Link
Tarihi yarımadaya bakan odanın penceresini araladı. Bıçak kadar keskin gecenin ayazı odayı kaplayıverdi. Valizinden çıkardığı Chopin'in 1 numaralı Piyano Konçertosu'nu büyük bir keyifle Grundig marka pikapın iğnesine teslim etti. Karanlık odanın sonsuz ��zgürlüğüne kendini bırakıp, mazinin acılarla dolu sayfalarını gözlerinin önünden film şeridi gibi akmasına izin verdi. Keriman'ın acı dolu haykırışları kulaklarında çınlamasının sona erdiği dakikalarda, onun için yazdığı şiirleri ve hikayelerini özenle odanın her bir köşesine yerleştirdi. Büyük harflerle "KEMAL" yazılı kağıdı komedinin üzerindeki aynaya yapıştırıp yatağa uzandı. "Galiba yeniden başlıyoruz Bedri Sami" dedi. Derin ve huzurlu bir uykuya dalıverdi.
#velhasıl galata#galata kulesi#galata köprüsü#beyoğlu#istiklalcaddesi#cihangir#hikaye#polisiye hikayeler#flashback
5 notes
·
View notes
Text
Hayallerimiz vardı, herkes gibi,
Vergisi yok ki, istediğin hayal senin olsun,
Mühim olan iki gözüm,
Hayal bu namussuz, gerçekleşir mi?
2 notes
·
View notes
Text
Bir Soygunun Anatomisi
Günlerce çalıştığı plan üzerinde son düzeltmeleri de yaptı. Nefes alıp verirken kalbi zorlanıyor, başarısız olmaktan korkuyordu. Henüz hazır olmadığının farkına vardı. Karar verdi. Son bir kez soygun mahalline gidecek, atladığı detay veya gözden kaçmış en ufak olasılıkları tekrar gözden geçirecekti.
Soygun mahallinin Galatasaray Lisesinin kapısına bakan girişini gözetledi. Nizami insan giriş ve çıkışları oluyor, görevli personel günün rutin yoğunluğunda kayboluyordu. Görünürde olağanüstü bir durum yoktu.
Yorgundu. Sabah içtiği tarhana çorbasından başka midesini meşgul eden bir şey yoktu. Başı döndü. Kararsızlıkların, vazgeçme çabalarının, vicdan muhasebelerinin verdiği ağır travmalar sonunda bitap düşmüştü. Kan çanağına dönen gözleri sarmaş dolaş genç bir çifte takıldı. Suratı düştü. Bu hayatta kazanmayı alışkanlık haline getirenlere sövdü, kaderi daima kaybetmekle dost olmuşlara sabır diledi.
Sinirden gerilmiş yüz kasları, ağzından çıkan kahpe dünya sözüne mani olamadı. "Haklısın" dedi yanındaki polis memuru. Farkında olmadan söylenirken, son cümlesini duydu, Cumartesi Annelerinin Eylem hazırlığı için nöbet tutan polis memuru. Korkudan dili tutuldu. Evet diyebildi. "Hayrolsun arkadaş, bir saattir aynı yere bakıyorsun?" Galiba başlamadan bitti dedi, içinden. Sesi titredi, toparlandı, derin bir nefes aldı. "Yok birşey sayın memurum, arkadaşımı bekliyorum" cümlesini söylerken yaşadığı birkaç saniyenin sanki yıllar misali verdiği derin korkuyu bir o, bir de Tanrı bilirdi.
"Hadi kaybol dedi memur, az sonra burası panayıra dönecek, kim vurduya gitme" Tabi sayın memurum dedi, soluğu Dolapdere'nin yokuşlarında aldı. Yakayı ele verecekti, tüm planları hiç olacaktı. Yıllar sonra şansı yaver gitmişti. Güldü..
Günlerdir işsizdi. Mahallenin bakkalına görünmemek için arka sokaktan evine girmeyi denedi, başardı da. Esnafa olan borcunun dağ gibi olduğunu hatırladı. Dağ gibi lafını çok severdi, rahmetli babası söylerdi, Dağ gibi oğlum var, kim korkar yalan dünyadan" derdi. Babasının yanılmış olması içini acıttı. Yarın Dağ gibi oğlu bir soyguna karışacak, korkak bir fare gibi kaçması gerekecekti.
Kapıyı çaldı, "Naaptın Necip iş var mı" diyebildi karısı Ayşe, kucağında henüz iki aylık bebeği ile. Evde yiyecek birşeyler olmadığı için sütü kesilmiş kadıncağız, komşulardan gelen üç-beş yardım ile bebeğin birkaç öğününü püre ile savabilmişti.
Umutsuz, acı dolu gözler süzdü birbirlerini. Karşılıklı bu bakı��maların verdiği ızdıraba iyi bir üstad roman dahi yazabilirdi. Sarıldı Ayşe'sine. Sana yarın bir sürprizim var dedi.
Sabah erkenden kalktı. Kuru ekmek ve taze soğan ikilisini midesine yuvarladı. Hazırdı. Gün bugündü.
Odakule civarından yukarıya doğru süzüldü. Mekanın önünü gözetledi. Günlük koşuşturmalar haricinde ortalık sakindi. Öğlen olmasını bekleyecek, kalabalığın arttığı dakikalarda davranacaktı. Saatler geçmiyor, elleri ayakları titriyordu. Bankanın camına düşen aksini izledi. İstiklal caddesinin insan seli arasında belki de tek bir ruhsuz beden kendisine aitti.
Öğlen tatiline çıkmış güruh mağazayı doldurmaya kafi gelmişti. Şimdi tam zamanıydı. Derin bir nefes aldı. İçeriye girdi. Reyona yürüdü ve istediğini aldı. Kalabalığı fırsat bilip çıkışa yöneldiği anda bir el omzundan çekip, "ödemesini yaptın mı" deyiverdi. Direndi, elindekini bırakmak istemedi. Güvenlik memuru ile savaştı, günlerce bu an için çabalamıştı. Öyle pes etmek yoktu. Evde Ayşe'si ve oğlu Ali bu sürprizi bekliyordu. Kafasına aldığı darbe ile yere yığıldı.
Derin bir sessizlik oldu. Dünyası karardı. Çocukluğundan, gençliğine, Ayşe'sinden iki aylık oğlu Ali'sine kadar yaşadığı tüm zaman dilimi gözlerinin önünden bir film şerdi misali aktı gitti. "Öldüm ben" son cümlesi oldu.
......
Anlat bakalım Necip neden bebek maması çaldın? dedi Polis memuru..
"Koca memleketi çaldılar amirim" dedi.
Evet 12 paket bebek maması çalmıştı Necip. Bu ayıp hepimize yeterdi. Bir babadan başka kim mama çalabilirdi ki? Baklava çaldığı için hapis yatan insanların yaşadığı memleketi parsel parsel çaldılar da tek bir sorgulayan çıkmadı. Asıl hırsız mama çalmak zorunda kalan baba değil de, babayı mama çalmak zorunda bırakanlar değil miydi? Mecburiyet çaresizliğin son raddesiydi. Ve fakat yüz karasıydı bu koca memleketin.
İnsanın boğazı düğümleniyor değil mi? Kelimeler kifayetsiz kalıyor. İntihar girişiminde kendisini ikna etmeye çalışan polislere "sen manavın önünden geçerken canları çekmesin diye montunla çocuklarının yüzünü kapadın mı hiç? diyen babalarla dolu dört yanımız bugünlerde..
5 notes
·
View notes
Video
İyi, Kötü ve Çirkin - Danimarka Ulusal Senfoni Orkestrası ...
0 notes
Text
BU POSTU BEĞENİP
RE-BLOGLAYAN HERKES BİRBİRİNİ TAKİP ETSİN.
Beni takip etmezsen olmaz :)
06.12.18 (GÜNCEL)
1K notes
·
View notes
Text
Gezi'ye gideceğim param yok dedi.Çıkardım para verdim. Çocuklar sana emanet dedi. Beşiktaş vapuruna bindi. Çakmak çakmak gözleri ile döndü kızlara baktı, el salladı. Cumhuriyet tarihinin onuru Gezi Parkı'na uğurladık onu.
Dış güçleri bilmem ama o gün direnişi finanse eden babalar vardı bu memlekette.
1 note
·
View note
Text
Bir vakit yoksullukların dertten sayılmayan, sabahın altısında bahçeye inip günebakanların, kabakların, fasulyelerin boy vermesini bekleyen, sütlü çorbayı, bulamacı, mantıyı, tutmacı aynı tastan yemekten asla gocunmayan, tek sınıflı tek öğretmenli köy okullarında yavrucaklarına ilim irfan öğretmeyi vazife bilen ahali sessiz sedasız veda etmiş Yonsaklar köyüne..
Terkedilmiş Yonsaklar Köyünün Hikayesidir bu.
Devamı linkte...
https://tanerkoc.blogspot.com/2018/11/ne-zaman-bir-koy-turkusu.html
0 notes
Text
Bloglara yaptığım yorumlara henüz onay gelmedi. İstinaf mahkemesinden sonra temyiz için Yargıtay' a gönderiyorlar zaar.
1 note
·
View note
Text
Çağımızın en anlamsız kelimesi :"Vaktim yok"
...devamı linkte.
https://tanerkoc.blogspot.com/2018/11/cagmzn-en-anlamsz-kelimesi-vaktim-yok.html?m=1
2 notes
·
View notes
Text
Başka insanların yüzüne bakabilmek için önce kendi yüzüme bakabilmeliyim.
3 notes
·
View notes
Text
“Okumak için uzaklara gitmekten çok, uzaklara gitmek için okumaktaydım…”
- Amin Maalouf
3K notes
·
View notes
Text
Huzurun birşeye sahip olmak değil, birşeylerin içinde olmak felsefisini benimseyen, her zaman taktir ettiğim özgürlükçü, doğasever ve sporcu dostlarım Barkın ve İhsan 'ın Doğa Keşifleri...
.... devamı linkte.
https://tanerkoc.blogspot.com/2018/10/istanbul-un-kesfedilmeyi-bekleyen.html
1 note
·
View note
Text
"Onlar" savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyeli çocuklar. Çoğu ailesini savaşta kaybetmiş kadersiz yavrular. Suriyeli kelimesinden iğreti olduğumuz şu günlerde ister sevin ister nefret edin ama bu çocuklar çok mağdurlar. İç savaşın neden olduğu bu yıkım ve son yirmi yılın en büyük insanlık dramı her gün gözlerimizin önünde cereyan ederken, "başka bir ülkede çocuk olmak" filminin sessiz kahramanları onlar.. Büyüklerin oynadığı zalimce oyunlardan zararlı çıkan, hayatı tanımadan ölüme giden yani hep "Ebe" olan küçük bedenler onlar.
Devamı linkte..
https://tanerkoc.blogspot.com/2018/10/baska-bir-ulkede-cocuk-olmak.html
1 note
·
View note
Text
Çektiğimiz herhangi bir karenin üzerinde yaptığımız yorum dili, fotoğrafın bizzat kendisinde değil midir? Biz sözle yaptığınız anlatım eylemini, fotoğraf ise deklanşöre basıldıktan sonra ortaya çıkan görüntü ile yapmaktadır. Yani, sen ne kadar anlatırsan anlat, hikayenin asıl gerçeği fotoğrafın ta kendisidir. Hem çekenin, hem izleyenin inanma duygusunu doyuran fotoğraf değil midir sevgili dostlar? Fotoğraftaki görüntü nesnenin kendisi olmasa da izleyicinin başarılı ve güzel bir görüntüyü gerçekmiş gibi onunla bütünleşerek izlemesi fotoğrafın nasıl da yalın ve gerçekçi bir dili olduğunun işareti değil midir? Özetle fotoğraf; çok az nesne ve öğeyle söze-yazıya gerek duymaksızın, doğrudan hayatımızın sessiz ve dilsiz kahramanlarıdır.
devamı linkte...
https://tanerkoc.blogspot.com/2018/10/fotograflarn-da-dili-vardr.html
1 note
·
View note
Text
“Resimleri yaktım, Birini saklasam dedim, En çok onu yaktım, Onu yaktım.”
— Gülten Akın (via icimizdekiyalnizlik)
1K notes
·
View notes