor Şükrü Erbaş, Ömür Hanım şiirinde. Ben de her şeyi kötü yanından görmeyi bana kim öğretti diye sorguluyorum şu aralar Metin. Kafamdaki felaket senaryolarının karışıklığı aramızda ne büyük uçurumlar açmış. Neyi korumuşsun ki diyorum şimdi. Korunacak ne vardı da korumaya çalışmışsın. Aferin iyi yapmışsın diyemeyeceğim. Ama korunmaya ihtiyacım yokmuş Metin. Ben tehlikenin senden gelebileceğini kabul ederek en büyük hatamı yapmışım. Özür dilerim Metin. Seni, çok az kanıtla, oldukça taraflı, oldukça acımasız bir yerden yargılamışım. Yine de tüm bu kötü yanlarımı görüp de kapsadığın için teşekkür ederim Metin.
Seni unutmak nasıl kolay olsun ki şimdi düşününce Metin? Elinden geleni yapmışsın teşekkür ederim.
0 notes
Text
ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.
Ayrılık...
Bir yolun sonuna geldiğini anlamanın bir yolu var mıdır? Ayrılmanın doğru ya da yanlış bir yolu? Kendine iyi gelenle gelmeyeni ayırabilme, gideceğin yolu seçip diğerini bırakabilme, seçtiğin yolda yeni ayrımlara geldiğinde doğru yoldan sapabildiğine emin olabilme...
Ölüm gibi bir şey işte. Ne kaybettiğini bilememe hali. Yeni ihtimalleri görememe, yaşayamama, artık seçimlerinin bittiği bir sapakta kalma.
Devam etsek ne olurdu? Yine yıpratır mıydık birbirimizi, yine öfkelenir, kızar, içimize siner, biraz dinlenir, tekrar devam eder miydik? Birlikte içemediğimiz kaç kahve, kaç yemek, kaç öpüş, kaç sevişme, kaç dokunuş kaldı? Hiçbirini yapamayacak, bilemeyecek olmak çok ağır. Kalbim çok ağır.
Ölüm, tüm ihtimallerin sonu. İçimizi yakan, yaşanmış veya geçmişte kalan değil. Evet, öyle olması gerektiği için belki zamanında öyle şeyler yaşadık. Bunu sindirebilmek, içselleştirebilmek çok daha kolay. Yaşanmış üzerinden yas tutmak daha kolay. Peki yaşayamadıklarımız? İhtimallerimiz? Bunların yasını nasıl tutabilir insan? Neyin yasını tuttuğunu bilmeden, içindeki hüznü, öfkeyi nasıl anlayabilir ve yatıştırabilir?
Ölüm gibi bir şey işte. Ayrılık. İhtimallerin sonuna gelme. Kafanda hala bir şeyleri senaryolaştırma, ona kesinlikten uzak giriş, gelişme ve sonlar yazma, defalarca belki yüzlerce, binlerce farklı anlamlar çıkarma.
Ölüm, ayrılık, anlamsızlık.
Ölüm gibi bir şey işte. Ne kadar anlarsan anla, varabileceğin hiçbir noktanın olmaması, kesinsizlik, ıssızlık, yalnızlık.
0 notes
Text
Bitti Dediklerimiz Bitmiş Midir?
Ey Metin!
Bize bir şeyler oldu.
Ne huzurluyuz, ne huzursuz, ne içimize sinen var, ne doğru, ne yanlış...
Biz neyiz Metin?
Keşke bu soruyu ilişkinin başında değil, ilişkinin sonunda sorsa sevgililer birbirine. En zoru, bitişi adlandırmak. Seni hala seviyor, düşünüyor, özlüyorken biz nasıl ayrı olabiliriz Metin? Biz şimdi neyiz? Gerçekten ayrı mı yollarımız?
İzleyeceğimiz daha nice dizilerimiz vardı birlikte Metin. Gidecek, görülecek yerler. Nereye sığacak bu kadar yarımlar?
Değdi mi?
Dobarlanıp bıragmayacağım kendimi Metin.
Senin yolun açık olsun!
0 notes
Text
Metin'le Perşembe Buluşmaları
Nasılsın Metin?
Bir hafta daha bitiyor baksana. Perşembe gelmiş bile. Benim için haftanın sonu Perşembe'dir Metin. İnanmıyorum haftasonuna, haftanın verimlilikten verimsizliğe doğru kırılma yaptığı ilk anı artık tatilden sayıyorum. Bitiş o geliyor. Bak bir Perşembe'ye daha başladık Metin, bundan sonrası yokuş aşağı anlayacağın. Yine birçok planı Pazartesi'ye bırakacağımız 3 lanetli gün kapıda. Pazartesi işleri halletmeye yardımcı personel gelecekmiş gibi, Pazartesi'ye erteledikçe en azından haftasonunda delirmemek adına mentali toplamış oluyoruz biraz. Olsun Metin. Bazı zamanlarda ertelemek de hayati olabiliyor. Hiç ertelemesek, belki geleceğe bırakmasak bir şeyleri, gelecekten de ümidimizi keseceğiz. Belki yapay anlamlar bulup, yapılacak işleri haftalara, aylara atayıp atayıp hayatta kalıyoruz. "Şu an ölemem, Pazartesi'ye şu işleri bi toparlayayım öyle." Biz garip canlılarız Metin.
Dün hakkımda bir rapor okudum. Diyor ki herkesin gittiği yoldan gitmemeye direnirseniz hayatta başarılı olabilirsiniz. Biraz sevindim buna Metin, ne yalan söyleyeyim. 32 yaşına kadar kendi burnunun dikine gitmiş ben, hayatla ilgili geç kalmışlıklar, pişmanlıklar yaşarken bir an bir yerdeki bir cümle kalbimin içini deldi geçti, algımı değiştirdi sanki. Ha başardığım bir şey var mı? Yok. Ama ben de herkesle aynı yolda yürümemeyi başarmışım Metin! Başarısızlıklarımın bir başarısı olmuş. Biz gerçekten garip canlılarız Metin.
0 notes
Text
kabul ve devam
Kabul sen ne iğrenç bir kelimesin!
Oh be! Şu üstteki cümle çok iyi geldi bir yazınca nedense. Kabul güzel şey diyeceksiniz, bence de öyle. Kabul etmek kadar doğal, anlaşılır, olması gereken bir şey yok hayatta. Çok savaşıyoruz, çok emek veriyoruz, çok ter, çok gözyaşı döküyoruz. Bazen olmayınca olmuyor, olur gibi oluyor ama olmuyor, olmaması için çabalıyoruz oluyor, ne ararsanız var anlayacağınız şu yuvarlak sağı solu tahmin edilemez dünyada.
Kabul edelim ki, bir şeyleri kabul edebilmeye bir hazırlık süreci vardır. Belki yas süreci de denebilir buna. Bir şeylere önce şöyle tazeyken bir bakıp, hadi kabul et de geçsin demek dünyanın en saçma işidir. Kışı kabul edebiliriz, ama önce ona hazırlık yapmak lazım gelir. Kalın kıyafetler, botlar, belki bir soba, belki sıcak tutacak başka şeyler. Yavaş yavaş hazırlık yaparız, yağmura, rüzgara, kara... Hayat kışın varlığını kabul etmemizle kışı getirmez. Kış zaten gelir, sen kabul etsen de etmesen de. Kışın geleceğini kabul edersen eğer hayatta kalabilir, kışı rahat atlatabilirsin. Biraz üşümeyi, havanın geç aydınlanmasını, erken kararmasını, birkaç duygusal geçişi, evde daha çok kalmayı.. birçok şeyi kabul etmen gerekir. Hayat kışı kabul edince seni mutlu etmez, hayat sen kışa hazırlık yapınca seni takdir eder. Hazırlıksız kabul, anlamsızdır.
Peki ilişkilerin bittiği nasıl kabul edilir? Şair sorar ki size, siz hiç sevdiğiniz birinden ayrıldınız mı? Ona elveda demek zorunda kaldınız mı? Kim bu şair diyeceksiniz, bazen soruları dolaylı yoldan sormak işi kolaylaştırır işte. Aklınıza gelen ilk şairi düşünüverin. Soruyu anladıysanız, çok da problem yok şairin kim olduğuyla ilgili.
Biten bir aşkı kabul etmek belki kolay. Şaka şaka, hiçbir kabul kolay değil. Bitmemiş bir aşkı bitmiş kabul etmek ise çılgınca. Sahi, şu beynimin içinde düşünebilen kaç hücrem kaldı bu aralar? Bir takım işime yarayan fonksiyonlarım vardı ancak şimdi sanki hepsi elele tutuşmuş, sadece var olan (ya da varolduğuna inandığım) akıl sağlığımı yerinde tutmaya çalışıyor. Ben hiç delirmeye bu kadar yaklaşmamıştım. Kaygı ataklarına çok yaklaştım, kaygıdan kendimi kaybetmeye çok yaklaştım, belki panik ataklarla biraz ölüme bile yaklaştım ancak hiç aklımı kaybetmeye bu kadar yaklaşmamıştım.
Kabul et ve devam et... Ben bir süre burada kalacağım. Devam etmek kolay değil, büyük cesaret istiyor. Belki başka bir şairin de dediği gibi devam etmek cesurların işi. Siz bildiniz yine şairi, içinizden rastgele birini düşünüverin yine. Ben şu an ne cesaretliyim, ne cesaretsizim. Ne olduğumu bilmeden öyle acı bir sarmalın içindeyim. Çıkışı bulamıyorum ama henüz çıkmak da istemiyorum sanki. Bence asıl biraz acıyla kalmak cesurların işi! Bugün cesurum.
0 notes
Text
yollarımız ve kayıplarımız
Eskiden korkardım yalnızlıktan, korkmam artık sen varsın... diyor Ayten Alpman. Ne güzel şeyler söylüyor, bir gün biri gelecek ve artık korkma, ben varım diyecek. O günden itibaren artık korkmayacağız hayatla yüzleşmekten, düşsek de bileceğiz biri elimizden tutacak, dizlerimizdeki yaralara pansuman yapacak. Belki daha yükseklerden, daha büyük risklerle açacağız kanatlarımızı. Korkmayız artık nasılsa, o var. Tutar yine biz düşüverecekken yere. Siler, süpürür, toparlar üstümüzü. Bir öncekinde pansuman yaptıysa, bu kez sarar yine kırıklarımızı. Sarmalar.
Ne güzel bir inanç değil mi? Keşke dedim içimden. Keşke içimizin boşluğunu enine boyuna dolduran, kendimizi derinlemesine değersiz, yetersiz, sevilemez hissederken öyle biri gelse de biri değerli olduğumuza, yeterli olduğumuza, sevilebileceğimize inandırsa. Sahi, biz neden başkalarını bekliyoruz bunun için diye sorduk mu hiç?
Hayat bir sarmal diyordu bir yazar okuduğum kitapta. Bir sarmalın etrafında dönüp duruyoruz, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyor gibi hissediyoruz aslında ama o sarmalda daha dışarıda bir yerdeyiz, merkez noktasını çoktan geçtik. Aynı şeyleri yaşar gibi görünsek de artık daha farklıyız. Daha da büyüdük. Aynı şeyleri yaşamıyoruz aslında, hep gelişiyoruz, öğreniyoruz, BÜYÜYORUZ. Bazen o sarmalın altına doğru eğimleniyor hayat akışımız, sanıyoruz ki buradan çıkış yok, daha da derine gidiyoruz. Ama bir anda tekrar sarmalı dönüp yükselmeye başlıyoruz.
İşte o sarmalın bir yerinde, çok merkezinde bir şeyler öğreniyoruz kendimizle ilgili. Değerli olmadığımızı ya da değerimizin koşullara bağlı olduğunu, sevilebilir olmadığımızı ya da ancak belli gereklilikleri yerine getirirsek, varsayalım başarılı olursak, sevilebileceğimizi, yeterli olmadığımızı, eksikliğimizi, kusurluluğumuzu öğreniyoruz. O sarmalın etrafını dönüp duruyoruz yıllarca. Hep bize aynı şeyleri yaşatır gibi görünen o sarmal asla aynı noktada dönmese de, kendimizi sevginin koşullarına, değerli olmanın koşullarına, kusurlarımızın dünyanın en felaket şeyi olduğuna inandırıldığımız senaryoların, hikayelerin içinde buluyoruz.
Üzülmem artık, ben varım Ayten abla. Sen de doğru söylüyorsun kendine göre belki. Belki sen bir yerde gizli gizli inandın ya da inanmak istedin bir kahramanın varlığına ve o varlığın bir ruh eşin olduğuna ve bir gün hayatının kenarından köşesinden belki hiç beklemediğin belki her gün çağırdığın, mistik olmayan ancak senin mistikleştireceğin şekilde hayatına gireceğine. Hangimiz sevmedik ve hangimiz inanmak istemedik buna Ayten Abla? Kaçımız umutsuz romantikler olma yolundan geçmedik, yoksa dünyada bu kadar göz yaşı olur muydu?
Artık ben varım Ayten Abla. Sevmek, sevilmek ne güzel şey, sen de haklısın. Ama sen de beni anla. Kendi kendimizin yarasını saramayacaksak, zor gününde kendi kendimize önce kendi omzumuzu uzatamayacaksak, değerli olduğumuzu ancak başkalarının sözlerinde hissedebileceksek, sevilebilir olduğumuzu hep başkasının gözlerinde arayacaksak?
0 notes
Text
Merhaba Metin.
Uzun zaman oldu değil mi? Neler oldu neler. İçimin derinlerini bir görsen Metin. Şu bombok hayatta anlamsız bulduğum kaç güne uyandım bir bilsen.
Sahi Metin, neden bir anlama ihtiyaç duyuyoruz? Ya da hiçbir anlam yok da biz bir yerlerimizden uydurup yaşamaya devam ediyoruz? Ya da ya da hiç sorgulamıyor muyuz? Ben galiba sorgulama yanılgısında bulundum Metin. Aldım başıma belayı anlayacağın. Gel kafa kafaya verelim de bir yanıt bulalım Metin, insan ne için yaşar?
Hayat ne garip şey Metin. Bunca acının bir anlamı olduğunu varsaymak ne kadar zayıfça. Neye tutunuyoruz, mutlu olabilme ihtimalimize mi? Mutluluk ne ki Metin? Mutsuzluk da iyi değil ama bu anlar da gerçek değil mi? Hayat neden kahve kadar acı, koyu, kasvetli ama bir o kadar da gerekli Metin?
Ben çok yoruldum Metin. Kurunun yanında yaşın da yandığını gördüğümden beri aşırı yoruldum. Biri kuyuya düşüyorsa, sadece kendi düşmüyor. İnsan sosyal bir varlıksa, hiçbir şey sadece seni yaralayıp geçip bitmiyor. Bir salgın gibi bir başkasına da yayılıyor. Ne kendini, ne başkalarını kurtarmak mümkün olmuyor bir süre sonra. Aynı gemide batıyoruz yavaş yavaş. Birimiz o geminin kıç tarafında, önce onun ayakları değiyor suya. Diğerleri de kurtulmuyor, en sonunda su onları da derinliğine çekiyor. Bir anlık yükseliş hayatın kandırmacasından başka bir şey değil. Bir an kurtuldum desen de, yanılgını anlaman çok uzun sürmüyor. Biri gidiyorsa, diğeri de arkadan aynı acıyla, sadece biraz zaman sonra geliyor arkandan. Belki de bu gerçeği belirtmeye gerek yok Metin. Sen ne dersin? Belki mutlu insanlar, belki bir süre yükselişin tadını çıkarmak hakları. Ben kimim de bunu bozmaya hak buluyorum kendimde? Bugün biraz felsefikim Metin. Kusura bakma.
Ben çok derine battım Metin. Umarım sen yukarıda bir yerde, asla batmayacağını ve hep yükseleceğini düşünerek, asla sonunu düşünmeyerek çok mutlusundur. Sana mutlu olmalar yakışır Metin. Allah benim ömrümden alıp sana versin be Metin. Her şeyin güzelini hak ediyorsun. Ben güzelden çok uzağım Metin. Belki bir gün denizin dibinde karşılaşırsak, bir selam veririz birbirimize. Bir zamanlar suyun üstünde olmak nasıldı diye konuşuruz. Derinlerden şimdilik selamlar!
0 notes
Text
hiçbir şey ve her şey
"Aramızda problem olan ne?" -hiçbir şey. "Aramızda problem olan ne?" -her şey.
Bir şeyler çok canımı sıkıyor Metin. Bulamıyorum ne olduğunu ama çok derinden bir yerlerde dürtüyor ve canımı çok yakıyor. Sanki kötü bir hücre gibi her gün daha da çoğalıyor ve güçsüz bırakıyor. Raporlarımda görünmüyor, kime gitsem iyisin yok bir şeyin diyor. Elimde deli bozması düşüncelerle gitmediğim doktor, çalmadığım kapı kalmadı. Dıştan bakınca yok bir şey. İçten bakınca var çok şey. Henüz ismi konulmamış her şeyin huzursuzluğunu yaşıyorum. Aynı hisle uyanıyorum sabahları. Aynı acı kalbimin üstüne oturuyor. Kaçsa kaçamıyor, hareket bile ettirmiyor. Patlayacak gibi içimden çıkmaya çalışıyor. Ne olduğunu, nereye gideceğini, ne yapmak istediğini bir bulsa belki rahatlayacak. Çıkıp gidiverecek, bana huzur verecek. Ama o da bilmiyor ne olduğunu. Yerleşik hayata geçmiş, her gün huzursuz ediyor. Ne olduğunu değil ama varlığını bağıra bağıra belli ediyor.
Bence beyin tümörü bu Metin. Beynimin bir kıvrımında asılı kalan bir düşünce, bir endişe. Keşke ameliyatla alınsa da kurtulsam. Ben düşündükçe, nedenini aradıkça sanki gizlenecek başka bir kıvrım buluyor. Tüm kalan iyi hücrelerimi yiyor. Atamıyorum sistemimden.
Sen şimdi yoksun Metin. Beni ya duyuyor ya duymuyorsun. Ah Metin. Neden bu kadar erken gittin? Sana ne kadar ihtiyacım olduğunu göremedin mi? Şu dünyadaki varlığımın biraz da senin ellerinde olduğunu hiç mi anlamadın? Gitmek benim için kolay mıydı diyeceksin, ben seni yine anlayacağım. Kendime kızacağım az sonra. Ama ne yapayım Metin? Çok kimsesizlik bıraktın içimde.
0 notes
Text
fonda MFÖ çalan gece
Ah Metin. Özledim seni.
Bu gece yine sana geldim. Yolda sana gelmemek için çok neden buldum ama yine geldim. Popüler söylem ve şakalar biraz benlik Metin, az gülmedin esprilerime. Bilirsin. Belki şu anda da gülümsüyorsun. Ben ne bileyim ne yapıyorsun. Ama dilerim ki bir yerlerde mutlusun.
MFÖ bu gece bitsin artık bu dram bu fotoroman diyor Metin. Çok isterdim ki bitsin. Belki de bitti, küllerini savuramadık hala. Sıkı sıkı tutunuyoruz birkaç anıya. Gül gibi günümüzü zehir ediyoruz kendimize. İçimizde biraz öfke kalırsa, hayata daha fazla tutunmamız gerekir gibi hissediyoruz. Öfke güçlü bir duygu Metin. Hayata da bağlayabiliyor bizi böyle işte. İyi değil ama ne yapalım. Elimizde ne varsa onu kullanacağız. Misyonumuz hayatta kalmaksa, az ya da çok, iyi ya da kötü bir şeylerle yetineceğiz ve devam edeceğiz.
Bir zamanlar eğer gidersen, senin gidişinle ben de biterim diye düşünürdüm Metin. Öyle bir yer kaplamıştın ki hayatımda, gidişinle benden geri bir şey kalmayacak diye düşünürdüm. Bak hala hayattayım. Ben de şaşkınım. Mutlu muyum, belki. Üzgün müyüm, belki. Öfkeli miyim, evet belki. Ama yaşıyorum Metin. Sabah uyandığımda birlikte izleyemesek de gökyüzünün renklerini içime çekiyorum. Kahvemin ilk yudumunu hala benzer zevkle alıyorum. Tadım tuzum kaçmadı. Farklı tatlarımı keşfettim. Gülüyor muyum, arada evet. Üzülüyor muyum, arada evet. Bildiğim tek hayır cevabı, aynı kişi olmadığım belki.
0 notes
Text
bitsin bu delilik
Cihan Mürtezaoğlu ne de güzel diyor, bitsin bu delilik. Bir noktada mantıklı gelen bazı şeylerin artık o kadar da akılcı gelmemesi mümkün mü? Ama yaşamadan nasıl bileceğiz? Nasıl tahmin edebiliriz ki hangisi delilik, hangisi ayakları yere basan hayaller? Hayallerin zaten neden ayakları yere bassın, öyle olsa hayalden bahsedebilir miyiz? Bana kalırsa zaten hiçbir hayalimizi gerçekleştiremiyoruz. Ona çok yakınlaşıyoruz, ona dokunuyoruz, belki çok yakınından teğet geçiyoruz ama asla ulaşamıyoruz. Belki bu ulaşılmazlık bizi ayakta tutan, bize umut veren. Yaklaştıkça kalbimizin gürültüsü, kollarımıza ve ellerimize hücum eden kanla kaskatı kesilmemiz. Her neyse, ulaşılamaz olan tadı başka kalıyor işte. İşte bu delilik değil de ne? Bitsin bu delilik mürtezaoğlu...
Ağır ağır yağmurun altında ıslanalım, ama bitsin. Bir anlığına, titremekten yorgun düşmüşken ısınsın içimiz, ama bitsin. Bitsin artık başa çıkamıyorum ben de. Bitsin. Bitsin. Bitsin.
0 notes
Text
bazenler.
Bazen dayanırsın olmaz, bazen dayanamazsın yine olmaz. Bazen dayanırsın ve meyvesini yersin, bazen yediğin meyveler de mideni ağrıtır. Her sabrın sonu selamet olacaktı hani dersin, dayandıkça gücünün azaldığını ve aynı oranda beklentinin arttığını görürsün. Meyveleri toplarsın evet, hoş gelir baştan. Kim bilir içinden ne çıkacak, senin bünyeni nasıl etkileyecek? Hayatta bu kadar olasılık olması müthiş bir şey değil mi? Müthiş heyecan verici, aynı zamanda müthiş can yakıcı ve korku uyandırıcı. Hangi ihtimalin peşinden gideceğiz, hangi birinin sonucunu hesaplayabileceğiz?
0 notes
Text
bu yolun sonu nereye Metin?
Ah Metin! Ah’larımı duymayalı oldu biraz zaman. Yine ah’larla geldim sana affet. Gün geçmiyor ki içim biraz ferahlasın, ah yerine oh diyeyim. Olmayınca olmuyor demekki. Ajda Pekkan gibi düşün düşün aşamıyorum engelleri, varamıyorum yanına çarelerin... Bu bizim büyük çaresizliğimiz mi Metin? Düşünmek sonumuz mu olacak? Ya da zamanında başka türlü düşünebilseydik bir şeyleri, her şey daha mı farklı olurdu? Çok mu akışına bıraktık, çok mu yarınlara erteledik bir şeyleri? Şimdi mi acısı çıkıyor düşünmeyişlerimizin? Katılmıyorum Metin, katılmıyorum. Bu düşünceme de katılmıyorum. Zamanında da düşündüm. Düşünmek çare değil.
Sen gittiğinde ben çok yarım kaldım Metin. Gittiğin gün hatta biraz nefessiz bile kaldım. Öleceğim sandım, ölmedim. Belki biraz öldüm, bir kısmımla devam ediyorum yaşamaya. Tamamen yaşamıyorum. Bak bu düşünceme katılıyorum fazlasıyla Metin. İnsanın devam edebilmesi için yüzde yüz şarjda olması gerekli değil ya. Telefon pilleri gibi, zamanla yüzde yetmişi, altmışı da yetiyor insana.
Bilmiyorum dönecek misin Metin... Yoksa ellerim avucumda seni mi bekleyeceğim ömrüm boyunca. İhtimaller verdin bana, güzel gelecek düşleri. Bunların yıkımıyla ne yaparım ben Metin? Enkazın altından nasıl kalkarım? Ya dönmezsen... Bu düşünceme ne katılıyorum, ne katılmıyorum Metin. Bu düşünceyle başa çıkamıyorum sadece. Bu öyle bir ağır düşünce ki, her gün defalarca karnıma yumruk vuruyor, yerden yere çarpıyor beni. İki seksen yatarsam biraz dinleniyorum. Ayağa kalktığımda bir darbe daha yiyorum. Depresyonun bir belirtisi de bu değil mi Metin? Ben mi yanlış biliyorum?
Bu kadar yakınken bu kadar uzak olmak senin için nasıl bir duygu Metin? Senin de altından kalkamadığın düşüncelerin var mı? Sen de uykuya dalarken zorlanıyor musun, yoksa başını yastığa koyunca hemen dalabiliyor musun? Ne çok sorum var sana Metin. Ne çok sorum var kendime Metin... Hiçbirinin yanıtını bulamıyorum, yine günde üç yüz kere kendime soruyorum. Bu yolun sonu nereye Metin?
1 note
·
View note
Text
ah Metin! nerelere gideyim?
Ah Metin! Bu kapının başında bekleyen beni, yine karanlık depresif günler mi? Gitmek istemiyorum Metin... Çok yoruldum artık. Yok mu bir yolu olmanın lobotomi? Düşünmek istemiyorum Metin. Çok yoruldum. Ağlasam rahatlayacağım ama öyle bir sıkıntı ki gözyaşım bile kilitlendi kaldı göz pınarımda. Nerelere gideyim ben Metin? Kendimle daha fazla kalırsam çıldıracağım...
Anladım ki önünde uzanan yollar seni cezbetmekten çok korkutabiliyormuş. Hem kendimle kalmaya hem de kendimden kaçmaya ihtiyacım var. Var mı böyle bir yer Metin? Varsa söyle, daha fazla dayanamayacağım. Söyle bana, nerelere gideyim?
Başımdan ayak parmak uçlarıma kadar suyun altındayım. Dip dalmışım, en dibi boylamışım. Seneler boyumu uzatacağına içime kaçırmış beni. Bir delikte saklanıyorum var gücümle Metin. Gizlenmek zevkli, bulunmamak felakettir diyor Winnicott. Çok gizlendim, bulunduğumda çok korktum Metin. Söyle bana, nasıl kapanacağım şimdi ben kabuğuma. Hala var mı saklanacağım bir yer. Söyle de en azından şu kapıdan çıkmak zorunda kalmamayayım. Söyle de dışarı değil içime adım atabileyim. Dışarısı korkunç Metin. Söyle bana, nerelere gideyim?
0 notes
Text
Sana çok sorum var Metin. Cevaplamazsan tamamen delireceğim, cevaplarsan çok üzüleceğim. Orta yolu deniyorum ama henüz bulamadım.
Cevaplarının benim için önemsiz olduğunu düşünme sakın. Her biri zihnime namlusundan sıcağı sıcağına fırlamış, yolda biraz serinlemiş, delerken derimi ateşinin yoğunluğuyla anlayamadığım mermiler gibi saplanıyor zihnime. Uyusam da unutsam diyorum bazen. Öyle bir uyusam ama...seni bile unutsam.
Ne yapacağız Metin? Bu nasıl sürecek? Bana hayatımda görmediğim yeni mutluluklar, yepyeni acılar, paketinden okul sabahı yeni açılmış külotlu çoraplar gibi parlak ve gıcır gıcır yeni kaygılar veriyorsun. Benim kendimden bir çıkışım yok. İçime aldığım ne varsa, hayatımın sonuna kadar kalacak orada. Bana yeni kalp kırıklıkları verme Metin. Ama vereceksin biliyorum, kırılacağım biliyorum.
Şimdilik, sen buradayken, birazdan elini belime sarıp boynumdan öperken beni, ben bunları nasıl düşüneyim? Kalbimi elimle verdim sana Metin. Bilirsin, biraz deliyim.
0 notes
Text
konuşamıyorum İlhan...
Anlatmayı becerebileceğime inansam söze başlayacağım Metin. Ama bak işte fonda İlhan İrem çalıyor, amansızca ve umutsuzca içimden geçenleri fısıldıyor bana. “Konuşamıyorum.” Konuşunca değişecek mi bazı şeyler? Hiç inanmıyorum.
Alsam karşıma seni desem ki aylardan Eylül, havada ılık rüzgarlar esiyor. Bilemeyeceksin. Son Eylül’ünü hatırlayacaksın. Seninle bir Eylül’ü birlikte karşılayabilecek miyiz bilemeyeceksin. Ben de bilemeyeceğim. Sonumuz ne olacak Metin?
Son demek ne kadar doğru bilmiyorum ama bir sonumuzun olduğu düşüncesi bile titretiyor kalbimi bak. Çok kırıyor. Hem de ne kırılmak. Parçalara bölünüp yerlerden topluyorum kendimi sürekli. Bazı parçalarım eksik devam ediyorum bazen günüme. Bir tek seni öpünce tamamlanmışım gibi hissediyorum. Hep o anda kalmak istiyorum ancak ne çare. Yine yollarımız ayrılıyor bak günün sonunda. Yatağa yine eksik giriyorum. Yine düşüncelerimleyim. Çıldıracak mıyım yoksa Metin?
Gitme Metin! Sensiz nasıl tamamlanırım, nasıl devam ederim bilmiyorum. Söylenecek çok şey var da işte...konuşamıyorum.
0 notes