#var mıyız ki
Explore tagged Tumblr posts
Text
" - Bazen yok olmak hiç olmaktan daha iyidir Olric.
+ Yok mu olalım efendimiz?
- Var mıyız ki Olric? "
28 notes
·
View notes
Text
Doğduğunu herhalde annesinden başka kimse fark etmemiştir;
yaşadığını da pek az kimse bilir;
fakat ölümünü kimse fark etmeyecek,
öldüğüne kimse sevinmeyecek,kimse acımayacaktır.
Onun düşmanı,dostu yoktur,yalnızca birçok tanıdığı vardır.
Ivan Gonçarov,Oblomov
#oblomov#ivan goncharov#rus edebiyatı#oblomovluk#yaşadığımızı pek az kimse bilir#yaşadığımızı?#varlığımızı?#var mıyız?#belki biraz..#azala azala yok oluyoruz#yakındır#yalnızlık#edebiyat#iyi ki var
2 notes
·
View notes
Text
CHATGPT 4o hakkında konuşmalıyız!!!
Buraya Chatgpt ile ilgili bi gönderi yazdıktan sonra gidip ücretli versiyonunu satın aldım. Ve pek memnun kalmadım açıkçası.
Geçen hafta rüyalarımı chatgptye gönderip resimlemesini istemiştim. Tabii ki promt çok önemli, ben rüyalarımı prompt düşünerek değil kendim için not aldığımdan chatgpt’nin zorlanması normal ama bazı yerlerde de feci saçmaladı. Şimdi aynı rüyaları yeni versiyona resimleteceğim, bakalım fark olacak mı?
İki gün önce sabahın köründe heyecanla izledim yeni özelliklerle ilgili videoyu. Yapay zekayla konuşmak wow, nice. Ama telefonumdaki app’e bir türlü mikrofon ikonu gelmedi. Öğle vakti bi baktım var, ama otobüste olduğum için devam ettiremedim. Sonra tekrar yok oldu.
Ve bugün mikrofon geri geldi ve yapay zekayla konuşmaya başladım. Daha ilk konuşmada, yapay zeka henüz ciddi bir cevap vermemişken, çalıştığım alanı, yazmak istediğim tezi söyleyip akademik writingi geliştirmek istediğimi ifade ettim ve spontane olarak cümlenin sonunda
“Hey by the way, can you guess my native language based on my accent?” sorusunu sordum.
Ben aksanları anlamıyorum ama tahminde bulunayım, ana diliniz Türkçe dedi.
Eee ama nasıl?
Sonrasında yine iyice saçmaladı. Kişisel verilerin korunması konusunda yapay zekayla kavga edecektim ama hem kavga etmiyor hem de maalesef süresi varmış, cevap vermeyi bıraktı.
..
Ben yine gözümde çok büyütmüşüm. Bu özelliğin de geleceğine eminim ama ben şöyle bir şey istiyordum. Ben İngilizce konuşayım ve o da mesela salmon öyle telaffuz edilmez, oradaki “l” harfi söylenmez gibi uyarılarda bulunsun, şu kelimede vurgu ikinci hecede olacak desin vs. Şu an onu yapamıyormuş, accent coach’umuz olamıyor yani mlsf.
..
Bu akşam hakkım yenilenince ben, annem, babam ve yapay zeka yaklaşık yarım saat sohbet ettik.
Freaking surreal moments!
Simültane çeviri, annemle Türkçe konuşurken babama İngilizce cevap vermesi ve bunu inanılmaz anlık yapabilmesi, hikaye uydurması, Ankara’da gezilecek yer tavsiyesinde bulunması, istediğimiz konuda şarkı yazması (ama söyleyemiyor şarkıyı, videoda sesini duygulara göre de değiştiriyordu, bizde yapmadı.) Vincent van gogh’un yaşadığı yerlerden ilham alarak bisiklet rotası oluşturması, sarma tarifi vermesi, öksüren anneme home remedies önerileri vs vs.. inanılmazdı!
Gerçi annem “Nazım’dan bir şiir oku” deyince, Emily Dickinson’dan bir şiir okumaya başladı ama olur öyle, sonra Nazım Hikmet deyince şiir bulup okudu.
(Ve sonra bütün konuşmaları bu şekilde metne döküyor, tek başına bu özellik bile harika aslında)
Yakında benim istediğim gibi bir aksan koçu olacağından, data yükledikçe daha kişiselleştirilmiş bir hal alacağından şüphem yok. Hem heyecan verici hem korkutucu.
Şimdi hakkım tekrar yenilense de tekrar konuşsam diye bekliyorum mesela. Yeni oyuncak heyecanı gibi bir şey.
Gelecek neler getirecek acaba? İnsan etkileşimine olan ihtiyacımıza da destek verecek şeyler ortaya çıkacak mı?
Her filmi ya da black mirror’ın ölen kocanın robot olarak sipariş verildiği bölüm gibi olaylar yaşayacak mıyız? Kendimize dair verileri yükleyip arkadaş, sevgili, terapist, falcı vs oluşturabilecek miyiz? Temas ve cinsellik ihtiyacını çözecek ek toollar da gelirse ve robot hareketleri de daha çok insansılaşırsa dünyadaki doğum oranı düşecek mi?
Aaa mesela bugün artifical womblarla ilgili bi sunum dinlendim, belki devlet artifical womblarda insanlar büyütüp neslin devamını sağlayacak? Bilinçakışıyla yazıyorum şu an ama hiçbir şey olmasa bile yapay rahimlerin herkesin kullanımında olduğu zamanlara yetişmeyi isterdim.
Bir de ışınlanmayı istiyorum ama konu dağılmasın.
Daha ne kadar tekdüze hale gelebiliriz insanlar olarak diye düşünüyordum son günlerde ve bunun beni çok bunalttığını hissetmiştim. İşte şu anki yapay zekayla daha da tekdüze hale gelecekmişiz gibi hissediyorum.
Bakalım neler olacak?
20 notes
·
View notes
Text
SALTANATI KALDIRAN DEVRİMCİ İRADE, SİYASAL İSLAMIN SALTANATINA TESLİM OLMAZ!
102 yıl önce saltanatın kaldırıldığı dönemde yaşanan olaylar da gösteriyor ki Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda en yakın dava arkadaşlarının, iş siyasi ve kültürel devrimlere gelince yan çizmelerine karşın, Cumhuriyeti kurma hedefinden hiç sapmıyor, bir an bile tereddüt etmiyor. Çünkü günümüzde hiçbir liderde olmayan bir azim, kararlılık ve cesarete sahip bir devrimci o!
Yurtsever bir devrimci, eğer tarihin doğru tarafındaysa, kararlıysa ve arkasında halk desteği varsa, hedefe doğru ilerlemesi durdurulamaz. Laik Cumhuriyetin kuruluş öyküsü bunun en sağlam kanıtı.
Olağanüstü bir Kurtuluş Savaşı ile bağımsızlığı sağlanan bu ülkede, saltanatın kaldırılmasından 102 yıl sonra iktidarda emperyalist planları devreye sokarak laik Cumhuriyeti yok etme girişimlerini hızla sürdüren siyasal İslamcı bir iktidar var. Bu kez saltanatı tek başına durdurabilecek bir lider yok ancak gidişatı tersine çevirmek, tüm yurtsever devrimcilerin görevi.
O zaman soralım: Yeterince kararlı mıyız?
11 notes
·
View notes
Text
-Bazen yok olmak, hiç olmaktan iyidir Olric.
+Yok mu olalım efendimiz..?
- Var mıyız ki Olric..?
~Oğuz Atay
10 notes
·
View notes
Text
Gazinin bize bıraktığı bu güzelim ülkenin ne hale geldiğinin farkında mıyız? Bence tam olarak farkında değiliz. Hatırlayın, Atatürk'ün ne hayalleri vardı. Atatürk, 10. yıl nutkunda “Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız.” diyerek zaten bize neler yapmak istediğini söylüyordu.
Peki sonra ne oldu? Bu çok güvendiği halk onun izinden şaştı, Araplaştı; Araplar için canını bile verecek hale geldi. Türklükte kutsal üç şey vardır: at, hatun ve toprak. Türkler o kadar çok Araplaştı ki en kıymetlisi olan topraklarını parsel parsel sattı, kadınlarını koruyamadı. Herkes kan ağlarken onlar “İlle de Arap, ille de Arap.” dediler. Arapları sevmeyenlere “ırkçı” diyerek susturmaya, Türklüğü unutturmaya çalıştılar.
Uyanın! Siz Türksünüz. Türkler kadınlarına, çocuklarına, çevresine kötü davranmaz; kötü söz söylemez. Eğer “Ben Arapları çok seviyorum.” diyorsanız, varın gidin Arabistan’a! Bakalım onlar Türklere nasıl davranıyor? Osmanlı'yı arkasından vuran onlar değil miydi? Ya da Azerbaycan, Ermenistan’la savaşırken Ermenistan’a desteklerini açıklayan Araplar değil miydi? Çin'in hala istismar ettiği Uygur Türklerine karşı Çin’e destek veren yine Araplar değil miydi?
Neden hala onları savunuyorsunuz? Türklere fayda sağladıkları bir şey var mı? Ben ne tarihte ne de bugün faydalarını göremedim. Üstelik, neden hala ülkede kan gövdeyi götürürken sanki ülke güllük gülistanlıkmış gibi davranıyorsunuz? Her gün kadınlar, çocuklar ölüyor, istismara uğruyor, kaçırılıyor ve bulunamıyor. Bunun sorumluları, ülkeyle ilgilenmeyip dışarıdaki ülkelere her türlü yardımı yapanlar değil mi?
Atatürk'ün yüzüne nasıl bakacağız? Ne diyeceğiz? “Atam, biz senin imkansız şartlar altında kurtarıp kurduğun ülkeyi yükseltmek yerine daha da dibe çektik.” mi diyeceğiz?
Uyanın! Uyanmazsanız, uyandığınızda geride bir ülke kalmayacak. Ülkeyi kurtarmak için gerekirse ırkçı, gerekirse faşist olun!
Ne mutlu Türk'üm diyene!
#ne mutlu türküm diyene#atatürk#mustafa kemal atatürk#spotify#music#futbol#kitap alintilari#kitaplar#sports#deadpool and wolverine#geceye not#kitap#gecenin şarkısı#arap#ülkemde mülteci istemiyorum#ülke#vatan
7 notes
·
View notes
Text
Allah insanı elbette sınayacak.Üzüntü verecek,keder verecek,ayrılık verecek,ölüm acısı verecek,belki anne babanın ölümünü, belki evladın hastalığını, belki kendi vücudumuzda çıkacak bir hastalık hâlini bize tattıracak. Ya da unutamayacağımız acı bir hatırayla, her gün kabuslarına uyanacağımız bir ömürle bizi sınayacak. Ama illaki sınayacak.Biz hep çevremizde gördük bu halleri. Bilmiş bilmiş birde akıl verdik dertli,sıkıntılı olana.Bilemedik ki bir gün bizi de aynı yerden sınayacak Rabbimiz. Bilemedik attığımız ikinci adımın uçurum boşluğu olduğunu.Bu hale gelince biz ne yaparız diye düşünmedik hiç.Nefsimiz, aklımız bize ne oyunlar oynar düşünmedik. Bak sıra sana da geldi işte,sınanıyorsun! Kimse bize rahat bir dünya hayatı vaadetmedi.Hatta eleklerden elenip altın mıyız bakır mıyız belli olacağını söyledi ya Üstad. Şimdi o elekteyim işte. Bir uçurumun kenarında hızırı bekler gibi kalbim telaşlı, ama bedenim ölüm sessizliğinde,sakince bekliyorum.Düşmekten,târumâr olmaktan,yara bere içinde kalmaktan korktuğum bir uçurum var önümde. Kendim düşerken başkalarının eteklerine yapışıp peşimsıra onları da kendi uçurumuma çekmekten korktuğum, bu düşüşü başkalarına da yaşatmaktan korktuğum bir uçurum. İnsan hangi dala tutunması gerektiğini iyi bilmeli.Fâniye tutunursam birlikte düşeceğiz, lakin Bâki olana tutunursam biliyorum ki uçmayı öğreneceğim...
#H.
13 notes
·
View notes
Text
ben üstü örtülü, belli belirsiz, arkadaş mıyız değil miyiz, irtibatta mıyız yoksa koptuk mu? sözün kısası muallak ilişkilerin insanı değilim hiç. insanlar hayatımda ya vardır ya yoktur, ya heptir ya hiçtir. bazıları ile görüşmüyoruzdur ama ara ara mesajlaşıp konuştuğumuzda aynı samimiyetle konuşuruz bunu buradaki birkaç kardeşim de bilir. ama her türlü detayları, özelini, özelimi bilen, hayatla ilgili her şeyi konuşabildiğim, değer verdiğim kardeşlerimle araya aylar giren kopukluklar girince mecburen niyet okuma yapmak zorunda kalıyorum. kafamda kurup kendi kendime zanlara gireceğime konuşmayı, sormayı aslında anlamayı yeğliyorum. o kadar çok sevdiğim bir kardeşim ki, o kadar hassas, temiz bir kalbe sahip ki, kalbim onu incitmekten o kadar imtina eder ki anlatamam. işte ben kopuk ilişkilerin insanı değilim, sevdiklerimle irtibatta olmayı, ara sıra da olsa mesaj almayı beklerim. olmuyorsa, olamıyorsa sebeplerini irdelerim, kendim bulamazsam sorarım. kendimi sorgularım blr vefasızlık, yanlış bir hareket, hatalı bir davranış var mı? hayır yok.. muhakkak kendince haklı sebepleri vardır zaten bunu da anlamaya çalışıyorum ama bayram, doğum günü gibi hassas günlerde insan beklenti içine giriyor. işte bu beklentilere girmemek için de konuyu olumsuz da olsa tatlıyla sonlandırmak ya da devam ettirmek için mecburen bir atak gerekiyor. bu atak benim tarafımdan oldu olsun. yeter ki iyilikle, güzellikle olsun. ben görüşemesek de sevdiğim insanların iyilik halinde olmalarını temenni ediyorum, iyi olduklarını bilmek istiyorum. kalp kalbe hemen alışmaz sevmez, güzel dostluklar çabucak oluşmaz. oluşanı korumak derdim..
(offf gözlerim doldu 🥺 bu duygusallık keşke şaka olsaydı)
7 notes
·
View notes
Text
Muhammed b. Eslem et-Tûsi dedi ki:
لو كان في حديث عبد الله بن عمرو رضي الله عنه ( حديث الإفتراق ) الذي قال: كلها في النار َّ إلا واحدة، قال: َّ كلها في الجنة إلا واحدة، لكان ينبغي أن يكون قد تبين علينا في خشوعنا وهمومنا وجميع أمورنا خوفا أن تكون من تلك الواحدة فكيف وقد قال: كلها في النار إلا واحدة؟!
Abdullah b. Amr radiyallahu anh'dan gelen (iftirak hadîsi) rivâyetindeki “Biri hariç diğer tüm fırkalar Cehennemde olacaktır” buyruğu yerine şâyet: “Biri hariç diğer tüm fırkalar Cennette olacaktır” denseydi yine de tüm ibadetlerimizde, düşüncelerimizde ve işlerimizde acaba Cehennemde olan o bir fırkanın içinde biz de var mıyız endişesini taşımamız gerekirdi.
Artık "Biri hariç diğer tüm fırkaları Cehennemde olacaktır" buyruğu karşısında ne yapmalı?
| Hilyetu'l Evliya, 9/342
8 notes
·
View notes
Text
Kendinize gelin artık!
İzlenecek onlarca film var, en güzel kitapları henüz okumadık çünkü henüz yazılmadı bile. O şarkıyı birileri senin dinlemen için besteledi, o şehri görmeden ölmek bu dünyaya haksızlık olmaz mı? Eğer istediğin gibi yaşamazsan, eğer gerçekten yaşamazsan tüm bu yarattıklarını inkar ederek Tanrı’yı gocundurmuş olmaz mısın? Evet, inancını al eline. Koy ortaya cebinden çıkardıklarını, senin de bir Tanrı’n var, içinde bir yerlerde! Öyle ki hala nefes alıyorsun. Bu yaptığın şey; nefes almak, yaşamak diyorum; en çok da Tanrı’ya meydan okumak değil mi? Onun da istediği bu değil mi? Hepimiz ayrı satranç tahtasının üzerinde birbirimizden başka kimi deviriyorduk? Oysa bu tanrının savaşı değil miydi? Yada bizler onun birer savaşçısı veya bizler onun birer düşmanları mıyız yoksa bu bizim kendi kendimize savaşımız mıydı?
#bugün adımı sen koy#aşk nedir#aşk#kalp#kitapaşkı#kitap alıntısı#kitap sözü#kitap önerileri#kitap sözleri#kitap kokusu#kitaplar#kitapkurdu#kitap
7 notes
·
View notes
Text
Kabullenmek, öfkeye su verir. Öfkenin dikkatini dağıtır, elini tutar; sakinleştirir.
Kabullenmeyi hep bir irade zannettim. Sanki sistemli bir akışı vardı: Önce kabul etmeyi kabullenirsin. Sonra hayatın önüne çıkardığı ilk şeyde kabullenişi hatırlar, sakinlikle karşılarsın her şeyi. Öfke kapını çaldığında evde yokmuş gibi yaparsın. İradenin getirdiği kabul seni taştan alır, pamuğa yatırır sanarsın. Sonra öfke kapıyı kırar, tüm evini başına yıkar. Anlarsın ki gerçek bu değil.
Çünkü kabul, iradeyle değil kendiliğinden gelendir. Nefes almak gibi, bir refleks gibi, düşen bir şeyi havada tutmak gibi... Kendini telkin etmeden, öfkeni ikna etmeye çalışmadan, olanlara tepkini hiç filtreye sokmadan. O zaman öfken aklı başında ifade etmeye başlıyor kendini. O zaman ellerin titremeden, kalbin çarpmadan anlatmaya başlıyorsun.
Niyetinde açık, cümlelerinde seçik olmak insanların canını sıkıyor. Hayvanat bahçesindeki camın arkasında duran maymun gibi oynamak istiyor insanlar. Yapmam ve olmam gereken çok şey var oysa.
Başkasının gerçekliğini kabullenmek mi? Ödleri kopuyor uğradıkları dejenerasyonun dejenere olmasından. Zaman, inanılmaz hızlı akıyor. Kral TV klipleri ve sabah kuşağı çizgi filmleriyle geçen çocukluğum, ergenliğimin analog kararlarıyla birleşiyor; bu sabahın karar felçleri ve hiç alakam olmayan onca insanın fikrini duymuş olmanın verdiği sersemlik arasında koşturup duruyor zihnim. Hiç görmedikleri şeylerin kolay erişilebilir olduğunu sanmaları, açtığınız kapılardan kendilerinin geçmiş olduğunu düşünmeleri inanılmaz müzevir. Ulan sanki bezirgan başıyız biz? Zorunda mıyız arkadaşım karşılamaya, müspet sandığınız menfî taleplerinizi?
Kafam çok dağınık. Şu an, şurda ve burda yaşamak inanılmaz dağıtıyor dikkatimi. Varlığım, yeni yüz yılın yirmili yaş krizlerinin varlığına armağan oldu. Ne mutlu "olur böyle şeyler" diyene. Refleks gibi; ikna etmeden kendini.
2 notes
·
View notes
Text
"sürekli yemeği soğutuyorsunuz!" ash yine deli sikmiş gibi bağırmaya başladı. asla yemekleri zamanında yediremiyordu gruba.
"bu ne ses ya..." zolita kafasını kaldırdı ve çadırdan dışarı baktı, ash'i gören zolita 'yine bu' diyerek uyumaya devam etti.
herkes masanın başına oturdu, kuş cıvıltıları eşliğinde yemek yiyorlardı. "ben bu kuşları yiyeceğim, daha rahatsız edici bir şey olmamazdı." mavi mutsuz bir şekilde söylendi.
"ne?" rudy ona döndü.
"yok bir şey, üşüdüm resmen sıcak hava da, ryo bütün battaniyeyi kendi aldı." mavi, ryo'ya baktı.
"ne var be? hasta olsan da ben iyileştireceğim zaten."
"ne boş yaptınız..." soul göz devirdi.
"herkes çok gergin..." suji, carlis'in kulağına fısıldadı.
"suji biraz ormanı mı keşfetsek, olduğumuz yerde kalmayalım." ash meraklı bir şekilde suji'ye döndü.
"tabii ki! bizle gelmek isteyen var mı?" suji sofraya döndü.
soul ve ryo el kaldırmış beklerken diğerleri ilgisiz bir şekilde yemek yemeye devam ediyordu. kimin gitmek isteyip istemediği anlaşılmıştı. yemekler bittikten sonra sofrayı hep beraber kaldırdılar. mavi resim çiziyor, zolita uyuyor, rudy ve carlisle oyun oynuyor, aeri diğerlerinin adının olduğu bir liste hazırlayıp onları tanımaya çalışıyordu.
"suji ne diyorsun şunları toplasak ev falan yapar mıyız?" ash gülerek suji'ye baktı.
"ash hadi ama, minecraft'ta değiliz!" suji, ash'ın omzuna hafifçe vurdu. sohbet ederek yollarına devam ediyorlardı. soul ve ryo ise arkada kendi kendilerine bir şeyler konuşuyorlardı. ryo, ash'in koluna girdi.
"sevgilimmm, bugün de çok yakışıklısın."
"sen daha çok ryo'm."
"aşığım sana ash'im, çok özlemişim, bir gece ayrı kalmıştım sadece."
"sensiz bir gece çok kötüydü ryo... emin ol bende aynılarını düşündüm."
"minecraft oynamadığın için isyan etmedin yani? beni düşündün.. vay be."
"hep seni düşünürüm ki prenses."
"eehh yeter be, ne bu mıç mıç hareketler gidin köşe de yaşayın ilişkinizi." suji iğrenerek baktı çifte.
"eee neden soul'la kol kola değilsiniz siz de, hem ayrılmamış olursunuz." ash yan gözle baktı.
suji arkasını döndü. arkasında soul'u göremediğinde telaşlanmıştı. yoktu.
"soul... soul, soul nerde?"
"yanımızdaydı ama..." ryo etrafa bakarak cevap verdi.
suji, ryo ve ash'in yanından ayrılarak koşmaya başladı. "soul, soul! nerde bu çocuk çıldıracağım." halen koşarak bağırmaya devam ediyordu. yer yarılmış içine girmiş gibiydi. ardından sislerin arasında bir beden gördü. "soul, soul!" koşa koşa yanına gitti. bileğinden tutarak onu kendine çevirdi. "soul, ağladın mı, nereye gidiyorsun?". soul hemen tekrardan arkasına baktı.
"suji.. o gitmiş, ağlayacağım."
"kim soul kim?"
"bir çocuk geldi yanıma, ağaçların arasından 'bana yardım eder misin lütfen' dedi. onun peşine takıldım. hızlanmaya başladı. halen giderken yardım et diyordu. kötü gözüküyordu. gitti suji, sen gelirken yavaşlamıştı ama birdenbire gözlerimin önünden kayboldu. bir şey mi oldu?.." gözleri dolmuştu esmer çocuğun. suji yüzünü elleri arasına aldı soul'un. gözlerine baktı, sıkıca sarıldı karşısındaki bedene. soul oldukça korkmuş gözüküyordu, titriyordu. "soul beni çok korkuttun... bize de söyleseydin.". "suji çocuk birdenbire gidince ne yapacağımı bilemedim üzgünüm...".
"peki, biz nasıl duymadık bu çocuğu?"
"bilmiyorum.. oldukça sesliydi aslında, tek ben duymuş olamam ya?"
"ash ve ryo yüzünden duymamış olmalıyım... bir daha yanımdan ayrılma, çok korktum gerçekten.."
"aptal!" soul, suji'nin yanağına minik bir öpücük kondurduğunda ash ve ryo oraya varmıştı.
"nerdesiniz siz? soul iyi misin?" ash merakla soul'un yanına geldi.
"iyiyim merak etmeyin, suji beni bulmasaydı daha da gidebilirdim..."
"bir yerini yaraladın mı soul?" ryo bir anne edasıyla sordu.
soul gülümseyerek cevap verdi, "endişelenme ryo! çok tatlısın."
suji, "hadi gidelim. soul elimi bırakmayacaksın. biz de çok gezdik sanırım, kamp yerinden baya uzaklaşmış gibiyiz, varmamız da uzun sürer, akşam olmadan gidelim."
hep beraber ayrılmadan kamp alanına varmaya başarmışlardı. diğerleri onları görünce merak etmiş ve yanlarına gelmişlerdi.
"acıktık nerdesiniz ya!" evet, bu yüzden merak etmişlerdi.
"biraz yakacak aldık, biraz da ormanı turladık. aeri ile hallederiz yarım saate geçin masaya siz." ash bıkmış bir şekilde cevap verdi. carlisle, suji'ye sarıldı. "kanka nerde kaldın, rudy'i yenmek hiç eğlenceli değildi seni yenmek daha iyi olabilirdi." ve ikisi kavga etmeye başladı. 5 dakika süreceğini ikisi de biliyordu.
zolita, aeri'ye baktı. uzun uzun baktı, daha uzun baktı... aeri kafasını çevirdiği an zolita oturduğu yerden kalkıp biraz nefeslenmek istedi. "ah, tuhaf hissediyorum... muhtemelen fazla uyumaktan. bu gece az uyusam iyi olacak."
5 notes
·
View notes
Text
Hayat ne kadar kolay görünse de öyle değil. Her çatının altında ayrı bir hikaye var. Belki benzerdir hikayelerimiz ama aynı değil hiçbiri. Kimse bilemez anlayamaz başkasının yaşadıklarını onlarda bizim yaşadıklarımızı anlayamaz bilemezler . Başkasına neden kendimizi anlatalım ki? Kendimiz dediğimiz öz benliğimiz ne bunun farkında mıyız? Açık mıyız kendimize, kendi görüşlerimize. Kendimiz olmak neden bu kadar zorluyor bizi. Başkalarının kalıplarına neden girmeye çalışalım kendimiz olmak varken.
3 notes
·
View notes
Note
Bence çok gösterişe dayalı bir ilişkiniz var
"Bence sen konuşmamalısın dostum, bence, fikrimce" diyen Çağrı gibiyim şu an sana karşı. Şimdi ne alaka yani? Ne saçma sapan sorular bunlar ya? Of bu söylemine karşı çok fazla replik var beynimde susturamıyorum. Neyse. Öncelikle; benim ilişkim kimin umurunda olsun ki ben bunun gösterişini yapayım? Ha benim ilişkim bizden başkasının umurundaysa bu çok daha garip. Dışarıdaki hayatımızda sadece oturup bir masada sohbet ederken bile insanlardan onay alıyoruz. Dümdüz kendi çapımızda eğlenirken keza öyle. Ya da hiçbir şey yapmadan sadece yan yana görünsek bile iltifat alabiliyoruz. Bak verdiğim bütün örnekler aşırı sıradan, fark ettin mi? Çünkü ayrı olarak özel yaptığımız hiçbir şey yok. Ki gündelik hayatımızda bizi sürekli gören kişiler, yakınlarımız. Onlara bir gösteriş yapmamıza gerek yok diye düşünüyorum, tabi senin o şahsi düşüncelerin ne yöndedir bilemem. Bunun dışında biz beraber dans ederken hiç tanımadığım bir kadın kulağıma eğilip "sizi izlemeye doyamadım maşallah size" diyebiliyor ve ben kadınla göz göze dahi gelmemişim. E ben zaten hiçbir şey yapmadan methedilen bir ilişkinin içindeysem, ben zaten insanları umursamadan kendi yaşadığım şeyle tatmin olabiliyorsam bunun dışarıdan nasıl göründüğünü neden önemseyeyim ki? Burada genel olarak yapmacık "seni çok seviyorum aşkım iyi ki varsın" naraları atmıyoruz gördüğünüz üzere. Hatta 2 arkadaş gibi dalga geçiyoruz bütün gün, yarınlar yokmuşçasına. Gösteriş gibi bir amacımız olsa, inan bunu yapabileceğimiz zibilyon farklı seçenek var. Yapmıyoruz çünkü ihtiyaç duymuyoruz. İstesek yapar mıyız şüphesiz evet. Ama buradaki hiç kimse çabalamamıza değecek kadar önemli değil bizim için. Ayrıca çocuk değiliz. Bir seviyeye gelmiş kişileriz. İkimiz de olgunluğumuzla anılıyoruz. Kendi tatminliğimizde gözümüz, başkasının gözünü doyurmak bizim görevimiz değil. Yani bir de ilişkisini kendi çapında yaşayan ve eğlenen kişileri sürekli böyle yorumlarla darlıyor musunuz merak ediyorum açıkçası. Mutluluklar size batıyor. Kaostan zevk alıyorsunuz. Kötü düşünceler sizi öylesine besliyor ki, iyilikleri görmek için alan bırakmamışsınız kendinize. At gözlüğünüzü çıkarmayı deneyin derim. Aptal magazin sayfaları gibi gelip ona buna bana sarmayı bırakın. Ha bu arada, bana göre de fevvkkaallaaddeee bir ilişkimiz var oh sefam olsun, gösteriş yapayım biraz oh. Yani kısacası BEN ŞU SAÇMA YERDE AŞKIMI HAYKIRACAK KADAR ÖZGÜR OLAMAZ MIYIM, DAĞLARA SULARA YAZAMAYACAK MIYIM AŞKIMI????
@egotangoo armağanım olsun cimcimem ;)))
3 notes
·
View notes
Text
Bekleme seansımıza hoşgeldiniz.
Yine hastane yine beklemek. Bu sefer kulaklığımız bizi yalnızlaştıran unsur. Yoksa omü diş hekimliği fakültesi kalabalık. Allahım sen benim dişlerimi titanyum kaplamalı uzaylı dişlerinden eyle de yaşlanınca çok uzanmayayım şu diş musallasına.
Hanımı getirdik ufak bir operasyona teslim ettik. Kafa dağıtmaya oturduk. Karmaşık saçma bir liste açtık. Bacak bacak üstüne atıp düşünmeye koyulduk.
Ağustos geliyor. Galiba en nefret ettiğim ay. Sıcak. Acı. Pislik. Yapış yapış. Tuzlu. Lanet bir ay. Üstelik çocukken herkes fındığa köylerine gittiğinde ben mahallede tek kalırdım. Üstelik trafik kazası yapmıştık. Yetmedi tutuklandık. Ne lanet ay yahu.
Ağustosa lanet okuduktan sonra çalışmaya başlayabilirim. Kesin karar verdim bu sene üniversite sınavına gireceğim. Sınavın isminin öss olmadığını biliyorum sadece. Başka bir bilgim yok. :// umuyorum ki samsunda sosyoloji, felsefe, psikoloji (ya da edebiyat bölümü de olabilir) bölümünü kazanabilirim. Gönlüm sosyolojiden yana.
Sınavda hangi sorular çıkıyor, bu bölümler sözel mi eşit ağırlık mı? Ya da eşit ağırlık falan kaldı mı ki? Hiç bir şey bilmiyorum.
Çok acil öğrenmem lazım. Çalışalım ara sıra.
Avukatlık serbest meslek. İş olmayınca aşırı serbest oluyor. Serbestlikten canımız sıkılıyor. He bak tez yazmam lazım ama kendime güvenim sıfır. Ve bir yıl içerisinde olacak iş değil. Olur mu? Olur mu lan acaba? Ne diyorsun. 8.madde ve kamu görevlileri bıdı bıdı. Geçen galatasaray hukukta birisi yazmış bu konuyu. Yani tam istediğim konu. Ben de yazsam olur mu?
Gücüm var mı?
Ofise bir yerleşelim. Annemin kemo ve ameliyatı iyilikle bitsin. Çocuk da kreşe falan giderse, çalışmaya çok vakit kalıyor aslında. 2025 çok kötü geçecek diyollar. Hangi yıl iyi ki zaten?
Bu ay karar ayı olur. Hadi bakalım.
Yine beklerken ücretsiz terapimizi yaptık. Yolumuzu seçtik. Psikoloji bilimiyle ilgili konuşunca hanım tarafından lince uğruyorum. Ama sonuçsuz bilim mi olur? İşte işin cahili böyle konuşur, okuyalım da aydınlanalım. Psikoloji kaç puan yerleşir miyim?
Ofise yerleş serco çok konuşma. Annem beni kesecek yoksa tembellik yapıyorum diye.
Defterciğim hatırlar mısın bilmem seninle hakimlik sınavı için 6 aylık çalışma planı yapmıştık. Saat saat konu konu. Attık mı la onları, tarihi eserdi o. Bu kadar harika bir plan yapılamazdı çünkü. Günlük 11 saat 45 dklık çalışma maratonu. Yine ticaret hukukuna vakit ayırmamıştık. Yapar mıyız bir tane daha? Ofisin duvarına asarım. Heyecanlandım. Plan bizim işimiz. :))
Terapimiz sonlandı.
Vesselam.
4 notes
·
View notes
Text
Dün gece, ortak yayın aracılığıyla sahnelenen bağış şovunu nemli gözlerle ve alkışlayarak izleyenler bunu okumasın.
Ben tırnaklarını yiyerek, hop oturup hop kalkarak, ihmal ve beceriksizlik yüzünden enkaz altında can veren on binlerce cana ve yakınlarına karşı büyük mahcubiyet duyarak izleyenler için yazıyorum.
Öncelikle dün geceki şovun önemli bir eksiği vardı, onu söyleyeyim: Tekbir korosu!
Evet, afet alanlarına askerden, AFAD' dan, devletten bile önce gidip konuşlanmış, canla başla hizmet görmüş böyle güzide bir ekibin her büyük bağıştan sonra tekbir Allah diyerek bağırması gayet şık olurdu.
Sonraki sözüm bay Püskevit' e:
Eminim dün geceki şovu başından sonuna dek izlemiştir ve umarım gerçek ahbap çavuş ilişkisi nasıl olur görmüştür! Acun telefonla bağlanan bağışçıya " Çok sağ olun bilmem kim bey, bilmem kim abi sizin yakınınızmış, onun hatrına şu 25 milyonu 30' a yuvarlasak mı?" diyor. Bağışçı beyefendi de " Ne demek? Başımla beraber. Bilmem kim abi der de yapmaz mıyız? " diyerek saniyeler içinde 5 milyon daha bağış ekliyor. Dünyanın her yerinde buna ahbap-çavuş ilişkisi denir!
Gelelim bağışçı profiline:
Kumbaralarından para bağışlayan çoluk çocuk, elindeki üç beş kuruşu feda eden duygusalları saymıyorum. Bu ikisi dışındaki, bağışçıların önemli bir kısmı halkın kesesinden halka bağış yapan kamu yöneticileri ve büyük kısmı da 20 yıllık iktidarın besleyip büyüttüğü sonradan görmeler olduğu net olarak görüldü! Hepsi çıkıp ne kadar yardım yaptıklarının reklamıyla beraber tekmillerini verdiler ve muhtemel kara deftere not edilmekten kurtuldular.
Telefon başındaki oyuncular:
Biliyorum ki bir çoğu çağdaş, aydınlık Türkiye' ye inanan, bu iktidara zerre prim vermeyen gençler! Yapımcılarına sözleşme yoluyla esir edilmiş oldukları için çağrıya icabet edip oraya oturmuşlar, vitrin ve reyting görevlerini yapabildikleri kadarıyla yapmaya çalıştılar. Çoğunun gözünde, beden dilinde bu gösteride benim ne işim var sorusunu okudum ben.
Acun:
Bir zamanlar Acun Firarda' sını kaçırmadan izlediğim, pek de sevdiğim bu adam neye dönüşmüş öyle? Tam bir kasaba tüccarı havasında, büyükbaş pazarlığı yapar gibi " Onu yuvarlayalım, bunu yuvarlayalım!" dedi durdu. Gözümden zaten düşmüştü, tek bir saniye bile kanalını izlemiyordum, anladım ki çok haklıymışım.
Bu halk bu iktidarın 20 yıldır pompaladığı ve düzenli olarak uygulamalı olarak gerçekleştirdiği " Para her kapıyı açar. Paranın yüzü tatlıdır. Para her derde devadır. Parayla saadet olur." düsturunu bir kez daha gördü! Aşağılanmayı yaşadı. Afet bölgesinde yaşadığı, kalan ömrüne mal olacak travmalara, kimisi parçalanmış cansız yakınlarının kanına parayla karşılık verileceğini gördü. Kan parası denen ilkelliğin hala damarlarımızda dolaştığını gördü!
Beyler, bayanlar, isterseniz 500 milyar toplayın, isterseniz oraları yeniden inşa edip Avrupa' ya benzetin, ben ömrüm oldukça enkazın altında günlerce " Benim adım Zeynep, imdat kurtarın, adım Zeynep!" diye bağıran ama sonra sesi kesilen kadını, ölü kızının yıkıntı altındaki elini tutarak oturan babayı, kurtarılabilecekken koordinasyon zafiyeti yüzünden donarak ölenleri ve yükselen acı dolu depremzede çığlıklarını unutmayacağım!
Dilerim bu halk da unutmaz ve gereken karşılığı artık verir. Son olarak, bilmem ne holdingler, şunlar bunlar, halkın sırtından kazanıp halka bağış adı altında lütuf gibi sunduğunuz paraların içinde nefessiz kalır, kurtarın bizi diye bağırırsınız dilerim...📌
43 notes
·
View notes