#yüksek lisans şart ya
Explore tagged Tumblr posts
birkackisiyim · 2 months ago
Text
okul başlasa da kafam derslerimle meşgul olsa
9 notes · View notes
epifizz · 2 years ago
Note
Bu ülkeye kemalizm şarttır bence. Ve ben senin kemalizm ile ilgili düşüncelerini çok merak ediyorum. Sence kemalizm türkiye için gerekli midir?
Hiçbir şey için hiçbir şeyin şart olduğunu sanmıyorum. Kemalizm'in de Atatürk sonrası, Atatürk'e referansla İnönü tarafından icat edilmiş bir kimlik olduğunu söylemem gerek her şeyden önce. Yani Kemalizm, Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyetini inşa ederken uyguladığı politikaların belirli bir yorumudur ve pekala başka yorumlara da açıktır. Özellikle aydınlanmacı kökleri açısından bu politikaları hatırlamanın ben de önemli olduğunu düşünüyorum ancak kesinlikle revize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 
Mesela günümüzde kapalı ve devletçi ekonomiye geçmek -hala bir kesim bunu savunsa da- bence tam olarak işlevsel gözükmemekte, ancak bu devletçi politikaların tamamen dışlanması anlamına da gelmiyor, yani devlet desteğini uygun noktalara getirmek önemli. Kemalizmin ekonomik politikalarında bir tarım ülkesi planı var merkezi olarak mesela, bunun desteklenmesi bence çok önemli ancak turizm günümüzde Türkiye'ye en çok sıcak para getiren sektör halihazırda. Bu konuda yine Atatürk'ü baz alarak tarihi, doğal ve gastronomik güzellikleriyle bir kimlik inşası yapılabilir ve bu kesinlikle özel reklam ve şehir planlamacılığı da gerektirir. 
Bunun yanında şahsen "Türk" ibaresinin de revizesinin gerektiğini düşünüyorum çünkü Atatürk Türklük ifadesini kullanırken ne dini ne de ırsi bir gönderme yapıyor gibidir, daha çok jeopolitik bir birliği ifade etmesinden ötürü "anatolyan" bir kimlik inşası önemli gözükmektedir (bana en çok böyle düşündüren şey Atatürk'ün hitit kültürünü ele alış ve sentezleyiş biçimidir).
Bunun yanında kemalizmin kadını ele alış şeklini de kesinlikle değiştirmeliyiz, batılılaşma vizyonunda Türk kadını doğunun kültürel mirasının merkezileştiği bir konumdadır. Bu profil elbette moderndir, sosyal hayatın içindedir ve politik ve ekonomik olarak aktiftir ancak yine de batının karşısına kültürel bir zafer öğesi olarak birçok hezimet yüklenerek ortaya sürülmüş bir tasarıdır. Bunu çok daha üçüncü dalga üzerinden ele alıp kültürel sentezi kadına yüklemekten ziyade, kültürdeki kadını ele alarak tepeden tabana değil, tabandan tepeye bir örgütleme hazırlamamız gerekmektedir bence. 
Eğitim alanına gelince bence ülkemizin gelmiş geçmiş en iyi eğitim tasarımına sahiptir Atatürk ve Hasan Ali Yücel'in yarattığı eğitim politikası, şimdiki hizmet sektörü balonunun aksine kültürlü ve özellikle gelişmiş mesleki eğitimi her kesime yaymayı baz alan bu politika tekrar hatırlanmalı, yüksek öğretimde yaşanan bu şişmeden ziyade politikalar tekrar ilk ve orta-öğretime yöneltilerek lisans eğitimi elitize edilmelidir tekrardan. 
Bir de şunu unutmamak gerekir, kemalizm askeri bir politikadır daha doğrusu askeriye kökenlidir, dönemin dünyası askeri vizyona sahip politikalar istemektedir zaten. Günümüzde ise ihtiyaçlar çok daha farklıdır, merkezi sorunumuz belediyecilik temelli, şehir içi taşralı-şehirli çatışmasının bizzat kendisidir. Günümüzdeki meclis tablosunu yaratan da, şehirler için bunalımları her iki taraf için yaratan da, köylerin boşalması ve tarımın hala ilkel düzeylerde kalması da, memurlukta patlama yaratan da temel olarak bu sorunun bizzat kendisidir. Tam da bu taşralılar şehir hayatına akın ettikleri sırasında, kendi kültür ve yaşam biçimlerinden ötürü yabancı ve öteki hissettiklerinden dolayı mağdur edebiyatı üzerinden tam da bu kitlenin vizyonunu taşıdığını söyleyen bir iktidar 20 yıldır iktidardadır ve iktidarın başındaki de bu sebeple belediyecidir. Benim düşüncem bu çatışmanın ve şehirleşmenin uygun politikalarla düzeltilerek sosyolojik bir inşa sonrası, merkezini tamamen bürokrasiye bırakmış devlet yapılanmasını bir kışla, bir şirket ya da halkı yönetme aracı olarak görmeyen bir yapılanmadır. İnsanların üstünde onları yabancılaştırmayan, aksine kendini bir hizmet kurumu olarak gören ve yöneticiden ziyade bir memur olduğu bilincini taşıyan bir kurumun yapılanmasının tesisidir benim arzu ettiğim. Kemalizm de bu konuda önemli dersler taşımaktadır ve birçok açıdan feyz alınması önemlidir, ama kendi geldiği dönem sebebiyle artık yenilikçi olarak ifade edilememesinden ötürü çeşitli revizelere ihtiyacı vardır. Bu elbette benim görüşüm sadece, kimse katılmak zorunda değil demokrasinin anlamı da budur zaten, benden başka sesleri tanımak ve saygı duymak... Ülkemizin bir eksiği de hemen hemen kimsenin başka bir görüşe karşı oldukça az tahammüle sahip olması ve yoğun kutuplaşmalar içermesi değil midir zaten?
8 notes · View notes
httpsmelx · 4 years ago
Text
23.38
Yine sıradan bir gün geçiriyorum. İyi geçinirlerse bir yerleri s*kilecek bir aile.. Tek derdi sevgilisinin olmaması olan aptal zengin bebeleriyle geçirilen lanet 6 saat..
Ve günü sıradan kılacak birkaç şey daha işte.
Bayadır konuşmadığım bir arkadaşımla konuştum. Gerçi bayadır dediğime bakmayın. Lise 1e giden bir bebeyim daha. Kaç yıl yaşadım sanki de bayadır konuşmuyorum. Kime göre neye göre gerçi.. Çok fazla yaşayan bir insan değilim henüz. Bu yüzden 6 ay bana fazla geliyor. Ama aynısı yaşımın 2 3 katı olan bir insan için 6 ay değil de 6 gün gibi geliyor belki de. Emin değilim. Garip bir konu şu kime göre neye göre muhabbeti. Sinir bozucu da biraz. Biraz değil baya.
Neyse siktir et.
2 3 saat her boktan konuştuk. Bi ara bir şeyler bestelemeye çalıştık hatta. Garipti.
Dersler konusunda boka batıyor gibiyim ama çalışsam toparlayabilecek durumdayım bir yandan da.
Biraz daha gelecekteki Mel'e yazmak istiyorum.
Merhaba.
Dolar 7.72 , Euro 9.05 diyim anla sen ülkenin durumunu. Gerçi o zamanlara 15 falan olduklarından şüpheliyim :1
Hadi arabayı falan geç. Şuan ülkede bi PC dizmeye kalkamıyorsun bile mk.
Gelecekten cidden bi umudum yok bu konuda. Bu yüzden bu ülkede kalmanın cidden bir anlamı yok. Hayal falan kurcam az :")
Üniversitenin son senesi erasmus için git. Sonra yüksek lisans programlarına başvur. Belki bu sırada hayatının kalanını geçireceğin 'o insanı' bulursun. Küçük bir şeyler. Nikah falan sonrasında orada kalabiliyorsun zaten. Yine de öyle bir şey olacak diye bir şart yok. Bu zaten gittiğin ülkeye göre değişir.
Ya daha 4 sene var sonra araştırırım. Benim daha İngilizcem tam değil.
Halledilir.
Umarım.
Neyse bu kadar yazacaklarım. Kısa özet geçersem yapman gereken bu sikik ülkede kalmamak. Git burdan. Uzaklara git. Napcan olum. Ülke mükemmeldi de biz mi kalmak istemedik sanki mk.
Haydin göşşüz sağlıcakla kal 💙
18 notes · View notes
yusufserkan · 5 years ago
Text
Mevhibe Celalettin…
Prensesti.
Cemile sultan'ın torunuydu.
Cemile sultan…
Padişah Abdülmecid'in kızıydı.
Abdülhamid'in ve Vahdettin'in kızkardeşiydi.
Mevhibe Celalettin, 1887 yılında, anneannesine düğün hediyesi olarak yaptırılan Fındıklı Sarayı'nda dünyaya geldi.
Evlenene kadar Fındıklı ve Kandilli saraylarında yaşadı.
Mevhibe'nin dedesi Mahmut Celalettin paşa, padişah tahtına oturan Abdülhamid'in emriyle Taif zindanlarında boğduruldu.
Eşi boğdurulan Cemile sultan, ölünceye kadar ağabeyi Abdülhamid'i affetmedi, son nefesine kadar eşinin matemiyle yaşadı.
Çocuklarını, torunlarını böyle yetiştirdi.
Dedesinin adını taşıyan prenses Mevhibe Celalettin, işte bu duygularla büyüdü.
Üç lisan biliyordu.
Piyano çalıyordu.
Saray adabıyla yetişmişti ama, başına buyruktu, özgür ruhlu bir kadındı.
Evlendi, oğlu oldu.
Evliyken bir başkasına aşık oldu.
Boşandı.
Yasak aşkıyla evlendi.
İkinci eşi Jön Türk'tü.
Tutuklandı.
Mevhibe tanıdığı paşalardan ricacı oldu, serbest bırakılmasını sağladı. Ama, şart koşulmuştu, “memleketi terkedeceksiniz, İstanbul'dan uzak duracaksınız, ancak bu şekilde bırakılacak” denildi.
Mısır'a gittiler.
Sonra Fransa'ya geçtiler, Paris'te yaşadılar.
Astım hastasıydı.
Krizler geçiriyordu.
Doktorlar morfin verdi.
Kaş yapayım derken göz çıkarılmıştı… Çünkü o tarihlerde morfinin bağımlılık yaptığı henüz bilinmiyordu, ağrı kesici diye şakır şakır eczanelerde satılıyordu, dönemin Avrupa sosyetesi altın günü yapar gibi morfin günleri düzenliyordu, mücevher kutuları içinde altın kaplama şırıngalar kullanılıyordu.
Mevhibe her defasında biraz daha fazla doz aldı, neticede morfinman oldu. Arkadaşlarının önerisiyle İsviçre'ye gitti, Cenevre'de senatoryuma yattı, iki ay kadar tedavi gördü, hem astım krizleri biraz normale döndü, hem bağımlılıktan kurtuldu.
O ara, annesini babasını peş peşe kaybetti.
Zaten babası vefat etmeden önce bile geçim sıkıntısına düşmüşlerdi, saraydan düzenli olarak aldıkları maaş kesilmişti, başka gelirleri yoktu, e iş yok güç yok, mecburen malı mülkü satmaya başlamışlardı, köşkü sat, konağı sat derken, yaşadıkları saltanattan debdebeden eser kalmamıştı.
İkinci eşinden de boşandı.
İstanbul'a döndü.
Nişantaşı'nda apartman dairesi kiraladı.
Saray hayatı sona ermişti, mütevazı bir eve girmişti.
Aslında ikinci eşi hayli varlıklıydı, boşanmasaydı bir eli yağda bir eli balda, mis gibi devam edebilirdi ama, dedim ya, başına buyruk bir kadındı, parayı pulu değil, özgürlüğünü tercih etmişti.
Osmanlı gümbür gümbür çöküyordu… Memleket evlatları Çanakkale'de Galiçya'da Afrika'da Arabistan çöllerinde, adreslerini bile bilmediğimiz hiçliklerde tümen tümen şehit düşerken, saray çevrelerinde hâlâ vur patlasın çal oynasın devam ediyordu.
Bu utanç verici durum, Mevhibe'yi vicdanen rahatsız ediyordu, büyüdüğü yetiştiği çevreye tahammül edemez hale gelmişti.
Akrabalarından, saraylı dostlarından arkadaşlarından uzaklaştı, yavaş yavaş defterden sildi, hiçbiriyle görüşmemeye başladı.
İstanbul işgal edildi.
Emperyalist zırhlıları Boğaz'a demirledi.
Sokaklarımız İngiliz, Fransız, İtalyan askerleriyle, bu ülkelerin üniforması altındaki Senegalli, Hintli askerlerle dolmuştu.
Küstahtılar.
Kadınlara sarkıntılık ediyorlardı.
İnsanlarımızı tokatlıyor, aşağılıyorlardı.
Yıllar sonra hatıralarını anlatırken “o günü hiç unutmuyorum” diyecekti Mevhibe… “Memleket için en kara gündü” diyecekti.
İşte tam o atmosferde, Şişli'de, Karlo Apartmanı'nda bir davete katıldı. Kalbini adeta yerinden söken adamla, ilk kez orada tanıştı.
O gece orada bitmedi.
Davet çıkışında kalabalık bir grupla birlikte Mevhibe'nin evine gittiler, şafak sökene kadar sohbete devam ettiler.
Misafirlerini uğurladıktan sonra yatmadı. Pencere kenarındaki koltuğa oturdu… O'nu düşünerek tatlı tatlı gülümsüyordu.
Hemen her akşam görüşmeye başladılar. Sadece müzikli davetlerle, eğlenceli yemeklerle, romantik atmosferlerle sınırlı değildi. Mevhibe artık O'nun evindeki –tehlikeli– siyasi toplantılara da katılıyordu.
O'nun talimatıyla İngiliz ve İtalyan işgal kuvvetleri komutanlarının balolarına gidiyordu, sohbetlere kulak kabartıyor, Mim Mim Grubu'nun giremediği çevrelere giriyor, istihbarat topluyordu.
Saray prensesi, Kuvayı Milliye casusu olmuştu!
Sabahlara kadar bitmek tükenmek bilmeyen gizli toplantılar, gerginlik, kahve, sigara… Çelik bakışlı adamın midesine vurdu.
Sancılı krizler yaşıyordu, üstelik yüksek ateş vardı.
17 gün yattı.
17 gün boyunca, Mevhibe başucundan ayrılmadı.
Mayıs 1919…
Çekirdek kadro toplanmıştı.
Hararetli bir toplantı vardı.
O'nun yaveri uygun anını kolladı, Mevhibe'yi göz işaretiyle yemek odasına çağırdı, küt diye “paşa kararını verdi” dedi, “Anadolu'ya geçiyor, hazırlıklar tamam, siz de gitmek ister misiniz?” diye sordu.
Mevhibe afalladı.
Hiç beklemiyordu.
“Biraz düşünmem lazım” diyebildi.
Ve, tam 100 yıl önce bugün…
15 Mayıs 1919.
İzmir işgal edildi.
Artık bir saniye bile durulamazdı.
Vatan komple elden gidiyordu.
Öğle saatleriydi…
Mevhibe'ye “şöyle buyrun lütfen” dedi, karşısına oturttu.
Diğerleri odadan çıktı.
“Gidiyorum” dedi…
“Siz de benimle gelin.”
Bu defa yaveri aracılığıyla değil, bizzat teklif etmişti.
Yine reddetmesin diye ikna etmeye çalıştı.
“Bize çok faydanız olacak, Halide Edip hanım da çok yakında Anadolu'ya geçiyor, yalnız kalmazsınız” dedi.
Ömrü boyunca ilk ve son kez… Bir kadına “benimle gel” diyordu.
Uzuuun sessizlik oldu.
Mevhibe'nin kalbi “koş” diyordu.
Aklı ise kolundan çekiyordu.
“Müsaade ederseniz biraz düşüneyim” dedi.
O çelik mavi gözlerden hüzün bulutu geçti.
Hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu.
“Nasıl isterseniz” dedi.
Bir daha ömrü boyunca bu mevzuyu açmadı, asla.
Mustafa Kemal, Samsun'a gitti.
Mevhibe, Milano'ya gitti.
Bir süre Milano'da, bir süre Viyana'da yaşadı. Dresden'e geçti.
Parası iyiden iyide azalmıştı, ucuz fiyatla pansiyon odası kiraladı.
Konservatuara yazıldı, piyano çalıştı, şan eğitimi aldı.
Ruhundaki yaraya müzikle pansuman yapıyordu.
Dört yıl yurtdışında yaşadı.
Maddi açıdan sıfırı tüketmişti.
Şubat 1923'te İstanbul'a döndü.
Evi barkı yoktu.
Arkadaşlarında kaldı.
Cumhuriyet ilan edildi.
Hanedan mensupları sınırdışı edilecekti.
Mevhibe hayatında ilk kez paniğe kapıldı.
Ne gidecek yeri vardı, ne parası, ne sığınacak ailesi.
Hilafet kaldırıldı.
Kadın erkek çocuk, toplam 155 kişi sınırdışı edildi.
Gerisi, kanun kapsamı dışında bırakıldı.
Mevhibe kurtulmuştu…
Ama, artık yaşayabilmek için çalışması gerekiyordu.
Ne yapabilirim diye düşündü, Muhsin Ertuğrul'a gitti, yardım istedi. Eline bir sayfa metin tutuşturdular, “ezberle, prova yapalım” dediler. Doğuştan yetenekti, çok beğendiler… Muhsin Ertuğrul'un kadrosuna katıldı, Ferah Tiyatrosu'nda rol almaya başladı.
Muhsin Ertuğrul, Neyire Neyir, Muammer Karaca, Vasfi Rıza Zobu, Hazım Körmükçü gibi efsanelerle aynı sahneyi paylaştı.
Renkli Fener, İşsizler, Sırat Köprüsü, Bir Zaid Bir, Baskın, Taş Parçası, Cehennem, Donanma Gecesi piyeslerinde oynadı.
Afişlerde “Prenses Mevhibe” adıyla yeralıyordu.
Gazetelere “tiyatrocu prenses” diye haber oluyordu.
Anadolu turnesine bile katıldı.
Muhsin Ertuğrul Avrupa'ya gidince, kadro komple işsiz kaldı.
Şadi bey'in tiyatrosuna katıldı, sabit bir tiyatro salonu yoktu, nerde bulurlarsa orda oynuyorlardı, üç ay dayanabildi, ayrıldı.
Fırtınalı hayatı yüzünden gerektiği gibi sahip çıkamamıştı, anneannesi Cemile sultana emanet etmişti… Oğlunu kaybetti.
Darbe üstüne darbe yiyordu.
Evlat travmasını taşıyamadı.
Suçluluk duygusuyla iyice kabuğuna çekildi.
Galata Liman Şirketi'nde santral memuresi oldu.
Bir hafta geçti geçmedi, müdürüyle kavga etti.
Adamın kafasına sandalye fırlattı, çıktı gitti.
Çocukluk arkadaşı Odette'in eşi mösyö Kormiye, Osmanlı Bankası'nda yöneticiydi, gel bizimle çalış dedi. Başka çaresi yoktu, bu defa Osmanlı Bankası'nın merkez şubesinde santral memuresi oldu.
Bir zamanlar Osmanlı Bankası'nın en varlıklı müşterilerinden biriyken, şimdi aynı Osmanlı Bankası'nın santral memuresiydi.
41 yaşındaydı.
Her şeyini kaybetmişti ama, gururu kale gibi ayaktaydı.
Mustafa Kemal'i arayıp, yardım istemedi.
Büyük dedesi padişah.
Büyük dayısı padişah.
Küçük dayısı padişah.
Sevdiği adam cumhurbaşkanı.
Santral memuresiydi.
1928'de girdiği Osmanlı Bankası'nda ölene kadar çalıştı.
1952'de zatürreden vefat etti.
Mustafa Kemal'in “benimle gel” dediği ilk ve tek kadın… Tarihimizin gördüğü en renkli, en maceralı, en onurlu, en trajik öykülerden biriydi.
Ve aslına bakarsanız…
“Milli Mücadele” denilen kavram, duygusuz, ruhsuz, hamasi nutuklardan, dan dun'dan ibaret değildir.
Çılgın erkeklerin ve çılgın kadınların, yazılmayan romanların, çekilmeyen filmlerin, vatan uğruna yarım kalan aşkların destanıdır.
2 notes · View notes
kendime-analizler · 11 months ago
Text
Doktor maaşı kaç asgari ücret eder?
Doktorlar bu günlerde ücret artışı nedeniyle hizmet durdurma eylemine gitme kararı aldılar. Kendilerinin çalışma koşulları ve ücret şartlarında iyileşme talep ediyorlar. Bu mesleki eylemlere paralel olarak uzun bir zamandır aklımda olan ve bir fırsat çıksa da bir yerlere bu konuyu yazsam diye düşündüğüm "eğitimli çalışanların ücretleri neden ve ne kadar" asgari ücretten fazla olmalıdır konusunu yazmak için fırsat oldu.
Tumblr media
1) Mesleki eğitimin ücret artırıcı etkisi olmazsa o eğitim bir hobidir
Çok bariz bir tespit ancak bunu söylemeden tartışmanın temellerini atmak imkansız gibi. Profesyonel eğitim topluma daha kaliteli ve ya kapasiteli hizmet vermek için alınan bir eğitim olması nedeniyle ekonomik olarak anlamlı ve öğrenci için faydalı olması gerekir. Bu gereklilik onu kişisel gelişim, merak ya da hobi amacıyla alınan diğer eğitimlerden farklılaştırır.
Profesyonel eğitim, bireyin kalite ve beceriler elde etmek için kişisel emek harcaması, bunun sonucunda bilgi ve becerisini toplumsal bir hizmet alanı için geliştirmesi anlamına geliyorsa toplumun bu bireysel özverinin karşılığını artı değer olarak ücretlere yansıtması gerekir. Yansıtılmadığı takdirde eğitim akılcı bir toplumsal / ekonomik etkinlik olmaktan çıkar, daha çok bir gönüllü çalışmaya dönüşür.
Buradaki inceleme eğitimin toplumsal ve ekonomik olarak akılcı bir alan olabilmesi için en azından eğitim almanın çalışma ücretlerine etkisi olacaktır.
2) Temel ihtiyaçlar kısılarak yüksek eğitim alınması rasyonel ve ekonomik değildir
Eğitim almak demek iş aramaktan vaz geçmek, bugün elde edebileceğiniz bir geliri bilerek sonraya bırakmak demektir
Eğitimin kişiye verdiği bireysel tatmini bir kenara bırakırsak eğitim alarak geçirilen her yıl çalışarak elde edilecek 1 yıllık kazançtan vazgeçmek durumunda bulunan potansiyel bir tıp öğrencisinin bu eğitimi tercih edebilmesi temel ihtiyaçlarının karşılanır durumda olmasına bağlıdır. Aksi takdirde uzun vadede teklif edilen maaş asgari ücretten ne kadar fazla olursa olsun yetişkin bir bireyin bunu kabul etmek gibi bir şansı kalmamaktadır. Buradan tıp öğrenimi görerek doktor olma tercihinin ancak orta sınıf ve üzeri aileden gelen öğrenciler tarafından seçilebileceği sonucuna varabiliriz. Ya da öğrenci okulu bırakıp tıp tahsili boyunca temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir iş bularak çalışacak ve yeteri kadar birikim yaptıktan sonra tıp eğitimine başlayabilecektir. Bu durum sosyal devlet özelliği taşımayan bazı çağdaş batı ülkelerinde hala geçerlidir. Toplumsal statü nedeniyle bir öğrencinin uzun tıp eğitiminden sonra herangi bir gelir farkı beklemeden lisans eğitimine yönelmesi rasyonel ekonomik bir davranış değildir.
Temel ihtiyaçlar da dahil olmak üzere bir öğrencinin asgari ücretten ne kadar vaz geçebileceği sorusunu tartışmayı dahi bir insan hakları ihlali olarak görüyorum. Başka bir açıdan ifade edersek yüksek eğitim alan her öğrencinin temel gereksinimlerinin karşılanmayacağını varsaydığımız durumda rasyonel mantık basit bir şekilde "okulu bırak git karnını doyur" sonucuna ulaşacağı için bu ön şart mecburi olmaktadır.
Öğrencilerin Temel yaşamsal ihtiyaçların toplum tarafından karşılandığını varsayarsak ancak o zaman öğrencilerin gecikmiş bir geliri seçenek olarak görmesi mümkün olabilir.
3) Dört yıl gecikmeli bir eğitim karşılığında ne kadar ücret artışı bunu öğrenci açısından tıp eğitimi almaya DEĞER kılar ?
1. etken) Emeklilik yaşının eşitliği esasına göre inceleme
Yüksek eğitim almamış birinin emeklilik yaşına kadar çalışma süresine 25 yıl dersek. Yüksek eğitim nedeniyle işe başlama tarihi geciken bir öğrencinin aynı yaşta emekliliğe eşit prim birikimiyle ulaşabilmesi emekli olarak yaşam süresinin de eşit olması nedeniyle gereklidir. Burdan örneğin 4 yıllık lisans eğitimi alan bir öğrencinin 21 yıl sonunda ve aynı yaşta ve aynı prim birikimyle emekli olması gerekir.
4 yıllık lisans eğimi alan bir öğrencinin asgari ücrete göre 4/21 = %19 daha fazla ücret alması,
10 yıllık uzman tıp eğitimi alan bir öğrencinin 10 / 15 = %67 asgari ücrete göre daha fazla maaş alması gerekir.
2. etken) Gereksinimlerin geciktirilmesiyle oluşan yoksunluk esasına göre
Bu esasa göre gereksinimleri sağlanmamış bir öğrencinin çalışma yaşamına başladıktan sonra aynı sürede asgari ücret ile çalışan bir işçinin o güne kadar sağladığı gereksinimleri toplamından daha fazla gereksinimi olacaktır.
Pratik bir örnekle açıklamak gerekirse, bir işçi yılda 10 gün ücretli tatile giderken bir öğrencinin bu isteğini bir kaç yıl için bastırmasını rasyonel kılabilmek için bu süre sonrasında aynı öğrenciye 10 günden daha fazla tatil sözü / güvencesi vermek gerekecektir.
Eşit fayda durumuna ulaşabilmek için öğrencinin yoksunluk nedeniyle oluşan eksiklik duygusu ve yapısal hasarlarının onarılabileceği miktarda fayda sağlanması yeterli olmayacak buna ek olarak gecikmeye katlanması için daha fazla ve nitelikli faydaların sağlanması durumunda bir eşitlikten söz edilebilir. Yoksunluk, kalıcı bozulmalara yol açacağı için bu yapısal sorunların çözülmesi daha fazla fayda gereksinimi ortaya çıkaracaktır.
Gecikmiş faydanın anlık faydadan ne kadar büyük olması gerektiğini düşünürken maliyet artışı ve diğer parasal farkları dikkate almadan sadece faydanın kendisinin değeri esas alınmaz ise öğrencinin ekonomik nedenlerle büyük kaybı söz konusu olabilir. İnsani hiçbir gereksinimin bir yıllık gecikmesinin %30 dan daha az bir ek fayda sağlanmadan tercih edilmeyeceğini kendi kişisel tecrübelerimiz ve gerçek yaşam hikayelerine bakarak görmek mümkündür.
Aşağıdaki formul bir sonraki yıllık geliri %30 azaltarak bir önceki yıla göre eşdeğer fayda değerini 25 yıllık bir toplam içerisinde hesaplamaktadır. Örneğin sonraki yıl elde edilecek 130 birimlik fayda güncel yılda elde edilecek 100 birim ile eşdeğerdir. Öğrenci bir yıl sonrası için en az 130 fayda karşılığında bu yılki 100 birimden vazgeçmesi eş fayda sağlamaktadır. Bu şekilde 25 yıl boyunca bütün yıllık faydaların bir önceki yılki eşdeğerini hesaplayarak ilk yıla göre eş fayda değerine ulaşılabilir.
Tumblr media
Yukardaki formüle göre 25 yıl çalışan bir işçinin toplam faydasının ilk güne göre değeri yıllık faydanın 4.33 katıdır. Bunun pratik anlamı şudur bir işçiye önünde asgari ücretli bir iş seçeneği varken bunu kabul etmemesi ve karşılığında 1 yol sonra başlayacağı daha iyi bir iş için 1.3 asgari ücret teklif edilmesi eş fayda sağlamaktadır.
Benzer şekilde,
Tumblr media
İlk 10 yıl geliri olmadan toplam 25 yıl çalışması süresi olan bir doktorun toplam faydasının ilk günk�� (yani öğrencinin fakülteye işçinin de işe başladığı tarihteki) değeri 1 yıllık toplam asgari ücretin faydasının 0.21 katıdır. Çünkü 10 yıllık gecikme ileriki yıllardaki gelirin değerini çok azaltmıştır. Bu farkı dengeleyebilmek için çalışacağı 15 yıllık süre içerisinde 10 yıllık eğitimli bir uzman doktorun;
4,33 / 0.21 = 20.61 asgari ücret
alması gerekmektedir.
3. etken) Zaman sıkışması ve gecikme sonucu gerçek maliyet artışı
Eş miktarda faydanın sağlanması için gereken sürenin parasal kaynak olsa bile kısalması 3. etkeni oluşturmaktadır. Asgari ücretli işçinin gereksinimlerini karşılamak için düzenli gelire ek olarak fazladan zamanı da vardır. Bu durum mezun olmuş bir öğrencinin satın alma davranışını da etkileyecek ve birim fayda için satın alma fiyatını artıracaktır. Şöyle ki daha önceden geliri olan bir işçi satın almalarını fiyat olarak en uygun dönemi bekleyerek gerçekleştirirken mezun ilk fırsatta satın almak durumunda kalacaktır. İndirimleri, kampanyaları ve uygun sezon satın alma fırsatlarının hepsini kaçırmıştır ve yeni kampanyaları bekleyecek zamanı kalmamış olacaktır.
Yoksunluğun oransal olarak maaşlara etkisini öngörmek ilk bakışta karmaşık bir sorun gibi görünse de önceki sezonda satın alınan bir giysi, gıda ya da uçak bileti fiyatı ile son anda hemen alınmak zorunda kalınan gereksinimlerin fiyatlarını pratik tecrübeye göre karşılamak yaklaşık bir sonuca ulaşmak için yeterlidir. Piyasadaki fiyatları ve kampanyaları ilk bakışta incelediğimizde aradaki farkın en az %30 civarında olduğu söylenebilir. Bu fark bir çok avrupa ülkesinde ve kuzey amarika'da da hemen hemen aynıdır.
1. Sonuç) Farklı etkenlerin tek bir oran üzerinde birleştirilmesi
Daha önce bahsettiğimiz 2 etkenin geciktirilmiş öğrenci maaşı üzerindeki etkisi çarpan şeklinde olacaktır. Emeklilik eşitliği ve geciktirilme yoksunluğu çarpanlarına sırasıyla
e1, e2 ve e3 dersek;
İlk 2 etkenin en büyük olanını almamız yeterli olacaktır çünkü ilk etkende zaman gecikmesi etkeni %0 olarak alınmıştır. Ancak ilk etkende ortaya konulan emeklilik yaşı eşitliğine göre 25 yıllık çalışma yaşamı esası 2. etken incelenirken dikkate alınmıştır. Sonuç formülde sadece 2. etken ve 3. etkenin dikkate alınması yeterli olacaktır. Buradan 10 yıllık bir eğitim sonucunda mezun olan bir lisans öğrencisinin maaşı;
asgari ücret x e2 x (1+e3)
Olacaktır. Örnek verilerimizi eşitliğe yerleştirince;
(20.61) x (1 + %30) = 26.79 x asgari ücret
olur.
Uzman 10 yıllık bir eğitimden mezun bir lisans öğrencisi ya da dokturun maaşının asgari ücretin en az 27 katı olması gerekeceği sonucu yaklaşık olarak ortaya çıkmaktadır.
2.sonuç) Türkiye'de bu maaşı doktorlara vermezler
O halde biz ne yapsak doktorların özverilerinin karşılığını bu ülkede aslında ödemiyoruz.
En azından bu gerçek istisnai küçük bir doktor grubu dışında büyük bir çoğunluk için geçerlidir.
O halde doktorlarımıza hiç olmazsa saygı gösterek onların bu özverilerini toplumun bir bireyi olarak tanımış ve farkında olduğumuzu ifade etmiş oluruz.
Türkiye gerçeğinin belki en acı bir diğer sonucu da,
Nitelikli gençlerimizin bu şartlar altında tıp eğitimini seçmesi "akılcı" değildir
Yöntemin eksikleri konusunda tartışma
Yıllık fayda gecikmesinde ortaya konulan %30 oranının istatistiki olarak incelemesi yapılmamış ve sadece kişisel ve halka açık kaynaklara başvurularak belirlenmiş olması yöntemin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Ancak formüller içerisinde son derece etkili bu sabitin %20 ye indirgenmesi uzman doktorların içerisinde bulunduğu durumun ne kadar toplum lehine olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Ayrıca yüksek eğitim almak istemeyen öğrenci kitlesinin büyük bir çoğunluğu %20 ek fayda için beklentilerini 1 yıl ötelemeyi kabul edecek "ortalama öğrencilerden" oluşmamaktadır.
Yöntemimizin en büyük sorunu,
Asgari ücretin inceleme konusu 25 yıl içerisinde gerçek satın alma değerinin değişmeyeceğini varsayması bir anlamda yıllar içerisinde reel asgari ücretin sabit ya da pozitif olacağını öngörmesidir. Reel asgari ücretin negatif olduğu bir ortamda durum işçilere kıyasla kariyeri ileri yıllara dayanan tıp öğrencisinin çok daha fazla aleyhine olmaktadır.
Dip notlar
Alternatif çözüm: Öğrencilere mezuniyeti beklemeden asgari ücret ödemek
Tıp öğrenimi alan herkesin öncelikle temel ihtiyaçlarının yakın çevresi ya da ailesi tarafından karşılandığını varsaymamız ve bunun üzerine gelirin geciktirilmesi karşılığında daha yüksek maaş elde etmenin kıyaslamasını yapmanın adil olmadığı gibi uzun süreli eğitimleri imkansız kılacağı için değerlendirmemizin dışında kalmak zorundadır.
Yoksunluk esasına göre yasal emeklilik yaşına 1 gün kala mezun olan bir uzmanın geciktirilmiş bütün ihityaçlarını karşılaması için 25 yıllık asgari ücret toplamı kendisine ödense bile eş fayda seviyesine ulaşması mümkün değildir. (Bu yoksunluğun matematik bir fonksiyonunu genel olarak tanımlamak ilk aşamada istatistik veri yetersizliği nedeniyle olası görünmez ise de fonsiyonlar hakkında bazı incelemeler yapılarak sonuca gidilebilir.)
Matematik formulleri için Onsolver.com sitesi kullanıldı
0 notes
mizemediaagency · 3 years ago
Text
Neden tüm girişimciler kişisel markaları üzerinde çalışmalı?
Neden tüm girişimciler kişisel markaları üzerinde çalışmalı?
Tumblr media
Bugün dünyanın her yerinde, bir hükümetin temsilcisi olmaksızın bazı başkanlardan daha popüler olan girişimciler var . Onları sahip oldukları ticari başarılardan dolayı tanıyoruz ve görünüşe göre dokundukları her şey altına dönüşüyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Elon Musk , Meksika’daki Carlos Slim veya Çin’deki Jack Ma gibi insanlardan bahsediyorum ve böylece liste uzayıp gidiyor, belki de zaten aklında başka biri var.
Bu insanların kurduğu şirketler hakkında ne kadar bilgimiz var? Örneğin Elon Musk , Carlos Slim ve Jack Ma gibi en az sekiz şirketin kurucu ortağıdır . Ancak, belki de her birinden sadece bir veya iki şirket en popüler olanlardır. Asıl soru şu ki, diğer şirketlerin kaç kez başarısız olduğunu biliyor musunuz? Ya size başardıklarından daha fazla kez başarısız olduklarını söylesem? 
Girişimcilerin genellikle rol modelleri vardır, üstlenmemiz için bize ilham veren insanlar, çünkü yapabilseler biz de yapabiliriz. İşte burada kişisel markalaşmanın rolü devreye giriyor. Siz ilerledikçe ve o markayı oluştururken daha fazla insan neler yapabileceğinizi görecek ve uzun vadede zincir başarısı yaratabilirsiniz. Başarısızlıklarınızın değil, bugününüz ve geleceğinizle ilgili olacağı nokta gelecek. Başarıları ve sonrasında üstlendiğiniz neredeyse her şey için hayranlık uyandıran şirketler için, işletmenize daha fazla görünürlük kazandıracak ana destekçi sizsiniz.
Daha fazla bilgi için: Kurumsal ve kişisel imajınızı nasıl ilişkilendirebilirsiniz? Sorun şu ki, kişisel bir marka oluşturmak, bir ürün veya hizmet için bir marka oluşturmakla aynı veya daha zor ve pratik olarak sıfırdan başlamanız gerekiyor. Bugün sosyal ağlar ve dijital medya bunu birkaç finansal kaynakla kolaylaştırıyor olsa da, elbette size yardımcı olabilecek özel hizmetler var. Kendinize sormanız gereken ilk şey, ne iletmek istediğiniz, neden tanınmak ve aranmak istediğinizdir.
Benim durumumda bir girişimciyim, mpliofilizadas.com ve ketzalia.com gibi bazı şirketlerde kurucu ortak oldum , ancak kişisel markamı yaratma motivasyonum bunun ötesine geçiyor, aynı zamanda HEC Paris’te bir akademisyenim . Girişimcilik araştırmacısı olarak Katar üniversitesi. Uygulamadan çalışmaya ve öğretmeye kadar girişimcilik konusunda tutkuluyum, bu yüzden teori ve pratik arasındaki dengeye inanıyorum. Son zamanlarda kişisel markamı oluşturmak için daha fazla çaba göstermem gerektiğini düşünmeye başladım.
Özellikle Instagram ve Linkedin’de kişisel markamı oluşturma sürecinde olduğumu söylemeliyim ama yazdıklarımda, giyimimde, sosyal ağlarıma yüklediklerimde ve sosyal ağlarıma yüklediklerimde bir değişiklik oldu çünkü kendime sordum. neden beni tanımasını istiyorum ve bunu nasıl başaracağım. Sonuçlar kısa sürede ortaya çıktı, danışmanlık, medya için görüş, konferans ve hatta birkaç radyo röportajı için benimle iletişime geçtiler. Ve internette, kişisel markalarını yaratmak için çok çalışan ve gerçekte sözde başarıları olduğu halde konferansları veya danışmanlıkları için ödeme yapmaya istekli binlerce takipçisi olan sözde “sigara satıcıları” buldum. doğrulamak için şüpheli.
Bir girişimci olarak, hiç kimse bize bir marka olarak imajımızı satmayı öğretmez. Çalışmalı veya eğitimsiz başlayabilirsiniz, ancak ilk başta ana odak noktanız, yalnızca kurucusu olarak kişisel markanızı değil, şirketinizi ve onu temsil eden marka veya markaları inşa etmek olacaktır. Akademisyenlere, kanıtlara dayalı bilimsel çalışmalar yürütmeleri ve sonunda hakemli bir dergi veya kitapta yayınlanıncaya kadar araştırma alanındaki bilim camiasına sunmaları öğretilir. Bu yüzden, girişimcilik gurusu olarak konuşan, kanıtları veya doğrulanabilir deneyimleri olmayan insanlar varsa , neden benim gibi akademik girişimciler yapmıyor ve biz de gerçeklerin tam bilgisiyle yapalım diye düşündüm.
Görüntü en önemlisi
Tıpkı bir ürünü piyasaya sürdüğünüzde, diğer faktörlerin yanı sıra tasarımı, markayı, kaliteyi de göz önünde bulundurmalısınız. Ayrıca kişisel markanız için iletmek istediğiniz şeyle uyumlu bir imaj oluşturmalısınız. Başarılı bir iş adamı, her zaman aynı spor kıyafetlerini giyiyorsa, kendine güven veya başarı mesajı vermeyebilir.
Merakla, ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi ve yenilenmesi adlı bir yüksek lisans dersi veriyorum ve onlara her zaman imaja dikkat etmelerini söylüyorum, bir diğerine benzer bir ürüne sahip olabilirler, ancak benzer bir fiyata daha iyi bir imaja sahiplerse, bu olacaktır. daha çekici ol. Aşkın görüşten doğduğunu söylüyorlar ve ben kişisel bir marka oluştururken bu amaca ulaşmak için imajın şart olduğuna inanıyorum.
Şimdi, elbette merak ediyorsunuz, kişisel imaj ile ne demek istiyorsunuz ve bunu doğru yapıp yapmadığımı nasıl anlarım? Her şeyden önce, şirketinizde zaten pek mevcut olmayan bir imajınız var, ancak sizinle birlikte çalışanlar sizi şirketin büyümesinde stratejik rolü taşıyan lider olarak görüyorlar. Bu rolü üstlen ve sana güven ve emniyet verecek şekilde giyinip iletebilirsin, sözleşmeleri, basın açıklamalarını, satışları kapatan veya bir sergiye katılanın sen olacağını unutma. Yardıma ihtiyacınız varsa, bu konuda size yardımcı olacak Atelier gibi imaj danışmanlığı uzmanları da var .
Yayınladığınız içeriğe dikkat edin
İçerik oluşturma hakkında konuştuğumuzda bazen bir grafik tasarımcı tutmamız gerektiğini düşünüyoruz ve öyle değil. Dijital medyada içerik, ilham veren ifadeler veya göz alıcı tasarımlarla görseller oluşturmanın ötesine geçiyor. İçerik, yüklediğiniz fotoğraflar, videolar, hikayeler, makaralar , bloglar , hayatlar ve hatta diğer sayfalardan paylaştığınız haberler olabilir. Unutmayın ki dijital mecralarda sizi takip edenler sizin paylaştığınız içeriklerin türüyle ilgilendikleri içindir ve her zaman çok rastgele ise mesajınız net olmaz, tek bir konuya homojenleştirmeniz gerekir.
Daha fazla bilgi için: Kişisel marka: Bir girişimcinin bilmesi gereken her şey Bazı durumlarda, birinde yayınlananları diğerinden ayırt etmek için kişisel profilden ayrı bir profil oluşturmayı seçenler vardır. Şahsen, markamı oluşturmak için kişisel hesaplarımı kullanmayı seçtim, beni zaten takip edenler büyüdüğümü gördüler ve kendimi konumlandırdığım girişimcilik konusunda bir uzman olarak konuşmak güven veriyor. Örneğin sizin durumunuzda, fintech sektöründe bir start-up girişimcisi olduğunuzu ve ardından finans içeriğini, çalışma alanını, elde edilen yeni sözleşmeleri, sermaye artırım turlarını paylaşmanın uygun olacağını iletmek isteyebilirsiniz. alıyorsun vs.
Yayınladığınız içeriğin ana fikri, tutarlı, uyumlu ve yenilikçi olmanızdır. Yani, ara sıra yayınlanan bir yayın değil, sizi takip eden kişi zaten haftanın bir günü veya belki de her gün beklediği konuyla ilgili onu ilgilendiren bir şey yayınlayacağınızı umuyor. Bunu yaparken, kişisel markalaşma konusunda en çok işe yarayan şeyin, hayatınızın işle veya girişimcilikle ilgili parçalarını en doğal şekilde paylaşmak olduğunu fark ettim.
Kaynak, Siteyi Ziyaret Edin
0 notes
fuatatan · 4 years ago
Text
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde Neler Oluyor!
Sıra dışı olaylar da tekrar ede ede artık sıradan hale gelirler. Maalesef adrese teslim atamalar da bu şekilde artık sıradan hale gelmiştir. Dahası her oldu bitti yeni ve daha da pervasızca yapılacak yeni keyfi icraatlara zemin hazırlar. Kurumlar ve toplumsal sistem ise bu şekilde yozlaşır. Medya işte tam burada bu problemleri ortaya çıkarmak, hatta üzerine gitmek, takipçisi olmak için büyük bir sorumluluğa sahipti(r) nitekim neticede yazılı ilk gazetelerden şimdiki sosyal medya çağına kadar ne öğrendiysek artık medyadan öğreniyoruz ya da öğreniyorduk.
Şimdi anlatacağım konuyu medyadan öğrenme şansımız olmadı nitekim yapılan atama o kadar keyfiydi ki atanan dışında kimsenin haberi olmadığı gibi ilgili ilana başvuran adaylara zahmet edilip haber tebligat yapılmadı, kurumun internet sitesinde ilan sonucu duyrulmadı.
Adrese Teslim Kadro İlanı
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından 25.12.2020 ila 08.01.2021 tarihleri arasında çıkılan ilanda mühendislik fakültesi bilgisayar mühendisliği bölümü için doktor öğretim üyesi alınacağı bildirilmişti. Şimdi buradaki ilan tarihine çok dikkat ediniz. Bitiş tarihi 8 Ocak 2021. Nedenini birazdan göreceğiz. Bu ilandaki pozisyonlardan birinde sadece modelleme ve simülasyon alanında çalışmış olmak şartı aranmakta, bilgisayar mühendisliği bölümünden mezuniyet şartı bulunmamaktaydı. 
Atanan kişinin YÖK tabanında tezi YOK!
Bu  ilana toplam 5 kişi başvurdu. Başvuruda bilgisayar mühendisliği bölümü mezuniyeti aranmadığından başvuranların arasında doğal olarak, bilgisayar mühendisi lisans mezuniyeti olmayan adaylar da vardı. Ancak ilanda bu şart olmaması hasebiyle bunlar reddedilemedi. Öte yandan adaylardan bu kadroya alınacağı daha ilan çıkmadan belli olan bir kişi henüz doktorasını bitirmemişti. Ancak ilan tarihi bitmeden doktora da karga tulumba bitirildi, daha doğrusu bitirttirildi. Ancak bu kişinin doktora tezi henüz bitmiş ve jüri incelemesinde olduğu için, süreç tamamlanmadığından bu tez veri tabanında adı yoktu. Tez yazarları normalde tezlerini belirli bir süre gizleyebilme hakkına sahiptir ancak yine de tezin başlığının YÖK tez veri tabanında bulunabiliyor olması gerekir. Atama üzerinden üç ay geçmesine rağmen tez halen ortalarda yok.
Resim: İlgili şahsın doktora tezi henüz YÖK tez veritabanına yüklenmemiş
Tumblr media
8 Günde Doktora, Alelacele Atama
Yazının başlangıcında, doktor öğretim görevlisi alım ilanının 8 Ocak 2021'de bittiğini belirmiştik. Ancak Yüzüncü Yıl Üniversitesinin 25130427.903.03.01 sayılı atama yazısında baktığımızda bu adayın yüksek lisans mezuniyetinin 12.02.2016 olduğu görülüyor. Doktora mezuniyet tarihi ortada yok. Oysa bu pozisyona atanabilmesi için doktorasının tamamlanmış olması gerekir. 
Ataması yapılan bu kişinin Yüzüncü Yıl Üniversitesi sayfaları üzerinde görülen kendi sitesinde de doktorasının 2021 yılında tamamladığı yazılı. Şimdi yazının başındaki ilan tarihlerine bakalım: Son başvuru tarihi 8 Ocak 2021, bu kişi de doktorasını 2021'de bitirdiğine göre doktora 2020 sonunda bile değil, 2021'in ilk 8 gün içinde bitirmiş olması gerekiyor aksi takdirde bu ilana başvuramazdı. 
Tumblr media
Dolayısıyla 25 Aralık 2020 tarihinde şu anda ilgili pozisyona atanan kişi henüz doktorasını bitirmiş bile değildi. Bunları herkesin açık olarak erişebileceği ve paylaştığımız kaynaklar söylüyor. Bu kaynaklarda şahsa ait bilgilerin üzerini kapatıyoruz nitekim bu hukuksuzlukların faili ve sorumlusu o kişi değil üniversitedir. Doktora bitmeden doktora sonrası kadro tamtakır hazır.
Bu keyfi atamanın yapıldığı 8 Şubat 2021 tarihi ve sonrasında başvuru yapan ve atanamayan kişilere herhangi bir tebligat  yapılmadı, üniversite internet sitesinden bir ilan bildirilmedi. Bunun üzerine başvuru yapanlardan ve şartları fazlasıyla uyan bir aday 16 Ocak 2021'de 31890 nolu dilekçe ile durumu üniversiteye sordu:
İlgili makam hemen 2 gün içinde  baştan belli olan kişinin atandığını bildiriyor. Bu yazı haricinde bu kişinin atama tarihinden çok öncesinde belirlendiğinin ve atanacağının bilindiğine dair deliller elimizde mevcuttur (25.01.2021 tarihli noter tespiti)!
Tumblr media
Atama Ölçütleri Komisyon Başkanlığının Ölçütlerinin Ölçüsüzlüğü
İlan metninde atıf yapılan yönergede adayların neye göre değerlendirileceği özellikler tek tek sıralanmıştır. Akademik yayınların sayısı, makaleler, kitaplar, verilen dersler vs. bir çok konu açık ve net maddi ölçütlerdir. Bu ölçütlere göre yüksek puanlı aday alınmak zorunludur. Ataması yapılan kişinin doktorasını henüz ilan tarihinden en fazla bir hafta bitirmiş iken yapabileceği yayınlar ve çalışmalar ne kadar olabilir? Kaldı ki diğer adaylar arasında ataması keyfi olarak yapılan adaydan çok daha yüksek puanlı kişiler bulunmaktadır.
Tumblr media
Gerekçe: Bilgisayar Mühendisi Değilsin
Adaylardan birinin şifahen durumu sorması üzerine aldığı cevap şu olmuş: "Bilgisayar Mühendisi değilsin".  Oysa ilanda bilgisayar mühendisi şartı olmak aranmamaktadır.  Öte yandan üniversitenin bilgisayar mühendisliği bölümü kadrosuna bakıldığında cevabın da makul olmadığı apaçık görülüyor: Kadrosu Yüzüncü Yıl Üniversitesinde bilgisayar mühendisliğinde görülen sayın rektör matematik mezunu iken kadrosu bilgisayar mühendisliğindedir.
Tumblr media
Matematik mezunu iken ‘rektör olarak’ bilgisayar mühendisliğine hoca olmak mümkün iken yeni adaylar için bu mümkün değildir.
Tumblr media
Hesabını Bilmek
İlerlemek için ciddi bir matematik bilgisi gerekiyor. Hesabını bilmeyip gece gündüz çalışıp yayın yapmak yetmiyor.  Ancak yükselmenin kriterleri artık daha net. Uzun bir özgeçmiş  yerine daha ‘net’ bir özgeçmiş yeterli. İşte sayın rektörün ‘net’ özgeçmişi:
Tumblr media
3. Nesil Üniversite
Sayın rektör, üniversite stratejik plan toplantısında "3 nesil üniversite olmak istediklerini" belirtmiş bu konuda akademisyenleri Van'da tutamadıklarını ifade etmişti. Bu çok doğal bir durum, nitekim, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, ilin istifade edebileceği liyakatli ve alanında başarı elde etmiş saygın akademisyenler de bu durumdan rahatsız. Keyfi ve siyasi atamalarla Van’da üniversitenin 3. nesil üniversite olunacağı düşünülüyor. Birkaç gün önce üniversiteye 45 öğretim üyesi daha alınacağı ilanı gördük. Bu ilanın takipçisi olunması gerektiğine dair twitler atıldı. Çok haklı. Ancak kanaatim odur ki malzeme aranıyorsa yenileri kadar eskilerinde de bol bol malzeme var. Sadece internetteki açık kaynaklar bile hikayeyi anlatıyor ve takip edilmesi faydalıdır.
Neden Yazdım?
Sadece dilek ve temennilerden oluşan bir siyaset anlayışının bir yere götürmediğini artık hepimiz biliyoruz. Siyasetçi olarak değerli gazetecilerden rol çalacak değilim. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörünün liyakati bir kenara bırakarak adrese teslim, hukuksuz ve keyfi atamalarına birilerinin dur demesi gerektiği kanaatindeyim. Eski üniversitelerden biri olduğu halde, başarı sıralamasında maalesef en diplerde olan  Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sayın rektörünün bu keyfi ve liyakatten yoksun uygulamaları devam ettiği sürece de sonuç değişmeyecektir. Oysa üniversite bir ilin her yönü ile rehber ve kalkınma motoru görevini görmesi gerekirken adeta biat kültürü ile yönetilen alelade bir kurum haline dönüşmüştür ve Van ilimize yarar yerine zarar vermektedir. Liyakati esas alarak emek sarf etmiş kendi birikimiyle bir yerlere gelmeyi hak etmiş akademik değerlerin heba edilmesinin vebalini kamuoyunun takdirine sunuyoruz.
Önce medya tarafından bilinmesi gereken bu gibi durumlarda, medya mekanizmalarının bile kilitlenmesiyle siyasetçilerin görevi, elde ettikleri maddi delillerden bu tür "haksız, hukuksuz  ve keyfi uygulamaları" kamuoyu ile paylaşmak değil de nedir? 
Burada bir konuyu da  saygın ve bağımsız gazetecilere bırakıyorum: Bu gibi atamalarda jüriler neye göre seçilmektedir? Jüriler yönetimin isteği dışında raporlar yazdığında jüri üyelerine telkinlerde bulunuluyor mu? Yönetimin istediği kişiyi işaret etmeyen jüriler değiştirilmekte midir?  Eminim adil ve dürüst gazeteciler buradan bir çok konuyu aydınlığa kavuşturacaktır.
Fuat Yaşar ATAN
DEVA Partisi Van Teşkilat Başkanı
0 notes
sinemissinem · 7 years ago
Text
YLSY'nin Sefaleti
Siz haberleri takip ediyor musunuz bilmiyorum ancak ben uzun bir süre önce bıraktım. Sosyal medyada maruz kalmak koşuluyla hâlâ neler olup bittiğini görsem de yazacaklarımı, "koyun can derdinde, kasap et" şeklinde yansımasının söz konusu olabileceğinin bilinciyle yazıyorum. Öyle ya, Afrin'de kaybettiğimiz askerlerimiz, tecavüze uğrayarak can veren el kadar bebeler ve daha nice acı, düşünülmesi ve ellerin vicdana gitmesi gereken konu ve haberler varken, bu yazı size "tuzunuz kuru orada, bak bir de hâlâ konuşuyorsunuz" dedirtebilir, biliyorum. Ancak bütün bu acı ve düşünülesi haberlere rağmen "mış gibi yapanlara" ve magazin haberlerine göre daha az "ben"cil ve daha çok bilinçlenme gereken bir konuya değinmek istiyorum bu yazıda: YLSY'nin sefaletine!
Malum, çok değil birkaç ay öncesinde bu yıl için genç arkadaşlar da bu bursa başvurmuş ve kabul edilmişti. Dolayısıyla bu yazı hem onlara, hem de "biz de mi gitsek?" düşüncesinde olup bu bursu kurtuluş olarak görenlere dip not olsun. Çünkü bu yazı, aynı zamanda "neden beyin göçü arttı?" ve "giden niye geri gelmiyor?" sorularına da cevap bulmanıza yardımcı olacak. Geri dönmeyenlerin ya da gidip de geri dönmeye karar verenlerin yaşadığı onca zorluğa rağmen!
YLSY, yurtdışına lisansüstü eğitim için gönderilecek öğrencileri seçme ve yerleştirme programıdır. 1416 sayılı Kanun kapsamında Millî Eğitim Bakanlığınca (MEB) verilen burs ile yurt dışında lisansüstü öğrenim görmeye hak kazanacak adaylar geçmişten bugüne değişim göstermiş çeşitli eleme yöntemleri ile belirlenir ve öğrenciler alanlarına göre belirlenen ülkelerde eğitim almak üzere yurt dışına gönderilirler. Bu bursun geçmişi Cumhuriyet dönemi öncesine kadar dayanır. Bu burs ile yurt dışında eğitim almış pek çok kişi günümüzde hâlâ ülkede çeşitli kurum ve kademelerde görev yapmaktadır. Son dönemlerde burslu pek çok arkadaşın yazdığı yazılar, kurdukları paylaşım siteleri, bloglar soruları ve sorunları paylaşmaya ve bunlara çözüm bulmaya yönelik olmuştur. Ancak pek çoğumuz evrene sesimizi duyurmak modunda "kendimiz çalıp, kendimiz söylemişizdir." Ben de onlardan biri olarak Amerika'da doktora yapmaya başladığımdan beri Türkiye ile doktora eğitimi ve akademi üzerine farkları kendi gözlem ve deneyimlerime dayanarak paylaşanlardan biriyim. Eski bir 50/d'li asistan olarak da bir bilinmezden başka bir bilinmez olan YLSY yolculuğuna atıldığımı paylaştığım yazılarımdan birinde, her şeyin "size bir, bize iki katı" olduğunu bu bursun yaptırımları nedeniyle dile getirmiştim. Ancak şu anki mevcut durum ve bu yazının konusu bunun çok daha ötesinde. Neden mi? Binlerce YLSY bursiyeri var. Bu genç arkadaşlardan bazıları yurt dışındaki öğrenim süreçlerinin hakkını vermiş ya da vermekte ve karşılarına çıkan fırsatları değerlendirmek isteyip, yurt dışında akademik faaliyetlerde bulunmak istemektedirler. Bazıları yurt dışında evlenip bir düzen kurmayı tercih etmiş ve de dönmemiştir.  Aramızda çeşitli nedenlerle (ekonomi, aile, sağlık, vb.) eğitimini belirlenen sürede tamamlayamayıp geri dönmek zorunda kalanlar olmuştur. Bazılarımız ise okuldan kaynaklanan nedenler (örneğin, doktora programının MEB'in sınırladığı süreden daha uzun olması, danışmanla yaşanan sorunlar) ile "eğitimini tamamlayamama" durumunu yaşamakta ve tazminat ödemekle karşı karşıya kalmaktadır. Sonuçta farklı nedenlerden ötürü de olsa aynı kâsede boğulan ciddi bir kitle söz konusudur. Peki, neden mi boğuluyoruz?      
Baskı, stres ve boğulma bizlerin yurt dışına gönderilmesinden önce, iki kefil bulup onlara yüz binlerce döviz (bulunduğunuz ülkeye göre para birimi değişiyor tabi) tutarında senet imzalatmayla başlıyor. Bir dakikanızı ayırın ve düşünün lütfen: Eşiniz, dostunuz, akrabanız, arkadaşınız dediğiniz kaç kişiyi aradığınızda yüz binlerce dolarlık (Euro ya da sterlinlik) bir senede imza attırabilirsiniz. İki kişiniz varsa şanslısınız! Sonunuzu, gelecek 10 yılınızı siz bile bilmezken başkalarının omuzlarına da yüklediğiniz sorumluluğun sizde yaratacağı ağırlığı bir düşünün lütfen. Ama biz bunu lisans öğrencisiyken de yapmıştık, öyle ya! O zaman da senet imzalamıştık öğrenim kredisi almayı seçmişsek. Sonuçta yapılan bu karşılıklı sözleşmeye kimsenin itirazı yok elbette. Sonraki aşamaları ve stres faktörlerini, yurt dışında eğitim hayatı süresince yaşanan zorluklar ve sıkıntıları geçiyorum. Çünkü onu da yine yaşamayan bilmediği için anlatmak bir şey ifade etmiyor. Zaten konumuz süreç değil, sonuç! Diyelim ki yukarıda belirtilen nedenlerden herhangi biri ile tazminata düştünüz ya da düşürüldünüz, bu durumda devlet size yapmış olduğu masrafı bir liste olarak size çıkartıyor ve o tutarın ödenmesini bekliyor. Buna da kimsenin itirazı yok. Ancak burada hesaplama şöyle gerçekleşiyor: Size harcanan döviz ve/veya Türk lirası olan tutarların toplamına ilaveten öğrenime başladığınız tarihten itibaren tazminata düştüğünüz ve tazminatınızı ödemeyi tamamlayacağınız sürenin sonuna kadar borcunuza (her bir para birimi için ayrıca) faiz işliyor. Örneğin, 8 sene önce Amerika'ya burslu geldiniz. Öğrenim süreciniz boyunca da devlet size hem aylık maaş (burs demeye dilim varmıyor!) hem de yıllık okul harcınızı verdi – ki bazılarımız asistanlık alıp onu da devlete ödetmiyoruz. Sonuçta toplamda 200 bin dolar borcunuz var ve herhangi bir nedenle tazminata düştünüz ve bu parayı ödemek durumunda kaldınız. Bu durumda devlet, bu paranın 4 yıl içinde ödenmesini talep etmekte ve 5'inci yılda da biriken faizlerin ödenmesi istemektedir. Yüzbinlerce dolar/Euro/sterlin olan borçlarımızın görmüş olduğumuz öğrenim süresinden daha kısa bir süre olan 5 yıl gibi bir surede ve faiziyle ödememizin şart koşulması son derece acımasız ve adaletsiz bir durumdur. Sizce değil mi?
Geçmişte bu bursla yurt dışında öğrenim görmüş bursiyerlerin benzer durumlarda karşılaşması halinde daha makul yaptırımlarla tazminatlarını ödemeleri mümkün kılınmış 2006, 2011 ve 2014 yıllarında çıkan yasalarda birikmiş borçlara faiz affı çıkmıştır. Biraz daha geçmişe, 90'lı yıllara gidildiğinde bursiyerlerin tazminata düşmeleri halinde döviz olan borçları fiilen harcamanın yapıldığı günün efektif satış kuru üzerinden Türk lirasına çevrilerek yapılmıştır. Zira, bu uygulama günümüzde MEB tarafından öğrencilere ödenen maaşlar için yapılmaktayken, öğrencilerden bu borcu döviz olarak ödemeleri ve buna da faiz ödemelerini beklemek son derece mantıksızdır. Bursiyerlerin, ülkeye döndüklerinde yurt dışında görülen öğrenim süresinin iki katı kadar hizmet etmesi beklentisinin adaletsiz olduğu kadar doktora öğrenimini tamamlayamadan geri dönmek zorunda kalmış bursiyerlerin (2015 yılında çıkan bir yönetmelikle yüksek lisans eğitimlerine karşılık gelen borçlarını ödemeleri zorunlu görevle mümkün kılınmışken) doktora süresince yapılan harcamaların görev istemelerine rağmen görev taleplerinin reddedilmesi ve geri ödenmesinin beklenmesi de büyük haksızlıktır. Dolayısıyla, bu koşullar altında bu bir burs değil, FAİZLİ KREDİdir. Sadece kendi hayatımızı ipotek etmediğimiz bu "burs" görünümlü faizli kredi için tazminata düşülmesi halinde de yaşanan zorluklar ve psikolojik baskılar oldukça derindir. Ayrıca bu durum, devletin yüzbinlerce dolarlık yatırım yaptığı, çeşitli disiplinlerde yetişmesini ve ülkeye destek vermesini beklediği "geleceğin akademisyenleri"nin üretkenliğini bu ve benzeri "atanmamak" gibi zorluklarla sınırlandırmakta ve "neden beyin göçü?" verildiğini de açıklamaktadır. Bu sebeple bu bursu kurtuluş olarak gören genç arkadaşların bu durumları göz önünde bulundurmaları tavsiye edilir. Ben ve benim gibi bu durumu yaşamakta olan pek çok bursiyerin dilek ve beklentisi ise 2006, 2011 ve 2014 yıllarında çıkan yasalarda olduğu gibi faiz affı çıkmasıdır. Bu sebeple bizlere göstereceğiniz destek sonsuz takdir ve minnetle karşılanır (Lütfen aşağıdaki hashtagleri kullanarak bize sesimizi duyurmamız için destek olun!).   
Saygılarımla,
Sinemissinem
#BursDegilFaizliKredi #YLSYninSefaleti #FaizAffı    
12 notes · View notes
felsefasihe-blog · 7 years ago
Text
ÖTENİN ÖTESİNDE ÖTEKİLER
“Sözün ötesine gidilebilir ama asıl önemli olan öteye ulaşınca onun ötesinde neyin olduğudur” .
Mardin’ de yapılacak olan 4. Mardin bienali Sözden Öte adlı sergisine bir göndermedir
Genç ve usta sanatçılarının bir araya gelmesini sağlamakta olan bu bienallerin, seçtiği sanatçılar kime göre genç? Kime göre yaşlı? Kime göre çırak? Kime göre usta?
Bunları seçenler kim?
Sanatçılar neye göre seçiliyor?
Sanat toplum içinse, toplum bunun neresinde?
Sanat sanat içinse, bu sergi gösterişleri kime?
Amaç gerçekten genç sanatçıların önünü açmaksa, bunun doğru yolu; gerçeğinin yapılmasıdır. Genç sanatçıların önü açılmazsa sanat hiçbir zaman sanat koltuğuna oturup yerini bulmayacaktır. Uzak bir coğrafyayı, kültürü ve o kültürün sanatçılarını bienal sayesinde yakından tanımak elbette başarılı bir düşünce. Ama uzaktan gelen bienal sanatçıları ile bienalin yapılacağı şehrin kültürü ile içli-dışlı olan, o kültürün yapısıyla büyüyen genç sanatçılarla (şehirde bulunan yerel ve okuyan üniversite 1.2.3.4. sınıf, yüksek lisans sanatçıları) dahil olmak üzere ortak bienallerin yapılması genç sanatçıların kendi aralarındaki iletişimlerini daha kalıcı kılacaktır.Son sınıfın bitmesiyle sanatçı olmak için adım atan ama destek bulamayan pek çok öğrenci, sanatla arasındaki bağı koparıp sıradan ve sanatsız bir hayatın kollarına bırakıyor kendini. Çünkü sanattan soğutuyorsunuz. Elbette hep mücadele eden bazı öğrenciler oluyordur. Ama “bazı” kelimesi yerine “hepsi” kelimesinin somutluğu bariz ortada.
Üretim düşüncesiyle yapılan bir sanatın, tüketim haline geldiğinin farkına bir türlü varılmıyor. Madem üretirken tüketen “varlıklara” dönüşüyoruz, madem usta sanatçılar tüketerek ustalaştılar, artık “gerçek genç sanatçılar” kendi sanatını üretmek için tüketsinler.
| VARLIK / BİREY | | NESNE / SANATÇI |
Sanatçı gösteren midir?
Yoksa gösterilen mi?
Günümüz çağında sanatçılar nesnelleştikten sonra nesneleşip, nesne metaforunun içinde kendini ; sanatçı kimliğiyle değil, varlık ve birey kimliğiyle sorgulamaya başlar. Ben bunun neresindeyim? Ya da olduğum yer neresi?
Artık, beden ve mekan arasındaki ilişkinin ruhsal bozukluk durumu söz konusu olur.
İLİŞKİ – ÇELİŞKİ
Bienal sergilerinin yapılması kültürel bir sömürüdür.
O kültürde yaşayan genç sanatçılara yapılan büyük bir haksızlıktır. Çünkü bienallerin yapıldığı şehirlerde okuyan genç sanatçılarla hiçbir iletişim, temas sağlanmıyor. Hani bienal dedikleri evrenseli kapsıyordu? Hani bu bienallerin hedefi genç sanatçılardı?
Bienalde sanatçı asistanlığı yapmak için onlarca genç sanatçı başvuruda bulunuyor. Sanatçı asistanlığı için başvuranlar sanatçı değil mi? Sizin genç sanatçılara ulaşmanız gerekirken neden genç sanatçılar size ulaşmaya çalışıyor?
Bu nasıl bir çelişki?
Genç sanatçılara önem verdiğinizi söylemek ile yapmanız arasında büyük bir tutarsızlık var. Yazık ki genç sanatçıları hep peşinizden sürüklediniz ve sürüklemeye devam ediyorsunuz. Burada bienal sergisi yapılmaya karar verilirken hangi genç sanatçıların fikirleri önemsenip merak edildi? Yoksa sadece ruhu genç gözüken usta dediğiniz sanatçıların mı?
GÖRÜŞ / BİLDİRİ
* Bienal sergisinin yapıldığı şehirde yerel ve okuyan genç sanatçılar ile farklı coğrafyalardan gelen sanatçıların daha çok iletişim halinde olması gerekir.
* Bu da gerçek evrensel sergiyle olacak bir durumdur.
* Bu sebeple farklı coğrafyalardan gelen sanatçı sayısı kadar, yerel ve orda okuyan genç sanatçıların da sergilerde bulunması gerekir.
* Bienalin bulunduğu şehirde yerel ve okuyan genç sanatçılarına öncelik verilmeli. Böylelikle genç sanatçılarının önünden bir engel daha kalkmış olacaktır.
* Her bienal sergisi zamanında yapılması düşünülen Counter-Bienal sergisi ve ismi, sadece bienale karşı tutum olarak doğmadı. Bienali eleştirmek dışında, bienalin evrensel çerçevesindeki inisiyatifine bir göndermedir.
Counter-Bienal Sergisine katılmak isteyen genç sanatçıların katılım şartları;
Hiçbir şart yoktur, düşüncesini benimsemek şarttır.
1 note · View note
kocaalihaber · 5 years ago
Text
0 notes
gzdgrr · 7 years ago
Text
Şu an empati yapıyorum, sizi daha sonra arayayım mı?
Herkese merhabalar, öncelikle post’uma başlamadan önce aldığım geri bildirimlerin beni çok mutlu ettiğini paylaşmak istiyorum. O kadar samimi bir şekilde geri bildirimler geliyor ki ağzım kulaklarıma varıyor ve olley doğru yoldayım diyerek başlıyorum yenisine:)
Madem blog işine girdim eee kuşakları yazmazsam ritüelleri bozmuş olurum.Sevgili işverenler ben şimdi tipik bir Y kuşağı dilinden konuşacağım. Söyleceklerim herkesin hoşuna gitmeyecek olabilir ama hepsi gerçek! :)
Y kuşağı neden çalışıyor biliyor musunuz? Kendileri eğer ki çalışmazsa biliyor ki körelecek ve hayattan zevk almamaya başlayacak. Çünkü üretmek, kendini geliştirmek ve yeni bir şey yaratmak bizim için olmazsa olmaz.
Sabah iş başı yaptığında çalışma alanında öncelikle beklediği şeylerin başında samimiyet geliyor. Sevgili yöneticilerimiz siz siz olun günaydın demeden önce “dün üretimde 6373 parça kaybımız olmuş” diyerek giriş yapmayın. Ama bunun yerine ee akşam nasıldı yeni bir film girmiş vizyona gördün mü diyerek giriş yapan esas konuya bu konudan geçiş yapan yöneticiye Y kuşağından bir alkış gidiyor ve çalışanını kazanma yolunda hanesine 100 bonus puan yazdırmayı başarıyor. Bir kişiyi kazanmak aslında kuşaklardan bağımsız çok kolay, kendini değerli hissettiğin alanda motivasyonun artar bağlılığın artar aidiyet hissin oluşur. Peki bu nasıl olur?
İş arayan tatlı arkadaşlarımdan duyduklarımı sansürsüz iletiyorum şimdi sizlere; “iki firma var görüştüğüm bir tanesinde yaş ortalamasını ve kıdemi sordum HR’a ikiside oldukça yüksek dediler ve yöneticime baktım baya olgundu bu firmada ki pozisyon geçici değil kadrolu bir pozisyon ama bir de başka bir y firması ile görüştüm yöneticim benden 5 yaş büyük ekip ile de tanıştım enerjim çok uydu bu firmadaki pozisyon belirli süreli olmasına rağmen ben Y firmasını seçeceğim. Çünkü diğer firma da uzun vadeli bana bir fırsat çıkmaz ve iletişim yönünde kasılabilirim” gördüğünüz gibi kadrolu işten vazgeçen bir standart Y profili, hayatında onu nelerin mutlu edeceğini bilincinde davranıyor.
Aday koltuğunda oturduğumda yaşadığım bir örnek; bir Z işletmesinin önemli pozisyonundaki bir kişi mülakatın ortasında toplantı odasına girdi ve özgeçmişimi eline aldı muhtemelen ilk defa benim özgeçmişimi gördü. Size bir şey soracağım dedi tabi buyrun dedim en çok üniversite de 4 yıl kalmışsınız siz çalışmak istiyor musunuz yahu? Diye bir soru yöneltti. Benim mesleğim HR ve bu zamana kadar kaldığım ya da ayrıldığım tüm firmalar için bir açıklamam var. Bir çok profil ile çalışma imkanı buldum bana çok güzel bir fırsat oldu diyerek kendimi ifade etmeye çalıştım. Ama düşünün ki ben bu firmaya girdim ve diyeceğim ki Y kuşağı biraz insiyatif almak ister, marketing yapalım, yan hakları çeşitlendirelim sanırım bana bakıp bir uzaylı işe aldıklarını düşüneceklerdi!🤓
Peki ya bu Y kuşağı en çok ne sever derseniz,yan haklar ya da minik ayrıcalıklar verin bu kişilere siz sonra müşteri memnuniyetini görün. Arkadaş ortamında şirketinizin popülerliğini görmek gözlerinizi yaşartan cinsten olur:) Benim firmam doğum günü ayımda bana bir gün ücretli izin veriyor, beni sinemaya gönderiyor, beni eşimle baş başa tatile gönderiyor dediğinde firmanız dışındakilerin bakışları görülmeye değer:)Sevgili işverenler çeşitlilik katın uygulamalarınıza hoşgeldin paketi yapın,çalışma alanına bir sinema bileti bırakın, cumalar güzeldir, çarşamba günleri üretim başka güzel oluyor etkinlikleri yapın minimum bütçe ile maximum bağlılık alırsınız. Ya da yüksek lisans, yabancı dil eğitimlerini cazip hale getirin.. Bir çok kişi google’a yazıyor X şirketinin uygulamaları nelerdir diye, tercih edilmek için uyumlanma çalışmalarının yapılması artık şart oldu.
Biz sevgili Y kuşağına biraz insiyatif verin, inanamazsınız bu yaptığınız hamlenin geri dönüşünün hızına bağlılık ve mutluluk olarak:) Bir toplantıya mı gireceksiniz alın ekip de en çok o işe emek vereni yap sunumu deyin gözlerindeki parlama görülmeye değer:)
Biraz esneyelim home office çalışabilelim, cumartesi çalışalım pazartesi işe gelmeyelim. Sabah spora gidelim önce işe öyle gelelim. Gözler parlıyor görüyorum sevgili tatlı okurlar😎
Buraya kadar okudunuz herkesin kafasında bu Gözde masanın hangi yönünü daha çok seviyor acaba diye düşünüyor:)
Ben yukarda tüm yazdıklarımın farkına vardığım ölçüde işimi iyi yapıyorum aslında, beklentiyi biliyorum ve çalışma alanımda yapacağım uygulamaları şekillendirirken hep empati kurmaya çalışıyorum.
Gözde masanın hangi yönünden konuşuyor acaba diye iç geçirenleri duyuyor gibiyim:) Unutmayalım ki sevgili arkadaşlarım masa da oturduğumuz yön her an değişebilir ama biz işimizin insan olduğunu unutmayalım ve işimizi aşk ile yapalım,yapılmasına katkı sağlayalım.
Bu arada Z kuşağını da unutmayalım, esas minik çılgın kuşağa hazır mıyız?
https://youtu.be/BUv0FFcaQ_c
Herkese çok güzel haberler alacağı harika bir hafta yaşamasını diliyorum👯
1 note · View note
mehmetkali · 7 years ago
Text
http://ift.tt/2FlgY9x
Böbreklerin düşmanı stresi yenin
  8 Mart’ta 11’inci Dünya Böbrek Günü kutlanacak. Bu günü hatırlamak ve hatırlatmak için açıklama yapan Beykoz Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Gülten Kaptan Ateşoğlu, vücudumuzun atık temizlik merkezi olan böbreklerimizin, sağlığımız için önemli işlevleri olduğunu belirtti. Böbreklerimize iyi bakmanın şart olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ateşoğlu, ‘Stresten uzak durun, uykunuza dikkat edin, tuz ve kafein alımını sınırlandırın’ dedi
  Böbrek sağlığı ve hastalıkları konusunda toplum bilincini artırmak için tüm dünyada her yıl Mart ayının ikinci perşembesi Dünya Böbrek Günü olarak kutlanmakta. Bu yıl 8 Mart’ta 11’incisi kutlanacak olan Dünya Böbrek Günü ile böbreklerimizin önemini hatırlamak ve hatırlatmak amaçlanıyor.
Dünya Böbrek Günü dolayısıyla açıklama yapan Beykoz Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Gülten Kaptan Ateşoğlu, böbreklerimizin vücudumuzu sağlıklı tutmak için çok önemli işlevleri olduğunu söyledi. Prof. Dr. Ateşoğlu, “Örneğin; vücut sıvılarını dengeler, günde 1-2 litre idrar yapar. Sodyum, potasyum, fosfor ve kalsiyum gibi önemli mineralleri düzenler, atık ürünleri, ilaç ve toksinleri vücuttan uzaklaştırır. Kan basıncını kontrol eden, kırmızı kan hücreleri yapan ve kemiklerinizi sağlıklı tutan hormon salgılar. Öyleyse böbrekleri korumak demek bir anlamda böbrek hastalıklarından korunmak demektir” dedi.
  “Stresten uzak durun”
  Aşırı ya da sürekli stresin sağlığımıza zarar verdiğini belirten Prof. Dr. Ateşoğlu, “Stres zamanla böbrek hastalığına yakalanma riskini yükseltir. Zaten kalp ya da böbrek hastalığınız varsa, vücudun stres tepkileri daha tehlikeli olabilir. Stresin tamamen ortadan kaldırılması çok zor olsa da stresin azaltılması, böbreklerinizin ve genel sağlığınızın korunması için son derece önemlidir” diye konuştu.
Stresli olunduğunda kolay ve lezzetli diye hemen patates cipsine yönelmemek gerektiği uyarısında bulunan Prof. Dr. Ateşoğlu, “Masum gibi görünen yiyecekler genellikle böbrekler üzerinde olumsuz etkilere neden olabilecek sodyum ve fosfor katkı maddeleri bakımından yüksek değerlere sahip olduğundan, bu gıdaları tüketirken bilinçli olunmalıdır” ifadelerini kullandı. Tuz ve kafein alımının da sınırlandırılması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Ateşoğlu, böbrek hastalığının ikinci en önde gelen nedeni olan, kalp krizi ve inme riskinizi artıran yüksek tansiyonunuzu kontrol etmek açısından oldukça önemli olduğunu da vurguladı.
  “İyi bir gece uykusu çok önemli”
  Düzenli egzersiz yapmanın da yüksek tansiyonun düşürülmesine yardımcı olabildiğini, hatta az miktarda fiziksel aktivitenin stres seviyesini düşürdüğünün kanıtlandığını kaydeden Prof. Dr. Ateşoğlu, “Kendinize olumlu bir tutum ve bakış açısı kazandırın. Bu stresi azaltmak ve sağlıklı kalmanız için önemli bir rol oynayabilir. Bol bol uyuyun. İyi bir gece uykusu ve dinlenme birçok insanın düşündüğünden daha da önemli. Yetersiz uyku iştahı artırır, kilo da beraberinde sağlık problemlerini getirir” şeklinde konuştu.
  Beykoz Üniversitesi Hakkında
İstanbul Kavacık’ta 2016 yılında kurulan Beykoz Üniversitesi’nin temeli, 2008’de Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun kurulması ile atıldı. Rektör Prof. Dr. Mehmet Durman’ın yönetimindeki Beykoz Üniversitesi’nde; ‘İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi’, ‘Sanat ve Tasarım Fakültesi’, ‘Sosyal Bilimler Fakültesi’, ‘Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi’ olmak üzere dört fakülte, ‘Yabancı Diller Yüksekokulu’, ‘Sivil Havacılık Yüksekokulu’ olmak üzere iki yüksekokul, ‘Meslek Yüksekokulu’, ‘Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’ olmak üzere iki meslek yüksekokulu ve yüksek lisans ve doktora programlarının sunulacağı bir ‘Lisansüstü Programlar Enstitüsü’ yer almaktadır.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2D8q97j via IFTTT
0 notes
dentikor · 5 years ago
Text
ALES 2020 Ne zaman? Ales Başvuru Tarihi Ne Zaman?
ALES NEDİR?
Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı
Daha çok yüksek lisans başvuruları için girilen ALES, Yükseköğretim kurumlarında öğretim görevlisi,  araştırma görevlisi, okutman ve eğitim öğretim planlamacısı kadrolarına açıktan veya öğretim elemanı dışındaki kadrolardan naklen atanabilmek için ve doktora eğitimi için şart aranan bir sınavdır.
ALES’e  girebilme şartı nedir kimler girebilir? Bir lisans programında eğitim gören, bir lisans programından mezun olmuş herkes ALES’e girebilir. Denklik olması şartıyla ,yurt dışında lisans eğitimi görmüş kişiler de ALES’e başvurabilirler.
Ales 2020 Ne zaman?
ALES 2020 NE ZAMAN?
  Diş hekimliğinde doktora için şart olarak aranan ALES için Üniversiteler minimum 55 puan ,bazı üniversiteler ya da programlar da en az 70-75 puan alınmasını isteyebiliyorlar.
Diş Hekimliğinde Uzmanlık Sınavı (DUS) için Ales şartı aranmaz.
Korona virüs pandemisi nedeniyle ertelenen ALES ,14 Mayıs da Ösym Takvimini tekrar güncellemesinden etkilenmedi. ikinci bir kere tarih değişikliği yaşanmadı. sınav takvimine göre ALES 2020  16 Ağustos 2020 tarihinde saat 10.15’de yapılacak.
ALES Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı 2020-ALES/1
16.08.2020 10:15
ALES 2020 BAŞVURU TARİHİ NE ZAMAN?
ALES 2020 başvuru tarihi 13Mart 2020 saat 10:00 ile – 23 Mart 2020  saat 23:59 belirlenmişti normal başvuru süresi bitti.
ALES 2020 GEÇ BAŞVURU TARİHİ NE ZAMAN? ALES 2020 NE ZAMAN?
ALES 2020 geç başvuru tarihi 14 Temmuz 2020 Günü yapılabilecek.
ALES 2020 SONUÇLARI NE ZAMAN AÇIKLANACAK?
ALES 2020 Sonuçları 16 EYLÜL 2020 Günü Açıklanacak.
source https://dentikor.com/ales-2020-ne-zaman-ales-basvuru-tarihi/
0 notes
nurayblr · 5 years ago
Text
En İyi Bahis Siteleri Nasıl Anlaşılır
Bahis sitelerinin sunduğu olanaklar ve özellikleri ile sağladığı güven değişkenlik gösterir. Bu değişkenlik doğrultusunda hangi sitenin ne kadar güvenilir olup olmadığını öğrenmek için belli başlı bazı kriterleri incelemek gerekiyor. Böylece en iyi bahis siteleri üzerinden üyelik gerçekleştirebilir ve güvenli şekilde oyunları değerlendirebilirsiniz. Tabii en iyi bahis şirketleri sadece güvenlik ile değil sunduğu özellikler ile de kaliteli olma ayrıcalığı sağlar. Bütün doğal unsurlar bahis severler tarafından detaylı incelenmeli ve beklentiyi karşılayacak siteler üzerinden üyelik sağlanmalıdır.
 Güvenilir En İyi Bahis Siteleri
 İnceleme yaparken en iyi bahis siteleri konusunda bakılması gereken ilk yer güvenliktir. Düzenli ve uzun bir dönem bahis yapabilmek için mutlaka her açıdan güven sağlamış bahis şirketlerine üyelik gerçekleştirmek gerekir. Bu konuda belli başlı bazı unsurları ele almak mümkün.
 - Doğrulanabilir ve denetlenebilir gerçek lisans,
- Güçlü altyapı sistemleri,
- Kullanıcı forumları üzerinden üye olmuş bahis severlerin yorumları,
- Önemli sağlayıcılar tarafından alınan destek,
- 7/24 canlı destek hattı ile müşteri temsilcisi,
- Zengin, hızlı ve güvenli ödeme yöntemleri,
- Yüksek oranlar ve zengin oyun çeşitleri,
 Güven noktasında tüm bu kriterler detaylı şekilde incelenmelidir. Böylece güncel adres üzerinden rahatlıkla giriş yapılabilir ve üyelik işlemi gerçekleştirilebilir.
 En İyi Bahis Siteleri Bonus ve Promosyonlar
 Bonus ve promosyon çeşitleri en iyi bahis siteleri bünyesinde aranması gereken önemli hususlardan biridir. Özellikle son dönemlerde dünya çapında en güvenilir bahis şirketleri, bünyesine daha fazla bahis sever katabilmek için farklı bonuslar sunuyor. Kendi gizlilik politikalarına bağlı olarak değişkenlik gösteren bu bonus çeşitleri, üye olurken ya da üye olduktan sonra güncellenen değişik seçenekler ile desteklenir.
 Belirli çevrim şart ve koşullar yerine getirilmek suretiyle üyelik ile beraber, farklı bonus ve promosyonlar elde edilir. Bu da ne kadar iyi olup olmadığı konusundaki göstergelerinden biridir. Özellikle hoş geldin bonusları ve bedava bonus çeşitleri şart ve koşullar kapsamında en önemli seçenekler arasındadır.
 En İyi Bahis Siteleri Hakkında Bilgi Sağlayan Önemli Siteler
 Güvenli ve zengin oyun çeşitleri sağlayan en iyi bahis siteleri güncel adresine ulaşabilmek için pek çok farklı yöntem bulunmaktadır. Ancak bu yöntemler arasında bahis şirketinin ne kadar güvenilir olduğunu anlama konusunda bilgi veren siteler bir adım öne çıkıyor. Böylece yapılan inceleme ve araştırma neticesinde en güvenilir bahis şirketlerinin adresleri bu siteler üzerinde yer alır. Bahis sitelerini bu sayede incelemeye gerek olmadan güvenli şekilde ve doğrudan giriş yaparak üyelik gerçekleştirilebilir.
 Türkiye'de En İyi Bahis Siteleri
 Türkiye piyasasında her açıdan güven sağlamış ve pek çok özellik sunan birbirinden farklı bahis siteleri bulunmaktadır. Güvenli şekilde güncel adres üzerinden giriş yapabilir ve Türkçe dil desteği eşliğinde üyelik ile faklı oyun çeşitlerini değerlendirebilirsiniz.
0 notes
bahistv1 · 5 years ago
Text
Avrupa Canlı Bahis Siteleri
Avrupa canlı bahis siteleri ülkemizde son dönemde çok fazla talep görür hale gelmiştir. Türkiye’de resmi olarak hizmet veren bahis platformu olmadığından dolayı genellikle Avrupa kuruluşlu sayfalar kullanılır. Üye olmanız ve hesabınıza yatırım yapmanız durumunda bahis, canlı bahis, casino gibi kategorileri kullanabilirsiniz. Güvenilir Avrupa Bahis Siteleri Birbirinden farklı Avrupa bahis platformları arasında seçim yapmadan önce emin olmasına dikkat edilmelidir. Bir oyun sitesinin kesin olduğunu iyi mi anlamış olurım diye merak ediyorsanız eğer, lisans ve alt yapısını incelemeniz yeterlidir.
Avrupa bahis kurallarına bakılırsa yönetilen platformda herhangi bir mesele yaşanmaz. Kahnawake, Curaçao yada Costa Rica lisanslarından birini kullanan sitelerde üyelerin verileri korunur. Yine aynı şekilde ustalaşmış ve kaliteli alt yapı şirketleriyle anlaşmalı olan sitelerde kazanmak daha da basittir. Üstelik üyelik oluşturma süreçleri de en kısa sürede tamamlanır.
Avrupa Canlı Bahis Siteleri Lisanslı Mı? Ülkemizde de hizmet veren bahis sitelerinin tamamı lisanslı değildir. Üye olmadan ya da hesap açmadan önce lisansının olup olmadığının araştırılması daha bilinçli hareket edilebilmesi açısından faydalı olacaktır. Böylelikle her gün yatırımlarınız üzerinden yahut bonuslar sayesinde daha çok kazanabilirsiniz. Üye olmak şart: Bu tür bahis platformlarından yararlanabilmek adına kayıt zorunludur. Üyelik daha sonrasında dilediğiniz oyun türünü kullanabilmeniz ve hesabınıza yatırım yapabilmeniz mümkün hale gelir. Kaçak olmalarına rağmen bahis sitelerinde hesap açma aşamalarının tamamlanması önem taşır.
Avrupa Canlı Bahis Siteleri Kuralları Avrupa canlı bahis siteleri içerisinde belirlenen kurallar birbirinden değişikdır. Bu nedenle herhangi bir siteye giriş yapmadan önce tüm kurallar ve şartlar incelenmelidir. Lüzumlu noktalarda canlı destek yada iletişim servisleri de merak ettiğiniz sorularınızı yanıtlar. Bahis, canlı bahis, casino gibi kategorilerde deneyim elde edene kadar riskli yatırımlardan uzak durmak önem taşır. Bununla birlikte bu tür sayfalardaki kampanya ve promosyonlarda tertipli takip edilmelidir. İlk üyelik, yatırım, nakit iade şeklinde bonuslar yardımıyla kullananların yatırımları üzerinden daha yüksek tutarlarda gelir elde etmeleri mümkündür. Kazanabilmek adına ise oyunlara sık erişim sağlamak gerekir.
0 notes
neiyigelirportali-blog · 5 years ago
Text
Enfes 3 2 1 poğaça nasıl yapılır? Sabah poğaça yemek zararlı mı? Ev yapımı kilo aldırmayan poğaça tarifi
Masa başı çalışan kimselerin kahvaltı yapmak için ofislerine getirdikleri simit, poğaça ve açma üzere hazır pastane işi yiyeceklerin gerek kiloya gerek sıhhate önemli tesirleri vardır. Yüksek kalori bedeline sahip olan poğaça ve açma üzere yiyeceklerin doyurduğu zannedilir iken aksine daha çabuk acıktırdığı bir gerçektir. Kahvaltıda poğaça yemek neden zararlı? Sabahları poğaça yemek kilo aldırır mı? Yumuşacık olması nedeniyle severek tüketilen 3 2 1 poğaça tanımı hanede nasıl yapılır? Prodüksiyonu kolay ve bayatlamayan 3 2 1 poğaçanın tanımı:
Çabucak acilen hepimizin diyet yaparken farkında olmadığı lakin ne yazık ki sıhhatimize ve kilomuza çok çabuk bir biçimde olumsuz tesir ettiği pastane işi azıklar, aç karna tüketildiğinde mide yanması üzere çeşitli meseleleri beraberinde getirmektedir. Münhasıran de çalışan kimselerin sık sık uyguladıkları bu alışkanlıklar kısa devranda sıhhat meselelerinin ve kilo alımının kaçınılmaz sonu olacaktır. Sabahları biraz daha çokça uyuyabilmek için haneden ivedi bir formda çıkılarak pastanelerden alınan simit, açma ve poğaça üzere kahvaltılık alternatifler, hem sıhhatimizi hem de kilo almamızı önemli bir biçimde etkilemektedir. Beslenme vakitleri arasında en değerli ve kıymetli bir öğün olan kahvaltı saatinde bu denli zararlı beslenmek, o sıra uygulanıyorsa diyetten hiçbir olumlu tesir alamamaya sebep olur. İnce ve sağlıklı bir görünüm için özelikle beslenme alışkanlıklarımızı tertibe sokmakta yarar vardır. Bunun için diyetisyen denetiminde sağlam bir beslenme programı şart! Evet sabahları poğaça neden yememeliyiz? Sabah kahvaltıda poğaça yemek kilo aldırır mı? Poğaça çeşitlerinin kalorileri neler? Meşhur 321 poğaça nasıl yapılır? Konutta diyete münasebetli kilo aldırmayan poğaça tanımı…
SABAH POĞAÇA YEMEK KİLO ALDIRIR MI?
Poğaçanın içerisinde çoğunlukla bulunan en temel gereçlere un, yumurta, likit yağ ve maya üzere besinlerdir. Her bir gereç tek başına iken bile epey yüksek bir kalori kıymetine sahip iken bunları bir arada tükettiğinizde vücudunuza tesirini bir düşünün! Karbonhidrat pahası yüksek olan bu tıp azıklar, bilinenin tersine tokluk vadesini aza indirirken daha beter acıkmanıza sebep oluyor. Münasebetiyle mahsusen de kilo sorunu olan kimselerin yiyeceği en son yiyecekler olmalıdır.
Pastanelerde umum olarak 50-60 gram arasında arasında hazırlanan poğaçalar, kimselerin damak tadına hitap edilebilmesi için Dereotlu, peynirli, zeytinli, sade, susamlı, çikolatalı ve kıymalı çeşitleri vardır. Evet bu poğaçaların kendi içinde kalorileri ne kadar? Gelin birlikte bakalım…
1 tane patatesli poğaça kalorisi: 170 kalori 1 tane kıymalı poğaçanın kalorisi: 250 kalori 1 tane beyaz peynirli poğaçanın kalorisi: 190 kalori 1 tane zeytinli poğaçanın kalorisi: 185 kalori 1 tane kaşarlı poğaçanın kalorisi: 240 kalori 1 tane dereotlu poğaçanın kalorisi: 203 kalori
SABAH POĞAÇA YEMEK ZARARLI MI? GÜNDE 1 TANE POĞAÇA TARAFSANIZ…
Çeşit çeşit yapılan poğaça çeşitleri arasında pastaneden hazır olarak alınan hamur işi azıklar, çoğunlukla kalbimiz için en zararlı yağ çeşidi olan margarinle hazırlanır. Sabah aç karna 1 tane poğaça yemenin kalbi yoracağı ve bu nedenden ötürü da tüketilmemesi gerektiğini tavsiye eden mütehassıslar, 2 ay boyunca yenebilecek olan poğaçalar yekunda 2,5 kilo yağ kazandırır.
1 adet poğaçayı eritmek için tempolu bir formda 7 bin 500 adım atılması gerektiği bilinmektedir. Öbür yiyeceklere nazaran daha çabuk kilo aldırma tesiri olan poğaçalar, mide hassasiyeti bulunan kimselerde yanma üzere sıhhat sorunlarına de yol açmaktadır.
DİYET POĞAÇA TANIMI: KİLO ALDIRMAYAN POĞAÇA NASIL YAPILIR?
MATERYALLER:
 3 su bardağı tam buğday unu 1 paket kabartma tozu 1 tatlı kaşığı tuz 1 su bardağı yoğurt 2 tane yumurta (birinin sarısı poğaçaların üzeri için) 1 çay bardağı zeytinyağı -Bir tutam ince kıyılmış dereotu
İç gereci:
-150 gr az yağlı beyaz peynir (veya lor peyniri) -Bir tutam ince kıyılmış dereotu 
YAPILIŞI:
Yumurtalardan bir adedinin sarısını ayırıp kaseye alın. 1 tane yumurta, yumurtanın beyazı, zeytinyağını ve yoğurdu şıkça çırpın. Farklı bir kapta unun 1 bardak kadarını, tuz ve kabartma tozunu harmanlayın.
Her iki karışımı birbiri ile karıştırdıktan sonra şıkça yoğurun. Arta kalan 2 su bardağı kadar unu az az ekleyin. Yumuşak anca ele yapışmayacak üzere hal aldıktan sonra son olarak kıyılmış dereotunu ek edip yoğurun. 180 aşamalık ısıtılmış fırında 2 tepsiye yağlı kağıdı koyun.
20 modüle ayıracağınız hamuru şıkça yuvarladıktan sonra kase içinde peyniri ufalayıp dereotuyla harmanlayın. Hamurları tezgahta açıp orta kısma 1 çay kaşığı peynirli karışımı ekleyip parmak uçlarıyla hamuru kapatın.
Tepsiye dizip yumurta sarısını üste sürdükten sonra keten tohumu ya da çörek otunu serperek fırına verin. İşte bitti…
KOLAY VE LEZZETLİ 3-2-1 POĞAÇA KONUTTA NASIL YAPILIR? 321 POĞAÇA
Uzun mühlet dursa bile bayatlamayan 3 2 1 poğaça tanımını hanenizde sağlıklı koşullarla sizde hazırlayabilirsiniz. Damakta bıraktığı enfes tadı ile sevilen 3-2-1 poğaçanın prodüksiyonu için detayları inceleyebilirsiniz…
GEREÇLER
3 paket kabartma tozu 2 su bardağı yoğurt 1 su bardağı likit yağ 1 tatlı kaşığı tuz 4-5 su bardağı un 1/2 su bardağı susam 1 yemek kaşığı pekmez
İçine:
200 gram lisan peyniri 25 dilim sucuk 4 yemek kaşığı domates püresi 1 yemek kaşığı kekik
YAPILIŞI
Evvel fırını 180 nokta ısıtın. Daha sonra tuz, likit yağ, yoğurt ve kabartma tozunu şıkça karıştırın. Unu dökmeden yaklaşık 4 bardak kadarını eleyip yavaşca karışıma dökün. Elinize yapışmayacak üzere yoğurun ve kalan 1 bardağı da ekleyin.
Hamurdan kesimler koparıp elinizde yassı bir hal verin ve ortasına çok az domates püresini gezdirin, çok az da kekik serpin. Küçük bir kesim lisan peyniri ile bir dilim sucuğu yuvarlayıp, pekmezi 1 bardak su ile karıştırın. Poğaçaları bu suyun içinde bulayın ve susama batırın.
Şıkça fırın tepsisine dizin ve poğaçaların üzerine çizik atıp kızarmasını bekleyin.
Afiyet olsun…
Enfes 3 2 1 poğaça nasıl yapılır? Sabah poğaça yemek zararlı mı? Ev yapımı kilo aldırmayan poğaça tarifi
0 notes