#yüksel ışık
Explore tagged Tumblr posts
ncdtgrsy · 14 days ago
Text
1 note · View note
1siirsever · 11 months ago
Text
Yüksel güneş, sen de çağır şarkılarını.
Bir ışık gelir de ikimizi yüreğinden aydınlatır.
Bakarsın aşk bir kez daha huzur bulur.
Seninle düşlerdeki sevinci ıslatmadık mı?
Kirpiklerimizden dökülen bulutlar senindi.
Hani eskimeyen, hani duygularına tercüman olan.
Bir aralık dünyanın içinde sancı tutan.
Nasıl yaşanıyorsa öyle devam eden bir aşk.
....
Kudret Alkan / karantina" Aşk şiirleri 1
Tumblr media
19 notes · View notes
vintages-s · 2 years ago
Text
Tumblr media
Çayımı  yanlız içiyorum çoktandır..bir çift kahve boncuk gözlerin suskunluğa bakıyor şimdi...nereye  gitsem bir kedi eşlik ediyor Çayıma. .diyorum  ki  kesin o göndermiştir  bu kediyi bana eşlik etsin diye...
Siyah beyaz ve sarı renkli bir kedi pembe bir koltukta uyurken..." Sana söz yine baharlar gelecek
Sana söz ışık sönmeyecek
Ölüm yok ki Tuana uyan" diyor levent Yüksel
siyah bir bardaktan  siyah çayımı içerken....bu kadar renkli bir dünya  nasıl gri görünür anlamıyorum....
Çok sonra idrak ediyorum....maviden seni çıkarınca gri kalıyordu geriye renk  olarak...dünya gri oluyordu..
#Vintages
38 notes · View notes
papatyadantacyapankiz · 2 years ago
Text
Oruç, bu ümmete bağışlanmış, sağı ölüden, diriyi cansızdan ayıran, fark ettiren kutlu bir nimet ve emanettir. İnanmış adamın ruhunu, karanlık ruhların baskısından kurtarıp onu bir hilal gibi hafifleten, kuşkuyu, kaygıyı, nimete çöken telaş ağırlığını, boğaz sıkan tedirginliği yakan bir ateş emaneti. Ateş gibi gelen bir emanet. Bir emanet ki, gelir gelmez, bizi, bizdeki emanetlerin sahibi yapmaya başlar. Evimizi ev yapar, yabancılaşan şehrimizi kendi şehrimiz yapar, uzuvlarımıza göğün mührünü vurur, ruhumuzu kölelikten azat eder.
Ölümden önce ölmenin tadından bir haberdir. Yalnız kımıldanışları değil, kımıldatan hikmeti de gören gözden bir haberdir. Kalplere kapalı duvarlar arasında gidip gelen, evlerden dışarı sızmayan yoksulların âhını işiten ıstırapların med ve cezrini kaydeden kulaklardan bir haberdir.
Gece, sahurda, evlerin ışıkları bir bir yanınca, şehir, bir şölen hazırlığındaymışçasına uyanır. Oruçla gelen ruhların uyanışı da tıpkı sahurdaki ışıkların bir bir yanışı gibi, biri yanınca öbürünü de çağırmış gibi bir şölendir. Oruç, ruhların şölenidir.
Oruç, belli belirsiz hilalle birlikte, her yıl bize gelen bir medeniyet, şuurlandıran bir armağan, bir Peygamber armağanı, bir diriliş mucizesi, inkar karanlığında kıvrananlara bir azap ve korku, aydınlığa doğru koşanlara ve susamışlara bir umut ve bir muştu, dünyaya inen bir arş aşısı, vakte gelen ilahi bir sahife, kalbe yaklaşan bir teselli ve bir güven, rızkı saran bir ışık ve bir berekettir.
Öyleyse, bereketlendir kalbimizi ey Ramazan!Ruhumuza bir "Ruhulkudüs" gibi gelen kutlu Ramazan!Yüksel şerefelerden bir kere daha, ey 20. yüzyıl akşamlarında bir âhir zaman havarisi gibi gelen kutlu orucun akşam ezanı!
Yüksel bir kere daha ey âhir zaman ezanı!
Sezai Karakoç , Samanyolunda Ziyafet
8 notes · View notes
pazaryerigundem · 23 days ago
Text
Kurtuluşun ölümsüz kadınları İnegöl’de hayat buldu
https://pazaryerigundem.com/haber/190517/kurtulusun-olumsuz-kadinlari-inegolde-hayat-buldu/
Kurtuluşun ölümsüz kadınları İnegöl’de hayat buldu
Tumblr media Tumblr media
Kuvayi Milliye’nin ölümsüz kadınlarının hayatlarından kesitler sunan “Kurtuluşun Kadınları” isimli biyografik dram türündeki tiyatro gösterisi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve İnegöl Belediyesi kültür sanat sezonu açılış etkinlikleri kapsamında İnegöllülerle buluştu.
BURSA (İGFA) – İnegöl Belediyesi kış sezonu kültür sanat etkinliklerinin startını 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri kapsamında düzenlenen “Kurtuluşun Kadınları” isimli tiyatro gösterisiyle verdi. Salı akşamı Beşinci Mevsim Kültür Sanat Merkezinde gerçekleştirilen biyografik dram türündeki gösteriye ilçe halkının ilgisi yoğun oldu. Birgül Yeşiloğlu Güler’in yazdığı, Metin Güler’in yönettiği ve Ecem Yüksel’in oynadığı tiyatro oyununda Kurtuluş Savaşında mücadele eden kadınların hayatlarından kesitler sahneye taşındı.
youtube
KURTULUŞUN KADIN KAHRAMANLARI İNEGÖL SAHNESİNDE HAYAT BULDU
Bu topraklar için mücadele etmiş, canını vermiş Kuvayi Milliye Kadınlarını anlatan gösteride; Çete Ayşe, Kara Fatma, Gördesli Makbule, Şerife Bacı, Nezahat Onbaşı, Halide Edip Adıvar, Halime Çavuş, Tayyar Rahmiye’nin ve daha nice Kuvay-i Milliye Kadınının hayatlarından kesitler sahnede can buldu. Sahne performansıyla büyük beğeni toplayan Ecem Yüksel, kurtuluşun kelebek kanatlı kadınlarının bu topraklar için verdikleri onurlu, yürekli mücadelenin tüyler ürperten hikayelerini başarıyla canlandırdı. Yaklaşık 70 dakika süren tarihe ışık tutan tek perdelik oyun salondaki vatandaşlar tarafından büyük bir ilgiyle izlendi.
Tumblr media
NEFESLERİMİZ TUTULDU
Belediye Başkanı Alper Taban da beraberindeki eşi ve meclis üyeleriyle birlikte oyunu izleyenler arasında yerini aldı. Gösteri sonunda sahneye gelerek salondaki vatandaşlara hitaben kısa bir selamlama konuşması yapan Başkan Taban, izlerken nefeslerinin tutulduğu bir gösteri olduğunu ifade ederek; “Kıymetli yönetmenimiz ve değerli oyuncumuza çok teşekkür ediyorum. Tek başına dev kadroydu. Öncelikle Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. İnşallah nice 101 yıllar olsun. Etkinliklerimize katıldığınız için sizlere çok çok teşekkür ediyorum. Bu akşam aynı zamanda kültür sanat sezonumuzun da açılışını gerçekleştirmiş olduk” dedi.
Tumblr media
“İHTİYACIMIZ OLAN BİR VE BERABER OLMAK”
Anlatılan hayat hikayelerinin bir insan ömrü uzaklıkta olduğunu hatırlatan Başkan Taban, “Tarihini tam olarak bilmeyen bir toplumuz. Hazır, hap bilgilerle yaşıyoruz. Evet bizlere tarih bilgisi anlatılıyor, öğretiliyor belki ama bunları ne kadar özümsüyoruz ne kadar anlıyoruz? Çok uzak değil, 100 yıl… Bir insan ömrü uzaklığında olan bir tarihten bahsediyoruz. O insanlar; Şerife Bacılar, Nezahat Onbaşılar, Halide Edip’ler… Her biri bu toprakların var olması adına şehit oldu. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, tüm şehitlerimiz ve kadın şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyorum. Karşılarında saygıyla eğiliyorum. Onlar o gün fedakârlık yaptılar, biz bugün huzur içerisinde bu topraklarda yaşıyoruz. Ancak bakın etrafımız ateş çemberi. Her an her şey olabilir. O füzeler bizim topraklarımıza düşse, bu anlatılan kahramanlıkları belki bu toplum gösterecek. Bu akşamki gösteri de bizlere bunu hatırlattı. Cumhuriyetimiz bize bunu hatırlatıyor. Onun için sımsıkı sarılmak lazım. İhtiyacımız olan bir ve beraber olmak. O birlikteliği başarmak. Dolayısıyla bizleri bölmek isteyen, parçalamak isteyenlere fırsat vermememiz gerektiğine canı gönülden inanıyorum. Hepimiz bu toplumun, bu ülkenin birer ferdiyiz. Hepimiz şehit olmaya, ülkemizi savunmaya da hazırız” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
jotem · 1 year ago
Text
Hayat görünüşte ne kadar zor olursa olsun, yüreğini aç ve sevginin akmasına izin ver.
Çevrendeki koşullardan ve durumlardan, her şeyin ışık, huzur ve mükemmellik içinde olduğu ve ayrılığın olmadığı o diyarlara yüksel.
Eileen Caddy ❤️🦋
Tumblr media
0 notes
korkutkalkan · 1 year ago
Link
İstanbul Devlet Tiyatrosu ışık tasarımcısı Yüksel Aymaz hayatını kaybetti. Aymaz yakalandığı hastalık nedeniyle bir süredir tedavi görüyordu. Aynı zamanda yazarımız Göksel Aymaz'ın ağabeyi olan Yüksel Aymaz'ın cenazesi bugün öğle namazı sonrasında Zeytinburnu Merkez Efendi Camisi'nde yapılacak törenin ardından defnedilecek. Yazarımıza ve ailesine baş sağlığı diliyoruz. YÜKSEL AYMAZ KİMDİR? 1981’de İstanbul Devlet Tiyatroları'nda göreve başladı. 2003-2017 arası Trabzon DT’de görev yaptı. 1988 de Mustafa Avkıran’ın yönettiği Aeskhylos’un PROMETHEUS’la ilk ışık tasarımını gerçekleştirdi. Işık tasarımında “Gölge Tasarımı” anlayışını öne çıkardı. Tiyatro&Tiyatro, Senay Sanat, Light World ve Milliyet Sanat, TRT, Expo Channel TV, NTV Radyo ve Energy Fm de gölge tasarımcılığına ilişkin düşüncelerini aktardı. Işık tasarımında farklı bir adım olarak gördüğü ve uyguladığı gölge tasarımı ile yaptığı oyunlar dünyanın birçok ülkesine gitti. Devlet Tiyatrolarındaki çalışmaları yanı sıra Özel Tiyatrolar, Belediye Tiyatroları, Amatör Gruplar, Yardım Derneklerinin geceleri, Anma etkinlikleri ve ödül geceleri gibi organizasyonların ışık tasarımlarını yaptı. 2009 yılında 46.Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Yarışması ödül gecesinin ışık tasarımını gerçekleştirdi. Yine 2009 yılı yaz boyunca Ankara Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün dünyada bir ilk olan Vagon Tiyatro “EX-PRESS” adlı projesi ile yetmiş beş günlük Avrupa turnesine çıktı. Ayrıca “Altıdan Sonra Tiyatro” grubu ile çalıştıkları “Çinka” adlı eserde bizzat sahnede oyun içinde rol alarak ışık uygulaması yaparak bir ilke de imza attı. 2014’ten beri İzmir/Seferihisar “Tiyatro Buluşmasında” Işık Atölyeleri yapıyordu. 2016’dan beri de İzmir FolkartAcademy’de Işık dersi vermekteydi. 
0 notes
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
Yüzyıllık hafızaya ışık tutan '2+2=KRDSTN' sergisi Lozan’da açıldı
Tumblr media
VAUD- '2+2=KRDSTN' sergisi İsviçre'nin Lozan kentinde başladı. 4 parça Kürdistanlı ve Avrupalı sanatçıların eserlerinin sergilendiği sergi, 100. yıllık Lozan Antlaşması’nın haklar açısından yaratığı yıkımlara ve Kürt halkının direniş tarihine ışık tutuyor. Lozan 100’cü Yıl Anma Komitesi’ (Lozan 2023) tarafından geçtiğimiz yıl Kasım ayında startı verilen çeşitli konferans, panel, sanatsal ve kültürel etniklikler devam ediyor. Bu etkinlikler kapsamında, Lozan Antlaşması’nın yapıldığı İsviçre’nin Lozan kentinde 4 parça Kürdistan ve Avrupalı sanatçıların farklı disiplinlerde (video, performans, fotoğraf, yerleştirme, resim) eserlerinin yer aldığı ‘2+2=KRDSTN' adlı serginin açılışı gerçekleştirildi. Lozan kentinde bulunan Forum d’Hotel de ville salonunda gösterime açılan sergininin açılışına sanatçıların yanı sıra aralarında siyasetçilerin de olduğu İsviçreli ve Kürdistanlı çok sayıda kişi katılım gösterdi. PAYOT: LOZAN ANTLAŞMASININ SONUÇLARI KÜRTLER AÇISINDAN AĞIR OLDU Açılışta ilk olarak söz alan Lozan Belediye Meclis Üyesi Davit Payot, düzenlenen sergide emeği geçen sanatçılara teşekkür ederek konuşmasına başladı. Lozan Antlaşması’nın birçok bölge halkı için soykırım ve katliam anlamına geldiğini ifade eden Payot, Lozan Antlaşması’nın Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesindeki oynadığı rolün Kürtler açısından günümüze kadar devam ağır sonuçlarının olduğunu söyledi. Payot, “Hem bu sergi hem de Lozan Antlaşması kapsamında düzenlenen etkinlikler kapsamında bu antlaşmanın yarattığı tarihsel yıkımlara dikkat çekiyoruz” dedi. KOYUNCU: LOZAN ANTLAŞMASINI LOZAN HALKININ BİLMESİ ÖNEMLİDİR Payot’un ardından Lozan Belediyesi Meclis Üyesi Sevgi Koyuncu söz aldı. Böyle önemli bir serginin Lozan’da gerçeklemesinin önemine değinen Koyuncu, sergide emeği geçenlere ve sergiye destek veren Lozan Şehir Belediyesine teşekkür etti. Koyuncu, “Lozan Antlaşmasını Lozan halkının bilmesi önemlidir. Bu antlaşma, milyonlarca insanı atalarının topraklarında özgürce yaşama imkanından mahrum bıraktı. Bu antlaşmanın en ağır sonuçları benim de parçası olduğum Kürt halkına oldu. Bu antlaşma 100 yıldan beridir yüzbinlerce insanın ölümüne ve toprağından sürülmesine neden oldu. Bu anlamda, bu sergi, Lozanlıların bu antlaşmanın Kürtler ve diğer azınlıklar açısından nasıl sonuçları olduğu ve Kürtlerin bugünkü taleplerini bilmesi açısından çok önemlidir” dedi. KOÇ: KÜRTLER ARTIK STATÜSÜZLÜĞÜ KABUL ETMİYOR Açılışta söz alan KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç ise bu serginin Lozan Antlaşmasının sonucu olarak 4 parça Kürdistan’da yaşanan katliam ve soykırımların ve yine egemenlere karşı Kürt halkının direniş kronolojisini ortaya koymasını açısından çok önemli olduğunu ifade etti. Koç, “Bugün hala Kürtler yine siyasi, kültürel ve kimliksel soykırımlara tabi tutulmaya devam ediyorsa bu Lozan Antlaşması’nın sonuçlarıdır. Biz Kürt halkı olarak yüzyıldır bu antlaşmayı kabul etmedik. Kürt halkı artık bir iradedir ve artık esareti ve statüsüz olmayı kabul etmiyor. Bizde bütün halklar gibi, kendi kimliğimiz ve kültürümüzle özgürce yaşamak istiyoruz. Artık Kürdistan 4 parça değil, Kürtler artık bir olmuş durumdalar” diye konuştu. SERGİ 19 MAYIS’A KADAR ZİYARETE AÇIK OLACAK Açılışta son olarak serginin küratörlüğü yapan Barış Seyitvan, Serdar Mutlu ve diğer sanatçılar yaptıkları konuşmalarla serginin anlam ve önemine dikkat çektiler. Lozan Forum d’hotel de ville salonunda açılışı yapılan sergi, 19 Mayıs tarihine kadar ziyarete açık olacak.  Küratörlüğü Barış Seyitvan ile Serdar Mutlu tarafından yapılan sergide şu sanatçıların eserleri yer alacak: "Osman Ahmed, Havin Al-Sindy, Havar Amini, Vooria Aria, Khadija Baker, Savaş Boyraz, Wirya Budaghi, Timur Çelik, Salah Ebrahimi, Serhat Ertuna, Jacopo Gallico, Fatoş Irwen, Eren Karakuş, Serpil Odabaşı, Walid Siti, Hito Steyerl, Leyla Toprak." Read the full article
0 notes
tubartan · 2 years ago
Text
HABEŞİSTANLI İNCİR YERSE!!! 😢
Yüksel Sezgin bey anlatıyor:
Bir Ramazan Programı kapsamında Etiyopya’ya gitmiştim.
Habeşistan tam bir tezâtlar ülkesi...
Bir yanda aç insânlar, bir yanda lüks oteller!!!
Hemen çevresi teneke mahâllesi...
Varlık da yokluk da iç içe…
Hz. Necaşi'nin torunlarıyla Ramazan sevincini paylaşmak, sofralarına bir katkı sunmak amacıyla Etiyopya’nın değişik bölgelerinde bulunduk.
Bir iftâr vakdi, kaldığım yerde ezânla birlikte orucumu açtım. İftârdan sonra akşâm namâzını kıldım ve çay içmek için bir kenâra çekildiğimde, Nureddin isimli Habeşistanlı bir İmâm yanıma geldi.
Hem sohbet ediyor, hem de çay içiyorduk.
Yanımda Türkiye'den götürdüğüm biraz Beypazarı kurusu, hurma ve kuru incir vardı.
Kendisine bir adet kuru incir ikrâmında bulundum. Nureddin elindeki incirin yarısını ısırarak;
“Bu ne kadar güzel bir meyve, nedir bu meyve?” diye sordu.
Meyvenin incir olduğunu, Allâh’ın üzerine yemîn ettiği “Tin” meyvesi olduğunu söyledim.
Hayretle “İncir bu mu?” dedi ve Besmele çekerek “Tîn Sûresini” okumaya başladı.
Elinde kalan yarım inciri büyük bir hürmet ve saygıyla bir peçeteye sardı.
Kendisine, o yarım inciri ne yapacağını sordum?
“Allâh’ın üzerine yemîn ettiği bu inciri evime götüreceğim. Çocuklarımın ağzına birer parça koyacağım. Bir ömür damarlarımızda dolaşacak.
Bu büyük bir nîmet. Allâh bize bu nîmeti bahşetti, ne kadar şükretsek azdır” dedi!!!
Ben de, “siz o yarım inciri yiyin” dedim ve yanımda bulunan bir paket inciri kendisine ikrâm ettim.
Büyük bir heyecânla paketi alarak;
“Allâh’a yemîn ederim ki, hayâtımda aldığım en değerli ve en büyük hediye bu.! Sizler ne kadar büyük insânlarsınız, ne kadar büyük bir milletsiniz.
3500 km mesâfeden buraya geliyorsunuz ve Allâh’ın Kur’ân’da zikretdiği ve üzerine yemîn ettiği bir meyveyle bizi tanıştırıyor ve ikrâmda bulunuyorsunuz. Size ne kadar teşekkür etsek azdır.
Yıllardır Etiyopya’nın değişik bölgelerinde sofralarımıza katkı sağlıyor, kesdiğiniz kurbânlarla bizlere ikrâmda bulunuyorsunuz.
Gelecekden ümîdini kesmiş olan bizlere birer ışık ve ümîd oldunuz. Allâh sizlerden razı olsun” dedi!!!
Bu duygularla Hz. Necaşi'nin torunlarıyla vedâlaşarak ülkemize döndük.
Bundan ne ders çıkarılır bilmiyorum. Ancak; Ben kendime söz verdim!
İnşâllâh bundan sonra, bir incir gördüğümde veyâ bir incir yediğimde “Tîn Sûresini” okuyacağım!!!
Kur’ân-ı Kerîm'de 8 âyetden ibâret bu 95. Sûre, Mekke döneminde inmişdir.
Bismillâhirrahmanirrahîm.
1- İncire, zeytine,
2- Sinâ dağına,
3- Ve bu emîn beldeye (Mekke’ye) yemîn olsun ki;
4- Biz, insânı en güzel bir biçimde yaratdık.
5- Sonra çevirdik, aşağıların aşağısına indirdik.
6- Ancak îmân edip yararlı işler yapan kimseler başka.
Onlar için kesilmez bir mükâfat vardır.
7- O hâlde bundan sonra sana dini (hesâb gününü) yalanlatan nedir?
8- Allâh “hâkimlerin hâkimi” değil midir?
Amennâ ve saddaknâ..İnandık, îmân etdik.!!!
Yâ Rabb'im.!
Yaratan ve yaşatan Sensin…Din günün��n sâhibi Sensin…Hâkimler hâkimi Sensin.!!!
Sayısız nîmetler içerisindeki bizler, neden Etiyopyalı Nureddin Hoca gibi nimetlere bakamıyoruz?
O’nun gibi göremiyoruz?
O’nun gibi düşünemiyoruz?
O idrâkde olsaydık bir bardak suyu lüzûmsuz yere akıtır mıydık?
İhtiyâcımızdan fazla aldığımız ekmekleri naylon poşetlerde küflendirip, sonra da hiç vicdânımız sızlamadan çöpe atar mıydık?
Yaşadığımız şu dünyâda isrâf ettiğimiz o nîmetlere muhtaç olan milyonlarca insân olduğunu düşünürdük.!!!
Kendisine ikrâm edilen ve hayâtında ilk defa gördüğü,
ilk defa yediği yarım incir karşılığında şükür olarak 'Tîn Sûresi'ni okuyan Etiyopyalı Nureddin kardeşimiz.!!!
Türkiye’de incir bahçeleri, zeytin bahçeleri olup da kıblesini şaşırmış, kitâbından hâbersiz, isrâf içersinde uyuşuk gâfilleri görse ne derdi acaba?
Yâ Rabb'i bizleri güzel Sırât-ı Müstakîmde dâim eyle...
İslâm, îman ve sâlih amel nîmetiyle yaşayarak ölebilmeyi nasîb eyle...
Allâh'ım.!
Bizleri nimetlerine şükredenlerden... Seni zikredenlerden eyle...
Nîmetlerine nankör davrananlardan uzak eyle!!!
Amîn, ecmaîn..🤲
Tumblr media
0 notes
aybenizindunyasi · 4 years ago
Text
ROMEO:
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
   (Juliet yukarıda pencerede görünür.)
Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden 
Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkar bu giysileri, at üzerinden.
Kadınım benim, ah benim sevgilim bu!
Ne olur ah, bilseydi sevgilim olduğunu!
Konuşuyor ama bir şey de demiyor;
Ne çıkar anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki.
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlarda onun yüzünde;
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırlardı.
Bak, nasıl da dayamış yanağını eline!
Ah, eline giydiği eldiven olayım da 
Dokunayım yanağına.
JULİET:
Aaah!
ROMEO:
Konuşuyor. Ey parlak melek, konu yine!
Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerinde göründüğün gibi.
Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
Öylece bakıyorum ben sana.
JULİET:
Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo’sun sen?
İnkâr et babanı, adını yadsı!
Yapamazsan, yemin et sevdiğine,
Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.
ROMEO:
(Kendi kendine;)
Daha dinleyeyim mi, yoksa açılayım mı ona?
JULİET:
Benim düşmanım olan adındır yalnızca 
Sen sensin, Montague olmasan da.
Hem Montague nedir ki? Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı, ne kolu, ne yüzü, ne de başka bir parçası.
N’olur başka bir ad bul kendine. 
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile 
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan 
Bu ada karşılık al bütün varlığımı.
ROMEO:
Alıyorum öyleyse sözünü dinleyerek.
“Sevgilim” de ki, vaftiz olayım yeniden;
Romeo değilim bundan sonra ben.
20 notes · View notes
eskiyedair · 3 years ago
Text
Geçmişin Parlayan Işığı “”Gaz Lambası”
Camın önüne konulan bir gaz lambası, camdan sızan ince bir ışık, hafif esen rüzgarla dalgalanan ateş. En eski aydınlatma ürünlerinden biri olan gaz lambası: yassılaştırılmış bir fitili gaz tankının içine geçirerek, en üste ise koruyucu bir şişe ekleyerek oluşturulmuştur. Gaz lambasında yakıt olarak yağ türleri kullanılır. Örnek olarak hint yağı, kanola yağı veya lamba yağı kullanılır. Gaz lambasının kullanım alanı bundan yıllar önce çok daha geniştir. Ancak enerji kaynaklarının değişmeye başlamasıyla bu gelenek de yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştır.
Bir Zaferin Lambası
1998 senesinin sonbaharında, soğuk rüzgarların gelişi güzel etrafı buz'a çevirdiği gecede, dükkanını kapatmış evine giden kasap Yüksel efendi işinin verdiği yorgunluk ile ağır adımlarla sokağın başına geldi. Sokak lambalarının sönük olmasından elektriklerin olmadığını anlamıştı. Eve varınca kapıyı karanlık içinden yüzü belli olmayan bir kadın açtı.
hoş geldin bey -hosbulduk hanım
elektrikler yine kesildi mum da bulamadım senin dedenin eski gaz lambası vardı onu getirsende aydınlansa ortalık.
Kilerde olması lazım bakarım ben. Yüksel efendi kilerin olduğu odaya girdi. Tozlanmış rafların arasında dedesinin örümcek ağı bağlamış gaz lambasını eline aldı tozunu üfledi ve elinin tersi ile örümcek ağlarını sildi. Bu gaz lambası kurtuluş gazisi dedesinden miras kalmıştı. Hikayesi de pek meşhurdu. Yüksel efendi yağ teneklerinin üstüne çöktü ve aklı dedesinin, çocukken anlattığı gaz lambasının hikayesine gitti. "Sene 1920, Osmanlı imparatorluğunun bir ceylan gibi yaralı düştüğü ve sırtlanların canlı canlı etini yediği bir kış günüydü. İstanbul dışarıda kopan kıyamete sessiz kalıp, şatafatlı ve eğlenceli günleri ile yıkıma uğramıştı. O sıralar ben Trakya Paşaeli müdafaa-i hukuk cemiyetine üyeydim. Cemiyet kararı ile bir göreve tayin edildim. Bu görev bana verilen mektubu Şişli'de bulunan gizli bir gecekonduya götürmekti. Mektubu aldım ve yola koyuldum. Uzun bir yolculuğun ardından Şişliye ulaşmıştım. 3 katlı pembe binanın perdeleri sıkı sıkıya kapalıydı. İçeri girdiğimde, mektubu uzattım beni üst Kattaki odaya çıkardılar. Odaya girdiğimde eski bir gaz lambasının ışığı odayı hayal meyal aydınlatıyordu. Altı kişiydiler. Üzerine harita yayılmış masanın etrafında,ayaktaydılar. İri yarı asker kıyafetli bir kişi söze girdi. -Talihsiz bir neslin çocuklarıyız. Hayat bizleri hep mecbur bıraktı.Bıyıklarımız terlediğinden beri nerdeyse bir gün olsun günyüzü görmedik.Çanakkale'den Trablus'a, Yemen'den Sina'ya,Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar vuruşmadığımız coğrafya kalmadı.Ve neticede,işte bu daracık odaya sıkıştık." Ardından sarışın mavi gözlü bir subay uzun uzun baktığı haritadan başını kaldırdı. Adeta nefes bile almayan bizlere baktı.Ulusumuzun kader anıydı. Söylenecek ne varsa söylenmişti. Söz bitmişti. O çelik mavisi gözlerinde belli belirsiz bir keder bulutu ile "Vakit tamam" dedi… Ardından "Umutsuz olmayacağız. Uçurumun kenarındayız. Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar. SON BİR CÜRET belki kurtarabiliriz. Anadolu'ya geçiyoruz!" Bu genç subay sözlerinin tamamladıktan sonra sırayla birbirimize sarıldık. Sırayla odadan çıktıkları esnada gaz lambasına elim gitti ve yanıma aldım. İşte o gaz lambası bir ulusun kader anına şahitlik etmiş ve kendisi gibi içi yanan bir ulusu kurtaran adamları görmüştü. Unutmayın vatan sadece toprak değildir, üzerinde ki insanda vatandır. Bu bir rüya Atatürk'ün rüyası ulusumuz diğer uluslar gibi medeniyet duvarını tırmansın diye. Sizler her ne mesleği icra ediyorsanız bile o meslekte ulusumuzun refahını ve atalarının verdiği mücadeleyi unutmayın." Dedesinin bu hikayesini hatırlayan Yüksel Efendi'nin gözleri dolmuştu ağır ağır kalktı oturduğu tenekenin üstünden. İçeriye girdiğinde elektriklerin geldiğini gördü. Gaz lambasını eline alıp " bu gaz lambası kurtuluş ateşi ile yandı ve cumhuriyet neşesi ile söndü. Bir daha bu gaz lambasını hiç bir ateş yakamaz diyerek özenle yerine koydu.
2 notes · View notes
okuyanadam · 4 years ago
Text
sivas'ın soğuk ve karlı günlerinden bir gün. orta ikiden okulu terketmişim ama okul önlerinden ayrılamamışım. yaş 15, mahalledeki lisenin önünde voltalıyoruz. abi geldiler diyor bir çocuk, okulun bahçesine giriyoruz. kimleri defetmemişiz bu bahçeden; meslek liseliler, diğer liseliler, dışarıdan gelen it kopuk takımı...
bu kez eski kasa bir mercedes acı bir frenle yanlıyor bahçeden. içinden kesik hamdi ile üç adamı iniyor. kesik hamdi, şehrin koşturanlarından. yaka bağır açık, iki kat yaşımda ve iki kat cüssemde, çok belalı bir tip. sigara ağzında eğik, iğrenir gibi bakar hamdi etrafa. rugan ayakkabılar ayağında, siyah takım elbiseli. hamdi bir kaç gömlek üstümüz, hemen sıvışmak istiyoruz durduruluyoruz. ip gibi sıraya diziliyoruz, sırayla tokatlıyor önündekileri. sıranın sonundayım, gözüm sevdalandığımın penceresinde. tüm okulla birlikte oda pencerede izliyor. o olmasa tokat önemli değil de, tam sıra bana geliyor. paltomdan tutuyor, eli havada, birden yaradana sığınıyor kafayı vuruyorum. sendeliyor ama düşmüyor, hemen üzerinde atlıyorum. ortalık toz duman. bu yakamdan bir daha tutuyor beni yere düşürürken rugan ayakkabıları buzda kayıyor altımda kalıyor. üste çıkmasına müsade etmeden hızlıca vuruyorum. üste çıkarsa daha kurtulamam biliyorum. elini beline atıyor, sivas yapımı kemik tutamaçlı bıçağımla parmak hesabı bir iki kalçasına bir iki de elinin üzerine vuruyorum. cebinden silahı düşüyor, ayağımla uzağa vuruyorum. o sırada bir kaç el silah sesi geliyor, eyvah diyorum dönüyorum ki polisler.
karakoldayız, yüksel baba var başkomiser. bizi genç polislere ezdirmez, gerektiğinde kendi döver. çok karakolluk olmama rağmen onun sayesinde hiç hapse düşmüyorum. yine bir kaç tokatla bizi olaydan sıyırıyor, hamdi infazını yakmış hapsi boyluyor. sonradan öğrendiğime göre hapiste bir cinayete karışıp müebbeti yemiş.
hamdi olayından sonra, süksemiz artıyor. kahvede baş köşeye buyurlanıyor, ufak tefek hasılat işleri dahi alıyoruz. okulu daha doğrusu okul önünü didem mezun olana kadar bırakmıyorum. her çıkışta her girişte okulun yanındaki parktayım. hep didem i takip ediyorum okul bitene kadar hiç konuşmuyoruz, sürekli bakışmalar. ta çocukluktan vurgunum. babasının mahalle bakkalından. babası mahmut, hacı mahmut.
mahallede nerde bir kavgada olsam, hacı mahmut orada oluyor. yatırlık dedikleri mahallede bir tepede demleniyoruz hacı oradan geçiyor. tövbe tövbe, bu mübarek yerde diyerek söylenerek gidiyor gözü bende. düğünün birinde didem e laf atılıyor, tabi durulur mu o dakikadan sonra ama aralayanlardan biri yine hacı mahmut. hacıyı nerde görsem selam vermek istiyorum, gözlerini kaçırıyor benden her defasında. beni görünce ifrit görmüş gibi oluyor adam.
askere gitmeden önceki gün kafayı çekiyorum, didem'in evinin önünde ertekeye yatıyorum. sigara sigara üstüne. nihayet geliyor, açılıyorum onunda gönlü var. numarasını alıyorum, atlıyorum gidiyorum askere. 18 ay oluyor 23 ay. refüzeye ayrılmışım, kimseyle bir derdim yok, çoğu da uzak oynuyor. nerde bir angarya iş var bana kilitlenmiş. botluk nöbeti, çöplük nöbeti... illaki bir iki ayrıksı kendini bende sınamak istiyor, ya da bir ikisi devrecilik yapmak istiyor. sivilde hiç hapis yatmadım ama askeriyede epey bir diskoda kalıyorum. allahtan selim yüzbaşına postalanıyorum, harbiyeli. insan sarrafı baba adam, gerçekten bir iş veriyor bana mutfakta. kimseyle işim olmuyor, başta temizlik sonra sonra ahçılık öğreniyorum. ahçılık dediysek döner yapma ve kesme, ızgara mangal işleri. ilk defa bir işim olarak dönüyorum askerden.
didem e istetelim seni diyorum. hele bir işe güce gir diyor. utana sıkıla murat abinin kebapçısında işe başlıyorum. işe girer girmez annemi salıyorum. hacı mahmut; senin oğlan kabadayılık sevdasında. kabadayının evi barkı karısı olmaz demiş, annemi göndermiş. anam diyor daha gitmem o papazın evine, hem kız senden iki yaş büyükmüş ben sana küçük bulurum. didem e kaçırayım diyorum, babamı ezemem diyor. hem annen o kadar laf saydı, büyükmüşüm sen küçük birini bul diyor. hem başkalarına sorduruyormuş daha içki içiyor mu daha kavga ediyor mu diye. bana sormuyor ele soruyor. ortalık toz duman, aralayacak kimse yok.
kafam dumanlı, moralim bozuk. didem'den de yeşil ışık yanmıyor. e ben kim için racon kestiğim adamlara döner kesiyorum patronun diğer işletmesi kale aile çay bahçesinde kahve önlerinden kaldırdığım adamların boşlarını kaldırıyorum. uğur abiden haber gelmiş, gelsin üç kuruşa ağız kokusu çekmesin benim yanımda dolaşsın çok daha fazlasını veririm demiş. tüm eski dostlar zaten birilerinin tetikçisi olmuş zaten. kafam çok dağınık, çıkar yol arıyor bulamıyorum. derken o günlerde bir haber geliyor müslüm gürses bizim çay bahçesinde çıkacak ramazan boyunca. lokanta kapalı olacağından çay bahçesine geçiyorum, patron düğün salonuna geçiyor. müslüm babayı ağırlama işi bende, tam 20 gün.
müslüm baba söylüyor ben hayran hayran dinliyorum. neredeyse 24 saatimiz beraber babayla. şehrin yurt çocuklarına döner ısmarlıyor, varoş mahallerine yardım erzakları dağıtıyor, sarhoşlara berdoşlara harçlık dağıtıyor. aldığı ücret zaten yerel bir sanatçının aldığı ücret kadar babanın ama fazlasını dağıtıyor. baba, niye anadolu diyorum gülüyor, turnelerden geldim ben duramıyorum diyor. genci yaşlısı herkesin hürmeti var babaya, bir görmeli.
bir gün otelin birinin restorantında içiyoruz babayla. evlat hep gözlerinle mi anlatırsın diline vursun az diyor. tam anlatacağım içimdekileri biri resim çektirmeye geliyor biri hal hatır sormaya, susuyorum. baba anlıyor, sakin bir yere gidelim mi diyor. kızılırmak kenarında bir köşeye çekiyoruz arabayı. piyazları hazırlıyorum, kadehleri dolduruyorum. anlattıkça anlatıyorum, ben susuyorum o anlatıyor çocukluğundan itibaren, hele de muhterem hanımefendiden ve aşkından. vazgeçme aşamasında oluşumdan utanıyorum, sonunda ara diyor. ara da bir şarkı söyle, nakaratlarını bildiğim kesik kesik türküler var sadece diyorum, tek baştan sona bildiğim türkü leylim ley diyorum hem sesim de kötü. sen başla diyor, aşığın yüreğinden çıkan sedanın kötüsü olmaz diyor. o cesaretle arıyorum ve başlıyorum;
ayın şavkı vurur sazım üstüne
leylim ley
söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
leylim ley
ırmaktaki kurbağalar, dallarda hışırdayan yapraklar bile susuyor. ay bulutların arasından çıkıyor, sanki babayla beraber tabiatta susarak dinliyor. benden gelen bu yabancı sese şaşırıyorum. devam ediyorum;
yedi yıldır uğramadım yurduma
leylim ley
dert ortağı aramadım derdime
leylim ley
geleceksen bir gün düşüp ardıma
leylim ley
kula değil yüreğine sor beni
leylim ley
ben susuyorum, baba susuyor didem ağlıyor, ben ağlıyorum babanın gözü yaşlı. baba alıyor telefonu, didem evladım müslüm gürses amcan ben, yarın akşam yedide seni istemeye geliyoruz babanlara söyle diyor. dadani de bu günden itibaren içkiyi bırakıyor bana söz verdi diyor alıyor kadehi elime veriyor kır diyor, bir daha diyor kırıyorum. dövüşten kavgadan uzak duracak tek kavgası ekmeğiyle olacak diyor kapatıyor. uğur gibi mafya babalarına baba diyecekken kader karşıma müslüm babayı çıkartıyor. baba, içki için söz vermesem diyorum, yanan sigarayı avucunun içine bastırıyor nefes çekerek harlayarak bastırıyor. ben çok kadeh kırdım evlat, sen bir kere kıracaksın söz verene kadar durmayacağım diyor baba yapma etme desem de yok. söz diyorum evlat sözü.
ertesi gün babanın su toplamış avuç içine buz koyuyorum. önce anneme gidiyoruz, 2 yaş ne yav, allah allah bizim muhterem hanımla aramızda 21 yaş var diyor gülüyor. anneme itiraz cümlesi kalmıyor, baba rahmetli zaten annem müslüm baba ben kayınbabanın evine varıyoruz. kefilim, referansım müslüm baba plunca didem'i almadan çıkar mıyız. sen müslüm beye dua et diyor hacı mahmut gülüyor, eline varıyorum.
şimdi ufak ama hamdolsun işleri iyi bir lokantam, iki çocuklu mutlu bir yuvam var. babayı rahmetle yad ediyoruz, bu günleri görmem de üzerimde emeği büyük.
7 notes · View notes
gelmemeyegidenalfa · 4 years ago
Text
Romeo: Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı.
Juliet: Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı.
Romeo: Öyleyse ver bana günahımı geri.? Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden: Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye, Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden. Gönlüm bildirir senin orada yattığını Öyle bir hücredeki giremez billur gözler; Gözüm inkara kalkar gönlün anlattığını, Güzel yüzünün ona sığındığını söyler. Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır Düşünceler kurulu:soruşturur hakçası Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası..
Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar..
Ölümleri olur zaferleri.. Öpüşürken yanıp tututşan ateşle barut gibi..
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan. Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne? Evet, orası doğu, Juliet de güneşi! Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı, Bak nasıl da sararıp soluvermiş Tanrıça kederden Sen ondan çok daha güzelsin diye. Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan, Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi. Soytarılar giyer bunları ancak Sen çıkar bu giysileri, at üzerinden. Kadınım benim, ah benim sevgilim bu! Ne olur ah, bilseydi sevgilim olduğunu! Konuşuyor, ama bir şey de demiyor; Ne çıkar anlatıyor ya gözleriyle Karşılık vereceğim ben de! Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki. Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan: Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye. Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde; Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı, Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı. Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte, Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı. Bak, nasıl da dayamış yanağını eline! Ah, eline giydiği eldiven olaydım da Dokunaydım yanağına.
8 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 5 years ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
“Oruç, belli belirsiz bir hilâlle birlikte, her yıl bize gelen bir medeniyet,
şuurlarındıran bir armağan,
bir peygamber armağanı,
bir diriliş mucizesi,
inkar karanlığında kıvrananlara bir azap ve korku,
aydınlığa doğru koşanlara ve susamışlara bir umut ve bir muştu,
dünyaya inen bir arş aşısı,
vakte gelen ilâhî bir sahife,
kalbe yaklaşan bir teselli ve bir güven, rızkı saran bir ışık ve bir berekettir.
Öyleyse,
bereketlendir kalbimizi ey Ramazan.
Ruhumuza bir ruhülkuddüs gibi gelen kutlu Ramazan.
Yüksel şerefelerden bir kere daha, ey, 20. Yüzyıl akşamlarında bir âhir zaman havarisi gibi gelen kutlu orucun akşam ezanı.
Yüksel bir kere daha ey âhir zaman ezanı. “
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
21 notes · View notes
arifdbsr · 5 years ago
Text
Tumblr media
Aşure günümüz kutlu olsun yasin okumayı unutmayın..
İlk okuduğumda beni çok etkiledi. Birkaç gün tesiri altında kaldım. O günden beri uygun sohbet ortamlarında, acı bir hakikati ifade eden bu hatırayı insanlarla paylaşma ihtiyacı hissediyorum. Ta ki ömrümüze nispetle çok uzun süren gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olsun!.. Ta ki, Rabbimizin bizlere ikram ettiği sayısız nimetlere karşı, ne kadar nankörlük ettiğimizin farkına varalım!.. Ta ki, imkânımız arttıkça isyanımızın, tuğyanımızın da arttığını görelim!..
Ta ki, tefekkür dünyamızda yer alan duygu ve düşüncelerimizin, bizleri neremizden yakalayıp, hangi derin ve karanlık derelere fırlattığını, kurda kuşa yem olmamız için hangi ıssız dağ başlarına bıraktığının idrakinde olalım!..
Bu güzel ve ibretamiz incir hikâyesini, Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumsal İletişim Müdürlüğü’nde Koordinatör olarak görev yapan Yüksel Sezgin bey anlatıyor:
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı 2015 yılı Ramazan Programı kapsamında Etiyopya’ya gittim. Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü bir ülke olan Etiyopya’da insanların cömertçe paylaştığı tek unsur yoksulluk.
Etiyopya tam bir tezatlar ülkesi; bir yanda Allah’ın insanlara bahşettiği topraklar, bir yanda aç insanlar, bir yanda lüks oteller, hemen çevresi teneke mahallesi. Varlık da yokluk da iç içe… Bu tezatlar Etiyopya’da kaldığımız süre içinde hep Hayâli’nin;
“Cihân-ârâ cihân içredir ârâyı bilmezler,
Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.” beyti dolaştı.
Necaşi Hazretlerinin torunlarıyla bir arada olmak, Ramazan’da onların yüzünü güldürmek, Ramazan sevincini paylaşmak, sofralarına bir katkı sunmak amacıyla Etiyopya’nın değişik bölgelerinde bulunduk.
Bir iftar vakti, kaldığım yerde ezanla birlikte orucumu açtım. Sofrada, Türkiye’den götürdüğüm biraz Beypazarı kurusu, birkaç hurma ve kuru incir vardı. İftardan sonra akşam namazını kıldım ve çay içmek için bir kenara çekildiğimde, Nureddin isimli bir imam yanıma geldi. Kendisine bir adet kuru incir ikramında bulundum. Hem sohbet ediyor, hem de çaylarımızı yudumluyorduk. Nureddin elindeki incirin yarısını ısırarak;
“Bu ne kadar güzel bir meyve, nedir bu meyve?” diye sordu.
Meyvenin incir olduğunu, Allah’ın üzerine yemin ettiği “Tin” meyvesi olduğunu söyledim. Hayretle “İncir bu mu?” dedi ve Besmele çekerek “Tîn Suresini” okumaya başladı. Elinde kalan yarım inciri büyük bir hürmet ve saygıyla bir peçeteye sardı. O yarım inciri ne yapacağını sordum kendisine…
“Allah’ın üzerine yemin ettiği bu inciri evime götüreceğim. Çocuklarımın ağzına birer parça koyacağım. Bir ömür damarlarımızda dolaşacak. Bu büyük bir nimet, Allah bize bu nimeti bahşetti, ne kadar şükretsek azdır.” dedi. Ben de, “Siz o yarım inciri yiyin” dedim ve yanımda bulunan bir paket inciri kendisine ikram ettim.
Büyük bir heyecanla paketi alarak; “Allah’a yemin ederim ki hayatımda aldığım en değerli ve en büyük hediye bu oldu. Sizler ne kadar büyük insanlarsınız, ne kadar büyük bir milletsiniz. 3500 kilometre mesafeden buraya geliyorsunuz ve Allah’ın Kur’an’da zikrettiği ve üzerine yemin ettiği bir meyveyle bizi tanıştırıyor ve ikramda bulunuyorsunuz. Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Yıllardır Etiyopya’nın değişik bölgelerinde sofralarımıza katkı sağlıyor, kestiğiniz kurbanlarla bizlere ikramda bulunuyorsunuz. Gelecekten ümidini kesmiş olan bizlere birer ışık ve ümit oldunuz. Allah sizlerden razı olsun” dedi. Bu duygularla Necaşi Hazretlerinin torunlarıyla vedalaşarak ülkemize döndük.”
Bu hatıra kime ne anlatır veya kimler bundan ne ders çıkarır bilmiyorum. Yalnız ben kendime söz verdim. İnşaallah bundan sonra, bir incir gördüğümde veya bir incir yediğimde “Tîn Sûresini” mutlaka okuyacağım…
Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de 95’inci sure. Mekke döneminde inmiştir. 8 ayettir.
Bismillâhirrahmanirrahim.
1- İncire, zeytine,
2- Sina dağına,
3- Ve bu emin beldeye (Mekke’ye) yemin olsun ki;
4- Biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık.
5- Sonra çevirdik aşağıların aşağısına kaktık (indirdik).
6- Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka. Onlar için kesilmez bir mükâfat vardır.
7- O halde bundan sonra sana dini (hesap gününü) yalanlatan nedir?
8- Allah “hâkimlerin hâkimi” değil midir?
Amennâ ve saddaknâ… İnandık, iman ettik Rabbim… Yaratan ve yaşatan Sensin… Din gününün sâhibi Sensin… Hâkimler hâkimi Sensin…
Sormak istediğim soru şu; sayısız nimetler içerisinde yaşayan bizler, neden Etiyopyalı Nureddin Hoca gibi bakamıyoruz, O’nun gibi göremiyoruz? O’nun gibi düşünemiyoruz?
O idrakte olsaydık bir bardak suyu lüzumsuz yere akıtır mıydık? İhtiyacımızdan fazla aldığımız ekmekleri naylon poşetlerde küflendirip, sonra da hiç vicdanımız sızlamadan çöpe atar mıydık? Yaşadığımız şu dünyada israf ettiğimiz o nimetlere muhtaç olan milyonlarca insan olduğunu düşünürdük! Heder ettiğimiz zenginliklerde diğer insanların ve doğacak bebeklerin de haklarının olduğunu unutmazdık!
Kendisine ikrâm edilen ve hayatında ilk defa gördüğü, ilk defa yediği yarım incir karşılığında şükür olarak Tîn Sûresini okuyan Etiyopyalı Nureddin kardeşimiz, Türkiye’de incir bahçeleri, zeytin bahçeleri olup da kıblesini şaşırmış, kitabından habersiz, israf içersinde uyuşuk gafilleri görse ne derdi acaba?
Yâ Rab; sırat-ı müstakimden ayırma bizi… İslâm nîmetinden, îman nîmetinden mahrum eyleme… Şükründen, zikrinden gâfil kılma bizleri… Âmin…
5 notes · View notes
gercekolandin-blog · 5 years ago
Text
Allah’a öğretilen din
İslam dünyasında bilindiği üzere bir çok farklı görüş var. Her ülke ve ülkenin içinde de farklı bölgelere göre farklı bir “ İslam “ dini var. Kısacası İslamın içinde binlerce farklı İslam dini var.
İslamım farklılaşmasındaki temel sebep ise Din adamları ve siyasi görüşünden kaynaklanmaktadır. Herkes kendi İslam dinini yaratarak insanlara yarattıkları dini aşılamışlardır. Bu yüzden Allah’ın bizlere öğrettiği din, Allah’a öğretilmeye başladı.
Dini indiren ve öğreten Allah ama Allah’ın dinini beğenmeyip O’na din öğreten Din Adamları.
Şimdi bu konuyu Kuran açısından ele alacağız. Bakalım dini öğreten Allah mı? Yoksa Muhammed Peygamber mi? Yoksa Din Adamları mı?
– De ki: “ALLAH’a dininizi mi öğretiyorsunuz? ALLAH göklerde ve yerde olanı bilir. ALLAH her şeyi bilendir.”
– Müslüman (teslim) oldular diye seni minnet altında bırakmak istiyorlar. De ki: “Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Aslında, sizi gerçeği onaylamaya ulaştırdığı için ALLAH sizi kendisine borçlu görür, eğer doğru kimselerseniz.” (49:16-17)
Yukarıdaki ilk ayette Allah’a din öğretenlere bu soru ile meydan okumaktadır. Din tam ve eksiksiz gönderen Allah’a din öğretmenin O’na şirk koşmak olduğu çok açık. Hemen ardındaki ayette ise bugünkü Müslümanların örneğini gözler önüne sermekte. Kendini dini iyi bildiğini zanneden din adamları, ve “biz Müslümanız Elhamdulillah bize bişey olmaz, biz garanti cennete gideceğiz” gibi konuşanları “ Müslümanlıklarını başa kakmamaları “için uyarıyor.
Şimdi bir kaç ayet ile Kuranı kimin okuyup açıkladığını gösteren ayetleri inceleyelim.
– Onu aceleye getirip dilini oynatma.
– Onu toplamak da okutmak da bize düşer.
– Biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu izle.
– Sonra, onu açıklamak da bizim görevimizdir.
(75:16-19)
Başka bir ayette ise Allah, Muhammed peygambere “ Anlamak için acele etmemesi “ gerektiğini belirtiyor.
– Gerçek Yönetici olan ALLAH çok yücedir. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kuran’ı (anlamak için) acele etme ve, “Efendim, bilgimi arttır” de. (20:114)
Bu ayet bizler içinde bir ışık niteliğinde. Kuranı anlamak için aceleci olmamanız gerektiğini sabırlı bir şekilde Rabbimizden de yardım ile O’nu özellikle kendi dilimizde okuyalım ki anlayalım.
Şimdi bu konuyu Muhammed Peygamber açısından ele alacağız. O’nun halkında Kuran bizlere neler anlatıyor birlikte ele alacağız.
– Sen daha önceki hiçbir kitabı okumuyordun ve onları elinle de yazmıyordun. Bu durumda, yanlışı savunanların kuşkulanması için bir bahane oluşacaktı.
– Gerçekte o, kendilerine bilgi verilmiş olanların göğsünde apaçık ayetlerdir. Zalimlerden başkası ayetlerimizi reddetmez.
– “Ona Efendisinden bir mucize inmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Mucizeler ALLAH’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
– Bu kitabı sana indirmiş olmamız ve kendilerine okunması onlara yetmez mi? Bunda gerçeği onaylayan bir toplum için bir rahmet ve öğüt vardır.
(29:48-51)
Yukarıdaki ayetler o dönemki Müşrikler ile bu dönemki müşrikleri mükemmel bir şekilde özetliyor. Allah’ın kitabını yeterli görmeyen müşrikler ayette de görüldüğü gibi farklı bir mucize istiyorlar ancak sonraki ayette, Kitabın yeterli olduğunu açıklıyor. Günümüz müşrikleri ve din adamı kılığındaki şeytanın askerleri ise uydurdukları din külliyatı ve kurallar ile Allah’ın kitabını yetersiz gösteriyorlar.
Şimdi Muhammed’e Kuran’ı kimin öğrettiğini gösteren şu ayetleri inceleyelim;
– Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır.
– O (Kuran) ancak ve ancak bildirilen bir vahiydir.
– Ne de fanteziden konuşmaktadır.
– Onu, büyük güce sahip olan öğretmiştir.
(53:2-5)
Yukarıdaki ayetler Muhammed Peygamberin asla Din adına bir hüküm koyması, kendi hevesine göre konuşmaması gerektiğini belirtiyor. Ve dini O’na Allah’ın öğrettiğini de son ayette gözler önüne seriyor. Ayrıca Muhammed Peygamber ile ilgili konuyu özetleyen şu ayet ile bu konuyu bitiriyorum.
– ALLAH’ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptıracaktı. Onlar, yalnız kendilerini saptırır; sana hiçbir zarar veremezler. ALLAH sana kitap ve bilgeliği indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. ALLAH’ın sana olan lütfu büyüktür. (4:113)
Son bölümde ise Muhammed Peygamberin Kuran vahyinden önceki durumu ve ne ile yola geldiğini gösteren ayetleri ele alacağız.
– Biz böylece sana katımızdan bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir gerçeği onaylama nedir bilmezdin. Ancak onu, dilediğimiz kulları doğruya ulaştıran bir ışık kıldık. Sen elbette doğru yola kılavuzluk ediyorsun. (42:52)
– Seni yolunu şaşırmış olarak bulup doğruya iletmedik mi? (93:7)
Allah, Muhammed Peygamberi Kuran ile karanlıktan aydınlığa çıkarıyor. Ve aşağıdaki “İNŞİRAH” suresi ile O’nu sakinleştirip, şanını yükselttiğini anlatıyor.
İnşirah ( Sakinleştirme ) Suresi
– Göğsünü genişletip seni sakinleştirmedik mi?
– Üzerindeki yükünü indirmedik mi?
– Ki belini bükmüştü.
– Senin şanını yükseltmedik mi?
– Elbette kolaylık zorlukla birliktedir.
– Evet, kolaylık zorlukla birliktedir.
– Ne zaman fırsat bulursan uğraş ver.
– Ve sadece Efendini arzula.
Bu sureyi paylaşmamdaki amaç Kuran’ın bizi bütün yüklerden kurtarıp bize Kuran ile yücelteceğini göstermek istedim.
Son olarak, Allah’a din öğretenlerin ve uydurdukları dini Allah’ın dini diye satan sakallı cübbeli din adamlarını, Kuranı bırakıp uydurma hadis külliyatını takip eden, Allah’ın ayetlerini yeterli yeterli görmeyip, hadis külliyatını ve din adamlarının sözlerini onaylayanların, “ müjdelenen acı azabı “ gösteren ayetler ile sözlerimi bitiriyorum.
– Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH’ın ayetleridir. ALLAH’tan ve ayetlerinden sonra hangi HADİSİ onaylıyorlar?
– Vay haline her uydurukçu günahkarın!
– Kendisine okunan ALLAH’ın ayetlerini işittikten sonra, sanki onları hiç işitmemiş gibi büyüklük taslayarak direniyor. Onu acı bir cezayla müjdele.
– Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onu alaya alır. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
– Onları cehennem beklemektedir. Ne işledikleri şeyler, ne de ALLAH’tan başka edindikleri dostlar onları kurtarabilir. Onlar, acı bir azabı haketmişlerdir.
– Bu bir rehberdir. Rab’lerinin ayetlerini inkâr edenler için iğrenç ve acı bir azap vardır.
(45:6-11)
KAYNAK: Edip Yüksel “Mesaj Kuran çevirisi,”Emre Dorman “Allah’a Öğretilen Din” ve kendi düşüncelerim…
2 notes · View notes