#türk mitoloji tanrıları
Explore tagged Tumblr posts
Text
Türk mitolojisi “gök” unsurları: Utkuuçı, Yayık, Ülgen, Karlık ve Suyla.
#türk mitolojisi#illustration#my art#drawing#art#digital drawing#çizim#digital art#digital painting#illüstrasyon#dijital çizim#ülgen#kayra han#türk mitolojisi tanrıları#türk mitolojisi çizim#türk mitolojisi illüstrasyon#mitoloji#şamanizm#gök tanrıcılık
16 notes
·
View notes
Text
Mitoloji Nedir? Mitolojinin Özelliklerine Genel Bakış
Mitoloji Nedir?
Yunanca mythos ( masal-hikaye ) ve logos (söz) kelimelerinden oluşan mitoloji, sözlük anlamı olarak bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın yaratılışıyla ilgili tüm sözlü ve yazılı efsane birikiminin ve bu efsanelerin doğuşlarını, anlamlarını yorumlayıp, inceleyen ve sınıflandıran çalışmalar olarak açıklanmaktadır. Kısacası mitoloji efsaneler bilimi anlamına gelir. Mitolojiyi incelerken bölgelerine göre sınıflamak doğru olacaktır. Asya MitolojisiAvrupa MitolojisiAmerika MitolojisiAvustralya ve Okyanusya MitolojisiOrta Doğu Mitolojisi Günümüzde mitoloji denildiğinde en çok akla gelenler ise; Yunan MitolojisiRoma MitolojisiMısır Mitolojisiİskandinav MitolojisiTürk Mitolojisi'dir. Yunan Mitolojisi
Yunan Mitolojisi Bu mitoloji eski yunan dininin temelini oluşturur. Yunan Mitolojisi, Antik Yunan’da evrenin yaratım süreci, tanrı, tanrıça ve kahramanların yaşayışlarını konu edinen hikayeleri içerir. Ayrıca günümüzde ulaştığımız kaynaklar bu masal ve efsanelerin o dönemde mythos yazarı diye tanımlanan derleyiciler tarafından oluşturulan yazılı halleridir. Yunan tanrılarını Romalılar’da kabul etmiş ve farklı adlar kullanmıştır. Yunan mitolojisi, yüzyıllar boyunca sanata ve edebiyata ilham kaynağı olmuştur. Roma Mitolojisi
Roma Mitolojisi Doğaüstü ya da mucizevi unsurlara sahip olsalar bile, tarih boyunca geleneksel anlatımlar ön plana çıkmıştır. Roma mitlerinde önemli olan tema kahramanlıktır. Yunan mitolojisinin tanrıları, konuları ve efsaneleriyle benzerlik gösterir. Mısır Mitolojisi Eski Mısır, tarihi boyunca sık sık tanrı inancı değiştirmiştir. Her köyde farklı bir tanrıya inanıldığı dönemler olmuştur. Mısır’da Kralların Tanrılığı söz konusudur. Eski Mısır kabartma tas Tarihin en ünlü tanrılarını listelersek ; OsirisOsiris’in karısı İsis ( aynı zamanda kardeşidir)Bu ikisinden doğan Horus Mısırlılar, Osiris’in ölümünden sonra dirileceğine inanıyorlardı. Ölen kralların ve Tanrıların mezarlarını görkemli bir şekilde inşa ederlerdi. Büyük piramitler güçlü kralları için yaptıkları mezarlardır. Mısırlılar, öldükten sonra dirilişe inandıkları için her mezarın içine günlük kullanım eşyası, takıları, mücevherleri,hazineleri ve günlük olarak yiyecek içecek koyarlardı. Kralların mezarına ise bunların yanı sıra dirildikten sonra onların hizmetini görmeleri için küçük heykelcikler koyarlardı. İskandinav Mitolojisi İskandinav mitolojisi, İskandinav toplumlarının Hristiyanlık öncesi dinleri, efsaneleri ve inanışlarından beslenir. Efsaneye göre; bütün canlı türlerinden önce Ginnungagap denilen boşluk vardır. Bu uçurumu Yunan mitolojisindeki Khaos’a (boşluk) benzetebiliriz. Bu boşlukta Dokuz Dünya, hayat ağacı Yggdrasil üzerinde yükselir. Bu dünyaların isimleri; Niflheim, Muspelheim, Midgard, Asgard, Vanaheim, Jötunheim, Alfheim, Nidavellir ve Helheim’dir. İskandinav Mitolojisi Hayat Ağacı Kuzeydeki soğuk ve karanlık diyarın adı Niflheim, Güneydeki sıcak ve aydınlık diyarın adı Muspellheim’dır. Türk Mitolojisi Kaynağı, Türk halklarının inandıkları efsanelerdir.Altay-Yakut Türklerinin Yaratılış Destanı, Hunların Oğuz Destanı, Göktürklerin Ergenekon ve Bozkurt Destanı gibi diğer Türk destanları genel olarak Türk mitolojisidir. En eski mitolojik hikayelerden biri olan Dede Korkut Hikayelerinin orijinal kayıtları Vatikan ve Dresden kütüphanelerindedir. Read the full article
#iskandinavmitolojisi#mitoloji#mitolojinedir#mısırmitolojisi#romamitolojisi#türkmitolojisi#yunanmitolojisi
3 notes
·
View notes
Photo
Altay Yaratılış Destanları
Yaratılış destanı, Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destandır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. W. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.
Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir.
Dünyayı kaplayan ilk okyanus: Altay türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları Bay-Ülgen, yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, 'Bay-Ülgen'in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Sadece su vardı. Ne gök ne yer henüz yoktu. Tanrı Ülgen bu suları birbirleriyle birleştirerek okyanusu yarattı.
İnsan balçıktan yaratılmıştı: Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı. Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun, o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan erlik Ülgen'e ihanet edecektir. Bu noktada nur ile çamur arasındaki farka işaret vardır. İran mitolojisinde de ilk insan, kil dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İranlılar ilk insana Kil Şah adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, balçık üzerinde durmuşlardı.
Yaratılış Destanı: Daha hiç bir şey yokken Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han'dan ve gören sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün Tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının da ilk atası Tanrı Kayra Han'ın bu sade sudan âlemde canı sıkılıyordu. O yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi, Ak ana (Akine) denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı'ya "Yarat! " dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak ona 'Kişi' adını koydu. Kayra Han'la Kişi sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi'den uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrıdan imdat diledi. Tanrı "Yüksel!" emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrı'nın yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak boğulmaktan kurtuldu. Kişi, artık uçamaz diye, tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat o bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü: Toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı tasarladı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat "büyü!" emrini alınca Kişi'nin ağzındaki toprak da büyümeğe başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı "Tükür!" buyurmasaydı kişi boğulacaktı. Kayra Han'ın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi'yi kendi ışık âleminden kovdu ve ona şeytan “Erlig” adını verdi. Sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir insan yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular. Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi içinde göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başıboş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi. Erlig Tanrı Kayra Han'ın semasını görünce o da kendisi için bir gök yaratmak istedi ve (birçok yalvarışlarla) Tanrıdan bu izni aldı. Erlig'in tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar gökle yer arasındaki yeni dünyada Kayra Han'ın dünyasındaki insanlardan daha iyi (daha serbest) yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı. Erlig'in dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişere'yi gönderdi. O kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti. Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri dünya parçaları yeryüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski dünyaya şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar balta girmez ormanlarla dolmuştu. Kayra Han Erlig'i dünyanın en alt katına sürdü. O arada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı Erlig'e dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti. Tanrı Kayra Han, şimdi on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.
Önceleri sadece su vardı. Yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı ile bir Kişi vardı. Bunlar kaz şekline girip uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi ise rüzgâr çıkartıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su attı. Kişi kendini Tanrıdan yüce sandı ve suya atladı. Sonra suda boğulacaktı ki "Tanrı, yardım et!" diye bağırdı. Sonra Tanrı "ÇIK!" dedi ve Kişi sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle dedi "Sağlam bir taş olsun!" Sudan bir taş çıktı. Tanrı ile Kişi taşa oturdular. Tanrı, Kişiye "Suya gir ve bir toprak al." dedi. kişi suya girdi ve bir avuç aldı. Ama sonra bir avuç daha aldı kendi için ve onu da ağzına soktu. Tanrıdan gizlice yer yaratmaktı amacı. Sonra Tanrı "Şimdi bu toprağı suya serp" dedi. Kişi yaptı ve toprak büyüyüp kara parçası oldu. Ama Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyordu. Ve Kişi boğulacaktı ki "Tanrı, GERÇEK TANRI! Bana yardım et!" diye bağırdı. Tanrı ise ona "Ne yaptın sen? Bu toprağı neden sakladın?" dedi. Kişi " Yer yaratayım diye almıştım."dedi. Sonra Tanrı "TÜKÜR!" dedi ve Kişi toprağı yere attı. Sonra tanrı şunları söyledi "Artık sen günahlı oldun. Bana karşı fenalık düşündün. Sana itaat eden halkın düşünceleri de fena olacaktır. Bana itaat edenlerinki saf ve temiz olacaktır. Onlar ışık görecekler. Ben gerçek Kurbustan'ım. Senin ismin ise Erlik olsun." Dalsızca bir ağaç çıkmıştı yerden. Sonra Tanrı "Böyle bir ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun" dedi ve ağacın dokuz dalı oldu. Bir gün Erlik bir kalabalığın sesini duydu ve meraklanıp sordu" Bu ses de nedir?" Tanrı cevap verdi "Sen bir hakansın, ben de bir hakanım ve bu gürültü de benim ulusumdan geliyor." Erlik bu halkı kendine istedi ama Tanrı vermedi. Erlik buna kızıp kalabalığa doğru gitti. Burada İnsanlar, kuşlar ve daha birçok canlı vardı. Erlik "Acaba Tanrı bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne yerler?"diye düşündü. Sonra buradaki canlıların bir ağacın meyvelerini yediğini gördü. Ama canlılar ağacın bir tarafından yiyor diğer tarafından yemiyordu. Erlik bunun nedenini sordu. İnsanlar Erlik'i cevapladılar. "Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yasakladı. Biz doğudaki beş dalın meyvelerini yiyoruz. Ve yılan ile köpeği de diğer dört daldan yemememiz için uyardı" Sonra Erlik, Törüngey diye bir adamı buldu ve ona diğer dört daldan da yiyebileceğini söyledi. Yılan uyuyordu. Erlik yılanın içine girdi ve ağaca çıkıp meyveden yedi. Törüngey ile eşi Eje birliktelerdi. Erlik onlara "Bu meyvelerden yiyin" dedi. Törüngey istemedi ancak Eje meyveden yedi. Tadı güzeldi ve meyveyi kocasının dudaklarına sürdü. O anda ikisinin de tüyleri döküldü ve çok utandılar. Ağaçların altına gizlendiler. O sırada Tanrı çıkageldi. Herkes Tanrı'dan saklandı. Tanrı bağırdı "Törüngey! Eje! Nerdesiniz?" Onlar "Ağacın altındayız. Çıkamayız" dediler. Hepsi suçu birbirine attı. Sonra Tanrı, yılana "Şimdi sen Körmös(Şeytan) oldun. Kişiler sana düşman kesilsin. Öldürsün." Sonra Eje'ye "Körmösün sözüne uydun. Artık sen gebe kalacak, doğum yapacak ve sancılar çekeceksin" dedi. Ardından Törüngey'e döndü ve "Şeytanın yemeğini yedin, benim sözümü dinlemedin. Onun sözünü dinleyenler onun ülkesinde yaşayacaklar. Şeytan bana düşman oldu. Sen de ona düşman olacaksın. Şimdi senin dokuz oğlun ve dokuz kızın olsun. Artık ben kişi yaratmayacağım. Kişileri siz doğuracaksınız."dedi. Sonra Şeytana(ERLİK)" Benim insanlarımı niye kandırdın?"dedi. Şeytan cevapladı "Ben istedim sen vermedin. Ben de hırsızca aldım. Atla kaçsalar düşürerek alacağım. Rakı içer de sarhoş olursa dövüştüreceğim. Ağaca da çıksa, suya da girse alacağım[." Tanrı" Yerin üç kat altında kapkaranlık bir yer vardır. Seni oraya yolluyorum." Ardından İnsanlara " Artık aşınızı ben vermeyeceğim, kendiniz kazanacaksınız." dedi. Ve Onlara Maytere'yi yolladı. Maytere gelip insanlara birçok şey öğretti. Araba yaptı. Aş olarak da ısırgan otları vb. otları verdi. Erlik, Maytere'ye yalvardı."Ey Maytere. Sen, benim adıma Tanrı ile konuş. İzin versin de ben de Tanrı'nın yanına geleyim." Maytere Tanrı'ya tam altmış yıl yalvardı. Tanrı, Erlik’e "Bana düşman olmazsan, fenalıklar etmezsen gel!" dedi. Sonra Erlik Tanrı'nın yanına çıktı ve önünde eğilerek" İzin ver de ben de kendime gökler yapayım." dedi. Tanrı izin verdi ve Erlik kendine gökler yarattı ve halkını oraya aldı ve orada kalabalıklaştılar. Sonra Tanrı'nın en iyi hizmetkârlarından biri olan Manğdaşire şöyle düşündü " Bizim halkımız yerde, Erlik’in halkı gökte. Bu çok kötü!" Manğdaşire, Erlik'e savaş açtı,ama yenildi.Manğdaşire, Tanrı'nın önüne geldi. "Nereden geliyorsun?"dedi Tanrı. Manğdaşire" Erlik'in halkı göklerde, bizimkiler ise yerde bu çok kötü. Ben Erlik'in halkını indirmek için savaştım,ama Erlik'e gücüm yetmedi."dedi. Sonra Tanrı" Erlik'i benden başka kimse kimse yenemez. Ama sana bir gün Var! Diyeceğim ve sen onu yeneceksin."dedi. Manğdaşire'nin içi rahatladı ve dinlenmeye çekildi. Bir gün hissetti."Tanrı bugün Var! Diyecek." dedi. Ve Tanrı Manğdaşire'yi yanına çağırdı. "Bugün VAR!" dedi. Manğdaşire sevindi ama Tanrı'ya" Kargım, okum,yayım olmadan ben Erlik'e nasıl karşı geleyim?"dedi. Tanrı ona bir kargı verdi ve Manğdaşire Erlik'in halkını indirdi. Erlik'in göğü paramparça olmuştu. Ve göğün parçaları yere düştü. Buradan dağlar oluştu. Ve düz olan toprak artık eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün halkı da düşüp öldü. Erlik, Tanrı’dan yeni yer istedi.”Göklerimi kırdın ve şimdi barınacak yerim yok!”dedi.Tanrı onu geri yerin altına sürdü ve ”Üzerinde sönmez ateş olsun,güneş ve ay görmeyesin! Tekrarlıyorum: iyi olursan yanıma alırım ama kötü olursan, seni daha da dibe yollarım!”dedi. Sonra Erlik de “Ben de ölmüş olan adamların ruhlarını alacağım” diye cevapladı. Tanrı ise” Onları sana vermeyeceğim! Kendin yarat!”dedi. Erlik eline çekiç ve örs alıp ateşe attı. Bir vurdu kurbağa çıktı,bir vurdu yılan çıktı,bir vurdu ayı çıktı,bir vurdu domuz çıktı, bir vurdu kötü ruh(Albıs) çıktı,bir vurdu kötü ruh(Şulmus) çıktı, bir vurdu deve çıktı. Tanrı geldi. Sonra Erlik’in körük, çekiç ve örsünü ateşe attı. Körük kadın oldu. Çekiç ise erkek. Tanrı kadını aldı yüzüne tükürdü. Kadın kuş oldu. Bu kuş eti yenmeyen Kurday kuşudur. Tanrı erkeği aldı yüzüne tükürdü. Bu da kuş oldu. Bu da Yalban denen kuştur. Bütün bu olanların ardından Tanrı, halka “Ben size aş verdim,iyi temiz sular verdim ve size yardım ettim. Siz de iyilik yapın. Ben göklerime geri döneceğim. Erken de gelmeyeceğim.” dedi. Sonra yardımcı ruhlara “Şalyime, sen rakı içip sarhoş olanları, körpe çocukları, tayları, buzağaları koru. İyilik yapmış olan ölüleri yanına al, kendini öldürenleri alma! Zenginlerin mallarına göz koyanları, hırsızları, başkalarına kötü şeyler yapanları da alma. Benim için ve Hakanı için savaşan ölüleri al ve yanıma getir. Ben şimdi gidiyorum, ama tekrar geleceğim. Beni unutmayın ve gelmez sanmayın. Şimdi uzaklara gidiyorum. Geldiğimde iyiliklerinizin ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik yerime Yapkara, Manğdaşire ve Şalyime kalıyor. Yapkara sen iyi bak! Erlik senin elinden ölmüşleri çalmak isterse Manğdaşire’ye söyle, o kuvveylidir. Şalyime, sen iyi bak! Albıs,Şulmus yerin dibinden çıkmasınlar. Çıkarlarsa Maytere’yi çağır. O güçlüdür,onları kovsun. Podosünku güneşi ve ayı beklesin.Manğdaşire’ye söyle yeri ve gökleri kontrol etsin. Maytere, kötüleri iyilerden uzaklaştırsın. Manğdaşire,sen kötü ruhlarla savaş! Sana zor gelirse adımı söyle! İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Balık avlamak, sincap vurmak ve hayvan beslemek sanatlarını öğret.” Sonra Tanrı uzaklaştı. Manğdaşire, olta yaptı, tüfek icat etti ve Tanrı’nın emrettiği gibi insanlara birçok şey öğretti. Manğdaşire bir gün” Bugün beni rüzgâr alıp götürecektir” dedi. Rüzgâr geldi. Manğdaşire’yi alıp götürdü. Yapkara insanlara şöyle dedi” Tanrı, Manğdaşire’yi yanına aldı. Onu bulamayacaksınız. Ben Tanrı’nın elçisiyim. Tanrı nerede durursa orada kalacağım. Siz öğrendiklerinizi unutmayınız. Tanrının yargısı budur.” dedi. İnsanları kendi hallerine bırakıp O da gitti. Önceleri sadece su vardı. Yer, gök,ay ve güneş yoktu. Tanrı ile bir Kişi vardı. Bunlar kaz şekline girip uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi ise rüzgâr çıkartıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su attı.
KAYNAKLAR:
Türk Mitolojisi, - Bahaddin ÖGEL (Prof. Dr.) I VII. Dizi - 102 Sayı 2003 Türk Mitolojisi, II. Cilt 2003
X. yüzyıldan sonra Altay dağları bölgelerinde, artık büyük Türk devletleri kurulmaz olmuştu. Ama bu bölgelerdeki halk, bir Türk olarak binlerce yıl yaşamış, gelişmiş ve nihayet, soylu Türkler batıya gittikten sonra da dağlar ve vadiler arasında kaybolup, kalmış kimseler idiler. Bu sebeple eski Türk mitolojisinin, en ilksel izlerini, Altay dağları bölgesinde bulmak mümkündür. Fakat zamanla, onlara da dışarıdan birçok tesirler gelmiş ve yeni, yeni efsaneler meydana çıkmıştı. Biz Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken, bu tarihi gelişimi, hiçbir zaman gözden uzak tutmadık. Etnograflar, tarih ve tarih olaylarını bilmedikleri için, Altay dağlarındaki Türklerin efsanelerini sanki birden bire ortaya çıkmış gibi görürler. Bazıları da bunları, binlerce yıldan beri hiç değişmeden zamanımıza kadar gelmiş, eserler olarak kabul ederler. Biz ise, "Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken bütün çabamızı, eski Türklerden kalan motifler ile, bu bölgelere sonradan girmiş yabancı tesirleri, birbirinden ayırmaya verdik".
1. DÜNYAYI KAPLAYAN İLK "OKYANUS" Altay dağlarında söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Ortaasya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir. En eski Türklerin ne düşündüklerini bilmiyoruz. Fakat sonradan, Ortaasya'dan toplanan bütün yaratılış destanlarına göre, yeryüzü başlangıçta, büyük bir okyanus ile kaplı idi. Bir Altay efsanesi, bunun için şöyle diyordu: Yerin yer oldugunda, sular yeri sarardi, Ne gök, ne ay, ne günes, ne de bir dünya vardi. Tanri uçar dururdu, insan ogluysa tekti, O'da uçar, uçardi, sanki Tanriyla esti. Uçar, hep uçarlardi, yer yoktu konmazlardi, Tanri idiler çünkü, ondan yorulmazlardi. Yoktu Tanrinin hiçbir, basinda düsüncesi, Insan oglunun ise, durmadi hiç hilesi. Altay Türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları "Bay-Ülgen" , yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, "Bay-Ülgen" in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Bu durumu, başka bir Altay yaratılış efsanesi, daha güzel anlatıyordu: Dünya bir deniz idi, ne gök vardi, ne bir yer, Uçsuz bucaksiz, sonsuz, sular içreydi her yer. Tanri Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, Uçuyor, ariyordu, bir kati yer, bir bucak. Kutsal bir ilham ile nasilsa gönlü doldu, Kayiptan gelen bir ses, ona bir çare buldu. Bu iki efsane, birbirlerini tamamlıyorlardı. Bu sırada dünya, büyük bir okyanusla kaplı idi. Öyle anlaşılıyor ki bu okyanusun üzeri de, ruhlar âlemi ile doluydu. Tıpkı tasavvuftaki "Vücûd-u mutlak" gibi. Altay efsanesindeki bu hali, bir Bektaşi şairi şu nefesinde, ne kadar güzel anlatmıştır: "Ârif sundu, aldi Cih'ni biçti, "Cebrail çok vakit deryada uçtu, "Hak bir avuç toprak deryaya saçti, "Derya süzülüp de, yer olmadi mi?" Bu Bektaşî nefeslerinin çoğu, konularını peygamberlerin tarihlerinden almışlardır. Bununla beraber, İsl'miyetle uyuşmayan pek çok Bektaşi şiirlerine de, rastlamıyor değiliz. Tasavvuf edebiyatında "Vahdet", bir okyanusa benzetilmişti. Seyyit Nesimi ise, bu vahdet okyanusuna, "Mûhit" adını veriyordu. Zaten muhit de tasavvuf da, okyanus anlamına geliyordu. Seyyit Nesimi'ye göre önceleri bu okyanus çok durgun ve sakin idi. Fakat yaratılış, yani "tecelli" sırasında okyanus coşmuş, kendi deyimi ile, "cûş' ve hurûşa" gelmişti. Varlık âleminin meydana gelişi de, yine bu coşkunluk ve dalgalanma sırasında oluyordu. 2. İNSAN "BALÇIK"TAN YARATILMIŞTI Eski Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: "İnsanoğlu aslı yine topraktı". Altay efsanelerinde bu olay, şöyle anlatılıyordu: Yine günlerden birgün, Tanri Ülgen denize, Bakarak duruyordu, sasirdi birdenbire. Bir toprak parçacigi, sularda yüzüyordu, Topragin üzerinde, bir kil görünüyordu Toprak üzerinde, bir kil görünüyordu. Insaoglu bu olsun, insana olsun baba". Görünmeye basladi, insan gibi bir sekil, Birden insan olmustu, toprak üstündeki kil. "Insanoglu bu olsun, insana olsun baba". Bu iki insanin ise, adi olmustu Erlik. Bu Altay yaratılış efsanesinde de açık olarak görülüyor ki insanoğlunun aslı, su değil; toprak idi. Bununla beraber tasavvuf edebiyatında, kendilerini sudan getiren şairler de yok değildi. Özellikle İsla'miyetin henüz daha çok iyi anlaşılmadığı çağlarda şairler, kendilerinin sudan geldiklerini ileri sürüyorlardı. "Kim bilür bizi, nice soydaniz, "Ne zerrece oddan, ne de sudanuz, "Bize meftun olan marifet söyler, "Biz Horasan ellerinde, baydanuz! "Bizim zahmumuza merhem bulunmaz! "Biz kudret okindan, gizlü yaydanuz!.." En eski Bektaşi şairlerinden birisi sayılan Abdal Musa'nın söylediği bu nefesi, Altay yaratılış destanları ile bir ilgisi vardır diye, buraya almadık. Böyle bir iddiada bulunmak, elbette ki büyük bir ihtiyatsızlık olur. Ama ne yapalım ki, her iki inanışın temellerinde yatan düşünce düzenleri arasında, (Altay Dağları) büyük benzerlikler bulunuyordu. İran mitolojisinde de ilk insan, "kil" dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İran'lılar ilk insana "Kil Şah" adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, "balçık" üzerinde durmuşlardı. Bektaşi şairi Dehlûl Dan' şöyle diyordu: "Âdemi balçiktan yogurdun yaptin! "Yapip da neylersin, bundan sana ne? "Halkettin insani, saldin Cihana! "Salip da neylersin, bundan sana ne?.." Şüphesiz ki, Bektaşi şairinin söylediği bu şiirde, İran mitolojisinin de tesirleri vardı. Artık Şah İsmail devrinde, balçıktan çok, toprağa önem veriliyor ve topraktan geldiğimiz söyleniyordu: "Hataî ümidüm kesmezem Hak'tan, "Bizi var eyledi, o demde yoktan, "Balçigimiz yugurmustu topraktan, "Tür'biyem, yerden bittüm ezelden!.." Öyle anlaşılıyor ki, "toprak ve balçıktan türeme" inancı, Türkler arasında çok yayılmıştı. Mısırdaki Türklerin yazdıkları eski Türk efsanelerinde de, bu anlayış ve düşünce, zaman zaman kendi kendini gösteriyordu. Mısırdaki Türkler, İran ve eski Samî mitolojilerinden de bir çok şeyler almışlar ve kendilerine göre, yeni bir efsane yaratmışlardı: Yillari sayilmaz, çok çok eski bir çagmis, Gökler delinmis gibi pekçok yagmur yagmis. Dünya sele bogulmus, bu siddetli yagmurla. Yeryüzü hep kaplanmis, sürüklenen çamurla. Sellerin önündeki, çamurlar bir yol bulmus, Kara-Dagci daginda, bir magaraya dolmus. Magaranin içinde, kayalar yarilmismis, Yariklarin bazisi, insani andirirmis. Kayalarin yarigi, insan kalibi olmus, Kaliplarin içine, killer, çamurlar dolmus. Aradan zaman geçmis, yillar asirlar dolmus, Bu yariklarda toprak, sular ile h'lolmus. Bütün bu efsanelerin tam metinleri, "Türk mitolojisi" adlı büyük eserimizde toplanmıştır. (Bu yazının ana kaynağı "Türk Mitolojisi" adlı kitaptır) Bu eserde, metinler en orijinal kaynaklardan tercüme edildikten sonra birer birer açıklanmış ve bir aydınlığa kavuşturulmak istenmiştir. Biz burada yalnızca kısa örnekler ile, okuyucularımıza bir fikir vermek istiyoruz. İran ve S'mî mitolojilerindeki, "Dört unsur" nazariyesi de Türkler arasına girmiş ve benimsenmişti. Ama zamanla İrandaki eski dört unsur nazariyesi, Türkler arasında orijinal şeklini kaybetmiş ve âdeta Türkleşmişti. Karahanlılar çağında yazılan ünlü "Kutadgu-Bilig" adlı eserde bu dört unsur şöyle sayılıyordu: "Üçü ates, üçü su, üçü oldu yel, "Üçü oldu toprak, dünya oldu il". Türklerde dört unsur, üçerden 12 bölüm meydana getiriyordu. Bu 12 bölüm de, "bir takvim ve zaman birimi" nden başka bir şey değildi. KAYNAKLAR: Türk Mitolojisi, - Bahaeddin ÖGEL (Prof. Dr.) I VII. Dizi - 102 Sayy 2003 Türk Mitolojisi, II. Cilt 2003
2 notes
·
View notes
Photo
Selam 🤗 Uzun zaman oldu kitap okumayalı, yorum girmeyeli... Aslında daha da okumazdım gibime geliyordu lakin fakültemizde düzenlenen Eskiçağ Kazı ve Araştırma konferansından dolayı mitolojik, antik, kültürel kitaplar standında Çingene Mitolojisi'ni gördüm. Aslında tam yaninda duran Türk Mitolojisi kitabına elimi uzatırken benim için çok farklı bilgilere ulaşabileceğim bu kitabı anlık bir kararla aldım. İyi yapmışım kendimi çok tebrik ediyorum. 🤗👏👏👌 Çingenelerin kökeni, inanış biçimleri, Türkler'le yaptıkları savaşlar, mitolojik tanrıları, ağaçları ve heykelleriyle beni çok şaşırttı. Artık bir ağaca, bir yaprağa, bir gölgeye bakarken daha anlamlı olduğunu anlayabiliyorum. Eski dönemlerde ve halâ Çingeler toplum tarafından fazla ilgi görmeyen hatta dışlanan ve hakir görülen bir kavim. Ama aslında dikkatle bakıldığında demir işleyen Türkler gibi, Pagan Romalılar gibi, İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna inanan Hristiyanlar gibi bir çok kültürü etkilemişler, etkilenmişler hatta zemininde temelini bile oluşturmuşlar. Kitabı aldığım andan beri beni etkileyeceğini biliyordum ancak bu kadar şaşırtacağını bilmiyordum. Türkler'i fazla sevmediklerini, aslında Türk kökeniyle akraba olduklarını, Hindistan menşei olup Romanya'nın atalarından olduklarını öğrendiğimde ağzım açık kaldı. Eğer mitolojik efsanevi tarih kitapları ilginizi çekiyorsa eminim bu kitap sizin için yazılmış. Bir çok kavmin, ırkın mitolojisi hakkında az çok bilgimiz vardır ancak Çingeneler, gerçekten okunup haklarında araştırma yapılması gereken dünyanın sırt dönse bile gözlerinin önünden çekemediği kültürel bir miras. Bol okumalı günler. 📚 📸 📚✏ Fotoğraf Sahibi 📝 @birdelininbavulundan teşekkür ederiz.👏👌✔ Galerisini takip etmelisiniz.🔍 _______________________________________ ⏩etiket📚 #kitapokufotografcek 🕊Paylaştığınız fotoğraflar . . #birdelininbavulundan #çingenemitolojisi #hermannberger #bilgesuyayınları #mitoloji #çingene #kültür #kitaplariyikivarlar #bookstagram #bookneed #bookworm #bookstagrammer #instakitap #instabook #vscobook #vscocam #vcbook #igread #bookshelf #booklover #kitapsever #okumahalleri #kitapkurdu #kitap #book #kitaplar #books
#vcbook#books#mitoloji#kitaplariyikivarlar#instakitap#book#instabook#hermannberger#bookneed#çingenemitolojisi#çingene#bookstagram#igread#kitapokufotografcek#bookworm#kitaplar#booklover#birdelininbavulundan#kültür#bilgesuyayınları#kitapkurdu#bookshelf#kitapsever#vscocam#okumahalleri#vscobook#kitap#bookstagrammer
0 notes
Text
Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı Kitabı pdf indir pdf indir
Anadolu’nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı İçindekiler: Önsözler Koçak, Hikmet (Atatürk Üniversitesi Rektörü) Düzgün, Dilaver (Edebiyat Fakültesi Dekanı) Karaosmanoğlu, Mehmet (Arkeoloji Bölümü Başkanı Sunuş: Kasapoğlu, Hasan & Mehmet Ali Yılmaz Kazı Çalışmaları: Bakır, Tomris / Kaleköy Kazıları 1978-1981 Yaylalı, Abdullah – Vecihi Özkaya – Nurettin Öztürk / Kyzikos İlk Dönem Kazıları Koçhan, Nurettin / Sos Höyük 1987 Yılı Kazı Çalışmaları Gündoğdu, Hamza / Doğubayazıt İshak Paşa Sarayı Kazıları 1994-1996 Başaran, Cevat – Büşra Elif Kasapoğlu / 1995 Yılı Skepsis Aşağı Kent ve Nekropolisi Kurtarma Kazısı Üzerine Yeni Değerlendirmeler Işıklı, Mehmet – Mustafa Erkmen – Gülşah Altunkaynak / 2002 Yılı Pulur Sondajı Karaosmanoğlu, Mehmet – Halim Korucu – Mehmet Ali Yılmaz / Altıntepe Urartu Kalesi Kazı ve Onarım Çalışmaları 2003-2013 Başaran, Cevat / Parion Kazı ve Sondaj Çalışmaları 2005-2013 Başaran, Cevat – Büşra Elif Kasapoğlu / Parion Güney Nekropolisi 2005-2013 Ergürer, Ertuğ – Mustafa Yıldızlı / Parion Roma Tiyatrosu 2006-2013 Keleş, Vedat – Alper Yılmaz / Parion Roma Hamamı 2006-2013 Keleş, Vedat – Ersin Çelikbaş / Parion Yamaç Yapısı 2008-2013 Başaran, Cevat – Hasan Kasapoğlu / Parion Odeionu 2010-2013 Öztürk, Nurettin – Berna Kavaz – Gencay Güloğlu – M. Kayhan Murat / Zeytinliada Meryemana Manastırı Koçhan, Nurettin – Korkmaz Meral / İkinci Dönem Kyzikos Kazıları 2006-2013 Meral, Korkmaz – Ahmet Cüneydi Has / Kyzikos Kenti Sur Duvarları ve Limanları Keleş, Vedat – Ersin Çelikbaş – Alper Yılmaz / Paphlagonia Hadrianaupolis’i Yurttaş, Hüseyin – Haldun Özkan – Zerrin Köşklü-Muhammet Lütfü Kındığılı / Kemah Kalesi Kazıları 2011-2012 Çilingiroğlu, Altan A. – Mehmet Işıklı / 25. Yılında Ayanis Kalesi Kazıları-Dün, Bugün ve Gelecek D’alfonzo, Lorenzo – Hatice Ergürer / Güney Kapadokya’da Demir Çağı’na Işık Tutacak Bir Arkeolojik Yerleşimin Keşfi: Kınık Höyük Czichon, Rainer M. – Mehmet Ali Yılmaz / Vezirköprü/Oymaağaç (Nerik?) Projesi Can, Birol – Nihat Erdoğan / Dara, Bizans-Sasani Sınırında Bir Garnizon Kenti ve Kazıları Can, Birol – Michael Hoff / Antıochia Ad Cragum, Batı Dağlık Kilikya’da Bir Roma Kenti ve Kazıları Yüzey Araştırmaları Koçhan, Nurettin / Kyzikos 1989-1996 Kazı Dönemi Yüzey Araştırmaları Özkaya, Vecihi / Erzurum/Horasan Aliçeyrek Köyü Arkeolojik Kalıntıları Başaran, Cevat / 1997, 1999 ve 2002 Yılları Kuzey Troas Bölgesi Yüzey Araştırmaları Karaosmanoğlu, Mehmet – Mehmet Işıklı – Rabia Akarsu / Erzurum ve Pasinler Ovaları Yüzey Araştırması Çalışmaları Tavukçu, Ali Yalçın – Zerrin Aydın Tavukçu / Bozcaada – Tenedos Araştırmaları: Sonuç Bayhan, Ahmet Ali / Yüzey Araştırmaları (2000-2004) Işığında Ortaçağ ve Sonrasında Adıyaman’ın Mimari Mirasının Genel Bir Değerlendirmesi Karaosmanoğlu, Mehmet – Mehmet Işıklı – Eyüp Caner / Erzincan-Altıntepe ve Çevresi Yüzey Araştırmaları Çiğdem, Süleyman – Hüseyin Yurttaş – Haldun Özkan / Gümüşhane – Bayburt illeri Yüzey Araştırmaları Nurettin Öztürk – Ayhan Girgin – Gencay Güloğlu – Abdullah Leygara / Myrina – Gryneion Antik Kentlerinin Yüzey Araştırmaları Tavukçu, Ali Yalçın – Zerrin Aydın Tavukçu / Alaşehir – Philedelphia Yüzey Araştırmaları: İlk Sezon Yavuz, Mehmet – Ali Yalçın Tavukçu – Tekin Doğan – Doğukapı – Akyaka – Kars – Sarıkamış – Erzurum – Tercan / Eski Rus Demir Yolu Hattı ve Mimari Yapılanması Chataigner, Christine – Ayşegül Akın – Oğuz Aras / Kuzey Doğu Anadolu Obsidyen Kaynaklarının Tespitine Yönelik Yüzey Araştırmaları Kitap Tanıtımları Yıldızlı, Mustafa / Cevat Başaran, Anadolu Mimari Bezemeleri-Roma Çağı Lotus Palmet Örgesi Tercanlıoğlu, Ahmet / Nurettin Koçhan, Hellenistik Çağ Anadolu Mimarisinde Lotus-Palmet ve Yumurta Bezekleri Eker, Fevziye / Mehmet Karaosmanoğlu, Anadolu Mimari Bezemeleri- Roma Çağı Yumurta Dizisi Yıldızlı, Mustafa / Cevat Başaran, Arkeolojiye Giriş Akkaş, İsmail / Cevat Başaran, Anadolu Kompozit Başlıkları Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş, Erzurum Hacı Ali Ağa Medresesi Vakfiyesi Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş, XVIII. Yüzyıl Vakfiyelerinde Erzurum ve Bir Vakfiye Örneği Akkaş, İsmail / Cevat Başaran, Geçmişten Günümüze Bayramiç Tarihi, Coğrafyası ve Arkeolojisi Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş-Haldun Özkan, Tarihi Erzurum Çeşmeleri ve Su yolları Eker, Fevziye / Mehmet Karaosmanoğlu, Mitoloji ve Ege’nin Tanrıları Can, Ceyda / Mehmet Işıklı-Birol Can (Ed.) Doğudan Yükselen Işık, Anadolu Arkeolojisine Katkılar-Atatürk Üniversitesi 50. Yıl Armağanı Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş-Haldun Özkan- Zerrin Köşklü- Şerife Tali- Demet Okuyucu- Gül Geyik- Muhammet Kındığılı, Yolların, Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş, Bektaş ve Derviş Ağaların Hayratı Erzurum ve Civarında Yaptırdığı Eserler Yuka, Ahmet / Haldun Özkan, Öşkvank Manastırı (Öşk/Çamlıyamaç Manastırı) Özdemir, Mehmet Ali / Mehmet Işıklı-Erhan Mutlugün-Mine Artu (ed.), Geçmişten Geleceğe Armağan Tercanlıoğlu, Ahmet / Nurettin Koçhan, Kyzikos Tarihi ve Mimari Kalıntıları Parlıtı, Umut / Mehmet Işıklı, Doğu Anadolu Erken Transkafkasya Kültürü-Çok Bileşenli Gelişkin Bir Kültürün Analizi Yuka, Ahmet / Süleyman Çiğdem, Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Araştırmaları I- Eski Çağ’dan Orta Çağ’a Gümüşhane Yuka, Ahmet / Hüseyin Yurttaş-Haldun Özkan, Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Araştırmaları II- Orta Çağ’dan Günümüze Gümüşhane Marangoz, Özgür / Nurettin Öztürk, Erdek Zeytinliada Meryemana Manastırı Yıldızlı, Mustafa / Cevat Başaran, Antik Troas’ın Parlayan Kenti Parion Yuka, Ahmet / Haldun Özkan, Haho Manastırı Marangoz, Özgür / Nurettin Öztürk, Erzurum Müzesi Cam Eserleri Marangoz, Özgür / Nurettin Öztürk, Kars Müzesi Cam Eserleri
Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı kitabı pdf indir#Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı pdf oku#Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı ücretsiz indir#Anadolu'nun Zirvesinde Türk Arkeolojisinin 40 Yılı ücretsiz pdf indir#Arkeoloji
0 notes
Video
dailymotion
Yaşadıklarımız acaba Sisifos’un cezası gibi bir ceza mı? Yıllar önce yaşadıklarımızı yeniden ve tekrar yaşamakla mı cezalandırıldık? Dağın tepesine çıkardığımız kayayı yeniden tepeye taşımak mıdır cezamız? Zeus, sırları ortaya dökülünce öfkelenip Sisifos’u cezalandırmıştı! Sisyphos Yunan Mitolojisinde, Yeraltı dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır. Homerus'a göre Sisifos ölümlülerin en bilgesi olan insandır. İsmi sophos (bilge) sözcüğüyle ilişkilendirilir. Sisyphos tanrı-ırmak Asopos'a, kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırılmış olduğunu söyler. Zeus'un bu sırrını vermesine karşılık olarak kalesi içinde bir pınarın akıtılmasını sağlar. Bu sırrının verilmesine çok öfkelenen Zeus, ölüm meleği Thanatos'u göndererek Sisyphos’u cehennemde zincire vurmasını ister. Sisyphos, büyük bir kurnazlıkla kendisini zincirlemeye gelen Thanatos'u zincire vurur ve Hades’i tehdit eder. Bu durum hiçbir insanın ölememesine yol açar ve kargaşa yaratır. Bunun üzerine, rakipleri ölmediği için yaptığı savaşlardan keyif alamayan ve canı sıkılan Ares ve Zeus; Thanatos’u zincirlerinden kurtarmak için müdahale eder. Sisyphos Ölüler Ülkesine götürülür ama kaderine katlanmak istemez. Karısından ölmeden önce kendisine cenaze töreni yapmamasını istemiştir. Törensizliği hoş karşılamayan Hades, dinsiz karısını cezalandırması için Sisyphos'un yeryüzüne dönme önerisini kabul eder... Sisyphos, kralı olduğu Korint’e varır ama artık geri dönmeyi reddeder. Sonunda Hermes tarafından Yeraltı Dünyası’na geri götürülür (vikipedia.org, mitoloji info). Berk Yüksel, “Mitolojide Sisyphus’un(Sisifos) Hikâyesi” başlıklı yazısında hikâyeyi aşağıdaki gibi anlatmıştır. Ölüler Ülkesi tanrıları hilekârlığının cezası olarak Sisifos’u büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm ederler. Sisifos tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her zaman elinden kaçmakta ve Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda kalmaktadır. Bu ceza Sisifos’a Nehir Tanrısı Asopus’a kızı Aegina’nın yerini söyleyerek Zeus’un sırrını ifşa ettiği için verilmiştir. Homeros bu durumu şöyle anlatır: "Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde..." Bu cezanın anlamsız veya bitmek tükenmek bilmeyen işler veya bilginin peşinde boşa çaba harcayan bir insanı sembolize ettiği kabul edilir ve İngilizce Sisyphean olarak tanımlanır. Saçmayı ve uyumsuzu anlatan Sisifos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe), Fransız yazar Albert Camus’nün II. Dünya Savaşı ortasında 1942 yılında yayımlanan deneme kitabıdır. Albert Camus’ye göre Sisifos’un kayayı tepeye kadar taşıyıp tam tepeye gelince kayanın geri yuvarlanması halini yani bu kısır döngüyü trajik yapan Sisifos’un her deneyişinin ardından kayanın tekrar düşeceğini bile bile taşı dağın tepesine çıkarmaya gayret etmesidir. Camus Tanrıların bu cezasını aslında “saçma” olarak kabul etmez, en büyük uyumsuz kahraman Sisifos üzerine “saçma”nın farkındalığının tarihsel gelişimini anlatır. Camus, saçmalığa pes etmeyen Sisifos’un içinde bulunduğu cezalandırma durumuna sonsuza kadar çare bulamayacağını bilir. Fakat saçmanın geriletilebileceğinin farkındadır. Bu yüzden "tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter. " der. Albert Camus, insanın yaşamın anlamsızlığına ve tüm baskılarına rağmen direnmek zorunda olduğuna dikkat çeker. Bazı görüşlere göre; eğer Sisyphus yenilir ve acı çekmeye devam ederse bu tanrıların zaferi olur ancak o direniş gösterir ve zafer onun olur. “Ne zaman olacağı belirsiz bir kurtuluş umuduna bel bağlamak yerine, bu işkencenin sonsuza kadar süreceği gerçeğiyle yüzleşen ve bu kaderini kabul edip aşağı inerek taşı tekrar yukarı çıkartmaya başlayan Sisyphus, bir kahramandır artık. Bu boyun eğme değil, başkaldırıdır.” (Berk Yüksel yazısından). Yaşanılan bazı şeyler anlamsız, boş ve “cezalandırma” gibi gelebilir. 7 Haziran 2015 seçim sonuçları karşısında seçimlerin tekrarlanması ve 1 Kasım 2015 seçim sonuçları “cezalandırma” gibi midir? Dün Parlamentoda olan HDP milletvekilleri bugün tutuklanıyor… Oy veren seçmenler mi cezalandırılıyor? 12 Eylül 2010 Anayasa değişiklikleri referanduma götürülerek kabul edilmek suretiyle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlandığı kabul ediliyordu… FETÖ/PDY yapılanmasının darbe teşebbüsü geri püskürtüldükten sonra anlaşıldı ki; yargı bağımsız ve tarafsız değilmiş… Bir zamanlar tutuklama kararları veren ama bugün tutuklanan hâkim ve savcıların sayısı binlerle ifade ediliyor. İfade özgürlüğü için yapılanlar umut vericiydi. 2004 yılında kabul edilen Basın Kanunu ile kabul edilen “basın özgürlüğü” (Madde 3) düzenlemesini hukuk adına sevindirici bir gelişme saydık. Çok geçmedi aynı yıl içinde dört ay sonra Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdi ve herkesin ifade özgürlüğünün cezalandırılması hakkındaki “kanun yolu” açıldı. Bu gün geldiğimiz noktada Türkiye hakkındaki en kötü İlerleme Raporu ortada… Cumhuriyet gazetesi vakıf yöneticileri, avukatları ve yazarlarından on kişi tutuklandı. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay tutuklu ve istatistiklere göre 142 gazeteci cezaevinde. İfade özgürlüğü yeniden hapiste… Dağın tepesine yuvarlanarak zor zahmet çıkarılan kayanın tam tepeye varınca itilerek geriye gönderilmesi cezası, sırları ortaya çıkan Zeus’un öfkesi ise eğer; bütün sırları ortaya dökülenlerin Sisifos’u andıran cezalandırmalarına karşılık kendi gerçeklerimizle yüzleşmek ve kayayı yeniden tepeye taşımak boyun eğme değil, cezaya başkaldırıdır.
1 note
·
View note
Text
Türk mitolojisi 5 “Yo Kan” #inktober
Yo Kan, yeryüzünde yaşayan tanrıların en kuvvetlilerindendir. Dünyanın merkezinde olan sonu göğün katlarına kadar uzanan ağacın altında bulunur. Tüm doğa olaylarını kontrol eder. Hayvanların ve doğanın koruyucusudur. Yanındaki oğulları Temur Kan ve So Kan ona yapılan kurbanları kabul eder.
#türk mitolojisi#my art#illustration#drawing#art#digital drawing#çizim#digital art#digital painting#illüstrasyon#dijital çizim#painting#doodle#digital doodle#yo kan#türk tanrıları#şamanizim#tengricilik#mitoloji#hayat ağacı#turkish mythology#sanat#yo kan çizimi#yo kan çizim#türk mitolojisi çizim
9 notes
·
View notes
Link
Yaşadıklarımız acaba Sisifos’un cezası gibi bir ceza mı? Yıllar önce yaşadıklarımızı yeniden ve tekrar yaşamakla mı cezalandırıldık? Dağın tepesine çıkardığımız kayayı yeniden tepeye taşımak mıdır cezamız? Zeus, sırları ortaya dökülünce öfkelenip Sisifos’u cezalandırmıştı! Sisyphos Yunan Mitolojisinde, Yeraltı dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır. Homerus'a göre Sisifos ölümlülerin en bilgesi olan insandır. İsmi sophos (bilge) sözcüğüyle ilişkilendirilir. Sisyphos tanrı-ırmak Asopos'a, kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırılmış olduğunu söyler. Zeus'un bu sırrını vermesine karşılık olarak kalesi içinde bir pınarın akıtılmasını sağlar. Bu sırrının verilmesine çok öfkelenen Zeus, ölüm meleği Thanatos'u göndererek Sisyphos’u cehennemde zincire vurmasını ister. Sisyphos, büyük bir kurnazlıkla kendisini zincirlemeye gelen Thanatos'u zincire vurur ve Hades’i tehdit eder. Bu durum hiçbir insanın ölememesine yol açar ve kargaşa yaratır. Bunun üzerine, rakipleri ölmediği için yaptığı savaşlardan keyif alamayan ve canı sıkılan Ares ve Zeus; Thanatos’u zincirlerinden kurtarmak için müdahale eder. Sisyphos Ölüler Ülkesine götürülür ama kaderine katlanmak istemez. Karısından ölmeden önce kendisine cenaze töreni yapmamasını istemiştir. Törensizliği hoş karşılamayan Hades, dinsiz karısını cezalandırması için Sisyphos'un yeryüzüne dönme önerisini kabul eder... Sisyphos, kralı olduğu Korint’e varır ama artık geri dönmeyi reddeder. Sonunda Hermes tarafından Yeraltı Dünyası’na geri götürülür (vikipedia.org, mitoloji info). Berk Yüksel, “Mitolojide Sisyphus’un(Sisifos) Hikâyesi” başlıklı yazısında hikâyeyi aşağıdaki gibi anlatmıştır. Ölüler Ülkesi tanrıları hilekârlığının cezası olarak Sisifos’u büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm ederler. Sisifos tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her zaman elinden kaçmakta ve Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda kalmaktadır. Bu ceza Sisifos’a Nehir Tanrısı Asopus’a kızı Aegina’nın yerini söyleyerek Zeus’un sırrını ifşa ettiği için verilmiştir. Homeros bu durumu şöyle anlatır: "Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde..." Bu cezanın anlamsız veya bitmek tükenmek bilmeyen işler veya bilginin peşinde boşa çaba harcayan bir insanı sembolize ettiği kabul edilir ve İngilizce Sisyphean olarak tanımlanır. Saçmayı ve uyumsuzu anlatan Sisifos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe), Fransız yazar Albert Camus’nün II. Dünya Savaşı ortasında 1942 yılında yayımlanan deneme kitabıdır. Albert Camus’ye göre Sisifos’un kayayı tepeye kadar taşıyıp tam tepeye gelince kayanın geri yuvarlanması halini yani bu kısır döngüyü trajik yapan Sisifos’un her deneyişinin ardından kayanın tekrar düşeceğini bile bile taşı dağın tepesine çıkarmaya gayret etmesidir. Camus Tanrıların bu cezasını aslında “saçma” olarak kabul etmez, en büyük uyumsuz kahraman Sisifos üzerine “saçma”nın farkındalığının tarihsel gelişimini anlatır. Camus, saçmalığa pes etmeyen Sisifos’un içinde bulunduğu cezalandırma durumuna sonsuza kadar çare bulamayacağını bilir. Fakat saçmanın geriletilebileceğinin farkındadır. Bu yüzden "tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter. " der. Albert Camus, insanın yaşamın anlamsızlığına ve tüm baskılarına rağmen direnmek zorunda olduğuna dikkat çeker. Bazı görüşlere göre; eğer Sisyphus yenilir ve acı çekmeye devam ederse bu tanrıların zaferi olur ancak o direniş gösterir ve zafer onun olur. “Ne zaman olacağı belirsiz bir kurtuluş umuduna bel bağlamak yerine, bu işkencenin sonsuza kadar süreceği gerçeğiyle yüzleşen ve bu kaderini kabul edip aşağı inerek taşı tekrar yukarı çıkartmaya başlayan Sisyphus, bir kahramandır artık. Bu boyun eğme değil, başkaldırıdır.” (Berk Yüksel yazısından). Yaşanılan bazı şeyler anlamsız, boş ve “cezalandırma” gibi gelebilir. 7 Haziran 2015 seçim sonuçları karşısında seçimlerin tekrarlanması ve 1 Kasım 2015 seçim sonuçları “cezalandırma” gibi midir? Dün Parlamentoda olan HDP milletvekilleri bugün tutuklanıyor… Oy veren seçmenler mi cezalandırılıyor? 12 Eylül 2010 Anayasa değişiklikleri referanduma götürülerek kabul edilmek suretiyle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlandığı kabul ediliyordu… FETÖ/PDY yapılanmasının darbe teşebbüsü geri püskürtüldükten sonra anlaşıldı ki; yargı bağımsız ve tarafsız değilmiş… Bir zamanlar tutuklama kararları veren ama bugün tutuklanan hâkim ve savcıların sayısı binlerle ifade ediliyor. İfade özgürlüğü için yapılanlar umut vericiydi. 2004 yılında kabul edilen Basın Kanunu ile kabul edilen “basın özgürlüğü” (Madde 3) düzenlemesini hukuk adına sevindirici bir gelişme saydık. Çok geçmedi aynı yıl içinde dört ay sonra Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdi ve herkesin ifade özgürlüğünün cezalandırılması hakkındaki “kanun yolu” açıldı. Bu gün geldiğimiz noktada Türkiye hakkındaki en kötü İlerleme Raporu ortada… Cumhuriyet gazetesi vakıf yöneticileri, avukatları ve yazarlarından on kişi tutuklandı. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay tutuklu ve istatistiklere göre 142 gazeteci cezaevinde. İfade özgürlüğü yeniden hapiste… Dağın tepesine yuvarlanarak zor zahmet çıkarılan kayanın tam tepeye varınca itilerek geriye gönderilmesi cezası, sırları ortaya çıkan Zeus’un öfkesi ise eğer; bütün sırları ortaya dökülenlerin Sisifos’u andıran cezalandırmalarına karşılık kendi gerçeklerimizle yüzleşmek ve kayayı yeniden tepeye taşımak boyun eğme değil, cezaya başkaldırıdır.
0 notes