#yanılsama ve gerçeklik
Explore tagged Tumblr posts
Text
o yarının dünyasını ister istemez yaratmaktadır. her adımda geri çekilmek istemesi ve tutarsızlığı en güçlü çelişkisi, boşluğudur. çünkü yaratmakta olduğu bu dünyanın kendini içine almayacağını içgüdüsel olarak bilmektedir.
caudwell - yanılsama ve gerçeklik
#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#charles bukowski#friedrich nietzsche#christopher caudwell#yanılsama ve gerçeklik#carl sagan#car jung#psikanaliz#psikolojide tipler#fernando pessoa#sigmund freud#jacques lacan#lacan'cı özne#kitle psikolojisi#karl marks#karl marx#milan kundera#bertolt brecht#ölen bir kültür üzerine düşünceler#gabriel garcia marquez#jean paul sartre#bulantı#ulus baker#felsefe blog
6 notes
·
View notes
Text
türk edebiyatının en ilginç ve katmanlı romanlarından biridir. 2000 yılında yayımlanan bu eser, hem polisiye hem de postmodern bir anlatı olarak dikkat çeker.dövüş kulübü tarzın da anlatımı ile quantin tarantino' yu aratmıyor .
çok akıcı anlatımı bazen ise geçişleri farklı bir heyecan katıyor .
roman, kimlik, gerçeklik ve rol yapma kavramları etrafında şekillenir. başkahraman, sinema sektöründe dublör olarak çalışan biridir ve meslek hayatında sürekli bir başkasını oynama, bir başkasının yerine geçme durumundadır. ancak bu durum, zamanla gerçek hayatına da yansır ve kendi kimliğiyle başkalarının kimlikleri arasında sıkışır.
(murathan mungan), hikaye boyunca okuyucuyu dublörlük metaforunu kullanarak, insanların toplumda oynadığı roller ve kimlik çatışmaları üzerine düşündürür.
kimlik ve birey olma, insanların kendi kimliklerini bulma çabası ve toplumsal roller arasında kaybolma durumu. romanın başkarakteri, sinema sektöründe dublörlük yapan biridir. dublör olarak mesleği, fiziksel olarak başkalarını temsil etmek, onların yerine geçmektir. ancak bu durum, giderek karakterin kendi hayatını sorgulamasına yol açar.
gerçek ve kurgu, gerçeklik ve kurmaca arasındaki sınırın belirsizleşmesi, hem karakterin yaşamında hem de hikayenin anlatımında öne çıkar. kendi kimliğiyle barışık mıdır, yoksa her zaman bir başkasının gölgesinde midir?
insanların toplumdaki rollerinin, tıpkı bir dublörün performansı gibi geçici ve yapay olup olmadığını sorgular.
postmodern anlatı: roman, geleneksel bir hikaye anlatımından ziyade, parçalı ve farklı anlatı biçimleriyle ilerler.
bendeki alt metin, kimlik arayışı, modern insanın, toplumsal rolleri ve kişisel kimliği arasında sıkışması.
gerçeklik ve yanılsama, özellikle sinema sektöründe geçen hikayede, gösterilenin ve görünenin ardındaki gerçeklik sorgulanır.
toplumsal baskılar, insanların beklentiler doğrultusunda kendilerini şekillendirmesi ve bu süreçte özgünlüklerini kaybetmeleri. şiirsel anlatım, roman boyunca kullanılan dil, edebi ve yoğun bir şekilde süslenmiştir. bu da karakterlerin duygu durumlarını ve düşünce süreçlerini daha etkileyici bir şekilde sunar.derin felsefi tartışmalar, romanın olay örgüsü, sık sık kimlik, varoluş, ve hayatın anlamı üzerine düşüncelerle kesilir. roman, okuyucusuna şu temel soruyu yöneltir,biz, gerçekten kendimiz miyiz, yoksa başkalarının beklentileriyle şekillenmiş dublörlerden mi ibaretiz?”
büyük bir beklentiniz olmasın çerezlik bir kitap bir çırpıda bitire bileceğiz çizgiroman tadında iyi okumalar.
0 notes
Text
Sevgi Üstüne - Jose Ortega Y Gasset Kitabından
(Kısaltmalar yapılmıştır.)
İnsanların çoğu karşılarındaki kişinin nasıl birisi olduğunu "söyleyemezler"; ne var ki "söyleyememek", görememek anlamına gelmez. "Söylemek", insanın kendisini kavramlarla ifade etmesi demektir; kavramlar da pek az kişinin ustası olduğu özgül bir entelektüel ve çözümleyici etkinliği öngörür.
Sevgiyi kristalleşme olarak tanımlayan ünlü kuram doğru mudur acaba? Bu kuram, sevgiyi temelde bir kurgu olarak tanımlar. Ruhumuzun normal işlevleri saydığımız şeylerin, aslında kendine özgü anormalliklerden başka bir şey olmadığını göstermeye çalışır. Oysa, insanın sonunda yalnızca sevilebilecek olanı, sevilmeye değer olanı sevdiğini anlarız. Güzel şeyleri yanılsama olarak adlandırmak çok kolaydır. Peki bu güzel şeyler aslında yoksa, nasıl oluyor da bizim dikkatimizi çekebiliyorlar?
Hepimiz, kendimizi adadığımız yaşama biçiminin, istemimizin etkin olduğu alanların dışında çok daha derinlerde önceden belirlendiğinin bir ölçüde farkındayızdır. Yüreklerimiz, önceden belirlenmiş bir yörüngeye bir yıldız inatçılığıyla bağlı kalır. Sevgi ta özünde bir seçmedir. İnsanın kişisel özünden -ruhsal derinliklerinden doğduğu için sevgiyi belirleyen seçici ilkeler aynı zamanda bireysel özelliğimizi oluşturan en öznel ve en gizemli yeğlemelerden oluşur. Seçtiğimiz insan tipi, kendi yüreğimizin çizgilerini taşıyan kişidir.
"Âşık olmak" bir dikkat olgusudur. Bilinç alanımızın birçok dışsal ve içsel nesneyle dolu olduğunu görürüz. Her durumda zihinlerimizi bütünüyle dolduran bu nesneler, düzensiz bir karışıklık içinde değildir. Her zaman, aralarında az da olsa bir düzen, bir dizilenme vardır. Aslında çoğu zaman bir tek şeyin ötekilerden ayrıldığını görürüz; o şey ötekilere yeğlenmiş, özel bir ışıkla aydınlatılmıştır; zihnimiz ona yoğunlaşarak, yalnız onunla ilgilenerek, onu ötekilerden yalıtlayarak sanki parlaklığını artırmıştır. Bu her şeyi dışarda bırakan dikkat, o ayrıcalıklı nesneyi aynı zamanda çok güçlü niteliklerle zenginleştirir. Bu, nesnede aslında bulunmayan kusursuzlukların görülmesi demek değildir. Bir nesneyi dikkate boğarak, onun üzerinde aşırı yoğunlaşarak bilinç, o nesneye hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak güçlü bir gerçeklik kazandırmış olur. O nesne bizim için her an vardır; hep bizim yanımızda, başka her şeyden daha gerçek olarak sürdürür varlığını. Tüm sevgiler o çılgın "âşık olma" döneminden geçer. İçtenlikliyse âşık, güzelliği birbiriyle ilgisi olmayan küçük özelliklerde bulacaktır: gözlerin renginde, dudakların bükülüşünde, sesin tonunda vb.
Âşık olmak harika bir yetenektir; ezgiler yaratma esini, kişisel gözüpeklik yeteneği, denetimi ele almayı bilme becerisi gibi. Herkes âşık olamaz; âşık olabilseler de herhangi birine âşık olamazlar. Bu ilahi olay, ancak bazı güçlü koşulların hem öznede hem de nesnede bulunmasıyla ortaya çıkar.
Seven kişi kendi bireyselliğini öbürününkinde eritme yolunda ya da tam tersine sevgilisinin bireyselliğini kendisininkinin içinde eritme yolunda garip bir itki duymaya başlar. Anlaşılmaz bir özlem! Yaşamda karşılaştığımız başka herhangi bir durumda başka birisinin bireysel varlığımızın sınırlarını çiğnemeye kalkması bizi ölçüsüz kızdırırken, aşkın kendinden geçirici doyumunda, karşımızdakinin içimize sızmasına metafizik açıdan öylesine açık oluruz ki, ancak ikimizin birlik içinde erimesi, "iki kişinin oluşturduğu bir bireysellik" durumu içinde doyuma erebiliriz.
Kişinin sevgisinden pek çok şey doğar: arzu, düşünce, istem, eylem. Bununla birlikte, bir tohumdan çıkan ürünler gibi, sevgiden doğan bu şeylerin hepsi sevgi değildirler ama onun varlığını öngörürler. Sevgi gerçekten de arzuya benzer, çünkü bir kişi olsun, bir şey olsun, sevgi nesnesi onu heyecanlandırır. Ruh huzursuzlaşır; nesnenin yarattığı uyarıyla bir noktasından ince bir biçimde zedelenir. Öyleyse bu tür uyaranın merkezcil bir yönü vardır: Nesneden bize doğru gelir. Ne var ki sevgi edimi bu heyecanın, daha doğrusu bu uyarının gelmesinden çok sonra başlar. Sevgi, nesnenin gönderdiği delici okların açtığı yaralardan dışarıya fışkırarak nesneye doğru etkin bir biçimde akmaya başlar; bundan sonra da her türlü uyarının ve arzunun ters yönünde hareket eder. Sevgi eyleminde iki kişi kendilerinin dışına çıkarlar. Belki de doğanın insana, kendisinin dışına çıkıp başka bir nesneye yönelme olanağını tanıdığı en yüce etkinliktir sevgi. O bana doğru gelmez, ben ona doğru çekilirim.
Sevgi, zaman içine yayılır; insan, bir mıknatıstan çıkan kıvılcımlar gibi yanıp sönen ani anlar ya da kopuk kopuk zamanlar dizisi içinde sevmez; sevgiliyi sürekli olarak sever. Bu da çözümlemekte olduğumuz duygunun yeni bir yanını ortaya çıkarır: Sevgi bir akıştır; ruhsal maddeden oluşan bir ırmaktır, kaynak suyu gibi hiç durmadan akan bir sıvıdır. Sevgi bir patlama değil, kesintisiz bir akış, sevenden sevgiliye doğru ilerleyen ruhsal bir ışınımdır.
Sevmek, yalnızca "var olmak" değil, sevilen şeye yönelen bir edime girişmektir. Burada sevginin uyandırdığı bedensel ya da ruhsal hareketlerden söz etmiyorum; yapısı gereği sevginin kendisi, sevdiğimiz adına kendimizi ortaya koyduğumuz edilgen bir eylemdir. Nesneden yüz fersah uzakta bulunduğumuz, onu hiç düşünmediğimiz süre içinde bütünüyle hareketsiz olsak da o nesneyi seviyorsak, içimizde olumlu, ılık bir şey kaynayıp dışarıya akar.
Sevgide nesneyle bütünleştiğimizi duyumsarız. Bütünleşmek ne demektir? Yalnızca bedensel bir birleşme ya da yakınlaşma değildir bu. Belki de uzakta bir yerdedir de ondan haber alamıyoruzdur. Ama onunla genelde simgesel bir bütünleşme içindeyizdir; ruhumuz inanılmaz bir biçimde genişleyerek bu uzaklığı kapatmıştır sanki; nerede olursa olsun, onunla temelde birlik içinde olduğumuzu duyarız. Güç bir zamanda birisine, ’Bana güven; senin yanındayım’ derken anlatmak istediğimiz biraz da budur; yani ‘senin inandıkların benim de inandıklarımdır, seni her zaman destekleyeceğim.’
Sevgiyi yaşamadan önce hepimiz onu tanırız, yüce bir değer veririz ona; bir sanatmış ya da uğraşmış gibi uygulamaya girişiriz sevgiyi. Bir insanın özünden kaynayıp taşan sevgi duyarlı ruhun üzerinde sonsuza dek sürecek, aşıya benzer bir iz bırakır. Sevmek belli bir insan üzerinde verilen bir karardır. Koşullar- örneğin uzaklık- sevgi için gerekli olan beslenmeyi engelleyebilir; ama duygusal niteliği hiç değişmeden kalacaktır.
Sevgide var olan şey, büyülenme nedeniyle teslim olmaktır. Başka bir kişiliğin, insan yaşamı üzerinde uyguladığı bu soğurma eylemi, soğurulanı bir yücelmişlik durumu içinde tutar, varlığının köklerinden koparır ve sevgilinin içine eker; önceki kökler, yeni bir topraktaymışçasına buraya kök salar. Sevenin, sevgili tarafından böyle soğurulup içe alınması, düpedüz büyülenmenin sonucunda olur. Başka bir varlık bizi büyüler; biz bu büyülenmeyi, yumuşak ve esnek bir çekilme olarak sürekli içimizde duyarız. Büyülenebilmek için her şeyden çok başka birisini görme yetisine sahip olmamız gerekir. Pascal'ın da dediği gibi: ‘Şairlerin, sevgiyi kör olarak göstermeye hiç hakları yoktur: Sevginin gözündeki bağ çıkarılmalı ve görme gücü, bundan böyle ona geri verilebilmelidir.’
0 notes
Text
The film features an engaging story and intense scenes that already place it among the best sensual films on Netflix .The end of the film leaves the audience in suspense, questioning what is real and what is fiction.Conclusion: An Intriguing Journey Through Imagination and Reality Ashes offers a complex and thought-provoking cinematic experience that challenges notions of truth and illusion. With a talented cast and gripping plot, the film leaves a lasting mark, leading viewers to question the nature of reality and the power of imagination.
İlgi çekici hikayesi ve yoğun sahneleriyle Netflix'in en iyi duygusal filmleri arasına giren film, izleyiciyi merakta bırakarak neyin gerçek, neyin kurgu olduğunu sorguluyor.Sonuç: Hayal ve Gerçeklik Arasında İlgi Çekici Bir Yolculuk. Kül gerçek ve yanılsama kavramlarına meydan okuyan karmaşık ve düşündürücü bir sinema deneyimi sunuyor. Yetenekli oyuncu kadrosu ve sürükleyici konusuyla izleyiciyi gerçekliğin doğasını ve hayal gücünün gücünü sorgulamaya yönlendiren film, kalıcı bir iz bırakıyor.
0 notes
Text
BARUCH SPİNOZA
♟Materyalistlik ve Tevrat ı küçük görmek ile suçlanır.
♟Onun için Tanrı bir bedene sahiptir.
♟Tanrı nın evren ve doğanın işleyişi olduğu, bir kişiliği olmadığı ve Tevrat ın Tanrı nın doğasını öğretmek için mecazi ve simgesel bir kitap olduğunu savunur.
♟Beden ve ruhun birbirlerine olan üstünlükleri yerine paralelliklerini savunur.
♟Ereksel nedenselliğe karşıdır.
♟Aşkın bir Tanrı anlayışı yerine için bir doğa anlayışı getirmiştir.
♟Böylece ruhun bedeni yönettiği İnsan biçimli tanrı fikrine bütün çeşitlilikleri barındıran Ereksel olmayan tek bir doğadan bahsrtmekle beraber insanda ki yemek üç Yanılsamayı tasvir etmiştir.
♟Ereklilik çerçevesinde ;bilinç, özgürlük ve tanrıbilimsel Yanılsama.
♟Matematikten çok geometriyi benimser.
♟Panteist bir düşünce yönünde uçlara varır ve monist bir tanrı doğa düşüncesine ulaşır.
♟Tanrı kavramının merkezi bir yeri vardır.
♟Var olan her şey Tanrı için de vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir.
♟Ona göre eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamıyorsa başka hiçbir şey sağlayamaz.. ♟Böylece apacık gerçeklik düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir..
♟Fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.
SPİNOZA (Tanrı derdi ki):
♟Dua etmeyi bırakın.
♟Sizden istediğim şey, dünyayı gezip hayatın tadını çıkarmanız.
♟Şarkı söylemenizi, sizin için yarattığım her şeyin tadını çıkarmanızı istiyorum.
♟İnşa ettiğiniz ve benim evim olduğunu iddia ettiğiniz karanlık, soğuk tapınaklara gitmeyi bırakın.
♟Benim evim dağlarda, ağaçlarda, nehirlerde, göllerde, sahillerde.
♟Buralar benim yaşadığım ve size olan sevgimi ifade ettiğim yerler.
♟Sefil hayatınız için beni suçlamayı bırakın.
♟Ben günahkar olduğunuzu ya da cinselliğin kötü bir şey olduğunu söylemedim.
♟Seks benim size verdiğim; sevginizi, coşkunuzu, keyfinizi ifade edebileceğiniz bir hediye.
♟ Bu yüzden sizi inandırdıkları her şey için beni suçlamayın.
♟Benimle ilgisi olmayan, sözde kutsal kitapları okumayı bırakın.
♟Eğer beni gündoğumunda , manzarada, arkadaşınızın bakışında, oğlunuzun gözlerinde göremiyorsanız ——> Beni hiçbir kitapta bulamazsınız!
♟İşinizi nasıl yapmanız gerektiğini sormayı bırakın.
♟Benden korkmayın.
♟Sizi yargılamıyorum ya da eleştirmiyorum. Yaptıklarınızdan da rahatsız olmuyorum.
♟Ben saf sevgiye sahibim.
♟Af dilemeyi bırakın.
♟Af dilenecek bir şey yok.
♟Ben sizin içinizi hırsla, eksikliklerle, hazla, duygularla, ihtiyaçlarla, tutarsızlıklarla…ve özgür irade ile doldurdum.
♟Zaten benim size vermiş olduğum şeylerden dolayı neden sizi sorumlu tutayım?
♟Sizi ben yarattıysam nasıl olur da sizi siz olduğunuz için cezalandırırım?
♟Yaramaz çocuklarımı sonsuza kadar yakacağım bir yer tasarlayabileceğimi mi düşünüyorsunuz? ♦️Bunu hangi tanrı yapar?
♟Birbirinize saygı duyun ve size yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına yapmayın. ♟Sizden istediğim tek şey gözünüzü açık tutmanız, rehberinizin açıkgözlülük olması.
♟Canlarım, bu hayat bir sınav, bir adım, bir prova ya da cennetin başlangıcı değil.
♟ Bu ve şimdiki yaşam elinizdeki tek şey, zaten bütün ihtiyacınız olan da bu.
♟Sizi tümüyle özgür bıraktım.
♟Ödül veya ceza, sevap veya günah yok.
♟Kimse çetele tutmuyor.
♟Hayatınızı cennete ya da cehenneme çevirmek tamamen size kalmış.
♟Size ölümden sonra yaşam olup olmadığını söyleyemem, ama bir tavsiyede bulunabilirim. ♟Başka bir hayat yokmuş gibi yaşayın. ♟Eğlenmek, sevmek ve yaşamak için tek şansınız buymuş gibi.
♟Ölümden sonra yaşam yoksa, size verdiğim şansın tadını çıkarmış olacaksınız.
♟Ve eğer varsa içiniz rahat olsun, doğru ya da yanlış davranıp davranmadığınızı sorgulamayacağım.
♟Size başka sorularım olacak:
♦️Size sunduğum hayatı beğendiniz mi?
♦️ Keyfini çıkardınız mı?
♦️ En çok neden zevk aldınız?
♦️Ne öğrendiniz?
♟Bana inanmayı bırakın; inanmak varsaymaktır, tahminde bulunmaktır, hayal etmektir.
♟Bana değil kendinize inanmanızı istiyorum. ♟Sevgilinizi öperken, küçük kızınızı severken, köpeğinizle ilgilenirken, denizde yüzerken beni hissetmenizi istiyorum.
♟Beni övmeyi bırakın.
♟ Beni nasıl bir egomanyak sandınız?
♟Övülmekten sıkıldım.
♟Teşekkür edilmekten yoruldum.
♟Bana minnettar mısınız?
♟ O zaman bunu kendinize, sağlığınıza, ilişkilerinize, dünyaya iyi bakarak kanıtlayın.
♟Beni övmenin yolu budur.
♟İşleri karmaşıklaştırmayı ve size benim hakkımda öğretilen ezbere bilgileri muhabbet kuşu gibi tekrarlamayı bırakın.
♟Bunca mucizeye ve açıklamaya neden ihtiyacınız var?
***
“Kesin olan tek şey, burada olduğun, hayatta olduğun ve bu dünyanın harikalarla dolu olduğu.” —Spinoza
♟Tanrı ile doğa Ayrık değil özdeştir.
0 notes
Text
SENTİMENTAL EDUCATION İzlenimci özellikler taşıyan eserler sanatta ve yaşamdaki şiirsel noktaları ortaya çıkarır. Melodi, harmoni, ahenk ve renk, duyguların ve ruh halinin bir düzeyden diğerine dönüştürüldüğü izlenimci eserlerin yapılarıdırlar. Flaubert yazınsal izlenimciliğin kurucusu olarak kabul edilir, zira eserlerinde kullanmış olduğu başkahramanların izlenimlerini onların dünyalarına girmeden aktarır. Eserlerinde kullanmış olduğu hissizlik ve kişiler üstülük gibi unsurlar 1869’da yazdığı son romanı olan Sentimental Education’da en yoğun noktaya ulaşır. Olaylar farklı bilinç merkezleri tarafından görülür ve takip edilir: Başkahramanlar yansıtıcı veya ayna işlevlerini üstlenirler. En çarpıcı detayları kendi görüş açılarından görürler. Ancak, bu ışığın yoğunluğuna göre değişmektedir ki bu durum da onların görüşlerini etkilemektedir. Yazar başkahramanın yanılsamaları ile özdeşleşir ve ironik bir biçimde, yazar ile başkahraman ve yanılsama ile gerçek arasındaki ayrım ortadan kalkar.
Bu eserdeki Frederick adlı karakter ilk modern anti-kahraman örneğidir. Kendisini anlayamamaktadır. Kendi kendisini aldattığının farkında değil gibi görünmektedir. Eserde kullanılan ışık, buhar, sıcaklık, ses, hareket, sis, pus ve nehre ait imgelerin niteliği merak uyandırıcı olup bu durum gözlemleyen kişiyi devreden çıkarır ve belirsizlik ile uzaklık izlenimleri yaratır. Bu imgeler görüşü bozulan ana karakterin duygu evrelerini yansıtır; anlam niteliği psikolojik olduğu kadar anlatısal bir ambiyansa sahiptir ve bu ambiyans gerçeklik ile halüsinasyon, doğru ve yanılsama arasındaki net ayrımı yıpratır. Eserde belli bir olaylar dizisi olmadığı görülmektedir. Bakış açısının sürekli olarak değişmesi nedeniyle yapı ve temaların süreksiz oldukları gözlemlenir.
0 notes
Text
mayıs 2023-hegel
Felsefe tarihseldir. Hegel'den önce zihinsel olarak algılanırdı. Hegel sinematografi gibi yaklaşıyor, her değişim continuum içinde bilinemez, olmakta olduğunda bilgi edinemeyiz. Ancak başka bir formda olaylar tezahür ettiğinde kavrarız. Tamamlanmış olan şimdide değildir. Tüm olgular geçmişe aittir.
Modernitenin filozofu, konusu bu, dizgisel felsefe. Asıl nesnesi özgürlük. Çelişkiler, çatışmalarla örtükten açığa doğru. Dynamus'un kinesis yani hareket olarak ortaya çıkması netleşir, bilince çıkar. hegel'in felsefesi süreç içinde kavranabilir. İnsan bilinci için hiçbir şey örtük kalmamalı. Doğa karşısında bilmeye olan özgüvenini geliştirmelidir.
Diyalektik felsefe
2bilinç: özneler arası ilişki, iki bilincin tartışıyor, konuşuyor olması. Bilinç nesneyi artık konu edinmiyor(duyusal değil) duyu ötesi artık. Bir bilinç bir başka bilinci bilmek istediğinde ortada hareket halinde olan, değişen düşünce..
Bir şeyin tamamlanması=ortadan kalkması, yok olması, ölmesi, mutlak ölüm değil, tüm varoluş göreli
Kendi öz nitelikleri ortadan kalkıyor, başka bir şeye dönüşüyor.
Phenix. yanıyor, küllerinden yeniden diriliyor
Eidos=Hakikat, hakikatten özgür olarak ilerliyor, sine qua non
Kavranış=Bütünlüğüne ulaşmış olan
gerçek0episteme (nedenselliği olan)
Yanılsama=doxa
Gerçek insan, özgürlük öz istencin bireyin olumsallığında (keyfiliğinde)
Bu şekilde değil, haklar, yasalar şeklinde dışarıya taşıyor, öznelerle ilişkilerini taşıyarak dışsal
soyut(ilişkisiz, koşulsuz)=örtük,
somut, açığa çıkan, koşullanmalar ile kendindeki gücü açığa vurma
süreçsiz sonuçlar anlamsız , süreç sonucun içeriğidir.
Hukuk dizgesi edimselleştirilmiş özgürlük alanıdır. (sistemleştirilmiş)
edim=act, actual, özgürlüğün somut olması
Geist(Dünya tini) kültür, psikolojide gestalt, bütünlük, kendi ile varolan(bilinç), kendi kendine belirlenmiş. Platon'a göre autokinesis.
Doğa tarafından belirlenemez. İnsan istencinin kendi edimleri ile doğaya dönüşerek inşa ettiği. İkinci bir doğa inşa etme gesit görevi yani kültür inşası. Tinin dışlaşması doğada değil, tarihte yani zamandadır. Doğa=uzam, kültür=zaman, doğa dışarıdan bilince gelir.
"İnsan zamandır"Hegel.
Özgürlük kavramında temellenirse zorunluluk, iki kavramı eş kullanıyor Hegel. Zorunluluk belirlenim/determination gerektirir. Analitik değil, yani önermeyi tümel olarak koyup sonradan analiz edenler.
Platon 'cesaret bir erdemdir.' Korku çalış! 'Atatürk , size ölmeyi emrediyorum.
En örtük/ en ilişkisiz ancak yitik değil.
En yakın olan=topos=zemin=sıçrama tahtası
1 ilk soyutlama=isim=nomos : kavramın zemini, dış dünyadaki nesne değil, ona verdiğimzi isim. o şeyden ayrılmak için araya isim koyma, ilk aşama. İsim koyduğunda duyusal gerçeklikten simgeye taşıma, bilince taşıma. Dil olmadığında şuur yok. (Peki hayvanlar şuursuz mu?)
Platon, Eros, güzelliği doğurmak, afrodit erosu doğuruyor. anne rahmi(örtük) eros/çocuk (açık): doğurma, küvve olarak çocuk var, ancak doğumla tezahür ediyor.
"Her kavrayış cinayettir."Öldürmeden kavrayamıyoruz, öldürmezsen gelişemezsin. Kelam=kavram=bilinç=kendi ile kurulan
Dış dünya bilince anlam katmıyor, bilinç kendi kavrayışları ile, idrak: dış dünyadan yakalayıp kendine konu yapma'
Gerçeklik evriliyor, bilincimizin konumu ile mutlak gerçeklik ele geçmiyor. sattık/varlık
Düşüncenin kendisini her bildiğinde yeni form! cogito ergos tükenmez=düşünme yeteneği
Gerçeklik pozitif mi/diyalektik mi? Tüm toplumlarda aşama aşama ortaya çıkan gerçekliğin bir görüngüsüdür. Gerçeklik ortaya çıkmak istediğinde farklı formlarda tezahür eder ancak tüketilemez. Daiam Marx daha sonra bunu yasa, dinamik diyalektiğin kuvvetler çelişkisinin kendisi der. (işçi-işveren-toplum-meta=sistem) Bu sistemin içinde işçi-işveren çelişkisi var, üretime yabancılaşma. Hakikat ve gerçeklik aynı değil. Göreli tezahürlerdir! Zorunluluk, tarihsel olguların kendini dönüştürmesinin adı, felsefeyi bilim olarak kavrama.
Yasayı değiştiremiyorsam, koşulları değiştiririm ya hızlandırırım ya yavaşlatırım, yani sürece etki ederim.
0 notes
Text
''hepimiz bildiğimiz ve anladığımız şeylere tutunup hayatımızı sürdürürüz. buna da gerçeklik adını veririz. ancak bilgi ve anlama belirsiz şeylerdir. bu gerçeklik bir ilüzyondan da ibaret olabilir. insanlar yanılsamaların içinde yaşarlar. böyle de düşünülebilir, değil mi?''
bir süredir bu cümleleri düşünüyorum ve sorguluyorum. ne kadarı ilüzyon hayatımın, ne kadarı yanılsama olmadan yalnızca kendi gerçekliğiyle var, ne kadarı olduğu gibi? benim mutlulukla büyüttüğüm, üzgünlükle küçülttüğüm, sevgimle yarattığım ve öfkemle yok ettiklerim; çıkarlarım için iletişimde bulunduğum, çıkarları keyfime denk düştüğü için sarıldığım, bir gün benim de ihtiyacım olur diyerek dil döktüğüm, hiçbir fayda görmeyeceğimi bilmeme rağmen sayesinde durduğum. omzuna yaslanıp susmak istediğim zamanlarda baba olup saçlarını sevdiğim, saçlarımı sevenin susmasını istediğim, hep konuşmak istediğim, hiç duymak istemediğim. aklıma düştüğünde istifra hissi uyandıran, adımlar attığında çiçek açtıran. hangisi olduğu gibi? beni oluşturduğunu düşündüğüm tanıdıklarımdan karakterime eklediğim parçaların hangileri gerçekten o insanlarda vardı? ya da o insanlar var mıydı? ben o parçaları sonradan mı eklemiştim, seni geç mi tanımıştım ya da hep tanıyor muydum? ben bunun neresindeyim veya gerçekten bir yerde bulunmam mühim mi? hayat dediğin dönüşü asla olmayan bir tren yolculuğuysa senin biraz önce rayları öpüyor oluşun kimsenin umrunda değil, varış noktası tüm bunlardan daha önemli acele hislerde. peki bu yolculuğu katlanılabilir kılan ne? yolun güzelliği mi? elbet bitecek. vardığın yerdeki toz pembe yer mi? seni tüm bu kan ve is kokusuyla kabullenecek mi? inanabiliyor musun buna? bir yolculuğa çıkmış olmanın verdiği maceraperestlik duygusu mu? üzgünüm, önceden keşfedildi. yaşamak bir şeylere anlamlar vermek, bir kelimeyi oluşturmak, harflerine öpücükler veya bıçaklar eklemek, ardından tüm bu eylemlerin sonucunda sana öpücüklerinin şefkatini mi yoksa bıçakların ihanetini mi sunacağını beklemekten başka bir şeyi ifade etmiyor bazen. yani senin bıçaklarını ellerine ben tutuşturdum, dudaklarını yüzüne ben diktim. bunun farkında olduğumda hep siktir git, bunu unuttuğumda bana bir şeyler bahşet hayat. bu gelgitlerin içinde bazen taş, bazen akış. hep bir ikilem. bu ikilemlerin içinde hep tek. yani bazen. neyse, siktir git. farkındayım, keşke olmasaydım.
0 notes
Text
başka bir deyişle, bilginin, anlayışın az olduğu yerde dikkat daha güçlüdür.
caudwell - yanılsama ve gerçeklik
#christopher caudwell#yanılsama ve gerçeklik#karl marks#das kapital#blogger#edebiyat#kitap#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#ulus baker#marksist estetik#estetik#ludwig wittgenstein#baruch spinoza#felsefe blog#bertolt brecht#theodor adorno#minima moralia
10 notes
·
View notes
Link
Sahne sanatlarının kalıplarını sorgulayan, farklı sahneleme tekniklerini arayan ‘Hayat ters yüz’ sloganı ile 13 Kasım’da başlayan 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sona gelmek üzereyiz. Yurtdışından 12, Türkiye’den 16 olmak üzere toplam 28 tiyatro, dans ve performans topluluğunun katıldığı festivalde birkaç tanesi var ki özellikle dansın, tiyatronun/performans sanatının sınırlarını zorlayan bu festivalin asi çocukları…
23. İstanbul Tiyatro Festivali’nden işlerden “çizginin dışındakileri” konuk aldığımız röportaj serimizde sırada Kadar var. Kadar, teatral olanı, alıştığımız sahneleme mekânlarından çıkararak sahip olduğu potansiyel enerjiyi teatral olmayan, kamusal bir mekânda gösterme fırsatı sunuyor ve Shakespeare’in en zorlayıcı karakterlerinden Kral Lear’ın ruhunu, günümüz seyircisi ile 19. yüzyıldan kalma Kuzguncuk İskelesi binasında karşılaştırıyor. ProjeDifüzyon & Yoğunluk ortaklığında tasarlanan, gerçek anlamda kolektif bu projeyi, yönetmeni Özgül Akıncı, Skenografi’yi yapan Yogunluk ekibinden İsmail Eğler ve ProjeDifuzyon kurucusu ve oyunculardan Zinnure Türe ile konuştuk.
Röportaj: Gülin Dede Tekin
Kadar’ın işbirlikçileri Proje Difüzyon & Yoğunluk’un günümüz performans/sanat dünyasındaki yerinden bahsedebilir misiniz? Bu iki ekibin arayışta olduğu şey nedir?
İsmail Eğler: Mimari ile çağdaş sanat arasında bir oluşum olan Yoğunluk’un işi spesifik mimari yapıyı ve/ya mekânı bulmakla başlar. Klasik anlamda mimariyi yapı inşa etmek olarak düşünürsek, Yoğunluk, verili bir mimari içerisindeki ilişkileri, deneyimleri ve atmosferi yeniden kurar. Bulunan yapıda çeşitli araçlar kullanarak karmaşık sekanslar oluşturur ve bunu mekân içinde aranje eder, kurgular. Mekân önceliklidir, fakat mekânı salt strüktürel elemanlardan oluşan homojen bir alan olarak görmez. Aksine mekânı içindeki elemanlarla sürekli olarak devinen bütünsel bir nitelik olarak tartışmaya açar. Dolayısıyla mekân içerisinde şekillenen ışık, çeşitli yönlerden gelen sesler ve diğer duyusal formlar buna dayanarak oluşturulur, aranje edilir. Grubun işlerinde genellikle söz konusu mimari yapının şehirle olan ilişkisi mühim olsa da bu ilişki genellikle çerçevelenmez, öne çıkartılmaz.
Mekânsallık ziyaretçiyi içine alacak şekilde kurgulandığından ziyaretçi farkında olmadan da olsa işin bilfiil parçası haline gelir. Dolayısıyla her ziyaretçi mekânı dönüştürmekte olduğu gibi bizzat kendisi mekânın bir değişkenine dönüşmektedir.
Zinnure Türe: ProjeDifüzyon güncel olanının peşinden gider, bu arada kendine ve seyircilerine sorular sorar ve bu sorulara alternatif bakış açılarıyla cevaplar arar. Farklı disiplinlerle yaptığı işbirlikleri sayesinde beraber iş üretme ve kolektif bir akıl ile tasarım yapma amacında olan ProjeDifüzyon, bu sayede beraber iş üretmenin çoğaltıcı gücünden ve seyircisi ile birebir ilişki kurabilme becerisinden beslenir.
Proje Difüzyon’un alışılmış teatral mekânın dışına çıkmaya teşne olduğuna önceki işlerinden aşinayız. Kuzguncuk İskelesi’nde bir proje üretme fikri nasıl doğdu?
Zinnure Türe: Teatral mekânı kamusal alandan ayrı düşünmemekle beraber, gündelik algılarımızın dışına çıkmayı hedeflediğimiz işlerimizde, her gün içinden geçtiğimiz mekânlara başka bir gözle bakmak ve baktırmak da hedeflerimizden birisi. Bugün kamusal alanın sadece geçiş alanları olduğu düşünüldüğünde, bu mekânlarda zaman geçirmek, durmak ve mekânlarda gizlenmiş durumları ve olasılıkları aramak da çalışma yöntemlerimizden birisi. Mekânların (bu teatral bir mekân da olabilir), zaman ve bedenle ilişkisine odaklanarak yarattığımız farklı uzamların içinde türlü hikâyeler ve anlatım biçimleri aramaktayız.
İsmail Eğler: Üzerinde çalışırken uzunca bir süre uygun bir mekân bulamadığımız için proje askıya alınmıştı. Aylar sonra başka bir vesileyle iskele binasına gittiğimiz zaman buranın bu iş için biçilmiş kaftan olabileceğini düşündüm, akabinde Özgül’e durumu anlattık. Bu andan sonra proje yeniden canlandı ve bu mekânda büyümeye başladı.
Shakespeare’in Kral Lear’ının bu projeyle örtüştüğü yer neresi? Kral Lear gibi zorlayıcı ve çağrışımlarla dolu bir metinde sizin öne çıkarmaya çalıştığınız temalar/hislenimler neler oldu?
Özgül Akıncı: Kral Lear bu projenin başlangıcından beri bizimleydi. Ben Yoğunluk ile de ProjeDifüzyon ile de ilk kez çalışıyorum. İlk iş birliğimizde böyle bir eseri ele almak kimi zaman zorlayıcı olsa da genelde itici gücümüz oldu. Eserde çok geniş bir yelpazede seyreden duygulanımların ağırlık merkezlerini araştırdık, haritalarını çalıştık. Lear her şeyden önce bir edebi eser. Üzerine bir kütüphane dolusu çalışma var. Bunun yanında sadece prodüksiyon tarihine ve güncel yorumlarına bakmak bile öğretici. Çok defa kaybolur gibi olduk. Ama sonuç olarak Türkiye’de Shakespeare çalışmanın kendine has açmazları ve besle(n)diği yargılar altında kalmadan eserle ilişkimizi sıcak tutmanın yollarını aradık. Lear’ın sunduğu sonsuz kaynağı kolektif icra arayışımızda severek kullandık ve mekânsal pratiğe tercüme etmeye çalıştık. Lear’ın politik, felsefi ve edebi açılımları bizi birçok soru ile haşır neşir etti. İnsan algısının yanılsama ile göbek bağı ve sözün etik/ideolojik bağlayıcılığı şimdi bakınca en çok üzerinde durduğumuz sorular gibi görünüyor. Ayrıca, kan bağının zorunlu kıldığı kişilerarası sorumluluğu birçok durumda radikal olarak yeniden düşünmek önemliydi – ki bu cesaretle eserin sorularının izini kendi belleğimizde ve yaşantımızda da sürdük. Son olarak, Lear’ın sağladığı zengin dil sayesinde uzamda ve oyunculukta dramaturjinin merkezine duygulanımları alabildik. Ben kendi adıma mekânın diline ve atmosferin öğelerine uzun süredir kafa yoran Yoğunluk ile bu türden bir duygulanım merkezli dramaturji sayesinde ortak bir dil yakalayabildiğimizi düşünüyorum.
Mekânın kullanımı nasıl? Seyirci nasıl bir düzenle karşılaşıyor?
İsmail Eğler: Kadar‘da mekân kullanımını oldukça çeşitlendirdik ve mekânın geniş hacimlerini olabildiğince ince eleyerek seçtik. Yapının farklı boyutlardaki mekâncıklarını ışık ve ses ile birbirine örerek, geçişlerini olabildiğince akışkan olacak şekilde kurgulamaya çalıştık. Ziyaretçi için mekânda yer yer farklı bedensel konumlara geçeceği, gerek zihni, gerekse duyularının hareketleneceği şekilde bir deneyim oluşturduk.
Ziyaretçi/seyirci bu performansın neresinde duruyor? Onlardan bir beklentiniz var mı?
Özgül Akıncı: Ziyaretçilerden tek beklentimiz bu deneyime zaman ayırıp bizle olmaları. Kadar’ı mekânda bir hareket önerisi olarak düşünürsek ziyaretçiler de bu rotanın yolcusu oluyorlar diyebiliriz. Her deneyim gibi bu deneyim de da oldukça kişiye özel. Her performans 10 kişiye açık olduğu için bireysel deneyim yan yana hareket ettiğin 10 kişi ile birlikte bir grup deneyimini de kapsıyor. Ziyaretçilerin mekândaki devinimleri evrenin bütününden etkilenmeleri ile birebir ilişkili. Her performansta kendine has bir grup dinamiği gözlemlemeye başladık bile. Bu durum her performansı etkiliyor, hatta her icra kendi içinde dönüşüyor. En azından bu bizim arzumuz. Eğer performans bunun imkânını sağlayabiliyorsa özetle diyebiliriz ki; her ziyaretçi performansı kendi devinimi içinden yorumladığı gibi her grup da mekânda kendine has izler bırakıyor. Bu noktada belki oyuncuların deneyimini dinlemek ilginç olabilir. Ziyaretçilerle bu deneyimi birebir paylaşan ve yaratanlar olarak onlar için ziyaretçilerin varlığı çok daha hayati.
İsmail Eğler: Ziyaretçiyi kurmacayla gerçeklik arasında yüzergezer bir konuma almayı tercih ettik. Oyuncunun bulunduğu düzlemde konumlanan ziyaretçiler, oyuncuya dokunabilecek kadar yakınlaşsalar da hâlâ performansın kurgusal düzleminde olduğunun bilincindedirler fakat bu durum biteviye bozulup yeniden kuruluyor. Dolayısıyla oyuncunun sınırlarıyla ziyaretçinin sınırlarının net olmadığı bir mekânda kalıyor ziyaretçi.
Festival programı açıklandıktan sonra projenin ilerleyebilmesi için bir destek kampanyası başlattınız. Festivalde prömiyeri ve çok sayıda gösterimi oldu/oluyor. Peki ya festival sonrası?
Özgül Akıncı: Evet, bu projeye kendi imkânlarımızla başladık ve sürdürmeye çalıştık. Elbette kaynaklarımız bir noktada tükendi. Kurumsal bir desteğimiz olmadığı için sponsor arayışına girdik ama bu arayışımız da sonuç vermedi. Birçok ekibin karşılaştığı zorluklar bizim için de geçerli. Kitlesel destek kampanyası bize büyük bir destek sağladı. Mekân sponsorumuz olsa da bu mekânda istediğimiz gibi çalışabilmek için gerekli kimi teknik ekipmandan yoksunduk. Bunları karşılamak ve ekibimize birazcık da olsa maddi karşılık sağlayabilmek bize bir nefes aldırdı. Tüm destekçilerimize buradan bir kez daha teşekkür ederiz. Ayrıca, Kuzguncuk İskelesi gibi çok özel bir mekânda çalışmamızı sağlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Şehir Hatları’na da tekrar çok teşekkürler. Performans sezon boyunca Kuzguncuk İskele Binası’nda görülebilir.
1 note
·
View note
Text
GÜVERCİN / ERGİN ÖZLER
Yogada uzmanlaşma programı için bir makale yazmamız gerektiğini öğrenince bir hayli endişelendim. Makale, orijinal bir fikir içeren bir çalışma demekti ve benim ne bir akademik deneyimim ne de orijinal bir fikrim vardı. Hocamızın beklentisinin kişisel yaklaşım içeren bir çalışma olduğunu öğrendiğimde kısmen rahatladım.
Ne var ki, konu ararken fark ettim ki öznel bir şey yazmak daha da zordu. Bir gece konu bulamıyorum diye sızlanırken eşim bana beni en çok etkileyen yoga pozunu sordu. Benim için en etkileyici asana kesinlikle güvercindi. Asanaları, dönüştürdüğü bedensel alan ve onun metafizik izdüşümleriyle yani çakralarla ilişkilendirerek söylenebilecek çoğu şey bugüne kadar söylendi. Bu yüzden poza ismini veren mitolojik varlığı Hint düşüncesi içinde araştırmaya ve benim için ne ifade ediyor olabileceğini yorumlamaya karar verdim.
Güvercinle ilgili karşıma ilk çıkan Mahabharata’da ve Budist Cataka hikayelerindeki Kral Sibi’nin hikayesi oldu. Birkaç değişik versiyonu bulunan hikaye özetle şöyle: Kral Sibi Ay Hanedanından Kral Ushinara’nın oğlu ve halefidir. Adil ve hayırsever kralın ününü duyan İndra ve Agni onu sınamaya karar verirler. Agni bir güvercine dönüşerek sarayının avlusunda oturan Kralın kucağına iner ve kendisini bir şahinin takip ettiğini söyleyerek kraldan himaye ister. Kral yorgun kuşa “hayatını kurtulmuş bil,” diyerek güvence verir ve onu koruması altına alır. Hemen ardından şahin görünümündeki İndra avluya iner ve Sibi’den hakkı olan avını kendisine teslim etmesini ister. Kral sığınma bahşettiği birine ihanet edemeyeceğini, bunun tanrıları kızdıracağını, hatta kendinden sonraki nesilleri bile tehlikeye atacağını söyleyerek şahinin arzusunu reddeder ama onun talebindeki haklılığı da görerek mutfağından ne isterse yiyebileceğini, açlığını dindirebileceğini söyler. Şahin kralın mutfağındaki yemekleri istemediğini, Tanrı’nın ona bahşettiği avın hakkı olduğunu söyler ve güvercini bırakması için krala ısrar eder. Kral, kendisine sığınan birine ihanet etmeyeceğini tekrar ederek şahinden ona bir başka seçenek sunmasını ister. Bunun üzerine şahin avından vazgeçmeyi kabul eder ancak bir şartı vardır: Kral güvercinin ağırlığı kadar kendi etinden vermelidir. Güvercinin fazla ağır olmayacağını düşünen Kral Sibi sevinerek şahinin şartını kabul eder. Hemen bir bıçak ve terazi getirtir, baldırından bir et parçası keserek bir kefesinde güvercinin durduğu terazinin diğer kefesine koyar. Terazi dengelenmek şöyle dursun kıpırdamaz dahi. Bunun üzerine Sibi bedeninin değişik yerlerinden kestiği parçaları teraziye koymaya devam eder ancak çabaları beyhudedir. Terazinin kefesi bir türlü oynamaz. Kesecek uzvu kalmayan Kral Sibi nihayet sürünerek tartının kefesine çıkınca terazi dengelenir. Agni ve Indra gerçekte kim olduklarını açıklar ve Sibi’nin yaralarını iyileştirerek onu eski haline getirirler.
Hikâye bir fazilet hikâyesidir, fakat aynı zamanda Hint maneviyatında sık karşılaşılan mistik bir soruya yanıt arayan bir metafordur: Gerçek benliğe (Atman) insanın özündeki ölümsüz öğeye nasıl ulaşılır?
Zengin simgesel anlamlarla yüklü hikâyenin kahramanı Kral Sibi Budist geleneğe göre Buda olacak kişinin geçmişteki tecessümlerinden biridir. Zaten Cakata hikâyeleri Siddhartha Gautama’nın geçmiş hayatlarını anlatır. Bu hikâyede Kral Sibi, bizzat tanrılardan aydınlanma (Samadhi/Nirvana) yolunda önemli bir ders alır. Gerçeğin gizlenmesi teması hikâyenin esasını oluşturur. Hakikat, olay örgüsünün sonuna, Kral Sibi nihai fedakarlığı yapana kadar ortaya çıkmayacaktır. Burada söz konusu olan, Hint düşüncesinin önemli öğelerinden biri olan maya kavramıdır. Algılanan gerçeklik bir yanılsamadır; karmanın (evrensel nedensellik yasası) yani zamansal koşulların ve mekânsal sınırların ürünüdür. Gelip geçicidir. Mircea Eliade Yoga kitabının önsözünde maya kavramını şöyle açıklar: “Bu terim haklı olarak “yanılsama, kozmik yanılsama, serap, büyü, teşekkül, gerçek dışılık vs.” olarak çevrilmiştir, ama yakından incelendiğinde mayanın Varlığın bir parçası olmadığı, ‘teşekkül’ ve ‘zamansallık’ içerdiği için bir ‘illüzyon’ olduğu fark edilir.”[1] Mayanın ötesinde tüm koşullandırmalardan bağımsız bir mutlak hakikat, bir değişmeyen vardır. Yoga işte bu yanılsama perdesinin aralanmasını sağlayacak teknolojinin üretilmesinden başka bir şey değildir. Hint tinselliğinde hakikatin idraki kendini tanıma yoluyla elde edilen metafizik bir hakikatin keşfidir. Metafizik işlevi olmayan bilgi sadece değersiz değil kozmik yanılsama ile olan bağı güçlendirdiği için zararlıdır da. Yogayı oluşturan sekiz uzvun ikincisi Niyama’ların (disiplin) son öğesinde bu işlev net biçimde ortaya konur: “Yoga metafiziğini öğrenmek ve Tanrı’yı (İşvara) her eylemin gerekçesi haline getirmek.”[2] Kendini tanıma çabasını değerli kılan şey, ruhun kurtuluşunu sağlayacak pragmatik fonksiyonudur. Ancak kendini tanıma yolu zorluklarla dolu bir yoldur. Çünkü koşullanmalar insandan gizlidir. Samskara (bilinçdışı izler) ve vasana’lar (gizli eğilimler) insan edimini ve dolayısıyla karmayı belirler. Yaptığımız her eylem, başımıza gelen her olay, içine düştüğümüz her durum bir samskara “içe işleme, iz bırakma” ile sonuçlanır. Tıpkı doğumun engellenemez ve ölümün kaçınılmaz olması gibi bilinçdışı bu kalıntılar ve izler insanın gelecek eylemlerini kaçınılmaz kılar. Kurtuluşa ulaşma sadece bu kalıntıların ve eğilimlerin izini sürmek, onları saptamak ve nihayet onların üzerimizdeki hakimiyetine son vermekle mümkündür. Elbette bu psişik yapılar aynı zamanda insanın kişiliğini oluşturur. Bireyin bu izlerin boyunduruğundan kurtulması demek kişiliğinden vazgeçmesi, tanıdığı bildiği haliyle kendini yok etmesi yani yaşarken ölmesi demektir. İnsanın vuslat için kişiliğini külliyen yok etmesi gerekir. Kral Sibi’nin hikayesinde de yanılsamanın son bulması, hakikatin ortaya çıkması ancak Sibi’nin varlığını feda etmesiyle gerçekleşir. Kral Sibi’yi kendisi yapan, onun kişiliğini oluşturan şey onun tarihselliği, kişisel hikâyesidir, Atman’a ulaşmak için vazgeçmesi gerekenler de bizzat bunlardır.
Elbette Yogin bu keşif seyahatine kendisini hazırlamalıdır. Patancali’nin tanımladığı Yoganın sekiz uzvundan ilk ikisinin yani Yama (sakınma) ve Niyama’ların (disiplin) Yoga teknikleriyle ilgisi yoktur, hemen her dini ahlaki düşünsel sistemde karşılaşabileceğimiz genel fazilet ve ahlak kurallarından oluşur. Asıl işlevleri yeni maya tohumları ekilmesinin olabildiğince önüne geçmektir. Yogin bu kurallara riayet ederek, önündeki engelleri yenilerini oluşturmadan aşmayı hedefler. Nitekim faziletiyle ünlü Sibi bu yolculuğa çıkmaya hazırdır. Kendini tanıma yolculuğu zahmetlerinin yanı sıra acı vericidir de. Nitekim Sibi kendini parça parça İndra’ya kurban ederken büyük ızdıraplara göğüs germek zorunda kalır; her bir samskara ile yüzleşme, fiziksel olarak “etinden et koparmaya” tekabül edecek şiddetli kederlere yol açacaktır. Yoga yolu çile yoludur, çünkü acıyı sona erdirmek onu derinlere gömmekle değil ancak çekmekle mümkündür. Yogin yaşayacağı acılara rağmen benliğiyle yüzleşmek zorundadır, kurtuluşun tek yolu budur.
Peki Kral Sibi’nin uğrunda bu denli büyük fedakarlık yaptığı hakikat nedir? Samkhya ve Yoga felsefeleri düalist bir gerçeklik anlayışı tasvir eder. Vakıa ikiliği oluşturan öğeler Prusha (Ruh) ve Prakrti (Töz) birbirine bağlıdır, çünkü Purusha’nın bilinmesi Prakrti’nin bir hâli, hatta en saf hali olan (buddhi) akıl/idrak vasıtasıyla mümkün olur. Burada bahsedilen elbette metafizik idraktir. Yani tözün işlevi en saf haline ulaşarak Ruhu (Purusha) yansıtmaktır. Bu ikili gerçeklik anlayışı içsel ve dışsal olarak da nitelendirilebilir. Töz içine hapsolmuş varoluşu aşmanın anahtarı onun en katışıksız hâline (saf akıl) ulaşmaktır. Samkhya felsefesi maddi, zihinsel ve aynı zamanda psişik evreni oluşturan praktri’nin üç formunu tanımlar. Bunlar sattva (aydınlık), racas (devinim) ve tamas’dır (karanlık).[3] Bu üç guna maddi ve manevi varoluşun her bir parçasını oluşturur. Kozmostaki her şey üç guna’dan oluşmuştur, bunların oranı varlığın kendine özgü yapısını belirler. Bu üçleme Vedik ilâhların en eskisi Agni’de yansıma bulur. Agni’nin kendisi de bir üçlemedir: Sudan doğan Agni, bir yıla kalmadan boynuzlarını bileyen boğaya dönüşen bir buzağıdır; iki çubuktan (yani ateşten) doğan Agni ateş dilli bir oburdur; göklerin en yüksek katından doğan Agni bir kartaldır. Ayrıca Vedik ilâhilerde göklerin taşıyıcısı, evini ölümlülerin arasında kurmuş, her şeyi gören ve bilen bir ölümsüz olarak kutlanır. [4] Maddi üç elementi suyu, ateşi ve havayı barındıran Agni yerle gök, ölümlüyle ölümsüz arasındaki bağlantıdır. Üç guna'yı dolayısıyla praktri’yi bünyesinde toplamıştır. Sattva ve tamas aynı madalyonun iki yüzüdür. Agni’yi ateş dilli bir doymak bilmez olarak tasvir etmek bu ikilemi simge durumuna taşır. Agni bir yandan varoluşu aydınlatırken diğer yandan önüne çıkan her şeyi yutarak karanlığa gömer. Sudan doğan ve vakit kaybetmeden bir boğaya yani güç, cinsellik ve üreme sembolüne dönüşen Agni yaşamın ta kendisidir, harekettir, devinimdir yani racas’tır. Üçlemenin son parçasını oluşturan göklerin zirvesinden doğan kartal Agni ilahi bakış açısının temsilidir, her şeyi görür, her şeye hakimdir. O, arı akıl yani buddhi’dir. Vedaların ateş tanrısı, gökyüzünde güneşin, yeryüzünde ateşin temsilcisi, yaradılışı ve hayatı simgeleyen Agni’nin Kral Sibi’nin öyküsünde avcısından kaçan savunmasız bir güvercine dönüşmesi manidardır çünkü yaşam, bu muazzam güç, aynı zamanda kırılgan ve savunmasızdır. Kral Sibi’nin güvercin formunda betimlenen yaşam için kendi hayatını feda etme motifi ilk bakışta çelişkili görünse de Yoga felsefesinde merkezi bir yer tutar zira ölümsüzlük ancak yaşarken ölmekle mümkündür.
Terazi de Kral Sibi’nin öyküsünü bir vahdeti vücut anlatısı olarak anlamlı kılan evrensel imgelerden biridir (İslam düşüncesinde de Hak(k) hem yaratan hem de adalet anlamı taşır). İnsanlık bilincinde adalet sembolü olarak yer eden bu imge öyküde benzer bir kavrama işaret eder: birlik. Tüm hayat birdir ve her canlının özü aynıdır. Kral Sibi verdiği sözü tutmak için tek bir şansı olduğunun farkına vararak kefeye tırmandığında terazi dengelenir. Kral için karar anı tanrısal özünün farkına vardığı aydınlanma anıdır. Sibi’nin Agni ile eşit ağırlıkta olduğunu kavrarız, aksi de zaten mümkün değildir. Çünkü farkında olmasa da o ve Agni birdir, aynı ölümsüz varlıktır, yaşamın kendisidir. Kral Sibi’yi farkındalıktan mahrum bırakan şeyler ise birer yanılsamadır. Birliğe ulaşmak için hakikati, yani kendi özünü kavramalı yanılsamanın ötesine geçmelidir.
Hikâyede bir şahine dönüşen İndra, Yunan ilahı Zeus veya pagan ilahı Thor ile kıyaslanabilir; savaşın, yağmurun ve nehirlerin tanrısıdır, kötücül yılan Vritra’yı silahı yıldırımla öldürerek suların serbest kalmasını sağlamıştır. Kaos karşısında düzeni, kötülük karşısında erdemi simgeler. Kral Sibi’nin hikayesi Mahabharata’nın orman kitabında (3. Kitap) geçer. Ayrıca, İndra en tanınmış dini Hint metni Bhagavadgita’nın kahramanı Arjuna’nın babasıdır Bhagavadgita, Mahabharata’nın 6. kitabının bir bölümünü oluşturur ve üvey kardeşi Karna ile savaşmak zorunda kalınca ahlaki bir ikilem içine düşen Arjuna’nın öyküsünü anlatır. İndra Bhagavadgita’da da kılık değiştirir. Bu sefer bir şahin değildir, Karna’nın huzuruna fakir bir Brahmin kılığında çıkar ve ondan, onu yenilmez kılan zırhını ve küpelerini ister. Babası Surya tarafından uyarılmış olan Karna huzuruna gelenin İndra olduğunu bilir ama yine de yardım isteyen birini (özellikle de tanrıların kralını) geri çevirmez; Arjuna ile gireceği büyük muharebenin arifesinde savunmasız kalmak pahasına zırhını ve küpelerini İndra’ya verir. Annesinin hatasıyla varoluşa hazırlıksız yakalanan Karna, bu kez kendi arzusuyla yok oluşa hazırlıksız yakalanacaktır.
Hindolog Kevin McGrath’ın bahsettiği ve Vedik mitolojiyi dolduran sembolizm yüklü İndra (yağmur) – Surya (güneş) çatışmasına [5] ek olarak İndra, hem Kral Sibi’nin öyküsünde hem de Bhagavadgita’da kritik bir rol oynar: Kılık değiştirerek huzuruna çıktığı kahramanları doğru olanı yapmaya zorlar. Nitekim, Kral Sibi’nin öyküsünde Sibi’den yerine getirilmesi neredeyse imkânsız şeyler ister. Söz konusu talepler, her ne kadar acımasız da görünse, Sibi’yi yeniden doğuşa ulaştırır. Burada karşımıza çıkan Yoganın ayırt edici bir diğer özelliği, hem ritüel hem de yalın anlamıyla yetiştirici, donatıcı, erginleyici[6] yapısıdır. Sibi’nin hikâyesinde İndra’nın manevi rehber (guru) işlevi açıktır. Gerçekten, “Yoga tek başına öğrenilemez, bir manevi rehberin yol göstericiliği şarttır.”[7] Hikâyede İndra’nın taviz vermeyen tavrı, ya-hep-ya-hiç dışında seçenek bırakmayarak öğrencisini yönlendiren bir hocanın tavrını andırır. Yogin, gurusunun rehberliğinde aydınlanma yolundaki engelleri aşmaya çalışacaktır. Yoginin içsel yolculuğunun hedefi moksha’dır, ama bu seyahat amacına ulaşmasa da yogin yolculuğu boyunca varoluşun çeşitli güçleriyle ve bilincin farklı katmanlarıyla karşılaşacaktır.
[1] Eliade Mircea, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük, Alfa Yayınları 2017 çev. Ali Berktay, s.13
[2] Eliade, Yoga ve Ölümsüzlük
[3] Eliade Mircea, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük, Alfa Yayınları 2017 çev. Ali Berktay, s.30
[4] Graves Robert, The White Godess, Noonday 1948, New York, s.302
[5] https://en.wikipedia.org/wiki/Karna
[6] İng. sıfat initiative, Eliade Mircea Yoga ve Ölümsüzlük s.19
[7] Eliade Mircea, Yoga ve Ölümsüzlük s.19
4 notes
·
View notes
Text
“TUŞ BAKIŞI”
Soluk ve örselenmiş umut yelkenleriyle karadan açığa doğru yeni yollara, bilinmez rotalara doğru giderken, ufuk çizgisine yakın bir mevkide, göze çarpan koyu gri bir buluta uzun uzun bakmaktır tuş bakışı...
Yaşamın bitmek bilmeyen telaşı içinde kulağı delercesine gelen nahoş sözler, kötü haberler, art arda sıralanan aşılması güç engeller tüketirken ömrünü, milyonlarca yıllık genetik içgüdüler ile, ileri doğru adım atar insan. Yenilgiler, hezeyanlar ve kırılan umutlara rağmen yeniden denemeyi şiar edinmiş ruhuna asla dur diyemez. Birilerinin hayatlarından geçerken, hayatından geçen başka birilerinin bıraktığı izlere bir ad vermek ihtiyacı, oluşabilecek derin boşluğu tek kelime ile dolduruverir anlaşılması en tuhaf şekilde. “Tecrübe” deyip geçiverir aklını yerinde tutabilmek için. Kimileri kendi hatalarını yaparken, kimileri yapılmış hataların izlerini sürerek aynılarını yapmamak adına gözlerini dört açar. Bu sayede onlar da kendi özgün yanlışlarını meydana getirip bu deneyler cennetine izler ve açılmaması gereken işaretli kapılar bırakırlar. İnsan hayatı, diğer canlılara nazaran çok daha fazla hatayla bezenmiştir. Bunun yegane sebebi, akıl üstünlüğü yanılgısı ve farklı olma sanrısıdır. Başkalaşan zihin, kendi içinde yarattığı küçük devrimlerin genele uyarlanmasını fazla hafife almaktan kendini alamaz. Öte yandan daha evvel yapılmış hataları yapmaktan hiç üşenmeyenlerin müthiş çoğunluğu, nispeten daha akılcı olanların ayağına dolanması kaderin ve sistemin bir parçası olan kara sarmaşık görevinden hiç taviz vermez. Evrenin varlığını, varlık sahasının bütün öğelerini de dahil ederek sorgulamaya yönelen fikir atölyesi zihinler, mutlak gerçeklik arayışının yanılsama tuzağına ezel ebet düşerken kavram ve anlam verme ihtiyacı, gedikleri kapatmak için en uygun halisünasyonları çoktan seçmiştir. Arayışta birer yapıtaşı gibi görünen geçmişin mirası kurgular, aslında aranan mutlak gerçeği perdeleyen birer duvardır. Saf gerçeklik, akıl, zihin, anı, gen tecrübe kayıtları ve hislerin tam mutabakat sağlayacağı bir nokta olabilecekken, bunları sanrılardan arındırmadan bir araya getirmek, çalışmayacak bir saat zembereğini ısrarla birleştirmekten farksızdır.
Olasılıklar, olanaksızlıklar, ortalamalar ile varılması mümkün olmayan tek yer, gerçekliktir!
Bu gibi hallere, farkındalıkla bakarken, değiştirme gücü olmadığı için yalnızlaşan kimselerin, ahmakça görünen bakışlarıdır, “Tuş bakışı”
BAYBA
#bayba
#bayba#yazıyorum#edebiyat#köşe yazıları#edebi yazılar#güzel sözler#makale#yazılarım#writers on tumblr#şiirheryerde
2 notes
·
View notes
Text
Balık Burcunda Neptünyen Dolunay
10 Eylül Cumartesi Balık burcunun 17 derecesinde dolunay diye tabir ettiğimiz Ay-Güneş karşıtlığı yaşayacağız. Bu görünümden öncelikle değişken burçlarda ( Balık, Başak, Yay, İkizler ) önemli yerleşimleri olanlar etkilenecek.
Dolunaylar enerjisel olarak, açığa çıkma, sonuçlandırma durumlarını tetikler ancak bu dolunay Neptün’ le kavuşumda dolayısıyla bulanıklık, belirsizlik, yanılsama içeriyor.Özelikle ikili ilişkiler ile ilgili açığa çıkacak gerçekler ,kafa karıştırıcı ve kurban pozisyonuna düşürücü olabilir.Başak burcunun istediği netlik, somut gerçeklik ve biraz da pragmatik unsurları elde etmek çok zor dolayısıyla Balık’ın çözülme ve dağılma enerjisi galip gelecektir bu yüzden birçok birliktelik önemli sınavlar verecek Terazi Burcunda geri harekete başlayan Merkür de bu durumu destekleyecek.
Dolunayın sabian sembolü Balık’taki ay ve neptün kavuşumuna uygun olarak mistik öğeler içeriyor. İlham içeren konular, sağlıkla ilgili çözülmesi - şifalandırılması gereken rahatsızlıklar, bilinçaltımızda tekrarlayan ve çözüm bekleyen unsurlara çözüm üretmek, dua ve meditasyon çalışmaları için uygun bir görünüm. Rüyaları , eşzamanlılıkları ve sembolleri takip etmek gerekir. Sağlık açısından, romatizmal rahatsızlıkların artabileceği bir dönem, alkol ve ilaç kullanımı sırasında çok dikkatli olunmalıdır, dağıtıcı olarak çalışır, zehirlenmeler artacağından yediğinize içtiğinize de dikkat edin.
Bu görünüm Türkiye haritasında karmik ve zorlu çalışan bir noktayı tetikliyor. Bu dönem maalesef yanlış bir dış politika yürütülebilir komşular ve diğer ülkelerle gerilim artabilir. Ekonomik açıdan da enflasyon tetikleyici bir görünüm var.Ülke yönetimindeki önemli bir kişinin sağlık sorunları gündeme gelebilir.
Dünya genelinde denizlerden ve sulardan gelebilecek doğal afetlere karşı dikkatli olunması gerekir.
0 notes
Text
BLOW UP ANALİZİ
Michelangelo Antonioni imzalı 1966 yılında çekilmiş bir film olan Blow Up’da Antonioni, tamamen gerçekliğin kırılganlığı üzerinden giderek seyirci ile birlikte başkarakterimizi bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta başkarakter olan fotoğrafçının istemeden bir cinayete tanık olduğunu fark etmesiyle birlikte kamerasına yansıyan bu gerçeği deşifre etme çabasıyla gerçekleşiyor.
Film Thomas’ın bir nevi erkekliği ile eş konuma gelen makinesi ile kadınların fotoğraflarını çeken tanınmış bir fotoğrafçı olduğunu izlememiz ile başlar. Bu makinesiyle rastgele bir parkta çektiği fotoğraflar ile bir kadın ile erkeğin birlikte gezerken ve öpüşürken ki fotoğraflarını da çeker.
Fakat sonra fotoğraflarının çekildiğini anlayan kadın bunu histerik bir şekilde istemediğini belirtmesi üzerine o adamla yasak bir aşk yaşadığını düşündüren ama yönetmenin oluşturduğu bir yanılgıdan ibaret olan filmin ilerleyişi; Thomas’ın bu fotoğraflar ile bir kompozisyon yaratmaya çalışırken bu gerçekliği irdeleyerek arka planda çalıların arasında kalmış bir gerçeği ortaya çıkarmasıyla farklı bir hal alır. Bu olaydan sonra izleyicinin bir yasak aşka tanık olduğu gerçeği yıkılarak ortaya bir cinayetin kanıtı olarak yeni bir gerçeklik çıkmıştır.
Yönetmen zaten irdelediği bu konuyu sürekli seyircinin önüne farklı şekillerde ve simgesel olarak çıkararak hikâyeye yayar. Örneğin filmin başlarında aynada yansıması görülen modele doğru giden Thomas aynaya dokunarak bu gerçekliğin bir yanılsama olduğunu bize gösterir. Bir başka sahnede fotoğrafları almak için gelen kadına yanlış negatifleri vererek kadının gerçekliği üzerinden oyun oynaması ve Paris’te olması gereken modeli bir parti de görünce modele “Sen Paris’te olmayacak mıydın?” sorusuna cevap olarak yarı ayık olan modelin “Paris’teyim.” Demesi film boyunca bu gerçekliğin değişkenliği üzerinden yapılan güzel atıflar olmuştur.
Son olarak ta filmin başında ve sonunda gördüğümüz pandomim sanatçılarının oynadıkları tenisi izlerken yaratılan bu sahte gerçekliğe ayak uyduran Thomas’ın dışarı kaçan hayali topu gerçekmiş gibi yerden alıp oyunculara geri atmasıyla hem onun hem de izleyenler olarak bizim kulaklarımıza gelen ses ile yönetmen filmi ustaca anlatmak istediği fikre bağlamıştır. Yönetmen kamera hareketleri ile çoğunlukla seyirciyi Thomas ile eşdeğer bir şekilde tutma gayesi de sinematik anlatıya dair diğer bir önemli noktadır .
Genel olarak Antonioni, Blow Up filminde kullandığı göstergebilimler ile hikâyesini daha da zenginleştirerek özünde çok basit bir şeymiş gibi görünen gerçekliğin ne kadar ulaşılamaz ve değişken olduğunu başarıyla anlatarak kült bir film ortaya koymuştur.
*günay
0 notes
Text
Meta, Önümüzdeki İki Yıl İçinde Dört Yeni VR Kulaklık Türünü Başlatmayı Planlıyor
Meta, Önümüzdeki İki Yıl İçinde Dört Yeni VR Kulaklık Türünü Başlatmayı Planlıyor
Meta, kendi metaverse vizyonunun gerçeğe dönüştüğünü görmek istiyorsa, daha fazla insanı VR gözlüklerine sokması gerekiyor – çünkü şu ana kadar Zuck and Co.’nun hayali metaverse’sinde gördüğümüz örneklerin çoğu, tamamen sürükleyici sanal gerçekliği içeriyor. ve sonsuz sayıda etkileşimi mümkün kılan dijital alanlar.
youtube
Buna uygun olarak, The Information’ın Meta’nın planlarına dayalı yeni bir raporuna göre, Meta’nın önümüzdeki iki yıl içinde dört yeni VR kulaklık piyasaya sürmeyi planladığı bildiriliyor.
Bilgiye Göre:
“Konuya aşina bir kişiye göre Meta, işin geleceği için bir cihaz olarak faturalandırdığı üst düzey bir VR ve karma gerçeklik başlığı olan Project Cambria’yı Eylül ayı civarında piyasaya sürmeyi planlıyor. Cambria’nın aslında geçen yıl çıkması gerekiyordu, ancak piyasaya sürülmesi tedarik zinciri ve pandemi ile ilgili diğer sorunlar nedeniyle ertelendi.”
Nitekim Meta, geçen yılın sonlarında, daha kapalı tipte bir cihaz gibi görünen Cambria kulaklığına ilk bakışı sağladı.
youtube
Cambria kulaklığının şunları içereceği bildiriliyor: yüksek çözünürlüklü görüntü kalitesi, daha ayrıntılı uygulamalar için, aynı zamanda kullanıcının tüm yeni karma gerçeklik deneyimlerini kolaylaştırabilecek dışa bakan kameralar kullanarak gerçek dünyadaki çevrelerini görüntülemesini sağlar.
Cambria aynı zamanda Meta’nın göz izleme ve yüz ifadesi tanıma özelliklerini içeren ilk kulaklık seti olacak ve bu da dijital ortamda daha fazla etkileşim kapasitesi sağlayacak.
Şu anda, daha gelişmiş modelin, aynı zamanda daha genel kullanım VR uygulamalarını mümkün kılarken, uzaktan toplantıları ve işbirliğini kolaylaştırmaya özel olarak odaklanan profesyonel kullanıcılara yönelik olduğu görülüyor.
Cambria’nın ilk yinelemesinin piyasaya sürülmesinin ardından Meta, şu anda 2024’te piyasaya sürülmesi planlanan daha da gelişmiş bir VR kulaklık türü planlıyor ve ayrıca popüler Quest başlığının sırasıyla 2023 ve 2024’te iki yeni versiyonunu piyasaya sürecek.
Aynı zamanda, Meta’nın şu anda Project Aria olarak adlandırılan AR gözlükleri, geçici olarak 2024’te perakende piyasaya sürülmesi planlanıyor ve esas olarak Ray Ban Stories’in ilk akıllı gözlüklerinin piyasaya sürülmesiyle genişleyecek (Not: Meta artık AR gözlüklerine ‘Proje’ olarak atıfta bulunuyor. Nazare ‘, bu, gelişimde de bunların iki varyasyonu olduğu anlamına gelebilir).
youtube
Zaman çizelgesi, Meta’nın, ideal olarak hem VR alımını hızlandıracak hem de Meta’nın bir sonraki seviye dijital ortamlarından daha hızlı para kazanmasına yardımcı olacak olan metaverse kaymasıyla uyumlu olarak VR üzerinde büyük bir baskı yaptığını görecek – çünkü şu anda Meta hissedarları Anlaşılır bir şekilde, Meta’nın metaverse çabalarında herhangi bir büyük getiri görmek için on yıllık zaman çizelgesi konusunda biraz tedirginler.
Meta’nın geçen hafta paylaştığı Q1 kazanç raporunun bir parçası olarak, Meta CEO’su Mark Zuckerberg, şirketin uzun vadeli vizyonunu ve şu anda geliştirilmekte olan projelerinden kaçının bir süre için ödeme yapmayacağını açıkladı:
“İÇİNDEe şimdi temel olarak ürün ekiplerine gelecekteki ürünlerimizi, geleceğe iki veya üç versiyon oluşturmaları için fon sağlıyoruz. Çünkü donanım tasarlarken, bunlar inşa ettiğiniz çok yıllı planlardır ve buna girecek tüm parçaları bir şekilde çözersiniz. […] Bu ürünler gerçekten pazara girene ve anlamlı bir şekilde ölçeklenene kadar ve bu pazar büyüyüp, bunun işe büyük bir gelir veya kâr katkısı sağlayana kadar olmayacak. Bu yüzden, bu on yıl sonra olmamızı beklediğim geçmiş aramalara rengi verdim, değil mi? Belki de öncelikle, bu, o noktada birincil bilgi işlem platformu olarak daha yerleşik hale geldiğinde, çok heyecan verici bir 2030’lar olmasını beklediğim şeyin temelini atıyor. “
Bu nedenle, Meta’nın kendisi, şirketin öngördüğü tam işlevsel, sürükleyici katılım deneyimi olmadan önce birçok yinelemeyi üstlenecek şekilde ayarlanmış uzun vadeli bir strateji olduğu konusunda hiçbir yanılsama altında değildir (NFT’lerini satan herkes için not edin). projeler ve benzerleri, metaverse’nin zaten burada olduğunu iddia ediyor).
Ancak bu aynı zamanda, Zuckerberg’in büyük vizyonunun gerçekten gerçekleşmesi umuduyla, maliyetler ve giderler artmaya devam ettikçe, şirketin hissedarlarının bir süre sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiği anlamına geliyor.
Öyle görünüyor ki, ancak öyle olsa bile, pazar genellikle sabırlı bir ortam değil, bu nedenle Meta şimdi alt çizgisini iyileştirmek için mümkün olan yerlerde maliyetleri düşürmeye çalışırken, aynı zamanda VR’nin benimsenmesini artırmak için yeni ürünler sunmaya çalışıyor. işin o unsurundan gerçek para kazanmaya başlayın.
Hangisi oluyor. Quest 2 satışları istikrarlı bir şekilde artarken Meta, insanların Quest mağaza içeriğine şimdiden bir milyar dolardan fazla harcadıklarını söylüyor.
Buradaki fırsat açıkça gelişiyor ve Meta, VR birim satışlarına odaklanan ilk perakende mağazasının lansmanı ve farklı kullanım durumlarına hitap etmek için yeni VR kulaklık türleri başlatmaya yönelik bu yeni çaba ile şimdi bu ivmeyi zorlamaya hevesli.
Bunu, büyüyen VR başlıkları listesiyle birleştirin ve Meta’nın kulaklıklarının, metaverse ortamına bir sonraki büyük baskıdan önce, bu önümüzdeki tatil sezonunda bir kez daha büyük talep göreceğini hayal edebilirsiniz.
Bu yeni cihazların, AR gözlüklerinin daha geniş metaverse itişini beslediği ve potansiyel olarak uzayda yükselen aktiviteden yararlanmak isteyen tüketiciler için önemli bir bağlantı cihazı haline geleceği yer burasıdır.
Meta’nın gerçekten ihtiyacı olan şey de bu. Bir sonraki etkileşim düzeyinin çığırtkanlığını yapmak bir şeydir, ancak orada, VR alanında aşırı ilgi çekici bir şey yoksa, bu yeni kulaklıkların teknolojik olarak ne kadar gelişmiş olabileceği kimsenin umurunda olmayacaktır.
Şu anki durum böyle hissettiriyor. VR dünyaları var ve Meta’nın dijital ortamında sürekli büyüyen seçenekler var, ancak gerçekten, bu çok zorlayıcı bir seçenek değil, kulaklıktan hareket tutması ve kaşıntı da insanların VR’de geçirecekleri zamanı sınırlayabilen faktörlerdir. herhangi bir oturumda.
Gerçekten, Meta’nın orada daha çekici uygulamalara ve araçlara ihtiyacı var ve belki de VR yaratma platformu Horizon Worlds, Grand Theft Auto ve Resident Evil gibi popüler oyunların VR versiyonları da kulaktan kulağa yayılmasına ve hatta görülmesine yardımcı olabilir. daha fazla alma.
youtube
Bunun içinde zihinsel sağlık hususları da var ve umarım Meta, daha kapalı VR ortamının mevcut sosyal medya platformlarından daha da zarar verici olmasıyla birlikte, baskısını artırırken bunu da hesaba katar.
Meta ayrıca daha yenilikçi, sonraki seviye deneyimleri beslemeye yardımcı olmak için VR için bir içerik oluşturucu finansman programı başlattı, ancak bunların tümü zaman alacak ve gerçekten güçlü, kritik bir kitle olana kadar VR’nin ‘olmazsa olmaz’ bir seçenek haline geldiğini görmek zor. her gün giriş yapmak için bir neden yazın.
Geleceğinden şüpheleniyorum, ama henüz görmedik. Ancak geldiğinde, VR’nin benimsenmesinin çok hızlı artmasını ve Meta’nın hisse fiyatının da onunla birlikte yükselmesini bekleyebilirsiniz.
Kaynak, Siteyi Ziyaret Edin
0 notes
Text
Muhalefet yanılsaması! - Gazete Karınca
Muhalefet yanılsaması!
Erdal Doğan
Millet Cephesi, zamlara ve baskılara rağmen rejimi değiştirme gücüne sahip midir? Tüm veriler gösteriyor ki henüz değil!
Ama neden ki tüm anketler Millet Cephesini Cumhur İttifakına karşı hep 3-5 puan önde gösteriyor. Bu anketlere göre bile olası erken seçim veya normal seçimde Millet Cephesi ne ortak adayla Cumhurbaşkanı adaylığını kazanabilir ne de mecliste Anayasa’yı değiştirme çoğunluğunu!
Altılı partiden oluşan Millet İttifakı içinde HDP yok biliyorsunuz. Yok çünkü HDP onlar için sanki vebalı bir kitle partisi ve uzak durulması gereken ama onlara muhtaç gibi düşünülen bir parametre! İşte bu nedenle başlangıçta kaybedilen başlangıç noktası burası.
Buna ek aşağıdaki nedenlerle Erdoğan ve Ak Parti halen önümüzdeki seçimin en önemli kazanını ve yine belirleyeni.
Çünkü yeri ve zamanı geldiğinde Kürt meselesini çözmekten ziyade de olsa pragmatik siyasal nedenlerle “umut yaratmada” ve Kürt siyasal cephesinin tüm aktörleriyle görüşebilme, diyalog kurabilme cesaret ve yeteneği halen Erdoğan’ın tekelinde de ondan.
Yalnız o mu? Tabii ki yalnız o değil!
Millet İttifakının Rusya’nın Ukrayna işgali ve savaşında söylem ve uygulaması “Yurtta Sulh, Dünya’da Sulh” sloganın ötesine geçmezken, Erdoğan’ın şu ana kadar aldığı pozisyon hem ülke seçmeni üzerinde hem de Dünya’da yıpranan imaj ve rolünü tazelemesiyle siyasetteki dalgası anketlerin ötesinde şimdiden güçlü bir etki yaratma potansiyeline sahip de ondan.
Bu gerçeklik karşısında Millet İttifakının savaşa, işgale ve barışa dair ne somut sözü var ne de projesi!
Nasıl olsun ki de denilebilir elbette! Çünkü sınır dışı operasyonlara (CHP’nin son oylama dışında) iktidarla birlikte her daim onay vermiş bir muhalefetin buradan nasıl bir siyasal perspektif sunabilir diye sorulabilir. Buna rağmen yine sunabilir fakat bunu yapmaktan kendini alıkoyan statükodan kurtulmaya, silkelenmeye niyet ve gücü olmadıktan sonra iktidar kuyrukçuluğunda hep nal toplayacak gibi görünüyor!
Öte yandan ülke topyekûn ekonomik buhranla savaşırken, halk dalga dalga, sınıf sınıf her geçen gün fakirleşirken, Türk Lirası değer olarak bile kendi maliyetinden bile daha değersizleşirken tüm bu gelişmeleri iktidar şimdiden savaşın getirdiği sonuçlara bağlayarak halkta yarattığı yanılsama şimdiden tutmuşken, Millet İttifakının söylem, önerme ve muhalefeti haber sitelerinin bile gerisine düşmüşken..
Hele ki yargının yakın tarihte hiç olmadığı kadar güvenirliliğini yitirdiği şu yakın dönemde cumhurbaşkanlığı tek kişilik başkanlık rejiminde parlamenterlerin siyasal kimlik ve eylemlerinden dolayı dokunulmazlıklarının kaldırılmasında Millet İttifakı iktidara halen tam destek verdikçe icraatlarının tümünün Ak Parti ve küçük ortağının varlığına varlık katmaya devam ettiğini fark etmiyorsa!
Yetmezmiş gibi HDP eski eş başkanları, parlamenterleri, belediye başkanları, siyasi üye ve yöneticileri cezaevinde siyasal rehin tutulduğunda dahi aynı karede yer almamak için elinden geleni yapmaya devam eden Millet İttifakının ne iktidar olma şansı var ne de güçlü bir muhalefet etme gücü!
Üstüne üstlük HDP’den seçilmiş belediye başkanlarının seçimin hemen ardından önceden hazırlanan siyasi talimat ve fezlekelerle tutuklanarak yerlerine kayyum atamalarını; Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde CHP’li Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, “Doğudaki terör eylemleri devam ettikçe bu önlemler hükümet tarafından alınmaya devam edecek” savunusu yaptığında partisi genel merkezinin suskunluğu iktidarın hukuksuz uygulamalarına meşruluk kattıkça.
Yalnızca bu mu? Tabii ki değil. Son seçim yasasında daha önem arz eden seçim güvenliğinde örgütlenememiş böyle bir muhalefet birlikteliği var oldukça! Hatırlayın lütfen son yerel seçimlerde İstanbul dışında sandık ve hukuki güvenliğini örgütlenme bazında hazırlığı olmadığını kanıtlayan bir muhalefetin gelecek seçimde hiç şansı yok.
Yani sözün kısası Erdoğan’a söz yetiştirmekle ne iktidara aday olunur ne de halkta güven oluşturacak bir muhalefet.
Kayyum politikalarını savunarak ne demokratik bir umut olunur ne de muhalefet!
İşgale, savaşa, barışa yerelde ve uluslararasında sözü olmayanın ne iktidar nezdinde şansı olur ne de umut veren bir muhalefette varlığa !
Düşünün ki F tipi cezaevlerinin daha ağır tecrit koşullarının yaratılarak açılan yeni S tipi cezaevlerine karşı söz ve eylemi olmayan bir Millet İttifakı rakibinin 3-5 puan önde oluşunun ne önemi var ne de cürmü! Aynı şekilde gün geçtikçe yok edilen akademik dünyaya seyirci kalmış oluşuna da!
Yalnızca bu mu?
2013 yılından beri ülkede azınlıklar olarak adlanıp/kodlanan ülkenin kadim halklarının vakıf yönetim seçimlerinin yönetmelik bahanesiyle yaptırılmayarak kurumsal ve yaşamsal varlıkları adım adım yok ediliş sürecine dahi müdahale edemeyen bir Millet İttifakı ne iktidar olabilir ne de muhalefet!
Yalnızca bu mu? Maalesef değil…
Buna rağmen halk muhalefet yanılsamasıyla öngörülemez geleceğine mahkum biçimde umuda tutunmuş yaşama direncinde..
Erdal Doğan
0 notes