#siyah düşler
Explore tagged Tumblr posts
deliyim-ki · 6 months ago
Text
Tumblr media
Tartışmalardan uzak kalmak istediğim bir yaştayım. Bana bir filin uçabileceğini söylesen "kesinlikle haklısın" derim..
Günaydın YAŞAMAK 🌞
76 notes · View notes
izbirakin · 1 year ago
Text
Tumblr media
Siyah beyaz düşler
19 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years ago
Text
Henüz yayınlanmamış "Düşük İhtimalli Şeyler" adlı romanımdan bir bölüm.
     Üç ay sonra, Ocak ayında bir işimi halletmek için tekrar gelmiştim Büyükşehre. Gündüzden halletmiştim her şeyi ve Büyükşehrin en işlek caddesinde yürüyorum. Yürüyüşlere inanan biriyim. Yollar araba, kaldırımlar insan kaynıyor. Betonun içinden adeta insan fışkırıyor. Boğuluyorum. Hiçbirinin hikâyesi yok. Hepsinin hikâyesi var. Hikâyelerinin içinde masumiyet olmadığı için bomboş görünüyor. Masumiyet kolay bulunabilen bir şey değil artık. Fabrikada üretilen ve satın alınabilen bir mal değil. Bu korkunç kalabalıkta insanın kendisi olabilmesi mümkün mü acaba?
     Havanın neredeyse sıfıra yakın olmasına rağmen üşümüyorum. Bunun nedeni sıkı giyinmiş olmam değil, birbirine değip geçen insanlar yüzünden. Her dokunuş bir çürüme bırakıyor değdiği yere. Çürüme ateş hissi veriyor insanın ruhuna. Çürümeyi hissetmek ve açıklanamayan kayıtsızlık duygu uygarlığının bittiğini gösteriyordu. Duygu önceliği yitirilmiş kız kardeş gibidir. Onca yazar, felsefeci, onca yürek insanı ve onca bilim insanı deliler gibi, parçalanırcasına haykırıyor olmasına rağmen, yitirilen sevgi derinliğinin önümüze koyduğu bu renksiz görüntünün içinde çırpınıp duruyoruz. Kendimize benzeyen bir yürek insanını arıyoruz. Bulduğumuzda da onun peşine takılıp çıkmaz sokaklar eşliğinde düşlere dalıyoruz. Düşler tutkunun, sevginin ve aşkın yegâne galerisidir artık. Karaya vurmuş düşünceler için güvenilir bir sığınaktır.
     Cadde boyunca park edilmiş, içinde öykü ve sevgi barındırmayan arabaların arasından geçiyorum. Bir delikanlı ince ve uzun bir kâğıt tutuşturuyor elime. Önce ne olduğunu anlamıyorum ama o incecik kâğıdın üzerindeki minyatür yazıyı okuyunca anlıyorum, üzerinde “lütfen koklayınız” yazıyor. Koklayınız; bir çağı koklamak, bir çağın çırpınışını içine çekmek… Oldukça etkileyici bir koku... Artık parfüm reklamları böyle de yapılabiliyor. Parfüm reklamları yalnızlığa itilmiş insana yeni bir gösteri olanağı sunar. Gülümseyerek geçiyorum kokulu kâğıtlar uzatan delikanlının yanından. Gülümsemeyi unutmamışım hâlâ. Gülümsemek; kar ve tipi yağarken hemen ileride kulübe şeklinde bir hayal bulup içine sığınmak gibi bir şey.
     Hava yavaş yavaş ışığını kaybetmeye başlıyor. Eski tanıdıklarımla –para babalarıyla- yüz yüze geliyorum: Bankamatikler… Paranın sahnesinde yan yana sıralanmış patronların elleridir onlar. Yaşamın asla düşmeyen patronları… Her yerdeler: İşyerlerimizde, yürüdüğümüz yollarda, düşlerimizde. Bir bankamatiğin önünden geçerken mutlaka yolunuzdan çevirir sizi dostane bakışı. Öyle sempatik davranır ki karşı koyamazsınız. Durdum, bu geleceği biçme makinesinden “birkaç banknot gelecek çekme isteğimi” frenledim. Ona sırtımı döndüm kararlılıkla. Bunun provasını yapmıştım daha önce. Bu koskoca zaaf imparatorluğunda zaaflarıma yenik düşmemeyi öğrendim acı tecrübelerle. Tam karşımda, nemli kaldırımın üzerinde oturmuş birkaç liseli genç gitar çalıp eğleniyorlar. Hem eğlenip hem para kazanıyorlar. Giyimleri kuşamları da fena sayılmazdı. Gitarın tellerinde çürümenin notaları geziniyor. Çürüme her yerde. Tamamlanamayan, kısa kesilen şarkılar, gülüşmeler ve anlam arayışını bırakmış sözcükler yüzlerine yapışıyor liseli gençlerin. Ters döndürülmüş bir şapka var önlerinde. Mendil yerine şapka konmuş. “Biz dilenmiyoruz, müzik yapıyoruz, bize o yüzden para vermiş olacaksınız” ın mesajıdır bu oradan gelip geçenlere. Gerçekten öyle mi? Yoksa bu bir duygu buharlaşması mı? Şapkanın içinde fena sayılmayacak derecede ufak banknot ve bozukluklar var. Harçlıklarını böyle çıkarıyorlar. Ne de olsa gitar çalabilmek yetenek işidir. Bu yetenekleri sayesinde para kazanıyorlar. Belki ileride iyi birer müzisyen olurlar. Belki de çürümenin çağına karşı direnip duygunun buharlaşmasına izin vermeyen çağrılar gönderirler evrene.
     Gitarcı çocukların beş altı metre ilerisinde iki siyah çukurla karşılaşıyorum. İki çözümsüz soru: Ben kimim? Siz kimsiniz?  Yüzünde iki esmer deniz taşıyan ve yaklaşık on üç-on dört (belki de on beş) yaşında olan bu kız çocuğunun yüzündeki o bulanık ülkenin içinde kayboluyorum. Donuyorum ıssızlıktan. Onun olduğu yere doğru ilerliyorum. Ona yaklaştıkça kendimden uzaklaşıyorum. Üzerinde kapüşonlu eski bir switshirt, altında ince kirli bir kot, başında da yünden yapılmış gri bir şapka vardı adı olmayan bu kızın. Sağında solunda kolilerden kesilmiş kartonlar ve kartonların üzerinde düzgünce, iri iri yazılmış yazılar ve rakamlar var.
Sarılmak: 1 YTL
Beraber resim çekilmek: 1 YTL
Dert dinlemek: 2 YTL
Dedikodu yapmak: 2 YTL
Karşılıklı bakışmak: 5 YTL
Oturup el ele tutuşmak: 10 YTL
     Bunun gibi daha birçok tanımlanmış eylemin ve fiyatlarının yazıldığı kartonların arasında bırakılmış, bu ruhu paramparça edilmiş kızın karşısında, utanç bir anıt gibi dikilmişti büyükşehrin küçük kalbinde. Kimsenin üzerine alınmadığı bir utanç… Büyükşehrin kalbi mızrak deposuydu. Kızın önünde ne mendil ne de ters çevrilmiş şapka vardı. Onun yerine yüreğini ters çevirip koymuştu ortaya. Düşünüyorum, düşünüyorum ellerim yanıyor. Ellerim susuyor. Belleğim susuyor. Varlığım sessizleşiyor. Sessizlik; haykırışın o büyük okulu. Yutkunarak düşünüyorum, başkaldırı ihtiyacı duyuyorum ve soruyorum, bütün bunlar ne, bütün bunlar ne? Bütün bunlar, halk ihlali.
     Koşmaya başlıyorum yaşlı bir ülkenin karnında, en hızlı koşumu yapıyorum. Burnumdan buharlar çıkıyor. İçimden resimler düşüyor. Geçmişin ve geleceğin resimleri… Unutulmuş resimler… Önceliği yitirilmişlerin resimleri… Arayı açmış olan merhamet konvoyuna yetişmeye çalışıyorum. Nefes nefese koşuyorum. Ön yargı ordusunun yarattığı bu cehennemde çarparak düşürdüğüm insanlar öfkeyle arkamdan bakıp küfrediyorlar. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlar bana. Ben de aynı öfkeyle dönüp onlara küfrediyorum: Hepiniz orospu çocuğusunuz!
     İşsizlik, hissizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kalitesizlik ve sömürü düzeninin lanetini getirip bu ülkenin alnına kalın puntolarla yapıştırmışlardı. Görüp de bir şey yapamamak, elinden bir şey gelememek hançer gibi batıyor göğsüme. Sadece lanet okumayla hiçbir şeyin düzelmeyeceğinin farkındaydım. Sömürücüler kamarasını kökünden yok etmek istiyorum ama elimde onları yok edecek hiçbir silaha sahip değilim, bir gün hayal gücünün iktidara el koyacağına olan inancımdan başka. Yerinde duramayan başkaldırı ihtiyacımı ve varoluş sancısı çeken ruhumu küçük bir odaya kapatıp; öfkemi ve yalnızlığımı ellerim yoruluncaya kadar yazıyordum. Boşluğa anlatıyordum içimdeki çıkışsızlığı. Küçük bir an bile olsa huzurla karşılaşıyordum. Çünkü havada uçuşan sözcükler bu küçük odanın hazinesiydi.
7 notes · View notes
aykutiltertr · 7 months ago
Video
youtube
Düşler Sokağı - Feridun Düzağaç - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe ...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=4L1C5FRIdiw Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Düşler Sokağı - Feridun Düzağaç - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop Rock) Düşler Sokağı (Söz: Hüsnü Arkan – Müzik: Nadir Göktürk) X2   Bm      Em      C     Am    Bm     Bm                                                                Am Ben kuşlardan da küçüktüm, bir gece vaktiydi                                       Bm Aşk tuttu elimden benim                                                                     Am Geçtim düşler sokağından, bir gece vaktiydi                                            Bm   Ceplerimde hacı yatmazlar Bm     Yağmur yağsa, uykum kaçsa                 Em                          C     Am             Bm Bir kuş konsa badi parmağıma, ağlardım bir başıma               Bm Sevdadandır, sevdadandır                  Em             C                      Am               Bm Sevdadandır dedi annem, aldırma, aldırma, gel yanıma Intro   Bm                                                             Am                                 Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla                                  Bm Düş sattım aldanmışlara                                                                 Am Aklım kaçıverdi elimden bir gece vaktiydi                                              Bm   Sevdiğim başka sevenim başka Feridun Düzağaç Madde Tartışma Oku Bekleyen değişiklikler Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Feridun Düzağaç Genel bilgiler Doğum 10 Ekim 1968 (55 yaşında) Adana Başladığı yer Adana Tarzlar Rock Meslekler Şarkıcı-şarkı yazarı Çalgılar Vokal, gitar Etkin yıllar 1993-günümüz Müzik şirketi DMC Feridun Düzağaç (d. 10 Ekim 1968, Adana) Türk şarkıcı-şarkı yazarıdır. Yaşamı İlkokulu Adana Hayriye Kemal Kusun İlkokulu'nda okudu. Ortaokulu ise Adana'da Seyhan Ortaokulu'nda bitirdi. Adana Borsa Lisesi'nde okurken okul korosunda ilk müzik deneyimlerini kazandı. Mezun olduktan sonra Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünü'nü tamamladı. Üniversite yıllarında okuldaki arkadaşları ile amatörce başladığı müzik hayatında ilk kez Mersin'de Tını grubunun solisti olarak insanların karşısında şarkı söylemeye başladı. 1988'de Adana'da Çukurova Üniversitesi'nde okurken dört arkadaşıyla kendi müziklerini üretmek ve kendi şarkılarını yazmak için kurdukları TINI grubuyla şarkı yazmaya başladı. İlk bestesi Özdemir Asaf'ın Lavinya'sı, özel radyoların ilk günlerinde Ferdi Tayfur'un "Emmoğlu"sunun ardından bir ulusal radyoda en çok istek alan ikinci şarkı oldu.[kaynak belirtilmeli] 1990 yılında yine aynı üniversitedeki 13 amatör şair arkadaşıyla İlk Rüzgâr adını verdikleri antolojik formatlı şiir kitabında yazdıklarını yayımladı. 1992 yılında Çukurova Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İşletme bölümünden mezun oldu. 5 yıllık paylaşımının anısına kaydettikleri TINI demosu 1993 Kasım'ında "Öğrenci İndirimi" adıyla Ada Müzik tarafından yayımladı. 1994 Ocak ayında Sevgi Güryay'la hayatını birleştirdi. Aynı yılın Aralık ayında babası Salih Mete Düzağaç'ı trafik kazasında yitirdi. 2 Kasım 1999'da kızı Tuya Naz Düzağaç dünyaya geldi. Sanatçı ayrıca 3 Aralık 2005'te gösterime giren "Gece 11.45" ve 2007 Nisan ayında vizyona giren "2 Süper Film Birden" isimli sinema filmlerinde rol aldı. 24 Ekim 2008'de gösterime giren Aşk Tutulması isimli sinema filminde konuk oyuncu olarak bir doktoru canlandırdı. Yine 2008 yılında başrolünü Şevval Sam ile paylaştığı Derman ve Ekim itibarı ile "Binbir Gece" adlı televizyon dizilerinde oynadı. Düzağaç son olarak 16 Şubat 2018 tarihinde vizyona giren, başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ ile Büşra Develi'nin paylaştığı "Hadi Be Oğlum" isimli sinema filminde kendi adı ile rol almıştır. 2009 yılı Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "Beni Bırakma" şarkısının klibi "Yılın Klibi" ödülünü kazandı. 2014 yılında Radyo Boğaziçi "En İyi Rock Sanatçı" ödülünü aldı.[1] Birçok parçasını Bozcaada'da yazmıştır. Tarihin ve doğanın iç içe geçtiği bu ada, Feridun Düzağaç'a ilham kaynağı olmuştur. Diskografi 1993: Öğrenci İndirimi [Tını grubu] 1996: Beni Rahatta Dinleyin 1998: Köprüden Önce Son Çıkış 2001: Tüm Hakları Yalnızlığıma Aittir 2003: Orjinal - Alt Yazılı 2005: Bir Devam Filmi / Siyah Beyaz Türkçe Dublaj 2008: Uykusuza Masallar 2010: FD7 2013: Flu 2015: Başka 2019: 10'a Özel 2021: Sakin [İsimsiz Orkestra ile] Kaynakça ^ "11.Radyo Boğaziçi Müzik Ödüllerini kimler kazandı?". medyaradar.com. 1 Mayıs 2014. 26 Temmuz 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Dış bağlantılar Discogs'ta Feridun Düzağaç diskografisi Instagram'da Feridun Düzağaç gtd Feridun Düzağaç Albümler Öğrenci İndirimi (Tını grubu) (1993)  · Beni Rahatta Dinleyin (1996)  ·
0 notes
darliez · 1 year ago
Text
gün batıyor aynı rüyaya
önümde duran aziz siyah bir bez tutuyor
bu ses beni denizden çağırıyor
şansım yok, bir kaçış yok benim için
kimse istemiyor, aşkım
acım, gözyaşım onları incitsin; kendimi onlara anlatayım istemiyor kimse
kimse istemiyor, aşkım
kimse istemiyor acımı, huzursuzum yastığımda, kötü düşler görüyorum
son güne dek, son yazıma kadar, lanetlenmiş kaderim
bu ruhun bir evi yok, bu ruhun bir sesi yok
kara şafakta yanan mumlar
kabuslarım
1 note · View note
ildeniztufanboy · 6 years ago
Text
Birkaç asır daha kal.
Kıyamet alametidir gözlerinde bakış. Eşiğimde duruyorsun hanidir. Gitti gidecek gibi bir halin var. Ayrılık çığlığı, bir adımına bakıyor. Sanki içindeki buzullar eriyor ve gün yüzüne çıkıyor ruhuna saplanan bütün ihanetler, aldanışlar, terkedilişler. Bu afetler, kavgalar sanki ondan.
Sözcüklerin soğuyor giderek. İklimimi bozdu sebebine sebep olanlar. Kaç gündür yalancı güneş gibi 'canım' deyişlerin. Hiçbir hücremi ısıtmaya yetmiyor.
Sen sustukça kanım tersine akıyor. İyi niyetlerimde kıtlık hüküm sürüyor. Beyaz olanı siyah, güzel olanı çirkin görüyor gözlerim. Yeni doğmuş düşler çirkef şikayetlere dönüşüyor içimde. Aklım itaat etmiyor artık. Dudaklarımdaki kuraklık aldı başını gidiyor. Özlemek fiilim, hiçbir zaman kipi ile birleşmiyor.
Zaman dahada mı hızlandı ne? Bir ay bir gündende kısa geliyor.  Bunlar ayrılık alametleri mi?
Gitme Sevgilim!
Gidersen milyon derece yanarım. Viran olurum. Bin yıl geçsede kurulmaz üzerime başka dünyalar. Yalnızlığım sonsuzluğun kuyruğunda asılı kalır.
Gitme sevgilim! Ne olur birkaç asır daha kal. Gidişin kıyametim olur. Sensizlik için çok erken…
0 notes
nildasiirayinleri · 2 years ago
Text
KARA DELİK
Gün geceye çoktan karıştı
Her yer simsiyah
Yıldızlar bulutların arkasında
Siyah inci taneleri gibi, belli belirsiz
Ruhum, kalbim gecenin aynası
İçimde koca bir kara delik
Dolmuyor boşluğu
Sanki, kurulu oyuncak bebeğim
Düğmesini çevire çevire geçiyor zaman
Hep aynı senaryo..
O kadar yorgun, o kadar çaresizim ki
Dilim bile dönmüyor konuşmaya
Gözlerimde ölen sıralı gülüşler
Hayaller, düşler.
Kan karası umutlar
Tenimi parçalayarak çıkıyor
Ve yanıbaşımda oturuyor gölgeleri
Dalga geçer gibi her biri
Ve elimi tutuyor yine
Yitişler, vazgeçişler.
NİLDA ERZİN
0 notes
huzurum-sen · 2 years ago
Text
Gelsem senin şehrine,
Bulsam seni
Baksam gözlerine
Sussan,sussam...
Sadece sarılsak....
Tumblr media
Yağmur yağsa gök ağlasa
Biz mutluluktan sarhoş olsak ADAM❤️
93 notes · View notes
berkayyinan · 2 years ago
Text
Saatlerce heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaların bitti. Sen durup boşluğa bakmaların insanısın artık.
158 notes · View notes
kuzeykks · 5 years ago
Text
Kimseye dur diyecek gücüm kalmadı.
6 notes · View notes
satanicnin9 · 5 years ago
Text
İçindeki canavarı bile sevdim.
-@elyxxs
5 notes · View notes
deliyim-ki · 6 months ago
Text
Tumblr media
İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım, bir yanım öbür yanıma düşman. Sağımda kızgın kumlar gezdirdim, solum üşüyor eski bir anıdan..
Günaydı mı???
62 notes · View notes
gmzekosar · 7 years ago
Photo
Tumblr media
➰ Hayallerine dal ...
41 notes · View notes
dramatik-buluntular · 1 year ago
Text
     Üç ay sonra, ocak ayında bir işimi halletmek için tekrar gelmiştim Büyükşehire. Gündüzden halletmiştim her şeyi ve Büyükşehrin en işlek caddesinde yürüyorum. Yürüyüşlere inanan biriyim. Yollar araba, kaldırımlar insan kaynıyor. Betonun içinden âdeta insan fışkırıyor. Boğuluyorum. Hiçbirinin hikâyesi yok. Hepsinin hikâyesi var. Hikâyelerinin içinde masumiyet olmadığı için bomboş görünüyor. Masumiyet kolay bulunabilen bir şey değil artık. Fabrikada üretilen ve satın alınabilen bir mal değil. Bu korkunç kalabalıkta insanın kendisi olabilmesi mümkün mü acaba?
     Havanın neredeyse sıfıra yakın olmasına rağmen üşümüyorum. Bunun nedeni sıkı giyinmiş olmam değil, birbirine değip geçen insanlar yüzünden. Her dokunuş bir çürüme bırakıyor değdiği yere. Çürüme ateş hissi veriyor insanın ruhuna. Çürümeyi hissetmek ve açıklanamayan kayıtsızlık, duygu uygarlığının bittiğini gösteriyordu. Duygu önceliği yitirilmiş kız kardeş gibidir. Onca yazar, felsefeci, onca yürek insanı ve onca bilim insanı deliler gibi, parçalanırcasına haykırıyor olmasına rağmen, yitirilen sevgi derinliğinin önümüze koyduğu bu renksiz görüntünün içinde çırpınıp duruyoruz. Kendimize benzeyen bir yürek insanını arıyoruz. Bulduğumuzda da onun peşine takılıp çıkmaz sokaklar eşliğinde düşlere dalıyoruz. Düşler; tutkunun, sevginin ve aşkın yegâne galerisidir artık. Karaya vurmuş düşünceler için güvenilir bir sığınaktır.
     Cadde boyunca park edilmiş, içinde öykü ve sevgi barındırmayan arabaların arasından geçiyorum. Bir delikanlı ince ve uzun bir kâğıt tutuşturuyor elime. Önce ne olduğunu anlamıyorum ama o incecik kâğıdın üzerindeki minyatür yazıyı okuyunca anlıyorum, üzerinde “Lütfen koklayınız.” yazıyor. Koklayınız; bir çağı koklamak, bir çağın çırpınışını içine çekmek… Oldukça etkileyici bir koku... Artık parfüm reklamları böyle de yapılabiliyor. Parfüm reklamları yalnızlığa itilmiş insana yeni bir gösteri olanağı sunar. Gülümseyerek geçiyorum kokulu kâğıtlar uzatan delikanlının yanından. Gülümsemeyi unutmamışım hâlâ. Gülümsemek; kar ve tipi yağarken hemen ileride kulübe şeklinde bir hayal bulup içine sığınmak gibi bir şey.
     Hava yavaş yavaş ışığını kaybetmeye başlıyor. Eski tanıdıklarımla –para babalarıyla- yüz yüze geliyorum: Bankamatikler… Paranın sahnesinde yan yana sıralanmış patronların elleridir onlar. Yaşamın asla düşmeyen patronları… Her yerdeler: İşyerlerimizde, yürüdüğümüz yollarda, düşlerimizde. Bir bankamatiğin önünden geçerken mutlaka yolunuzdan çevirir sizi dostane bakışı. Öyle sempatik davranır ki karşı koyamazsınız. Durdum, bu geleceği biçme makinesinden “birkaç banknot gelecek çekme isteğimi” frenledim. Ona sırtımı döndüm kararlılıkla. Bunun provasını yapmıştım daha önce. Bu koskoca zaaf imparatorluğunda zaaflarıma yenik düşmemeyi öğrendim acı tecrübelerle. Tam karşımda, nemli kaldırımın üzerinde oturmuş birkaç liseli genç gitar çalıp eğleniyorlar. Hem eğlenip hem para kazanıyorlar. Giyimleri kuşamları da fena sayılmazdı. Gitarın tellerinde çürümenin notaları geziniyor. Çürüme her yerde. Tamamlanamayan, kısa kesilen şarkılar, gülüşmeler ve anlam arayışını bırakmış sözcükler yüzlerine yapışıyor liseli gençlerin. Ters döndürülmüş bir şapka var önlerinde. Mendil yerine şapka konmuş. “Biz dilenmiyoruz, müzik yapıyoruz, bize o yüzden para vermiş olacaksınız.” ın mesajıdır bu oradan gelip geçenlere. Gerçekten öyle mi? Yoksa bu bir duygu buharlaşması mı? Şapkanın içinde fena sayılmayacak derecede ufak banknot ve bozukluklar var. Harçlıklarını böyle çıkarıyorlar. Ne de olsa gitar çalabilmek yetenek işidir. Bu yetenekleri sayesinde para kazanıyorlar. Belki ileride iyi birer müzisyen olurlar. Belki de çürümenin çağına karşı direnip duygunun buharlaşmasına izin vermeyen çağrılar gönderirler evrene.
     Gitarcı çocukların beş altı metre ilerisinde iki siyah çukurla karşılaşıyorum. İki çözümsüz soru: Ben kimim? Siz kimsiniz?  Yüzünde iki esmer deniz taşıyan ve yaklaşık on üç-on dört (belki de on beş) yaşında olan bu kız çocuğunun yüzündeki o bulanık ülkenin içinde kayboluyorum. Donuyorum ıssızlıktan. Onun olduğu yere doğru ilerliyorum. Ona yaklaştıkça kendimden uzaklaşıyorum. Üzerinde kapüşonlu eski bir “swaetshirt”, altında ince kirli bir kot, başında da yünden yapılmış gri bir şapka vardı adı olmayan bu kızın. Sağında solunda kolilerden kesilmiş kartonlar ve kartonların üzerinde düzgünce, iri iri yazılmış yazılar ve rakamlar var.
Sarılmak: 1 YTL
Beraber resim çektirmek: 1 YTL
Dert dinlemek: 2 YTL
Dedikodu yapmak: 2 YTL
Karşılıklı bakışmak: 5 YTL
Oturup el ele tutuşmak: 10 YTL
     Bunun gibi daha birçok tanımlanmış eylemin ve fiyatlarının yazıldığı kartonların arasında bırakılmış, bu ruhu paramparça edilmiş kızın karşısında, utanç bir anıt gibi dikilmişti büyükşehrin küçük kalbinde. Kimsenin üzerine alınmadığı bir utanç… Büyükşehrin kalbi mızrak deposuydu. Kızın önünde ne mendil ne de ters çevrilmiş şapka vardı. Onun yerine yüreğini ters çevirip koymuştu ortaya. Düşünüyorum, düşünüyorum ellerim yanıyor. Ellerim susuyor. Belleğim susuyor. Varlığım sessizleşiyor. Sessizlik; haykırışın o büyük okulu. Yutkunarak düşünüyorum, başkaldırı ihtiyacı duyuyorum ve soruyorum, bütün bunlar ne, bütün bunlar ne? Bütün bunlar, halk ihlali.
     Koşmaya başlıyorum yaşlı bir ülkenin karnında, en hızlı koşumu yapıyorum. Burnumdan buharlar çıkıyor. İçimden resimler düşüyor. Geçmişin ve geleceğin resimleri… Unutulmuş resimler… Önceliği yitirilmişlerin resimleri… Arayı açmış olan merhamet konvoyuna yetişmeye çalışıyorum. Nefes nefese koşuyorum. Ön yargı ordusunun yarattığı bu cehennemde çarparak düşürdüğüm insanlar öfkeyle arkamdan bakıp küfrediyorlar. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlar bana. Ben de aynı öfkeyle dönüp onlara küfrediyorum: Hepiniz orospu çocuğusunuz!
     İşsizlik, hissizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kalitesizlik ve sömürü düzeninin lanetini getirip bu ülkenin alnına kalın puntolarla yapıştırmışlardı. Görüp de bir şey yapamamak, elinden bir şey gelmemesi gerçeği hançer gibi batıyor göğsüme. Sadece lanet okumayla hiçbir şeyin düzelmeyeceğinin farkındaydım. Sömürücüler kamarasını kökünden yok etmek istiyorum ama elimde onları yok edecek hiçbir silaha sahip değilim, bir gün hayal gücünün iktidara el koyacağına olan inancımdan başka. Yerinde duramayan başkaldırı ihtiyacımı ve varoluş sancısı çeken ruhumu küçük bir odaya kapatıp öfkemi ve yalnızlığımı ellerim yoruluncaya kadar yazıyordum. Boşluğa anlatıyordum içimdeki çıkışsızlığı. Küçük bir an bile olsa huzurla karşılaşıyordum. Çünkü havada uçuşan sözcükler bu küçük odanın hazinesiydi.
(Kısa bir süre sonra çıkacak olan "Bükülen Kıyıların Çağrısı" romanımdan bir bölüm)
4 notes · View notes
kelamhanee · 2 years ago
Text
YOLUMU UZATMA BENİM
Aklım kalmıyor artık gidenlerde
Öyle ki
Zamanın bu dolambaçlı patikaları
Bir berduşa dar geliyor
Zor geliyor
Berduş kendine mi yansın gidenlere mi
Gidenler
Hepsinin yolu açık olsun
Benim yitirmişliğim değil bu süreç
Yitirilmişliğim
Bak
Bak elimde çatlamış nasırlar
Kazma kürek tutmaktan değil
Elektrik direklerine, apartman kirişlerine tattırdığım tokat darbelerinden
Çok çektiler benden
Fakat devrilmedi hiç biri
Devrilen ben oldum ben
Çevrimiçi yalnızlığımın itirazı olmadı gidenlere
Kapı kollarında asılı kalan izler
Siyah kapşonlu düşler
En izbe mekanlar
Harici koğuşlar
Hepsi bana bırakılmış birer miras
Yönetim zorluğu içindeki ülke gibiyim
Bir yanım anarşi bir yanım yoksulluk bir yanım salgın hastalık
Üleştirmeye gidilecek bir kaynağım da yok
Yok oğlu yok
Hee düşlerim var
Siyah kapşonlu düşlerim
Para eder mi bilmiyorum
En halis antikadır hepsi
Kara gecelerde asılır hepsi düşüncemin tavanlarına
canımı emen yarasa misali.
İtiraz hakkım olsa da sessizliğimle yaşattım hepsini.
Sonra
Soluk saman kağıtlarına yazılmış şiirlerim var
Şehrime sağanak sağanak yağan yağmurlarda, mürekkebi dağılmış
Ve
Günün en kutlu vakitlerinde dilimde ezbere dolaşan telaffuzu noksan dualar var
Salladığım palavraların toplandığı paçavralar
Parça parça edilmiş uzuvları olan genç yaşında kadavralar
Hadi sen de git
Bir milat beklemiyor elinden bu köhnemiş berduş
Gidenleri alfabetik sıraya koysam seni koyacak yer bulamam.
Git hadi
Antika düşlerimde bir sabahçı olmak istemiyorsan git.
Yolumu uzatma benim.
M. BALABAN
💜@kelamhanee
36 notes · View notes
matmazelnoraliya · 3 years ago
Audio
“Kime soracaksın,  neden böyle diye? Bu dünya  sanki sessiz ... Peki sevinçli anlar  nerede bulunur, zaman bile  işaretsiz..”
Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle Hani her çocuğu başka bir çocuğa Yaklaştıran bir şarkı vardır ya Kıyıya yanaşan bir gemi gibi. O akşam ay Işıl'a sığışmıştı, Işıl çocukluğuna, Çocukluğumuz mor bir zambağa Hani her çocuk zaman zaman Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya Sonra iki çocuk birbirine gülümser, sonra Zambağın içine bir çiy tanesi düşer Koşuşan iki ateş gibi konuşmuştuk İki küçük geveze gece sineğiydik Düşlerimiz el ele tutuşmuştu, el ele tutuşmuş iki kelebek gibi. Gidecektik, kaçacaktık buralardan Uzak ülkeler düşlemiştik. Büyük gemiler yüzmüştü ruhumuzda Ben Işıl'ın yelkenini üflememiştim Bensiz uzaklara gitmesin diye Pirinç taneleri savurmuştuk havaya, Grapon kağıtları, konfetiler… Fener alayı geçmişti gözlerimden Işıl sevinçle alkışlamıştı. Bir daha hiç ay Işıl'a sığışmamıştı. O akşamki gibi, o akşamki kadar büyük Siyah saçlı bir mucizeydi sanki ay Ateşe atmıştık biz onu İnce ve beyaz bir kemik gibi Susmuştuk, peygamberler inmişti hayatımıza, donuk fotoğraflar, yalanlar, kitaplar… Susmuştuk, bir baykuş Kapı aralığına sıkışmış bir ruh gibi bağırmıştı Susmuştuk, bir daha hiç Ay Işıl'a sığışmamıştı. Ayın yerinde kara bir delik kalmıştı.
Didem Madak, Grapon Kağıtları
43 notes · View notes