#taş ocak
Explore tagged Tumblr posts
yasamsallik · 1 year ago
Text
Tumblr media
KUTSAL OLAN NE?
-Bir Levhanın İlginç Hikayesi-
Resimde görmüş olduğunuz arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş eski Türkçe(moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini,
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda kendimce bir iki deneme yaptım…
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin resmi üç kez öpüp başına koyarak ya cebine koyduğunu ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm…
Daha sonra sokakta bazı kimselere(çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum, ezici çoğunluk anlamından bahsetmeden ayet dedi birkaç kişi ise eski Türkçe yazı dedi…
Bir caminin bahçesinde herkesin görebileceği şekilde resme bakıp buruşturup yere attığımda ise neredeyse dayak yiyecektim…
Bu denemeleri yaptıktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza…
Resimdeki ebru sanatıyla süslenmiş levhada arapça abecesiyle eski Türkçe “şimdi b.ku yedik” yazıyor…
Levhanın hikayesi ise şöyle…
“Bu levha Necmeddin Okyay’a ait ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan ibaresi ile meşhur…
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan’a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943’un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler.
Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı.
Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti.
Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan’ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına döndü ve ağzından,
– “Şimdi b.ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:
– “Ne dedung? Ne dedung?…”
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
– “Simdi b.ku yedik”.
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi ağzıyla,
“Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam” yani “Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim” derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin’e kadar gelmişlerdi ve 1945’te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin’deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen “Yazarım” diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya’da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı “Hatip ebrusu” ile süslendi ve Almanya’ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle…
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü…
Emin Barın, dostlarına daha sonraları “Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım” diyecekti.
Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin’e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye de “Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber oldu…
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz…
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne?
Allah Kelâmı Kur’an ve anlamı mı yoksa @**r@@p abecesi mi?
Saygılarımla…
Murat Çalık 15.11.2019
21 notes · View notes
sillagen · 10 months ago
Text
Evden çıkınca eve girmek istemiyorum 🦦 Dağ, bayır,dağ,taş gezesim geliyor. Yarabbel alemin tütmesi gereken ocak ve evim neresi
16 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year ago
Text
Tumblr media
SARIKAMIŞ Şehitlerimizi ve tüm şehitlerimizi rahmet,minnet ve saygıyla anıyoruz.Mekânları Cennettir inşaAllah. Ruhları şâd olsun.(SARIKAMIŞ Harekâtı
22 Aralık 1914 -6 Ocak 1915)
ŞEHİTLERİN SESİ
Resûl'ün övgüsüyle Türk'ün şanlı elini
Alparslan'ın eliyle selamladım bayrağım
Ulubatlı Hasan'ın kükreyen er dilini
Hilâl'in sancağına kelâmladım bayrağım
"Kızıl Elma'ya " diye diye vatan olmaya !
Tekbirler getirirken ezanlara dolmaya !
Tarihimi, anıtlar,belgeler koya koya ,
Zaman dilimlerine dilimledim bayrağım
Malazgirt heybetiyle bir perçin daha vurdum
Nal parıltılarıyla zafer dedim kudurdum
Mehterin marşını bu toprak için çaldırdım
Vatanı Anadolu'm tanımladım bayrağım
Âniden ölüm geldi karlar dondurdu beni
Allahûekber'deki buzlar döndürdü beni
Zamansız bir mahşere aldı, kondurdu beni
Mukaddestir şüphesiz, Hâkk damladım bayrağım
Peygamber kucağında bükülmezken bilekler
Bir alev topu gibi Allah idi dilekler
Çanakkale 'de mermi ucundayken melekler
Şehâdet şerbetini yudumladım bayrağım
Samsun'dan selam verdi takası, gemisiyle
O bacasından tüten duman duman sisiyle
Şeref,şan sesindeki ısıtan nefesiyle
Türk'e yol veren adı, adımladım bayrağım
Kocatepe'den sesler şafağı tanlatınca
Başıma boz kalpağı,boz kemeri katınca
Taaruzun terine şu alnımla yatınca
Menzile gülleleri hücumladım bayrağım
Mukaddes tarafından baktım haklı davaya
Girsinler ! Başbelâsı fırtınalar hizaya !
"Gök Girsin Kızıl Çıksın" yeminiyle,fezâya
Kızıl rengini alıp ,hacimledim bayrağım
Kim ki Türk'e düşmansa kesilir ayak sesi
Duyulmasın böceğin yılanların nefesi
Dengededir her zaman Türk'ün şanlı kefesi
Bu günler yorgunluğu tadımladım bayrağım
Vatan Millet Sakarya mevcut ereğimdeyken
Hudut boylarında her kahpe ürüyor derken
Yok mu silâh yığanın küstah ağzını diken
Sınırın kopuğunu düğümledim bayrağım
Her düğüm bir Bozkurt'un kılınç sallamasıdır
Taymalar atarak dağ taş bombalamasıdır
Ya zafer ya uçmağı dile dolamasıdır
Bir köpürge sesiyle bak,gümledim bayrağım
Sonsuza dek çalacak,elbet İstiklâl Marşı
Bayrağımıza kim köstek,kim ise karşı
Töre,yasa gereği ,toz toprak edip arşı
Sana gök ile yeri tam, tamladım bayrağım
O gece haine 'dur' diyen yiğitler varken
Aziz kahramanlara er meydanları darken
"Onbeş Temmuz"da yeri göğü melek sararken
Başlarına serviler biçimledim bayrağım
Ki,ezelden ebede, bütünleşen akışın
Millî egemenliğe ercesine bakışın
Kuru ifâde değil, tarih çıkan yokuşun
Seni,sonsuz zamana kadîmledim bayrağım
Ben şehitler sesiyim ; ağlatmayın bayrağı
Varım yoğum herşeyim, üşütmesin kırağı
Yüreğin gönderinde sıkı tutun sancağı
Bizle takip et Türk'ü, adım adım...Bayrağım !
Yerler ve gökler şahitler,Hâkk'a yürüdü şehitler...Bizler, Türk milleti olarak ecdadımızla, şehitlerimizle, gazilerimizle ne kadar övünsek azdır.Vatanın bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği için canları pahasına mücadele ederek toprağın bağrına düşen geçmişten bugüne kadar, tüm kahraman şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.Vatan size minnettardır.Ruhlarınız şâd olsun.Nûrlar içinde uyuyunuz.
11 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year ago
Text
saat sekiz ve bir saat önce mutfakta dört ocak birden çalışıyordu. birinde akşam yemeği, diğerinde küçük kızçeye beslenme için hazırlık, ötekinde dernek kahvaltısı için birkaç şey. evet an itibari ile akşam yemeği tamam, beslenme tamam, dernek için kahvaltı hazırlığı tamam. on beş yirmi dakikaya evden de çıkarım inşallah. erken kalkmanın ekmeği yenmiştir.
hayırlı cumalar, bereketli günler, hayırlı işler. ayağınıza taş değmesin 🌼
12 notes · View notes
baybaykus · 10 months ago
Text
KUTSAL OLAN NE...?
KUR'ANI KERİMİ ANLAMAK MI,
YOKSA ARAP A-B-C'SİNİ EZBERLEMEK Mİ...???
Bir Levhanın İlginç Hikayesi
Resimde görmüş olduğunuz Arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş eski Türkçe(moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini,
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda kendimce bir iki deneme yaptım…
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin resmi üç kez öpüp başına koyarak ya cebine koyduğunu ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm…
Daha sonra sokakta bazı kimselere(çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum, ezici çoğunluk anlamından bahsetmeden ayet dedi birkaç kişi ise eski Türkçe yazı dedi…
Bir caminin bahçesinde herkesin görebileceği şekilde resme bakıp buruşturup yere attığımda ise neredeyse dayak yiyecektim…
Bu denemeleri yaptıktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza…
Resimdeki ebru sanatıyla süslenmiş levhada arapça abecesiyle eski Türkçe “şimdi b.ku yedik” yazıyor…
Levhanın hikayesi ise şöyle…
“Bu levha Necmeddin Okyay’a ait ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan ibaresi ile meşhur…
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan’a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943’un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler.
Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı.
Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti.
Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan’ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına döndü ve ağzından,
– “Şimdi b.ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:
– “Ne dedung? Ne dedung?…”
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
– “Simdi b.ku yedik”.
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi ağzıyla,
“Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam” yani “Biz kan kardeşiyiz,
Ben senin kardeşinim” derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin’e kadar gelmişlerdi ve 1945’te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin’deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen “Yazarım” diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya’da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı “Hatip ebrusu” ile süslendi ve Almanya’ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle…
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü…
Emin Barın, dostlarına daha sonraları “Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım” diyecekti.
Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin’e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye de “Levha'ya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber oldu…
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz…
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı.?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne.?
Allah Kelâmı Kur’an ve anlamı mı, yoksa Arap abecesi mi.?
Saygılarımla…
Murat Çalık 15.11.2019
(Tarihin Gerçekleri)
Tumblr media
4 notes · View notes
aynodndr · 9 months ago
Text
Tumblr media
KUTSAL OLAN NE?
-Bir Levhanın İlginç Hikayesi-
Resimde görmüş olduğunuz arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş eski Türkçe(moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini,
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda kendimce bir iki deneme yaptım...
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin resmi üç kez öpüp başına koyarak ya cebine koyduğunu ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm...
Daha sonra sokakta bazı kimselere(çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum, ezici çoğunluk anlamından bahsetmeden ayet dedi birkaç kişi ise eski Türkçe yazı dedi...
Bir caminin bahçesinde herkesin görebileceği şekilde resme bakıp buruşturup yere attığımda ise neredeyse dayak yiyecektim...
Bu denemeleri yaptıktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza...
Resimdeki ebru sanatıyla süslenmiş levhada arapça abecesiyle eski Türkçe "şimdi b.ku yedik" yazıyor...
Levhanın hikayesi ise şöyle...
"Bu levha Necmeddin Okyay'a ait ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan ibaresi ile meşhur...
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler'den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya'ya göç edip Berlin'de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan'a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943'un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte'ye, Nisan başında ise Viyana'ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan'da Berlin'i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler.
Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı. Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti. Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan'ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına döndü ve ağzından,
- “Şimdi b.ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:
- "Ne dedung? Ne dedung?..."
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
- "Simdi b.ku yedik".
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi ağzıyla,
"Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam" yani "Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim" derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin'e kadar gelmişlerdi ve 1945'te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin'e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin'deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın'ın Çemberlitaş'taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen "Yazarım" diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya'da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı "Hatip ebrusu" ile süslendi ve Almanya'ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle...
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü...
Emin Barın, dostlarına daha sonraları "Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım" diyecekti.
Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin'e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete'ye de "Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı" başlığıyla haber oldu..."
...
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz...
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne?
Allah Kelâmı Kur'an ve anlamı mı yoksa arap abecesi mi?
Saygılarımla...
Murat Çalık
Yazı adresi: https://muratcalik.com/kutsal-olan-ne-bir-levhanin-ilginc-hikayesi/
6 notes · View notes
demircizademehmet · 2 years ago
Text
Tumblr media
Öykümüz 2. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da geçiyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermenilerden Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açar. Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda giden baba Peştemalcıyan, zaman içinde işleri oğlu Aram Peştemalcıyan’a bırakır.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943 yılının sonlarına doğru Almanlar için savaşın gidişatı ve daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkar ve Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağını geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek 25 Nisan’da Berlin’i kuşatırlar. Kuşatmanın ilk gününden itibaren anonslar yapılarak tüm iş yeri ve dükkanların açık olması ve kapılarının kapanmaması emredilir. Yine Böyle bir günde Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazasından içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker ve arkalarında emirleri altında olan yirmi kadar asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girerler. Komutanlardan biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da arkasına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni takip eden Peştemalcıyan ailesine yönelir. Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaşır ve elini uzatır.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakalar. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancasını çekerek Peştemalcıyan’ın şakağına dayar. Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş gibi bakan karısına dönerek “Şimdi b*ku yedik” der. İşte ne olduysa o an olur. Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek “Ne dedung, ne dedung?” diye sorar. Baba Peştemalcıyan olayın şoku içinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kalır: “Simdi b..u yedik”. O anda sanki bir mucize olur, asker ani bir hareketle, yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarılır.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşamaktadır. Olayı kavramaya çalışır ve askerin Kırgız ağzıyla; “Miz gan gardaşız, min sinig gardaşınam” yani “Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim” derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyreder. Askerler ise karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yaşarlar. Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdir ve Aram’ın Türkçe konuştuğunu duyunca “kan kardeşliği” durumu ortaya çıkmıştır. Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes alır. Askerler özür dilerler, çaylar içilir, konuşmalar uzar ve iki komutan sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaparlar.
Bundan sonra Baba Peştemalcıyan hat sanatı ile bu sözü yazdırarak dükkanın baş köşesine astırır.
9 notes · View notes
gulindede · 1 year ago
Text
2022-2023 bakiyesi
1. Taş, Proje Difüzyon, 11 Ağustos 22 2. Kalabalık Duası, 2.kez, 1 Eylül 22 Bozcaada Tiyatro Festivali 3. Istırap Korosu, 3.kez, 2 Eylül 22 BTF 4. Şatonun Altında, 3. kez, 2 Eylül 22 BTF 5. İstifra, Boa Sahne, 3 Eylül 22 BTF 6. Bir Alzheimerın Anıları, 3 Eylül 22 BTF 7. Kreutzer Sonat, 4 Eylül 22 BTF 8. Naif bey ve Yaveri, 19 Eylül 22, Fringe Festivali 9. Eve Dönüşler, Moda Sahnesi, 10 Ekim 22 10. Muamma, Kumbaracı50, 12 Ekim 22 11. Dans Eden Ev, Moda Sahnesi, 16 Ekim 22 12. Sıradan Karşılaşmalar, Tiyatro Watt, 15 Ekim 22 13. Dünya Yerinden Oynar, DasDas, 17 Ekim 22 14. Fairfly, GalataPerform, 23 Ekim 22 15. Kibarlık Budalası, İKSV Festival, 25 Ekim 22 16. Öfkenin Yakın Geçmişi, Tiyatro Gülgeç, Gazişehir Tiyatro Festivali, 29 Ekim  17. Tilkiler ve Kötü Kalpli İtler, Yan Etki, Gazişehir Tiyatro Festivali, 30 Ekim 22 18. Hüzünlü Kuşlar Kasrı, Bantheatre, 3 Kasım 22 19. Juliet ve Romeo, Lost Dog,  İKSV Festival, 4 Kasım 22 20. Irma Vep’in Esrarı, Alt Sahne, 10 Kasım 22 21 Yalnızlar için Özel Bir Hizmet, DasDas, 11 Kasım 22 22. Şahları da Vururlar, Orta Oyuncular, 12 Kasım 22 23. Medea’ya İnce Ayar, İKSV Festival, 14 Kasım 22  24. NUH’un Gemisini  Aramak, Enka, 15 Kasım 22 25. Yaşam, Javier Aranda, İKSV Festival, 19 Kasım 22 26. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, Echoes&Nushu, 22 Kasım 22 27. Titanlar, Osmosis, İKSV Festival, 23 Kasım 22 28. Mon Amour, iKSV Tiyatro Festivali, 26 Kasım 22 29. İliada Aslanları, Echoesi 26 Kasım 22  30. Lora, Orchestra Theatre, 7 Aralık 22 31. Parça Parça, Post Pandemik Cemiyet, 9 Aralık 22 32. Papagenolar, İDO, 10 Aralık 22 33. Birileri, 10 Aralık 22 34. Çimidi, Boş Sahne, 11 Aralık 22 35. Kalanlar, GalataPerform, 14 Aralık 22 36. Sınırlar, Versus Tiyatro, 19 Aralık 22 37. Ayak Bacak Fabrikası, Tiyatro Tez,  29 Aralık, 22 38. Naif Bey ve Yaveri, 2. kez, 8 Ocak 23 39. Tek Kullanımlık Hikaye, Kumbaracı50, 13 Ocak 23 40. Kadınlar Bölümü IR, 14 Ocak 23 41. Ceviz Ağacı, Kadıköy Boa Sahne, 17 Ocak 23 42. Bernarda, Proje No:2, 20 Ocak 23 43. Kırlangıç, Oyun Atölyesi, 18 Mart 23 44. Bir Terennüm, Orchestra Theatre, 30 Mart 23 45. Namevcut Konferans, Rimini Protokol, 1 Nisan 23 46. Ne Evet Ne Hayır, HaHa Tiyatro, 3 Nisan 23 47. REM, Sfrpztf, 5 Nisan 23 48. Peter Pan Varolmayan Ülke, Zorlu, 8 Nisan 23 49. Her şey Gözümüzün Önünde Oldu, BeReZe, 14 Nisan 23 50. Cyrano, DasDas, 24 Nisan 23 51. Saatler Ayarlama Enstitüsü, Saatler Kolektif, 4 Mayıs 23 52. 1984, Nilüfer Tiyatro, 7 Mayıs 23 53. Canavar, İki Tiyatro, 11 Mayıs 23 54. Yüreğim Dağlardadır, Hangardz, 15 Mayıs 23 55. Hiçbir işi olmayan yaşlılar neden kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerler?, Fringe Festivali, 19 Mayıs 23 56. F&Z, Sarı Sandalye, 30 Mayıs 23 57. Dostlarla Akşam Yemeği, HOP, 31 Mayıs 23 58. Abzu, Boş Sahne, 3 Haziran 23
Dans 1. Infanta, Ballet Theatre, Fringe Festivali 2. Look Little Man, Fringe Festivali 3. Sadboi, Fringe Festivali 4. Wow, Fringe Festivali 5. Biz / We , Gazişehir Tiyatro Festivali, 28 Ekim 6. Güldestan, MDT, 26 Ocak 7. Yeni Hayat, MDT, 22 Mart 8. Circle Horn, 18 Mayıs 9. Sar, Çıplak Ayaklar Kumpanyası, 22 Mayıs 10. Binboğalar Efsanesi, İKSV Müzik Festivali, 17 Haziran
4 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year ago
Text
İçine konan her şeyin fiyatı 4 kat artarken 1 Ocak 2019 dan buyana taş gibi sabit duran POŞET lerin GERİ KAZANIM KATILIM PAYI GÜNCELLENDİ ve 25 TL den 38 TL çıktı
Türkçesi: Market poşetine de zam geldi
4 notes · View notes
silatonik · 2 years ago
Text
"eve dönüş"
aslında içimde bir yerlerde hep farkındaydım bir türlü buralara gelemediğimin... denemedim de değil, birkaç kez denedim aslında buralara gelmeyi ama ya sayfamda gördüğüm en son posta ağlayıp çıktım ya da dedim ki, "abi aylar oldu hangi birini yazayım..."
en son ağustos 2021'de bu bloga yazmışım.
bugün ise, tarih 30 Ocak 2023... Almanya'dan bildiriyorum sevgili okuyan.
geçtiğimiz bu bir buçuk yılda mezun oldum, buz pateni gösterileri üzerine çalışan dünyanın en büyük prodüksiyonlarından birinin cast ekibine kabül edildim, turneye gittim ve covid kaynaklı imkansızlıklarla turne durdu... ülkeme döndüm. antrenörlük yaptım, koreograflık yaptım... (sanıyorum fena da yapmadım akdldklaşk neyse) milli takım antrenörlüğü yaptım, görmek istediğim birçok ülkeye gitme şansım oldu, çok fazla şehir gezdim... sevdiğim adam bana evlenme teklifi etti, ben de ona tüm içtenliğimle "evet" dedim... şimdi ise, geçen sene yarım bıraktığım işi tamamlamak için Almanya'da turnedeyim. bugün Stuttgart'taki gösterilerimizi tamamladık ve 11 şehir gezmiş olduk. kaldı 11... valiz açma-toplama-kapatma/sığdırma konusunda gerçek bir usta olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.
önceki post dedim... Duman bebeğim... kızçemin emanetleri olan Nala ve Pumba bana bu süreçte her gün yeni bir şey öğretmeye devam etti (isimleri tahmin ettiğiniz üzere Lion King aşkımdan geliyor, 10 yaşımdan beri en ama en favorim olan animasyon yapımıdır) Nala kızım çok zeki ama canım oğluşum Pumba'ya göre oldukça çelimsiz... Pumba tam bir yavru ayı. bu sebeple Nala akıl gücü ile Pumba'nın kas gücünü yönetiyor ve evde yemedikleri halt kalmıyor... garibim, oğluşum asla anlamıyor Nala'nın onu kullandığını tam bir safoz. ve annesine çok aşık... o yüzden, turne için evden ayrılırken yalan yok çok ağladım. Nala nötr, canı isteyince bana geliyor ama daha çok Doğa ve Arda'ya düşkün. :)
bir buçuk yıl olmuş... en son buraya yazan kadınla aynı olmadığıma yemin edebilirim... kendi içimde çok fazla törpülemeye gittim, çok fazla değişikliğe... belki hayat denir, belki de kader denir bilmiyorum ama yaşanmışlıklardan olsa gerek, beni hiç anlamayacak insanlara laf anlatmaya çalışmaktan, daha doğrusu onlara kendi bakış açımı anlatmaya çalışmaktansa susup kendi hayatıma bakmayı, uzaklaşmayı tercih ettim. siktir ettim yani hepsini özetle, bıraktım, dedim bana ne abi anası mısın danası mısın kendi bildikleri çöplükte kendi egolarıyla boğulsunlar sana mı kaldı elalemin derdiyle uğraşmak... öyle bir camianın, öyle bir çamurun içindeydim ki nefes almak batıyordu sanki... sıçrayan çamur üzerinden zor çıkar bizim camiada, hele ki göz önündeysen. asla ayak uyduramıyordum, adaletsizliğe sessiz kalamıyordum ama öyle bir konumda kalıyordum ki, hiçbir bok yapamıyordum doğru olanı dile getirebilmekten başka... ah, hatırladıkça boğuluyorum. her gün ya, her gün suratına tükürmek istediğim suretlere, yapmacık ilişkilere bakmak zorunda kalıyordum ve bu bana çok ağır geliyordu. midem kaldıramadı zaten, geçtiğimiz yaz ciddili bir operasyon geçirdim midemden ama şimdi taş gibiyim, halen şarapçıyız relaks🥲 bu mide olaylarım çok sancılıydı yalnız, ki acı eşiğim çok yüksektir benim (buzda yarınlar yokmuşçasına öküz gibi düşüp kalkmalarımdan, oramı buramı yarmalarımdan ailede bilinen bir şey bu) neyse bana bu süreçte üç farklı doktor aynı şeyi söyledi... "kızım 26 yaşında sen kendini bu hale getirecek kadar neyin stresini yapıyorsun?!" bu güzide yorumun üzerine ben de onlara dedim ki, "allah aşkına hocam gelip lütfen bu ülkede buz pateni yapın, elit sporculuk veya antrenörlük fark etmez, bu ülkede o sporun bir ucundan tutmaya çalışın iki senede saçlarınız beyazlamazsa ben de hastanenin ortasında şerefsizim diye bağıracağım söz"
karşılıklı güldük falan ama inanın o kadar zorlayıcı bir süreç oldu ki benim için... gerçekten çok düşündüm neye bu kadar stres yapıyor olabilirim diye. yapım da biraz getiriyor bu gerginliği şimdi açık konuşalım bana kalırsa ben baya mükemmeliyetçi bir ruh hastasıyım bence xd sporculuk yapısından gelen bir abukluk bu maalesef... üstelik bir de üzerine fazla ince düşünüp çok takıklaşabiliyorum kafama yatmayan meselelere. zaman içinde yoga ve terapi ile baya kırdım bu hallerimi. şu an bunu buraya açıkça yazabiliyor olmak bile asla hayal edemeyeceğim bir şeydi bu arada... sonuçta hepimiz insanız sevgili okuyan, herkesin kendine has fabrika ayarları mevcut. kimse kimseyi yargılayamaz böyle konularda, yargılamamalı. ben de sonunda bunu diyebildim kendime işte... seni yargılayanı, hayatına ait olmadığını düşündüğünü çıkar, kibar olma, ağırlık yapma o insanları kendine sılasu ne uğraşıyorsun... ve bu dediğimi yaptım da. ya çünkü herkesin kafası bambaşka şekillerde çalışıyor, benimki de bu yani malzeme bu... ben saygısızlık veya vefasızlık gördüğümde kendimden geçiyorum sinirimden, sevilmediğimi düşünüyorum, o insanın arkadaşlığından veya dostluğundan şüphe duyuyorum. sonuçta, gerçekten seni insan yerine koysa veya kendince değer verse bu şekilde hissetmezsin değil mi? tam da bu sebepten, mesafe koydum bu tarz insanlarla arama, bir çoğunu da çıkardım hayatımdan. insanlara inanmak beni yordu sevgili okuyan, yordu, inancımı kırdı ve acımasızlaştırdı.
tüm bunların getirisiyle büyük resmi aramaya başladım, kendi büyük resmimi... yeni kararlar, yeni hedefler, yepyeni yollar çizdim kendime... dilerim bu şekilde kendi yolumda devam edebilirim veya mevcut şartlarımı beni en mutlu edebilecek şekilde şekillendirme şansına sahip olabilirim, bakalım. :)
durup tek tek neler oldu, neler yaşadım anlatamam elbette... çok uzun zaman olmuş ama bu adımı bir noktada atmam gerekiyordu. benim için yazmaktan vazgeçmek, kendimden vazgeçmek anlamına geliyor o yüzden mümkün oldukça analog defterlerime devam ettim bu süreçte de çünkü biliyorsunuz, bu hayatta en çok korktuğum şeyler arasında ilk sırada "unutmak" var. olduğun kişiyi, değerlerini, yeri geldiğinde gururunu, yeri geldiğinde ruhunu...
eve dönmek güzel. her ne kadar bunu 6. kadehten sonra yazıyor olsam da... (sarhoş değilim:)) buranın yeri ben de yıllardır apayrı. ihmal ediyorum diye çok üzülüyordum...
eve dönmek çok güzel.
sevgiyle kalın,
2 notes · View notes
solumadokunma · 2 years ago
Text
2016'da Öldürülen 261 Kadını İsimleriyle Anıyoruz
Sene boyunca medyadan öldürüldüğünü okuduğumuz 261 kadının isimleri...
03 Şubat 2017, Cuma 00:03
bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler 2016’da en az 261 kadın ve kız çocuğu öldürdü. Öldürülen kadınların altısı Suriyeliydi. İkisi ise trans kadınlardı.
2016’da öldürülen her dört kadından biri ayrılmak/boşanmak istediği ya da barışma/birliktelik teklifini reddedildiği için öldürüldü.
Sene boyunca medyadan öldürüldüğünü okuduğumuz kadınların isimleri şöyle:
Ocak
Sultan Sarı, Şükran Akçakoca, Songül Demir, Fatma K., Gülden Çobanoğlu, Diya Hudra, Duygu Şen, Zeliha Kara, Hediye Yolcuoğlu, Hümeyra Korkmaz, Rabia Kızılkaya, N.S., Güler Subaşı, Yeliz Tokçak, Nafiye Kirişçiler, Leyla Laman, Hülya Okatan, Leyla Kuruçay, Serap Çınar, Nurhan Eriş, Dervişe Kara, Hacer Kara, Pembe Canal, Aliye Canal, Edibe Demirbilek, Bahar Turhan, Nurcan Arslan, Türkan Akal, Fahriye Halil
Şubat
İsmet Çiftçioğlu, Tülin Türe, Yıldız Tongul, Tuğba Taş, Şener Çakmak, Gülay T., Türkan T., Gül T., Nurcan Çakmak, Nesrin Aksoy, Hatice Aksoy, Kübra Acar, Elif Zelal Yeni, Hamiyet Uğur, M.B., Burcu Akkuş Kaya, Zeynep Çelebi, Güler Taflan, Burcu Acar, Hülya Aydın, Zeliha Köse, Türkan Sarıkaya, Selma Kiraz
Mart
Fatma Karakoyun, Emine Baştan, Beysun Özkanışlı Düz, Şeker Buse, Yasemin Altun, Safiye Geyik, Hilmiye Demitürk, Müzeyyen Neşeli, Demet Karataş, Nermin Akçay, Şükran Durmaz, Ayşe Şöhmelioğlu, Sebahat Özdemir, Sueda Üçoğlu, Gönül Çakı, Tenay Çakı, Aysun S, N.T.B., F.A., Aynur Gökhan , Özlem Koç, Neslihan Kızılkaya, Ayşegül Şimşek, Elena Carnelia, Sibel Çadırcı, Latife Çetinkaya, Elveda Battal, Hediye Durmaz
Nisan
Emine A., Gönül Gürbüz, Serap Demir, Filiz Coşkun, Hülya (Rüya) Polat, Gülcan Demir, Rita Darı Winkler, Hatice Öztürk, Güllü Çelik, Emine Uysal, Sultan Zora, Fatma Kızılçelik, Simge Alay, İlknur Keskinsoy, Özgecan Arslan, Nuborakhon Usmonova, Şerife Yılmaz, S.M.A, Gülseren A.
Mayıs
Fazile Özmen, Neşe Adıgüzel, Asmer Gruyeva, Güner G., Dilek Adıgüzel İnanç, Necmiye Ceren Baran, Rukiye Sezer, Elmas Başdüzen, Ghada Shekhousi, Behiye Güçlü, Zeliha Uygur, Zübeyde Ünlü, Fatma Kayıkçı, Esra Güvem, Gizem Bulut
Haziran
Ceren Demirkan, Sibelcan Çobandedi, Meryem Özcan Şanlı, Emine Türken, Sultan Bayram, Damla Kozak, Yıldız Eryılmaz, Afife Barsal, Serpil Sağır, Esra Adıgüzel, Abide Demirli, Zeynep Nalbant, Cansel Bağlı, Özlem Gülyaprak, Ayla Coşkunlar, Seda Erol, Nezahat Durmaz, Fettaha A., Selma Güngör, Gizem Ekinci, Bahar Akbaş, Asiye Özbay
Temmuz
Özlem Sarıkurtbay, Güleser Şimşek, Banu Demirok, Yıldız Çakır, Fatma Baloğlu, Fatma Şengül, Menel İsmail, Nurcan Efe, Sibel Çelik, Arzu Nevruz, Şükran Gülçelik, Medine Özata, Anakız Dorum, Güler Dursun, Şehriban Akbaş, Berivan B., Aysun Ural
Ağustos
Kader Kaya, Esma Şenek, Hanife Şenek, Amine Demitaş, Neslihan Kaymaz, Gizem Günay, Menekşe Kerçin, Meltem Ece, Fatma Ayhan, Şeyda Bak, Gülizar Turan, Neşadiye Gökmen, Türkan Köse, Gülhanım Ekber, Naime Öztemurcu, Muazzez Türkyılmaz, Nezife Ersoy, Gizem Şolpal, Semiha Keyik, Çiğdem Pala, Ümmügülsüm Dursun
Eylül
Fatmagül Karakaş, Suphiye Avşar, Cennet Gülbeyaz, Esen Yaman, Sema Acar, Fatma Alp, Alev K., Ebru K., Semra Ezel, Yeliz Y., Türkan Mavi, Zekiye Bakırcı, Esma Kamalı, M.K., Kadriye Polat, Özlem Yıldırmaz, Özlem Yıldırmaz, Fatma Metinöz, Asma Bobdione
Ekim
Özlem Yıldırım, Seycan Biri��ik, Elvan Dedeler, Havva Eker, Rosham Arab, Müberra B., Hasret Akdoğan, Figen Titiz, Senem Zeybek, Zeynep Aksoy, Emine Kuru, Çiğdem Koç, Hüsne Kocamanoğlu, Arife Çolak, D.Ö., M.A., Samaya K., Irmak Kupal, Mehtep Özkanlı, Fulya Özdemir, Derya Demirkan, Raciye G., Güler Mete Oğuz, Saniye Özdemir
Kasım
Fatma Kente, D.E., Hatice Sökmen, Merve Coşkun, Satı Kan, Amina Almouna, İmhan Kılıç, Kübra Karğın, Nargül Ölmez, Nursel Şengül, Havva Er, Filiz Yurdabak, Gülşan Yurdabak, Fatma Elif Uysal, Müjgan Abacı, İlknur Y., Sibel Keklik, Selime Ateş, Hafize Müjde Özer, Fatma Karabulut, Münevver Erkan
Aralık
Tuğçe Uludağ, Vildan Kandemir, Şehriban Elmas, Zeynep Demir, Songül Erçil, Nisa Özlem İnçke, Berfin Yıldız, Amine B., Gülnaziye Köseoğlu, Fatma Köse, Gamze T., Kader Korkmaz, Sevinç A., Meltem Karaslan, Şehriban Dinç, Sinem Kır, Sevgi T., Renim Taha Mehlül. (ÇT)
İstanbul - BİA Haber Merkezi
3 notes · View notes
pazaryerigundem · 1 month ago
Text
Edirne Keşan'da AK Parti'de seçimini yaptı
https://pazaryerigundem.com/haber/190332/edirne-kesanda-ak-partide-secimini-yapti/
Edirne Keşan'da AK Parti'de seçimini yaptı
Edirne’nin Keşan ilçesinde gerçekleştirilen AK Parti İlçe Başkanlığı’nın genel kurulunda 15 Ağustos 2024 tarihinde atamayla başkanlığa gelen Savaş Pekdemir, bu kez yapılan seçimle ilçe başkanı oldu.
Erdoğan DEMİR / EDİRNE (İGFA) – AK Parti Keşan İlçe Başkanlığı’nın olağan genel kurulu Keşan Belediyesi Selim Sesler Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Divan Başkanlığını Seda Gören Bölük’ün yapıtğı genel kurulda konuşan AK Parti Keşan İlçe Başkan adayı Savaş Pekdemir, göreve geldiği 15 Ağustos 2024 tarihinden bu yana yaptığı çalışmaları özetledi. Amaçlarının daha güzel bir Keşan, Edirne ve daha güzel bir Türkiye olduğunu ifade eden Pekdemir, AK Parti ailesi olarak çok çalışarak Türkiye’yi 2053 ve 2071  hedeflerine taşıyacaklarının sözünü verdi. 
Genel kurulda konuşan AK Parti Edirne İl Başkanı Belgin İba ise, AK Parti çatısı altında bugüne kadar görev yapan ve bayrağı taşıyarak omuz verenlere şükranlarını sunarken, vefat edenlere Allah’tan rahmet diledi. AK Parti kongrelerinin sadece bir görevlendirme süreci değil, bir motivasyonun yenilendiği, birlik beraberliğin perçinlendiği anlar olduğunu ifade eden Başkan iba, “Bugüne kadar ve hep birlikte ben değil, biz diyerek yürüdük. Bugün buradaki birliğimiz bir arada olmamızın en büyük sebebi,  AK Parti her zaman milletimizin vicdanının umudu, sarsılmaz iradesi ve yarınların teminatı olduğu için neyin neyin mücadelesini verdiğimizi çok iyi biliyoruz.” dedi. 
Edirne’de son 23 yılda 55 milyara yakın yatırım yapıldığını belirten Başkan İba,  aldıkları her kararda en çok teşkilatlarına güvendiğini ifade ederek, “Bir liderin arkasında yürümek onun izinde yürümek bizim için çok büyük onurdur.  Bugüne kadar görev almış kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyor, yeni görev alacak arkadaşlarımıza da başarılar diliyoruz. Kongremizin tekrardan hayırlara vesile olmasını diliyorum” dedi.
Edirne Milletvekili Fatma Aksal da, kongrede genel gündem ve siyasete yönelik açıklamalarda bulundu. 
Konuşmalar sonrasında Faaliyet Raporu, Gelir Gider ve Kesin Hesap Raporu ayrı ayrı ibraya sunuldu.
Savaş Pekdemir başkanlığındaki tek liste ile yapılan seçimlerde yeni yönetime; Ragıp Taş, İbrahim Köroğlu, Yasemin Karabal Çakal, Bülent Koyuncu, Erdoğan Taşçı, Elif Sarıkeçe, Ayşe Fırat, Haluk Kaba, Sami Kaya, Mustafa Karadağ, Burak Savut, Mehmet Şemin, Tuncay Çelik, Serkan Çayır, Sema Sevinç Kılıç, Murat İnal, Osman Başak ve Emre Er seçildi.
Keşan’ı Edirne’de temsil edecek İl Delegeleri ise şu isimlerden oluştu:
Abdullah Kemik, Adnan Vural, Ahmet Girgin, Ahmet Öztopuz, Alaeddin Uzun,Ali Yalvuç, Asilcan İrcan, Atakan Demirciler, Aydoğan Örs, Ayser Saygı, Ayşe Fırat, Beril Üğdül, Birol Ocak, Buket Pelvan, Burak Savut, Bülent Koyuncu, Bülent Sepil, Celil Gümülcineli, Cemal Yazıcı, Ednan Demirel, Elif Bilgin,Emin Akıntı, Emrah İnal, Emre Er, Emrullah Meriç, Ercan Dağlı, Ercan Kınık, Erdoğan Taşçı, Erkan Yalaza, Esra Aksal, Etem Toptani, Fahrettin Savcı, Faruk Filcan, Fatih Erden, Fatma Aksal, Ferat Gülver, Feyyaz Öztopuz, Gökhan Çevikel, Gültekin Süzgün, Gürcan Kılınç,Hakan Çevikel, Halil Garip, Haluk Kaba, Hamza Vural, Harun Altın, Hatice Göçer, Hüseyin Boyalık, Hüseyin Güntek, İbrahim Çetin, İlkay Dilbas, İlker Baydur, İsa Vural, İsmail Sivrikaya, Kaan Karlıdağ, Kadir Köseler, Levent Akan, Mehmet Kuru, Mehmet Şemin, Mehmet Taner Altın, Müjdat Dağ, Muhlis Vural, Murat Emre Yılmaz, Murat İnal, Murat Kabayel, Mustafa Helvacıoğlu, Mustafa Türker, Müslim Çekiç, Necmettin Tezmen, Nehir Gergin, Nuriye Altın, Onur Karasakal, Orhan Kıral, Osman Başak, Özcan Ihlamur, Özgür Savut, Öznur Çevikel, Ragıp Taş, Salih Arslan, Salim Değişçi, Sami Can Mercan, Sami Kaya, Savaş Pekdemir, Sefa Atılgan, Sema Sevinç Kılıç, Semih Can Çaylar, Serkan Çayır, Soydan Çetin, Şaban Ağaoğlu, Şaban Çevik, Şafak Uslu, Şeddoğan Yargı, Tayfur Örs, Yakup Balcı, Yasemin Karabal Çakalı, Yaşar Bayar, Yılmaz Değer, Yunus Yağcı, Yusuf Uzdilli.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
1 note · View note
aykutiltertr · 2 months ago
Video
youtube
Benden Bir Tane Daha Yok - Hande Yener ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minor 4...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/Jttb-2X9zgo ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Benden Bir Tane Daha Yok - Hande Yener ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minor 4/4 C Sebare Genco Ecer) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupMKngSNJFxeTaPHOEeDEjeU ➤ ESER ADI                : BENDEN BİR TANE DAHA YOK ➤ SÖZ GÜFTE            : GENCO ECER ➤ BESTE - MÜZİK      : GENCO ECER ➤ USÜL                       : 4/4 SEBARE ➤ MAKAM - DİZİ        : NİHAVEND - MİNÖR ➤ ARANJÖR              : MİSHA ➤ ENSTRÜMANLAR : ELEKTRONİK ➤ KİMLER OKUDU    : HANDE YENER ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   : POLL PRODUSTION ➤ KÜNYE                    : Benden Bir Tane Daha Yok Hande Yener Afrodizyak Söz - Müzik: Genco Ecer Düzenleme: Misha Klip Yönetmeni : Murat Joker                             ŞARKI SÖZÜ Işığımı güneş bile kıskanır Bir bakışıma ortalık alev alır Göz göze gelen negatiflerinden arınır Açılır kapılar önüme halı atılır Aura meselesi bu şekerim Tutarım istediğim anda hala tekelim Ben tekim ve hepinize yeterim Gerektiğinde beterim Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Ben tekim ve muadilim yok Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Benden bir tane daha yok Ben tekim ve muadilim yok Tanrım özene bezene yaratmış kulunu Ben olmuşum herkesin en güzide sorunu Umurumda değil kimse taş olamaz yoluma kuralı ben koyarım girdiğim her oyunun Aura meselesi bu şekerim Tutarım istediğim anda hala tekelim Ben tekim ve hepinize yeterim Gerektiğinde beterim Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Ben tekim ve muadilim yok Yok başka yok Yok başka yok Yok başka yok Benden bir tane daha yok Yok başka yok Yok başka yok Yok başka yok Benden bir tane daha yok Bir tane daha yok Ben tekim ve muadilim yok Benden bir tane daha yok Hande Yener Yener, 93. İzmir Enternasyonal Fuarı'nda (2024) Doğum Makbule Hande Özyener 12 Ocak 1973 (51 yaşında) Kadıköy, İstanbul, Türkiye İkamet Zekeriyaköy, Sarıyer, İstanbul Eğitim Erenköy Kız Lisesi (bıraktı) Meslek Şarkıcı, söz yazarı Evlilik Uğur Kulaçoğlu (e. 1990; b. 1994) Çocuk(lar) 1 Ebeveyn(ler) Erol Özyener Yıldız Yazıcı Ödüller Tam liste Müzikal kariyeri Tarzlar DansElektropoppop Çalgılar Vokal Etkin yıllar 2000-günümüz Müzik şirketi DMCErol KöseAvrupaPoll Resmî site handeyener.com.tr Hande Yener, asıl adıyla Makbule Hande Özyener (12 Ocak 1973, İstanbul), Türk şarkıcı. Çıkış yaptığı 2000'lerin başından itibaren pop listelerinde üst sıralara yükselen şarkılarıyla Türk pop müziğinde kendine yer edindi. Müziğinin yanı sıra kıyafetleri ve değişkenlik gösteren imajıyla da adından bahsettirdi. Zaman zaman müzikal tarzında da değişiklikler yaptı; bir dönem pop müzikten elektronik müziğe geçiş yapsa da bu dönem kısa sürdü ve tekrar pop müzik yapmaya başladı. Kariyerindeki değişken adımları köşe yazarları tarafından birçok kez incelenerek yorumlandı, kariyeri boyunca meslektaşı Demet Akalın ile yaşadığı kavgalar ve tartışmalar Türkiye'de magazin gündemini sık sık meşgul etti, popüler kültürde simgeleşen bir kavga haline geldi. Diskografi Ana madde: Hande Yener diskografisi 2000: Senden İbaret 2002: Sen Yoluna... Ben Yoluma... 2004: Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor 2006: Apayrı 2007: Nasıl Delirdim? 2008: Hipnoz 2009: Hayrola? 2010: Hande'ye Neler Oluyor? 2011: Teşekkürler 2012: Kraliçe 2014: Mükemmel 2016: Hepsi Hit Vol. 1 2017: Hepsi Hit Vol. 2 2020: Carpe Diem 2023: Afrodizyak Filmografi Ayrıca bakınız: Hande Yener videografisi 2008: Kraliçe Fabrika'da Turneleri 2015: Sebastian 2015 Tour İşletmeleri 2008: TPA Production 2015: Sebastian 2017: VIP Room 2017: Neo Ayrıca bakınız Dans-pop sanatçıları listesi Klasik Türk müziği şarkıcıları listesi Türk arabesk müziği şarkıcıları listesi Türk halk müziği ses sanatçıları listesi Türk pop müziği kronolojisi Türk pop şarkıcıları listesi Dış bağlantılar Wikimedia Commons'ta Hande Yener ile ilgili ortam dosyaları bulunmaktadır. Resmî site Discogs'ta Hande Yener diskografisi Instagram'da Hande Yener X'te Hande Yener
0 notes
haber-euro-turk · 3 months ago
Text
Türkiye'de 57 ilin ihracatı ocak-ağustos döneminde arttı
Bakanlık, ağustos ayına ilişkin illere göre ihracat verilerini açıkladı. Buna göre, İstanbul, ağustosta 4 milyar 782 milyon dolarla en fazla ihracat yapan il oldu. Kentin ihracatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 6,4 azaldı. İstanbul’u, 2 milyar 833 milyon dolar ve yüzde 20,3 artışla Kocaeli, 1 milyar 909 milyon dolar ve yüzde 9,5’lik azalışla İzmir takip etti. İSTANBUL İHRACATINA “KIYMETLİ TAŞ”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
karaca2508-blog · 3 months ago
Text
Ağustos Ayı İş Cinayetleri Raporu!
Tumblr media
Ağustos ayı iş cinayetleri raporuna göre, yedisi çocuk işçi olmak üzere, en az 165 çalışan, iş cinayetlerine kurban gitti!. Türkiye’de iş cinayetleri artarak devam ediyor. Çocuk ve genç çalışanların ölüm oranlarındaki artış, yüksekten düşme ve elektrik çarpması gibi basit önlemlerle engellenebilecek ölümler, meslek hastalıkları, can almaya devam ediyor. Çocuk işçi ölümleri, mevsimlik tarım işçiliği, çobanlık, besicilik gibi işkollarında yoğunlaştı. Genç işçi ölümleri ise özellikle sanayi, inşaat ve moto kuryelik gibi sektörlerde arttı. Çocuk ve genç çalışanların ölüm oranlarındaki artış, yüksekten düşme ve elektrik çarpması gibi basit önlemlerle engellenebilecek ölümler ve, meslek hastalıkları, bir kader değil, iş cinayetidir!
Ağustos Ayı İş Cinayetleri
Daha 16 yaşındaydı!
Tumblr media
Konya’da, Karapınar Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi 16 yaşındaki, Eren Dağ, çalıştığı sondaj firmasıyla, Akören mevkisine gitti. Dağ, burada, bir tarlada kuyu açmak için, sondaj çalışması yapılırken, elektrik akımına kapıldı. Ereğli Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Eren Dağ, doktorların tüm müdahalesine rağmen, kurtarılamadı. Dağ’ın abisi, Musa Dağ’ın da, aynı iş yerinde çalıştığı öğrenildi. 16 yaşında, gençliğinin baharındaydı!
Tumblr media
Niğde’nin, Selçuk mahallesinde, yapımı devam eden 15 katlı inşaatın 9. katında, alçıpan işi yapan, 16 yaşındaki Osman, dengesini kaybederek düştü. 19 Yaşında, Hayata Veda Etti!
Tumblr media
Konya'nın Kulu ilçesinde, inşaatta, elektrik işleri yapan 19 yaşındaki, Muhammet Ali Kılıç, 5. kattan, asansör boşluğuna düşerek, yaşamını kaybetti! Yalova'da iş cinayetleri Yalova'da, Beşiktaş Tersanesinde çalışan, 22 yaşındaki Doğanay Kurt ve, 33 yaşındaki Mehmet Kesik, gemide boya yapma işlemi için “boom” adı verilen, insan kaldırma platformuna bindi. Yaklaşık 15 metre yükseğe çıkan işçiler, sepetin bağlantı noktasında yaşanan kopma nedeniyle, zemine düştü. İşçiler, olay yerinde yaşamlarını kaybettiler. Emekli olduğu halde çalışmak zorundaydı!
Tumblr media
Zonguldak'ın Kilimli ilçesine bağlı, Bölüm Mahallesi’nde ruhsatsız işletilen maden ocağında çalışan 54 yaşındaki Ayhan Yılmaz, 6 saat göçük altında kalarak, yaşamını kaybetti. Ayhan Yılmaz’ın, 10 yıl önce, özel bir maden ocağından emekli olduğu, ancak emekli maaşının yetersiz olması nedeniyle, madencilik yapmaya devam ettiği öğrenildi. Evinde, Torunlarıyla Vakit Geçirmesi Gerekirken...
Tumblr media
Evinde oturup, torunlarıyla vakit geçirmesi gerekirken, ekonomik zorluklar nedeniyle, zor şartlar altında çalışan, 61 yaşındaki Faruk Özer, Aksaray’da, asfalt çalışması sırasında, greyderin altında kalarak, yaşamını kaybetti! İhmaller Zinciri!
Tumblr media
İstanbul, Tuzla, Tepeören Mahallesi’nde bir villanın alt yapı çalışmalarında, kanal döşemesi için kazı yapıldığı sırada, işçilerin kanal borusu temizliği yapmak için, 6 metre yüksekliğindeki alana indikleri sırada toprak kayması meydana geldi. 2 işçi göçük altında kalarak hayatını kaybetti. İhmal Kazası Daha!
Tumblr media
Hakkari Yüksekova’da, çalıştığı yüksek gerilim hattında, elektrik kesilmediği hâlde, kesildiği şeklinde gelen, yanlış bilgi üzerine, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılması sonrası, direkten düşmesi sonucu meydana gelen iş kazasında, 45 yaşındaki Ali Doğrul, hayatını kaybetti. İş Makinalarının altında kaldılar!
Tumblr media
İstanbul, Sarıyer'de, bir inşaat alanında, yük indiren hafriyat kamyonunun yanında bulunan, 44 yaşındaki inşaat işçisi Abdülkadir Doğan, kamyonun yan yatması sonucu altında kalarak, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Karaman, Çoğlu köyünde bulunan taş ocağında, kum yükleme işi yaptığı sırada, iş makinesinin devrilmesi sonucu altında kalan, 55 yaşındaki Mehmet Ovalı, hayatını kaybetti.  
Tumblr media
Kütahya'nın, Domaniç ilçesine bağlı, Muhacırlar köyünde bulunan maden ocağının girişinde meydana gelen olayda, yük taşıyan iş makinesinin, gaz telinin kopması sonucu, sürücü kontrolü kaybetti. Kontrolden çıkan iş makinesi, ocak girişinde bulunan, 41 yaşındaki Erkan Dibekli’nin üzerine devrildi. İş makinesi ile duvar arasında sıkışan Dibekli, tüm müdahalelere rağmen, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
İzmir, Bergama’nın, Ürkütler Mahallesi’nde bulunan, Rüzgar Enerji Santrali şantiyesinde çalışan, 47 yaşındaki Vural Meydan, iş makinesiyle, 100 metrelik uçurumdan yuvarlanarak, hayatını kaybetti!   Yüksekten Düşerek Can Verdiler!
Tumblr media
İstanbul, Şişli'de, yıkılan alışveriş merkezinin yerine yapılan, rezidans inşaatında çalışan işçi, kalıpları söktüğü sırada dengesini kaybederek 10 metre yüksekten düştü, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Batman, Organize Sanayi bölgesinde bulunan, tekstil fabrikası inşaatında çalışırken, yüksekten düşen, Ali Kizar, kaldırıldığı hastanede, iç kanama sonucu, yaşam mücadelesini, kaybetti.  
Tumblr media
Denizli’nin Acıpayam ilçesinde, devam eden bir inşaatta çalışan, 42 yaşındaki inşaat işçisi Ramazan Soy, 4. katta çalıştığı esnada, dengesini kaybederek zemine düştü ve yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Çorum, Bahçelievler Mahallesi’nde devlet hastanesinin önünde yaptırılan, poliklinik inşaatında çalışan, 38 yaşındaki Soner Arslan, inşaatın ikinci katından beton zemine düşerek, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Erzincan, İnönü Mahallesinde bulunan, 3 katlı okul inşaatının çatısında çalışan, 58 yaşındaki Safa Celep, dengesini kaybederek zemine düştü. Tedavi altına alınan Celep, yapılan müdahaleye rağmen, kurtarılamadı.  
Tumblr media
Diyarbakır'ın, Yenişehir ilçesi, Şehitlik Mahallesi’ndeki bir inşaatta çalışan, asansör ustası, 25 yaşındaki işçi, 13. kattan asansör boşluğuna düşerek, olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Osmaniye'nin Kadirli ilçesi, Cemalpaşa Mahallesi’ndeki bir inşaatın, 4. katında çalışan, 36 yaşındaki, Rıdvan Çalkovan, dengesini kaybederek, beton zemine düştü. Sağlık ekiplerince hastaneye kaldırılan Çalkovan, müdahaleye rağmen kurtarılamadı.  
Tumblr media
Şanlıurfa’nın, Bozova ilçesi, Atatürk Barajı’nda, saha güvenlik görevlisi olarak çalışan, 44 yaşındaki, Serdar Bağıran, dengesini kaybederek yüksekten kayalık bir alana düşerek, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Aydın’ın, Nazilli ilçesine bağlı, Pınarbaşı Mahallesi, 677. sokak üzerindeki bir inşaatın, 3. katında çalışan, 30 yaşındaki, Sezai Altındağ, dengesini kaybederek, metrelerce yükseklikten toprak zemine düştü. Olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Mersin’in, Erdemli ilçesine bağlı, Akdeniz Mahallesi, Yunus Bey Caddesindeki, bitme aşamasına gelen 8 katlı bir inşaatta, çelik kapılarını takmaya gelen, 50 yaşındaki Muhyettin Akar, 6. katta dengesini kaybedip, asansör boşluğuna düşerek, olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
İstanbul, Maltepe, Çınar mahallesinde, 4 katlı bina inşaatında çalışan 53 yaşındaki Mustafa Aydın, merdivene, el arabasıyla kum döktüğü sırada, dengesini kaybederek, asansör boşluğundan zemine düştü. Olay yerine gelen sağlık ekipleri, inşaatın zeminine düşen Mustafa Aydın’ın, olay yerinde hayatını kaybettiğini tespit etti.  
Tumblr media
Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde, bir binanın çatısında, onarım işinde çalışan, 61 yaşındaki, Rıza İpek, dengesini kaybedip çatıdan düşerek, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Konya'nın, Meram ilçesi, Küçük Kovanağzı Mahallesi, Taşkıran Sokak’ta, 6 katlı bir apartmanın inşaatında çalışan, 43 yaşındaki Mustafa Bitmiş, 5. kattan, dengesini kaybederek düştü. Olay yerine gelen sağlık ekiplerince, hayatını kaybettiği bildirildi.
Tumblr media
Erzincan, İnönü Mahallesinde bulunan, 3 katlı okul inşaatının çatısında çalışan, 58 yaşındaki Safa Celep, dengesini kaybederek zemine düştü. Tedavi altına alınan Celep, yapılan müdahaleye rağmen, kurtarılamadı.   Elektrik Akımına Kapıldılar!
Tumblr media
Tekirdağ’ın, Malkara ilçesinde bulunan, bir GSM şirketine ait direkte, bakım ve onarım yapmak için, direğe çıkan Tarık Baş, elektrik akımına kapılarak, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Tekirdağ, Hayrabolu, Alpullu Caddesi’nde yaşanan, elektrik arızasını gidermek için bölgeye gelen, Trakya Elektrik Dağıtım personeli, Tayfun Öztürk, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılarak, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Hakkari Yüksekova’da, çalıştığı yüksek gerilim hattında, elektrik kesilmediği hâlde, kesildiği şeklinde gelen, yanlış bilgi üzerine, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılması sonrası, direkten düşmesi sonucu meydana gelen iş kazasında, 45 yaşındaki Ali Doğrul, hayatını kaybetti.
Tumblr media
Düzce’de bulunan, bir metal fabrikasında çalışan, 43 yaşındaki, Serdar Bozok, elektrik akımına kapılarak, olay yerinde yaşamını kaybetti!
Tumblr media
16 yaşındaki çocuk işçi, elektrik akımına kapılarak yaşamını kaybetti Konya’da, Karapınar Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi 16 yaşındaki, Eren Dağ, çalıştığı sondaj firmasıyla, Akören mevkisine gitti. Dağ, burada, bir tarlada kuyu açmak için, sondaj çalışması yapılırken, elektrik akımına kapıldı. Read the full article
0 notes
gundemarsivi · 4 months ago
Text
Tumblr media
Anıları Sağarken
✍🏻 Yavuz Kürkçü
https://www.gundemarsivi.com/anilari-sagarken/
Senin adını ben seçtim, oğlum; anneni kandırdım, nüfus memuruyla savaştım. Babam da, onun babası da çocuklarına isim koydular, ama kavgasız, didişmesiz. Hoca çocuğunun adını kulağına okurken, babam kasıntıyla ellerini göğsünde kavuşturmuş, gözleri gururdan yarı şehla, ağzının ucunda en zor kazanılanı bir söze feda ederkenki boş sırıtma. Yabancı değil bu gülümseme bana.
Hani, Erciyes’in karlı sularıyla beslenen Dervenk’e geziye gitmiştik ya. Vadinin yamacındaki belli belirsiz delikten süzülüvermiştik içeri. Ansızın apaydınlıktan koyu karanlığa dönüveren mağaranın derinliklerine, birbirimizin elini kaybolmayalım diye -daha çok korkuyla- tutarak, sonsuzluk kadar uzun bir zamanda girmiş, ilk Hristiyanların baskılardan kaçtıkları dönemde saklandıkları bu oylumda bulmuştuk kendimizi.
Tepelerde bir yerlerden içeri süzülen gün ışığı, köşede katmerli karasıyla ocak yeri… Titreşerek bakışmıştık çevremize ve geçmişimize. Mutlaka sığınmıştık buraya tarih boyunca, hem de kaç kez. Yabanıl hayvanlardan kaçmış, gücümüz yettiğini avlamıştık. Karılarımıza sarılmıştık, kardeşlerimize ve çocuklarımıza. Gün döndüğünde, ateşin yalımları yüreğimizi ışıtırken oturduğumuz yerde ağırdan başlayıp giderek benliğimizi sarsan salınıma kendimizi kaptırmış, ilahiler okuyoruz.
Çarpılmış yürek ve ayaklarımızla Ekim güneşinde şaşırmıştık. Sonra on üç yaşın aldırmazlığıyla atıvermiştik dereye bedenlerimizi, kökü-kaynağı derinde bir utanma duygusuyla beyaz donlarımızı çıkarmadan. Suda yüzen sarı-boz kocaman püskürük kayaları insanüstü varlıklar gibi ellerimizde tartmıştık.
Üçümüz de aynı anda görmüştük, taş teknede kan kırmızı üzümleri ak baldırlarına sıçratarak ezen kızları. Damaklarımızda daha tadılmamış şarabın burukluğu ve belimizden aşağıda tanımsız kıpırtılar… Soluk almadan izlemiştik, sindiğimiz kayanın ardından, kulağımıza erişemeyen türkünün ezgisine uygun sallanan kalçaları ve onları saran şalvarların renk cümbüşünü.
Ve birden fırlamıştı taşakkapan, dikitlerle kaplı, boz-bulanık ve demir cevherini andıran kertenkele irisi gövdesiyle. Korkunun ataklığa dönüştüğü, o andan da kısa anda taşları kapıp biz de peşinden… Sonunda kıstırmıştık dinozor bozuntusunu. Kafasını, sığındığını sandığı kayaların arasına sokmuş, doğayla bütünleşmiş bekliyor gitmemizi. Sopayla bastırdığımız kuyruğuna ilmeği bin güçlükle geçirdik.
“Soyu tükenmiştir herhalde bu hayvanın, muallim bey? Pastırma yazı bastırdığında, bir de baharda ortaya çıkıyorlar,” diyoruz. “Çocuklar, bırakın gitsin zavallı yaratığı.” Manastırdan bozma yatılı okulun avlusunda taşakkapan, ipin ucu elimizde, öğretmenin yürekliliğini sarsmak için ayakkabılarına yaklaşıyor. “Okulun laboratuvarına hediye edeceğiz, muallim bey.” Hayvan, soluktan sessiz sürünüyor pabuçlara. Kayseri’den haftada bir gelip iki gün süreyle zenginlerin çocuklarına Romalıları ve Fenikelileri anlatmakla yükümlü, ikinci karneden sonra kırlarda elinde curasıyla “Atımı Bağladım Ben Bir Meşeye” türküsüne mahkûm, dar gelirli ve kentteki Cumhuriyet Bayramı törenlerinde hamasi söylevler çeken ve de Amerikalı müdür yardımcısının pembe-ak tenli, varisli karısına âşık Faruk öğretmen, bacaklarının arasındaki en değerli varlığını koruma içgüdüsüyle, ama erkekliğe sürdürmeden, “Alın, ne yaparsanız yapın. İsterseniz atölyeye götürün.”
Atölye deyince, oldum olası yağlı-yongalı önlükleriyle sınıfın en güçlülerinin en azman raspalara ve eğelere el koymasına ses etmeyen ustaları anımsarım. Mengeneye güçlükle sıkıştırdığım demir parçası, dönem sonuna dek ince dişli eğenin iniltileriyle çekiç olacak, hiçbir çiviye vurmamak için.
Atölyenin arkasındaki sessiz kalabalık, hangi anlamsız, belki de en anlamlı, erkekçe kavgayı izlemenin beklentisinde. Manastırdan arda kalan çan, taş yapıların arasından yankılanıyor. İman tahtasına balyoz gücüyle insin istenen, hınçla vurulan yumruklar, güçsüz bedenlerin zavallı savrulmaları… Kazanmak önemlidir, kavgaya çağırmak daha önemlisi.
Bu ilkelliği atlayan ileri sınıfların öğrencileri, yiyecek dolaplarının yanında evden paketi gelen küçükleri kıstırmışlar, istemez gibi istiyorlar; her çeşitten bir avuç: Ankara sucuklarından, kayısılardan, kuru üzüm, fındık-fıstık, pestil ve şemşamerden – Kayserilinin ağzına bir avuç atıp da elinin yardımına sığınmadan çitlediği, yürürken ardında kabuklu bir iz bıraktığı ayçekirdeklerinden en çok.
Sararmıştır kim bilir o fotoğraf, kaç yıl geçti aradan. Kum yığınının tepesinde beş kişi: Tuğrul, Doğan, Şadi’nin kardeşi Nataşa (o zaman kız gibi güzel bir çocuk), Dedeoğlu, ötekini çıkaramadım. Tuğrul idama mahkûm oldu, af yasasıyla ömür boyu hapisle kurtardı. Dolaşmadığı mapushane kalmadı. 1948 doğumludur, hapisten çıktığında ellisine merdiven dayamış olacak. Doğan kaç kez yattı, çıktı. Şimdi ülke dışında. Dedeoğlu doktor oldu; tutturdu doğuya gideceğim diye. İnsanlara adamıştır kendini. Yıllar sonra Ankara’da karşılaşmıştık. Gözleri biraz daha bozulmuş, saçları iyice seyrelmiş. Şadi dışişlerindeydi, kardeşi de galiba. Yahu, biz Kirkor’la, Agop ve Serkis’le sınıf arkadaşıydık. Onların soyundan mıdır sindirmeyle, öldürmeyle devlet kuracak olanlar?
Ayakkabı boyacısını çıkaracağım bir yerlerden. Dikmen’de güneş yanığı bedeniyle, gömleği fora etmiş, her fırsatta amuda kalkan Erol bu. Komşunun kızı Suzan -Tuğrul’un yaşıtıdır- hemen yanı başımızdaki kuyunun suyu kireçli bahanesiyle çeşmeye inerdi bağın eteğine. Şimdi anlıyorum nedenini. Ama bir denizci teğmenle evlenmişti; adamla evlerinin önünde tavla oynamıştık – üniforması bembeyaz, düşlerinde amiral. Nasıl akıl ettiysem, yenilmiştim. Çalıştığım kurumun kapısında ayakkabı boyuyor Erol. Tanımazdan gelsem. O beni daha önce tanıdı. “Dikkat et!” dedi yalnızca. Yukarıda arkadaşlara söyledim hemen: “Kapıya bile sivil polis yerleştirmişler, içeridekiler yetmezmiş gibi.” Sahi, ne yapıyoruz ki biz? Sendikacılık, yasaların tanıdığı bir haktır ve kullanılmalıdır.
Polis cipi, hayrettir, hiç sarsılmadan yol alıyor. Kitapları yakmaya kıyamadım. Nice keskin aydın kişinin, yaza girdiğimiz günlerde bacaları tüttü hep. Belki de banyoda yakıp, suyuyla gusül abdesti almışlardır. Elim varmadı yakmaya. Kara gün dostu arkadaşım, kardeşinin kömürlüğünde sakladı hepsini. İki enerji kaynağı bir arada. Ne çileli işmiş düşünmeye çalışmak! Kontrgerilla oluşmamış henüz. Adamlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Çoğumuzu adamdan sayıp ilk furyada içeri alıyorlar. Eh, şimdi girdik aydın sınıfına. O sınıfla sınıfsızlık arası tabaka çoktan sınıfta kalmıştır, ya. Peki, sınıfı geçen kim?
Yıllardır hep böyle olur. Sıkıntıdaysa başım, o ezgi deler düşlerimi—adını koyamadığım: marş desem değil, türkü hiç, hiç değil. Derinden gelen, kol kola yürüyen kitlelerin deprem kadar derinden, sevda kadar içli, bilgi gibi ak kanatlı coşkusudur, yatak odamızın içinden geçen.
Alman doktor, yapay sevecenliğin goncalarını kondurmuş donuk gülüşüne: “Eşiniz bana gelemeyecek kadar hasta olamaz. Atalarınız Viyana kapılarına dayanmışlardı üç yüzyıl önce.” Tek sözüm yetiyor: “Önyargılısınız!”
Gündüz vakti, yarım saate kalmadan, hem de muayenehaneyi kapatıp geliyor. Karım sıkılıyor; yatağın yanında ütü tahtası açık, üstünde öteberi. Ortalık biraz daha düzenli olsaymış keşke. Doktor giderken asansörü çağırıyorum, istemiyor. Merdivenlerden inip çıkmak daha sağlıklıymış. Son söz kendisinde kalsın diye geldi, biliyorum. Aydınlık yüzünün ve mesleğinin saklayamadığı yanını kusuyor: “Sizde gizli saldırganlık var!”
Yatağının gıcırtısından anlıyorum uykunda döndüğünü, oğlum. Annenin başına hantal elimi tüy yumuşaklığında dokundurmaya çalışıyorum. Ateşi hâlâ düşmemiş, dudaklar�� kupkuru. İlacı almasına iki saat var daha…
…Ana rahmine süzülüyorum geriye doğru, tek hücreye dönüşüp atalarıma kavuşmaya. Zaman içinde şimşek hızında bir yolculuk bu, tökezleniyorum. Mağaraların dibinde dehşetten büyümüş gözler; saklanmak, nereye? Alkolle dolu kavanozun içindeki tepetaklak taşakkapan, görünmüyor tel tel beyaz kurtçuklardan. Sürüngenin doğal asalağı bunlar. Tül perdeleriyle sarmışlar koca alâmeti, kefen olmuşlar. Akdenizli komşularımız, ayağı yerde baldır biçimi şarap şişesine basmışlar Dionisos’un kırmızı kanını; kısmet olmadı içmek Kayseri’nin şarabını. Yurdumuz hepten atölyenin arkasına döndü. Tuğrul’a yazmaya elim varmıyor, kaçıncı kez hücreye atılıyor. Doğan’a telefon etmeliyim, sıpaya. İkimize de Deli Haydar sıpalığı yakıştırmıştı—“küçük inatçı” demenin hoyratçası. Serkis ölmüştü, anımsıyorum. Şadi’yi de vurmuşlardır veya vurulacaktır. Polis Erol ya müdür yardımcısıdır ya da müdür. Ama mutlaka işkence tezgâhlarında bellettiği yüzüyle arananlar listesinde. Kalabalıklar geçiyor gene odayı bir baştan; sonsuzda, belki de yakın gelecekte haykıracakları türkülerin neşesiyle dolabın aynasında dans ediyorlar. Ütü, tahtasının üstünde deli gibi gidip geliyor. Saldırganım ben, sal-dır-ga-nım, sal-dır…
“Uyu, canım karıcığım. Daha ilacını almana zaman var. Hep böyle oluyor, biliyorum; sen ateşlendiğinde ben sayıklıyorum. Bakarım canım. Oğlan üstünü açmıştır gene.”
Akıllı oğlum benim. Adını ben koydum senin, anneni kandırıp. İyi uykular, canım yavrum.
Not: Bu öykü çıkaracağım Kırıntılar öykü kitabımdan bir bölümdür.
Yavuz Kürkçü
0 notes