#türk edebiyatçıları
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tanzimattan Günümüze Edebiyatçılar Ansiklopedisi
Tanzimattan Günümüze Edebiyatçılar Ansiklopedisi Tanzimat dönemi, Türk edebiyatında köklü değişimlerin yaşandığı bir süreçtir. 19. yüzyılın ortalarında başlayan bu dönem, Batı edebiyatı ile olan etkileşimlerin hızlandığı, yeni edebi akımların ve türlerin ortaya çıktığı bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu makalede, Tanzimat’tan günümüze Türk edebiyatında önemli yer tutan edebiyatçıları,…
0 notes
Text
Malazgirt Savaşı'nın Türk Edebiyatına Etkileri
Malazgirt Zaferi, sadece siyasi ve askeri bir dönüm noktası olmakla kalmamış, aynı zamanda Türk edebiyatına da derin izler bırakmıştır. Bu zafer, Türk milletinin gururunu ve birlik duygusunu artırarak, edebiyatçıları etkilemiş ve birçok esere konu olmuştur. Malazgirt Savaşı’nın Türk edebiyatına olan etkilerini şu başlıklar altında inceleyebiliriz: Kahramanlık Destanlarının Doğuşu: Malazgirt…
0 notes
Text
Malazgirt Savaşı'nın Türk Edebiyatına Etkileri
Malazgirt Zaferi, sadece siyasi ve askeri bir dönüm noktası olmakla kalmamış, aynı zamanda Türk edebiyatına da derin izler bırakmıştır. Bu zafer, Türk milletinin gururunu ve birlik duygusunu artırarak, edebiyatçıları etkilemiş ve birçok esere konu olmuştur. Malazgirt Savaşı’nın Türk edebiyatına olan etkilerini şu başlıklar altında inceleyebiliriz: Kahramanlık Destanlarının Doğuşu: Malazgirt…
0 notes
Link
#masumiyet müzesi#mevlana#fuzuli#evliya çelebi#namık kemal#ahmet mithat efendi#tevfik fikret#halide edip adıvar#nazım hikmet#orhan pamuk#türk edebiyatı#ünlü#divan edebiyatı#tazminat dönemi#cumhuriyet dönemi#modern türk şiiri#edebi eserler#halk edebiyatı#mesnevi#leyla ile mecnun#seyahatname#yunus emre
0 notes
Text
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
73 notes
·
View notes
Text
Yazdıkların şiir değilse kalsın
Cennetse sevdan çık dışarı
Solgun ışıklar
Sessiz ağaçlar parklarla
O cümbüş gecesini de tak peşine
Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın…
60 notes
·
View notes
Text
youtube
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal'i anlatıyor.
3 notes
·
View notes
Photo
GÖKYÜZÜ SENİNDİR,GÖKYÜZÜ HERKESİNDİR
#edebiyat#türk edebiyatçıları#türk şair#şair#şiir sokakta#şiir heryerde#nazım hikmet ran#nazım ile piraye#nazımhikmet#nazımolmak#şairler#şairane#şairadam#şiirduvarda#özdemirasaf#turgut uyar#tomris uyar#cemalsureyya#cemal süreya#cemalsureyanindizeleri
13 notes
·
View notes
Text
Herkes geçer diyor. Geçer mi Efendim?
Herkes ne bilir acımı Olric?
Her gün biraz daha acır sonra, biraz daha ve biraz daha. Ama en sonunda ne olur biliyor musun Olric? Geçmez evet geçmez. Geçti sanırsın ama, geçmez... Örneğin, alışverişe çıkarsın bir mağazaya girersin. Öyle bir şarkı çalmaya başlar ki hatırlatır, dağıtır. Geçmez..
0 notes
Quote
Tanesi tenden ince yağmurun söylediği sen kendini incitirsen her şey incinir dene ne kadar ihanet edebilirsin unutmak dediğine kaç yangın gerekir ateşten dile kekeme küle kendini tanımadan ne kadar dayanabilirsin her şeyini bildiğini sandığın belirsizliğe geçici sağanak, dağınık merak şaşkınlığın kullanışlı değil ama kullanılabilir dikkat et kendine daha çok gençsin
Murathan Mungan
#murathan mungan#solak defterler#gence#edebiyat#türk edebiyatı#edebi yazılar#türk edebiyatçıları#edebi alıntı#alıntı#Kitap Alıntıları#kitaplardan alıntılar#literarycitation#literary citation#literary
0 notes
Text
Tanzimat Tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi
Tanzimat Tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Tanzimat Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme çabalarının önemli bir parçası olarak edebiyat alanında da köklü değişikliklere yol açmıştır. Bu dönemde meydana gelen eserler, sadece edebiyat tarihinde değil, aynı zamanda Türk toplumsal yapısında da derin izler bırakmıştır. Tanzimat’tan günümüze Türk edebiyatçıları, bu süreçteki değişimlerin…
0 notes
Text
Yeni nesil Türk edebiyatçıları hımm kimdir bunlar eskinin boşluğunu doldurmak için yaratılmış kopyalar mı yoksa meta ekonomisinin ve tüketim toplumun aynasımıdırlar. Popülizm taklitçilik ve bolca belagat üreterek vitrinleri dolduran vizyonsuz karikatürler- nede olsa hitap ettikleri artık gerçek kitleler değil tamamen doyuma ulaşmış cansız nesnelerdir.
19 notes
·
View notes
Note
ebced hesabı nasıl yapılıyor? tam ifade edemedim galiba kusura bakmayın. elif harfi için 1000 sayısına örneğin sin harfi için 120 tin harfi için 18, te harfi için 800 gibi hesaplar yapılmış ve bunlar birleştirilerek bazı önemli zamanların tarihlerine işaret edilmiş . harflerin böyle sayı karşılıkları nasıl yapılmış onu merak etmiştim
Ben de ebced hesabını bilmiyorum kardeşim. Sizin için güvenilir bir siteden araştırdım.Değerli kardeşimiz,Ebced: Cümel, cifr, sayı sembolizmi.Ebced veya Ebûced, Arap alfabesindeki harflerin kolaylıkla hatırda kalması için düzenlenen bir hârf dizisi ile bu harf dizisinin her birine tekabül eden bir rakam değeri sistemi ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır.Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır. Meselâ İstanbul'un Fetih tarihi için Kur'ân-ı Kerîm'den "Âherûn" kelimesi düşürülmüştür. Bunların toplamı (elif+gayn+ra+vav+nun) = 1+600+200+6+50=857 çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M. 1453) yılı olan fetih tarihidir.Ayrıca şâir Fuzûli, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H. yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdâr" mısraını tarih düşmüştür.Yine Sultan Abdülmecid'in saltanata geçişine de "Bir iki iki delik Abdülmecid oldu Melik" mısrası ile tarih düşmüşlerdir.Bütün hurûf-û hecâ denilen yirmi sekiz harfi içine alan "Ebced harf tertibinde" harflerin sayısal değerleri şöyledir:Ebced: Elif : 1, Ba : 2, Cim:3, Dal:4; Hevvez: He : 5, Vav : 6, Ze : 7; Hutti: Ha : 8, Tı : 9, Ya : 10; Kelemen: Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nun : 50; Se'fes: Sin : 60, Âyn : 70, Fe : 80, Sad : 90; Karaşet: Kaf : 100, Rı : 200, Şın : 300 Te : 400, Sehaz: Se 500, Hı: 600, Zel : 700; Dazığ: Dad : 800, Zı : 900, Ğayın: 1000.Ebced ilmiyle elde edilen bilgilerin değeri:Kur'an-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi kabiliyetine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kur'an'dan okurken, "Benim anladığım ilim kesin doğrudur." diyerek değil de "Ben böyle anlıyorum", şeklinde söylemek gerekir. Çünkü bir gün bu anladığı bilgiler yanlış olursa Haşa Kur'an yanlış olmuş gibi algılanır.Örneğin Kur'an-ı Kerim'de “Üzerinde on dokuz vardır." ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kur'an'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kur'an'ın kesin işareti olarak bakmanın bazı sakıncaları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir." demek gerekir.Ebced hesabı da bunlardan biridir.Yirmi sekiz harften ibaret olan Arap alfabesi, Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar Ebced tertibiyle okunur ve yazılırdı. Abdülmelik bin Mervan zamanında Nasr bin Asım ile Yahyâ bin Ya’mer el-Udvânî’den kurulan bir ekip, Arap alfabesinin harf sırasını değiştirdi ve birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayalı “hurûf-u hecâ” denilen ve bugün kullanılan alfâbeyi oluşturdu. Yazı dilinde bu alfabe kullanılmaya başlandı.Arap harflerinin ebced tertibine göre dizilişinin Hazret-i Âdem’e (as) dayandığı rivâyet edilir. Bu tertip ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bu sayısal değerler âlimler, edebiyatçılar ve şâirler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Şâirler ve edipler, yazdıkları manzum ve mensur eserlerde ebced hesabını da kullanmışlar ve harflere verdikleri rakamsal değerler ile önemli tarihleri kaydetmişler; zaman içinde bu usûl yaygınlaşma ve gelişme istidadı göstermiş; âdetâ Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak olgunlaşmış ve adına da “Ebced Hesabı” veya “Cifir İlmi” denmiştir.Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, bâ, cim, dâl, he, vav, ze, ha, tı, yâ, kef, lâm, mim, nûn, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır. Bu alfabe kolay ezberlensin diye şu formül ile de ifâde edilmiştir: Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes, Karaşet, Sehaz, Dazağ. Bu dizilişe göre Arap alfabesi sayısal değer açısından üçe ayrılmış; İlk dokuz harfe “âhâd” yani “birler” ve birler basamağından değerler verilmiş; ikinci dokuz harfe “âşâr” yani "onlar" denmiş ve onlar basamağından değerler verilmiş; üçüncü on harfe “miât” yani “yüzler” denmiş ve yüzler basamağından değerler verilmiştir.Kur’ân-ı Kerim inmeye başladığında Araplar arasında "ebced hesabı" biliniyordu ve alfabe bilgisi olan şâirler ve edebiyatçılar tarafından da kullanılıyordu. Arap lisanının belâğat, fesâhat ve edebiyat açısından en gelişmiş döneminde nâzil olmaya başlayan ve mu’cize ifâdeleriyle şâirleri ve edebiyatçıları hemen etkisi altına alan Kur’ân-ı Kerim’in; bu lisanı vahiy dili olarak kabul edip, bu lisanın yan bir ürünü diyebileceğimiz "cifir ilmi"ni reddetmesi düşünülemezdi. Esâsen cifir ilmini reddetmesi için geçerli bir sebep de yoktu. Zîra Kur’ân-ı Kerim prensip olarak, insanlığın zararına kullanılmayan her “birikime” kapılarını açan bir İlâhî Kitaptı. Cifir ilmi ise, Arap Lisanının binlerce yıllık birikimini yansıtan bir ürünü idi.Nitekim, edebiyatça, belâgatça, güzel ve şâirâne söz söylemek sanatı bakımından ve bilhassa düpedüz hakîkati ifâde etmesi açısından şâirlerin ve edebiyatçıların gerisinde asla kalmayan ve sözüyle-hakîkatıyla herbir şâiri, edebiyatçıyı ve akıl ehlini hayran bırakan Kur’ân-ı Kerîm’in, âyetlerini cifir ilmine göre muhtelif târihler veren birer anahtar hüviyetinde donatması, mucize oluşunun da bir gereği idi. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (asm)’den günümüze kadar ehil âlimler tarafından, Kur’ân-ı Kerim’in âyet ve kelimelerinden cifir ilmine göre bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabilmiştir.Ancak, bu çalışmayı bu ilme vakıf ehliyetli ulemâ yapabilir. Yoksa, her önüne gelenin bu ilme göre tarih çıkarma girişiminde bulunmasının yanlış ve sıhhatsiz sonuçlara götüreceği açıktır.Meselâ, Osmanlı ulemâsından Molla Câmî, Sebe’ Sûresinin 15. Âyetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibâresinden ebced hesabına göre hicrî 857, milâdî 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul’un Fethinin bu âyetle de müjdelendiğini haber vermiştir.1Meselâ, bir gün Yahûdî âlimlerinden bir kısmı Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda Bakara Sûresinin ve Meryem Sûresinin başlarında bulunan şifreli harflerden cifir ilmine göre tarih çıkararak:“Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti az olacaktır!” demişlerdi.Allah Resûlü (asm) de sâir sûrelerin başlarında bulunan şifreli harfleri cifir ilmine göre yorumlayarak:“Az değil; daha var!” buyurdu.2Cifir ilminin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Cafer-i Sadık (ra), Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi birçok İslâm ulemâsı ile birlikte asrımızda Üstad Bedîüzzaman (ra) tarafından da kullanıldığı ve muhtelif tarihlere, haberlere ve müjdelere işâret edildiği bilinmektedir.3Cifir ilminin tarih boyunca kullanıldığı ve Kur’ân’dan da bu ilme dayanarak bazı tarih, haber ve müjdelerin çıkarıldığı doğrudur; ancak bu ilim, gaybı yalnız ve yalnız Allah’ın bildiği; Allah bildirmediği takdirde hiçbir kulun gaybı bilemeyeceği hakikatine gölge düşürecek şekilde kullanılamaz, kullanılmamıştır ve kullanılması doğru da değildir. Gaybı ancak ve ancak Allah (cc) bilir. Allah (cc) bildirmediği sürece kul gaybı bilmez. Bedîüzzaman Hazretleri (ra) Kur’ân’dan bu çerçevede verdiği haberlerde, “Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez!” hakîkatini hep hatırlatmış; “Gerçek ilim Allah katındaki ilimdir”4 âyetinin rehberliğinde yürümüştür.Netice olarak söylemeliyiz ki: Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah’ın ilminde, irâdesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir ön bilgiye veya tahmine sahip olamaz.Dipnotlar:1. Yazır M.H. Elmalılı Tefsiri, s. 39562. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm: 1/38; Tefsîrü’t-Taberî, 1/71-72; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/22; Şuâlar, s. 613.3. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 63, 101, 1254. Ahkaf Sûresi: 23.Kaynak: Sorularla islamiyet
16 notes
·
View notes
Text
Claude Farrère / Bir karagün dostu
Yüreği hakseverlik ve adalet duygularıyla dolu olan Türk dostu Fransız yazar, Türkiye'nin karanlık günlerinde, haklı davasını Batı'da sonuna kadar savundu.
Fransız edebiyatçıları arasında Lamartine'den sonra Pièrre Loti (1850-1923) ile Claude Farrère (1876-1957) Türkleri Batı'da savunan yakın tarihimizin dost kişileri olarak tanınırlar. Yürekleri hakseverlik ve adalet duygularıyla dolu olan bu iki yazar Türklerin karagünlerinde hep yanlarında oldular. Milletimizi dünya haritasından silmek, ülkemizi parçalamak için adeta söz ve işbirliği yapan Batı dünyasına karşı, dilleriyle, kalemleriyle bir savaş bayrağını dalgalandırdılar. Pièrre Loti 19'uncu yüzyılın son çeyreğinin ilk yıllarında Osmanlı ülkesinde görev yaptı. Kalemiyle, konuşmalarıyla Batılılara karşı milletimizi savunan Pièrre Loti yaşlanınca bu görevi kendisinin yetiştirdiği Claude Farrère'e devretti. Birinci Dünya Savaşı sonunda ülkemiz işgale uğradı. Türk'ün hayatına kasteden planlar acımasızca uygulanırken Pièrre Loti hasta döşeğinde yatmaktaydı. Kalbi vefa dolu Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Pièrre Loti'ye şehit analarının ve eşlerinin gözyaşlarıyla dokudukları bir halı gönderdi. Pièrre Loti'ye bu hediyeyi sunmak üzere Ankara Hükümeti'nin temsilcisi Büyükelçi Ahmet Ferit Bey'in eşi M��fide Ferit Hanım görevlendirildi. Pièrre Loti'yi evinde ziyaret eden sefiremiz, orada Claude Farrère ile karşılaştı. Pièrre Loti'nin Türkleri savunma görevini gözyaşlarıyla Claude Farrère'e devrettiği heyecanlı sahneye tanık oldu. Olayı Müfide Ferit Hanım'ın kaleme aldığı anılarından dinleyelim: "... hasta yatağında, Loti ağlıyor, konuşamıyordu. Claude Farrère onun üstüne titriyor, o da ağlıyordu. Çok heycanlı bir sahne... Bir aralık Pièrre Loti konuşmaya gayret etti. Claude Farrère'e dönerek titrek sesle, 'ben ölüyorum, benden sonra Türkleri sen savunacaksın' dedi. Claude Farrère'den gözyaşlarıyla şu cevabı aldı: 'Yemin ederim. Tekrar yemin ederim. bütün kalbimle savunacağım."
Türkiye'ye 1902 yılında bir teğmen olarak geldi
Claude Farrère, yemininin hakkını veren bir kişi olarak Türklerin kalbine girdi. Gençlik yıllarında Türkiye ve Türkler hakkında kafasına yanlış bilgiler aşılanmış olan Claude Farrère, bir teğmen olarak 1902 yılında Türkiye'ye geldi. Burada iki buçuk yıl görev yaptı. Bu zaman zarfında gerçek bir Türk dostu oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda, karşımızda Fransızların da bulunduğu yıllarda, Claude Farrère'in Paris'in göbeğinde verdiği konferans dikkat çekicidir. Bu konferansta Claude Farrère Fransa'nın kalburüstü kişilerine yüreğinin derinliklerinden gelen gür bir sesle şöyle hitap etti: "Türkler bizim tarihi dostlarımızdır. Cesur, faziletli, yüksek kalpli insanlardır. Dört yüzyıl önce büyük ve muhteşem Türk Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman, İspanyollar tarafından esir edilen Fransız Kralı'nı kurtarmak için harekete geçmiş ve Barbaros kumandasındaki donanmasını İspanya Hükümdarı'nın üzerine göndermiştir. O zamandan beri Fransızlar Türklerden büyük dostluk görmüşlerdir. Ne var ki bu dostluk zaman zaman bozulmuştur. Türklere karşı sevgimiz ve dört yüzyıllık iyi ilişkilerimiz asla sarsılmamalıdır. Türk milleti dünyanın en asil milletlerinden biridir."
Barışı sağlamanın tek yolu milletleri iyi tanımadan geçer
Cephelerde top seslerinin gürlediği, barut kokusundan sınırlarından geçilemeyen Türkiye'nin karanlık günlerinde, Claude Farrère Fransızların günlük gazetesi Figaro'ya şöyle konuşmuştur: "Türkleri niçin severim ve sayarım? Bunun çok sade bir nedeni var. Çünkü ben herkes gibi barışı severim. Barışı sağlamanın tek yolu milletleri iyi tanımadan geçer. Ben Türkleri çok iyi tanıyan bir kişiyim. Türkler benim tanıdığım en dürüst, namuslu, temiz, gönlü yüce bir millettir. Bu pırıl pırıl millet iyi kalpli insanlardan oluşmuştur. Sevgi anlamayı sağlar demiştim. Anlamak da savunmayı gerektirir. Bu açıdan Türkleri savunmam kutsal bir görevdir." Claude Farrère büyük dostluğunu İstanbul düşman altında inlerken, Anadolu'da çetin bir ölüm kalım savaşı sürerken de gösterdi. 1922 yılının Haziran ayında İstanbul'a geldi. Milletimizin maneviyatına katkıda bulunan ziyareti sırasında bütün kültür, basın ve hayır kuruluşlarını dolaştı, konuşmalar yaptı. Anadolu'ya geçerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'yla görüştü. Claude Farrère İstanbul'daki temaslarını İzmit ve Adapazarı'ndaki gözlem ve izlenimlerini bir zafer ışığı olarak Paris'e götürdü. Claude Farrère'in ölümünden sonra geride bıraktığı değerli tablolar, Türk antikaları, kitaplar, belgeler ve diğer eşyaları müzayede yoluyla satıldı. Bu müzayedede onun paramparça olmuş Türkiye'ye ait günlüğü ve anılarını içeren darmadağınık notları da satışa sunuldu. Bu notlara göre Claude Farrère 5 Haziran 1922 sabahı İstanbul Limanı'na "Tadla" vapuruyla gelmiş. İstanbul'un ufkunu süsleyen mahzun minareleri duygulanarak seyretmiş. Kalburüstü kişilerin oluşturduğu bir topluluk tarafından coşkuyla ve adeta bir hükümdar gibi karşılanmış. İstanbul'a geldiğinde ilk götürüldüğü yer Gülhane Parkı olmuş. Farrère parkın girişine asılmış olan Türk Bayrağı'nı saygıyla öpmüş ve Türkçe olarak "Yaşasın Türkiye" diye bağırmış.
Anadolu'ya geçerek Mustafa Kemal Paşa ile görüştü
Bilindiği üzere Claude Farrère İstanbul'da yoğun temaslarda ve görüşmelerde bulundu. İşgal altında bunalmış ve karanlıklar içerisinde yaşayan İstanbul'dan sonra Anadolu'ya geçerek oradaki ışıklı insanları ziyaret etmek istedi. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Claude Farrère'e istediği randevuyu verdi. Gerek İstanbul Hükümeti'yle işgal kumandanlarını, gerekse Batılı devletleri şaşırtan Mustafa Kemal - Claude Farrère görüşmeleri, yerli ve yabancı basında Türkleri lehine derin yankılar uyandırdı. Claude Farrère'in Anadolu'ya geçerek, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesi için Fransız işgal kumandanınca bir harp gemisi hazırlatıldı. Mustafa Kemal Paşa bu Fransız torpidosunun İzmit'e geleceğini Garp Ceplesi Kumandanı'na ve huduttaki askeri birliğe şöyle bildirdi: "18 Haziran Pazar günü Claude Farrère benimle görüşmek üzere bir Fransız torpidosuyla İzmit'e gelecektir. İzmit Körfezi sahilindeki topçu kıtaatının yanlışlıkla torpidoya ateş etmemelerinin emir buyrulmasını rica ederim." Mustafa Kemal Paşa'yla Claude Farrère öğle yemeğini birlikte yediler. Akşama doğru Başkumandan 250 kişilik bir çay ziyafeti verdi. Mustafa Kemal Paşa, toplanan üç bin kişi önünde haksızlığa uğrayan Türklerin bağımsızlık savaşını heyecanlı bir konuşmayla anlattı. Bu tarihi konuşmasına başlarken misafirini şu cümlelerle tanıttı: "Memleketimiz tehlikeli dakikalar yaşarken, milletimiz zulümlere uğramışken, dünyanın bütün adaletsizlikleri üzerimize hücum ederken, bu zulme karşı semalara yükselen yüce bir ses, insancıl bir ses duyuluyordu. Bu sedanın sahibi aramızda bulunduğu için mutlu olduğumuz Claude Farrère'dir. Türkiye ile, Türk halkı ile bu kadar gönüllü ilişkileri olan bir zatın ülkemizi bugün yaşamakta olduğu karagünlerinde ziyaret etmesi büyük anlam taşımaktadır. Claude Farrère Türklerin hakiki ve ciddi bir dostu olduğunu ispat etmiştir. Türk halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşamanın yegane koşulu olarak kabul etmiş bir milletin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır."
Mustafa Kemal Paşa'yı ilk kutlayan Avrupalı
Claude Farrère'i kabul ettiğinde, öğle ve akşam yemeklerinde Mustafa Kemal sivil kostümlüdür. 19 Haziran Pazartesi günü askeri elbisesini giyer. Claude Farrère'le birlikte, lokomotifi çiçeklerle süslenen bir trenle Adapazarı'na giderler. Claude Farrère'in günlük notlarına göre, Mustafa Kemal'in orada üç bin kişilik askeri kıtayı selamlaması ve üç bin kişinin hep birlikte gök gürültüsünü andıran bir sesle "Merhaba Paşam" karşılığını vermesi bir inancın ifadesi, dönüşü olmayan kesin bir kararın yeminidir. Claude Farrère bu gürleyen sesi Türk milletinin kalbinden kopan bir duygu olarak nitelendirmektedir. Claude Farrère büyülenmiş izlenimlerle Adapazarı'ndan İstanbul'a döner. Türklere karşı duygularını yürekten gelen hayranlık ve takdirle yol boyunca tekrarlar: "Türkler dünyanın en faziletli milletlerinden biridir. Bu millete düşman olanlar, ne yazık ki onları tanıyamamış olanlardır." Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü İzmir'e girmiş ve Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştır. Mustafa Kemal'i ilk kutlayan Avrupalı Claude Farrère'dir. Bu zaten Claude Farrère'in tahmin ettiği ve yürekten özlediği bir sonuçtur. Mustafa Kemal Paşa'ya sevinç içinde şu kutlama mektubunu yollar: "Biliyorum ki bu saatte mektup okumaktan başka yapacak çok işleriniz vardır. Zaferinizden duyduğum derin sevinci ve heyecanımı daha ziyade geciktirmek istemem. Biliyorsunuz ki ben Türk kalpliyim. Siz Türklüğü kurtardınız. Yeniden yaşattınız. Benim dilimden ve vasıtamla duyurmak isterim ki bütün Fransa kalp ve ruhu ile sizinle beraberdir. Büyük tehlikelere rağmen İzmit ve Adapazarı'nda yaptığımız görüşmeyi ve dostluğu hatırlarım. Orada gördüğüm askeri birliklerinizin muzaffer olacağından zerrece şüphem yoktu. Zaferiniz umduklarımın üstünde sonuçlanmıştır. Bağlılığımı, muhabbetlerimi ve minnetlerimi sunarım." Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk davasını sonuna kadar savunan ve İstanbul Sultanahmet'te bir caddede adı hâlâ yaşatılan bu büyük Türk dostu, geride birçok eser bırakarak 1957'de Paris'te yaşama gözlerini yumdu. (Taha Toros / Ocak 1995 / Skylife)
0 notes
Text
1986- 1987... Klasikleri az çok okumuş olarak modern Türk Edebiyatını da takip ediyim diye düşünerek, Orhan Pamuk yeni yeni parlıyor, onun “beyaz Kale” kitabını aldım. Alev Alatlı’nın “ İşkenceci” kitabını aldım. İkisini de okuyup bitirip sevmedim. Mehmet Eroğlu’nun “Yarım Kalan Yürüyüş" kitabını sevdim. Benim için biraz da şoktu. Kitapları anlamadım bile. İnatla okudum ama severek okumadım. Çok kitap okuduğunu varsaydığım bir öğretmenim vardı. Son kitapları okuduğumu, anlamadığımı dolayısıyla beğenmediğimi söyledim. Ortaokul öğrencisiyim daha. Öğretmende beni şaşırtan bir cevap verdi.
“ Okuduğun kitaplara karışmak, beğenilerini etkilemek istemem ama söylediğin kitaplara ben şöyle bir baktım bir kaç sayfa, ben de anlamadım. Bunlar yeni burjuva edebiyatçıları, bir elleri yağda bir elleri balda kitap yazıyorlar. Bunlarla vakit kaybetmeni istemem. İyi yazarları sen zaten biliyorsundur.” dedi.
Sonraki yıllarda Orhan Pamuk parladı nobel bile verdiler ama benim dönüp bakasım gelmedi.
Alev Alatlı zaten sistemde ki yerini çok önceden belli etmişti. Asla edebiyatçı saymayacağım bir tip olarak kaldı.
Bu gün tivitırda Alev Alatlı gündem olmuşta ondan girdim konuya.
Özel olarak edebiyat, daha genel olarak sanat sınıfsaldır.
Benim ortaokul öğretmenim bundan 35 yıl önce ruhunu mu okumuştu o gün çok yeni olan bu yazarların?
Hayır sınıfsal kimliklerini tespit etmiş, onları güzelce ait oldukları sınıfla sınıflamıştı. Yani ne oldukları, ne olacakları, ilerde de ne yapacakları hep belliydi.
Sosyalist düşünme şeklinin böyle sıradışı bir güzelliği - özelliği vardır. Başkalarına tesadüfler yığını gibi gelen hayat o insanlar için rahatlıkla öngörülebilir, tesadüflere yer bırakmayan nedensellikler taşır. Çünkü elinde ki şablonlarla neyin ne olduğunu genellikle rahatlıkla anlar.
---
Öğretmenimin bana 35 yıl önce söylediğini tekrar ediyim ben de bu topluma. Ülkenin bunlarla vakit kaybetmesini istemem.
0 notes
Text
“Dön bana ve dinle, kuşlar uçuşuyor içimde.”
Erdem Beyazıt
“Ah beni vursalar bir kuş yerine.”
Sezai Karakoç
“Ve sen kuş olup gidersin.”
Tarık Tufan
“Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin…”
İsmet Özel
“Kuşlar uçarlar uçarlar, insanlar vardı sanır.”
Cahit Zarifoğlu
#erdem bayazıt#sezaikarakoç#tarık tufan#İsmet Özel#cahit zarifoglu#cahit zarifoğlu#şiir#türk edebiyatçıları#edebiyat#şiir alıntıları
50 notes
·
View notes