#ya da sadece gerçekten mi kaçıyorum
Explore tagged Tumblr posts
Text
ben niye bunu takıntı yaptım ki şimdi
0 notes
Text
İçimi dökmek istiyorum bugün sizlere. Sizlere dediğime bakmayın çok okuyan hatta hiç okuyan yok biliyorum ama umrumda değil yazmak iyi geliyor bana. Bazen çok haksızlığa uğradığını düşünür ya insan şu aralar tam öyleyim. Ben ne kadar insanlara değer versem en yakınım desem o kişi hep bana haksızlık yapıyor, belki de kuruntu yapıyorumdur ama bu aralar gerçekten hissediyorum bunu. Etrafımda kimse yok kendi kabuğuna çekilir ya insan ben de kendi kabuğundayım bugünlerde. Uzaklaştım, sanki herkesten kaçıyorum ama öyle tam anlamıyla kaçmak değil bu... Nasıl söylesem içime biriktiriyorum içime kaçıyorum oraya sığınıyorum ama dışardan bakıldığında çok mutlu herkese kahkahalarla karşılık veren o kız... Kimse farkında değil içinde olan, kopan fırtınalardan. O kız çok hasar aldı 16 yılda sadece 16 yılda... O kız 19 Eylülü 20 eylüle bağlayan gecede hissetti hala yalnız başına bir denizin ortasında eski bir kayıkla o fırtınaya karşı tek başına yalnızlık içinde savaştığını. O kız bı kez daha kırıldı o gece, o gece gökyüzünde bir şimşek daha çaktı kız daha çok korktu daha çok çekildi kabuğuna o kız, o kız ağlamayı unuttuğu için mi -ya da göz pınarları kuruduğu için mi - bilinmez hiç göz yaşı dökmedi. Sığındı tekrar kitaplarına, sığındı tekrar şarkılarına, sığındı tekrar biri tarafından aldığı güzel sözlere. Bir gün demişti ki kıza biri; kız tekrardan yüzünde kocaman gülümsemesiyle kimse bana kal demedi derken arkadan biri demişti ki ona ben diyorum işte gitme kal demişti aslında kız buna bağlanmak istememişti sadece bir sohbette gerçekliği bile sorgulanır bir cümleye tutunmak istememişti. Ama kız biliyordu zaten o kişiye bağlı olduğunu o gün kız sadece biraz daha bağlanmıştı o kadar.
6 notes
·
View notes
Text
Mazlum’u çok seviyorum. Gerçekten sevilmeyi hakkeden bir insan o. Ama ben belirli duyguları hissetmeden devam edemiyorum. Gerçekten zorluyorum kendimi ve zorlanıyorum ama yapamıyorum. Pes ediyorum. Belki hastayım, belki sağlıksızım. Tüm bunları kabul ediyorum ve karşı gelemiyorum. Bunu bu güzel şey ile de aşacak gücüm yok. Ne eksik bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Ama yapamıyorum. İstesem sonradan oluşacağını da biliyorum ama istemiyorum. Şu an istemiyorum.
Kendime çok kızıyorum. Kendimden nefret ediyorum. Bunun, Mazlum’un değerini bilmediğim, bilemediğim için. Dürüst olmak gerekirse; insan çok nankör. Insanın bu gibi konularda hiçbir tutarlılığının da olduğuna inanmıyorum. Gönlümüz ne istiyorsa onun peşinden sürükleniyoruz. Tutarlı davranışlar ve kriterler oluşturmaya çalışıyoruz ama nafile. Aslında hiçbir tutarlılık yok. Tek bir kuralımız yok. Gerçek sevgiyi beklemek ve ona ulaşmak çok meşakkatlı ve zor. Biz ya da ben bunun için çabalayacak kadar güçlü ve istekli olamıyorum. Pişman olacağımı biliyorum ama idrak edemiyorum. İdrak edene kadar da bu çukurda debelenmeye razıyım.
Çıkamıyorum. Zaten oradan çıkmış olabileceğimi nasıl düşündüm ki. Dönüp hayatına bir bak. Hala her gün mücadele ettiğin duygulara bak bi. Ne durumda olduğuna bak. Sen buradan kendin çıkmak istiyorsun, ne kadar aksini iddia etsen de. Sana yardımcı olacak bir eli tutmayı gururuna yediremiyorsun. Bunun için en dibi görmeye razısın belli ki. Yapabileceğim bir şey yok.
Beklediğin yerlerden de bir şey gelmeyecek ama sen bu süreçte Mazlum’u eğletemezin. Buna hakkın yok. Hiçbir insan hakketmiyor bunu. En çok da kendi vicdanının kaldırabileceği bir şey değil bu.
Sorular
Sonuca varmanın bir rahatlığı var ama aynı zamanda bir şüphe var. Bu hep böyle miydi? Yoksa burada kafamın bulanık olduğunu mu gösterir. Ben kendi mutluluğum düşmanı mıyım? Yoksa bu tam da kendi mutluluğum (!) için yaptığım doğru bir davranış mı?
Bundan iki hafta önce bitirmek istediğimde, sevdiklerimle konuşmak iyi gelmişti. En azından benim için bir kapı açılmıştı ve kendime dair çok şey öğrenmiştim. Şimdi de aynısı olur mu? Yoksa bundan mı kaçıyorum. Yine aynı şeyi mi yapıyorum. Sadece daha ustaca mı kaçmaya çalışıyorum.
Yoruldum. Şikayetçi değilim bu yorgunluktan bu arada. İlk defa yaşadığımı ve karar aldığımı hissediyorum. Kendimi zorluyorum. Çabalıyorum. Ama az ama çok.
Sonuç
Ben yanlış yapmaktan değil kendimi kandırmaktan korkuyorum. Korkularıma yenilmekten korkuyorum. Yerimde saymaktan korkuyorum. Hayatımın böyle çok defa içine ettim. Ama herkesin gelişme kapasitesi de farklı sonuçta. Belki bizden anca bu kadar oluyordur. Belki bizim kapasitemiz de budur cidden. Aklımı ehilleştiremedim. Duygularımı ehilleştiremedim. Bunu beceremedim henüz. Ben uzun uzun düşünerek ilerleyebilen biri de değilim ki. Negatif anlamda ilerleyerek anlayan biriyim. Bunlara sığınmak ucuz ve alçakça biliyorum ama böyle işte.
Üzgünüm.
Hoşçakal.
0 notes
Text
7.8.23
merhaba yine ben, uzun zaman sonra. arkadaşım yok evet yalnızım evet, sorumluluklarımdan kaçıyorum evet 25 yaşındayım artık. her geçen yıl daha da kötüye gidiyorum sanki. her hafta biri evleniyor ilişkimi bile doğru dürüst devam ettiremiyorum. işimi kurdum güya öğlene kadar uyuyorum bu öğlene kadar uyumaları iyi bilirim ben hakimlik sınavına hazırlanırken ki zamandan. offf bunaldım içim şişti. bir şeyler düzelsin istiyorum gerçekten. başı boş devam etmek istemiyorum.
bugün aslında başka şey konuşmaya gelmiştim, evlilikten mi kaçıyorum ilişkiden mi emin değilim? küçükken insanlar sadece aşık olduğu için evlenir sanırdım artık asla öyle düşünmüyorum çevremden insanlar birbirlerini konumlarından, güzelliklerinden, paralarından dolayı seviyor ya da yaşı geçiyor, başka birini bulamaz diye evleniyor meğer bu yüzdenmiş yanlış evlilikler. ben ilişkimde ihtiyaçlarımın karşılandığını hissetmiyorum. en temel ihtiyacım da konuşmak sohbet etmek dost olmak. ben kendimi anlatacak bir alan bulamıyorum. daralıyorum. sıkılıyorum. bir fanusun içindeyim.
duygularımın fikirlerimin önemsendiğini değer gördüğünü takdir edildiğini görmüyorum. yani arada bir doğruyu söylüyorumdur heralde bu hiç olmuyor gibi maalesef.
bir de hevesim kalmadı bazı şeylere, içinden çığlık atarsın bazen öyleyim işte. heveslendim istedim kaldı içimde olmadı onlar karşılık bulamadı aynı heyecanla karşılanmadı.
ya sürekli haksız çıkmaktan da yoruldum vallahi, bir insan seferinde hata yapamaz. sürekli yanlış hissedemez kandırılıyor gibi hissediyorum.
ya bana fikirlerim sorulmuyor ya ben mesela o savcıyı istedim mi hayır istemedim, harun istedi sadece ben istemedim ben ondan da harunun annesinden de nefret ediyorum. elime bakıyor kadın ya manyak mı ne oje var mı diye. ya tiksiniyorum ya gerçekten. harunu öpecekken kendini geri çekmesinden nefret ediyorum o an düştüğüm konumdan nefret ediyorum. tam bir şeyler diyecekken o telefonun suratıma kapanmasından nefret ediyorum. telefonu kapatmasın diye çabalamaktan nefret ediyorum. piknik yapmaktan nefret ediyorum. aklıma bana kızdığı için benim lahmacunun parasını ödemediği geldi, bana çok ayıp edildi. ben niye kendi değerimi koruyamadım ya. yazıklar olsun bana gerçekten.
ben nefes almak istiyorum. özgürce koşmak araba sürmek istiyorum. özgürce kendi dilekçelerimi yazmak istiyorum. kimseye kontrol ettirmeden doğrusuyla yanlışıyla ben yapmak istiyorum. müvekkilimle bizzat ben konuşmak istiyorum. yüzmek istiyorum. süslenmek zayıflamak ve fotoğraf çekilmek istiyorum. hoş bir ortamda kahve içmek istiyorum. topuklu ayakkabı giyinmek istiyorum. ben çok bunaldım imdat ya. ben bu çocuktan ayrılmak istiyorum. hayatımın hatasını yapacağımı biliyorum ama nefes alamıyorum. daha iyi birinin karşıma çıkmayacağını biliyorum ama insan bazen son noktasına gelir ve çok dolar. ben taşıyorum artık anla beni. ayrıldığında acı çektiğinde özlediğinde oku bunu, biliyorum ne diyeceğine ona olan sevginin yanında bunların hepsinin çöp geldiğini biliyorum. ama sen sohbet edemediğin benzer zevklerinin olmadığı bir insanla bundan sonraki 40-45 yılı nasıl geçireceksin bak daha 2 yıl olmadı. allahım sen yardım et bana.
yarın ne yapalım biliyor musun gidip kendi adımıza kart bastıralım. ilk adımı atalım özgürlük yolunda. kimseye bağlı olmaksızın bir aydır ertelediğimiz o adımı atalım.
1 note
·
View note
Text
Bugün gene evlilikten açtım konuyu, gene diyorum çünkü bahsetmemi istemedi artık. Ona biraz anlattığım (ki burda yazan hiç bir şeyi anlatmadım.) öyle bir kaç basit olaydan olsa gerek ki ki ben basit diyorsam gerçekten basit, yaşadıklarımın yanında basit yani, kaçmak için evlenmek istediğimi düşündüğünü söyledi. Hani bir sürü cümleler vardır ya dilinizde, çok şey vardır böyle o hevesle anlatacaksındır. Hepsi boğazımda düğüm düğüm kaldı öyle, sonra yuttum. Evlenmek istiyordum ya hani, istemiyorum. Sürekli yanımda şüphe duyacak, ona olan sevgime inanmayacak, ailemden ya da evimden kaçtığımı düşünecek biri ile mutluluğum gerçek olmaz ki. Ben evlenmek istemiyorum, ben o kurduğum tüm hayalleri tekrar kurmayı denedim bu akşam, kuramadım. Sonra vardığım sonuç, varmak istemeyeceğim ama gene de vardığım sonuç oldu. Ben çok sevilmiyorum, ben sabahları uyandığında görmek istediği ilk insan değilim. Ben ilk defa birini böylesine sevdim. Ki sevmeye devam edicem. Benim sevgim rol değildi, rol olamaz ama kırılmamış, sorgulamamış her şey yolundaymış gibi rol yapma kararı aldım. Ölüp gidicem, bir kez olsun duygularımı tam anlamıyla söyleyemiyorum, içime atıyorum susuyorum. Ben, sadece ben varım kendim için. Beni çıkarsız, kötülük etmeden, sırlarıyla, ezikliği ile seven sadece ben varım. Kendime sığınıyorum, kendime dönüyorum her seferinde. Bir daha evlilik konusu mu, hahaha. Eşya konusu mu, hahahaha. Sevdiğimi de söylemeyi düşünmüyorum açıkçası. O kadar söyledim, inanmamış ki, daha söylemeye gerek var mı?
Sadece, gerçekten sadece sevdiğim insanla zorlanmadan, kavga etmeden, birbirimizi yıpratmadan aynı evde yaşamak istedim. Onun olduğu evde uyumak istedim. Çok yaşadım zaten, geri kalan ömrümde onunla yaşamayı tatmak istedim. Kaçmak için evlenmek istediğimi düşünmüş, bunu ben düşündürdüm. Onun bir kabahati yok. Bunu düşünmesini sağlayan benim.
Ailemden kaçmak için evlenmek mi? Bütün her şey kırık kalbimde ve beynimde zaten, ben nereden nereye kaçıyorum?
0 notes
Text
Neredesin Godot ?
-Vladimir: Doğru olmasa da öyle söyle.
-Estragon: Ne söyleyecektim.
-Vladimir: "Mutluyum" de
- Estragon: Mutluyum.
- Vladimir: Ben de.
Biraz umutla, biraz da umutsuzlukla her gün, aynı yerde pencerenin kenarında Godot’u bekliyorum. Bilinmezliğin tam ortasında ya da bilinirliğin çizgisinde. Kayıp bir diyarda...
Dünün aynısı ya da benzer şeylerle geçen günün sonunda neyi bekliyoruz diye düşündüm.
Cidden beklediğimiz neydi ?
Bir anda bir şey hissettim. Bu his kendimi adi bir suçlu gibi hissettirdi. Ben kardeşimin gözünün içine baka baka yalan söyleyen bir sahtekar mıyım ? Peki kime yalan söylüyordum. Kardeşime mi? yoksa Kendime mi? Her şey yoluna girecek! İyileşiyorsun! Tümörün büyümedi! Tedavin yakında başlayacak!…
Sana anlatamadığım gerçekleri sokaklara anlattım! Söyleyemediğim her cümleyi binlerce kez gökyüzüne haykırdım da ablacım bir sana söyleyemedim…
Yazmaya karar verdim ama benim için çok zordu çünkü belki de ilk kez gerçeğe bakmak zorunda kalacaktım.
Uçurumun kenarında sonunu görmeye çalışıyorum. Bacaklarım titriyor. Kalbim çok hızlı çarpıyor. Alnımdan dökülen ter, göz yaşımla birleşip süzülüyor. Toprak ayağımın altından kayıyor sanki uçurumun içine doğru çekiliyorum…
Esatım, küçüğüm, cesur yüreklim, canım kardeşim; bana “Abla sana çok güveniyorum, lütfen bana yardım et” diyordu. Parlayan yeşil gözleri kırmızıya dönmüş, upuzun kirpikleri ıslanmıştı. O an zaman durdu!
Ne derim bilmiyorum ablacım. Nasıl derim. Ne yaparım gerçekten bilmiyorum.
Herkes Godot'yu bekliyor ya da bir gün bekleyecek. Bu kaçınılmaz.
Kimsin sen Godot ?
Godot, Samuel Beckett'in yazığı çok eski bir eserdir. Gerçek adı "Godot'yu Beklerken" bu eser asla eskimeyecek bir konuyu anlatıyor. Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya "şeyi" beklemelerini konu alan en önemli absürt tiyatro eserlerinden biridir. Godot'yu unutulmaz yapansa bana göre gelip gelmeyeceğini asla bilemeyecek olmamız...
Kısaca godot biz ne dersek, neyi istersek odur!
Kendimi sonu gelmeyen anlamsız bir bekleşin ortasında Vladimir ve Estragon gibi sonsuz bir döngünün içinde hissediyorum.
42 gün oldu. Hastanede geçen koca 42 gün! Her gün biraz daha kötüye gidiyor..
İşte bunun için bu bekleyişi yazmak istiyorum.
Uyuyamıyorum. Telefonum gecenin bir yarısı acı acı çalacak diye ödüm kopuyor. Uyursam miniğime haksızlık edermişim gibi hissediyorum.
Kardeşim 42 gündür uyuyamıyor. Doğru anladın evet, 42 gündür uyuyamıyor. Kulağa imkansız gibi geliyor ama gerçek. Acı çekiyor deliksiz bir kaç saat uyumak için yalvarıyor ama nafile, verilen hiçbir ilaç onu uyutmaya yetmiyor. Onu öyle görmeye dayanamıyorum.
Bana bir gün "Bu sabah gözümü açabilecek miyim diye yatıyorum." dedi...................
Belki de bu yüzden uyuyamıyor... Sadece annemin elini tutarak dalabiliyor çünkü annemin onu herkesten koruyabileceğini düşünür.
Dayanamıyorum. Düşünmemek için sürekli saçma sapan şeylerle uğraşıyorum, deliliğe vuruyorum yani kaçıyorum..
Anlatması çok zor. Anlaması da bir o kadar imkansız. Sanırım bu his yaşanmadan tam olarak anlaşılmayacak bir şey.
Ürkütücü! Kimsenin bilmesini istemeyeceğim türden karanlık bir his.
Neyi bekliyoruz ? Kardeşim neyi bekliyor ? Doktorlar neyi bekliyor?
Ben bir yalancı mıyım ? Yoksa kardeşimi mi koruyorum. Kimden koruyorum. Ölümün soğuk ellerinden mi ?
Godot gelmeyecek mi yoksa ?
Biri size üzgünüm! ölüyorsunuz! diyor ama siz yaşamak için ufacık bir ışık, umut arıyorsunuz.
Ama bak şimdi daha iyi sanki. Hem bugün biraz yemek yedi. Bak kusmadı. Ağrısı çok yok.. Bence iyileşiyor…
Hep bir umut arayışı.. Umutsuzluk diye bir şey yokmuş. Yalanmış o!
Umut var! Umutlayış var! Umutluk var! Utsuzluk var.
Anlamsız her şey varda bir UMUTSUZLUK yok!
Bak şimdi yanımda onu öpüyorum, kokusunu içime uzun uzun çekiyorum. Öyle güzel kokuyor ki. Hiç bırakmak istemiyorum. Kalbim kırılıyor.. Oda beni öpüyor. O dudakları yanaklarıma değince artık kalbim ağlıyor. Elimi tutuyor eli sıcacık.. Bu sıcaklık aklıma hayallerimizi getiriyor..
Shakespeare; Önce hayaller ölür, sonra insanlar dememiş miydi? Bak, baksana bizim hayallerimiz hala sıcacık.
Gitmenin zamanı değil. Olmaz esat olmaz. Sen çok küçüksün. Ben sensizliği bilmiyorum. Öğrenmek istemiyorum… Esat sana çok ihtiyacımız var.. N’olur gitme….
Kahretsin!
Biliyorum hiç gitmek istemediğini, iyileşmek için nasıl direndiğini, inatla nasıl güçlü durduğunu…
Anlamıyorum Nasıl olur bu nasıl nasıl…
Godot çıplak hakikatle yüzleşmenin getirdiği yıkımın içerisinden çıkmış. Can bulmuş. Şimdi ben de yıkımın tam ortasındayım. Lütfen Godot daha fazla bekletme.
Gel artık Godot. Tükeniyoruz…
Umudum ol.
Işığım ol.
N'olur uykumun boynunu bükme....
1 note
·
View note
Text
2.10.21/old ones
Az önce sordu biri, sen neden mutsuzsun diye. Eskiden hep mutlu görünürmüşüm, şimdilerde öyle durmuyormuşum. Halbuki genellikle mutsuzum diyemedim. Dilimin ucuna geldi kelimeler ama çıkaramadım dışarıya. Sadece artık rol yapamıyorum diyemedim. Eskiden çok güzel rol yapar ya da kendimi mutlu edecek bir şeyler, bir uğraşlar muhakkak bulurdum. Şimdi ise tek başıma mutluyum. Birinin yanıma gelmesine izin vermediğimde mutluyum. Ama nedense kimse yanıma gelmediğinde de en sonunda üzülüyorum. Nasıl bir ikilem bilemezsiniz. Yalnız kalmak için tek başına oturursun ama tek gelmesini istediğiniz kişi gülerek başkalarıyla oturur sizi fark bile etmez ya. Ya da nedensizce konuşmak istediğin kişi sana kısa cevaplar verir ama sen tüm cümlelerini o gün o kişi için ayırmışsındır ya. Öyle bir şeyler yaşıyorum. Kimseyle konuşmak gerçekten gelmiyor içimden. Daha önce de yaşadım bu durumu ilk değil. Ama nedense şimdi canımı acıtıyor, yalnız kaldığımda hissettiğim mutluluk. Bu bana doğanın al işte kimseyi ne sen çekebiliyorsun ne de seni kimse çekiyor, sana anca sen, seni anca sen deyişi sanki... Ki bazen bu cümlemi bile yalana cıkardigim kendime katlanamadigim zamanlarım oluyor. Kafamdaki düşünceleri susturamadigim zamanlar. Etrafım bana çok gürültülü geliyor. Milyonlarca ses milyonlarca tını milyarlarca da düşünce. Hepsi bir ağızdan konuşup sanki beynimin içindeki gürültü ile yarışıyor. Sanki beynim kendini dışarıdaki bütün gürültülerle esitlemeye çalışıyor . O yüzden kaçıyorum bütün seslerden, bütün insanlardan ve düşüncelerden. Ne yazık ki her şeyden kaçamıyorum. O kadar uzun süredir alışmışım ki bazı seslere. Uzun süre kulağı çınlayan insanların bir zaman sonra o sese alışması gibi artık ben de alışmışım. Çınlama gibi gelmemeye başlamış o ses bana. Sanki benim sesim, benden çıkan ses gibi. Kesilirse duyacaklarım beni korkutuyor. Ya da hiçbir şey duymayacak olmam. Hangisinden daha çok korkuyorum bilmiyorum. Bir ses daha var. Güzel bir melodi, güzel bir şarkı başlangıcı. Notalarıni ezberlemek istediğim, sabah aklıma ilk gelecek gece yatmadan önce dinleyeceğim bir şarkı olacak biliyorum. Ama duymazdan gelmeye çalışıyorum . Yeni melodiler korkutuyor beni. Dinlemek beğenmek, tüm sözlerini ezberlemek ve sonunda senin için sadece eskiden bildiğin şarkıya dönüşmesi. Ama bu ses sahibi bunu anlamıyor. Çünkü dinlemek istemişler hep. Ezberlemek ve hep duymak, kendilerine adeta bir marş yapmak istemişler. Hiç kimse dinlemekten korkmamış ve kaçmamış daha önce. Bense öylece kulaklarımı kapatıp oturuyorum bağdaş kurmuş şekilde boşluğa doğru. Ne tam kapatabiliyorum kulaklarımı melodiye ve tüm seslere karşı, ne de durdurabiliyorum kulağımda sürekli öten o ince, tiz çığlığı. Öyle bir ikilem öyle bir hayat virajında duruyorum işte. Yaz dedi gittiğim psikolog ben de yazıyorum. Iyi gelir mi gelmez mi zamanla göreceğiz, pesimist birine dönüşmek istemiyorum. Bekliyorum sadece geçmesini . Böyle geçiriyorum hayatı. Hem dinliyor duymuyorum hem bakıyor görmüyorum. Söylemiştin almıyorsun kimseyi içerisine kafanın diye. İster misin bilemedim bu kadar gürültüyü, duyunca bütün o duyduğum sesleri kaçar misin sen de? Ya da içeride kalıp kapatır mısın sende bütün almaçlarını benim duyduklarıma karşı? Hatta okur musun bütün bu yazdıklarımı göstersem sana? Yoksa sen de mi dersin diğer yazdıklarım gibi '' yok mu bir özeti? ''
Ne kadar acımasız insanlar değil mi. Ben üzülürken boş bıraktığım, çantamı kucağımda taşıdığım servis otobüsündeki koltuğa oturmadilar diye, görmüyorlarmis bile meğer beni. Sen hiç görebildin mi peki? Görebildin mi tüm hayattan yorulmuş yardım isteyen ruhu? Mutlu olduğu bütün anları içine kazımaya çalışan derindeki belleğimi? Yoksa delip geçti mi senin bakışların da bedenimi biraz üstünde dolandiktan sonra?
2 notes
·
View notes
Quote
Dünyanın En Meşhur Münzevisi
İnanmak gerçekten güç!<br><br>Adam güzel, ilik gibi.
Erkekler için böyle denir mi bilmiyorum ama ilik gibi.
Bakıyorsun, kalıyorsun.
Kafanı çeviremiyorsun.
Hatta ona ayıp oluyor ama sen bakmaya devam ediyorsun.
Ancak biri seni dürterse kafanı çeviriyorsun.
“Allah neler yaratmış!” diyorsun.
Bedeninin her milimini inceliyorsun.
Ama adam sana diyor ki, “Ben ormanda yaşıyorum.”
Şok oluyorsun, kalıyorsun!
Nasıl yani, nasıl oluyor yani!
Adam Prada’nın, Hermes’in, Ferre’nin, Gaultier’in, Kenzo’nun, Ungaro’nun yüzü olmuş, İngiliz GQ dahil bir sürü dergiye kapak olmuş, para oluk gibi akıyor...
Adam parayı alıyor, ormana akıyor...
Şaka değil mi?
Değil. Patrick Petitjean böyle biri.
O öyle seviyor, cep telefonu yok, laptop, internet, pardon ne dediniz, hak getire, bir nevi münzevi...
Modelliğini yaptığı markalarla alakası olmayan bir münzevi.
Ama yine de erkek modellerin en başarılı olanlarından biri.
Bu yıl onu sık sık göreceğiz, çünkü geçen sene olduğu gibi bu yıl da Network’ün erkek yüzü. Beni Patrik’le Mehmet Acar tanıştırdı.
Mehmet, Network&Que Erkek Tasarım Direktörü.
Dünyanın en eğlenceli, en tatlı adamlarından biri.
Huzurlarınızdan ayrılmadan önce, şunu da söyleyeyim, Patrick gerçekten samimi, ellerine bakınca anlıyorsunuz, elleriyle çalışan insanın eli, mankenden çok marangoz eli gibi.
Ve çekim biter bitmez, kendini büyük şehrin içinde bir uzaylı gibi hissediyor, hemen köyüne kaçmak istiyor...
Nerede yaşıyorsunuz?
- Fransa’da bir köyde.
Nasıl yani?
- Sadece 160 kişi yaşıyor.
Şaka yapıyorsunuz!
- Neye şaşırdınız? Köyde yaşamama mı, nüfusun 160 kişi olmasına mı?
İkisine de. Nasıl bir hayat?
- Bak, dur dinle, bu şehir ne kadar gürültülü (Londra’dan söz ediyor) benim yaşadığım yer böyle değil, sakin, huzurlu. Bizim orada, doğanın sesini duyarsın, bir de kendi iç sesini. Ailem yakınımda. Ormanım da var, daha ne isterim?
Annenizle, babanız ne işle meşguller?
- Babam artık melek, ne yaptığını tam bilmiyorum.
Çok özür dilerim.
- Önemi yok, epey oldu kaybedeli. Annem emekli. Üç kız kardeşim var. Ben en küçüğüm.
Ailedeki herkes sizin gibi güzel mi?
- Fena değiller.
Bu gözlerin gerçek sahibi... Kimden almışsınız gözlerinizi?
- Dedemden.
Bütün köy, ona aşık mıymış?
- Nereden biliyorsunuz?
Bilmiyorum, uyduruyorum...
- Gerçekten öyleymiş. O derin okyanus gözlere bakan, bir daha gözünü alamazmış, mıknatıs gibi çekermiş.
Sizinki de öyle. Çocukken hayalleriniz neydi?
- Çocukluğum yalnız geçti. Annemle babam bir restoranda çalışıyordu, hep çok meşgullerdi, hep çok işleri vardı. Ben kendimi oyalamayı çok erken yaşta öğrendim. Yalnızlığı severim. Kalabalıkları sevmem.
İyi de sebebi ne?
- Siz neden bu kadar meraklısınız mesela... Kişilik değil mi? Benimki de böyle bir kişilik. Yaratılışım diyelim. Doğayı ve doğal olanı seviyorum.
Beni şaşırtan, dünyanın en havalı ve en pahalı mankenlerinden birinin, böyle Crocodile Dandy gibi konuşması!
- Niye şaşırıyorsunuz ki? Benim dinim doğa. Zaten hayatta gerçek olan tek şey doğa. Başka ne realite var ki? Doğum, ölüm, doğa. Kendimi doğada buluyorum; en çok, doğada yaşadığımı hissediyorum.
Eğitim?
- Okudum bir miktar...
Herkes büyük şehirlere kapağı atıp, üniversite filan okumak ister. Görmek ister, gelişmek ister, öğrenmek ister. Yanılıyor muyum?
- Biraz. Ben de dünyaya gezmek istedim. Macera yaşamak istedim. Harita üzerinde parmaklarımla dokunduğum ülkeleri, adaları keşfetmek istedim...
Edebildiniz mi?
- Edebildiğim kadar ettim. Gemilerde çalıştım. Karayipler’de yaşadım. 25 yaşına kadar. Serseri zamanlar... Sonra ülkeme döndüm askerliğimi yaptım, bir restoranda çalışıyordum...
Peki bu modellik işi nereden çıktı?
- Kız kardeşimin marifeti. “Modellik yapmalısın, çok para kazanırsın!” dedi. Her şey onun başının altından çıktı. Fotoğraflarımı yollamış, Milano’da bir ajansa.
O zaman sizi bir manken avcısı yollarda durdurmadı? Genelde öyle oluyor mankenlerin keşfedilmeleri...
- 160 kişinin yaşadığı bir yerde, kim kimi durduracak?
İtiraf etmeliyim ki, anlattıklarınıza inanmak kolay değil. Fere, Ungaro, JP Gaultier, Prada, Hermes, Kenzo neredeyse bütün ünlü markaların yüzü olmuşsunuz. Dünyanın en rağbet gören, en çok aranan erkek modellerinden birisiniz.
Şöhretin, paranın, kadınların, parıltı bir hayatın tadını çıkarma zamanı... İnzivaya çekilmek de nereden çıktı?
- İyi ama benim için önemli olan bunlar değil ki. İşimi düzgün, kusursuz yapıyorum. İşim bittiği andan itibaren de, fotoğraflardaki o model değilim ki ben artık. O bir imaj.
Peki nasıl olur da, ünle, güçle filan alakanız olmaz...
- Meşhur olmak özgürlüğünüzü vermek demek. Ben bunu istemiyorum. Para kazanmak için bu çekimleri yapıyorum, sonra paramı alıp, köyüme dönüyorum. Orada basit ama iyi bir hayatım var. İnsan görmek istediğim zaman da pazarda antika satıyorum.
Antika dükkanınız mı var?
- Yok, hayır. Tezgahta satıyorum. Küçük bir hayat, küçük bir tezgah, küçük bir orman. Ama çok yürürüm...
Odun da keser misiniz?
- Tabii, gerekiyor çünkü. Doğada yaşıyorum neticede. Bir de bitkileri seviyorum. Farklı farklı bitkiler yetiştiriyorum. Onlara gözüm gibi bakıyorum. Özen ister, incelik ister. Bitkiler, onu seveni bilir...
Öyle bir anlatıyorsunuz ki, sanki modellikle filan da alakanız yok.
- Yok zaten. Ben manken değilim, yürümeyi filan bilmem, herhangi bir eğitim almadım. Duruyorum zaten, “Oraya, buraya bak” diyorlar, bakıyorum, “Şunu bunu yap” diyorlar, yapıyorum. Hepsi o kadar.
Peki kazandığınız parayla ne yapıyorsunuz? Londra’da, Paris’te daire almak gibi niyetiniz yok mu?
- Allah korusun! Ben şehirden kaçıyorum. Alsam alsam, ormanımın yanında yeni toprak alırım.
Kendi fotoğraflarınızı basılmış olarak görünce ne hissediyorsunuz?
- Hiçbir şey. Başarı değil ki bu.
Ne peki?
- Bilmiyorum.
Bütün o kapak olduğunuz dergileri ne yapıyorsunuz?
- Ben hiçbir şey yapmıyorum. Annem saklıyor, arkadaşlarına gösterip hava atıyor.
Modelliğini yaptığınız bu ünlü markaların ürünlerini kullanmak istemiyor musunuz hiç?
- Benim böyle şeylerle alakam yok.
Peki bu anlattıklarınız biraz garip. Sizin gibi insanlar yok bu yüzyılda. Bizim dünyamızı ait değilsiniz. Uzaydan gelmiş gibi?
- Bu dünya, tüketim dünyası, modern dünya... Tamam, anlıyorum, saygı da duyuyorum ama ben almayayım. Ben bu dünyanın parçası değilim, olmak da istemiyorum. O yüzden kendimi koruyorum.
BEBEK YAPMAK İSTİYORUM
Gelecek planlarınız?
- Kafama uyacak bir kadın arıyorum. Aşık olup bebek yapmak istiyorum. Bir ya da iki. Gerçek şeyler yaşamak istiyorum.
Yaşadığınız yerde sizin için özel olan ne?
- Kökü olmayan ağaç kurur, benim köklerim orada.
Kız kardeşleriniz de hayata sizin gibi mi bakıyor?
- Yok, hayır. Onlar benim gibi akıllarını kaçırmış durumda değiller. Bir kere onlar daha sosyal; giysi, araba, eşya seviyorlar. Böyle şeyler benim derdim değil, 40 yıl aynı paltoyu giyebilirim.
Ailenize maddi olarak destek oluyor musunuz?
- Olmaya çalışıyorum.
Sizin aslında bu kafayla ‘loser’ (kaybeden) olmanız gerekiyordu. Nasıl oldu da böyle oldu?
- Dedem sağ olsun, ondan ödünç aldığım gözlerle hayatım kurtuldu. Sizin anladığınız anlamda. Kendimi bu yüzden şanslı hissediyorum. Ama ben bütün bunlar başıma gelmeden de ormanımda mutluydum. Odun kırıyor olabilirdim ama hayat bu, ünlü markaların yüzü oldum.
Dalilah bir gece ansızın saçınızı kesiverse, Samson gibi bütün gücünüzü kaybeder misiniz?
- Galiba.
Size, “Saçını uzat daha vahşi bir güzelliğin olur” diyen kim?
- Altı yıl kısa saçla modellik yaptım. Sakalım da yoktu. Bir gün kafama esti, modelliği bıraktım, beş yıl yapmadım. Sonra bir moda stilisti beni tekrar başlamaya ikna etti, saçımı uzatmamı da istedi. Kırmadım, herkesin hoşuna gitti, benim de. Bu saçlar ruhumu da yansıtıyor.
TERİM TENİMİN KOZMETİĞİ
Bu endüstri sizden sıkılıp, sizi bir kenara atınca ne hissedeceksiniz? Hep yeni yüzler yeni bedenler arıyorlar?
- Hayat uzun bir yolculuk, öğrenecek çok şey var. Modellik yolu biter, benim kendi kişisel yolum devam eder?
Size İsa’ya ya da Che Guevare’ya benzediğinizi söyleyen oldu mu?
- Onlar özel insanlar, ben onlar gibi değilim. Basit, sıradan bir köylüyüm.
Sizi hiç reddeden bir kadın oldu mu?
- Bütün erkekler reddedilir. Benim de onlardan bir farkım yok.
İlişkileriniz uzun sürer mi?
- Ortalama 3-4 yıl. Ama bir sonraki ilişkimin sonsuza kadar sürmesini istiyorum. Bunu gerçekten arzuluyorum.
Şehirli kadınlarla birlikte olabilir misiniz?
- Benimle o hayatı yaşamayı sevecek biri olmalı.
En vazgeçemeyeceğiniz şey...
- Altı kedim var, müthişler, bana aşıklar, ben de onlara...
Gerçekten mi cep telefonunuz yok?
- Yok. Üzerimi arayabilirsiniz.
iPad, laptop...
- Yok. Yaşadığım yerde bir faks var oraya faks çekiyorlar, ben de geri dönüyorum.
Bir ay filan alıyormuş haberleşmek sizinle, doğru mu?
- Niye şaşırdığınızı anlamıyorum, cep telefonu kaç yıldır hayatımızda var ki, teknolojiyi de bu kadar hayatımıza sokmak iyi mi? Ben halimden memnunum.
Bütün bunlar bir imaj mı yoksa? Sizi ilginç yapmak için mi size böyle bir imaj çizdiler?
- İmaj-mimaj yok. Bu benim; gerçek ben. Ha, ama şu var, benim hikâyemi insanlar sevdi. Aslına bakarsan, işi daha da ileri götürüp Aborjinler gibi yaşamak isterdim. Belki ileride bir gün o da olur...
O zaman bu soruyu sormaktan vazgeçeyim: Yüzünüze krem filan sürüyor musunuz diyecektim...
- Dalga mı geçiyorsunuz? Terim, tenimin doğal kozmetiği!
Ayşe Arman
1 note
·
View note
Note
size bir soru sormam lazım fakat uzun olacak kendimi -a olarak tanıyıyım ben 3 senelik kapalıyım ama sadece kapalıyım tesettürlü değilim dini bütün bi ailede yaşıyorum ben kendiliğimden kapandım ama kapanmam hiç bi zaman tam kapanma olmadı tam anlamıyla bi hevesle kapandım ama tabiki bi hevesle açılmak istemedim ama kapanmanın yükünü kaldıramıyorum hatalarım var hem de çok ben kapalılığın olgunluğunu kaldıramıyorum içim içimi yiyor sadece saçlarımı kapatmadım kendimi de insanlara karşı kapattım
“ insanlardan kaçıyorum yeni insan tanımak istemiyorum bi utanç olmamalı etrafım açık değil aksine kapalı insanlarla dolu fakat bikmeyerek kapanmış insanlarla dolu bunu allahın emri değil gelenek görenek olarak görüyorlar ve bana bazı bilgileri yanlış aktarmışlar ben kendim okudum araştırdım kuranın çevirisinde bile ufak tefek hatalar olduğunu gördüm sonuçta meali yazanda bi insan ve bu kapanma kpnusunda takıldım kaldım hakkını veremiyorum ve boğulıyorum . şimdi sabret şükret namaz kıl diye düşüünebilirsin bazı şeyler bazı zamanlar olmuyo elimden geldiğinde namaz kılmaya çalışıyorum ama bazı insanlaar ve hatalarım beni dine yaklaştırma yerine uzaklaştırdı ve ben kapalılığı zaruriyet olarak değil yani ben kapansam allah katında bu kapalıydı cennet de daha iyi bi yere gitmeli olacağını düşünmüyorum açıkken de çok açıl değilim fakat kapalı olmanın hakkıno veremedikten sonra gerçekten tesettürlü olan insanların hakkına girdiğimi düşünüyorum içim içimi yiyor sabrettim açılmayayım daha da kapanayım ama bu zamana kadar hiç uzun etek giymedim ben hiç etek giymedim ben kendimi sıkıp kapatmaya çalıştıkça daha fazla başka yerlerden hata yapıyorum ve bu sıkontılarımı yakınlarıma anlatmaya çalıştıkça bana arsı mamussız mu olacaksın gözüyle bakıyorlar içimden gele gele kapanmadıktan sonra ne anlamı kaldı allah rızasınin değilde çevre baskısından yaptıktan sonra sürekli sorguluyoruö tabiki siz bana açıl kapan demezsiniz biliyorum fakat ben kendimi bazı konularda çok sıkıntılı hissediyorum yiyip bitiriyorum çok takıntılıyım baş edemiyorum aallahtan başka kimsem yok sabredip tevekkkül edecek yapıda değilim şu an onu kaldıramam dinden soğutuyorlar beni hayatımı bi odada tek başıma geçireceğim islam bu mu ? sence ne yapmaşıyım siz olaanız ne yapardınızz-a “
Selamun Aleyküm kardeşim. Biliyorum geç kalınmış bir cevap oldu fakat sen takip etmiyor bile olsan belki aynı duyguları hisseden, aynı çıkmazda olan bir kardeşimize derman olur düşüncesi ile sorularını hiç silemedim. Beklettim.
Sana her şeyden önce bir soru sormak istiyorum. Bir yol var önünde. Gidilmesi zorunlu, Bir sınav var girilmesi şart. Bir yemek var bitirmen gereken.. Örnekleri sen çoğaltabilirsin. Benim sorum şu; Bu yolu hiç gitmemiş olmak mı daha iyidir yoksa bir adım atmış olmak mı? Bu yemeği hiç yememiş olmak mı daha karlıdır bir kaşık dahi almış olmak mı? “hatalarım var hem de çok” demişsin ya hani.. Kim var hatasız olan gösterebilir misin? İnsan olmanın gerekliliği bu zaten. Hata yapmak.
Allahu Teala ne söylüyor kendi kelamında bak.. “Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;” (Şuara Suresi, 82. Ayet)
Allah o kadar merhametli ki, bilmiyorum hiç meal hatmi yaptın mı? Eğer yaptıysan farketmişsindir. Kuranda sürekli merhametinden ve bağışlayıcı olmasından bahseder. Böyle şey gibi değil mi insanın içinde çiçekler açtırıyor. Ne yaparsam yapayım, ama ne yaparsam yapayım kapısını hiç kapatmayan bir Rab var dedirtiyor insana.
Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Halbuki şehvetlerine uyanlar ise, sizin doğru yoldan büyük bir meyl ile sapmanızı istiyorlar. (Nisa Suresi, 27. Ayet)
Aklına gelebilecek her konuda inan bana Allah bir çözüm yolu sunmuş insanoğluna. Yemin ederim şu dünyada dermansız hiçbir dert yok. Biz sadece fazla profesyonel yaşıyoruz. İstiyoruz ki her şey mükemmel olsun. Müslümansak eğer günahsız olalım. Ama hayır. Allah hiç günah işlemeyecek bir kul isteseydi meleklerden sonra insanları yaratır mıydı? Allah günah işleme demiyor. Tövbe kapısından hiç ayrılma diyor ablacım.
Hani demişsin ya etrafım kapalı dolu ama bilmeyerek kapanan insanlar olduğu için onlardan kaçıyorum diye. Kaçma. Aksine kendini göster onlara. Okuduğun kitapları, ilmini, bilgini göster. Gün geçtikçe bu durumdan haz aldığını göreceksin. Böbürlenmek değil anlatmaya çalıştığım şey. Çok başka bir duygu bu. Bırak geçmişini. Şimdiyi düşün. İnsanlar şimdiki seni bilsin. İşte gerçek bir müslüman kızı diye hayranlık beslesin. Benim şahsım adına en sevdiğim şey bu mesela.
Diyelim ki bir ortamda konuşuyoruz. Beni tanımayan insanlar genelde evde akşama kadar oturan, bebek bakan, kitap veya dergi yüzü görmemiş biri olarak tanımlar. İlk izlenim budur. Çünkü dışarıdan baktığında modern bi kapalı değilimdir. Pardesümü muhakkak giyerim. Eşarbımı arkadan yapıp kapıyı dahi açmam. Dolayısıyla da zıt görüşlü kişiler bazen aşağılamak isterler. Markette mesela kasiyer arkadaş bazen küçümsemeye yeltenir. Dini bilgisi olmadan fetva vermeye kalkar. İnan bana ablam o gibi bir durumda insanlara bilgimle karşılık verip, mühendis olduğumla da cümleyi tamamlayınca suratlarındaki ifade her şeye değiyor. Her defasında da içimden şükürler olsun Rabbim diye geçiriyiorum. Şükürler olsun islamiyeti küçümsemelerine müsaade etmediğin için.
“açıkken de çok açıl değilim fakat kapalı olmanın hakkın veremedikten sonra gerçekten tesettürlü olan insanların hakkına girdiğimi düşünüyorum” demişsin ya hani. İşte inan bana bunlar şeytanın vesvesesi. Namazı hakkıyla kılamıyorsun o zaman bırak. Tesettürün hakkını veremiyorsun o zaman açıl. Yıllardır hep insanı böyle kandırıyor ablacım. Diyelim ki bugün açtın saçını ve bıraktın namazını. Ne geçecek eline, daha mı iyi müslüman olacaksın. Daha mı mutlu olacaksın bir düşün. (?)
İslam elbette senin kendini odaya kapatıp insanlardan soyutlaman değil. Bu süreçte şeytanla ne kadar inatlaşırsan o kadar mutlu olursun inan bana. Ben senin yerinde olsam açılma gibi bir düşünceyi hiçbir şekilde hayatıma sokmam. Şeytan önce senin içinde bu tereddüdün kalmadığını bilmeli. Bilmeli ki bu açıdan vurmaktan vazgeçmeli.
Sana sabret demeyeceğm. Mesajı atalı çok uzun zaman oldu. Şuan ne durumdasın bilmiyorum. İnşallah hala beni takip ediyorsundur. Şayet öyleyse seninle daha uzun konuşmak isterim.
Duacın olacağım..
1 note
·
View note
Text
Ara ara iyi olmayı beceremiyorum, böyle bir zorunluluğum da yok gerçi. Ama korkutan şu: Acaba gerçekten en son ne zaman iyi oldum? Ya da rol mü yapıyordum, bunu bile bilemiyorum. Aslına bakarsak, daha düne kadar iyiydim. Gerçek miydi? Rolümü kendime yedirmekten korkuyorum ya da ortada bir rol var mı? Paranoyaklaşıyorum. Cevapsız sorulardan biri daha...
Biraz üstünde düşündüm de, sadece bir şeylerle meşgul olmayınca depresif hissediyorum, yani kendimle kaldığımda... Buradan hareketle, depresif bir insan olduğum mu ortaya çıkar? Yoksa insanlarla beraberken ve beraber değilken diye ayrılan iki karaktere mi sahibim?
Ben ne istiyorum? Bu soruya verecek cevaplarım var, ama tüm cevaplar meşguliyet sağlayacak şeyler. Kendimden mi kaçıyorum, bilinçaltım her şeyin farkında olduğu için mi böyle istekler sunuyor bana? Bunlar benim isteklerim mi, yoksa bilinçaltımın mı? Bilinç benim değil mi? Benim! İsteklerimin nereden oluştuğunu düşünüyorum, tümüyle bana ait olan şeylerden doğuyor. O zaman isteklerim bana ait! Neden didikleyip, kendi isteklerimi kendim istemiyormuş gibi davranıyorum? Neden hep bir şeyler tarafından yönlendirildiğime inanmak istiyorum? Neden kendime karşı, kendimin arkasında durmuyorum? Kötü sonuçlandığında kendime yüklenmemek için mi? İyi de kendim istiyorum!
Her şey benim, bu benim. Kabullenmek mi zor geliyor acaba?
3 notes
·
View notes
Text
Kaçarken
Bana öyle suçlar gözlerle bakmayın. Ben kendi doğrularımda yaşadım hep. Kendime bir hayat kurdum. Dışarıyla bağlantıyı kestim ve kendi içimde yaşadım hep. Araştıramadım soramadım.Utandım çoğu zaman. Kimse de anlatmadı bana. Şimdi bana suçlar gözlerle sen ne tuhafsın bunu da bilmiyorsun diyen gözlerle bakıyorsunuz ya bakmayın öyle ben çok kötü oluyorum. Çok düşünüyorum. Başkası 1 kere düşünüp cevabı bulurken ben 10 kere düşünüyorum bunun doğrusu ne diye. Bana kimse anlatmadı ben de sormadım. Evet en büyük suçlu benim. Suçumda sormamaktır. Sormadım utandım. Çekindim. Sorabileceğim kimse de çıkmadı karşıma. Şanssızdım. Ben de kimseyi bulmadım. Bulamadım. Kimse de cesaret vermedi bana. Herkes kaçtı benden. Herkes kızımız diye sever beni. Hepsi de gösteriştir. Başka insanlara içi boş gösterişlerdir hepsi. Gerçekten yanımda olanlar, bana destek olanlar söylemezler hiçbir şey. Hissettirmezler yoklukları. Kendi varlıkları vardır. O an o önemlidir. Orda olmak. Sevdiğim insanla oturuyor olmak. Baktılar büyüyorum bu kızın bir sürü derdi çıkıyor, bize müsade dediler. Kendilerine göre haklılar nasılsa babası var baksın. Zamanında benim icin üzülen birisi vardı. Çok üzülmesin diye karşındaki şöyle teselli etmişti onu boşversene anası babası yok mu onun. Yok. Yokmuş. Babam var derdim. Babam babalık nedir bilmediği görmediği için bu yükün altına girmek istemedi. Babalığı sadece ihtiyaçlarını gidermek olduğunu bildiği için gücünün yettiği kadarını yapmaya çalıştı. Her defasında o da kaçtı. Yani siz şimdi benden kaçıyorsunuz ya çok normal ben alıştım artık kaçanlara gizlenenlere. Ben yalnız kalmaya alıştım, sen ne tuhafsın bakışlarına,neden böylesin bakışlarına ama kimse bilmiyor ki ben aslinda kendimi normal bilirim. Çünkü benim kendi dünyam var. Geleni içine alır ama gelen içinde kaybolmaya cesaret edemeden kaçar,bıkar ve çoğunlukla da anlayamaz. Kimse anlayamadı anlamakta istemedi. Belki de ben anlatmadım korktum. Anlattım çoğunlukla anlayanlar oldu. Anlayanlar alıştılar bana. Zamanla görmezlikten gelmeye basladilar ama özel biri olduğumu düşünüp bu da böyle diyerek geçiştirdiler. Anlamayanlar hiç anlamadi zaten varmış gibi gözüküp çoğunlukla benim icin üzülen insanlar oldular. Onlarin yeri apayrıdır. Ben onlara bakıp bakıp gülerim. Ne tuhaf insanlar diye. Benimle üzülüp sonra arkamdan salak o diyenler de var tabi. Herkesin saflaştığı salaklaştığı şeyler vardır. Ama bir kişi de olsa senin istediğin şeyleri istemek senin yaptığın şeyleri sırf tecrübe olsun diye yapmak zorunda değil. Yapmak istemiyor belki. Yapmak istememek bile tuhaf geliyor onlara. Nesi tuhaf. Sen yapmak isterken ben sana tuhaf diyor muyum? Daha tek basina bile bir şey yapamayan sen benim bu halime mi tuhaf diyorsun. Evet tuhafım benim pirinç tanesi kadar cesaretim yok senin yaptıklarını yapacak. Kaçıyorum ben insanlardan çok büyük geliyor. Küçücükmüş aslında hepsi. Ben kendi dünyamda görememişim. Benim dünyamdakiler iyiydi. Bu insanlar hiç iyi değiller. Buradakiler hep ben sadece ben. Ben hep onlardan kaçtım onlarda benden. Kaçanlar unutur mu? Unutmazmış. Unutulur mu onu bilmiyorum. Ben hep kaçtım. Herkesten kaçtım. Senden kaçtım ondan kaçtım ama asıl kaçtığım kişiyi geç olsa da buldum. Ben hep kendimden kaçmışım. İnsan kendinden kaçabilir mi? Kaçamazmış. Savaşmaktan başka çare yok.
2 notes
·
View notes
Text
sana bir şey diyeyim mi biz ordayız ve çıkamıyoruz ordan, belki sittin sene geçse anlaşamayız ama bir yolunu bulalım mı artık, en azından ben çıkamıyorum ordan çünkü, bu istemekle doğru orantılı bir durum değil, bu unutmak değil, hatırlamak değil yaz değil kış değil, okuduğum ilk kelime gibi duruyorsun ezberimde, nereye yürüsem hem sana geliyor bi o kadar da senden kaçıyorum, adın söylenince dünya sağdan soldan ya da yukarıdan aşağıya dönüyor, nereye dönerse dönsün, senin yerin dönemiyor, nereyi nereye döndürürsem döndüreyim seni döndüremiyorum, en çok da geri döndüremiyorum seni, gerçekten çok yorgun düştüm, bir gece karşımda belirir misin, bilmediğin şeyler var, bilmeni istemediğim şeyler var, özümü bulmakla karşılaştığım şey beni sürekli çaresiz bırakıyor günde en az on defa ölüyorum, sevmediğin pazar günlerini hâlâ güzel yapabiliriz, yapmasak bile ikimiz yeteriz tek dert pazar günü olsun, sadece bir kere gel, yarın olmadan gel, günüm dolmadan falan gel, ne olursan ol yine gel, sen şimdi kötü olsan demiştin ya ben seni iyi yaparım diye, neden aynısını senin için söylememe izin vermiyorsun, bugün yağmur yağıyordu dışarda manyak gibi, apartmana girdik, bi dede geldi hikaye anlattı, o dede miydi hızır mıydı, bir iyiye bir kötü düşmesi lazım dedi, anlamadık tabi ne alaka dedik, e dedi kötüye iyi denk düşmese nasıl öğrenecek iyi olmayı, dede miydi hızır mıydı bilmedim ama seni bildim, ben kötüyken sen iyiydin, ben iyiyken sen kötü, bir değirmendir bu dünya bir gün öğütür bizi derken şair şaka yapmamış, he bu arada ben şair oldum, eğer bunun içindiyse gidişin, dönersen de şiir yazacağım söz, sen yokken şiirin değeri de yok zaten, bunların hiçbirini sana yük olsun diye yazmadım, okursun diye de yazmadım, uzlet bir yerden sonra beni delirtmesin diye yazıyorum, tamam zaten normal değildik de bu başkaymış, öyle işte, şiirlerin de sen de her adım kulağımda, holosko artı bir miktar yara.
0 notes
Text
Otoözlem
Özlemeyi özlemekle başlayan bir gece. Artık ter temiz. Fakat, büyümek zormuş. İnsan gerçekten bazen kendini boşluğa atıp bakmak istemiyor. Neden diyor sadece. Neden bu kadar zor. Birini bulmak. Sevgisiz büyüyerek kazarak geldiğin nokta bu mu AMIK, diyor. Bunun için miydi? Değmedi diyor. Çünkü, gerçek bu.
Keşke cepheler gerçek olsa, rüyalar gerçek olsa, düşer gerçek olsa, hikayeler gerçek olsa diyor. Keşke. Metafiziksel bir pişmanlık. Sanki senin suçun gibi. Suç atmayınca, suçu kendinde arayıp kontrol sahibi olmaya çalışmak da artık acizce mi, yoksa son çabala mı bilmiyorum. Üzücü sadece. İnsanın egosu çığlık çığlığa kalıyor, sanki bir bok yapabilecek gibi.
Gerçekle çok barışık biri değilim. Şizofrenik değilim hayır. Sadece, eğer gerçek buysa, çok sıkıcıymış, bunla baş etmek istemedim. Belki de, bunaltı ile başa çıkmak istemedim. Meğer, ne zormuş. Boş olması. Basit olması. En kötüsü de, haksız değilim. Daha iyi olabilecekken, olmaması. İşte bu bir ikinci el pişmanlık ve suçlama duygusu oluyor. Her şey daha güzel olabilir. Neden bu bok? İlham verici bir re-press-yon.
Sanırım bir şeylerin, daha iyi olabileceğini bilmek beni mutlu ediyor. Umut. Umut beni hayatta tutuyor. Bu bile o aradığımız dayanağa ters, ama gayet güçlü. Pişmanım, keşke daha güzel olsaydı her şey. Ama nasıl olurdu bilmiyorum. Ne yapabilirdim bilmiyorum. Kontrol ben de değil. Çok özel bir pişmanlık duygusu bu. Keşke bu insanlar bu kadar yavşak olmasaydı demek artık bozuk plak misali değil mi? Keşke özleyebileceğim birileri olsa. Özlemeyi bile özlüyor insan.
Nedenini sorunca, cevapsız kalmak. Kitabın bu sayfası yazılmamış. Evrimsel seçilim gibi? Sadece oluyor işte bir şeyler? Yersen? Belki? Nedensizlikçe. Bizi arayan, seven yok. Peşimizden gelen yok. Anamız yok, babamız yok. Ne de bir dostumuz bir sevgilimiz. Terk edilmiş değiliz, hep böyle idik. Sanki önceden biri vardı? Olmayan yarılarımızı bulmaya çalışıp az bir destek aradıkça tepe taklak geriçe düşmekten başka neyimiz oldu. Düşüre düşüre parça pinçik ettiğimiz kalplerden ve umutlarımızdan kalan, neyimiz var? Asla bulunamamış potansiyellerimizde başka, neyimiz var? Asgari insanlığımızdan başka, neyimiz var? Süslü kelimelerimizden başka, neyimiz var? Aşağılıkça, dans eden, bomboş yalancılardan başka, neyimiz var? Alsa pişmemiş insanlardan başka, neyimiz var? Referanslarımızdan başka, neyimiz var? Kendimizden başka, neyimiz var? Neyimiz kaldı?
Hikayelerimizden başka neyimiz var? Asırlarca dekontrükte edip bir araya getirdiğimiz masallarımızdan başka, gece bizi uyutan neyimiz kaldı? Anne sütü?
Ya yalnız ölmeye mahsursak? Çok karşı. Beni en çok korkutan, bütün bunların bir nedeni olmaması. Oldu ve bitti, hadi sus der gibi. Kendimi özledim. Bir daha olamayacağım kendimi ve kişiliğimi, asla tekrar yaşayamayacağım anılarımı özledim. Ödüm kopuyor. Hayattan.
Kendimden, geçmişimden, duygularımdan kaçıyorum. Yüzleşmek istemiyorum. Hayatın kötülükleri ve bunaltıcı boktanlığı ile yüzleşmek istemiyorum. Sadece, hep, ama hep mutlu olmak istiyorum. Arkama bakmadan, bunalmadan, düşünmeden, yüzleşmeden. Diyecek lafım bile kalmadan. Çünkü, paragraflar yazılar yazmak istemeden, kaçıp kalkıp gitmek istiyorum. Sevilmek, ne nadirmiş.
1 note
·
View note
Text
Günce #1
01.10.18
Son dönemlerde çok yazasım var. Ama yazmaya ne kadar mecalim var bilmiyorum. Yazmak yorucu bir iş benim için. Normalde konuşmadığım şeylerle yüzleşmek zorunda kalınca ağırıma gidiyor. Hep böyle oldum zaten. Hiçbir zaman konuşamadım ama hep yazarak anlattım. Ha bir de çok istedim ama çizemedim. Yazdım,
“yazmasam ağlayacaktım...alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz”
diyor Turgut bir şiirinde.
Galiba tam olarak şiirlerden palyaçoyum bugün.
“biraz birazdım her şeyden”
Neyse çok dağatmayayım konuyu. Belki bir şeylerle yüzleşmem gerekiyordu. Bugün eski bir dostumla konuşurken fark ettim, en çok korktuğum şey kendimle yüzleşmek galiba şu hayatta. Masanın karşısına kendi çocukluğumu alıp konuşmaya çekiniyorum. Belki de son dönemlerde bu yüzden bu kadar az konuşuyorum.
Kendimle konuşmayı tümden kestim. Artık fazla düşünmüyorum. Kendime düşünecek vakit buldurmuyorum. Kırgınım biraz kendime, yorgunum belki, kendi kendimi uzaklaştırıyorum kendimden. Konuşmam gereken çok şey var ama nasıl kaçıyorsam yazmaktan, konuşmaktan da kaçtım.
Hayatım bunun üzerine kurulu. Kaçmak. Ta ki neden kaçtığımı hatırlamayana kadar uzaklaşmak. Ama yine bir noktada yüzleşeceğini bilmek gerçeklikle. Bu yüzdendir belki de içimdeki bu yarımlık. Her şeyi yarım bırakıyorum bitirmem gerektiğini unutana kadar.
Öylesine kurmuyorum bu cümleleri. Her işim aynı. Bitirmem gereken şeyi, artık bitirmeye gerek olmayana kadar uzatıp sonrasında hayıflanıyorum yarımlığıma.
Yeni bir hayat düzenine giriyorum. Korkuyorum biraz. Kaçmak istemiyorum bu sefer. Bu korkutuyor belki de beni. Kendime saklanacak bir köşe bırakmak istemiyorum. Bir planım da yok bu sefer. Sadece yaşamak istiyorum. Bunu kendime hatırlatmak istiyorum. Bunu hak ettiğimi kendime kanıtlamak istiyorum.
Düzene ihtiyacım var. Çok düzensiz bir insanım. Yazılarımı bile belli bir düzende tutmayı beceremiyorum. Mesela bu yazının son cümlesi belli. Ama daha neler yazacağımı bilmiyorum.
Yeni bir hayat istiyorsam, yeni bir düzene ihtiyacım var. Bölük pörçük değil ama. Kendime benzemeyen, sorumluluk sahibi ve tamam bir düzen.
Yazmayı seviyorum. Çünkü kim okuyacak kaygım yok. Birileri anlasın diye yazmıyorum. Karman çorman olması rahatlatıyor beni. Kimsenin müdahele edemeyeceğini biliyorum. Dağınık olabiliyorum, özgür olabiliyorum, kendim olabiliyorum.
Bunu söylerken de bir yandan korkuyorum. Bir gün bir noktada bir tanıdığa rastlarsa cümlelerim, yanlış anlaşılmaktan. Ya da belki anlaşılamamaktan. Benim düşüncelerimle kendi düşüncelerinin insanın, istenmeyen tesadüflerde buluşmasından.
Olmuyor Turgut, kusura bakma yine çok toparsız oldu bu düzen. Sana yer açamadım. Ama bak yerin de var sığışacak. Üç beş cümlemin içindesin. Oluyor bir şekilde.
İşte bu düşünceyle hayatımı çok yıpratıyorum. “Oluyor bir şekilde”, “Bir şekilde yaşıyoruz işte”. Hayır, kandırma kendini. Olmuyor böyle, sen de çok iyi biliyorsun. Daha fazla böyle olmuyor. Bir şekilde yaşadığımız yaşam nefes aldırmıyor ruha, ciğerlerime hava dolması yetmiyor artık bana.
Peki ne yapmalı?
Bir düzen kurmalı Turgut.
Bir düzen lazım.
Böyle olmayacakdı bu yazı, böyle oturmamıştım yazının başına. Ne ara bu noktaya geldik.
Çok şey birikmiş konuşacak. Acıkmışım.
İşin aslı, bir süredir kurmaya çalışıyorum bu düzeni. “Tamam” diyorum, “Tamam bu sabah erkenden uyanacağım ve yepyeni hayatıma merhaba diyeceğim.”
Ne oluyor?
Sabah uyanmak istemiyorum. Hışımla kapattığım alarmım ötmelere doyamıyor beş dakikada bir.
Başarabileceğimi biliyorum bak. İstesem
Gerçekten biliyor muyum başarabileceğimi? Ya aslında ben buysam. Ya aslında gerçek ben buysam ve benim başarım bu kadarsa. Korkutuyor değil mi? Beni korkutuyor çünkü. Bugüne kadar hep “biliyorum bu ben değilim” dedim ama ben kimdim ki.
“nerelere giderdik, her sokakta biraz daha eksilirdik”
Atamıyorum aklımdan palyaço.
“eksilmesin”
Tamam ne güzel bir kelime. Dolu. Sanki her şeyi yoluna koymuşum ve ilk defa çayın tadını alabiliyormuşum gibi. Sanki yemyeşil bir ormana bakan sandalyeye sırtımı dayamışım ve zevkle çay içiyormuşum gibi.
Ben insanların neden bu kadar çayı sevdiğini bir türlü anlayamadım. Sanki ben yanlış yapıyormuşum. Sanki dünyaya verilen asıl nimet oymuş da tadını bir ben alamıyormuşum gibi.
Belkide tamam olsam ben de severim çayı. Vardır elbet bir nedeni insanların bu kadar sevmesinin.
İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Sanırım ufak ufak anlayabiliyorum kendimi. Kendim olmaktan çok fazla kaçıyorum ve bu beni yoruyor?
Ama neden? Ne beni bu kadar korkutan kendimden? Neyim eksik, neyim yanlış ki hep saklıyorum. İçimde ufacık kalana kadar eziyorum onu. Sonradan toz tanelerinin peşine düşüyorum umarsızca.
Büyük hatalar yapıyorum.
Büyük oynuyorum, büyük kaybediyorum, büyük yaşayıp büyük ölüyorum.
Neden büyük canlanamıyorum.
Galiba her ölüşümde büyük bir parçayı kaybetmemden kaynaklanıyor.
Anlamıyorsunuz beni.
Kendimi çok büyümüş hissediyorum iki gündür. İki gün mü oldu sahi,
bilmiyorum.
Birkaç gündür. Evet birkaç gündür kendimi büyümüş gibi hissediyorum ve bu çok canımı sıkıyor. Çocukluğumdan beri omuzlarımda bana baskı yaratan o olgunluk, dışarıya karşı değil de içeri ta
dejavu.
Dejavu yazacağımı bekler gibiydim. Bu anı yaşadığıma eminim. Belki de o kadar çok yazıp yazıp sildim ki günlerce bu yazıları, yine aynı cümleyi kurarken vazgeçtim.
Belki de bu an gerçekten yaşandı. Ama ben tamamlamaya bile korktum.
Neyse.
Bu sefer insanlara karşı değil de kendime olgun hissediyorum. O enerjiyi kaybettim içimde. Bu sefer tam tersi insanlara karşı çok çocukken kendime karşı çok olgunum. Bu işte bir terslik var ve bu terslik fena canımı sıkıyor.
Ne olacak? Ne olacak bundan sonra?
Hayatımda en fazla sorduğum soru “neden”di benim. Neden? İnsana kafayı yedirten bir kelime. Galiba insan nedenlerini bırakıp ne olacağıyla ilgilenmeye başladığı vakitte büyüyor.
Ya da belki de artık ölüyor içimdeki o sokak başları.
Özlem, ne acımasız bir duygu.
Kendimi kandırıyorum gene. O kadar iyi beceriyorum ki bunu kendime söylediğim yalanlara inanıp onlar üzerine bir gerçeklik kurmaya çalışıyorum. Sonra ise yıkılan düzenden şikayetçi oluyorum.
Ah be, yapma işte. Olması gereken bu değil.
Olması gereken ne peki? Kim koydu bu gereklilikleri. Ya ben doğru yaşıyorsam hayatı.
Ama bu kadar yaşayan varsa bir bildikleri olmalı.
Ne biliyoruz ki sahi? Nereye kadar bilebiliriz. Bir şeyleri “şeyler” olarak düşündüğümüz vakitçe kaybedeceğiz.
Dostlarım,
kaybediyoruz.
Bu yazıya başladığımda yeni kuracağım düzeni yazmak ve uzun süre sonra geri dönüp baktığımda ne noktaya geldiğimi görme planları içindeydim. Nereden nerelere geldik. Daha çok yazasım var ama çok uykum var. Belki başka bir zamanda, başka bir yerde. Yine kesişir yollarım.
Yıllar sonra dönüp baktığımda, ne kadar ergence olduğunu düşünüp düşüncelerimin utanacağım.
Haydi gel kandırma kendini,
bunların gerçek olduğunu biliyorsun.
Çok düşünüyorum ama az yazıyorum. Ben galiba bu noktada kaybediyorum.
1 note
·
View note
Text
Benden istenilen tek bir şey var ve ben onu bile yapamıyorum, ne biliyor musunuz? Gülümsemek, sadece gülümsememi istiyorlar. Her neyse, yüzeysel şeylere odaklanmayı deniyorum ki bu sayede aklımı diğer tüm şeylerden uzak tutabiliyorum. Ruhum hasarlı gibi ve ben onu nasıl onaracağımı bilmediğimden sürekli kaçıyorum. Ruhumdan kaçıyorum ve bu işe yarıyor tek ters etkisi hiçbir zaman tam anlamıyla iyi olmayacağımı bilmem. Yani artık bitiriyorum, eskisi kadar çok şey yok gibi, psikolog öyle görünmese de işe yarıyor ve geçmişimi atlatabilmemi demek istediğim tamamen atlatabilmemi sağlıyor yavaş yavaş. Fiziksel olarak pek iyi değilim ve bu da beni çok etkiliyor yanında psikolojik durumum da dengeli değil. Sonuçta tamamen bir karmaşa çıkıyor. Ben, söylediği doğruydu şimdi daha iyi anlıyorum ama kimseye bunu söyleyemiyorum. Mutlu olmaktan korkuyorum, beni iyi anlıyorsunuz değil mi hayaletler? Kahretsin, bu çok berbat. Babam yüzünden, onu öyle gördükten sonra, onu öyle gördüğüm her an sanki zihnimin derinlerine kazınmış. Beni etkilemediğini sanarken yanılıyormuşum, işin iyi yanı artık neden doğru düzgün mutlu olamadığımı biliyorum, neden tam iyi hissedecekken gözlerimin dolduğunu biliyorum. Beni bu bilinmezlikten kurtardığı için minnettarım sanırım. Ben sadece ipin ucunu kaçırmaktan bilinçsizce korkuyor ve kendimi engelliyorum, bunu atlatabilir miyim bilmiyorum, umarım bir gün.
Ben artık işleri yoluna sokmak istiyorum, hala bir şeyler çok ağır geliyor ama o şeylerin ne olduğunu artık bildiğim için yani en azından çoğunluğunu, daha iyiyim. Dediğim gibi sağlığım daha iyi olursa onun da yararı olacak, sinirimden ve korkularımdan kurtulmak istiyorum. Bileklerime geçirilmiş kelepçeler var sanki ama onları en başta kendim takmışım. Bir şarkı dinliyordum ve orada diyor ki, beni kendimden kurtar, ve sana ihtiyacım var. Evet, yardıma ihtiyacım var. Asla yaşıtlarım gibi olmadım, her zaman anlamsız bir olgunluğum vardı ve bu sinir bozucu. Ben de sadece onlar gibi olmak istiyorum, arkadaş grubu dedikodu ya da anlarsın ya öyle şeyler. Annem de öyle olmamı istiyor, enerjik olmamı aynı yaşıtlarım gibi. Bu çok ağır geliyor, gerçekten çok yorucu, o bana bunca şey veriyor ve karşılığında sadece diğer çocuklar gibi enerjik, enerjik bile denmez sadece gülümsememi istiyor. Bu sorumluluğun altında eziliyorum! Benden tek istedikleri şey bu ve ben onu bile yapamıyorum, tam bir gerizekalıyım, işte kendimden tam da bu yüzden nefret ediyorum. Sadece olumsuz duygularla yaşayan korkağın tekiyim. Çok problemliyim, bencilim, sadece alıyorum ve asla vermiyorum.
Başka şeyler de yapmalıyım, rol yapmak ruhuma zarar verdiğinden yapmamayı tercih ediyordum. Kendim iyi hissettiğimden, kendim gibi hissettiğimden ailemin de bunu onaylayacağı yanılgısına katıldım fakat hayır, onlar sadece rol yapan halimden memnunlar. Tabii ki bana bunu söylemiyorlar, en azından çoğunlukla. Ancak o rol benim bir uzantım değil, o başka biri ve ben başka biriyim. Umarım daha da uzun sürmez, ben artık tam anlamıyla nefes alabilmek ve mutluluğu hissetmek istiyorum. Bencil olmak istemiyorum.
0 notes
Text
Hata yapmaya yanlış yapmaya öyle güdülüyüm ki. Farkında ola ola bile yaparım. Mış gibi yapmanın bin bir türlü halinden biri bu da. Bunların hepsinin kendimi tanımamı sağladıüına dair de bi inancım var ama boktan yani sıçıyım bu inanca. Kendimi deney düzeneği mi yapayım insan tabiatını görcez diye aaa sıçıyım ya sıçıyım. Sadece yaşa ya ne bok püsür ayrıntı geveliyosun dışarda neşer oluyor kimlerin kimlerin yardımına ihtiyacı var biliyorım dokunacak yardımın, geçen dokundu o şarışın delikanlıya. O kadar iyi geldiğmi söyledi bana. Çok ferahlatıcı olmuşum. Daha da söyledi. Hepsini duymazdan geldim biliyo musun? Okumadan geçtim. Sanki kibirlenmekten kaçıyorum. Sıçıyım gerçekten kaçışına. Yok mu nötr şekilde yaşamak. Yok mu rahatlıkla neşeyle şakayla gerçeklikle yaşamak ??
0 notes