#yargıç kararları
Explore tagged Tumblr posts
Text
Google'a Rakip Uygulama Mağazası Açılması Gerekiyor
Google’a Karşı Rekabetçi Hüküm: Uygulama Mağazasının Açılması Gerekiyor Reuters’in bildirdiğine göre, ABD’li bir yargıç, teknoloji devi Google’ın uygulama mağazasının, rakip firmalar tarafından geliştirilen Android işletim sistemi tabanlı uygulamalara açılması gerektiğine hükmetti. Yargıç James Donato, bu kararın önümüzdeki ay yürürlüğe girmesini ve üç yıl boyunca geçerli olmasını sağladı. Bu…
#Android#antitröst yasaları#Epic Games#Google#kullanıcı gizliliği#Rekabet#reklam teknolojisi#teknoloji hukuku#uygulama geliştiricileri#uygulama mağazası#yargıç kararları
0 notes
Link
Yargıç Munib Akhtar (solda), CJP Umar Ata Bandial ve Yargıç Ijazul Ahsan (sağda). - Yargıtay internet sayfasıİSLAMABAD: Yüksek Mahkeme, Punjab seçim araştırma davası dilekçelerini, bir suo motu kararının gözden geçirilmesi için daha geniş bir heyetin kurulmasını mecburi kılan 2023 tarihindeki Yargıtay Yargı ve Kararları İnceleme Yasası'na karşı meydana getirilen itirazla birleştirdi.Dilekçeleri dinleyen kurul, Baş Yargıç Umar Ata Bandial tarafınca yönetiliyor ve Yargıç Ijaz ul Ahsan ve Yargıç Munib Akhtar'dan oluşuyor. Bu gelişmekte olan bir öykü ve yakında güncellenecek...
0 notes
Photo
“Laik olduğunu söyleyen ve özel mülkiyet hakkını tanıyan ve ayrıca anayasasının, işkenceyi ve onur kırıcı muameleyi yasaklığı bir devlette, içinde bulunduğu durumu, Ramon Sampedro'nun durumunda olduğu gibi, onur kırıcı bulan herhangi birinin kendi hayatı hakkında karar verebilmesi gerektiğini söylemek, yanlış olmayacaktır. Aslında, intihara kalkışıp hayatta kalan bir kimse, sonradan mahkemeye bile çıkarılamaz. Ancak, onurlu bir biçimde ölebilmek için başka birinin yardımına ihtiyaç duyuyorsanız, o zaman devlet insanların özgürlüğüne müdahale eder ve onlara, yaşadıkları hayatın kendilerine ait olmadığını, bu yüzden de yaşamları hakkındaki kararları kendilerinin veremeyeceğini söyler. Bu, sayın yargıç, yalnızca doğaüstü inançlara ya da dinsel konulara dayanılarak yapılabilir. Laik olduğunu, tekrarlıyorum, iddia eden bir devlette.”
Mar Adentro (2004)
12 notes
·
View notes
Photo
Doğan Öz’süz 40 yıl: Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmek Doğan Öz, 24 Mart 1978 günü arabasının içinde vurularak katledildi. Bir yargı mensubunda, bir aydınlanmacıda, bir eş ve babada, gerçek adalete, insanlığa ve ilerlemeye kendini adayan bir şair insanda bulunması gereken değerlere sıkılan faşist çete kurşunlarıydı onu aramızdan ayıran. 40 yıl geçti. Türkiye hâlâ gericiliğin, karanlığın, islami faşizmin, sermayenin sömürü saldırısı ve şiddeti altında yaşamaya devam ediyor. Kurşunların yanına silaha dönüştürülen hukuk ve yargı eklendi. Pozitif hukuk kuralları sözcük dizileriyle durağan ve masumdur; uygulamayla, yorumla ve denetim yöntemiyle canlanırlar. Canlanma, insanı, toplumu ve yaşamı esas alarak ilerlemeci de olur, gericiliğin ağında çırpınan biçare de… Hukuksuzluk derken kurallara uymamaktan, hukuk ihmal ve ihlallerinden, belirsizlikten, dinselin de içine girdiği “çok hukukluluk”tan söz edilir genellikle. Bir de bakarız “tahkim”, “hakem” ya da “uzlaşmacı”, güncel olarak da “arabulucu” devreye girer; adalet kapalı kapılar ardında aranmaya başlar. Bunların yöreseldeki karşılığı olan “töre”, “örf” ve “adet” de “bizi unutmayın, biz de varız hukukun yerine” demeye başlar. “Hukuk da yargı da biziz” diyen siyasi iktidar hiç boş geçmez. Kafasına koyduğunu keyfine göre kelam edip hukuk yapar, istediğini de yargı mensubu… Kanıksatılan, rıza gösterilen bir hukuksuzluk hukuku vardır artık. OHAL KHK’leri kanıksanır, her şeyiyle yasalaşması kanıksanır; kamusalı özele peşkeş çeken yasalar, sermayeye sınırsız teşvik, emekçilerin haklarının ellerinden alınması, seçimle ilgili tüm hilelerin yasaya yazılması, dinsel davranışların hukuka girmesi kanıksanır… Hepsinin üstüne yargının hukuk olmayan kuralları hukuk yapan desteği de bindirildi mi, kanıksama ile meşrulaştırma buluşuverir. Ne bu hukuk ne de bu yargı Doğan Öz’ün hukuku ve yargısıdır. Kurşunların bir başka nedeni de böylece ortaya çıkar. Egemen sınıf çıkarları krize doğru büküldükçe ve iç çelişkileri keskinleştikçe, iktidar tarafından yaratılan çıkarlar farklılaştıkça, asıl olarak da emekçiler üzerindeki baskı ve şiddet arttıkça hukukun, sınıfsallığı uğruna hukuksuzluğu içine çekmesi, bu bütünün parçası olan yargının da kılıktan kılığa girmesi kaçınılmaz. Elbette, hak mücadeleleri yanında devrimlerle ortaya çıkan somut durum ve ilerlemelerin de etkisiyle hukuk evrensel diye tanımlayabileceğimiz ilkelere kavuştu. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kat edilenler yabana atılamaz. Ama sonuçta ne ad takılırsa takılsın hukuk ve yargı, mücadelelerle geldiği yeri inkar ederek boyun eğmeye başladığı zaman, sınıfının tüm saldırganlığı ve vahşiliği içinde oradan oraya savrulması kaçınılmaz. Anayasa’nın askıya alındığı yerde yasaların ve diğer hukuk metinlerinin hukuk devleti ilkelerine uygun çıkarılması ve uygulanmasından söz edilemeyeceği gibi Anayasa ve yasalara bağlı olarak karar vermek zorunda olan yargının da -hele hele bir de çok yönlü baskı, tehdit, kıyım ve satış altındaysa- hukuk devletinin yargısı olmasından söz edilmez. Son seçim yasası değişikliklerinin yolunu anayasal kurum olan YSK, son yargıç ve savcı atamalarının yolunu anayasal kurum olan HSK açmadı mı? Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru müessesesini yerleştirerek İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin yükünü azaltan ve hakları içerde -kendince- savunucu role soyunan AKP’nin, işine gelmeyen bireysel başvuru kararları karşısında hırçınlaşması; yerel mahkemelerin bireysel başvuru kararlarını tanımaması; mahkemelerin OHAL’de kendi kendilerini görevsiz ve yetkisiz ilan etmesi… daha nice örnekler artık krizi bile değil çaresizlik içinde batağı gösteriyor. Doğan Öz’ün katillerini cezalandıramayan yargıyla birlikte devletin ve hukukun, nihayet “Cumhuriyet”in geldiği yer burası. Yaratıcıları öylesine bataktalar ki “islami faşizme” kavuşup kavuşmayacaklarından bile emin değiller. Öylesine bataktalar ki yıkmaya devam ettikçe yıkamadıklarının daha çok olduğunu görüp panikliyorlar. Panik-saldırı-panik-saldırı zincirini emekçi halkın beline dolamaya kalkıp dolayamadıkça kendi varlıklarının nedeni olan Anayasa’yı çiğnemek, kendi varlıklarının sürdürücüsü olan Anayasa Mahkemesi’ni tu kaka etmek hiç de zor olmuyor. Anayasa’da “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “yargıçlık ve savcılık teminatı” esaslarına bağlanan yargı mensupları artık “devletin güdümlü memuru” halinden de uzaklaştırıldılar, “AKP’li” kimlikleriyle tanımlanmaya başladılar. Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmenin dar açılımı halkın hukuksal güvenliğini ve hak arama özgürlüğünü varmış gibi gösterip kullanılabilir ve sonuç alınabilir olmaktan çıkarmak; geniş açılımı ise tüm müdahale ve mücadele araçlarını elinden almaktır. “Hakkını arama, mücadele etme” tehdididir yapılan. Devamı: “seçim var, şükret daha ne istiyorsun”dur. Hukuk ve yargı tartışması, emekçi halkın, haksızlığa uğrayanların, ezilenlerin üzerinde tepinmenin sahnelerinden biri yalnızca. Kapitalizmin sömürülenler üzerinde tepindiği daha ne araçlar ve yöntemler var; şimdi de seçim yasalarıyla tepiniyor. Çifte hukukluluktan hukuksuzluğa, yargısız infazlardan yargının infazına… Hangisi işine geliyorsa onu seçen bir iktidar söz konusu. Sorgulayıcılık değil uyumlaştırıcılık esas. Doğan Öz, devlet güvenlik mahkemelerine, idam cezasına, yolsuzluklara, siyasi işlevi açık milliyetçi siyasete ve ülkü ocaklarına, Komünizmle Mücadele Derneği’ne, kontrgerillaya, Batı’nın istihbarat örgütlerine, emperyalizmin oyunlarına karşı duran hukuk ve yargı inancıyla mücadele içinde geçirdi kısa yaşamını. Ne yazık ki bugün “Doğan Öz”lerin hukuk, yargı ve adalet anlayışının değil, onların katillerini cezalandıramayan hukukun ve yargının devamını görüyoruz. Ne yazık ki, hukuku ve yargıyı bu hale getiren düzen liberalizmden aldığı destekle “Doğan Öz”lerin gerçek yerini, gerçek amaç ve işlevini unutturmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Ama başaramayacaklar. Çünkü biz, “mücadele her türlü haksızlık ve hukuksuzluk kulvarında, yargı dahil her alanda sürdürülmeli ama seçeneksiz olmamalı, eşzamanlı olarak bütünsel ve sınıfsal olmalı” derken kapitalist emperyalist sömürü düzenine, gericiliğe karşı mücadeleden söz ediyoruz, sosyalizmin neler getireceğinden söz ediyoruz. Doğan Öz, özünde taşıdığı insanlık, aydınlanma ve adaletin ancak sömürüsüz bir dünyada gerçekleşeceğine inandığı için, “Onurlu bir savaş sürer yurtta/Tutsaklığı onursuzluğu yok etmeye yönelen” dediği için katledilişinden 40 yıl sonra da mücadelesi ve kararlılığıyla yol göstermeye devam ediyor. Ali Rıza Aydın (soL)
19 notes
·
View notes
Text
Kılıçdaroğlu: Adaleti sağlamak hepimizin ortak görevi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bedeli ne olursa olsun adaleti sağlamak hepimizin ortak görevi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını adalet ortamında ararsınız. Vatandaşın ödediği vergilerin nerelere harcandığını adalet ortamında ararsınız. Adaletin olmadığı yerde bunlar sorulamaz, sorulamıyor ama biz soracağız, mutlaka soracağız." dedi. Kılıçdaroğlu, Nevşehir'in Gülşehir ilçesindeki bir otelde düzenlenen CHP İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, seçimlerden sonra il başkanlarıyla ilk kez bir araya geldiğini belirtti. Seçimlerde belirli bir mesafe katettiklerini, sadece toplumun değil, Türkiye'yi dikkatle izleyen bütün kesimlerin derin bir nefes aldığını vurgulayan Kılıçdaroğlu, "Onlar da şunu söylediler, 'Türkiye'de halk her zaman yeri ve zamanı geldiği zaman demokrasiden yana bir ağırlık koyuyor.' Biz bu ağırlığı hissettirdik, dolayısıyla mutluyuz ama asıl görev bundan sonra başlıyor." diye konuştu. Kılıçdaroğlu, herkesin sorumluluğunun bulunduğunu ve özellikle il başkanlarının ayrı bir sorumluluk taşıdığını kaydetti. Marmara Depremi'nin 20. yılı olduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: "Bugün Marmara Depremi'nin 20. yılı. Dolayısıyla 17 bin 480 vatandaşımız hayatını kaybetti bu depremde. Tarihimizin en büyük depremlerinden biri. 23 bin 781 vatandaşımız yaralandı, 96 bin 808 konut yıkıldı, 231 bin 364 konut hasar gördü. Marmara Bölgesi'nin acısı sadece Türkiye'nin değil, dünyanın ortak acısı oldu. Biz üzerimize düşen görevi yaptık mı? Bu acıdan ders çıkarttık mı? Aradan 20 yıl geçti hala İstanbul'da kentsel dönüşümü tartışıyoruz. Bu bile ülkeyi yönetenlerin geleceğe bakış açılarını gösterir. Geleceği yeteri kadar düşünmediklerini gösterir. O nedenle İstanbul'da Sayın Ekrem İmamoğlu'na da ilçe belediye başkanlarımıza da büyük görevler düşüyor. Kentsel dönüşümün bir an önce tamamlanması, kaynakların bu alanlara aktarılması, 17 yıldır yapılamayan pek çok şeyin 5 yıla sığdırılması bizim ortak arzumuzdur. Biz doğal olarak bunu yapacağız, yapmakta da kararlıyız." "Başarımız var ama eksikliklerimiz de var" Kılıçdaroğlu, yerel seçimlerden dolayı bütün il ve ilçe başkanlarını yürekten kutladığını, herkesin elinden gelen çabayı gösterdiğini vurgulayarak, "Eksiğimiz var mı? Elbette var ama önemli olan eksiğimizi görüp, onu tamamlamak. Başarımız var ama eksikliklerimiz de var. Şimdi o eksiklikleri görüşme ve bir daha ki seçimlerde eksiklikleri tamamlama sürecini birlikte hayata geçirmek zorundayız." değerlendirmesinde bulundu. Demokrasi kültüründen yana toplumu aydınlattıklarını aktaran Kılıçdaroğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Toplumun her kesimine, bize oy versin, vermesin hiçbir ayrım yapmadan her kesimine demokrasinin erdemini, adaletin erdemini, birlikte ya��amanın erdemini anlatmaya çalıştık. Birlikte eğer Türkiye'yi güzelliğe doğru giden bir trene benzetiyorsak, o trende hepimiz varız ve o güzelliğe hep beraber yolculuk yapmak zorundayız. Farklı düşünebiliriz, farklı kimlikler, farklı inançlar olabilir ama sonuçta bayrak bizim bayrağımız, vatan da bizim vatanımız. Bu bayrağın altında, bu vatanda hepimiz huzur içerisinde yaşamak istiyoruz. Bizim daha alacağımız çok mesafe var. Dün bir yerde yaptığım konuşmada yine adalet vurgusu yaptım. Dünya siyaset tarihinin en uzun yürüyüşü Adalet Yürüyüşü'dür. Bu toplumun belleğine adaletin ne kadar değerli bir kavram olduğunu, kavramın ötesinde bir insan, bir toplum, bir devlet ve bir ülke için ne kadar değerli olduğunu anlatmaya çalıştık." "Getirin adalet reformunu hep birlikte gerçekleştirelim" CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, adaletin olmadığı yerde demokrasinin, demokrasinin olmadığı yerde de adaletin olmayacağına i��aret ederek, "Bugün bu ülkenin hapishanelerinde suçsuz insanlar yatıyorsa bunların suçsuz olduğuna dair Cumhuriyet Başsavcılarının kararları varsa ve bu kararlara rağmen bu gazeteciler hala hapisteyse bu ülkede temel bir adalet sorunu var demektir. 'Adalet sorununu çözeceğiz, adalet reformu yapacağız.' Masum insanlar hapiste, beyler eğleniyorlar. 'Efendim, Meclis açılsın da ondan sonra adalet reformunu yapalım.' Niye Meclis açılsın da sonra yapalım. Milletvekilleri gelebilir, toplanabilir. Getirin adalet reformunu hep birlikte gerçekleştirelim. Masum insanların hapishanelerde ne işi var." ifadelerini kullandı. Bu anlayışla adalete olan güvenin biteceğini savunan Kılıçdaroğlu, "Yargıtay Başkanı söylüyor, 'Adalete olan güven yüzde 38'lere düştü.' Gene iyi, 38'ler. Eğer bir ülkede sade bir vatandaş adalete, yani adalet dağıtan mekanizmaya güvenmiyorsa orada adalet yoktur. Peki güvenmemenin kaynağı nedir? İktidar olanların yani devleti yönetenlerin adaleti baskı altına almalarıdır. Adaletin bağımsız düşünmesini engellemeleri, önlemeleridir." dedi. "Adaleti sağlamak hepimizin ortak görevi" "Hakim, karar verirken 'yukarıya bakayım yukarıdaki ne söylüyor veya yukarıdakinin avukatı var, avukatına sorayım ne düşünüyor ona göre karar vereceğim' derse o ülkede adalet biter. Ve adalet bitmiştir." diyen Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasına şöyle devam etti: "Hepimizin yapması gereken büyük görevler var. Bedeli ne olursa olsun adaleti sağlamak hepimizin ortak görevi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını adalet ortamında ararsınız. Vatandaşın ödediği vergilerin nerelere harcandığını adalet ortamında ararsınız. Adaletin olmadığı yerde bunlar sorulamaz, sorulamıyor ama biz soracağız, mutlaka soracağız. Yargının çöktüğünü gösteren en temel olay Yüksek Seçim Kurulunun kararıydı. Bütün dünya zaten var olan sistemle dalga geçiyor, alay ediyor. Talimat gelmiş iptal edilecek ve iptal edildi. Nasıl bir yargıçtır, nasıl bir anlayıştır, nasıl bir hukuk fakültesi, nasıl yetişmiş bu insanlar burada. Kendi vicdanını satan, görüşünü satan, makamı veya para için satan bir kişiye yargıç denmez. Özgür iradesi, vicdanı ile karar alacak. Hukukun üstünlüğüne bakacak, ona göre karar alacak. Halkın iradesini atıyorsunuz, vicdanınızı bir köşeye koyuyorsunuz, okuduğunuz bütün dersleri, kitapları bir tarafa atıyorsunuz bir kişinin talimatına göre karar veriyorsunuz. Sonra halktan bir Osmanlı şamarı yiyorsunuz. Bu halkın bir vicdanı var." Kılıçdaroğlu, vicdan siyaseti yaptıklarını belirterek, adaletli vicdan siyaseti yaptıklarını aktardı. Toplumun vicdanının kanatıldığını, ahlakın yozlaştırıldığını ileri süren Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ahlak kavramı, adalet kavramı kadar yücedir. Dolayısıyla il başkanları olarak hepinizin bu konuda ciddi bir sorumluluğu var. İlçe Başkanlarının da sorumluluğu var. Kadın Kolları, Gençlik Kolları başkanlarımızın da sorumluluğu var. Bu sorumluluk içinde hep birlikte hareket edeceğiz. Düzgün insan hangi görüşten, hangi kimlikten, hangi yaşam tarzından olursa olsun başımızın tacıdır. Adaleti çöp kutusuna atan bir kişiden ülkeyi sağlıklı yönetmesini bekleyemeyiz. Şimdi o nedenle asıl görev bundan sonra başlıyor. Demokrasiye, hakka ve hukuka mutlaka ve mutlaka riayet eden bir süreci başlatmak zorundayız. Bu politikamızı, Millet İttifakı çerçevesinde yaptık. Sizler de alacağınız kararlarda, davranışlarınızda nasıl tepede bir Millet İttifakı kurduysak ilinizde, ilçenizde de aynı ittifakı sürdüreceksiniz. Beraber, biz bir vicdan politikasını yürütüyoruz, bir kader birliği içinde yürütüyoruz bunu. Hakka, hukuka ve adalete saygı duyan bir kitleyle yürütüyoruz. O nedenle son başarılar, bir Millet İttifakı başarısıdır. Bu gerçeği de bütün il başkanlarımın bilmesini isterim." "Sendikacılık, işçinin hakkını arama yolu ve yöntemidir" CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Sendikacılık, işçinin hakkını arama yolu ve yöntemidir. Dünyadaki işçi sendikalarının kurulmasının ana nedeni işçinin güç karşısında ezilmemesini sağlamaktır. Ama bir sendikanın Genel Başkanı işçinin alın terini saraya pazarlarsa ona sendikacı denmez, kimse kusura bakmasın. Üstelik görüşmeyi kapalı kapılar ardında sarayda yapmış, kendini teslim etmiş oraya. Ne vaat ettiler bilmiyorum." diye konuştu. Kılıçdaroğlu, "Sendikanın Genel Başkanı işçinin alın terini pazarlıyor, batsın senin sendikacılığın. Sarı sendikacılık zaten bu ülkenin başına gelen en büyük belalardan birisidir." dedi. Read the full article
0 notes
Text
Asıl Amme Borçlusu Hakkında İhtiyati Haciz Önerilmesi
New Post has been published on https://versav.org.tr/asil-amme-borclusu-hakkinda-ihtiyati-haciz-onerilmesi/
Asıl Amme Borçlusu Hakkında İhtiyati Haciz Önerilmesi
6183 sayılı AATUHK’nun 9. maddesi hükmüne göre teminat istenebilmesi için vergi incelemelerinin devam etmekte olması amme alacağının henüz tahakkuk etmemiş olması gereklidir. Mükellefler nezdinde yapılan incelemelerin bitmesi halinde tahakkuk eden ve kesinleşen kamu alacağı için artık teminat istenmesi mümkün değildir.(1) Bu nedenle, dava konusu yapılan teminat isteme yazıları neden ve konu unsurları açısından hukuka aykırı olduğu iddiasıyla dava konusu edilebilecektir.
Bilindiği gibi 6183 sayılı kanunun 1. kısmının 2. bölümü amme alacağının korunmasına yönelik hükümleri içermektedir. 9. madde olarak başlayan bu bölümde teminat istenmesi ihtiyati haciz, ihtiyati tahakkuk ve öteki koruma araçlarına yer verilmektedir. İdare tarafından teminat talep edilmesi halinde, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk daha kamu alacağı olabilme niteliğini kazanmamış vergi ve cezaların, tahakkuk ettikleri tarihte karşılaşılabilecek tahsil olanaksızlığına bir önlem olarak ortaya çıkmıştır.
İdare tarafından teminat istenmesini gerektiren durumların varlığı halinde 6183 sayılı kanunun 13/1-1 md. hükmüne göre hiçbir süre ile sınırlı olmaksızın alacaklı kamu idaresinin mahallin en büyük memurunun kararı ile ve haczin yapılmasına ilişkin kurallara göre ihtiyati haciz yürütülmesini ve md. 17/1 ve yine md.17/2-1 uyarınca henüz tahakkuk etmemiş vergi ve cezaların ihtiyaten tahakkuk ettirilmesini de gerekli kılmaktadır.(2)
6183 sayılı kanunun 17. maddesi hükmünde yapılan düzenleme ile 5345 sayılı yasa uyarınca vergi dairesi yetkisini haiz olarak kurulan ve faaliyete geçen vergi dairesi başkanlıklarında, ilgili grup müdürünün ve/veya müdürünün yazılı talebi üzerine defterdar ve/veya vergi dairesi başkanı, mükellefin henüz tahakkuk etmemiş vergi ve resimlerinden Maliye Bakanlığınca tespit ve ilan edilecek olanlarla bunların zam ve cezalarının derhal tahakkuk ettirilmesi hususunda yazılı emir verebilir.
5345 sayılı yasa ile Gelir İdaresi Başkanlığı kurularak ve bu idare Valilik ve Defterdarlık teşkilatlanmasını esas almış ve 5442 sayılı İl İdaresi Yasasına istisna getiren bir yapılanma teşkil etmiştir. İhtiyati tahakkuk için defterdara yetki verilmiş olmasına rağmen, ihtiyati haciz için valiye yetki verilmiş olmasının bir anlamı bulunmaktadır. Bu anlam sadece devleti temsilen atılan imza olarak düşünülmemelidir. İhtiyati haciz çok ciddi ve önemli sonuçları olan bir müessesedir. Özellikle işçi ücret ve kiraların dahi bankacılık sisteminden yapılması ve belirli bir tutarı aşan her türlü ticari ödemelerde bankaların aracı kılınması nedeniyle ihtiyati hacze bağlı mevduat blokajlarında firmalar gerek finansal ve gerekse itibar anlamında derin yaralar alabilmektedir.
Bu sebeple, doğrudan tahsil dairesi işlemlerinin içinde olanların haricinde ve üstünde daha dışardan ve hakkaniyeti ve işlemin yerindeliğini daha iyi gözleyebilecek bir yetkiliye bu yetki verilmiştir. Oysa son durumda deyim yerinde ise, benzetme yerindeyse savcı ile yargıç aynı kişi olmaktadır. Vergi dairesi hem talep edecek, hem karar verecek ve hem de uygulayacaktır. Bazı işlemler yapıldıktan sonra yargı denetimine tabi tutulsalar da sonuçlarının ortadan kaldırılması mümkün olamaz. Bu nedenle de bu sonuçlar doğmadan önce iyi düşünülüp, farklı makamlardaki kişiler tarafından karar verilmesi yoluna gidilmişken bu önlem kaldırılmıştır. Bu uygulamayı doğru bir uygulama olarak görmüyoruz. İhtiyati haciz için en azından idare içinde bir üst birimin başındaki memur tarafından yetki verilmesinin sağlanması gerekli görünmektedir.(3)
Yetki devri konusu, 5345 sayılı yasadan sonra da aynen geçerliliğini korumaktadır ve bu yeni durumda 6183 sayılı kanunun 13. maddesindeki hüküm aynen korunmuş olduğundan vergi dairesi başkanının ihtiyati haciz konusundaki yetkisini devretmesi mümkün değildir.(4)
Vergi Dairesi Başkanlıklarının kuruluş ve görevleri yönetmeliğine göre vergilendirme muhasebe, tahsilat grup müdürlükleri veya bu fonksiyonları yerine getirecek sınırlı miktarda grup müdürlükleri kurulmuştur. Yönetmeliğe göre “tahsil dairesi” vergi dairesi başkanlığıdır. Ayrıca, yönetmelik hükümlerine göre kamu alacağını teminat altına almak için vergi mükelleflerinden teminat isteme konusunda tek yetki vergilendirme grup müdürlüğünün görevleri arasındadır. Bu tür durumlarda vergi dairesi müdürlüklerinin yani şubelerin 6183 sayılı yasaya göre teminat isteme yetkileri yoktur. Bu nedenle, teminat isteme işlemlerinde tahsil dairesinin belirlenmesi zorunlu olup, vergi dairesi yani şube müdürlüğü tarafından tesis edilen işlemler yetki unsuru açısından teminat isteme işleminin iptal edilmesine neden olmaktadır.(5)
Öte yandan, 6183 sayılı kanunun 9. maddesi hükmü uyarınca ve 213 sayılı VUK’nun 344. madde hükmü uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren haller ile 359. maddede sayılan hallere temas eden bir kamu alacağının salınması için gerekli işlemlere başlanması halinde vergi incelemesine yetkili memurlarca yapılan ilk hesaplamalara göre belirtilen miktar üzerinden tahsil dairelerince teminat isteneceği öngörülmüştür. Buna göre, ancak vergi incelemesinin devam ettiği durumlarda yapılan ilk hesaplamalara göre teminat istenmesi mümkündür. Söz konusu madde uyarınca teminat istenmesi için incelemenin henüz tamamlanmamış olması gerekmektedir.
Ayrıca, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk işlemlerinin sadece ve sadece asıl borçluya uygulanması gerekmektedir. Başka bir ifade ile, şirket ortakları veya şirketin ikinci plandaki sorumlularına veya ikincil borçlulara ihtiyati haciz veya ihtiyati tahakkuk işlemleri uygulanamayacaktır.(6)
Diğer taraftan, teminat isteme yazıları hukuksal olarak kamu borçlusunun hukuksal durumunu etkileyen kat’i ve yürütülmesi zorunlu yani icrai yükümlendirici ve öznel nitelikte bir idari işlem olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle teminat isteme yazıları kamu borçlusu tarafından tek başına iptal davasına konu edilebilir.(7) Yargı organları tarafından yapılan değerlendirme sonucunda teminat isteme yazısı iptal edilirse ihtiyati haczi gerektiren neden de ortadan kalkar.(8)
Teminat istenmesi gereken durumlarda alacaklı kamu idaresi, mahalli en büyük memurunun kararıyla hiçbir süreyle sınırlı olmaksızın derhal ihtiyati haczi uygular.(9) Teminat istenmesini gerektiren bir durum ortaya çıktığında ihtiyati haczin uygulanması kanundan doğan bir zorunluluktur. Kamu alacaklısının bu konuda takdir hakkı yoktur. Mükellef kamu alacağına karşılık teminat göstermezse bir kimseyi müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu olarak gösterebilir. Bu durumda, alacaklı tahsil dairesi şahsi kefaleti ve gösterilen şahsı kabul edip etmemekte takdir hakkına sahiptir.
Teminat istenmesi ancak vergi incelemesine dayanması durumunda mümkündür. Bu da işin doğasından kaynaklanmaktadır. İncelemenin devamı sırasında verginin oksan tahakkuk ettiğinin saptanması vergi incelemesinin yapılmasına bağlıdır. Cezalı tarhiyat vergi incelemesine bağlı olarak yapılmaktadır. Vergi incelemesine yetkili bulunanların kimler olduğu VUK 135. maddesinde bir bir belirtilmiştir.(10) Maddede sayılanların dışındaki kişilerce yapılan tespit ya da hesaplamalara göre teminat istenmesi mümkün bulunmamaktadır.(11)
Yüksek mahkeme Danıştay tarafından verilen pek çok kararlarda incelemeye yetkili kişiler tarafından inceleme yapılmadan takdire gidilmesi veya yoklama yapılması vb. işlemlere dayanarak mükelleften teminat talep edilmesinin 6183 sayılı kanunun 9. maddesine aykırı olduğuna karar verilmektedir.
Sonuç olarak, tamamlanmış bir vergi incelemesi sonrası, vergi dairesinin teminat istemesi gerek “konu”ve gerekse “yetki”unsuruyla hukuka aykırılık arz etmektedir.
Bu şekilde istenen teminatın gösterilmemesi halinde bu gerekçeyle uygulanacak “ihtiyati haciz”de, “neden”unsurunu oluşturan teminat istemenin hukuka aykırılığı nedeniyle hukuka aykırı olacaktır.
Vergi dairelerince teminat isteme işlemlerinde, teminat gösterilmesi için 15 günlük bir süre verilmektedir. Dolayısıyla bu işleme karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulması talep edilmiş dahi olsa, idarenin davaya cevap vermesi süresi de dikkate alındığında Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı verdiği durumlarda dahi ihtiyati haciz aşamasına geçilmiş olmakta ve alınan yürütmeyi durdurma kararları bu kez ihtiyati haczin ayrı bir idari işlem sayılması nedeniyle uygulanmamaktadır.
Bu nedenle teminat isteme işlemlerine karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulması talebi ile birlikte, olayın oluş şekli itibariyle bu talebin davalı idare cevabı beklenmeksizin veya cevap süresi kısaltılarak dikkate alınmasının ayrıca talep edilmesinde büyük yarar bulunmaktadır.
Yargıya yansıyan bir olayda verilen kararın gerekçesi aşağıda olduğu gibidir:
“…. Bu itibarla, yukarıda bahsi geçen 9. maddenin 1. fıkrasında, teminatın ancak vergi incelemesini yapan denetim elemanı tarafından ilk hesaplamalara göre belirtilen miktar üzerinden istenebileceği, 2. fıkrasında ise Türkiye’de ikametgahı bulunmayan amme borçlusunun, amme alacağının tehlikede olduğunu gösteriyorsa, tahsil dairesinin teminat isteyebileceği, bahsi geçen 2. fıkransın mefhumu muhalifinden tahsil dairesinin Türkiye’de ikametgahı bulunanlardan kendiliğinden teminat istemeyeceği, teminatın ancak inceleme elemanının ön hesapların neticesinde inceleme elemanınca talep edilmesi halinde istenebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Zira vergi inceleme raporu düzenlenmeden ilk hesaplama yapabilecek kişi mükellefin defter ve belgeleri elinde olan ve incelemeye başlayan denetim elemanı olduğu açıktır.
Bu durumda, davacının ikametgahının Türkiye’de bulunması ve vergi inceleme elemanı tarafından teminat istenmesi yolunda herhangi bir talep olmaması karşısında davalı idare tarafından bu yolda bir talep olmadan kendiliğinden tesis edilen teminat isteme işleminde mevzuata uyarlılık görülmemiştir.” şeklinde yargı tarafından karar verilmiştir.
İstenen teminatın, şirket tarafından eksik gösterildiği ya da hiç gösterilmediği durumlarda; limited şirketlerde ortaklardan ve kanuni temsilcilerden anonim şirketlerde ise yönetim kurulu üyelerinden kalan kısım için teminat istenilip istenilmeyeceği, ihtiyati tahakkuk ve ihtiyati haciz yoluna gidilip gidilmeyeceği de bir başka tartışmalı konudur.
Bu konuda Danıştay’a intikal eden bir uyuşmazlıkta; verginin tarhı aşamasında, teminat isteme, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk işlemlerinin, kanuni temsilciler hakkında uygulanmasına olanak bulunmadığına, VUK md.10 uyarınca kesinleşen ve şirketten tahsili olanaksız hale gelen borçlar nedeniyle kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabileceğine karar verilmiştir. Söz konusu kararda(12) ;
“Teminat isteme, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk işlemlerinin asıl kamu borçlusu hakkında tesis edileceği, henüz tahakkuk etmemiş borçlardan kanuni temsilcinin bu aşamada sorumlu tutulmasına ve söz konusu işlemlerin kanuni temsilciler hakkında uygulanmasına olanak bulunmadığı”görüşüne yer verilmiştir.
Sonuç olarak, gelir idaresi tarafından bu ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk konusu çok yanlış uygulanmaktadır. Özellikle vergi incelemeleri neticelendikten sonra vergi daireleri kendi başına ihtiyati haciz ihtiyati tahakkuk işlemini yürütebilmektedirler. Böyle bir uygulama yukarıda da izah edildiği gibi hukuka uyarlı değildir.
————————–
[1]Yüksek mahkeme Danıştay Dnş. 4. D.nin, 13.5.2002 gün ve E:2002/701-K:2002/1975 sayılı kararlarında, vergi incelemesi bittikten sonra teminat istenmesinin mümkün olamayacağına karar verilmiştir. Teminat istenilmesi için incelemenin bitmemiş olması gerekmektedir.
[2]AĞAR Serkan, Vergi Tahsilatından Kaynaklanan Uyuşmazlıklar ve Çözüm Yolları, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, Şubat 2009, s.169-175
[3]5838 sayılı Torba Kanun olarak nitelendirilen yasanın 32/12. maddesi hükmü ile 5345 sayılı kanunda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu hükme göre, gelir idaresi idari yargı mercileri nezdinde yaratılan ihtilaflarla ilgili olarak bu merciler nezdinde talep ve savunmalarda bulunmak … gibi yetkiler verilmiştir.
[4]YILMAZ Kazım, Kamu Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Yasa, Ce-Ka Yayınları, Ankara, 2006, s. 177.
[5]Vergi Dairesi Başkanlıklarının kuruluş ve görevleri yönetmeliği geçici md.3-12
[6]Dnş. 4. D. nin, 28.04.2008 gün ve E:2007/4821-K:2008/1577 sayılı kararları.
[7]Dnş. 3. D. nin, 11.03.1998 gün ve E:1997/361-K:1998/849 sayılı kararları.
[8]KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 14. Baskı, Ankara, Nisan 2008, s.319
[9]Bilindiği gibi, 5345 sayılı yasa ile Gelir İdaresi Başkanlığı kurulmuş ve bu idare valilik ve defterdarlık sistemini esas alan 5442 sayılı İl İdaresi Yasasına istisna getiren bir yapı oluşturmuştur. Buna göre, 5345 sayılı yasanın 33. maddesi hükmü ile mevzuatta yapılan atıflar ve yetkilere ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Dolayısıyla 5345 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle ihtiyati haciz kararını almak valinin yetkisinden çıkarılmakta ve Vergi Dairesi başkanına bu yetki verilmektedir. Vergi Dairesi Başkanı bulunmayan yerlerde bu yetki Vergi Dairesi Müdürüne verilmektedir. Böyle bir durumda Valinin ve Defterdarın yetkilerini vergi dairesi müdürüne verilmiş olması zaman zaman eleştirilmektedir.
[10]Bkz. GÜRBOĞA Erkan – ATABEY Tuncel, Vergi Kılavuzu, İzmir SMMM Odası Yayınları, Kasım 2008, s.52-53.
[11]Bkz. BAYKARA Bekir, Teori ve Pratik Yönleriyle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku, Hesap Uzmanları Derneği yayını, 2008, Aralık, s.172-177
[12]KIZILOT Şükrü, “Vergi İncelemesi Sırasında Teminat İstenmediği Durumlarda Sonradan Teminat İsteme ve İhtiyati Haciz Yoluna Gidilemeyeceği”, Yaklaşım, Haziran 2009. Dnş. 4. D.nin, 28.04.2008 tarih ve E:2007/4821-K:2008/1577 sayılı kararı.
Kaynak:Av. Nazlı Gaye Alpaslan
0 notes
Quote
HDP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HÜDA KAYA'NIN 13 NİSAN 2017 TARİHLİ TRT KONUŞMASI: Ülkemizin değerli insanları, merhaba! Sizleri Rabbimizin ‘Selam’ olan adıyla, yani barış ile selamlıyorum. Ben beş çocuk annesiyim. Ailemle birlikte, yıllarca başörtüsü özgürlüğü başta olmak üzere insan hakları mücadelesinde bulunduk. 28 Şubat’ın o meşum günlerinde, yargılandım ve hapis yattım. 99 yılında 13 yaşında ki oğlumla, yargılandığım davadan yeni tahliye olmuştum ki, İmam Hatip Lisesinde, terörle mücadele ekipleri tarafından derste gözaltına alınan üç kızımla birlikte idam talebi ile yargılandık ve senelerce farklı cezaevlerinde yattık. Dün başörtüsü özgürlüğünü savunduğum için yargılandım ve hapis yattım. Bugün 80 milyon insanımız için barış istiyorum diye; herkes insanca, kimliklerini ve kültürlerini koruyarak yaşayabilmelidir dediğim için hala 25 yıl hapis cezasıyla yargılanıyorum. Dün de bugün de aynı şey için mücadele ettim, ediyorum. Başörtülü kadınlar olarak, kendi inancımız ve yaşam tercihimize göre, özgürce yaşamayı istediğimiz ve mücadelesini verdiğimiz günlerde, ‘Herkes için adalet, başörtüye özgürlük’ demiştik. Zira, bizim inancımızdan, düşüncemizden, mezhebimizden olmayanların da özgür ve eşit olması gerekiyordu. Kendimiz için istediğimiz barışı, huzuru ve adaleti, bu ülkede yaşayan herkes için istiyorduk. Defalarca Filistin mülteci kamplarında, Pakistan, Keşmir, Sudan gibi pek çok ülkede insani çalışmalarda bulundum. Ülkemizin de pek çok bölgesini, ziyaret ederken milyonlarca insanımızın da büyük bir mazlumiyet içerisinde olduklarını gördüm. Ev kadını veya çalışanıyla, emeği sömürülen kadınlarımızı… Her gün artarak devam eden kadın cinayetlerini, kadına şiddet ve taciz olaylarını… Asgari ücret ve taşeronlukla köleleştirilen emekçilerimizi… Savaş politikalarının kurbanı olan ve her gün tabutları gelen gençlerimizi… Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes… Ermeni, Süryani, Ezidi… Alevi, Sünni ve bütün farklı kimlik ve kültürlerden kadınları, gençleri, emekçileri, işsizleri ve yaşlıları… İnançları, mezhepleri hor görülen, anadillerinde eğitim alamayan özgürlüğe, eşitliğe ve adalete susamış insanlarımızı gördüm. ‘Hakkı müdafaa en büyük ibadettir’ diyerek mücadeleme devam ettim. Bizim duruşumuz dün de net oldu, bugün de net. Dün de zulme ve her çeşit haksızlığa itiraz ettik, bugün de. Bundan sonra da, yanlış ve haksız olan her şeye itiraz etmeye devam edeceğiz. Çünkü bizler, kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana olmak zorundayız. Bir kadın olarak, 28 Şubat’ta cezaevinde fotoğraf çekilirken bile başörtümü çıkarmamı dayatanlarla, Ak Parti iktidarında, yatak odama müsait olmadığım bilindiği halde saldıranlarla, kelepçeleyerek beni taciz edenler arasında ki zihniyet farkı nedir? Dünün 28 Şubat darbecileri, halkın vicdanında, mağlup ve mahkûm oldular. Şimdi başkalarına 28 Şubat’ı misliyle yaşatanların Hakkın karşısında, tarih ve vicdan karşısında, yerleri nasıl olacak? Bakın bir referandum sürecindeyiz. Siyasi eleştirilerimizi yaptık diye dokunulmazlıklarımız kaldırıldı ve partimizin Eş Genel Başkanları ve milletvekillerimiz aylardır hapislerde. Diğer liderler, milletin, bizlerin hakkıyla, meydan meydan mitinglerini yaparken, milyonlarca insanın iradesi olan siyasetçilerimizin, zindanlarda olması bile, başlı başına bir eşitsizlik ve haksızlıktır. Hangi düşünce ve partiden olursa olsun vicdanı olan insanlarımızın bu yanlışlara hayır diyeceklerini biliyoruz. Değerli kardeşlerim! Sayın Cumhurbaşkanı “Belediye başkanlığım elimden alındı, hapis yattım” diyor. Bugün bir değil, on değil, 80’den fazla belediye başkanı cezaevinde. Seçilmiş 85 belediye başkanının yerine kayyum atandı. Başörtüsü mücadelesi verenlerden biri olan ve Türkiye’nin seçilmiş ilk başörtülü belediye başkanı bile, 2 yıldır hapiste ve yerine kayyum atandı. Hani, atanmışların değil seçilmişlerin Türkiye’si olacaktık? Bugün milyonlarca kadın, başörtülü veya başörtüsüz, içeride veya dışarıda zulümlerden, şiddetten, tacizlerden, adaletsizliklerden, haksızlıklardan dolayı nefes alamaz durumdayken, sadece ‘benim başörtülü bacım’ diye bu ülkenin kadınları ayrıştırılıyor. Bugün kadınların, yıllar süren mücadesiyle, bedeller ödeyerek elde ettikleri bütün kazanımlar, gasp ve istismar ediliyor. Değerli kardeşlerim! ‘Eski Türkiye’de devlet köyleri yakıp yıktı’ diyordu bugünkü yöneticiler. ‘Yeni Türkiye’de, tank ve topla yerle bir edilen şehirler, ilçeler. Evinden, yurdundan edilen, on binlerce aile. İşsiz bırakılan binlerce akademisyen, gazeteci, kamu emekçileri ve nicelerinin durumu, adalet ve vicdan ile izah edilemiyor. Bu ülkenin acı hatıralarla dolu cezaevlerinde, OHAL sürecinde yaşananları da halkımıza anlatmıyorlar. Ülkenin barışı ve huzuru için, 50 günü aşkındır açlık grevi devam ediyor. Hiçbir referandum, hiçbir seçim, tek bir mahpusun canından önemli değildir. Bu görmezlik ve duyarsızlık kabul edilemez. Hepimiz görüyoruz ki, insanlarımız bugün doğru, güzel ve iyi olan ne varsa kaybetmekle karşı karşıyadır. Ülkemizin esas sorunu tekçi ve merkeziyetçi yönetim iken, yaşadığımız krizlerin aşılması için, yönetim ve yetkilerin paylaşılması ve yerelleşmesi gerekiyorken, atanmışların değil seçilmişlerin daha da güçlendirilmesi gerekiyorken; tüm gücün, yetkinin, yönetimin, yargının, ‘tek el’de toplanması, bizleri toplumsal barışa ve huzura nasıl kavuşturabilir? Bir tek kişinin kararları ile ülke yönetilemez. Bir tek kişi hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem başkomutan, hem baş yargıç olamaz. Değerli kardeşlerim, Hakk için de, halk için de, ‘adalet’ hiçbir zaman, saraylardan çıkmamıştır, çıkamaz. Evi, halktan ayrı olan, Hak’tan da ayrılmıştır. Adı ne olursa olsun saraylar birdir ve saraylardan adalet beklenemez. Hem saraydan, saltanattan ve şatafattan, hem de Hak’tan ve halktan yana olunamaz. Gelin! Yüzümüzü saraylara ve saltanata değil, hakka, adalete, vicdana ve kardeşliğe çevirelim. Hayır diyelim. Bizler, ne kadar vicdanlıysak, Adalete, ne kadar sahip çıkarsak, o kadar insanız. Hakkı ayakta tutmak, bugün “kan dökülmesin, tabutlar gelmesin, gençler ölmesin” demektir. İnsani ve vicdani olana yakışan, öldürerek, sürerek, hapsederek, aç bırakarak değil, yaşatarak, konuşarak helalleşmektir. Hakk olan ‘Ölüm değil çözüm’ demektir. Gelin! Hakkı müdafaa edelim ve ölümü değil, yaşatmayı kutsayalım. Gelin! Hep birlikte tekçilik söylemlerine karşı, tekliğin, sadece Yaradan’ın hakkı olduğunu teslim edelim. Bazıları, hiç kimse düşünmesin, aklını kullanmasın ve tek bir kişi, herkesin yerine karar versin, istiyorlar. Kur'an’da Şûra suresi var. ‘Şûra’ konsey, kurul, meclis demektir. Allah, kendi seçtiği elçilere bile etrafındakilere danışmasını, Şura’dan ortak karar almasını emretmiştir. Ne kadar çok sesli, özgür, adaletli bir toplum olursak, o kadar Allah’ın istediği bir topluluk olabiliriz. Bütün insanlarımızın, mazlum, yoksul ve garibanlarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın ve çocuklarımızın şiddete, nefrete, savaşlara kurban edilmediği bir gelecek için, HAYIR diyelim. Mutlaka ama mutlaka sandığa gidip, insani sorumluluğumuzu yerine getirelim. Hayır diyelim ve hepimiz kazanalım. Sandıklara ve hayırlarımıza sahip çıkalım. Hayırla kalın. Hak’la kalın
Hüda KAYA -Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekili- 13.04.2017 Perşembe Saat: 20:10
2 notes
·
View notes
Text
Devrimden Darbeye
Devrimden Darbeye Cemal Kazak Pınar Yayınları
Kuruluşu itibariyle siyaset ve iktidar ile mesafeli bir ilişki içinde olan Müslüman Kardeşler özellikle 1990’lı yıllardan sonra siyasi iktidar ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmiş, demokratik araçları kullanarak meclise bağımsız adaylar ile girmeye çalışmıştır.
Cemal Kazak’ın Devrimden Darbeye kitabı İslâmî referanslarla hareket eden Müslüman Kardeşler hareketinin kısa süren iktidar tecrübesini inceliyor. 25 Ocak 2011 yılında halk ayaklanmasının ardından Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle kurdukları Hürriyet ve Adalet Partisi ile iktidar olmayı başaran Müslüman Kardeşler’in iktidara geliş süreci ve iktidardan indirilişi yakın tarihin pek çok gelişmesini kavramayı mümkün kılmadı bakımından önemli. Mısır’da ciddi anlamda krize yol açan 22 Kasım Kararları ile Muhammed Mursi’nin yapmak istediği neydi? Kararlara karşı çıkanlar ne istiyorlardı? Körfez ülkelerinin Müslüman Kardeşler iktidarına bakışı nasıldı? Mısır’daki darbenin sebep ve sonuçları uluslararası boyutları nelerdir? Batı darbeye niçin sessiz kaldı? Elinizdeki kitap, bunları ve benzeri başka soruları yanıtlamaya çalışırken aynı zamanda geleceğe dair öngörülerde bulunuyor.
Devrimden Darbeye kitabında Muhammed Mursi’nin bir yıllık iktidarı sürecinde karşılaştığı dış baskılar ile eski rejimin yargıç ve asker aktörleri arasındaki iktidar mücadelesini nedenleriyle birlikte çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Mısır’daki darbe sürecinin anatomisini çıkarıyor ve aynı zamanda İslâm dünyasındaki dönüşüm süreçlerini hallerini anlamaya yönelik yeni bir çerçeve sunuyor.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/BWhvfu
0 notes
Text
Kâğıthane masaj salonu mutlu son fiyatları
Kâğıthane masaj salonu mutlu son fiyatları - Sayın Başkan sıram gelmeden konuşmak istemiyorum, ama bana sorarsanız, boşuna zaman kaybediyoruz ? Savunmamız için yılda milyarlarca dolar harcıyoruz. kapalı bayanlar keyfince masaj salonu istanbul ümraniye masaj sa » Life dergisi, olay üzerindeki izlenimlerini verirken dâvayı doğruluyordu, çünkü «ilk defa olmak üzere, ka ba bir linçin üzücü hikâyesi, adaletin kayıtlarına geç miştL» «Dokuz gün süreyle, en büyük ciddiyetle yargılandılar. Sonra beş yerinden bı çakladılar, bacağından iri bir parça kestiler, en sonra da üç kurşunla beynini dağıttılar,» Linçe katılanlardan yirmi altı kişi yargılandı. Fakat mîllî basın, Büyük Federal Jürınin kararları nı yayınlarken, Adalet Bakam Clarkın tâyin ettiği ve bütün duruşmalara başkanlık etmiş olan yargıç Elmer D. îki aylık soruşturmadan sonra jüri, ortada «medenî hakların çiğnenmesi» diye bir şey olmadığını ve Colum biyada güya bir linç teşebbüsü olduğunu gösteren hiç bir delil olmadığını bitdirdi. Valin n sekreteri Bayart Tarpley, gazetecilere, zenci lerin bir süredir «Eyaletin köşe bucağından» silâhlar sa tın aldıklarını öğrenmiş olduğunu söyledi. » Emniyet Müdürü Lynn Bomarın kendi komutası al tındaki polisler, mobilyaları parçalayarak, yiyecekleri ve eşyayı sokaklara fırlatarak zenci mağaza, lokanta ve bürolarını istilâ ettiler. from ataşehir escort
0 notes
Text
Kılıçdaroğlu OHAL'de Yeter Forumu'nda konuştu: FETÖ yöntemleri uygulanıyor
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/kilicdaroglu-ohalde-yeter-forumunda-konustu-feto-yontemleri-uygulaniyor/1868/
Kılıçdaroğlu OHAL'de Yeter Forumu'nda konuştu: FETÖ yöntemleri uygulanıyor
“OHAL’de yeter” Forumunda konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarı hedef aldı, OHAL ile birlikte hukukun askıya alındığını, yargı bağımsızlığının ağır yaralar aldığını ve FETÖ ile mücadele denilerek Türkiye’de muhaliflerin hedef alındığını vurguladı. Kılıçdaroğlu’nun konuşması özetle şöyle: “FETÖ örgütünün siyasi ayağı ortaya çıkarılabilirse, Türkiye gelecek açısından daha sağlam ve sağlıklı adımlar atabilecek. Ama bu aşama özenle ve büyük bir dikkatle toplumun gözünden kaçırılıyor. Sizi biraz geriye götürmek istiyorum. 15 Temmuz’dan hemen sonraya. İki 15 Temmuz var biliyorsunuz, halkın ve milletvekillerinin, bir de iktidarın 15 Temmuz’u. Halkın 15 Temmuz’u belli: Meydanlara çıkması, parlamentoda milletvekillerinin görev yapması, olası dikta yönetimine karşı çıkılması. 250 şehidimiz, binin üzerinde gazimiz var. Hiçbir tereddüdümüz yok bunda. Ama bir de 15 Temmuz’u fırsata çevirip, 20 Temmuz’da darbe yapanların 15 Temmuz’u vardı. Bizim karşı çıktığımız budur. 15 Temmuz’u fırsata çevirip 20 Temmuz’da siyasal darbe yapanlara biz karşı çıkıyoruz. MGK’nın OHAL’le ilgili kararındaki cümleleri hatırlattı
MGK 20 Temmuz’da toplandı ve OHAL ilanına karar verdi. MGK hangi gerekçeyle OHAL’i istedi? Kararı aynen okuyorum: ‘Demokrasimizin hukuk devleti ilkesinin, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla Anayasamızın 120. maddesi gereği hükümete OHAL ilan edilmesi tavsiyesinde bulunulması kararlaştırılmıştır.’ Hiçbir tereddüt yok, bu kadar net ve açık. Çok önemli bir cümle daha var, ‘Bu tavsiye sadece ve sadece demokrasiye, hukuk devletine, hak ve özgürlüklere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için çalışmaları kolaylaştırma amacına yöneliktir.’ Bugün geldiğimiz noktaya bakın, hangi demokrasi, hangi hukuk devleti, hangi insan hakları? Açıkça 20 Temmuz’da MGK’nın tavsiye kararının 180 derece tersi bir oluşum içinde şu anda Türkiye. İktidara güvenmediğimiz için OHAL’e hayır dedik O nedenle biz iktidara güvenmediğimiz için, FETÖ ile aynı menzile yürüyorlardı, onun için güvenmedik. Sizin OHAL’inize güvenmiyoruz dedik, parlamentoda hayır oyu vereceğiz dedik ve hayır oyu verdik. Bugün itibariyla CHP’nin ne kadar doğru bir tutum izlediğini toplumun artık görmesi lazım. Hukuk devletinin askıya alındığı bir süreci yaşıyoruz. Bugüne kadar 31 KHK çıkarıldı. ‘Anayasada şu madde var’, bunların hiçbir önemi yok. Siyasal iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin eski kararından dönmesiyle KHK ile istediğini yapabilir hale gelmiştir.
‘Anayasa açıkça ihlal ediliyor’ Anayasa artık açıkça ihlal ediliyor. Hükümet artık ben istediğimi yapar, KHK ile düzenlerim diyor. Bugün bir KHK çıkarıp, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş kanununu askıya alması hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir. Bu giysiyi Türkiye’ye giydiren Anayasa Mahkemesi’nin oturup düşünmesi lazım. Kendilerine bir fırsat sunduk, sivillere dokunulmazlık ve giysi ile ilgili düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. Umarım akıl, hukuk galip gelir. Hukukun olmadığı bir süreci yaşıyoruz, yargı birbirini tanımıyor’ Bir darbe süreci yaşıyoruz’ dedim, 20 Temmuz sivil darbesinin askeri darbelerden tek farkı şu: Askeri darbeleri yapanların apoletleri vardı, sivil darbeyi yapanların yok. Aynı menzile yürüyor, aynı uygulamaları yapıyorlar. Hatta bugün yaşadığımız süreç biraz daha ağır. Öyle bir noktaya geldik ki yargı artık birbirini tanımıyor, hiyerarşi kalmadı. En alttaki mahkeme ben Anayasa Mahkemesini tanımam diyor. Eğer suçluyu yargı değil de siyasi otorite belirliyorsa orada hukuk bitmiştir. Hukukun olmadığı bir süreci yaşıyoruz. Her ne kadar 153. maddede ‘Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir”, ‘ANayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme, yargı organları, idareyi bağlar’ dese de alt mahkeme ‘Ben gerekli kararı aldım, senin kararını tanımıyorum, uygulamayacağım’ diyor. Kuşkusuz yargı iflas etmiştir. Bütün yargıçları kast etmiyoruz. Vicdan sahibi olan ve hukuku esas alan yargıç sayısı az değildir. Ana aktör olan ve belirli davalara bakan mahkemelere bilinçli olarak yapılan atamalara bakıldığında Türkiye belirli bir sürecin içine bilinçli olarak sokulmuştur. Bizim anladığımız anlamda bir yargı artık Türkiye’de yoktur, suçluyu siyasi otorite belirlemektedir.
‘Suçluyu doğrudan siyasi otorite belirliyor’ Yargı bağımsızlığı Türkiye’de ağır yaralar almıştır. İstanbul İl Kongresinde, Hitler’in Adalet Müşavirinin bir söylemini gündeme getirmiştim. Bundan bazı çevreler alınganlık göstermiş. 1940’ların Almanyası’nı 21. yüzyılın Türkiyesi’nde yaşıyoruz. Hitler’in müşaviri, ‘Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorun: Benim yerimde Führer olsaydı, ne karar verirdi’. Şimdi bu sürecin bir adım ötesine geçtik. Çünkü suçluyu doğrudan siyasi otorite belirliyor. Onun medyası askıya alıyor, manşetlere taşıyor, ‘Bu suçludur’ diyor. Hemen savcılar harekete geçiyor, iddianameler hazırlanıyor ve yargılama başlıyor. Böyle bir süreci yaşıyoruz. Bunun demokrasi olduğu anlatılmaya çalışılıyor. ‘Şimdi de FETÖ yöntemleri uygulanıyor’ Aynı menzile yürüyordu bunlar. (FETÖ’yü kastediyor). Aynı yöntem şimdi uygulanıyor. Hatırlarsanız 160 Danıştay’a, 52 de Yargıtay’a FETÖ’cü hakim atanmıştı. Ben o zaman şu eleştiriyi yapmıştım: ‘Yargıtay’a hakim değil militan atadınız’ dediğim zaman, ‘Vay efendim sen bunu nasıl söylersin’ dediler. Şimdi o atadıkları hapishanede. Aynı yöntemi şimdi KHK ile yapıyorlar. Yargıtay’a 100, Danıştay’a 16 hakim atıyorlar. Seçecekler bunları, FETÖ’nün seçtiği gibi. FETÖ’nün izlediği yöntemi izliyorlar, yargıyı tümüyle kuşatmak istiyorlar. Kişinin aleyhine olabilecek bütün yargıyı susturmak istiyor ve ‘Bizim dediğimiz şekilde karar vereceksin’ diyorlar. ‘Muhaliflerin tasfiyesi süreci yaşanıyor’ Geldiğimiz nokta FETÖ ile mücadele olmayı geçti, artık iktidara muhalif olanların tasfiye süreci, geldiğimiz süreç bu süreç. Milletvekilleri hapiste. Milli irade diyorlardı, milletin seçtiği vekiller hangi gerekçeyle hapiste. Yargılayabilirsiniz ama niçin hapiste? Bunların görev yeri parlamento değil mi, temsil ettikleri milletin iradesini parlamentoda dile getirmesi gerekmiyor mu? Ama tam tersi bir süreç işliyor. Gazeteciler, avukatlar, akademisyenler hapiste veya dışarıda. Adalete erişim hakları büyük ölçüde ellerinden alındı. Adalete erişim hakları, savunma hakları, avukatların duruşmalarda bulunma haklarına büyük kısıtlamalar getirildi. Tıpkı geçmişte Sıkıyönetim Bildirgeleri ile neler yapılıyorsa, bugün KHK ile aynısı yapılıyor. KHK’lar ile yeni suçlar, kolektif suçlar icat ettiler. Bir kişiyi suçlanıyorsa, ona bir kısıtlama getiriliyorsa, otomatikman eşi ve çocuklarına da uygulanıyor. Evrensel insan haklarına aykırı bütün uygulamalar devam edip gidiyor. Her darbe kendi hukukunu yaratır. 20 Temmuz darbesi de kendi hukukunu yaratıyor. Kendilerine göre düzenlemeler yapıyorlar. Ama 20 Temmuz darbesinin diğer darbelerden temel bir farkı var. O darbeleri yapanlar sadece kendi geleceklerini güvence altına alıyorlardı. 20 Temmuz darbesini yapanlar sadece kendi geleceklerini değil, kendi gibi düşünenlerin geleceklerini de güvence altına alıyorlar. Bazı sivillere cezai, idari, hukuki ve mali sorumsuzluk getirilmesi gibi. Akıl alır gibi değil. Her darbe döneminde olduğu gibi, bu darbe döneminde de sırtı kalın olanlar, siyasal iktidara dayananlar hapishaneden çıktı ve hapishaneler tıklım tıklım dolu. Her darbe döneminde tek sesli medya olur, bu darbe döneminde de tek sesli medya var. Her darbe döneminde üniversiteler suskun olur, bu darbe döneminde de üniversiteler suskun. Dolayısıyla 20 Temmuz darbesiyle ve onun getirdiği OHAL ile mücadele etmek, insan olmanın ve insana saygı duymanın bir gereğidir. Demokrasiyi hep birlikte savunacak, hep birlikte mücadele edeceğiz. Bedeli varsa hep birlikte ödeyeceğiz. Bu ülke bizim ülkemiz. Kendi ülkemizde gelişmiş bir demokrasi ölçüsünde konuşmak ve yazmak istiyoruz. Medya özgürce yazmalı, gazeteciler, yazarlar özgürce yazmalı; üniversiteler özgürce konuşmalı. Eğer bu baskı süreci böyle devam ederse, toplumda patlamalar kaçınılmaz olur. Biz Türkiye’nin daha fazla bedel ödemesini istemiyoruz. Türkiye’nin daha fazla geri gitmesini, insan hakları ihlalleri olmasını istemiyoruz. Hep birlikte, farklılıklarımızla birlikte huzur içinde yaşamak istiyoruz.”
kaynak: Kılıçdaroğlu OHAL’de Yeter Forumu’nda konuştu: FETÖ yöntemleri uygulanıyor
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/kilicdaroglu-ohalde-yeter-forumunda-konustu-feto-yontemleri-uygulaniyor/1868/
#Fetö#Forumunda#Kılıçdaroğlu#konuştu#OHALde#uygulanıyor#Yeter#yöntemleri#Istanbul#Son Dakika Haberleri#Yerel Haberler
0 notes
Text
Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma davasında anlaşmaya vardılar
Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma davasında anlaşmaya vardılar
ABD’li ünlü oyuncular Angelina Jolie ve Brad Pitt, boşanma davalarını gizlilik içerisinde yürütecek. Jolie ve Pitt, Associated Press (AP) haber ajansına gönderdikleri ortak bildiride, özel yargıç yardımıyla boşanma davalarının detaylarını gizli tutma kararı aldıklarını belirtti. Bildiride, “Taraflar ve avukatları, tüm mahkeme belgelerini gizli tutarak ve hukuki kararları vermek üzere özel hâkim…
View On WordPress
#Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma davasında anlaşmaya vardılar haberleri#Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma davasında anlaşmaya vardılar oku
0 notes
Text
Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma için anlaşmaya vardı
Angelina Jolie ve Brad Pitt boşanma için anlaşmaya vardı
LOS ANGELES Amerikalı ünlü oyuncular Angelina Jolie ve Brad Pitt, boşanma davalarını gizlilik içerisinde yürütecek. Jolie ve Pitt, Associated Press (AP) haber ajansına gönderdikleri ortak bildiride, özel yargıç yardımıyla boşanma davalarının detaylarını gizli tutma kararı aldıklarını belirtti. Bildiride, “Taraflar ve avukatları, tüm mahkeme belgelerini gizli tutarak ve hukuki kararları vermek…
View On WordPress
0 notes
Text
Angelina Jolie ile Brad Pitt anlaşmaya vardı
Angelina Jolie ile Brad Pitt anlaşmaya vardı
Angelina Jolie ile Brad Pitt, Associated Press (AP) haber ajansına gönderdikleri ortak bildiride, özel yargıç yardımıyla boşanma davalarının detaylarını gizli tutma kararı aldıklarını belirtti. Bildiride, “Taraflar ve avukatları, tüm mahkeme belgelerini gizli tutarak ve hukuki kararları vermek üzere özel hakim görevlendirerek çocuklarının ve ailelerinin gizlilik hakkını saklı tutacaklarına,…
View On WordPress
#Angelina Jolie ile Brad Pitt anlaşmaya vardı haberleri#Angelina Jolie ile Brad Pitt anlaşmaya vardı oku
0 notes