Tumgik
#yan anlam
diyariedebiyat · 10 months
Text
SÖZCĞKTE ANLAM
Türkçede kelimeler kullanıldıkları cümle içinde anlamsal değer kazanır. Bu duruma kelimelerin çok anlamlılığı adı verilir.
Türkçede kelimeler kullanıldıkları cümle içinde anlamsal değer kazanır.Bu duruma kelimelerin çok anlamlılığı ad ıverilir.Türkçenin zengin anlam değeri içinde aynı kelime farklı anlamları karşılayacak biçimde kullanılabilir. Bir kelime kullanıldığı yere göre şu anlamları karşılayabilir: Gerçek AnlamMecaz AnlamTerim Anlam 1.Gerçek Anlam Gerçek anlam bir kelimenin akla gelen ilk anlamıdır.Türkçe…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kadir01sblog · 30 days
Text
Tumblr media
Kalbim endişesiz atar yanımda sen olunca. Sen olmayınca, bütün sözleri yan yana getirsemde anlam kazanmıyor. Gözlerim nereye baksa verdiğin huzuru bulmuyor, gönlüm. Hangi gülü koklasam, senin gibi kokmuyor..❤
37 notes · View notes
Text
Tumblr media
HİÇLİĞİN SANATÇISI
(ıslak kelimelerle soruyor küçük bir kız: baba ölüm kaçta bitiyor? baba! bilmiyor küçük kız; bazı babalar boşluğun kanatlarıyken bazı babalar da evlerin zindanıdır)
ironiler meydanında tutulup kaldım öylece dudaklarım kan içinde; söz yorgunluğu kurşuna dizilme etkisi yapıyor böyle zamanlarda herkes oraya bakıyordu ama kimse görmüyordu barbarlar şöleninde; kin ve devlet işleri el eleydi
unutulmuşluk satılan şehirlerden geçtim ayaklarım kum içinde fark edilmedim hiç bulantı hissi veren kahverengi yerlerden geçtim kimse dönüp bakmadı fikir ikliminin vuruluşuna kaldırımlara atılmış hayal ölülerinin arasından geçtim ışığı asırlarca ağlattı anlam azalması nereden yola çıkarsam çıkayım nereden geçersem geçeyim uyandığım yer: işaretler denizi dermanımın bittiği yer: ıstırap meydanı oralarda bulaştı yüzüme hüzün denen o korkunç hastalık
sonsuz kırılma getirilip başucuma bırakıldı yeniden başladı melek düşüşleri gülümsemek çok yorucu böyle zamanlarda, ah! bulutlarla kaplıdır ozanlar mevsimi kalbimi çiğneyen soğuk atların sarhoşluğu neşenin aldırmazlığına çarpan dalgınlığım seslerin kanatlarına tutunmuş yanılgı ustalığı ah, bütün bunlar sakıncalı bilginin ve içimdeki uzakların yan etkileri
kollarını açmış bekliyor üşümenin çağı odaları çürüyüş kokan gerçekliğin şatosu tanrı sözleri ticareti yapanlar vatan sevgisi ticareti yapanlar insanı ve vatanı öldürdükten sonra birbirlerini eze eze koşuyorlar arınmak için tanrılarına; hiçliğin sanatçısına
(kalbi denize bitişik küçük bir yenilmiş ıslak kelimelerle soruyor çağrıların barınağından yaşamak kaç sayfa baba kapıları kaçta kapanıyor?)
16 notes · View notes
rujsuzfeyza · 3 months
Text
İçimde kocaman bir tahammülsüz canavar var ne ara bu kadar oldu bilmiyorum ama samimiyetsiz samimiyetlere artık gerçekten midem bulanıyor ve bu mecaz ya da yan anlam içermiyor malesef.
13 notes · View notes
fludark · 2 months
Text
Seni düşündüm. Seninle olacağımız ilk günleri. O kaçamak bakışları, sürpriz yapılan ilk pamuk şekeri, deniz kenarında izlenen ilk yıldızı, altı çizili özel bi kitabın ilk okunuşunu, söylediğimiz ilk şarkıyı, binilen ilk ikili bisiklette yaşanan tatlı düşme telaşını. Seni düşündüm. İçim yıldızlarla dolu, dışım tebessümlerle kuşanmış. Seni düşündüm. Sanki şiirler bizim için yazılmış. Seni düşündüm. Bi hayat yeniden anlam kazanmış. İlk kez söylediğimiz o şarkı bize bizi anlatmış. Seni düşündüm. Yan yana olacağımız mucizesini. Beraber olacağımız fevkaladesini. El değmemiş uğur böcekli kolyeyi. Aynı şeyleri hissedeceğimiz, düşüneceğimiz anları. İlk kez yürüyeceğimiz yolları. Var olacağını bildiğimiz sabahları. Tek dokunuş olacağımız dudakları. Seni düşündüm. Hayal ettim, ellerimizin değeceği o yıldızlı baharı.
9 notes · View notes
otadam · 27 days
Text
Çocukluğuma dönsem, her şeyi baştan yaşasam, yine aynı olurdu. Babamın sevgisi hiçbir zaman bana düşmezdi. Ne yapsam, ne kadar çabalasam da, onun gözlerindeki soğukluğu eritmeye yetmezdi. Çocuk aklımla anlam veremezdim belki, ama içimde bir boşluk olurdu hep, doldurulamayan, hep eksik kalan bir yan. Diğer çocuklar babalarının omuzlarında gezdirilirken, ben uzaktan izlerdim. Bir gün bana da sıra gelir mi diye düşünürdüm ama o gün hiç gelmezdi.
Büyüdükçe anladım, babamın sevgisizliği benim hatam değildi. Onun içindeki yaralar, soğukluğu besleyen karanlıklar vardı belki. Ama bunu anlamam yıllar aldı. O soğuk bakışların altında ne vardı, hiçbir zaman bilemedim. Tek bildiğim, ne kadar seversem seveyim, ne kadar istesem de o sevgiyi, babamdan göremeyeceğimdi.
Belki de bir noktada kabullenmek zorunda kaldım. Babam beni sevmezdi. Sevginin ne demek olduğunu bilmezdi belki de. Çocukluğumda hissettiğim o eksiklik, büyüdükçe beni yaralayan, içimde derin izler bırakan bir gerçeğe dönüştü. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, o sevgiyi ondan alamayacaktım. Bu gerçekle yüzleşmek, kabullenmek zor oldu ama zamanla öğrendim. Babam beni sevmezdi ve ben bunu değiştiremezdim.
Ama her şeye rağmen, içinde bir yerlerde onun da beni sevdiğini hayal etmekten vazgeçmedim. Belki bir gün, bir an, o sevgiyi hissedeceğim diye bekledim. Yine çocuk olsam, yine aynı hayal kırıklıkları, aynı acılar... Ama yine de aynı umudu beslerdim, belki bu sefer diye. Ama gerçeği biliyorum; babam beni sevmezdi, yine sevmezdi..
Artık sevse de bunu bilmiyor olacak,
5 notes · View notes
sozlerinressami · 9 months
Text
Zamanın İlacı
Kum tanelerinin akışını izlerken beyninde yankılanan düşüncelerden kurtulamıyordu. Kurtulmaya her çalıştığında daha da dibe batıyordu sanki. Zamanın ona dilediği gibi doldurması için verdiği kağıda, güneş açtırmak yerine şimşekler çaktırıyordu.
Elleri arasındaki kum saati, onun kontrolünde değilmiş gibiydi. O, kum saatini değil de kum saati onu elinde tutuyordu adeta. Her bir kum tanesi anlam arayışındaydı. Ancak o artık bu anlam arayışından yorulmuştu. Geçmişin izleri, onu adeta bir labirentin içinde kaybolmuş gibi hissettiriyordu.
Geceleri, kendini yıldızlarla baş başa bırakıyordu; kurtarıcısı olan ay dedeyi bulma umuduyla. Çocukken olduğu gibi yol gösteren bir ay dede yoktu artık, her zaman ay dedenin yol gösterdiği bir çocuktan farklıydı bu kez. Büyümüştü çünkü, artık kurtarıcısı olan ay dedenin gökyüzünde değil içinde saklı olduğunu biliyordu.
Geçmişin hayaletleri korkulu rüyasıydı. Üstüne örttüğü battaniye bile onu eskisi gibi hayaletlerden korumuyordu. Çocukluğunda yatağın altından çıkmasından korktuğu hayaletler, onun arkadaşı olmuş battaniyenin altında onlarla birlikte uykuya dalmaya alışmıştı.
Gün geçtikçe, geçmişin hayaletleri onu rüyalarında bile rahat bırakmamaya başlamıştı. Kum saati, ona geçmişin kaçınılmaz akışını hatırlatıyordu; her dökülen kum tanesi, bir zaman dilimini daha geride bırakıyordu. Ancak o, bu kaçınılmaz akışın içinde kendini bulmakta güçlük çekiyordu, sanki geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmıştı.
Başını kaldırıp gri gökyüzüne baktığında içsel fırtınaların yansımasını bulurdu bulutlarda. İlacının zaman olduğunu söylerlerdi ona. Herkesçe şifa olarak bilinen ilaç, vücuduna yayıldıkça onu ölüm döşeğine getiriyordu. Belki de zamanın yan etki yaptığı tek kişiydi.
İnsanın ilacı zamansa zamanın ilacı da insandı. Yaşadıklarımızla anlam kazanan her bir kum tanesi, yönelgelerimizi takip ederek geleceğe yol alırdı. Herbir kum tanesinin sorumlusu bizlerdik. Onlar biz olmadan anlamsızdı çünkü.
Derken, elleri istemsizce titremeye başlamış ve elindeki kum saati yere düşüp kırılmıştı. Saatin içinde anlam kazanan kum taneleri, tüm anlamını kaybetmişti, aynı onun hayata olan tüm umutlarını kaybetmiş olması gibi.
28.11.2023 —Sözlerin Ressamı
Tumblr media
7 notes · View notes
murekkepsizsayfalar · 3 months
Text
sadece mutlu olmak istiyorum. beraber mutlu olmak. beraber gülmek. beraber ağlamak. birlikte olup sensiz yaşamak çok zor. tek başına bir ilişkiyi üstlenmek çok zor. konuşamamak. çözememek. halledememek. neden oluyor bunlar. anlamıyorum. anlam veremiyorum. bende mi sorun yoksa bizde mi. nasılsın diye sorduğumda almak istediğim cevap gerçekten nasıl olduğun. boşverilmiş bir iyiyim değil. benimle konuş istiyorum benimle paylaş. mutluluğunu. üzüntünü. benimle olan dertlerini. ben seninle yoldaş olmak istiyorum. hayat arkadaşı olalım istiyorum. insan en yakın arkadaşıyla beraber olmak istiyor. ben en yakın arkadaşım sen ol istiyorum. yanında rahatça gülebileyim. rahatça ağlayabileyim istiyorum. beraber dans edelim istiyorum mesela. salakça bir şeye kahkaha atalım. sonra oturup bizi üzenlere sövelim. gökyüzünü izleyelim mesela. beraber bi gün doğumuna şahitlik edelim. bi kuşun ilk kanat çırpışına şahit olalım. biz bize şahit olalım istiyorum. nefes tutma yarışması yapalım mesela. saatlerce seni izleyeyim istiyorum. nefes almadan. konuşmadan. kıpırdamadan. saatlerce seni izleyeyim. yan yana yatalım. konuşmasak bile anlayalım birbirimizi. bi göz kırpışından. bi kaş çatışından. bi hareketinden. her şeyini ezberlemek istiyorum. mesela yüzünde kaç tane ben var. gözlerinin rengi nasıl bir yeşil. kalbin dakikada kaç kere atıyor. anlatmak istediğin her şeyi dinlemek istiyorum. seni dinlemedikleri her şeyi dinlemek istiyorum. anlatamadıklarını. içine attıklarını. nefes alamadığın zamanları bilmek istiyorum. göğsünün üstüne tonlarca yük olanları bilmek istiyorum. omuzlarındaki bütün yükü almak istiyorum. nefesin olayım istiyorum mesela. bana ihtiyacın olmasın ama ben ihtiyacın olan her şey olayım istiyorum. hayallerimiz çok farklı ama tüm hayallerini hayalim yapmaya razıyım ben. senin hayallerin için çabalamaya hazırım. senin için çabalamaya. senin için her şeyi yapmaya hazırım. nefessiz kalmaya. konuşmamaya. belkide ölmeye. senin için hepsine razıyım. senin için her şeyden vaz geçmeye hazırım. en çok kendimden. neşemden. hayallerimden. senin için her şeye hazırım. senin için yaşamaya ve senin için ölmeye. belki deli dersin sen bana. belki bu kız ne diyor dersin. anlamazsın. dinlemezsin. bende anlatmam o zaman. dinlemek istemezsen anlatmam. ama seni hep dinlemek isterim. kimse yoksa ben varım derim. kimse sevmezse ben severim. kimse olmazsa ben olurum yanında. elini tutarım. yanında yürürüm. istersen arkanda olurum. istersen önünde. sana gelecek her kötülüğe siper olurum. sana kalkan olurum. sen yara alma diye. sen üzülme diye her şeyi yaparım. bırakırım kendimi. bırakırım her şeyi senin için yaşarım. senin için var olurum. senin için. çocukluğuna şahit olmak isterdim mesela. her bir düşüşünde yanında olmak isterdim. anne diye ağlayışında ben olmak isterdim yanında. dizlerinden öpmek. avuç içlerini öpmek isterdim. senin yerine ben düşeyim isterdim. düştüğün çakıllı yol ben olayım isterdim. ben acıtmazdım canını. her düşüşünde kuş tüyü kadar yumuşak olurdum. baktığın güvercinlerden biride ben olayım isterdim. hiç gitmezdim senden. bi yudum su vermesen bile bakmazdım başkasına. ölürdüm ama senin yanında ölürdüm. kimseye gitmezdim. ilk aşkın olmak isterdim. ilk güldüğün kişi olayım isterdim. kalbini hızlandıran ilk kişi olmak isterdim. senin için her şey olmak isterdim. benim için her şey olduğun gibi.
4 notes · View notes
kara-sevdamm · 2 years
Text
HAYATI ERTELEME ...
Kırmızı elbisesi gardrobun da asılıydı, Annem ölürken,
O tüm yaşamı boyunca giydiği,
Dizi dizi koyu renkli, eski elbiselerin yanında, Adeta sırıtıyordu.
Beni çağırmışlardı, Ve annemi gördüğüm anda
Çok fazla ömrünün kalmadığını anlamıştım.
Kırmızı elbiseyi görünce ,ona ;
"Anneciğim, ne kadar güzel bir elbise bu böyle!" dedim.
"Hiç üzerinde görmemiştim"
"Hiç giymedim ki " dedi usulca.
"Otur yanıma Millie, Eğer ölmeden önce başarabilirsem
Sana bir ders vermek istiyorum."
Yatağın kenarına ilişiverdim.
Annem derin bir soluk aldı,
Hiç tahmin edemeyeceğim kadar derin bir soluk.
Çok fazla vaktim kalmadı ama, artık bazı şeyleri görebiliyorum,
Size hep iyi şeyler öğrettiğime inanırken, çok yanlış şeyler
öğrettiğimi fark ettim.
"O nasıl söz öyle anneciğim ?"
"Öyle, her zaman , iyi bir kadının asla önce kendisini düşünmemesi gerektiğine inandım, Hep başkalarını düşünmeliydim kendimden önce. Onun, bunun, her zaman herkesin isteklerini yerine getirmeliydim, Benim isteklerim ise, başkalarının isteklerinin altında
ezilip kaldı hep. Belki g��nün birinde benim isteklerim de gerçekleşirdi. Ama o gün hiç gelmedi. Tüm yaşamım böyle geçti, fedakarlıklarla. Baban için, erkek kardeşlerin ve kız kardeşlerin için, senin için yaptığım fedakarlıklarla.
"Evet , anneciğim, bir annenin yapabileceği her şeyi yaptın.
"Ah, Millie ah, ne senin için, ne de onlar için yaptıklarımın bir yararı olmadı. Anlamıyor musun? Sizlere hataların en kötüsünü yaptım.
Kendim için hiçbir zaman hiçbir şey istemedim.!
"Baban şimdi yan odada, öfkeyle duvarlara bakıyor.
Doktor ona öleceğimi söyleyince,
Yanıma geldi ve ölmeden önce öldürdü beni.
"Ölemezsin, beni işitiyor musun?
Bana ne olacak sen ölünce?."....
Evet, çok zor olacak , biliyorum.
Mutfakta tavanın bile nerede olduğunu bilmez , biliyorsun."
"Ve sizler, çocuklarım, her zaman, hepinize koştum.
Haftanın yedi günü... Evde ilk uyanan, son yatan hep ben oldum.
Yanık ekmekleri ve en küçük çöreği hep ben yedim."
Bir kadının verici olmaktan öte bir görevinin olmadığını,
Hatta bir kadının verici olmazsa, var olmadığını öğrendiler.
Biriktirdiğim her kuruşu, giysilerinize, kitaplarınıza harcadım,
Çoğu zaman gereksiz bile olsa. Yaşamımda bir kez bile , alışverişe çıkıp, kendime güzel bir şey satın almadım. Sadece geçen yıl, gördüğün o kırmızı elbiseyi aldım. Sakladığım bir yirmi dolarım vardı. Tam çamaşır makinesini tamir ettiririm o parayla derken,
Eve o koskoca paketle döndüm o gün. Baban çok üzdü, yıktı o gün beni.
"Böyle bir elbiseyi nereye giyeceksin ki?
Operaya mı gideceksin yoksa?
Sanırım haklıydı. O elbiseyi hiç giymedim,
Mağazada denemek için giymekten başka.
"Ah Millie, eğer bu dünyada kendini düşünmezsen,
Öbür dünyada mutlu olunur sanırdım.
Ama artık inanmıyorum buna. Bence Tanrı, isteklerimizi bu dünyada
Ve şimdi gerçekleştirmemizi istiyor bizden.
"Millie, şimdi bir mucize olsa
Ve bu yataktan kalkabilsem, annen çok farklı bir insan olurdu.
Ama ben sıramı böyle savdım.
Belki zor olurdu öğrenmem,
Ama öğrenirdim Millie, ÖĞRENİRDİM!
Annemin bana son sözleri şunlar oldu;
"Millie, benim yolumdan gitme, söz ver bana."
Anneme söz verdim. Annem ise sırasını savdı.. Ve son nefesini verdi.
Buna benzer pek çok şey okumuşuzdur. Hemen hepsi de yaşamı ertelemememiz gerektiğini ve her günü yaşamın son günü gibi yaşarsak, yaşama anlam katacağımızdan söz eder. Ben bunu okurken çok sevdiğim bir dostumu hatırladım. Yirmi yıllık evliliğini ihanet nedeni ile bitirme noktasındayken yanındaydım ve ağlıyordu. "Biliyor musun?" dedi, "Ben niye ağlıyorum?"
"Yirmi yıldır hemen her gün pilav yaptım, evdekiler seviyor diye. Kimi gün şehriyeli, kimi gün domatesli, kimi gün bulgur.
Bir tek gün bile sade pilav pişirmedim.
Oysa benim en sevdiğim Sade pilavdı....!! Alıntı.
Tumblr media
116 notes · View notes
Text
Günüme ışığım✨, hayatıma anlam kazandıranım, gülüşleriyle içimi ısıtanım, İYİ Kİ VARSIN AŞKIM ADAM. Böyle güzel bir sevgili olduğun için,Her anlamda böylesine güzel bir eş olduğun için,Böylesine güzel mutluluklar yaşattığın için.
Teşekkür ederim kalbim benim🫀🥰🧿.
Benim canım sevgilim bu günümü ve her günümü güzelleştirenim her günümü özel yapanım iyi ki varsın sen iyi ki benimlesin iyi ki hayatımdasın iyi ki benim sevgilimsin♥️. Bu seninle beraber 4 sevgililer günümüz. Nicelerine inşallah sağlıklı huzurlu yıllara aşkım benim. Yan yana ne zaman kutlayabilecegiz onu bilmiyorum ama 🥺. Kutlabilcegimiz günler yakın inşallah Allah'ın izniyle tabi. Hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz bir yıl olur kalbim benim birbirimizle daha çok zaman geçirdiğimiz anılar biriktirdiğimiz fotoğraflar biriktirdiğimiz günler olur inşallah. 🥺🙏♥️. Seni çok seviyorum güzel adam öyle çok seviyorum ki varlığın eksik olmasın ömrümden. Sevgililer günümüz kutlu olsun aşk adam nice mutlu sağlıklı huzurlu sevgi dolu yıllarımızın olması dileğiyle. Yanımdan kalbimden gözümün önünden eksik olma. İyi ki varsın. İyi ki her gün yeniden doğalım birlikte..♾🤍🎈🕯🥰♥️🫀❤️✨💫😘
34 notes · View notes
neysebugundebitti-k · 10 months
Text
Bazen beynim duruyor..
Çok düşünmenin, herşeyi bu kdr ciddiye almanın, herşeye bir anlam yüklemenin yan etkisi olsa gerek..
2 notes · View notes
Text
Henüz yayınlanmamış "Düşük İhtimalli Şeyler" adlı romanımdan bir bölüm.
     Üç ay sonra, Ocak ayında bir işimi halletmek için tekrar gelmiştim Büyükşehre. Gündüzden halletmiştim her şeyi ve Büyükşehrin en işlek caddesinde yürüyorum. Yürüyüşlere inanan biriyim. Yollar araba, kaldırımlar insan kaynıyor. Betonun içinden adeta insan fışkırıyor. Boğuluyorum. Hiçbirinin hikâyesi yok. Hepsinin hikâyesi var. Hikâyelerinin içinde masumiyet olmadığı için bomboş görünüyor. Masumiyet kolay bulunabilen bir şey değil artık. Fabrikada üretilen ve satın alınabilen bir mal değil. Bu korkunç kalabalıkta insanın kendisi olabilmesi mümkün mü acaba?
     Havanın neredeyse sıfıra yakın olmasına rağmen üşümüyorum. Bunun nedeni sıkı giyinmiş olmam değil, birbirine değip geçen insanlar yüzünden. Her dokunuş bir çürüme bırakıyor değdiği yere. Çürüme ateş hissi veriyor insanın ruhuna. Çürümeyi hissetmek ve açıklanamayan kayıtsızlık duygu uygarlığının bittiğini gösteriyordu. Duygu önceliği yitirilmiş kız kardeş gibidir. Onca yazar, felsefeci, onca yürek insanı ve onca bilim insanı deliler gibi, parçalanırcasına haykırıyor olmasına rağmen, yitirilen sevgi derinliğinin önümüze koyduğu bu renksiz görüntünün içinde çırpınıp duruyoruz. Kendimize benzeyen bir yürek insanını arıyoruz. Bulduğumuzda da onun peşine takılıp çıkmaz sokaklar eşliğinde düşlere dalıyoruz. Düşler tutkunun, sevginin ve aşkın yegâne galerisidir artık. Karaya vurmuş düşünceler için güvenilir bir sığınaktır.
     Cadde boyunca park edilmiş, içinde öykü ve sevgi barındırmayan arabaların arasından geçiyorum. Bir delikanlı ince ve uzun bir kâğıt tutuşturuyor elime. Önce ne olduğunu anlamıyorum ama o incecik kâğıdın üzerindeki minyatür yazıyı okuyunca anlıyorum, üzerinde “lütfen koklayınız” yazıyor. Koklayınız; bir çağı koklamak, bir çağın çırpınışını içine çekmek… Oldukça etkileyici bir koku... Artık parfüm reklamları böyle de yapılabiliyor. Parfüm reklamları yalnızlığa itilmiş insana yeni bir gösteri olanağı sunar. Gülümseyerek geçiyorum kokulu kâğıtlar uzatan delikanlının yanından. Gülümsemeyi unutmamışım hâlâ. Gülümsemek; kar ve tipi yağarken hemen ileride kulübe şeklinde bir hayal bulup içine sığınmak gibi bir şey.
     Hava yavaş yavaş ışığını kaybetmeye başlıyor. Eski tanıdıklarımla –para babalarıyla- yüz yüze geliyorum: Bankamatikler… Paranın sahnesinde yan yana sıralanmış patronların elleridir onlar. Yaşamın asla düşmeyen patronları… Her yerdeler: İşyerlerimizde, yürüdüğümüz yollarda, düşlerimizde. Bir bankamatiğin önünden geçerken mutlaka yolunuzdan çevirir sizi dostane bakışı. Öyle sempatik davranır ki karşı koyamazsınız. Durdum, bu geleceği biçme makinesinden “birkaç banknot gelecek çekme isteğimi” frenledim. Ona sırtımı döndüm kararlılıkla. Bunun provasını yapmıştım daha önce. Bu koskoca zaaf imparatorluğunda zaaflarıma yenik düşmemeyi öğrendim acı tecrübelerle. Tam karşımda, nemli kaldırımın üzerinde oturmuş birkaç liseli genç gitar çalıp eğleniyorlar. Hem eğlenip hem para kazanıyorlar. Giyimleri kuşamları da fena sayılmazdı. Gitarın tellerinde çürümenin notaları geziniyor. Çürüme her yerde. Tamamlanamayan, kısa kesilen şarkılar, gülüşmeler ve anlam arayışını bırakmış sözcükler yüzlerine yapışıyor liseli gençlerin. Ters döndürülmüş bir şapka var önlerinde. Mendil yerine şapka konmuş. “Biz dilenmiyoruz, müzik yapıyoruz, bize o yüzden para vermiş olacaksınız” ın mesajıdır bu oradan gelip geçenlere. Gerçekten öyle mi? Yoksa bu bir duygu buharlaşması mı? Şapkanın içinde fena sayılmayacak derecede ufak banknot ve bozukluklar var. Harçlıklarını böyle çıkarıyorlar. Ne de olsa gitar çalabilmek yetenek işidir. Bu yetenekleri sayesinde para kazanıyorlar. Belki ileride iyi birer müzisyen olurlar. Belki de çürümenin çağına karşı direnip duygunun buharlaşmasına izin vermeyen çağrılar gönderirler evrene.
     Gitarcı çocukların beş altı metre ilerisinde iki siyah çukurla karşılaşıyorum. İki çözümsüz soru: Ben kimim? Siz kimsiniz?  Yüzünde iki esmer deniz taşıyan ve yaklaşık on üç-on dört (belki de on beş) yaşında olan bu kız çocuğunun yüzündeki o bulanık ülkenin içinde kayboluyorum. Donuyorum ıssızlıktan. Onun olduğu yere doğru ilerliyorum. Ona yaklaştıkça kendimden uzaklaşıyorum. Üzerinde kapüşonlu eski bir switshirt, altında ince kirli bir kot, başında da yünden yapılmış gri bir şapka vardı adı olmayan bu kızın. Sağında solunda kolilerden kesilmiş kartonlar ve kartonların üzerinde düzgünce, iri iri yazılmış yazılar ve rakamlar var.
Sarılmak: 1 YTL
Beraber resim çekilmek: 1 YTL
Dert dinlemek: 2 YTL
Dedikodu yapmak: 2 YTL
Karşılıklı bakışmak: 5 YTL
Oturup el ele tutuşmak: 10 YTL
     Bunun gibi daha birçok tanımlanmış eylemin ve fiyatlarının yazıldığı kartonların arasında bırakılmış, bu ruhu paramparça edilmiş kızın karşısında, utanç bir anıt gibi dikilmişti büyükşehrin küçük kalbinde. Kimsenin üzerine alınmadığı bir utanç… Büyükşehrin kalbi mızrak deposuydu. Kızın önünde ne mendil ne de ters çevrilmiş şapka vardı. Onun yerine yüreğini ters çevirip koymuştu ortaya. Düşünüyorum, düşünüyorum ellerim yanıyor. Ellerim susuyor. Belleğim susuyor. Varlığım sessizleşiyor. Sessizlik; haykırışın o büyük okulu. Yutkunarak düşünüyorum, başkaldırı ihtiyacı duyuyorum ve soruyorum, bütün bunlar ne, bütün bunlar ne? Bütün bunlar, halk ihlali.
     Koşmaya başlıyorum yaşlı bir ülkenin karnında, en hızlı koşumu yapıyorum. Burnumdan buharlar çıkıyor. İçimden resimler düşüyor. Geçmişin ve geleceğin resimleri… Unutulmuş resimler… Önceliği yitirilmişlerin resimleri… Arayı açmış olan merhamet konvoyuna yetişmeye çalışıyorum. Nefes nefese koşuyorum. Ön yargı ordusunun yarattığı bu cehennemde çarparak düşürdüğüm insanlar öfkeyle arkamdan bakıp küfrediyorlar. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlar bana. Ben de aynı öfkeyle dönüp onlara küfrediyorum: Hepiniz orospu çocuğusunuz!
     İşsizlik, hissizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kalitesizlik ve sömürü düzeninin lanetini getirip bu ülkenin alnına kalın puntolarla yapıştırmışlardı. Görüp de bir şey yapamamak, elinden bir şey gelememek hançer gibi batıyor göğsüme. Sadece lanet okumayla hiçbir şeyin düzelmeyeceğinin farkındaydım. Sömürücüler kamarasını kökünden yok etmek istiyorum ama elimde onları yok edecek hiçbir silaha sahip değilim, bir gün hayal gücünün iktidara el koyacağına olan inancımdan başka. Yerinde duramayan başkaldırı ihtiyacımı ve varoluş sancısı çeken ruhumu küçük bir odaya kapatıp; öfkemi ve yalnızlığımı ellerim yoruluncaya kadar yazıyordum. Boşluğa anlatıyordum içimdeki çıkışsızlığı. Küçük bir an bile olsa huzurla karşılaşıyordum. Çünkü havada uçuşan sözcükler bu küçük odanın hazinesiydi.
7 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
MATERYALİZM
Pratik nedir? Pratik; gerçekleştirme işidir. Örneğin, sanayi, tarım, bazı teorileri (kimyasal, fiziksel ya da biyolojik teorileri), gerçekleştirirler (yani gerçeğe geçirirler). Teori nedir? Teori, gerçekleştirmeyi istediğimiz şeylerin bilgisidir. Yalnızca pratik olabilir – ama o zaman yalnızca göreneğe dayanarak gerçekleştirilir. Yalnızca teori olabilir – ama o zaman da tasarlanan, kafada tasarlanan şey çoğu kez gerçekleşemez. Demek ki, teori ile pratik arasında bağlantı olması gerekir. Bugün sorun, bu teorinin ne olması gerektiğini ve pratik ile bağlantısının nasıl olması gerektiğini bilmektir. Doğru bir devrimci eylemi gerçekleştirebilmek için, doğru bir tahlil yöntemi ve doğru bir düşünme yönteminin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bütün olguların çözümünü verecek bir dogma değil ama hiçbir zaman aynı olmayan koşulları ve olguları hesaba katan bir yöntem, teoriyi pratikten, düşünceyi yaşamdan hiçbir zaman ayırmayan bir yöntem gerektiğini düşünüyorum. İşte açıklamaya, anlatmaya niyetlendiğim bu yöntem, Marksizm’in temeli olan diyalektik materyalizm felsefesinin içerdiği yöntemdir. halk dilinde materyalist denince, maddi zevkleri tatmaktan başka bir şey düşünmeyen kimse anlaşılıyor. Madde (mattiere) sözünü içeren materyalizm sözcüğü üzerinde sözcük oyunu yapılarak, ona baştan aşağı yanlış bir anlam verme yoluna gidiliyor. Ben, materyalizmi öğrenip incelerken, ona, -sözcüğün bilimsel anlamında- gerçek anlamını geri vermek gerektiğini gördüm; göreceksiniz ki, materyalist olmak, bir ülküye sahip olmaya ve bu ülküyü zafere ulaştırmak için savaşım vermeye engel değildir. felsefe, dünyanın en genel sorunlarına bir açıklama bulmak ister ama, insanlığın tarihi boyunca, bu açıklama, her zaman aynı olmadı. İlk insanlar da doğayı, dünyayı açıklamak istediler ama bunu başaramadılar başaramadıkları her açıklamada MİSTİSİZME yönelindi dünyayı ve bizi çevreleyen olayları açıklama olanağını bize veren olgu bilimlerdir; oysa bilimlerin ilerlemelerine olanak sağlayan buluşlar ise çok yenidir.( insanlık tarihine göre) Demek ki, ilk insanların bilgisizliği, onların araştırmalarına bir engeldi. Bunun içindir ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle, dünyayı olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra yavaş yavaş, yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar, bilimsel deneyimlerden yola çıkarak maddi olgularla dünyayı açıklamayı deneyecektir – buradan, ''şeyleri'' bilimlerle açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu. materyalizm, evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir. Materyalist felsefenin tarihini incelerken, bilgisizliğe karşı savaşımın ne kadar çetin ve güç olduğunu görürsünüz. materyalizm ve bilgisizlik yan yana, bir arada varlıklarını sürdürdüklerine göre zamanımızda da bu savaşım, henüz son bulmamıştır. Marks ve Engels, işte bu savaşımın ortasında işe KARIŞMIŞLARDIR...diyalektik materyalizm doğdu,
Tumblr media
dünyayı yöneten yasaların, toplumların gelişmesini açıklamaya yaradığını anladılar; böylece ünlü tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler. Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, Marksizm de bilimlerden çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim gösterir. 19. yüzyılda bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marks ve Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski materyalizmi yenilediler ve bize, diyalektik materyalizm denilen ve Marksizm’in temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular. BU MATERYALİZMİN TARİHİDİR Bu tarih, bilimlerin tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Materyalizm üzerine kurulmuş olan Marksizm, tek bir adamın kafasından çıkmamıştır. O, daha Diderot’da çok ilerlemiş bulunan eski materyalizmin uzantısı ve sonucudur. Marksizm, 18. yüzyıl ansiklopedicilerinin geliştirdiği ve 19. yüzyılın büyük buluşlarının zenginleştirdiği materyalizmin açılıp gelişmesidir. Marksizm, canlı yaşayan bir teoridir BU CANLI TEORİS sanayi devrimiyle birlikte sınıf savaşımı sorununu da ele almıştır..İnsanlar bu sorun üzerinde ne düşünürler? Bazıları, ekmeği savunmanın, siyasal savaşımdan ayrı bir şey olduğunu düşünür. Diğer bazıları, örgütlenme zorunluluğunu yadsıyarak, sokakta yumruklaşmanın yeterli olduğu görüşündedirler. Daha başkaları ise yalnızca siyasal savaşımın bu soruna çözüm getireceğini önü sürerler. Marksist için, sınıf savaşımı, şunları içerir: a. Bir ekonomik savaşımı, b. Bir siyasal savaşımı, c. Bir ideolojik savaşımı, sorun, bu üç alana birlikte yerleştirilmelidir. a. Barış uğruna savaşım verilmeksizin, özgürlüğü savunmaksızın ve bu amaçlar için savaşıma yarayan bütün fikirleri savunmaksızın, ekmek için savaşım verilemez. b. Marks’tan beri gerçek bir bilim haline gelmiş olan siyasal savaşım için de durum aynıdır: Böyle bir savaşım yürütmek için, hem ekonomik durumu, hem de ideolojik akımları, aynı zamanda hesaba katmak zorunludur. c. Propaganda ile kendini gösteren ideolojik savaşıma gelince, bu savaşımın etkili olması için, ekonomik ve siyasal durumu hesaba katmak gerekir. Demek ki, bütün bu sorunlar, birbirlerine sımsıkı bağlıdır ve bu bakımdan, sınıf savaşımı denilen bu büyük sorunun herhangi bir görünümü -örneğin bir grev- karşısında sorunun bütün verilerini ve bütünüyle sorunun kendisini dikkate almadan bir karar alınamaz. Şu halde bütün bu alanlarda savaşım verme yeteneğinde olan, harekete en iyi yönü verecektir. bu sınıf savaşımı sorununu işte böyle anlar. Oysa, her gün sürdürmek zorunda olduğumuz ideolojik savaşımda ruhun ölümsüzlüğü, Tanrının varlığı, evrenin başlangıcı gibi çözümlenmesi güç sorunlarla karşı karşıya bulunuruz. İşte diyalektik materyalizm, bize, bir uslamlama yöntemi verecek, bütün bu sorunları çözümlememize yardımcı olacaktır
Tumblr media
10 notes · View notes
notsunbeam · 1 year
Text
Yani ne desem bilmiyorum. Seni bugün yan masada istemsizce dinlediğimde tanımadığın o insandan yüzsüzce isteklerde bulunman çok garip geldi. Bir an kullanılacağını düşünerek seni durdurmak istedim ama böyle şeyler düşünmek artık çok masumca. Yaşın küçük olmasına rağmen insanları kullanmaya çalıştığını düşünmeye başladım ve senden sanırım git gide soğuyorum. Dünyanın ve insanların böyle hallerini görmek beni o kadar da üzmüyor ama artık arada bir şaşırmak da istiyorum ve bunu yapamamak beni hezeyanlara sürüklemeye devam ediyor. 
Ben zaten ne düşüneceğini bilmeyen sapkın bir insan olarak bugün böyle bir şeyi uzun süre düşünmeme de bir anlam veremiyorum. Şimdi yatağa gireceğim ve başka kadınları arzulamaya devam edeceğim. 
4 notes · View notes
280323 · 1 year
Text
diş fırçalarımızın yan yana duruşu ,montumuzun askıda ki görüntüsü ,gün sonunda aynı eve girebilmiş olmamız belki hepsi sadece 48 saat tek yaşandı ama kısa bir süre sonra bunlar normalimiz olacak. Aynı evin anahtarını paylaşacağız eşyalarımız sürekli yan yana olacak tek kişilik değil iki kişilik düşüneceğiz hayatı. gün içinde canımız sıkkın olduğunda eve girip birbirimize sokulacağımız anı bekleyeceğiz,ona yemek yapmaya çalışacağım sonra beceremediğim için üzüleceğim üzüldüğüm için yalandan da olsa yemeye çalışacak,birlikte evimizi yerleştireceğiz eşyaları birlikte seçeceğiz,sürekli dağınıklığından şikayetçi olsam da işten içe bu bile rahatsız etmeyecek beni biliyorum,bir odamızın duvarında boydan boya benim kitaplığım ve kitap okuma alanım olacak karşı duvarında da onun oyun masası bilgisayarları vs olacak. kitap okuyorum desem de onu izlemekten hiç vazgeçmeyeceğim sürekli bunu yaptığımı inkar edecek olsam da… konsere gideceğiz sürekli belki tiyatroya da gideriz seviyor mu bilmiyorum daha önce bunu hiç konuşmadık ,arkadaşlarımızla her okey oynadığımızda biz kazanacağız (evet hem aşkta hem kumarda kazanacağız) ve tüm dünyayı birlikte göreceğiz,dünyanın her sokağında onunla öpüşmek istiyorum ve her gezdiğimiz yerden aldığımız magnetleri evimize döndüğümüzde orada çekildiğimiz bir fotoğrafla birlikte dolabımıza asacağız. hayal edip buraya yazamadığım ve hayallerimin ötesinde ki tüm güzel şeyleri birlikte yaşacağız hayat bu kötü şeyler de yaşanır ama o zaman da birlikte olacağız hatta o zaman daha çok birbirimize sarılacağız biliyorum. her şey sadece onunla anlam kazanıyor gözümde her şey onunla güzelleşiyor ve bu hep böyle kalacak. seni seviyorum sevgilim ah pardon aşkım** :)
3 notes · View notes
ksumer · 2 years
Text
-Haha.
Kocaman bir haha hem de kendime. Son yazımı okudum ve -genelde yazılarımı yazmaya başlamadan önce bir öncekini okurum- yine dedim ki; Kübra ciddi misin?
Ciddi miyim gerçekten. Hahahaha. Gülüyorum sadece kendime. Sen ne istediğini bilmeyen bir megalomanyak olabilirsin, belki daha beterisin. 
İnsan, kendine nasıl yardım edeceğini bilemez mi? Kaç yaşına gelmişsin, kendinle nasıl başa çıkacağını bile bilemez misin sen. Evet, kendime çok kızıyorum çoğu zaman. Ben, 28 yaşındaki Kübra, her sene büyük değişiklikler yaşayan, karakteri hala değişen, bazı zamanlar kendine öfkeli bazı zamanlar kendiyle barışık, hala neye evrildiğini anlayamayan ben. 
Kalp kırınca, kendime çok kızıyorum, doğru. Nasıl ilerlemem gerektiğini bilmiyorum. Ömrümde ilk defa hiç tanımadığım bir insana oturup sadece beni dinle deme gereksinimi duyan ben, öyle birisi olmadığı için şu anda yazıyorum. El mahkum, yaz Kübra. 
Hayatım şu ankinden daha ne kadar iyi olabilir, yaşayıp görmem gerek. Ama bence şu anda iyi, kötü giden bir şey yok, niye arıyorum? Niye kendimle ne yapacağımı hala bilemiyorum? Niye herkese iyi geliyorken kendime iyi gelemiyorum hala? Belki çok sıradan ama, evet bir şey eksik. Tamamlandığımı düşünürken bile bir şey eksik. Bu his yüzmeyi bilirken boğulmakla eşdeğer.
Dışarıda fırtına var, kış geçmek istemezken yine de sıradaki mevsime izin vermesi gerektiği için hırçınlaşıyor, salonumun geniş pencerelerinden izlemeye dalıyorum. Oliver ve Şengül yan yana, koltuğun tepesinde havada uçuşan yaprakları izleyip şaşırıyorlar, sanki ilk defa görüyorlarmış gibi. İç çekiyorum, bazı zamanlar her şeyi ilk defa yaşıyormuşum gibi şaşırmama anlam veremiyorum. Kedilerime benziyorum veya onlar bana benziyorlar, aslında aynıyız. Kaçamadığım bu hisler, eninde sonunda beni yakamdan yakalayıp sertçe sarsacaklardı. Nihai bir şekilde bu gerçekleşti. Hak etmiş miydim? Sanırım evet.
Bazı zamanlar kendime sorarım, ben kötü bir insan mıyım? Sormayan var mıdır sanmıyorum, hayatlarımızın belirli dönemlerinde bunu muhakkak ki kendimize sormuşuzdur. Çok doğal. İyiyken bile bunu sorabiliyorsam bu bir erdem mi, yoksa kendimi daha iyi hissetmek için bulduğum bir çıkış kapısı mı kendimce, emin değilim. Saçmalıyorum, yazmasam mı? Yazmak istiyorum. 
Düşüncelerde geziniyorum. Benimle yola çık. 
Dayanabilecek misin? Genellikle dayanamazlar ya da ben dönerim o yoldan. Aa, benimle mi yürüyor, kaç Kübra. Niye? Niyesi yok, dönüyorum işte. Kendime çok kızgınım, gene o yoldan döndüğüm için, ne istediğimi bilmediğim halde biliyormuş gibi davrandığım için, ya da kendimi suçlamaya alışkanlığımdan dolayı yine bunu yaparak konuyu kendi içimde bir sebebe bağlamaya çalıştığım için. Her şeyden olabilir, hangisi bilemiyorum. 
Bilmediğim ne çok şey var değil mi? Kendi hayatımla ne yapmam gerektiğini bilememem, kendimle kaldığımda sudan çıkmış balığa dönmem, bunların tek bir işaret ettiği şey var, işte bakın bunu biliyorum. İnsanın kendini sevmemesi olabilir, bazı zamanlar diyelim. Öyle ki bu nedenle sevgimi bir başkasına veremiyorum. Evet, doğru tahmin, yine kaçtım.
İçim üzgün, içim sessiz ve dingin denizler gibi, tek bir kımıltı yok. Sadece kendime kızıyorum. Yine oldu, yine ben yaptım bunu kendime. Bahane bulma, sen bu işi beceremiyorsun işte. Neden deneyip duruyorsun? İnadın neye, her olayda başarılı olamazsın, vazgeç. Birini sevmeyi denemekten vazgeç. Eninde sonunda onu da kıracaksın.
Kırdım ve yoluma mı bakmam gerekiyor şimdi? Ne güzel. Devam et. 
Ruhumu beslemem gerektiği apaçık ortada, bunu ben yapmalıyım, bir başkası değil. Ruhum da kış gibi, gitmek istemiyordu ama izin vermeliydi ona, baharını bulabilmesi için. Ki baharı ben değildim. Baharım sensin diyen birine ısrarla değilim dedim, ben bahar değilim. Ben kendime bahar olmalıyım önce, kendime bahar olamadıktan sonra sana nasıl olabilirim? 
Peki insan kendine nasıl bahar olur, nasıl kendindeki kışı bahara çevirir? Bunu nasıl sürekli kılar? Ne aradığımı tam bilmemekle beraber, bulduklarımı da yitiriyorum böylece. Kendini bulmalı insan, kendinde bulmalı. 
Ya da çok fazla düşünüyorum. Kendimi kabul etmeli ve buna göre ilerlemeliyim, sen bağlanmaktan korkuyorsan korkuyorsundur, o zaman bağlanmadan devam et. E bu da benlik değil ya da sorun zaten bu değil, o zaman? 
Bir dize vardı, okuyunca kalakalmıştım;
“Bir misafirliğe gitsem, Bana temiz bir yatak yapsalar, Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam.”
Hiç tanımadığım bir yere gidip misafir olarak ağırlanmak isterdim. Tertemiz beyaz çarşaflar, içine girince buz gibi üşümek, üşürken uyuyakalmak... Hiçbir şey düşünmeden, sessiz, yorgandan gelen garip nemle kaplı hoş bir deterjan kokusu. Belki bir soba. Karanlıkta, kapağının aralığından tavana yansıyan ateşin hareket eden turuncu hareleri. Zayıf ve ağır ağır yanan odunların yalın çıtırtıları. Derin bir nefes alıp nerede olduğunu, nerede uyanacağını unutarak yavaş yavaş zihnin bulanıklaşması. 
Tam anlamıyla buna ihtiyacımın olduğu günlerdeyim. İnsanların kaçabildiği, uzaklaşabildiği o kişi, o alan hep bendim bugüne kadar. Hayatın yüklerinden arınmaya yanımdaydılar, bunu biliyorum. Ama ben? Benim temiz yatağım nerede? Kafamın üstüne kadar çekip her şeyi unuttuğum o yorgan nerede? 
Nerede? 
Ben neredeyim? Çevremdeki bu sis, bu gri bulutlar neden benimle? Göremiyorum, bağıramıyorum, yardım isteyemiyorum.
Ben boğuluyorum. 
Tek istediğim nefes almaktı. Biraz olsun kaçış yolu sanmıştım o hissi. Peşimi kendim bırakamadım, yine battım. 
Gene çıkacağım, bunu biliyorum. Hep çıktım. Ama bundan sanıyorum ki artık bıktım. Ya kendimi yeneceğim, ya da kendime yenileceğim sürekli. Benim savaşım kendimle, bunu artık kabul ediyor ve adım atıyorum. Bire.
Bir mi ne? Söyleyeyim; anlaşma. Kendinle el ele sıkışma. Bir nevi zafer belki de. 
Benim zaferim, kendimim. 
Her insanda olduğu gibi, zafer kendiyle barışanlarındır. Kendine haksızlık etmek, kendini sert ve acımasızca eleştirmek benim kanunum gibi bir şey artık. Kendime haksızlık mı ediyorum yine? Evet.
Peki o zaman, benim kendimle derdim ne?
6 notes · View notes