#son birkaç gün
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ben gelirim, sonra bir kere daha gelirim belki bir kere daha. Gelirim,ama sen bana yaklaşmazsan gelişlerime aldanmadan giderim. Bir daha ne sen gelebilirsin ne de ben...
39 notes
·
View notes
Text
VARİKOSEL - PRO+
Varikosel, erkeklerin testis çevresindeki damarların genişlemesi sonucu ortaya çıkan bir durumdur ve zamanla birçok sağlık sorununa yol açabilir. Bu problemin erken teşhisi ve tedavisi büyük önem taşır. Varikosel tedavisinde en etkili yöntemlerden biri olan varikosel ameliyatı, hastaların yaşam kalitesini artırmakla kalmaz, aynı zamanda çoğu zaman ağrısız bir süreçte gerçekleştirilir. Özellikle İstanbul’daki uzman ekiplerimizle bu süreçte yanınızdayız. Amacımız, varikosel sorunu yaşayan bireylerin en sağlıklı ve konforlu şekilde tedavi edilmesini sağlamak. Varikosel hakkında daha fazla bilgi edinmek ve uygulanacak tedavi yöntemlerini öğrenmek için sizi web sitemize davet ediyoruz.
Varikosel
Varikosel, erkeklerin testislerinin çevresindeki damarların genişlemesi ve şişmesi durumudur. Bu durum, genellikle sol testiste görülür ve sperm sağlığını olumsuz etkileyebilir. Varikosel, özellikle ergenlik döneminde ortaya çıkma eğilimindedir ve birçok erkek için bir sağlık sorunu hâline gelebilir.
Bu damar genişlemeleri, testislerin sıcaklığını artırarak sperm üretimini etkileyebilir. Sperm sayısı ve kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratan varikosel, bazı erkeklerde kısırlık sorunlarına da yol açabilir. Bu nedenle, varikosel tespit edildiğinde, tedavi seçenekleri hakkında bilgi almak önemlidir.
Varikoselin belirtileri arasında testislerde ağırlık hissi, ağrı ve bazen de kısırlık bulunabilir. Bu durumun teşhisi genellikle fiziksel muayene ve ultrason ile yapılmaktadır. Erken teşhis ve uygun tedavi, belirtilerin yönetiminde büyük bir rol oynar.
Özellikle varikosel ameliyatı, bu sorunun çözümünde etkili bir yöntemdir ve çoğunlukla başarılı sonuçlar vermektedir. Ağrısız varikosel ameliyatı yöntemleri, son yıllarda gelişmiş teknoloji sayesinde daha az invaziv ve hızlı iyileşme süreçleri sunmaktadır.
Varikosel Ameliyatı
Varikosel ameliyatı, varikosel hastalığının tedavi edilmesi için uygulanan cerrahi bir prosedürdür. Varikosel, testislerdeki damarların genişlemesiyle gerçekleşen bir durumdur ve genellikle ergenlik dönemlerinde ortaya çıkar. Bu durum, erkeklerde kısırlık ve testis ağrısına yol açabileceği için tedavi edilmesi önemlidir.
Ameliyat genellikle genel anestezi altında gerçekleştirilir ve hastanın durumu göz önünde bulundurularak seçilen teknikler arasında klasik açık cerrahi, laparoskopik cerrahi veya mikrocerrahi yöntemler olabilir. Her yöntem, kendine özgü avantajlar ve dezavantajlar sunar. Örneğin, mikrocerrahi yöntem, hem minimal invaziv olma özelliği hem de daha az komplikasyon riski nedeniyle sıklıkla tercih edilir.
Varikosel ameliyatı sonrası iyileşme süreci genellikle hızlıdır ve çoğu hasta birkaç gün içinde normal aktivitelerine dönebilir. Bununla birlikte, ameliyat sonrası ilk birkaç hafta içinde fiziksel aktivitelerden kaçınılması önerilir. Bu süreçte, doktorun önerilerine uyulması önemlidir.
Ameliyatın başarı oranı oldukça yüksektir ve hastaların çoğu, tedavi sonrası belirtilerde belirgin bir iyileşme yaşar. Dolayısıyla, varikosel tedavisi için cerrahi müdahale, çoğu hasta için etkili bir seçenek olarak öne çıkmaktadır.
Varikosel Nedir?
Varikosel nedir diye soruluyorsa eğer testislerin kan damarlarının genişlemesi sonucu oluşan bir durumu ifade eder. Bu durum genellikle sol taraf testislerinde daha sık görülür. Varikosel, testislerde kan dolaşımının bozulmasına neden olur ve bu da çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir.
Varikoselin belirtileri arasında testislerde ağrı veya rahatsızlık, skrotumda şişlik ve bazı durumlarda kısırlık yer alabilir. Bu nedenle, erkek sağlığı açısından önemli bir sorun olarak kabul edilmektedir. Erken tanı ve tedavi, varikoselin olumsuz etkilerini azaltmada kritik bir rol oynamaktadır.
Genişlemiş damarlara sahip varikosel hastaları, genellikle testislerdeki kan filtreleme işleminin etkisiz hale gelmesi sebebiyle hormonal dengesizlikler ve sperm üretiminde azalma yaşayabilirler. Bu durum, erkeklerde kısırlık riskini artırmaktadır.
Varikosel tedavisi genellikle cerrahi müdahale gerektirse de, günümüzde ağrısız varikosel ameliyatı gibi daha modern yöntemler de mevcuttur. Bu tür ameliyatlar, hastaların daha hızlı iyileşmesini ve günlük yaşamlarına daha çabuk dönebilmesini sağlar.
Ağrısız Varikosel Ameliyatı
Ağrısız varikosel ameliyatı, hastaların konforunu ön planda tutarak gerçekleştirilen modern bir cerrahi yöntemdir. Bu yöntemle, varikosel yani testis çevresindeki damarların genişlemesi, minimal invaziv teknikler kullanılarak tedavi edilir. Ameliyat sürecinde kullanılan lokal anestezi, hastaların herhangi bir ağrı hissetmeden işlemin tamamlanmasını sağlar.
Bu tür bir ameliyatın en büyük avantajlarından biri, hasta iyileşme sürecinin hızlandırılmasıdır. Hastalar genellikle hastaneden aynı gün çıkabilir ve günlük aktivitelerine hızlı bir şekilde dönebilirler. Ağrısız varikosel ameliyatı sonrası hastalar, geleneksel cerrahi yöntemlere göre daha az rahatsızlık hissederler.
Ayrıca, bu yöntemle gerçekleştirilen varikosel ameliyatı, daha düşük komplikasyon riski ve daha estetik bir sonuç sunar. Ameliyat sonrasında oluşabilecek morluk ve şişlik, geleneksel yöntemlere göre belirgin şekilde azalır.
Ağrısız varikosel ameliyatı, hem erkeklerin üreme sağlığı hem de genel yaşam kalitesi açısından önemli bir tedavi alternatifi olarak öne çıkmaktadır. İstanbul'da bu yöntemle yapılan varikosel ameliyatlarına ilgi oldukça fazladır ve kaliteli sağlık hizmetleri sunan birçok hastane bulunmaktadır.
Varikosel Ameliyatı İstanbul
İstanbul'da varikosel tedavisi, günümüzde gelişmiş tıbbi tekniklerle gerçekleştirilmektedir. Varikosel ameliyatını yapan uzmanlar, hastaların ihtiyaçlarını dikkate alarak en uygun tedavi yöntemini belirlemektedir. Ağrısız varikosel ameliyatı, hastaların iyileşme sürecini hızlandırırken, aynı zamanda konforlu bir deneyim sunmaktadır.
Varikosel ameliyatı İstanbul birçok sağlık kuruluşunda, modern teknoloji ve ekipmanlarla yapılmaktadır. Bu sayede, hem ameliyat süreci hem de sonrası oldukça rahat geçmektedir. Varikosel nedir sorusunun cevabını anlamak, tedavi sürecinin başlangıcında hastaların bilinçlenmesine yardımcı olmaktadır.
Uzman doktorlarla birlikte gerçekleştirilen varikosel ameliyatı, hastaların genel sağlık durumları göz önünde bulundurularak planlanmaktadır. Böylece, olası komplikasyonların önüne geçilmektedir. İstanbul’da bunun yanı sıra, hastaların ameliyat sonrası bakım süreçleri de titizlikle yürütülmektedir.
İstanbul'da varikosel ameliyatı yaptırmak isteyen hastaların, uzman hekimler ve kaliteli sağlık hizmetleri ile desteklendiği bir ortamda tedavi olmaları mümkündür. Bu durum, hem tedavi sürecinin başarısını artırmakta hem de hastaların memnuniyetini sağlamaktadır.
772 notes
·
View notes
Text
PROFESYONELYARABAKİMİ - GOLD
Vakum Yardımlı Kapatma (VAC) tedavisini anlamak, yara bakımındaki öneminin anlaşılması açısından önemlidir. Negatif basınçlı yara tedavisi olarak da bilinen VAC terapisi, yara bölgesine kontrollü negatif basınç uygulanmasını içerir ve bir dizi sistematik adım yoluyla iyileşmeyi destekler. Bu süreç tipik olarak yara kalıntılarının uzaklaştırılmasıyla başlar, bunu enfeksiyon kontrolü, anjiyogenezin uyarılması, granülasyon dokusunun oluşumu, yara kontraksiyonu ve son olarak yaranın olgunlaşması takip eder. Vakum tedavisi, özellikle gecikmiş iyileşme gösteren veya tekrarlama eğilimi gösteren yaralar için yararlı olan modern bir yara bakım tedavisi olarak kabul edilir.
VAC tedavisinin yara iyileşmesindeki faydaları oldukça büyüktür ve bu teknik tedavi gören hastalara çok sayıda avantaj sunar. Önemli faydalardan biri, sürekli yara yönetimi ve bakımına olanak tanıyan VAC tedavisinin sürekli doğasıdır. Negatif basıncın ve drenaj sisteminin günler veya haftalar boyunca sürekli uygulanması, yara ortamının iyileşme ve doku yenilenmesi için ideal kalmasını sağlar. Ek olarak, VAC tedavisi Batı ülkelerinde 1997'den bu yana yaygın olarak kullanılmakta olup yara bakımı yönetiminde etkinliğini ve olumlu sonuçlarını göstermektedir. Terapinin diyabetik ayak yaraları, bası yaraları, yanıklar, travmatik yaralar ve cerrahi yaralanmalar dahil olmak üzere çeşitli yara türlerini ele alma yeteneği, onun çok yönlülüğünü ve etkinliğini daha da vurgulamaktadır.
Kocaeli yara bakımı, farklı yara türlerine kadar uzanır ve çeşitli klinik senaryolarda çok yönlülüğünü ve hizmetini gösterir. VAC tedavisi süresi, yara tipi, boyutu, durumu ve iyileşme süreci gibi faktörlere bağlı olarak değişebilir ve optimal yara iyileşmesini desteklemek için genellikle birkaç gün sürer. Yara enfeksiyonu kontrolüne, doku iyileşmesine ve diğer kritik faktörlere odaklanan VAC tedavisi, genel yara iyileşme sürecini iyileştirmede ve hasta sonuçlarını iyileştirmede önemli bir rol oynar. Yara bakımına yönelik bu yenilikçi yaklaşım, hasta bakımını optimize etmek ve daha iyi yara iyileşmesi sonuçlarını teşvik etmek için VAC terapisi gibi ileri tekniklerin klinik uygulamaya entegre edilmesinin önemini vurgulamaktadır.
461 notes
·
View notes
Text
Deniz dalgalı, şehir ise sessizdi. Bütün tüccarlar dükkanları çoktan kapatmış, dışarıda sadece hırsızlar, fahişeler ve evsizler kalmıştı. Şehir her ne kadar sessiz ve karanlık olsa da bu söylenenlerin dışında olan tek bir yer vardı. Şehrin hanı olan DAveram. DAveram'ın içi sesten geçilmiyordu ki sadece ses değildi problem. Herkes sarhoştu ve bu sarhoşlardan faydalanmak isteyen fahişeler ile hırsızlar da olay yerine yakınlardı. DAveram şehirdeki tek han ve tek eğlenilecek yerdi. Bu yüzden de herkesin ortak noktalarından biriydi. Hanın sahibi Etienne Delcroix illa ki handa olur ve her gün mütemadiyen çıkan kavgaları sakinleştirmek için hazır ol da beklerdi. Etienne Delcroix'in Kral Ephilianus Ravelin ile arası oldukça iyiydi ve bu da onu konumunda tutmaya yeterken, aynı zamanda elini güçlendiriyordu. Han sıradan bir günmüş gibi sarhoşların kavgalarına ve kusmalarına şahitlik ederken, kimileriyse mutluluktan içiyor ve resmen deliler gibi eğleniyorlardı. Sadece içerek de eğlenmiyorlardı, handa çalışan soytarı Sven Sibley'de handaki kimseleri eğlendirmek konusunda, özellikle de sarhoş kimseleri eğlendirmek konusunda son derece başarılıydı. Handa adım atılacak yer yoktu ve her masada bir kız dans ediyor, erkekler ceplerinde bulunan son birkaç bronzu da kızların göğüslerinin arasına atma yarışması yapıyorlardı. Kavga yok denecek kadar azalmıştı ve bu hem içeride kendi halinde eğlenen halk için hem de Etienne Delcroix için çok iyi bir haberdi. Saniyeler saniyeleri, dakikalar dakikaları ve saatler saatleri kovaladı. Bronzu bitenler handan yaka paça kovuluyor, parası bittiğini bilen kimseler ise kendi istekleriyle DAveram'ı terk ediyordu. Kısacası artık gecenin ilerleyen saatleriydi ve müdavim sayılacak zenginler kalmıştı handa. Hanın çalışanlarından biri olan Viola Velin masaları temizliyor, Sven Sibley ise insanları güldürmeye devam ediyordu. Birkaç dakika içinde hanın kapısı açıldı ve içeri bir yabancı girdi. Üzerinde simsiyah bir pelerin vardı ve yüzü seçilemeyecek kadar az gözüküyordu. Yabancıyı ilk fark eden kişi Viola oldu ve ilk işi Etienne Delcroix'in yanına gitmek oldu.
"İçeriye giren adam da kim?"
Etienne baştan aşağı süzdü yabancıyı fakat yüzü seçilmiyordu.
"Gecesini güzelleştirmeye gelen herhangi biri." dedi fakat kendinden çok da emin değildi.
Viola omuz silkti. Yabancının hana eğlenmek veya bir şeyler içmek için gelmediğini düşünüyordu. Viola'ya göre yabancı buraya bir amaç için gelmişti. Zaten kıyafetlerinden ve davranışlarından bu kolaylıkla anlaşılıyordu. Viola bir kez daha döndü ve sildiği bira bardağını masaya koydu.
"Gidip konuşmaya ne dersin?" diye sordu fakat Etienne çok da oralı olmamıştı. Viola bu duruma sinirleniyor, aynı zamanda içini garip bir korku da kaplıyordu. Yabancı etrafını iyice kontrol ettikten sonra Etienne ve Viola'nın olduğu yere geldi.
"Bira," dedi fakat onlara bakmıyordu.
Viola gözlerini dikkatli bir şekilde Etienne çevirdi ve ne yapacağına baktı. Etienne sakince temiz bir bardağa bira koyup yabancıya uzattı. Yabancı arkasını dönüp birayla dolu bardağı kavradı ve tekrardan eğlenen insanlara döndü ve onları izlemeye devam etti.
"Birini arıyorum," dedi yabancı. Eğlenenleri izlemeye devam ediyor ve birasını yudumluyordu.
Etienne ilk olarak Viola'ya bir bakış attı, ardından tekrardan yabancıya dönerek, "Burada kimseyle ilgili bilgi veremiyoruz bayım," diye yanıtladı yabancıyı. "Kusura bakmayın."
Viola hemen gözlerini yabancıya dikti ve tepkilerini ölçmeyi denedi fakat yabancı ne bir tepki veriyordu ne de herhangi bir şey yapıyordu. Beş, on saniye kadar hiçbir şey demeden öylece eşrafı izlemeye devam etti. En sonunda buz gibi birasından bir yudum daha aldı.
"Irkınızdan birini arıyorum," dedi yabancı ve sesini bir nebze de olsa yükseltti. "Bir insan."
Etienne adamın söylediklerini pür dikkat dinliyor aynı zamanda Viola'yla birbirlerine bakıyorlardı. Artık sadece Viola'nın değil, Etienne'nin de içini huzursuzluk kaplamışt��. Yabancı ortamda oluşan sessizlikten sonra masaya doğru döndü ve birasını masanın üzerine koydu. Birkaç saniye kadar bekledikten sonra gözünü Etienne dikti. Etienne'nin derisi buz kesmişti.
"On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insan," dedi ve gözlerini hiçbir koşulda Etienne'den ayırmadan devam etti. "Windripcliff'te olduğunu duydum."
Etienne iyice ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Viola bu durumu en hızlı şekilde fark etti ve sözü devraldı.
"Yüzlerce kıza ev sahipliği yapıyor şehrimiz," dedi ve bunları derken sakin kalmaya çalıştı. "Kral Ephilianus Ravelin son derece halkına düşkündür. Erkekler ve kadınları asla ama asla ayırmaz. Hem ayırsa da eminim ki kadınların hakları erkeklerden daha iyi olur."
Yabancı kafasını Viola'ya doğru çevirdi ama ona bakmak yerine boşluğa bakmayı seçti.
"Kralının düşünceleri ile ilgilenmiyorum," dedi yabancı ve bunları söylerken sesini bir nebze yükseltti. "Kızı arıyorum."
Viola terslenmesinin verdiği şaşkınlığı yaşarken arkadan gürültülü bir şekilde Sven Sibley sohbete dahil oldu.
"Şuradaki pembe elbiseli kısrağı gördün mü?" diye hanın arka sıralarında oturan kızı gösterdi Viola'ya. "Esprilerim karşısında sütü daha yeni sağılmış bir ineğin memeleri gibiydi memelerinin ucu."
Viola normal şartlarda bu esprilere güler eğlenirdi fakat gülümsemek yerine kafasını yabancıya geri çevirdi ve tam o sırada Sven ortamdaki soğukluğu hissetti. Hayatı boyunca hiç gülmeyen bir cüceyi bile güldürebilecek birisiydi Sven ve bu yeteneğe sahip olduğunun farkındaydı. Bu yüzden şansını denemek istedi ve gözlerini yabancının üzerine dikti.
"Çok şanslısın çünkü bu içkiyi her yerde içemezsin. Bu içki için annemi birkaç defa tokatlamışlığım bile var. Babamı dört tane kırma orospu çocuğu ile aldattığı için değil, Etienne'in içkisini alıp o orospu çocuklarına sattığı için!" diye sesini yükseltti Sven. "Her şeye rağmen anne, satsan da satılmıyor diye bir söz var ama bu benim için geçerli değil. Geçen hafta onu yaşlı bir ibneye kırk gümüş karşılığında satıp biraları tutacağımız yeni variller aldık. Babam zaten bir cadı tarafından büyülendi ya da iyice kafayı yedi. Annemi nedendir bilmem evde duran askılıklardan biri sanıyor."
Sven anlatmaya devam ederken yabancının suratı bir nebze bile gülmedi. Konunun düşündüğünden çok daha ciddi olduğunu o an iyice kavradı Sven fakat iş işten geçmişti.
Yabancı birasını tekrardan eline alıp Sven'e döndü, "On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insanı arıyorum," diye yineledi sorusunu. "Gördün mü?"
"Burası Windripcliff. Birçok genç kız var ve bazılarının saçları da kızıl."
"Saçları ateşte kavrulmuş gibi kızıl ve normal bir kızdan daha uzun boyda."
"İsmini bilmiyor musunuz?" diye araya girdi Etienne ve yabancıya pür dikkat bakmaya devam etti. "Normal şartlarda yardımcı olamayız ama istisna olabilir."
Yabancı elindeki biradan bir yudum daha aldı ve kafasını salladı aheste aheste.
"Ilgım," diye yanıt verdi Etienne'e. "Kızıl Cadı."
Sadece Etienne değil, sohbetteki herkes böyle bir ismi ilk kez duyuyor gibiydiler.
"Windripcliff'e özgü bir isim olduğunu sanmıyorum," dedi Viola. "Çevre şehirlerde de olduğunu sanmıyorum ama yine de bakmanızı öneririm. Kim bilir belki de bilen birileri karşınıza çıkar."
Yabancı kafasını salladıktan sonra birasını masaya geri bıraktı ve ayağa kalktı. Birkaç saniye boyunca üstünü temizledikten sonra cebinden tek bir gümüş çıkardı ve Viola'ya uzattı.
"Bira iki bronz," dedi Viola. "Bu fazla."
Yabancı, Viola'nın almadığı gümüşü masaya koydu ve, "Bugün gümüş, yarın çelik," dedi. Savaşı kastediyordu ve ortamdaki herkes bu iğnelemeyi anlamıştı. Viola cevap vermek istese de bir türlü kelimeler ağzından çıkmıyordu.
Sven'in ise kaşları çatıldı ve handa halen kendilerine yardımcı olabilecek kadar insan olduğu aklına geldi. En fazla ne olabilirdi ki?
"Burada bizi tehdit etmen için hiçbir sebep yok dostum," dedi ve vücudunu dikleştirdi. "Nerede olduğunun farkına var."
Yabancı duraksadı. Yavaşça yüzünü Sven'e doğru döndü ve baştan aşağı süzdü. Sven hala dik duruyor ve kendine güveniyordu fakat yabacının da kendine olan güveni bariz şekilde ortadaydı. Yabancı birkaç saniye kadar daha bakındıktan sonra Sven'e doğru bir adım daha attı ve o adımı atar atmaz yabancının kokusunu aldı Sven. Buram buram kokan bir nane vardı ve bu genelde elfler de oluyordu fakat ne bir elf kadar uzun ne de bir elf kadar teni sarıydı. Yabancı iyice Sven'e yaklaştı ve gözlerini gözlerine dikti. Ortalık karışabilirdi ve bu istenecek son şeylerden biriydi. Bu yüzden Etienne hızlı şekilde aralarına girdi.
"Lütfen yapmayın," dedi Etienne aceleyle. "Biranız bu seferlik bizden olsun beyim."
Yabancı üzerindeki pelerini düzeltti ve tam gitmeye hazırlanırken içeri bir kişi daha girdi. Sapsarı saçları ve kalçasına kadar uzanan yırtmacıyla bütün gözler kendisine dönmüştü. İçeri giren kişi Jeanne Magseric'ten başkası değildi.
"Fare kokusu alamayacağım bir içkin varsa çok iyi olur Etienne," dedi Jeanne. "İçtikten sonra kusmak istemiyorum."
"Biralarımız her zaman olduğu gibi tertemiz ve buz gibi Jeanne," diye cevap verdi Etienne ama aklı yabancıdaydı. "Hemen getiriyorum."
"Elfler yine bir şeyler karıştırıyorlar ama anlayamadım," dedi Jeanne ve etrafına bakındı. "Birkaç saat önce ormanı ateşe vermişler. Mecia ve Jocelyne büyü güçlerini kullanarak bile zor söndürmüşler yangını."
Yabancı Jeanne'nın dediklerine kulak misafiri oluyor ve pür dikkat dinliyordu fakat bunu Viola fark etmişti.
"Birini ya da birilerini arıyorlarmış galiba," dedi Sven ve Viola'ya bakındı. "Umarım çevremizde bir elf ajanı yoktur."
Viola iyice şüphelenmeye başlamıştı ve daha fazla dayanamayıp yabancıya doğru bir adım attı.
"Umarım bir elf değilsindir," diye fısıldadı. "Yoksa askerleri çağırmak zorunda kalırım."
Yabancı birkaç saniye kadar tepkisiz kaldığı bu yarım yamalak ithama karşılık olarak Viola'ya döndü.
"Elf değilim," dedi ve üstündeki pelerini çıkardı. Viola resmen olduğu yerde kalakalmıştı. "Kızın nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye tekrardan sordu yabancı.
Viola'nın karşısında duran yabancı Vika'ydı. Elflerin insan generali! Jeanne tutuk bir şekilde ayağa kalktı ve Vika'ya baktı. Viola'nın ise resmen donakalmıştı.
"Askerler dışarıda fink atıyor," dedi ve geri geri adımlar attı. "Yanlış bir şey yaparsan buradan canlı çıkamazsın."
Bunu duyan Etienne ve Sven hızlıca arkalarını dönüp Vika'ya baktılar. Sven'in resmen nefesi kesilmişti çünkü demin diklendiği adam Cadı Avcısıydı.
"Askerleriniz buraya gelene kadar ölmüş olursunuz," dedi Vika. "Kızın Windripcliff'te olduğuna dair haberler aldık. Buradaysa ve yerini söylemiyorsanız kaderiniz çok uzun yazılmamış olacak."
"Söylediğin kızın kim olduğunu dahi bilmiyoruz. Söylediğin isim yurdumuzda kullanılan bir isim değil," diye cevap verdi Sven. İçinde korku ve bir o kadar da pişmanlık vardı. "Burada olsa emin ol bilirdik."
"Kız buraya gelecek olur ve haberimiz olmazsa sizin için geliriz," dedi ve gözlerini Etienne çevirdi. "Aileleriniz var ve onlarla ilgili her şeyi biliyoruz."
Sven ve Etienne buz kesmişçesine duruyor, Viola ve Jeanne ise korku dolu bakışlarla dinliyorlardı Vika'yı. Cadı avcısı pelerini tekrardan üzerine aldı ve kendinden emin bir şekilde handan yürüyerek çıkıp gitti. Vika'nın çıktığını görür görmez Viola ilk bulduğu sandalyeye oturdu ve derin derin nefesler almaya başladı.
"Bu adamı tanıyorum ama tam olarak kim bilmiyorum," dedi ve diğerlerine bakındı Jeanne. "Neden bir kız arıyor?"
"Elflerin insan generali," dedi Etienne donuk bir sesle. "Hain olan."
"Elf değil ki," diye araya girdi Jeanne. Kafasında oluşan soru işaretlerini herkes yüzünden okudu. "Elfler bir insanı nasıl general yaparlar?"
Etienne kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı ama sanki aldığı nefesler ona iyi gelmiyormuş gibi hissetti.
"Gadanfar kalesi kuşatmasında orada olan bir çocuk olduğunu söylüyorlar." dedi Etieene ve Jeanne'e döndü. "Kralın en büyük çocuğu Asgeies Ravelin'in ilk savaşıydı ve şehirde birçok elf olduğu söyleniyordu. Asgeies ise onları temizlemek için şehire gitti ve elfleri tek tek öldürdü ama orada yaşayan insanlar birlikte yaşadıkları elflere ihanet etmedi ve Asgeies Ravelin'e karşı savaştılar fakat başaramadılar. Asgeies Ravelin orada bulunan isyan etmiş veya etmemiş bütün insanları aynı elfler gibi yok etti ve bu insanların arasında Vika'nın ailesi de vardı. Anlatılanlara göre Vika yıkılmış bir evin içine girmiş ve orada hayatta kalmayı başarmış tek kişiydi. Tabi günler geçmiş ve elfler olay yerine gelmişlerdi ama Asgeies'in ordusu çoktan Windripcliff'e geri dönmüştü. Asgeis ve ordusu Windripcliff''te eğlenmeye devam ederken, elfler araziyi normal askerlere aratmak yerine büyücüleri kullanmışlar ve Salihn Wynmenor'un büyü güçleri sayesinde az daha susuzluktan ölecek olan Vika'yı bulup onu Selu Quessir'e götürmüşler. Ne ismini söyleyebiliyormuş ne de herhangi bir şey anlatabiliyormuş. Altı yaşında bir erkek olduğu ve elflerle iç içe yaşamaya alışık olduğu için onu bir elf gibi yetiştirmeye başlamışlar. İsmini nedendir bilinmez ama manası 'Erkek Cadı' olan Vika koymuşlar. Elfler Vika'yı bir asker olarak yetiştirmeye başlamışlar ama bu kadar iyi bir asker olacağını muhtemelen Selu Quessir'de bulunan en iyi büyücüler bile tahmin edememiştir. Henüz on yedi yaşındayken Valenvers savaşında elflere önderlik etmiş ve savaşı kazandırmıştı. Orada bulunan bütün erkekleri, kadınları, çocukları hatta ve hatta bebekleri bile yaktırdı. İnsanlara karşı büyük bir nefret duyuyordu ve bu nefret onun içindeki güçü her geçen gün büyütüyordu. Vika yirmi yaşına bastığı günden on üç gün sonra elf generali Arathorn Normaer öldü ve elflerin Yüksek Kralı Flandryn tarafından general ilan edildi. Birçok elf bu kararı büyük bir risk olarak gördü ve bu kararın değişmesini istedi ama aldıkları bu riskli karar onları resmen en alttan en yükseğe taşıdı. Kılıç tutmayı bile bilmeyen elfleri ölümcül birer savaşçıya çevirdi ve saygı kazanmaya başladı. Elfler generallerini iyice benimsemeye başladılar ve bu durumdan elf soyluları da oldukça memnundu ki bundan bir sene sonra elf köylerinde yaşayan bütün insanları toplamaya başladı. Topladığı insanları tek tek Selu Quessir'e getiriyor ve teker teker hepsini yakıyordu. Ne yaşlı ne de bebek dinliyordu. Elflere göre Vika; Tanrıların elflere olan büyük bir mucizesiydi. Vika ise bu tanrı anlatımlarına inanmıyor ve insanlardan intikam almaya devam ediyordu. Bir sonraki adresi Tivl Edhil oldu. Tivl Edhil'de yaşayan herkesi tek tek yakmış ve orada yaşayan elfleri de insanlarla yaşıyor diye kulaklarının sivri bölümlerini kestirip insanlara benzemelerini sağlamış. Hem elfler hem de insanlar için büyük bir boşluktu Tivl Edhil. Orada ölen kırk beş bebek o kadar çok ağlamışlar ki ateş bile buna dayanamayıp sönmüş ama ateş tekrardan yakılmış ve her şey kaldığı yerden devam etmiş. Anlatılanlar doğruysa yakılan bebeklerin çığlıkları halen daha Tivl Edhil'de duyabiliyormuş. Şimdiyse başka bir kız aradığını söylüyor ve muhtemelen insanlık için çok ama çok önemli biri o kız. Her ne olursa olsun kızı bulmamalı."
Etienne uzun uzun anlattıktan sonra, "Sonuç olarak bir cadı arıyor değil mi?" diye sordu Viola ama kimseye bir cevap şansı vermeden devam etti. "Belki de hiçbir zaman bulamaz ve mutlu mesut yaşamaya devam ederiz. Hem aradığı kız gerçek bir cadıysa ve onu öldürse bile kendisine musallat olacağını kesinlikle biliyordur. Binlerce sene sonra bile onu arayacak, bulacak ve intikamını alacaktır. Bir cadının musallat olduğu herhangi bir ruh olacak ve bundan asla kurtulamayacak. Bu yüzden onu öldürüp öldürmeme konusunda çok ama çok dikkatli düşünmesi gerektiğinin farkındadır. Şimdilik cadı avcısı o olabilir ama ileride cadının avı olacağından hiçbir şüphem yok."
#Witch#Witches#Wicca#Witchcraft#Witchblr#Pagan#Gothic#Dark#Art#Painting#Artists On Tumblr#Illustration#Aesthetic#Kitap#Alıntı#Edebiyat
250 notes
·
View notes
Text
"Bir roman okumuştum Nilay. Bundan yıllar önce. Şimdi adını hatırlamıyorum. Romanın kahramanı bir polisiye yazarı. Dünyaca meşhur ve Nobel ödüllü bir yazar. İmza günleri düzenleniyor ve önünde binlerce kişilik bir kuyruk oluşuyor. Kitaplarını imzalaması için yazar adına iki günlük bir organizasyon gerçekleştirmişler. Yazar, önüne konan her kitaba bir paragraf yazıyor, altına da tarihi ve tam olarak saati kaydediyor. İki gün boyunca yüzlerce kitabın ilk sayfalarını bu şekilde doldurup ortadan kayboluyor. Ancak yazdığı paragraflar, ilk bakışta son derece anlamsız görünseler de, hayranlar kulübünden birkaç kişinin fark etmesiyle anlam kazanıyor. Çünkü paragraflar birbirini takip ediyor. Yazarın son romanını imzaladığı kitaplara parça parça yazdığı ortaya çıkıyor. Gazetelere ilanlar veriliyor, televizyon haberlerine konu oluyor. imza günlerine katılmış herkes bir araya getiriliyor. Ancak romanın sonu yok. Yazar da ortada yok. Herkes merak ediyor. Çünkü bütün roman bir katil ve bir kurban üzerine. Adlan bilinmiyor. Ama romanda bütün ayrıntısıyla katilin kurbanı neden öldürmesi gerektiği anlatılıyor. Hayranları bu bilinmezlik içinde deliye dönüyor. En sonunda yazarın nereye saklandığını buluyor ve adresini öğreniyorlar. Eve girdiklerinde duvarlarda sprey boyayla yazılmış paragraflar görüyorlar. İlk gördükleri paragrafta şöyle diyor: "Kalabalık bir grup eve girdi. Kapıyı açık bulduklarına bile şaşırmadılar, tek şaşırdıkları duvardaki yazılardı... " Biraz daha ilerliyor ve evin ikinci katına çıkıyorlar. Kapalı bir kapının üzerindeyse şöyle yazıyor: "Sadece öğrenmek istiyorlardı. Katilin ve kurbanın kim olduğunu öğrenmek istiyorlardı. Ağızlarından salyalar, avuçlarından terler akıyordu. Bütün bakışlar ve düşüncelerin kaygan olduğu bir koridorun sonundaki kapıyı açtılar... " Kalabalık büyük bir heyecanla üzerinde yazı olan kapıyı açıyor ve yazarı kendini vurmuş olarak buluyorlar. Ölü yazarın kapaklanmış olduğu çalışma masasının dayandığı duvarda, "Kurban da, katil de benim. Hepsi benim..." yazıyor.
102 notes
·
View notes
Text
Üvey Amcam Beni Bozdu! (Merve 20 Y., İstanbul)
Selam, adım Merve. 20 yaşında, üniversite öğrencisiyim. Siyah saçlı, beyaz tenli, 1.65 boyunda, beni gören tüm erkeklerin 31'lerini süsleyen, kendimi çok güzel bulan biriyim. Anlatacağım hikaye bundan 4 sene önce, yani ben 16 yaşımdayken yaşandı. O zamanlar okuldaki bütün erkekler benim peşimden koşardı. Bense Mert diye bir çocuktan hoşlanırdım. Tüm erkekler Mert'i kıskanırdı. Herkes onun yerinde olmak için neler vermezdi neler. Bense Merte'e daha fazlası için izin vermiyor, sadece bacaklarımı ellemesine ses çıkartmıyordum.
Bir cuma günü okul çıkışı eve döndüm. Şevket amcam bize ziyarete gelmişti. Şevket amcam aslında öz amcam değildi. Babamın çok uzaktan kuzeniydi, ama daha bebek iken öksüz kalınca babanem ona sahip çıkmış ve babamla birlikte büyümüşlerdi. Ama öz amcamdan farkı yoktur, zaten üvey olduğunu da çok sonradan öğrenmiştim. Biz İstanbul'da yaşıyorduk, o da Bursa'da yaşıyordu. Kendisi özel bir okulda biyoloji öğretmeniydi. Haftasonu ziyareti için bize gelmişti. Ailece hep birlikte yemek yedikten sonra konu benim derslerimden açıldı. Son yazılılarımdan kötü not almıştım. Bunu duyan amcam da babama, "Dur o zaman, iki gün buradayım, Merve'yi biraz çalıştırayım!" dedi. Ben ses çıkarmadım, hem ikinci yazılılar da yaklaşıyordu, iyi olur diye düşündüm.
Yatma vakti gelince, amcam için salondaki koltuğu açıp yatak haline getirdim, çarşafını da serip odama geçip yattım. Gece bir ara uyandım, susamıştım. Su almak için mutfağa giderken salonun kapısının yarım açık olduğunu gördüm. İçeriden ışık gelince merak edip bakmak istedim. Gözlerime inanamıyordum! Şevket amcamı elinde telefona bakarak sikiyle oynadığını gördüm. Karanlıktı, ama telefonun ışığı direk sikine yansıdığından siki belli oluyordu. Hayatımda ilk defa gerçek bir sik görüyordum. Daha önceleri meraktan birkaç kez pørnø izlemiştim, ama ilk defa gerçeğini uzaktan da olsa görüyordum. Şevket amcam 43 yaşında ama halen bekardı. 31 çekmesi normal karşılanabilirdi, ama bunu misafirlikteyken yapması, onun artık ne kadar büyük yoklukta olduğunun göstergesiydi.
Biraz daha izleyip mutfağa geçtim. Bilerek fazla ses çıkararak buzdolabından su şişesini çıkardım. Raftan bardak alacağımda, sesi duyan amcam yanıma gelmişti. Bana, "Uyuyamadın mı? Ne zamandır uyanıksın?" diye sordu. Aslında kendisini fark edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu. Ben de, "Bir süredir!" diye cevap verdim. Şortuna rağmen halen kalkık olan sikine bakmaktan gözlerimi alamıyordum. O da bunu fark etmiş ve beni gözleriyle süzmeye (pardon sikmeye) başlamıştı. Benim altımda mini şort, üstümde göğüslerimi açıkça gösteren ince bir tişört vardı. Ben artık gözlerimi sikinden ayırıp tekrar rafa yönelince, "Dur yardım edeyim!" diyerek arkama yaslanıp götüme sürtünerek raftan bardak alıp bana verdi. İçimden amcama çok kızmıştım, ama bunu belli edemezdim. Çabucak suyu içip odama döndüm. Tabii amcama da büyük ihtimalle çekeceği 31 için güzel bir malzeme sunmuştum.
Yatağıma yattım, ama uyuyamıyor, sürekli o anı yaşıyordum. Sürekli amcamın siki gözümün önüne geliyordu. Artık amım sulanmış, külodum sırılsıklam olmuştu. Elimi amıma atıp oynamaya başladım. Dudaklarımı ısırırken, aklıma Mert'i getirmeye çalıştıkça gözümün önüne sürekli amcam gelyordu. Çok geçmeden titreyerek orgazm oldum. Külodumu değiştirip, ıslak külodumu banyoya götürüp kirli sepetine koydum. Banyo odamın karşısındaydı. Çok geçmeden banyoya birinin girdiğini duydum. Acaba amcam mıydı? Eğer oysa, 31 çekmeye devam mı edecek diye düşünmekten kafayı yemiştim. Hemen banyonun önüne gittim ve kapının deliğinden baktım. Gördüklerime inanamıyordum! Amcam az önce kirli sepetine attığım külodumu koklayarak 31 çekiyor, arada külodumu sikine sürtüyordu. Sikini tam göremesem de, yaptığı şeyi görünce deliye dönmüştüm. Sessizce odama geçip uyumaya çalıştım.
Zar zor sabah oldu. Kahvaltıdan sonra amcam, "Hadi Merve, odana geçip derse başlayalım!" deyince, babam, "Şevket dur, daha yeni uyandı kız!" dedi. Amcam, "Çok konu var, anca hızlı hızlı üstünden geçeriz!" dedi. Mutfaktan sandalye alıp odama geçtik. Odam koridorun en sonunda, salona en uzak olan yerdeydi. Amcam biyoloji kitabımı alıp masaya koydu, sandalyeyi de iyice yanıma dibime yanaştırıp oturdu. Okadar yakınıma oturmuştu ki, bacaklarımız birbirine değiyor, nefesini üstümde hissediyordum. Amcam kitaptan üreme konusunu açmıştı. Ben, "Amca bu konu geçen dönemindi, işledik!" desem de, amcam, "Olsun, sınavda soruyorlar!" dedi. Amcamın derdi başkaydı ve ben bunun farkındaydım. Amcam arada konuyla alakalı espiriler yapıp, elini bacağıma koyuyor, tepkimi ölçüyordu. Ben tepkisiz kaldıkça o daha da cesaret alıyordu.
Artık konuyu istediği yere getirmiş, "İnsanlarda üreme nasıl oluyor?" diye anlatmaya başlamıştı. İşte (Kadınlarda vajina var, erkeklerde penis var...) diye anlatıyordu. Amcamın bu hareketlerinin ve anlattıklarının üstüne dünkü yaşadığım olay da aklıma gelince donup kalmıştım. İşin ilginç yanı ise, amım ıslanmaya başlamış ve artık amcamın bacağımı sürekli okşamasını arzular olmuştum. Amcamın, "Hiç erkek penisi gördün mü?" sorusuyla irkildim ve "Efendim, anlamadım?” dedim. Amcam, "Erkek arkadaşın yok mu? Ya da olmadı mı?" diye sorular sordu. Ben heyecandan doğru dürüst cümle kuramıyordum, "Yok, oldu, ama şeyy... görmedim..." dedim. Amcam elini tekrar bacağıma koydu ve bu sefer ciddi ciddi okşayarak, "Nasıl olur, senin gibi güzel bir kızı nasıl rahat bırakmışlar, ben genç olsaydım ve senin gibi kız arkadaşım olsaydı, ohooo neler yapmazdım, neler!" dedi. Ben hafif sinirli bir şekilde, "Neler yapardın?" diye sorunca elini bacağımdan çekmiş ve ona karşı tepki verdiğimi düşünmüştü. Ama söyledikleri beni daha da azdırmış, amım sırılsıklam olmuş ve kontrolümü kaybetmiştim.
Amcamın elini tutup tekrar bacağıma götürdüm ve tekrar, "Neler yapardın amca?" dedim, ama bu sefer ona karşı arzu dolu bakışlarla söyledim! Amcam bu hareketlerim sonrası şoka girmiş gibiydi, "İşte biliyorsun... erkekle kadın birlikte oluyorlar ya..." dedi. Ben, "Ne yani, benimle yatar mıydın?" diye sorunca, amcam deliye dönmüştü. Kendisine yalan söylediğimi, aslında dün onun penisini gördüğümü, hatta sonrasında banyoda külodumu kokladığını gördüğümü söyleyince amcam bir şoka daha girmişti. Hemen odamın kapısını kilitleyip geldim. Yerime oturup, elimle şortundan belli olan kalkmış sikini işaret ederek, "Dün tam görememiştim, göstersene, hem baksana dışarı çıkmak istiyor sanki!" dedim. Amcam anlık bir kalp krizi geçirmiş olmalı ki, 1-2 dakika boyunca nefes alışverişi değişmiş, kıprkımızı olmuştu. Ben ise bu yaptıklarıma inanamıyordum!
Amcam kendini toparlayıca, "Emin misin?" diye sordu. "Evet! Hem eninde sonunda göreceğim, ilk seninkini görmüş olurum, hem zaten konumuz da üreme!" deyince amcam şortundan sikini çıkardı. Dün karanlıktan az gördüğüm siki şimdi açık seçik karşımda duruyordu. Boyu bir karış civarı ve biraz da kalındı. İzlediğim pørnølardakilerden küçüktü sanırım. "Güzelmiş!" dedim. Amcam yine bir elini bacağıma attı, eli bacağımda dolaşıyor, arada elini şortumun üzerinden amıma doğru değdiriyordu. Bana, "Bak bu yaraktır!" diyerek diğer eliyle sikini sıvazlamaya başladı. Bacağımı okşayarak resmen 31 çekiyordu. Ben gözümü sikinden alamıyor, sürekli dudağımı ısırıp, amcamın elini tutup amıma yaklaştırıyordum. Amcam bu hareketimden daha cesaret aldı ve elimi tutarak, "Oynamak ister misin? Hem bakarsın sen de bana vajinanı, yani amını gösterirsin!" diyerek elimi sikine koydu. İrkilip çektim elimi. Amcam, "Korkma, ısırmaz!" diyerek elimi tekrar aldı ve eliyle elimi tutarak sikini sıvazlatmaya başladı. Bir süre sonra elini çekti ve ben yavaş hareketlerle sikine 31 çekmeye başladım. Amcam, "Nasıl, beğendin mi? O seni çok beğendi!" dedi. Ben de, "Evet, penisin çok güzel!" deyince, "Penis değil, yarak diyeceksin!" dedi. "Peki amca, yarağın çok güzelmiş!" dedim.
Amcam bir anda elini şortumun içine sokup amımı elleyince, o an amımdan süzülen suların bacaklarıma aktığını hissetim. Sadece külodum değil, şortum bile sırılsıklam olmuştu. Amcam, "Ben de senin amını görebilir miyim?" dedi. Cevap vermeden ayağa kalktım ve şortumla külodumu indirip tekrar oturdum. Artık amcamın yarağını sıvazlamayı bırakmıştım ve utancımdan bacaklarımı kapatıp, elimle de amımı saklıyordum. Ama amcam elini araya koyup amımı okşamaya çalışıyordu. Heyecandan tir tir titriyordum, dişlerim birbirine çarpıyordu. Amcam, sürekli, "Birşey olmaz, aç bacaklarnı diyordu!" diyordu. Bir eliyle amımı zorlarken, diğer elini göğüslerime atmış, tişörtümün üzerinden sütyensiz memelerimi okşuyordu!
Az sonra, "Bunu da çıkaralım!" diyerek üstümdeki tişörtü de çıkarınca, amcamın karşısında çırıl çıplak kalmıştım. Artık bacaklarımı hafif açmıştım, amcam da amımı rahatça okşuyorken bir anda memelerimi öpüp yalamaya başlayınca, benden durduramadığım inleme sesleri gelmeye başladı. Amcam memelerimden boynuma çıkınca, elimi onun başına koydum ve baskı yaparak boynumu iyice öpemesini sağladım. Ço zevk aldığımı farkeden amcam tek bir hareketle beni sandalyeden kucağına alıp yavaşça yatağıma koydu. Kendisi de soyunup, üstüme çıktı ve dudaklarıma yapıştı. Daha önce Mert ve okuldan birkaç erkekle öpüşmüştüm, ama amcam dudaklarımı ısırır gibi emiyordu. Ben de elimden geldiğince onun öpücüklerine karşılık veriyordum. Yarağı bacaklarıma ve amıma değiyor, beni deli ediyordu. Amcam dudaklarımdan boynuma inmiş, oradan memelerime, göbeğimden bacaklarıma, ayak parmaklarıma kadar heryerimi koklayıp öpmüştü. Aldığım zevkten sürekli titriyordum. Amcamın öpücükleri amıma yaklaştıkça daha da kuduruyordum. Amıma daha dilini değdirmesiyle inleyerek orgazm olmu��tum. Orgazm olduktan sonra bile halen azgınlığım geçmemişti!
Amcam, "Sıra sende!" deyip beni dizimin üstüne yere oturttu ve altıma yastık koydu. Yarağını yüzüme getirdi ve dudaklarıma sürterek, "Sana nasıl yapılacağını öğreteceğim!" dediyse de, ben hemen yarağını elimle tutup, önce başından köküne küçük küçük öpücükler kondurdum. Amcam müthiş bir zevk alıyor, sürekli, "Mervem! Birtanem!" diyordu. Bir süre sonra dondurma yalar gibi yalamaya başladım. Pek tadı yoktu, sadece hafif ekşiydi ve üstündeki ıslaklık yüzünden dilimin üstünde yapışkanlık hissediyordum. Amcam ağzımı iyice açmamı ve dişlerimi saklamamı söyledi. Dediğini yaptım ve yarağını o şekilde ağzıma aldım. O da kafamı tutmuş hafifçe git-gel yapıyordu. Fakat çok dayanamadı ve ağzımdan çıkartıp bir anda boşaldı. Döllerinin çok azı çeneme geldi, çoğu da yere döküldü. "Kağıt mendil gibi bir şey var mı?" diye sorunca, çekmecemde ıslak mendil olduğunu söyledim. Islak mendillerle yüzümü, yarağını ve yeri sildi.
Beni kaldırıp tekrar yatağa koydu ve memelerimi okşayarak, beni öpüp koklamaya başladı. Bana, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, ben aldığım zevkten sadece, "Hı hı!" deyip başımla onayladım. Tam o sırada koridorun diğer ucundan babamın, "Hadi ara verin artık, Şevket, yorma kızımı!" demesiyle kendimize geldik. Kapının kilidini sessizce açıp, kapıdan sadece kafamı uzatıp, "Geliyoruz baba, ders bitmek üzere!" diye seslendim. Hemen toparlandık. Ben çekmeceden yeni şort alıp giydim, ıslanmış şortu da yatağın altına attım. Ama halen yatakta amımdan akan zevk sularımın ıslaklığı vardı. Amcam, "Kurur birazdan, olmadı su döküldü dersin!" dedi.
Saçımızı başımız da düzeltip salona geçtik. Amcam babama, "Merak etme ona gerekli herşeyi öğretiyorum!" derken, bense halen azgın bir halde amcamın yarağını kesiyordum. Amcam babama, "Akşama bir ders daha yaparız, yarım kaldı herşey!" deyince içim bir hoş olmuştu. Babam da, "Akşam hep birlikte yemeğe çıkarız diye düşünmüştük!" dedi. Amcam hemen, "Siz yengemle gidin, Merve çok geri kalmış, yemeğe her zaman gideriz, ders daha önemli, ben yiğenime pizza ısmarlarım!" deyince, ben de, "Eevet baba! Hem annemle uzun süredir birlikte çıkmıyorsunuz!" dedim. Babam anneme, "Ne dersin? diye sorunca, annem de, "Olur peki!" dedi. Artık zaman geçmek bilmiyor, bir türlü akşam olmuyordu. Nihayet akşam saat 7 çivarı bizimkiler hazırlandı. Kapıda onları uğurlarken, babam, "Kızım, amcamdan öğreneceklerini öğren, böyle bir fırsat ele geçmez!" diye nasihat etti. Ben de, "Haklısın!" dedim.
Kapıyı kapatır kapatmaz amcam arkama yapışmış, bir yandan eliyle tişörtümün içinden memelerimi okşuyor, bir yandan yüzümü kendine çevirmiş, dudaklarımı, yüzümü, boynumu, boğazımı öpüyordu. Beni kucağına aldı ve odama geçtik. Ne olur ne olmaz diye odamın kapısını kilitledik ve soyunduk. Hiç konuşmuyorduk. Amcam beni kendine çekti ve dudaklarıma yumuldu. Okadar güçlü şekilde yapıyordu ki, ben öpücüklerine karşılık verebilmek için ayak parmak uçlarımda duruyordum. Beni bir anda kaldırdı ve yatağa yatırıp üstüme çıktı. Deliler gibi öpüyordu beni. Sonra meme uçlarımı hafifçe ısırmaya, yalayıp, öpmeye ve emmeye başladı. Ben de ellerimi sırtına koymuş, amcamın altında kıvranarak o anın zevkini çıkarıyordum. Amcam yine, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, kararlı bir tonla, "Evet!" dedim. Ve sikini tutup amıma sürtmeye başladım. O an bakire olmam önemli değildi!
Bana, "Bakiresin değil mi? İstersen başka yolu da var, götünden sikebilirim!" dedi. Ben de, "Önemli değil amca, Mert bozacağına sen boz, yabancı değilsin, hem daha sonra istersen götümden de sikebilirsin!" dedim. O bu sözlerim üzerine beni daha büyük aşkla öpmeye başlamıştı. Ben ise dayanamaz halde, "Hadi amca sik beni, boz beni, karın yap!" diye yalvarıyordum. O da, "Hayatım, aşkım, seni çok pis sikeceğim, karım yapacağım!" diyordu. Amcam dayanamadı ve sikini amıma yavaş yavaş sokmaya başladı. Bana, "Biraz acıyacak, sonra rahatlayacaksın!" deyip birden hepsini soktu. O an beynimde şimşekler çakmış ve çığlık atmıştım. Amcama, "Çıkarrr!" diye bağırdım. Amcam üstü kanlı yarağını amımdan çıkardı ve ıslak mendille temizledi. Amımın üstü, bacak aram ve çarşaf kan olmuştu. Amımın üzerini ve bacak aramı iyice sildi. Sonra amıma yarağını bu sefer yavaş yavaş soktu...
Artık amcam beni tam anlamıyla sikmeye başlamıştı. Bir yandan da boynumu emiyor, arada dudaklarımı öpüyordu. Bense amcamın altında zevkten inliyordum. Bir ara durdu ve "Şu anda sana ne yapıyorum?" diye sordu. Ben de, "Sikiyorsun!" diye cevap verdim. Amcam, "Durayım mı?" diye sorunca, "Durmaaa!" diye bağırdım. İçimden çıkmasını hiç istemiyordum. Bir süre o pozisyonda siktikten sonra beni domalttı ve arkadan tekrar amıma girdi. Arada götüme tokat atıyordu. Amıma okadar seri giriyordu ki, yatağın çıkardığı ses ile, beni sikmesinden çıkan 'Şak, şak, şak!' sesleri ve benim inlemelerim duvarlarda yankılanıyordu. Amcam tekrar beni sırt üstü yatırdı ve ayaklarımı tutup göğsüne yerleştirip o pozisyonda sikmeye devam etti. Ben de amcama, "Hergün sik beni, gitme Bursa'ya lütfen!" deyip, orgazm üstüne orgazm oluyordum. Amcam bacaklarımı indirip ayırdı, ben de bacaklarımı beline doladım ve seri şekilde amımı sikmeye devam etti. Sonra ayağa kalktı ve kucağında beni hoplatmaya başladı. Bir süre sonra da amımdan çıktı ve hırıldayarak boşaldı!
Yanyana yatağa uzandık. Eli halen bacaklarımda ve götümde dolanıyor, ben de onun dudaklarına öpücükler konduruyordum. Amcam sürekli bana teşekkür ediyordu. Tabi 43 yaşında adam bulmuş 16'lık çıtırı, herkes bu kadar şanslı değil. Hemen çarşafı değiştirdim ve kanlı çarşafı kanlı mendillerle birlikte çöp poşetine kodum, sonra dışarıdaki çöpe atacaktım. Yatağa da eskisiyle aynı renk çarşaf serdiğimden annem durumu fark etmeyecekti. Sonra birlikte duşa girdik ve tekrar yarağını ağzıma verdi. Bu sefer daha büyük bir iştahla yalıyordum. Bana, "Hadi domal bakalım, bu sefer götünü sikeceğim!" dedi. Duşa kabinden çıktık ve banyodaki peluş halının üzerinde dörtayak domaldım. Amcam da biraz sabun yardımıyla götüme girmeye çalışıyordu, ama canım çok acıyor, sürekli götümü çekiyordum. Amcama, "Götümü sonra sikersin artık!" dedim ve sikini tutup amıma götürdüm. Beni o şekilde bir posta daha sikti.
Pazar günü yine kahvaltı sonrası ders çalışmak için odama geçtik. Çok ses çıkarmamaya çalışarak (amcam sürekli ağzımı eliyle kapatarak) iki posta daha sikti beni. Pazar akşam amcam Bursa'ya dönmek üzere evden ayrılmış, ama bizimkilerden habersiz bir otele geçmişti. Bizimkiler beni etütde diye biliyorken, amcam beni okuldan alıp otelde sikmeye devam etti. Otelde götümü de sikti. Ve bu yüzden 3 gün götümün üzerine oturamaz olmuştum. Otelde beni liseli kıyafetlerimle görünce daha çok azıyordu. Otelde iki gün kalıp döndü Bursa'ya.
Aradan 4 yıl geçti ve ben şuan Bursa'da üniversite 2. sınıf öğrencisiyim. Yani amcamla sikişmelerimiz 4 yıldır hızını kesmeden devam ediyor!
[Merve]
287 notes
·
View notes
Text
101. Yıl
Bir avuç Türk dünyaya meydan okudu. Sonraları, hiçbir büyük devletin aklına gelmeyecek bir kumandan, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal gibi dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kumandan ortaya çıktı. Realistti, hesap kitap yapmadan hiçbir adım atmaz, kesin zafer alamayacağı hiçbir yola girmezdi. Ona, yolun başındayken kimse inanmadı, ne çok yakın dostu bildiğimiz İsmet Paşa - Samsun'a çıkmadan önce İstanbul'da teklif etmiş ancak İsmet Paşa daha yeni evlendim, bir süre beni rahat bırak diyerek reddetmişti-, ne Fevzi Paşa - Fevzi Paşa'da o vakit ne kadar koyu milliyetçi olsa da devlete bağlı bir kumandandı, ilk vakitler Mustafa Kemal Paşa'ya karşıydı.- ona inanmıştı. Vakit geçti, zaman geçti, ona inanmayan bir kimse kalmadı. En umutsuz insanlara, umut oldu. Türk Halkı'na direnmesi için son bir güç verdi ve bu güç doğuda Ermenilerle, güneyde Fransızlar ve yine Ermenilerle, batıda ise Yunanlılarla çarpışmalarına olanak sağladı. Millet yine kendi istikbalini, kendi kaderini kendi kurtardı. Cumhuriyeti biz böyle kurduk, savaşarak, kan dökerek... Büyük fedakarlıklar yaparak. Elimizde bir kuruş para yokken yetiştirdiğimiz meyvelerle sebzelerle takaslar yaparak yeni kurduğumuz cumhuriyeti güçlendirmek adına teknolojik aletler aldık topraklarımıza. Şimdi ise böyle zorluklarla elde ettiğimiz şeyleri birer birer satıyorlar. Türk devletini t*rörle aynı masaya oturtmaya çalışıyorlar. Bu ülke şehitlerin kanı ile kuruldu, neredeyse her gün şehit veriyorken, onların kanı dahi kurumamışken böyle bir düşünce... Ruhumuzu parçalıyor. Ancak ben inanıyorum, Türk Halkı buna izin vermeyecektir. Cumhuriyetin 101. yılında böylesine zırvalıklar engellenecektir. Böyle güçlüklerle elde ettiğimiz bu cennet vatanı birkaç vatan haininin eline bırakmayacaktır. Ne mutlu Türk'üm diyene!
#kitapvesarap#postlarım#mustafa kemal atatürk#bokmutluyuzaqq#iyiyimlaben#kaanbubelli#kemalistbiradam#kemalistbirkadın#my post#rumll#istanbulfatihiii#tr ataturk#simseklerintanrisi#sarhoskedi#lostonyoubabe#uranophiles#uykusuzlukbelirtisi#petricorsworld
72 notes
·
View notes
Text
sanıp hızla atıldı çapariye.
Önce müthiş bir acı duydu dudağında.
Gümbür gümbür oldu yüreği,
sonra hızla çekildi yukarıya.
Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü; neye benzerdi acep gökyüzü?
Bir yanda büyük bir merak,
bir yanda ölüm korkusu.
Ne çâre balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu.
Küçük istavrit anladı; yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği,
oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden: bir kedi yalanarak baktı gözünün içine.
Yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu.
Son bir defa düşündü derin mâviyi, beyaz mercanı.
Bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına,
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibâret sâde bir törenle saldım denizin sularına.
Bir an öylece bakakaldı.
Sonra sevinçle dibe daldı gitti, bütün kederimi söküp atarak.
Teşekkürü de ihmal etmemişti;
birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme:
sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye.
"Bir gün" dedim
"bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son âna kadar hep bir ümidim olsun diye…”
Nâmık KEMAL
55 notes
·
View notes
Text
Ekim 2024
bu ay çok şükür ki bulantılarım geçti, kendimi çok daha enerjik hissediyorum. 16 haftalık oluyor birkaç güne ve sadece 1 kg aldım şu ana kadar bu beni iyi hissettiriyor. kilo konusuna takılmıyorum güzel beslenmeye çalışıyorum ama yine de son zamanlarda alacak olduğum kilo biraz beni korkutuyor o yüzden kontrollü gitmek istiyorum. her hamilenin doktor doktor gezip karar verememesine çok şaşırırdım bir taneyle başla onunla devam edersin derdim ve şu an 3. doktordayım ve son gittiğimden çok memnun kaldım. dilerim böyle devam eder. doktor bi cinsiyet tahmininde bulundu aslında ama bir dahaki kontrolde tekrar bakayım alışveriş yapmayın dedi. biz ufak ufak lazım olacak cinsiyetsiz şeyler almaya başladık onları tamamlayıp son aylarda düşünmek istemiyorum. ilk defa kalp atışını duyduk bu ay bundan önceki aylarda bebek için zararlı olabilir ilk zamanlar deyip sadece kalp atışını göstermişlerdi bu ay dinledik. minik. rabbim sağlıkla kolaylıkla zamanında kucağımıza almayı da nasip etsin. içimiz dolup taştı. 🥹 yine çok uyumaya başladım sabah eşime kahvaltı hazırladıktan sonra onu geçirip 12-1 e kadar uyuyorum gece de çok normal bir saatte yattığım için bazen fazla geliyor ama uyumayı o kadar çok seviyorum ki ve diyorum işim yok bu günlerde uyu dinlen. böyle diye diye daha da düşkün oldum uykuya. biraz toparlayabilsem keşke.
semantin kuşumun ziyarete gelmesiyle (onun böyle çıkıp gelmesinin beni ne kadar iyi hissettirdiğini bilse) ilk defa yaptığım kuru meyveli keki, herkes çok beğendi ve bu ay 4 kere daha yapıp bu işi zirvede bıraktım.
eşim için de sık sık doktora gidiyoruz geçmeyen bir kulak çınlaması var ve yüzünde uyuşmalar. uyuşmalar psikolojik kulak çınlaması da atışlarda zarar görmüş. en son gittiğimiz doktor bu işe para vermeyin bu geçmez azalır kendini koru dedi ve odadan çıktık. ondan sonra diğer doktorların verdiği hiç işe yaramayan ilaçları bıraktı. ben ona masaj yapıyorum iyi geldiğini ve şiddetin azaldığını söylüyor hatta dün masaj yapamadım ellerim çok acıyor yarın yapalım dedim aa sen böyle deyince hatırladım kulağımın çınladığını dedi. uyuşmalar konusunda da konuşuyoruz hep sanırım o biraz kafaya takmamayı çok düşünmemeyi öğreniyor iş konusunu. aslında büyük büyük sıkıntılar hiç yok ama eşim işte mükemmeliyetçi olduğu için dışarıda bekleyen tek bir vatandaş bile onu tetikliyor işin yetişmeme ihtimali tetikliyor bu arada iş yetişmese kimse ona niye yetişmedi demez ki bu işler de eşimin işi değil birinin yerine baktığı işler şu an çok daha rahat çok şükür inşallah yakın zamanda tamamen geçmiş olur hepsi. dün gece uzun uzun istanbul’da yaşadığımız hayatın zorluğunu ve orada kalsaydık daha da çok zorlanacağımızı konuştuk şükürle kapattık konuyu.
eşimin yarım gün çalıştığı gün onu işten alıp sapanca’ya gittik kahvaltı yaptık o kadar iyi geldi ki çok sevdiğim yerlerin bize bu kadar yakın olması beni çok mutlu ediyor.
verdiği vermediği her şeye sonsuz hamd sonsuz şükür. rabbim bize daha güzel günler görmeyi nasip etsin.
112 notes
·
View notes
Text
Merhabalar, yeni döneme başlarken birkaç hatırlatma:
• Her zaman iyiler kazanmaz. Kötüler genellikle daha kârlıdır. Esas mutlak son, ahirettedir. Pek çok şeyi burada anlayamayız.
•Herkes kalbinin ekmeğini yemez. Bazen gerçekten çok iyi niyetli olan birinin başına kötü olaylar gelebilir. Hikmetini Allah bilir.
•Mutluluğu hak ettim o yüzden nimetler bana verildi, düşüncesi hastalıklıdır. Nimetler Allah’ın ikrâmıdır. Bazen genişletir bazen daraltır. Hikmetini Allah bilir.
•İşini çok iyi ve güzel yapmak her zaman kapıları açmaz. Bazen senden çok daha kötü iş yapan ve düzenbaz biri önüne geçebilir. Yine de dürüst kalmayı seçmek bir şahsiyet meselesidir.
•Dünya imtihan yeridir. Hata yapanlar sonunda her zaman pişman olmaz. Harika bir hayat da yaşayabilir. Esas hesaplaşma ahirettedir. Buna iman eden kul, Allah’a bırakır ve çetele tutmakla kendisini yormaz. Önüne bakar.
•Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra olmayan şeyler, nasibin değildir. Bazı kapıları kapatmak yeni pencereler açar. Bazen her şey gerçekten çok can sıkıcıdır. Sıkılmak gerekir.
•Bazen de hiç çabalamadan hediyeler verilir. Kime, ne, ne zaman ve niçin verilir; bunları bilemeyiz. Cümlesi Allah’ın hikmetindendir. Teslim olan rahatlar, olmayan her gün yeniden kederlenir.
Tercih sizin.
60 notes
·
View notes
Text
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış..
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş… Ve onu ‘Renklerin Ustası’ anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş…
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş…..
Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış… Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor… Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru… Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış…
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, firçalar da, boyalar da kullanılmamış… Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün…
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı…
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin… yapıcı olmak eğitim gerektirir… Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi…
Sevgili Raciçi mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın… Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur..
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.
46 notes
·
View notes
Text
Shakespeare izledim, Dostoyevski okudum, Nagat El Saghira dinledim, birkaç satır yazı yazdım, biraz konuştum, biraz daha şarkı dinledim, çok gördüm, saç diplerimden parmak uçlarıma kadar kırıldım, kimsesiz üç beş çocuğun saçını okşadım, birkaç sokak köpeği doyurdum ve birkaç son gün boyunca sürekli ağladım. en azından bu yaşıma geldim dedim içimden, yolun diğer yarısı düşünmeden. biliyorum ki planlı bir ölüm, plansız bir hayattan çok daha iyidir.
132 notes
·
View notes
Text
Bir yıl daha geçti: ikibinyirmidört
Ocak: evliliğimde ortalık karışık, ayrılık denemesi mi yapıyoruz ayrıldık kabullenemiyor muyuz belli değil üstelik her kafadan bir ses çıkıyor: öğrenilen ders yorum duymak istemediğin konuları kimseyle paylaşma. Saçımı kısacık kestirdim. Yurtdışında iş başvurularım ve ret cevabı almalarım sürüyor, yine de bambaşka bir hayata dair umudum yüksek fakat bunun neye benzeyeceği konusunda fikirsizim. Pek tanımadığım birisi birkaç soruyla hayatıma bambaşka bir perspektifle bakmamı sağladı, önce sarsıldım sonra minnet duydum. Çocukluk arkadaşım Londra’da Ezhel konserine bilet aldı, harikaydı.
Şubat: ilişkiyi sürdürebilmek için şartlar konuşuldu, denemeye karar verildi. Cam atölyem evin balkonuna taşındı, marka-logo çalışmaları yapıldı (yıl boyunca cam yapılmadı). Özel ders vermeye başladım.
Mart: piyano derslerine başladım (devamı gelmedi). Denklik belgelerini toparladım. Uzun zamandır ilk defa biriyle beraber olmadan ve birinin yanına gitmeden şehir dışına çıktım ve Ankara’da denkliğe başvurdum. Sadece kendime sorarak bir şeyler yapmaktan inanılmaz keyif aldım. Sinemada kendimle Poor Things izledim. Bir takım sözler tutulmadı.
Nisan: eylemin laftan daha önemli olduğunu idrak ettim. Görüştük, tanıdıktı ve bir o kadar da değildi. Bittiğini kabullendim, ağlayarak söyledim ve hayat belki de bitmemiştir diyerek bir gol attı, umutlandım ama ölmüş bir şey yeşertmeye çalıştığımdan o anlarda habersizdim. Ay sonuna doğru arafta daha fazla yaşayamayacağımı anladım ve son noktayı koyduk.
Mayıs: yas ayıydı biraz, bol yüzleşmeli, sosyalleşmeli her zamanki gibi inişli çıkışlı. Çok keyifli bir hıdırellez geçirdim, yanaklarım ağrıyana kadar güldüm. Kendimle baş başa kalmamak adına başkalarının yardımına koştum, kendimi işe yarar hissettim iyi geldi. Bazen hayatta zor kalıyormuşum gibi hissettim ama kaldım. Büyük Ev Ablukada konserine gittim. 12 yıllık bloguma nokta koydum.
Haziran: bloga ara verdim. Hayatımda ilk defa saçımı boyattım. Adliyeye gittik. Doğduğum soyadıma geri döndüm. İş yerimle sözleşme imzaladım. Uzun zamandır ilk defa önümü görebildiğimi hissettim, bu hissi sevdim. Asla olamayacağını düşündüğüm güzellikler yaşadım. Sevilmeme, değer görmeme müsade ettim.
Temmuz: hastalandım, her seferinde olduğu gibi genel sağlığıma şükrettim. Bir düğüne bir nişana gittim. Alelacele yeni ailem bellediğim arkadaş çevremle bağları sarsan bir olay yaşadım, kaçmak istedim, kaçmadım. Aptal dedim kendime, nasıl devam edeceğimi sorguladım, ettim yine de.
Ağustos: çalıştım bolca, yazın nasıl geçtiğini anlamadım, oldukça bunaldım. Birkaç kere de olsa denize girdim. Acotar serisi ile yutarcasına kitap okumaya geri döndüm.
Eylül: yaz tatilimi Eylül’de yapabildim. İlk defa Fethiye’ye gittim çok keyifliydi. Yıllardır hayatımda olan bir kadınla çok keyifli bir kaç gün geçirdim. Burnumu deldirdim. Bir şeyler için çok heyecanlandım ve umutlandım, iyi hissettirdi.
Ekim: yeni dönem başladı, ilk derslerimde yönetemeyeceğim kadar çok kaygılandım ve kendimden korktum. Sonrasında düşündüğüm kadar zorlanmadım. Ailesel mevzularla kendime yarattığım minik huzur alanı sarsıldı, rahatsız oldum.
Kasım: bir daha tatmama ihtimal vermediğim duygular tattım, hayal etmediğim yerlerde buldum kendimi ve bundan hoşlandım. İlk defa babama karşı ağlamadan kendimi ifade ettim, bu dönemeçle hayatımın kontrolünü elime aldığımı hissettim.
Aralık: 35 oldum. Kendime özel pasta yaptırdım ve beklentiye girmeden kutlanmama izin verdim çok keyifliydi. Kardeşimle yaşamaya başladım. Devamını getirmediğim birkaç şeye başladım. Evi düzenledim - büyük ölçüde.
Enteresan bir seneydi. İstediğim birçok şeyi yap(a)madım, olacağını aklımdan bile geçirmediğim birçok güzellik yaşadım. Bitmek üzereyken iyi bir yerdeyim açıkçası, memnun ve umutluyum.
Bakalım 2025 neler getirecek?
41 notes
·
View notes
Text
"On dokuz yaşındaydım. Şımarık büyümüştüm." Güldü, başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri yatağının ucundaki bir boşluğu izliyordu. "Yanlış anlama, kimseye zararım yoktu ama hiçbir şey de umrumda değildi. Kendi hâlimde bir gençtim işte. Okumakla yazmakla işim olmazdı. Kısacası, serserinin tekiydim."
Aklında canlandırdıkları yüzüne küçük tebessümler çiziyordu, bense tepkisizdim. Hâlâ anlattıklarının içerisinde annemi arıyordum.
"Bir gün yolda yürüyorum, eve dönüyorum. Bahar aylarındayız, hava çok güzel. Saat beş ya da altı. Her zaman önünden geçtiğim sıradan bir durağın önünden geçeceğim." Durup nefeslendi. "Durağın önünden geçerken onu gördüm, anneni. Üzerinde açık mavi bir elbise, saçları senin saçlarınla aynı renk, açık bırakıp mavi bir bandana takmış. Durakta oturuyor, yanında mavi çantası, elinde bir kitap, gözlerini o kitaptan hiç ayırmıyor."
Tebessümü silinmedi ama çenesi kasıldı.
"Ve ağlıyor. İç çeke çeke ağlıyor hem de, onu öyle görünce etrafıma bakındım önce. Kimse yoktu. Korkmuştum. Ne tepki vereceğimi de bilemedim. Böyle birkaç dakika bekledim, kitabın diğer sayfasına geçti. Yanına gidip gitmemekte kararsızdım. Nihayet birkaç dakika daha bekledikten sonra yavaş yavaş yanına yaklaştım fakat yine bir şey diyemedim. Orada öylece durup beni fark etmesini bekledim."
"Fark etti mi?"
Bana bakıp güldü.
"Sence?"
Sorduğum sorunun ne kadar absürt olduğunu idrak edince ben de güldüm. Önüne döndü ve anlatmaya devam etti.
"Bir süre bekledikten sonra başını kaldırıp bana baktı. Gözleri ağlamaktan kızarmış, üstelik hâlâ ağlamaya devam ediyor ve her şeye rağmen çok güzel."
Sesindeki heyecan bir an için ruhuma dokundu, hâlâ ondan bahsederken heyecanlanacak kadar çok seviyordu annemi. Belki de Aziz Bey'in hayatı boyunca en iyi yapabildiği şey annemi sevmekti.
"Onu görünce donakaldım bir an, bütün serseriliğimi unutup 'Hanımefendi,' dedim. 'İyi misiniz? Neden ağlıyorsunuz?' Tanıdıklardan biri beni öyle görse bir ömür dalga geçerdi." Gülerek başını iki yana salladı. "Annen hiçbir şey demedi, biliyor musun? Gördüğüm en değişik kadındı. Bu dediğim onu gördüğüm ilk an ve onu gördüğüm son an için de geçerli."
Meraklanmıştım, yine de bir şey sormak yerine devam etmesini bekledim.
"Elindeki kitabın son sayfasındaymış, kitabı kapatıp bana uzattı, aldım."
Susunca kaşlarım çatıldı.
"Sonra?"
"Çantasını alıp gitti."
Gülerek, "Ne?" diye sordum. Bunu beklemiyordum.
Dudaklarını sarkıtıp omuz silkti.
"Benim de hayatım boyunca tek bir roman bile okumuşluğum yok. Hiçbir şey anlamadım, kitabı da alıp eve gittim."
"Okudun mu?"
Güldü, "Hayır." diye yanıtladı. "Ertesi gün kitabı alıp aynı saatlerde o durağa gittim, anneni göremedim. Belki gelir diye oturup bekledim. Bir dakika, iki dakika, üç, dört, beş derken canım sıkıldı. Kitabı alıp arka kapağına baktım, sayfalarını karıştırdım. Sonra kitabın ilk sayfasını okurken buldum kendimi. Akşama kadar orada öylece kitaba daldım, bitiremedim tabii. Hava kararınca kalkıp eve gittim. Ertesi gün yine gittim, yine ve yine. Kitabın son sayfalarını okurken o durakta ben de ağladım."
Son cümleyi söylerken sesi titredi, neredeyse ağlayacaktı. Gülümsedim.
"O gün mü geldi annem?"
"Hayır. Ama artık bunu neden yaptığını anlamıştım. Soruma kendi yöntemleriyle cevap vermişti. Kitap bitti ama ben pes etmedim. Her gün gittim oraya, her gün orada onu bekledim. Tam bir ayın sonunda yeniden gördüm onu. Bu sefer üzerindeki sarı elbise ve saçlarındaki sarı bandanasıyla. Çanta aynı çanta, elinde farklı bir kitap."
135 notes
·
View notes
Text
Tatlı Komşum! (9) (Furkan 31 Y., Manisa)
Pazar gecesi sabaha karşı telefon çaldı. Ebru, "Cevat'a birşeyler oldu, ambulans çağırdım, hastaneye gidiyoruz!" dedi. Hastaneye gittiğimde öğrendik. Yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirdiği söylendi. Sonraki 15 gün boyunca ameliyat olup hastanede yattı. Anevrizma temizlenmesine rağmen felçli olarak kaldı. Sadece bakışları vardı. Ama çocukları bile üzülmedi desem yeridir. Hem gündüz hem de gece için 2 ayrı hemşire tutulup evde bakım yapılmaya başlandı. Bu da bizim neredeyse işimize geliyordu. Gece çocuklar uyuduktan sonra ya ben gidiyordum, ya da Ebru bana geliyordu.
Haftada bir gün Pazar günleri kahvaltıda çocuklarla bir araya geliyor, sonra da Cevat'ın odasına geçip ben işle ilgili gelişmeleri, Ebru da çocukları ve kendi işini vs. anlatıyordu. Cevat boş gözlerle bakıyor, arada gözlerini kırpıyor, ama bizi anladığına dair bir işaret göstermiyordu. Biz yine de her Pazar yarım saat bunu yapıyorduk. Ebru, çocukların babalarının odasına hiç girmediklerini söylüyordu.
Bir akşam Ebru bana gelecekti. Güzel bir masa hazırladım. Tabii ki herşey dışardan, bana tabaklara koyup servis etmek düşmüştü. Masaya 3 servis açtım ve Hatice'yi de çağırdım. Ebru gelip masayı gördüğünde daha masaya oturmadan tekrar zil çaldı. "Geçen sefer Ayşe ile sen sürpriz yapmıştın, bu kez sürpriz yapma sırası bende!" dedim. Tanıştırdım. Ebru çok sessiz, uzak ve düşünceli kalmıştı. Açıkcası bu beni bir an için korkuttu. Önce Hatice kendi hikayesini anlattı. Ebru işte o an yüzünde tuhaf bir rahatlama hissiyle, "İkimiz de kocada şanssız ve sevgilide şanslı çıktık desene!" deyip kendi hikayesini anlattı. O gece yine müthiş geçti.
Ebru ve Hatice sabah çocuklarını okula göndermek için çıktıklarında, gece boyu çok az uyumuş, kah sevişmiş, kah sohbet etmiştik. Ebru oteli, Olga, Boris, Aishe, son gece katılan barmen ve Ayşe ile olayları anlattı. Hatice de Bursa gezisini, Büşra ve Mert'i. O kadar iyi anlaşıp, daha önce yaşamadıkları şeyleri birbirlerine anlatırken, tekrar o anları yaşayıp heyecanlanıyorlardı ki, ben arada sessiz sadece onları izlemekle yetiniyordum.
Çırılçıplak üç beden yatakta yanyana yatarken, ortadaki Ebru aynı gecede 5 farklı yarak tarafından neredeyse her deliğinden ayrı ayrı sikildiğini anlatırken Hatice kopmuş bir şekilde, gözleri kapalı Ebru'nun amını parmaklıyor, Ebru da Hatice'nin götüne soktuğu parmağını yarak gibi kullanıp, ikisi de birbirini gaza getiriyordu. Ebru, "Düşünsene, benimkinin kalkmayan yarağı ile yıllarca uğraştıktan sonra bir gecede hem sevgilim, hem otelde tanıştığım bir kabuklu sikti ve üç ter kokulu hırpani herif üstümden geçti!" diyor, Hatice sanki o anları kendi yaşarcasına götündeki Ebru'nun parmağına daha fazla abanıp neredeyse 4 parmağını Ebru'nun amına sokmaya çalışıyordu.
Ben onları dirseğimin üzerinde seyrederken, arada öpüşmeye ve birbirlerini parmaklarıyla sikmeye devam ettiler. Ebru da Hatice de özellikle serserilerin tecavüzüne takmış, bundan müthiş zevk alır şekilde konuyu oraya çeviriyor, Ebru, "Adam acımadan direk soktu götüme, çok acıdı ama içimin yağları eridi!" dedikçe Ohlar Ahlar havada uçuyordu. İkisi de orgazm olup, birkaç dakika dinlendikten sonra ikisi de bana masumane bakıp, beni aralarına aldılar ve iki tarafımdan vücudumun her yerini yalayıp öptüler.
Bir yer bulup, tüm bu ekibi bir hafta sonu toplama kararı aldık. Hatice, Bozdağ'da bir yayla evlerinin olduğunu, orada toplanabileceğimizi söyledi. Herkes programlarını kontrol etti ve 3 hafta sonra Cumartesi sabahı buluşup Pazar akşamı dağılacak şekilde sözleşildi. Sadece Ayşe Ebru'nun yerine dükkanda kalacağı için Cumartesi akşamüzeri dükkanı kapatıp gelecekti...
Benim arabayı Ayşe'ye bıraktık. Cumartesi sabahı ben, Ebru ve Hatice bir sürü malzeme düzüp eve gittik. Burası Bağevinden daha çok kocaman bir salon ve mutfak, devasa veranda, üst katta 4 adet ebeveyn banyolu yatak odası olan, meyve ağaçları kaplı bir ön bahçe içinde yüksek duvarlarla kaplı kapı girişinde bir bakıcı evi bulunan bir bölümünde üzüm bağı olan, birkaç yüz metre arkada bina çatıları vardı ama bunlar da arazi içindeydi.
Hatice, "Burayı rahmetli kayınpeder kendi zevkine göre yaptırmıştı. Arka tarafta depolar, çiftlikte çalışanların kaldığı binalar, küçük bir şaraphane var. Ama bu bölüm ayrı burası gibi duvarlar içinde çiftliğin geri kalanından ayrı bir yer. Burda bekçi olarak bir aile var, ama aynı zamanda çiftliğinde kahyası adam. Ben pek gelmem, bu üçüncü gelişim bunca yılda. Ama Ahmet ayda birkaç kez gelir, gece kalır, kontrol eder dedi.
Yaşları 35-40 arası bir çift gelip arabadaki malzemeleri çıkarıp, bize, "Hoşgeldiniz!" dedi. Yanımıza o kadar çok alkol almıştık ki, ikisinin de (Ne oluyor burda?) der gibi bize baktığını hissettim bir an. Adam, "Hatice hanım bunlara gerek yoktu, çok kaliteli şaraplarımız var, kendi bağımızdan!" dedi sitem edercesine. Hatice de, "Haklısın, ama misafirler çok, arkadaşımın doğumgününü kutlayacağız da..." diye mazeret uydurdu...
Öğlen için yapılan yemeklerden yedik. Biraz bahçeyi dolaştık. Neredeyse sözleşmiş gibi Boris ile Olga, Aishe aynı araçla, Büşra ve Mert ayrı araçla konvoy halinde geldiler. Onların eşyalarını da içeri taşıdı kadın ve adam, kırık Türkçeli iki Rus, kırık Türkçeli bir zenci kadın ve bizim gruba aval aval bakarak. Herkes hayran hayran etrafı dolaştı, sonra da odalarına yerleşti. Kahya Halil akşam yemeği için Mangal yaktı. Karısı Hülya bahçenin mamullerinden hazırladığı çeşit çeşit salatalar, turşular, mezeler ve bizim getirdiklerimizle masayı kurdu verandaya...
Baharın o muhteşem ılık havasında içkiler içilmeye başladığında, zaten herkes birşeyleri özlemiş halde kıpırdanmaya başladı. Halil ve Hülya müsaade isteyip çekildiler. Boris Ebru'yu çok özlemiş, tüm gece masa altından heryerini mıncıklamıştı. Hatice ile Aishe Mert'in iki tarafında, biri eğilmiş yarağını emerken, diğeri dudaklarına yamulmuş nefessiz öpüşüyordu. Olga ve Büşra da hem içkilerini yudumluyor, hem de biri yarağımı avuçlamışken, diğeri boynumu emiyor, öpüyordu. Tam o sırada bir korna sesi duyuldu, Ayşe gelmişti.
"Bensiz mi başladınız?" deyip, direk Boris'le Ebru'nun yanına gitti. Ebru'dan dinlediği bu kabuklu yarağı merak ediyordu sanırım. Masanın üzerinde, kenardaki koltuk takımında, her yerde öpüşen, birbirini yalayan insan doluydu. Bunca hareket içinde meyve ağaçlarının altında karartılar dikkatimi çekti. Kızları birbiriyle öpüşür bırakıp, "Tuvalete gideceğim!" dedim. Mutfaktan dışarı arkaya açılan kapıdan çıkıp, meyve ağaçlarının arkasından dolaştım. Gördüğüm manzara müthişti.
Hülya ağaçların arasında domalmış, biri arkadan amına sokmuş, biri ağzına vermiş, iki gencin arasında sikişiyordu. Üçü de verandada dönen seks oyunlarına gözlerini dikmiş, kendilerini kaybetmişlerdi, geldiğimi bile farketmediler. "Kolay gelsin!" dediğimde gençler de Hülya da doğruldu, ne yapacaklarını bilemez halde bakakaldılar. "Halil nerde, kim bunlar?" dedim. Hülya, "O sızdı mangal başında rakıları çekince! Zaten tüm gece masa altından okşamalardan azmıştım, bunları çağırdım ben de. Bunlar Halil'in yeğenleri, 5 yıldır Ahmet bey'le Halil sikişmeye başlayalı beni bunlar sikiyor!" dedi. "İyi iyi! Şimdi cezalısınız, bu gece bize katılacaksınız!" dedim. Üçünün de gözleri parladı resmen.
Bizimkilerin yanına gidince, "Misafirlerimiz var!" dedim. Hep beraber salona geçtik. Sonrasında, yerlerde, odalarda, koltukta, mutfakta sikiştik. Bir ara Boris Hülya'yı kendi bekçi kulübesine doğru domaltmış verandada... Yani hemen hemen bütün kadınlar bütün erkekler tarafında sikilerek, sabaha karşı yorgun sızıp kaldık...
Öğlene doğru Hülya'nın hazırladığı müthiş kahvaltı masasında otururken araba sesi geldi. Ahmet gelmişti. O iki genç eve girip gözden kayboldu. Ahmet gelip hepimize, "Hoşgeldiniz!" dedi. Karısını yanağından öpüp, o da masaya geçti bizimle kahvaltı etti.
Kahvaltıdan sonra, Ahmet, "Dostlar burası artık hepinizin yeri biliyorsunuz, haber bile vermenize gerek yok. İşte Hülya ile Halil de burda, siz onları onlar sizi tanıdı, ne zaman isterseniz gelip dinlenin, eğlenin. Bozdağ kar turizminde de iyidir! Şimdi bana müsaade işlerim var!" dedi gitti. Ben Hülya'ya soran gözlerle bakınca, "Önce çiftliği gezerler, sonra bizim evde..." deyip meşhur pompa hareketini yaptı. Hepimiz gülüştük.
Akşamdan beri Boris en çok Hülya ve Hatice'ye, ben Büşra'ya ve Olga'ya, Mert ise Aishe'ye ilgi gösteriyor, en çok onlarla oluyorduk. Ebru ve Ayşe ise gençlere takılmıştı. Gerçi Olga, Hülya ve Büşra da gençlerin tadına bakmıştı, ama içeri geçince, gençler akşamdan beri dokunamadıkları Aishe'nin iki yanına oturdu. Mert biraz bozuldu, ama belli etmedi. O öğleden sonra herkes enerjilerini sonuna kadar kullandı.
O hafta içi ne ben kadınları aradım, ne de onlar beni. Birdahaki hafta sonuna kadar hepimiz ancak dinlenip kendimize gelebildik.
[Furkan]
80 notes
·
View notes
Text
Ay size çok sinir bozucu bir şey anlatayım, hatta belki içindeki hukuki bilgiler ileride birisinin işine yarar.
Kardeşimin oturduğu ev ekim ayında çürük raporu aldı ve kasım ayında ev sahibi kontratı yenileyerek kirayı arttırdı tamam mı? Aslında kendisi şubat ayında tahliyenin gerçekleşeceğini biliyormuş ama kardeşime “sürecin nasıl ilerleyeceği şubat ayında belli olacak, belki de yıkılmaz” falan demiş. İlk çakallığı burada yapıyor, göz göre göre kira arttırıyor gerekli uyarıları yapmak yerine.
Kira sözleşmesinde “kentsel dönüşüm söz konusu olursa tahliyeden önceki son üç kira bedeli kiracıdan alınmaz” gibi bir madde var ve bu maddede “ilk bir sene için geçerlidir” gibi bir ibare yer almıyor. Kirayı arttırmak için sözleşme yenilenince, otomatik olarak bu madde de yenilenmiş oluyor ama kadın bunun ilk sene geçince son bulduğunu iddia ediyor. Kardeşim de bir yandan ev bakıyor ve zaten deli gibi masrafa girecek; dolayısıyla hukuki hakkını kullanıp bu ayın kirasını kadına göndermiyor. Neyse kadın kardeşimi arayıp baya bi’ üzerine gidiyor, kardeşim de diyor ki “benim babam avukat, hem onun hem de birkaç avukat arkadaşımın görüşü doğrultusunda kira ödeme zorunluluğumun olmadığının bilincindeyim.” Kadın önce “baban değil avukat, hakim savcı olsa kaç yazar lan” diye bağırıyor. Sonra kardeşimi tehdit ediyor “ben sana yapacağımı bilirim” diye, “ne yapacaksınız tam olarak” diye sorulduğunda da “Allah’ından bul” diye cırlayıp telefonu suratına kapatıyor. Bu arada gerçekten sadece babamın değil, başka avukatların da düşünceleri aynı yönde ve ona güveniyoruz yani. Hatta bir konut kentsel dönüşüme girdiği an o konut artık ev sahibinin değil, ilgili belediyenin mülkü sayılıyormuş. Kısacası kadın kira arttırma vb gibi konularda da söz hakkına sahip değil artık. Buna rağmen yediği bir bok var ortada ve üzerine bir de sıvamaya çalışıyor.
Neyse, bu medeniyet dışı konuşmadan bir gün sonra kadın bu sefer kardeşimin eski ev arkadaşını arıyor. Önce diyor ki “arkadaşına dün ağır konuştum ve çok üzüldüm, onu aramaya cesaretim yok ondan seni aradım.” Sonra devam ediyor, “arkadaşınla konuş, şubata kadar otursun ama kiranın yarısını ödesin ve parayı bana elden versin, ikimiz de zora girmeyelim.” Çünkü muhtemelen kendisi de gidip bir bilene danıştı ve kardeşimin haklı olduğunu anladı. Dahası, eğer Gökşin’den kira almaya kalkışırsa Gökşin evden çıktıktan sonra geriye dönük dava açıp verdiği son üç kirayı kadından çatır çatır alabiliyor. Bunu bildiği için, kira verdiğini dekontlarla kanıtlayamasın diye elden ödeme istiyor =D Bir insana “babam hukukçu ve başka hukukçularla da irtibat halindeyim” dendiği halde bu tongaya düşebileceğimizi zannedebiliyorsa sahiden salaktır, kafası çalışmıyordur diye düşünüp üzülmeden edemiyorum ama sonra da diyorum ki ulan kafası çalışmayan insan bunları nasıl akıl etsin? Bu baya cin olmadan adam çarpmak, “ben salağım” demeden karşındaki insanı salak yerine koymak. Kaç gündür diyorum ki “ben konuşayım”, “tamam muhatabı ben değilim ama bari ben Gökşin’mişim gibi konuşayım”, asla izin vermiyorlar. Bir insana salak demek için salak kelimesini cümle içinde kullanmana hiç gerek yok, şu an bunu ona yapabilmek için o kadar çok şey verirdim ki =D
31 notes
·
View notes