Tumgik
#zaten böyle zamanda hiç gelmeyin
kapaligise · 4 years
Text
Kedi sevmiyosanız gelmeyin bizim eve aq
37 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 44. Bölüm
Mega // MangaTr
Merhabalar! Bayrama kadar gece çalıştığım için bundan sonra günceller saat 16.00 civarında gelecek.
(Geç kaldığım günlerde, ertesi gün sabah 9 gibi)
Bölüm 44: Zevkten Küllere, Fang Xin’in İkinci Gelişi
Xie Lian, Shi Qing Xuan’ın aniden ateş yakacağını hiç düşünmemişti bu yüzden de iş işten geçene dek ona engel olamamıştı. Alevler fazlasıyla parlaktı ve siyahlara bürünmüş bir adamı aydınlatmıştı.
Siyahlı adamın başı yolun sonundaki taş duvarda gevşekçe sarkıyordu, yüzü kağıt kadar beyaz, saçları darmadağındı; ama tüm bu karmaşanın altında kararlılıkla parlayan gözleri yanan buzlar gibiydi. Hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermeden yere meditasyon yaparmış gibi oturmuş olsa da havadaki yoğun kan kokusu onun ciddi şekilde yaralandığını söylüyordu ve buraya hapsedildiği kesindi. ‘Söyleyecek hiçbir şeyim yok’ sözlerini muhtemelen onları sorgulayıcılarıyla karıştırdığı için söylemişti.
Shi Qing Xuan yüzünü gördüğü anda haykırdı. “Sen!”
Adam başka insanların olacağını beklemiyor gibiydi ve geriledi, o da ‘Sen!’ demek ister gibiydi ama kendisini tuttu. Xie Lian saldırmaya hazır olan RuoYe’yi sakinleştirdi. “Birbirinizi tanıyor musunuz?”
Birisini bulmak için bunca engeli aştıktan sonra Shi Qing Xuan rahatlamış görünüyordu ve tam cevap verecekken adam onu tartışmasız bir tonla kesti. “Onu tanımıyorum.”
Shi Qing Xuan sözlerine öfkelenmişti ve yelpazesini ona doğrulttu. “Beni tanımak bu kadar mı utanç verici? Beni çok üzdün Ming Xiong! Ben senin en yakın arkadaşınım!” *ÇN: Xiong; Abi anlamında ‘Gege’den daha resmi bir hitap, ama arkadaşlar arasında ‘bro/kanka’ anlamında da kullanılabilir.
Adam kararlılıkla reddetti. “Bu kılıkta dolaşan arkadaşlarım yok benim.”
“…”
Shi Qing Xuan hala parçalanmış mor ipek elbiseyi giyiyordu, sahiden… utanç verici bir görüntüydü. Xie Lian kahkaha atmak istedi, bu dünyada kendisini ‘birisinin en yakın arkadaşı’ olarak tanıtacak birisi varsa bu kişi ancak Shi Qing Xuan olabilirdi. Ama ‘Ming Xiong’? Yanlış hatırlamıyorsa beş doğa tanrısı arasındaki Toprak Ustasının adı Ming Yi’ydi. Xie Lian söze girdi. “Toprak Ustası?”
“Evet o. Daha önce tanışmıştınız.” Cevaplayan Shi Qing Xuan olmuştu.
Xie Lian, Ming Yi’ye baktı. “Öyle mi?” Bu kişilikte birisiyle tanıştığını hiç hatırlamıyordu.
Shi Qing Xuan. “Tanıştınız.”
Ming Yi son noktayı koydu. “Tanışmadık.”
Shi Qing Xuan kızgın bir şekilde. “Evet tanıştınız! BanYue Geçidinde! Bu kadar çabuk mu unuttunuz?”
“…”
Ming Yi’nin solgun yüzünün zalim bir ifadeye büründüğünü görünce Xie Lian en sonunda hatırlamıştı! BanYue Geçidindeyken Shi Qing Xuan’un yanında siyahlara bürünmüş bir kadın yok muydu!
Hua Cheng o zaman ona bu kişinin Rüzgar Ustası olmadığını ama muhtemelen beş doğa tanrısından bir diğeri olabileceğini söylemişti. Shi Qing Xuan görünüşe göre sadece kadın kılığına girmeye bayılmakla kalmıyor aynı zamanda başkalarını da aynı şeyi yapmaya zorlamayı da çok seviyordu. Siyahlı kadının o zaman inanılmaz sinirli ve tiksinmiş görünmesine şaşmamalıydı. Aklına Shi Qing Xuan’ın buraya gelmeden önce onu da ‘eğlenceye katılmaya’ davet edişi aklına geldiğinde Xie Lian ucuz atlattığını düşündü, pes etmediğine çok sevinmişti. “Toprak Ustası, Yükselen Ateş Ejderini sen mi gönderdin?”
Ming Yi cevapladı. “Evet.”
Doğru kişiyi bulmuşlardı. Xie Lian başını salladı. “Toprak Ustası muhtemelen ağır şekilde yaralanmış. En iyisi önce kaçıp sonra konuşmamız.”
Shi Qing Xuan bir an tereddüt etmeden diz çöktü ve Ming Yi’yi sırtına aldı. “O zaman gidelim.”
Üçü geldikleri yoldan geri döndüler ve Shi Qing Xuan yürürken konuşmaya başladı. “Ming Xiong, iyi bir savaşçı değil miydin? BanYue Geçidinde harika bir iş çıkartmıştın, nasıl birkaç gün içinde bu kadar dayak yemeyi başardın? Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru’nu nasıl bu kadar kızdırdın?”
Ses tonu muzip bir sataşmayla doluydu ve Xie Lian not etti, Suratına yumruk yemekten korkmamak, kesinlikle yakın bir arkadaşla konuşmanın tek yolu. Ming Yi onun zırvalarına yeterince katlanmışa benziyordu sadece “Kapa çeneni!” dedi.
Xie Lian da aslında sorunun cevabını merak ediyordu, farklı bir şekilde sormayı denedi. “Toprak Ustası, Hua Cheng neden seni kışkırtmak istedi?”
Ming Yi ona çenesini kapatmasını söylemedi ama cevapta vermedi. Xie Lian başını hafifçe çevirerek ona baktı ve gözlerinin kapalı olduğunu fark etti. Zindana atılıp günlerce sorgulandıktan ve ağır bir şekilde yaralandıktan sonra Ming Yi en sonunda kurtarılınca tedbiri elden bırakmış ve rahatlamış olmalıydı. Zaten aceleye gerek yoktu bu yüzden Xie Lian onu uyandırmadı. Üçü merdivenlerden çıktılar ve tepeye ulaştıklarında Xie Lian zarları attı. Karanlıkta kaç attığını görememişti, sadece önlerinden gelen bir gıcırtı sesi duydu ve ince bir ışık belirdi. Xie Lian kapıyı itti ve tam Lang Ying’i alamaya fırsatı olacak mı diye merak ederken attığı ilk adımın boşluğa geldiğini fark etti.
Düşmeye başladığı anda haykırdı. “Gelmeyin!”
Xie Lian havada takla attı ve sert bir şeye düştü. Bıçaklı bir dağa veya alevden bir denize düşmediğine rahatlamıştı ki başını kaldırdığı zaman bu ihtimallerin çok daha iyi olacağını fark etti. Hua Cheng’in olağanüstü yakışıklı yüzü kendi yüzünden birkaç santim ötedeydi, tek kaşını kaldırmış ona bakıyordu.
Bu kez kapıyı açtığı anda boşluğa düşen adımları onu Hua Cheng’in üzerine atmıştı!
Düştüğü bu yer de silah salonuydu! Hua Cheng salondaki tahta oturmuş, sakin bir şekilde eğri kılıcı E-Ming’i siliyordu. Üzerine aniden birisi düştüğünde bile sadece ellerini kaldırmış ve hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden kılıcı bırakmıştı. Sanki bir açıklama bekler gibi sakince Xie Lian’a bakıyordu. Elbette Xie Lian’ın bir açıklaması yoktu ve tek yapabileceği şey, oturduğu kucaktan ona cesur gözlerle bakmaktı. Aniden görüş alanında bir başkası daha olduğunu fark etti, başını çevirdiğinde Lang Ying’i gördü.
Bandajlara sarılmış çocuk yüzünde korku dolu bir ifadeyle yerde oturuyordu ve ellerini başına sarmış ikisine bakıyordu. Neden Lang Ying de buradaydı? Hua Cheng onu sorguluyor muydu yoksa? Ve Xie Lian başını kaldırdığında Shi Qing Xuan’ın beyaz botunun yarısının öne adım attığını fark etti. Düşünecek vakti yoktu. Aceleyle Hua Cheng’in omuzlarını tuttu ve haykırdı. “Özür dilerim!” ardından Hua Cheng’i kenara itti.
İtmesiyle Hua Cheng bir metreden fazla sürüklenmiş ve hatta birkaç takla atmıştı. Hemen ardından ise hemen ayağa kalkmıştı. Bu sırada ise sırtında Ming Yi ile Shi Qing Xuan çoktan aşağıya atlamış ve biraz önce Hua Cheng’in oturmakta olduğu yere inmişti. Xie Lian utanmadan arkasına baktığında, Hua Cheng’in hala tek kelime etmeden ona bakmakta olduğunu fark etti, sadece kaşları biraz daha yükselmişti.
Xie Lian ayağa fırladı ve birkaç adım geriledi, tekrar özür diliyordu. “Özür dilerim! Özür dilerim!”
Lang Ying’in gözleri Hua Cheng’in üzerindeydi ve hala korkmuş görünüyordu. Xie Lian’a koştu ve arkasına saklandı. Xie Lian onu arkasında tuttu. “San Lang açıklamama izin ver.”
Hua Cheng. “Bekliyorum.”
“Bekle, tam tersi olması gerekmiyor mu?” Shi Qing Xuan araya girmişti. “Sana açıklama yapması gerek kişi o! Kayıp cennet mensubundan o sorumlu; dikkatli ol Ekselansları!”
Xie Lian’ın içinde bulunmak istemediği durum da tam olarak buydu. Dikkatle Hua Cheng’e baktı. “San Lang, Toprak Ustasıyla aranızda nasıl bir yanlış anlaşılma olduğunu bilmiyorum ama sakinleşelim ve konuşalım.”
En iyi ihtimalle Hua Cheng onları zarar vermeden serbest bırakırdı. Her ne kadar Toprak Ustası yaralanmış olsa da hayati tehlikesi yoktu ve hiçbir uzvunu kaybetmemişti. Eğer o geri çekilirse o zaman oldukça kötü bir senaryodan kurtulurlardı. Eğer Hua Cheng gitmelerine izin verirse cennete bildirir ve ona borçlanmış olurlardı, Xie Lian da bu fırsatı kullanarak Jun Wu’dan bu meseleyi kapatmasını isterdi.
Ancak Hua Cheng’in cevabı oldukça farklı olmuştu. “Toprak Ustası mı? Ne Toprak Ustası?”
Bir an durduktan sonra devam etti. “Ah, Rüzgar Ustasının sırtındaki kişiden mi bahsediyorsun? O sadece beceriksiz bir astım.”
Bunu duyunca Xie Lian da Shi Qing Xuan da gerilemişti. Shi Qing Xuan söze girdi. “O bir cennet mensubu, ne cüretle böyle konuşursun!”
Hua Cheng bir anda hilal şeklindeki E-Ming’i çekmişti. “Eğer sahiden Toprak Ustasıysa on yıldır rol yapacak sabrı nereden bulmuş? Geçtiğimiz on yıl boyunca ondan ara ara şüphelenmiştim ama hiç kanıtım yoktu. Eğer BanYue’deyken onu Rüzgar Ustasının yanında görmeseydim hala her şeyden bihaber olabilirdim.”
Bir anda Xie Lian her şeyi anlamıştı.
Demek böyle olmuştu!
Toprak Ustası kayboluşunun ve hapsedilmesinin nedeni on yıl önce gerçek kimliğini gizleyerek Hua Cheng’in altında çalışan bir görevli kılığına girmesiydi. Başka bir deyişle o bir casustu. Hua Cheng ondan şüphelenmiş ama kesin bir kanıt bulamamıştı bu yüzden de gözü üzerindeydi. Ve kısa bir süre önce onun Toprak Ustası olduğunu öğrenmişti.
BanYue Geçidindeki yolculuklarında Hua Cheng, Toprak Ustasını Rüzgar Ustasının yanında görmüştü.
Kadın kılığındayken bile (Rüzgar Ustası sağ olsun), Hua Cheng sahte derisinin altını görebilmiş ve siyahlı kadının şüphelendiği astı olduğunu fark etmiş ve onun beş doğa tanrısından birisi olduğunu anlamıştı.
BanYue meselesi çözüldükten sonra ise Hua Cheng Puji Manastırından muhtemelen Toprak Ustasını bulmak için ayrılmıştı. Hua Cheng’in onu öldüreceğini düşündüğü için de bu zorlu şartlar altında Ming Yi yardım çağrısında bulunmuştu. Ardından ise Jun Wu Xie Lian’ı çağırarak ona kurtarma görevini vermişti.
Bir cennet mensubunun görevlerini yerine getirmemesi bile başlı başına bir olayken, hayalet diyarda on sene boyunca casusluk yapması tam bir skandaldı. Diplomatik olaylar bir yana; eğer Ming Yi tutuklu kalmaya ve işkence görmeye devam etseydi, eğer Hua Cheng’in ellerinde ölseydi o zaman tüm cennet ayağa kalkardı ve dünya kaosa düşerdi. Xie Lian’ın tek söyleyebileceği şey. “Suçun bizim tarafımızda olduğunu anlıyorum. Ama San Lang, bu seferlik bizi serbest bırakacağını umuyorum.”
Hua Cheng onu dikkatle izledi ve bir an sonra sakin bir sesle konuştu. “Ekselansları, bazı meselelere bulaşmamakta fayda var.”
Aniden Shi Qing Xuan’ın çığlığı yükseldi. “Rüzgar: bana gel!”
Yelpaze açıldığı anda vahşi bir rüzgar tüm salona doldu. Duvarlarda asılı olan silahların pek çoğu titremeye başladı. “Rüzgar Ustası! Daha hiçbir şey yapmamıştık??” Xie Lian paniklemişti.
“İkinizin de ilk hamleyi yapan taraf olacağını sanmıyorum.” Shi Qing Xuan kararlıydı. “Bu yüzden de bu seferlik kötü adam ben olurum. RÜZGAR! RÜÜÜZZGAAAR BANA GEL!!!”
Korkunç bir yarılma sesi duyuldu ve Xie Lian başına düşen kat kat tozu hissedebiliyordu. Başını kaldırdığı zaman tavanın boralarla yükseldiğini ve üzerinde devasa bir delik açıldığını gördü.
Silah salonunda pencereler veya başka bir çıkış yoktu, Shi Qing Xuan’ın ise savaşmaya dair en ufak bir isteği bulunmadığı için tavanda bir delik açarak kaçacaktı!
Çıldırmış rüzgarların arasında Hua Cheng’in kuzguni saçları ve akçaağaç kırmızısı kıyafetleri vahşice savruluyordu ama kendisi hiç hareket etmemişti. Hua Cheng zorla gülümsedi. “Demek bir yelpazen var, ne tesadüf, benim de var.”
Onlarca rafın arasından Hua Cheng’in bir yelpaze aldı. K��çük ve karmaşık, her yeri saf altından, dingin ve çok güzel bir yelpazeydi. Hua Cheng elini salladı, yelpaze açıldı. Hiçbir şey söylemeden sırıttığı zaman zarafetinin içinde kanlı bir hale etrafını sardı. Yelpazeyi salladı ve güçlü bir rüzgar kör edici bir gümüş ışıltıyla üzerlerine geldi. Üçü de kenara çekildi ve arkalarından okların duvarlara ve yere çarparken çıkarttığı sesleri duydular. Başlarını çevirdiklerinde uzun sıra sıra altın yaprakların yere çakıldığını gördüler. Her bir yaprak incecikti ama derinlere dek gömülmüştü, keskinlikleri aşikar ve yıkıcıydı.
Bu salondaki her bir silah seyretmeye değer bir hazineydi; tek bir hareketle böylesine ölümcül bir sonuç doğmuştu!
Hua Cheng elini tekrar salladı ve bir diğer altın rüzgar esti. Shi Qing Xuan’ın çağırdığı rüzgarlar güçlüydü ama ne kadar güçlenirlerse durum da o kadar tehlikeli bir hal alıyordu. Silah salonu sadece tek bir odaydı, alan kısıtlıydı. Rüzgar Ustasının yelpazesinden yükselen rüzgarların bir kısmı içerideki, sürüklenen altın yaprakları geri ittirdi, delicesine dans ediyorlardı. Xie Lian altın yaprakların insanlara zarar vermesinden korkuyordu, Lang Ying’e kendini siper etti ve haykırdı. “Rüzgar Ustası, lütfen dur!”
Altın yapraklar sürekli Shi Qing Xuan ve Ming Yi’nin epeyi yakınından geçiyordu. Shi Qing Xuan da durmak istiyordu ancak çatı rüzgarlar tarafından yükseltilerek bir açıklık oluşturmuştu ve eğer şimdi durursa tüm çabaları boşa gidecekti. Tam bu sırada etraflarını saran altın yapraklar düzgün bir şekilde yukarı uçtu. Ahenksiz bir çatlama sesinin ardından bir kişi çatıdan indi ve açıklıktan aşağıya atladı, beraberinde enkaz ve tozları da getirmişti.
Adam yere indiği anda bağırdı. “Rüzgar Ustası özür dilerim ama daha fazla bekleyemedim!”
Shi Qing Xuan çok sevinmişti. “Qian Qiu tam zamanında geldin!”
Genç adamın üzerinde bir uzun kılıç vardı, bıçağın genişliği erişkin bir adamın avucu kadardı – karşılarındaki sahiden Lang Qian Qiu’ydi. Uzun kılıcı altınlarla ışıldıyordu ama yakından bakılınca kılıcın altın olmadığı anlaşılıyordu, uçuşan altın yapraklar kılıcı tamamen sarmışlardı, bu yüzden altın bir kılıç gibi görünmeye başlamıştı.
Lang Qian Qiu’nun altın kılıcı mıknatıs dağından kaynak alan ender bir madenden yapılmıştı ve metalleri çekme özelliği vardı. Çekilen nesne belli bir seviyede ruhani güç taşımadığı sürece, kılıcı eline aldığı ve zihnen bu özelliği serbest bıraktığı anda etraftaki metaller çekilir, kılıcına katılırdı. Sayısız altın yaprakta şimdi kılıcına yapışmış ve bıçağın tamamını sarmışlardı. Bunu görünce Hua Cheng bir kahkaha attı, yelpazeyi kapatıp bir kenara attı. “Cennet mensupları bir altın parçacığını dahi kendi haline bırakamayacak kadar mı fakir?”
Eğer sözler Xie Lian’a yönelik söylenmiş olsaydı duymazlıktan gelirdi. Ama sözlerin hedefi Lang Qian Qiu’ydu, kraliyet hanedanlığından bir soylu. Tüm hayatı boyunca zenginlikler hiç umurunda olmamıştı ve her ne kadar düşmanının onu kışkırtmaya çalıştığını bilse de yine de öfkeden köpürüyordu. İki eliyle birden kılıcını kaldırdı ve Hua Cheng’e doğru hamle yaptı. Hua Cheng bir eliyle eğri kılıcını çekti, havaya gümüş ışıltılar saçıldı ve sakince saldırıyı karşıladı.
Lang Qian Qiu tüm gücünü kullanarak saldırmıştı. Kaplanlardan korkmayan yüklenen bir boğa olarak doğmuştu, ama Xie Lian onların güçleri arasındaki farkı açık ve net bir şekilde görebiliyordu ve eğer tek bir darbe alırsa öleceği kesindi!
Yan taraftan izlemekte olan Shi Qing Xuan bile her ne kadar kılıç kullanmayı bilmese de olanları fark etmişti ve bağırdı. “Qian Qiu! Yapma!!!”
Ama bir saniye içerisinde yaydan çıkmış bir ok nasıl durdurulabilirdi?
Uzun kılıç ve eğri kılıç tam çarpışmak üzereyken kör edici bir beyaz ışık tüm silah deposunu aydınlattı.
Işık o kadar parlaktı ki odanın yer yanını sarmıştı ve herkes geçici olarak görme yetisini kaybetmişti. Tek görebildikleri şey bir beyazlıktı. Xie Lian ise, hazırlıklıydı ve görebiliyordu. Sağ eline Shi Qing Xuan’dan aldığı tüm gücü toplamış ve rastgele yönlere devasa alevler atmaya başlamıştı.
Silah deposunun bir köşesi hemen alev aldı. Kısa bir süre sonra Xie Lian RuoYe’yi serbest bıraktı ve kendisi, Shi Qing Xuan, Ming Yi, Lang Qian Qiu ve Lang Ying’i sardıktan sonra bağırdı. “Rüzgar Ustası, bizi yukarı uçur!”
Her ne kadar Shi Qing Xuan gözünü açamıyor olsa da Xie Lian’ın sözünü dinledi. Yelpazesini kaldırdı ve aşağıya doğru açtı, vahşi bir hortum düz zemini sardı ve tavana doğru uçarak çatlamış çatıyı tümüyle parçaladı!
RuoYe beşini birbirine sarmış ve gökyüzüne doğru uçuyordu. Yarı yolda çoğu tekrar görebilmeye başladı ve Shi Qing Xuan aşağıya baktığında her yeri saran devasa alevleri ve havadaki siyah dumanları gördü; silah deposu yanıyordu. Hua Cheng’in onları kovalamasından korktuğu için yelpazesini sallamaya başlamıştı. Şimdi ‘alevleri yellediği’ için de alevler anında büyümüş ve yakındaki binalara sıçramaya başlamışlardı. Zevk Köşkündeki binaların yarısından çoğunda yangın çıkmıştı!
Müthiş bir zorlukla Xie Lian en sonunda Shi Qing Xuan’ın yelpazeyi tutan elini tüm gücüyle yakaladı. “Rüzgar Ustası, lütfen dur! Bütün binaları yakacaksın!”
İrkilen Shi Qing Xuan ağladı. “Tamam, tamam duruyorum! Bırak beni ekselansları, çok sert tutuyorsun!”
Rüzgar Ustası yelpazesini kaldırana dek Xie Lian bırakmadı. Aşağıya baktığı zaman turuncu alevlerin arasında durmakta olan kızıl silueti yine de görebiliyordu. Havada oldukça yükselmişlerdi ve net olarak seçemiyordu ama içinden bir ses ona Hua Cheng’in de orada onu izlemek için durduğunu söylüyordu.
Ne onları takip etti, ne alevleri söndürdü. Sadece orada durmuş vahşi alevlerin kaprisli bir şekilde yok etmesine izin veriyordu.
Zevk Köşkünün dışından çığlıklar ve ulumalar yükselmiş ve Hayalet Şehrin tüm sokaklarını doldurmuştu, hayalet ve iblislerden oluşan kalabalık delirmiş gibi koşuyordu. Xie Lian nefes alamadığını hissediyordu ve sesi çatladı, kendi kendine mırıldandı. “Ben… sadece dikkat çekmesi için küçük bir yangın başlatmak istemiştim, nasıl bu hale geldi…”
Sadece birkaç saat önce Hua Cheng silah deposunun kapısına yaslanmış ve yarı şaka yapar bir halde ona tüm silah deposunu içindeki silahlarla birlikte hediye etmek istediğini söylemişti, ama şimdi hepsi bir alev deniziyle yutulmuştu. Her ne kadar yüksek sıcaklıktan çekinmeyen pek çok altın silah olsa da, alevlere temas etmeyi kaldıramayacak olanlar da vardı. Bu yangından sonra pek çok hazine kül olacaktı. Xie Lian alevlerin bu kadar vahşice büyüyerek Zevk Köşkünün tamamını yutacağını hiç düşünmemişti.
Her ne kadar Hua Cheng orayı ‘yuvası’ olarak kabul etmese de yine de orada yaşıyordu!
Xie Lian’ın ne kadar yıkıldığını görünce Shi Qing Xuan da kötü hissetmişti. “Ee… sahiden çok özür dilerim ekselansları! Çok düşünmemiştim ve hızla kaçmak istiyordum. Hepsi benim suçum! Sahiden başlangıçta alevler çok küçüktü… Eğer Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru geri ödeme talep ederse ona bana gelmesini söyle! Endişelenme ne kadar isterse hepsini ödeyebilirim! Para hiç problem değil!”
Ama buradaki problem de para değildi zaten. Xie Lian gözlerini kapattı, konuşamıyordu. Shi Qing Xuan teselli mahiyetinde omzuna vurdu ama aniden avucundaki ıslaklığı hissetti ve tuhaf, kan kokusunu. Başını çevirdiğinde yüzü solmuştu. “Ekselansları, eline ne oldu!”
Xie Lian’ın sağ eli kanla kaplanmıştı. Tüm sağ kolu kanla boyanmış ve titremesi hiçte az değildi. Yine de iki eli de sıkıca beyaz ipek banda tutunmuş, vahşi rüzgarların onları ayırmasına engel oluyordu.
Shi Qing Xuan haykırdı. “Sana ne oldu?!”
Xie Lian gözlerini kırpıştırdı ve zorla titremesini kontrol altına aldıktan sonra başını iki yana salladı. “Hiç… Sadece küçük bir yara aldım. Geri döndüğümüz gibi iyileşirim.”
“O beyaz ışık sen miydin?” Shi Qing Xuan bir anlığına hatırlamıştı. “Ekselansları, o ikisini sen mi ayırdın?”
Xie Lian cevapladı. “Sonuçta ben bir savaş tanrısıyım.”
Shi Qing Xuan doğru tahmin etmişti. Hua Cheng ve Lang Qian Qiu’nun kılıçları çarpışmak üzereyken Xie Lian araya girmişti.
Silah deposunun duvarlarından bir kılıç almış ve kılıçlara iki hamlede bulunmuştu.
İlk hamlesiyle Lang Qian Qiu’nun uzun kılıcını geri itmişti. İkinci hamlesiyle ise eğri kılıç E-Ming’i bloke etmişti.
O iki hamlesi hem çok güçlü hem de aynı zaman da inanılmaz kontrollüydü. Ancak Xie Lian iki kılıcı karşılamış olsa da darbelerin gücü saldıran kişiye geri yansırdı.
Xie Lian ikisi arasına sıkıştığı için, kılıcını kullandığı anda kılıç tutan kolu iki saldırının gücünü de emmişti.
Lang Qian Qiu’nun uzun kılıcına dayanılabilirdi ama Hua Cheng’in eğri kılıcının gücü hafife alınmayacak bir şeydi. Xie Lian’ın kullandığı kılıç Hua Cheng’in koleksiyonundan olduğu için doğal olarak dayanıklı bir kılıçtı. Ama iki kılıç çarpıştığında kör edici beyaz ışık parlamıştı. İki hamlesinin, ilkinde Lang Qian Qiu’nun uzun kılıcı bir çatlak oluşmasına neden olmuş ve E-Ming’e yaptığı ikinci hamlesinde ise kılıç tamamen paramparça olmuştu.
Tüm bunlar bir anda olmuş ve bitmişti, gözle takip edilemeyecek kadar çabuktu. Shi Qing Xuan, Xie Lian’ın sağ kolunun tamamen kanla kaplanmış korkunç haline bakınca yorum yaptı. “Ekselansları… çok güçlüsün. Onları tek başına durdurduğuna inanamıyorum!”
Çiçek Taçlı Savaş Tanrısı; Bir Elinde Kılıç, Diğerinde Çiçek. Shi Qing Xuan sadece çiçeği hatırlıyordu ama unutmuştu. Xie Lian’ın yükselmesini sağlayan kılıçtı.
Nasıl kıl payı kurtardığını düşünürken Shi Qing Xuan’ın kalbi hala hızla atıyordu. “Şükürler olsun ki Ekselansları araya girdi, yoksa Hua Cheng Lang Qian Qiu’nun kim bilir kaç parçasını kesecekti.”
Tuhaf olan ise yanlarındaki Lang Qian Qiu’nun hiç zarar görmemiş olmasına rağmen yüz ifadesinin donuk olmasıydı, sanki ruhu bedeninden ayrılmış gibiydi. “Qian Qiu?” Shi Qing Xuan seslenmeye devam etti. “Qian Qiu iyi misin? Uyan! Neyin var? Görüşün geri dönmedi mi???”
Rüzgarın kuyruğunda ilerleyen ekip en sonunda cennete ulaştı. Çeke sürükleye, Miraç Kapısından aceleyle geçtiler ve doğrudan İmparatorun Salonuna koştular. Lang Ying salona giremezdi bu yüzden Xie Lian onu küçük bir yan odaya koydu. Kimse görev başında gibi görünmüyordu, bu yüzden iletişim rününden çağırdı. “Saygıdeğer mensuplardan burada olan var mı? Lütfen herkes çabucak İmparatorun Salonuna gelsin! Acil bir durum, yaralı bir cennet mensubu söz konusu!”
O bağırırken yanındaki Shi Qing Xuan da parmaklarını şıklatarak beyaz cübbesine geri kavuşmuş ve yüz bin merit saçmıştı. “İki yaralı cennet mensubu!”
Xie Lian aceleyle. “Bu kadar heyecanlanma Rüzgar Ustası. Sadece konuşacağız, merit saçmaya gerek yok. Herkes zaten gelir.”
Shi Qing Xuan. “Hayır ekselansları. Merit saçmak konuşmaktan yüz kat daha hızlıdır!”
Kısa bir süre sonra bir ses yükseldi. “Kim yaralandı?”
‘Kim’ kelimesi duyulduğunda ses hala çok uzaktaydı ama son heceler söylendiğinde kişi önlerinde belirmişti ve o Feng Xin’di. Salona girdi ve doğrudan Xie Lian’a baktı, ardından Lang Qian Qiu’ya, yüzü tereddütlüydü.
Xie Lian. “Ben iyiyim, ancak Toprak Ustası ağır yaralı.”
“Ne olmuş yani?” bir başkası daha gelmişti. “Bunca cennet mensubu var. Hepsi her bir devriyesinden sonra çizik almadan mı dönüyor sanki?”
Ses ağırbaşlı ve yumuşaktı ama kelimelerin kendisi son derece sertti. Mu Qing gelmişti. Büyük Salonu geçti ve o da Xie Lian’a ve ardından Lang Qian Qiu’ya baktı. Ancak onun yüz ifadesi Feng Xin’in tam tersiydi, tek kaşını kaldırmış, sanki iyi bir gösteri olmasını umuyordu. Feng Xin’in Xie Lian’ın kolunu kontrol etmek için yaklaştığını görünce o da Ming Yi’ye ilerledi. “Bu Toprak Ustası mı?”
Bunlar yaşanırken pek çok cennet mensubu da salona gelmişti. Toprak Ustası Yi her daim göze çarpmayan ve gözden uzak birisi olmuştu, bu yüzden çoğu kişi bu cennet mensubunu ilk kez görüyordu ve onu meraklı gözlerle izliyorlardı. Kalabalık şaşkındı, neden İmparatorun Salonuna çağırıldıklarını bilmiyorlardı ama Rüzgar Ustası’nın meritlerini topladıktan sonra gelip bir bakmaları şart olmuştu.
Xie Lian Feng Xin’e döndü. “Teşekkürler ama ben iyiyim. Kendiliğinden iyileşir.”
Feng Xin de lafı uzatmamıştı. “Dikkatli ol.”
Xie Lian bir kez daha nazikçe teşekkür etti, ama arkasını döndüğünde Lang Qian Qiu’nun onu donmuş bir ifadeyle izlemekte olduğunu fark etti. “Ekselansları Tai Hua, sorun nedir?”
Feng Xin de Lang Qian Qiu’da bir problem olduğunu fark etmişti, bu yüzden sorguladı. “Ekselansları Tai Hua yaralandın mı?”
“Sanmıyorum. Bir bakalım.” Xie Lian elini uzatarak Lang Qian Qiu’nun yüzüne uzandı. Ancak Lang Qian Qiu bir anda Xie Lian’ın bileğini tutmuştu.
Lang Qian Qiu’nun yüzünde tereddüt vardı, sanki bir şey keşfetmiş ama emin değilmiş gibi, ama gözlerindeki alevler yanmaya başlamıştı. Xie Lian onun kollarından kendisine ulaşan öfkenin titremelerini hissedebiliyordu.
İzlemekte olan cennet mensupları da bu tuhaf durumu fark etmiş ve kendi aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı. Shi Qing Xuan ve Mu Qing aynı anda ayağa kalkmışlardı ki Feng Xin konuştu. “Ekselansları Tai Hua ne yapıyorsun?”
Lang Qian Qiu’nun dudakları en sonunda hareket etti. Sadece iki kelime söyledi ama Xie Lian’ın tüm kanı çekilmişti.
“…Baş Rahip?” Lang Qian Qiu’nun dişleri sıkılıydı.
Xie Lian’ın gözbebekleri hafifçe küçüldü.
İzlemekte olan cennet mensuplarının yarısı olayı tahmin etmiş, diğer yarısı ise hala şaşkın ve fısıldaşıyordu. “Ne Baş Rahibi? Baş Rahip kim?” Bazıları ise olayı tam olarak anlamıştı.
Lang Qian Qiu Yong An’ın veliaht prensiydi ve onun zamanındaki Yong An’ın Baş Rahibi İki Şeytani Usta’dan ikincisiydi: Baş Rahip Fang Xin. Kimse onun gerçekte kim olduğunu bilmiyordu. Ama burada Lang Qian Qiu, Xie Lian’ı yakalamış ve ona ‘Baş Rahip’ demişti, buna göre… Xie Lian Yong An’a yıkımı getiren kötülük – Baş Rahip Fang Xin miydi?!
Ancak Xie Lian, Xian Le’nin veliaht prensiydi. Xian Le Krallığını ise Yong An Krallığı yok etmişti, o zaman neden gidip Yong An’ın Baş Rahibi olmuştu ki?
Prens Tai Hua iyimserliğiyle ve neşesiyle bilinirdi, asla akıl oyunlarına başvurmaz ve kimse için işleri zorlaştırmazdı ve asla ama asla yüzünde böyle bir ifade olmazdı; çaresizlik ve öfke, düşmanlık ve nefret.
Lang Qian Qiu’nun tutuşu ölümdü, nefesleri gittikçe daha da keskinleşiyordu ve en sonunda gergin bir sesle tekrar konuştu. “Sen… Seni kendi ellerimle öldürdüm. Seni o tabuta mühürledim. Sen… Baş Rahip, sahiden insanları aldatmakta ustasın!”
Cennet adına. Görünüşe göre bugün büyük bir olay olmak üzereydi.
Çevirmen: Nynaeve
144 notes · View notes
havahaber · 4 years
Text
İlk kez açıklandı! Havalimanlarında zorunlu olacak
İGA İcra Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Kadri Samsunlu, katıldığı canlı yayında önemli açıklamalar yaptı. Samsunlu, güvenli yolculuk için gerekli bütün önlemleri aldıklarını belirterek, "Yolcular da maske ve eldivenlerini yanlarında bulundurmak zorundalar" dedi. İGA İcra Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Kadri Samsunlu, CNN Türk'te yayınlanan Hafta Sonu programında soruları yanıtladı. Samsunlu'nun açıklamalarından notlar; Havalimanı kapanmadı. Havalimanımız açık. Tahliye uçuşları yapılıyor. Biz tabii 1200-1300 alışmıştık. O noktada durulmuş durumda. Ramazan Bayramından sonra 7-8'i gibi iç hatların açılması hedefleniyor. Haziran ayı içinde de dış hatların normal yolcu trafiğine başlaması bekleniyor. Sonrasında dış hatlar başlaması hedefleniyor. Ancak bizim istememiz dışında gittiğimiz ülkelerin de izin vermesi gerekiyor. Haftalık 75 frekansla başlanması anlamına gelir. Tarifeli uçuşlar bu şekilde sembolik şekilde başlaması hedefleniyor. HAVALİMANI TERMİNALİNE GİRENLER ELDİVEN MASKE TAŞIYACAK... Terminalde maskesiz görüldüğü anda müdahale edilecek. Maske sürekli suratınızda olacak. İkincisi yolcuyla yakın çalışan personel var. Güvenlik ve danışmadaki arkadaşlarımız siperlik de takacaklar. Burada risk seviyesine göre herkesin ne kullanacağı belirlendi. Bazıları eldiven takacaklar, bayan arkadaşlarımızda bone ile saçlarını koruma yoluna gideceğiz. Bunlar sadece yolcuyla yakın temasta olanlar. Yolcuların, maske ve eldiveni yanlarında bulundurmak zorundalar. Yanlarında bulunmalarını isteyeceğiz. Bütün havalimanlarında bu uygulanacak. Türkiye'deki en küçük ve en büyük havalimanlarına girmek için bunlar gerekli olacak. Uçacak yolculardan 2 - 3 tane olması istenecek. Bu maskeleri 3-4 saatte bir değiştirmeniz gerekiyor. Beyan esas alınacak. Termal kamera sistemi kuruldu. Şimdi biz ne yapıyoruz. Tüm girişlerde gelen yolcunun geçeceği alanlarda transfer veya pasaport alanlarında ya da personelin geçeceği noktalarda bu termal sistemi kuracağız. Kore'nin başarılı olmasının sebebi maske, sosyal mesafe ve termal kameradır. Her yakaladığınız kişi önlem noktası oluyor. 37.5 vücut sıcaklığı olan yolcuya termal kamerada görünce müdahale ediyoruz. Hudutlar ve Sağlık Genel Müdürlüğü'ndeki arkadaşlar görüşmesini yapıyor ve yolcuya müdahale ediyoruz. Semptonlar varsa zaten hiç gelmeyin havalimanına. Yoksa yolcuların en hızlı şekilde geçmesi için her şeyi hazırladık. Yeter ki yolcu gelirken bilinçli şekilde gelsin. Sosyal mesafe için bir takım çizgiler konuldu. Buradaki amaç yolcuya yönlendirme yapabilmek. İnsan sağlığını düşünüyorsa sosyal mesafeye uyacak. Biz hijyen takımı kuruyoruz. Çalışan personel gibi dolaşacak ve kurallara uymayan yolcuları uyaracaklar. LOUNGE'LAR AÇILACAK MI? Lounge'lar açılacak. 27 Mart'a kadar operasyonumuzu devam ettirdik. 1 lounge kesin açık olacak. THY'nin mi yoksa İGA'nın mı bilmiyorum. Lounge bir ihtiyaç. Yiyecek içecek alanlarında sosyal mesafeyi koruyacağız. Masalar arasındaki mesafeler hazırlandı. Aileler zaten evde beraber aileler noktasında bir masada beraber oturacaklar. Masalarda yolcuların birbirinin yüz yüze gelmemelerini sağlayacak adımlar için planlar yapıldı. Örnekler yapıldı. Faaliyete geçireceğiz. Ellerin dokunduğu her şeye havalimanında önlem var. Bunlardan biri bagaj. Tahliye yolcusu geçen gün bagaj alacak elleyemiyor. Ben cebimdeki eldiveni verdim. Burada en önemlisi yolcuya verilecek güven. Yolcu bunu hissederse çok daha rahat şekilde yolculuk yapacaktır. Tuvalet ve lavobalarda hepsi sensörlü. Kafanın yan yana geldiği her opsiyonu kapatmaya çalışıyoruz. Pisuvarlarda da kafa bölümleri kapatıldı. Bu geçici tedbir. Ancak vaziyete göre kalıcı olabilir. Bir salgınla karşı karşıyayız. Tabii bıraktığımız noktaya dönmek isteriz. YOLCULAR İLETİŞİM BİLGİLERİNİ VERECEK Gelen yolcular için geçerli yolcuların kalacağı yeri mutlaka bildirmesi gerekiyor. Çin'deki krizin başladığı ilk günden itibaren uyguluyoruz. 8-10 tane soru var. Pasaporttan geçmek için bunu bırakmanız gerekiyor. Telefon numaranız kontak kurulacak kişi lazım. Bunun sebebi yarın hasta olursanız iletişim kurmamız gerekli. Dezenfektanlı paspasları koyuyoruz. Bir paspasla basıldıktan sonra girilsin istiyoruz. Lastik bir ürün. Dezenfektan sıvı ile ayakların altındaki virüsler engelleniyor. El dezenfektan cihazları yerleştirildi. 350 tane var. Şu an için böyle. Tüm ofis, dinlenme alanlarında var. Elle basılacak bir şey bırakmadık. Sensörlü. Terminal dışına da koyduk. Gerektiği anda daha fazlasını alacağız. SOSYAL MESAFEYİ KORUYACAK MESAFEMİZ VAR Yüzde 100 büyük terminal olmak avantaj. Biz de normal zamanda bile kuyruk yoktu. Çünkü üst yapı olarak büyük bir kapasite koyduk. Sosyal mesafe için bir alanın olması gerekiyor. En çok reaksiyon gösterilen konu sosyal mesafe. Corona bir korku krizi. Bir sağlık krizi. İlk kez yaşıyoruz. 11 Eylül'de uçaklar gökdelen vurdu. O da korku krizi. SARS, Ebola, Domuz Gribi hepsi korku krizi. Bizim havalimanımızda 5 kol var. 1 iç hatlar için 4 tane dış hatlar için. Riske göre bölünecek. Uçtukları yere göre kriterler farklılaşacak. Az riskliler daha farklı kolda, diğerlerini farklı kollarda alarak operasyonel aktiviteyi yapabiliriz. 114 uçağı aynı anda bağlayabiliyoruz. KAYNAK: HÜRRİYET Read the full article
0 notes