#sen ben lenin
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sen Ben Lenin (2021)
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından denize atılan Lenin heykellerinden biri, iki yıl sonra Düzce'nin Akçakoca ilçesinde sahile vurdu. 2000'li yıllarda Akçakoca Belediyesi, ilçede turizmi geliştirmek düşüncesiyle, Lenin heykelini Akçakoca meydanına dikme kararı aldı. Ancak bu tasarı hiçbir zaman hayata geçmedi. Dalgaların Karadeniz'i aşarak getirdiği ahşap heykel hâlâ belediyenin deposunda saklanmaktadır.
Tufan Taştan'ın senaryosunu Barış Bıçakçı ile yazdığı ilk uzun metrajlı filmi "Sen Ben Lenin", işte bu gerçek hikâyenin üzerine kurgulanmış bir kara mizah olarak beyazperdeyle buluşur. "Belki kasabaya bir Lenin gelir" başlığıyla Cumhuriyet gazetesinin dahi manşetlerine taşımış olduğu "Sen Ben Lenin" filminde, Lenin heykeli bu sefer kasabanın meydanına dikilmiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti başbakanıyla birlikte, Rusya'dan gönderilecek olan bir heyetin katılımıyla gerçekleştirilecek olan açılış töreninden bir gün önce Lenin heykeli ortadan kaybolur. Heykelin çalınmasıyla tüm hikâye böylelikle de başlamış olur. Heykelin bulunması için Ankara'dan özel olarak gönderilen iki polis müfettişinin kayıp heykeli bulmaları için 12 saati vardır.
Filmi seyrederken Kızılay'dan Bestekâr'a doğru yürüdüğüm yolların duvarlarında boyalı duran Lenin resimlerine gittim geldim. Elbette bir de filmde Ahmet Abi karakteriyle sıklıkla vurgulanan Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" şiirine... (Bu metni kaleme alırken arka planda çalan bu şiiri de şuraya ekliyorum: (https://www.youtube.com/watch?v=2CuFoIlrLuY) Ne diyelim... Belki Ankara'ya bir Lenin gelir.
Filmde en çok güldüğüm ve filmi en iyi anlatan sahne olarak gördüğüm şu repliği de aşağıya bırakıyorum:
"Lenin kasabayı değiştirecek derken, kasaba Lenin'i değiştirdi."
#film#sinema#sen ben lenin#cinema#sovyetler birliği#rusya#komünizm#komünist#lenin#tarih#edebiyat#yazar#mısra#dize#şairane#şiir#şair#poem#yazı#alıntı#beyazperde#replik#unutulmaz replikler#film replikleri#filmlerden replikler
1 note
·
View note
Text
Sen Ben Lenin yönetmen Tufan Taştan
1 note
·
View note
Link
2010 senesinden bu yana yapmış olduğu kısa filmlerle ulusal ve uluslararası arenada birden çok mükafat kazanan oldu Tufan Taştan'ilk uzun metraj filminde Sen Ben Leningezegenimizin bebek festivallerinden 43.Moskova Film Festivali'nde ilk kez sinemaseverlerin karşısına çıkacak. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının Rusya kıyılarından denizde atılan Lenin heykellerinden birinin Düzce'nin Akçakoca ilçesinde karaya vurmasıyla yaşananlar vardıca konuşulmuş ve dünya basınında geniş yer bulmuştu. Evvelinden Ahmet Murat Nasihat, Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat, buyruğa Yeksan'ın yönetmenliğini üstlendiği Hoşgeldin Lenin kısaine belgesel mevzu, bahis olan buüstün hikayesi, seçenek bir gerçeklikle bu sefer uzun metraj bir film olarak izleyicinin karşısına çıkacak. gün sonunda Akçakoca Belediyesi'ne bağlı bir depoda kaderine terk edilmiş halde bekleyen Lenin heykeli, direktör Tufan Taştan ve senarist-yazar Sulh Bıçakçı'nın “Peki Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu” sorusuyla filmimizde yeni bir yaşam buluyor. Proje, gizli olarak 2016 senesinde duyurulmuştu. Yapımcılığını İstanbul Digital (ID) Film ve Yapım-eki'nin beraber üstlendiği Sen Ben Lenindünya prömiyerini gerçekleştirecek Moskova Film Festivali'Rus Trace' bölümünde 24 Nisan Cumartesi günü gösterilecek. Fizyolojik olarak düzenlenen festivalde film sunumu, programla Kirill Razlogov tarafından gerçekleştirilecek. Direktör Taştan da gösterimin uygulanmasının sorularını cevaplayacak. Yaşanmış bir konunun polisiye ve siyah gülmece türü kurgulandığı filmin başrollerini Sulh Falay ve Saygı türü Soysal paylaşıyor. Filmimizde; Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, serbest Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, murat kılıçSarp Aydınoğlu, Sulh Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar da rol alıyor. Filmimizde yaygın'nin mühim yönetmenlerinden Özcan Alper, Pelin Esmer, Güvenilir Alper, Çiğdem Vitrinel ve Vuslat Saraçoğlu benzer biçimde adlar ise misafir sanatçı olarak ortaya çıkıyor.
0 notes
Link
Ödüllü kısa filmleriyle belirtildi Tufan Taştan'ilk uzun metraj filminde Sen Ben Leninsürekli prömiyerini 40.İstanbul Film Festivali'nde ulusal yarışma yarışması hazırlanıyor. Festivalde ulusal yarışma bölümünde aynı zamanda Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü için yarışacak film vizyonu 13 Temmuz Salı akşam saat 21.00'de Maximum Uniq Açıkhava'da yapılacak. 1-13 Temmuz'da gerçekleştirilecek 40. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma gösterileri öncesinde Sen Ben Lenin'in teaserı paylaşıldı. Senaristliğini Tufan Taştan ile Sulh Bıçakçı'nın birlikte yazıya döktüğü polisiye ve siyah gülmece türündeki Sen Ben LeninKaradeniz'deki bir kasabanın kıyısına vuran Lenin heykelinin dikilişinin ardından meydana geldiği, başbakanın da kutlamayla açılış töreninden önce çalınmasını ve Ankara'dan görevlendirilen iki polisin kasabaya gelmiş olarak yitik Lenin heykelinin peşine düştüğünü mevzu, bahis bulunuyor. Dünya prömiyerini hedefleyen aylarda 43.Moskova Film Festivali'nde gerçekleştiren filmin başrollerini Sulh Falay ve Saygı türü Soysal ikiliye kadroda paylaşırken Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, serbest Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, murat kılıçSarp Aydınoğlu, Sulh Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar Şekilde tek seferde çok başarılı olmuş ve birlikte rol yer alıyor.
0 notes
Text
Levent odaklanmış bir adamdır.Yarı Türk, yarı Alman asıllı, koyu bir Amerikan düşmanı, Şangay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş; Baskça dahil 18 dili ana dili gibi konuşan; plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları edinmiş; bir odadaki tüm eşyaları bir silaha çevirebilecek donanıma sahip; üstün düzeydeki "yakın algılama " yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen, profesyonel anarşist, terörist avcısı,korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosofdur. Emperyal dünya düzencileri tarafından baş düşman ilan edilmiş ve tüm dünyada aranan birisiydi. Kimse, Levent ile direkt olarak çalışan, onu tanıyan ya da gören birini bilmezdi. Herhangi biri Levent için çalışabilirdi.Bilemezdiniz. Bu da onun gücüydü.Levent'in yaptığı en büyük kurnazlık tüm dünyayı yaşamadığına inandırmaktı.Bir süre sonra, kimse Levent'in gerçek olduğuna inanmamaya başlandı ve söylentiler çıkmaya başladı. Kendisinin iyiliğini ve yeteneklerini kullanarak, sosyalizmi getireceğini iddiaa eden bir grup anarşistin, kapitalist olması üzerine, o gruptaki herkesi, sonrasında ailelerini ve tüm akrabalarının tamamını hatta onlara en ufak borcu olanları bile en köklü komünist olmasını sağlayıp, ortadan kaybolmuştu. Bu, tüm anarşitlerin ve koministlerin arasında efsane olarak anlatıldığı, kapitalistlerin ise çocuklarını korkutmak için anlattıkları bir hikayeye dönüşmüştü. Hatta bir rivayete göre Lenin ve Stalin bir gün konuşurken, Lenin “Tanrı���ya inanmam ama ondan korkarım” demişti, Stalin ise ise Tanrı’ya inanıyorum ve beni korkutan tek şey Levent" demişti. Tarihler ilerlemişti, büyük buhranlar geçmiş, sanayi devrimi olmuş, savaşlar yapılmıştı. Tarihin ortanca çocuklarının bir amacı ya da yeri yoktu. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuştu. Bizim büyük savaşımız kendi ruhlarımızlaydı. Büyük ruhlarımız ise hayatlarımız olmuştu.Bütün umutlar yok olmuş, her şeyimizi kaybetmiş ve özgür kılınmıştık. Tekrar kulaktan kulağa laflar dolaşmaya başlamıştı. Levent ismi geçiyordu tüm fısıldamalarda. Levent'in görevi dünya demokrasisini korumaktı, uygulamak değildi deniyordu. Herkes beşinci günün şafağını beklemeye başlamıştı... --o esnada havada derin bir sessizlik vardır, iki adam birbirlerine bakarlar, ilk sessizliği bozan Volkan olur-- Volkan - Sonunu bir türlü getiremiyorum. Çarpıcı bir son olması için siyah atıyla tepeden aşağıya mı inse ya da arabasıyla spinler ata ata meydana falan mı inse? yoksa bir fucking pencil ile mi çıksa? Levent : Bu ne Volkan anlamadım, kitap arka kapağı mı, film fragmanı mı, ne bu? V:Kitap diye düşüdüm ama film de olur bak, seri bile olur. Levent1, Levent2, gider dört, beşe kadar. L:Baya baya beni Nicholai Hel'e, John Wick'e, Tyler Durden'a, Kayser Soze'ye, Gandalf'a çevirmişsin Volkan. V:Ben olamıyorum kahraman, bari seni yapayım dedim. L:Bari derken övünsem mi üzülsem mi bilemedim? V:Hayır, hayır sevin tabii ki. Ben beceremiyorum işte, hep hüsran , hep bir sıkıntı. L:Neymiş sıkıntı? V:Ne yapsam olmuyor. L:Ne olmuyor? V:Birileri için bir şeyler yapmıyor oluyorum. Benim için ne yaptınlarlarla bitiyor cümleler, toksik oluyormuşum sonunda. L:Ee beni kahraman yapmışsın, benim için bir şey yaptın diyebiliriz. V:Güzel bir çıkarım ama beni sakinleştirme çaban da mesleki deformasyon.Zaten süre dolunca kovarsın beni buradan. L:Sonuçta işimi yaptığımı gösteriyor sanıyorum, kovulma noktasında da haklılığımı dile getirmeme gerek yok diye düşünüyorum. V:Şuan kim kime terapi yapıyor? Kahraman yaptım, seri filmler çektim, kitaplar bastım adına, sonuç, Volkan benim için ne yaptın? L:Lan dümbük, sana dedik ya beni kahraman yapmışsın işte, daha ne diyeyim, bak yine nabzımı yükselttin durduk yere. V:Dur bir hemen celallenme, işte sıkıntı burada iyi bir şey yaparken bile sinirleniyor karşı taraf, onu anlamadım. L:Bana mı yürüyorsun sen? V:Eee pes vallahi, nerelere geldi olay. L:Benim için ne yaptın Volkan? V:Bak küfür edeceğim bu sefer. L:Tamam lan tamam, şaka. Şaka maka derken geldik mi yine bir seansın sonuna. V:Sezon finali gibi seans sonlarımız, kocaman bir soru işareti ile kalıyor, acaba ne olacak? L:Merak ilgili uyandırır. V:Bana ilgi değil de maddi durumlarımı uyandırıyor.Yine zam geldi değil mi? L:Haliyle Volkan'ım, bunlar hep kurdan. V:Lan psikolojide mi yurt dışından ithal ediliyor? L:Ne sandın! V:Kitabın sonu şöle olacak; herkes beşinci günün şafağını beklemeye başlamıştı ama bi sike yaramadı. L:Kırıldım biraz ama neyseki çıkışta parayı verdiğin an unutacağım. V:Kahrolası federaller, toksikçiler. L:O zaman senin üç hayırla uğurluyoruz. V:Diğer seansa daha iyi hazırlanıp geleceğim. L:Selametle canım. V:Bir mukalele bebişim. L:Bilmukabele diye düzeltmeye kıyamadım. V:Işınlanarak gidiyorum o zaman. L:Uzay zaman büküntün pek olsun yiğidim.
1 note
·
View note
Text
"Küçük bir hatayı büyütmenin en iyi yolu onda ısrar etmektir"
-ben bir papatya kaynatıp içeyim-
12 notes
·
View notes
Text
'Sen Ben Lenin' Moskova yolcusu
‘Sen Ben Lenin’ Moskova yolcusu
2010 yılından bu yana yaptığı kısa filmlerle ulusal ve uluslararası arenada birçok ödül kazanan Tufan Taştan’ın ilk uzun metraj filmi ‘Sen Ben Lenin’, dünyanın köklü festivallerinden 43. Moskova Film Festivali’nde ilk kez sinemaseverlerin karşısına çıkacak. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya kıyılarından denize atılan Lenin heykellerinden birinin 2000’li yıllarda Düzce’nin Akçakoca…
View On WordPress
0 notes
Text
-Baba Bana Bağırma-
yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir
Şair: Akgün Akova
Ressam:Hakan Aydın
18 notes
·
View notes
Text
Evet selam,
Zihnimin içi o kadar dolu ki sürekli bir şeyleri düşünüyorum, planlıyorum tartıyorum biçiyorum. Tezin şurasını şöyle yapayım burası böyle olsun. Onunla şöyle konuşayım eğer benimle tartışırsa böyle cevaplarım. Kardeşime şunu göndereyim. Burası böyle olsun…Zihnimi toparlamaya hiçbir şey düşünmemeye hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı. Kendimi idare edemiyorum.
İşe gireli 7 hafta oldu 2. Haftamda bi rapordan sorumlu tuttular beni. Şirkette daha önce o bazda rapor hazırlanmamış. IT’den biri ile beraber yapıyorum raporu. Bir insan kendi alanındaki bir konu hakkında nasıl bu kadar vasıfsız olabilir anlamıyorum. Hadi oldun kendini neden geliştirmezsin. Hafta sonu oturdum önce kullanılması gereken yazılım dilinin temelini öğrendim. Sonra bana lazım olan kısmını, pazartesi günü de gittim IT’deki arkadaşa öğrettim. Bir şeyi öğrenmedeki azmim, hevesim, hırsım kendime dair en sevdiğim özelliğim olabilir.
Office hayatımın en zor dönemlerinin birinde destek olmasa da “gel yav kafan dağılır” cümlesinin vücut bulmuş hali. Michael sen nasıl bi karaktersin tam seveceğim bi halt yapıyorsun tam nefret edeceğim farklı bir şey.
Danışmanıma ulaşmak için harcadığım vakti py ve r için harcasaydım olaylar çok farklı gelişirdi.
Ülkeyi terk etmek için çalışıyorum kazandığım para günden güne değersizleşiyor.
Bazı insanlara TAMAM SENSİN deyip yola devam etmek istiyorum.
Prenses direktörüm senin başta erken mesaiden kaynaklı gözaltının mor olduğunu düşünmüştüm, meğer normalin oymuş dedi. Prenses güldürme fkfk
Stack-overflow ile sci-hub fayda konusunda yarışır.
Barış Bıçakçı’nın senaryosunu yazdığı Sen Ben Lenin sinemalarda bugün, izlensiiin.
Neyse gidip kardeşimle hasret gidereceğim. Hadi bye !
3 notes
·
View notes
Note
Abi ben kendi abime bir şey diyemiyorum. Mesela o diyor ki "tek maaşla geçinemem" ona bu düşüncesinin yanlış olduğunu diyemiyorum. Evlencek abim. Kız da çalışıyor zaten. kredi alacak, ev düzecek.. Ona diyemiyorum yanlış düşündüğünü çünkü ikna olmaz gibi düşünüyorum. Sinirli biri. Ne diyeyim, ne yapayım?
Rabbim abinizin rızka olan imanını güçlendirsin, helal-haram konusunda hassasiyet sahibi güzel ahlak sahibi bir mümin olmayı nasip etsin. Kanaat ahlakı nasip etsin. Kredi almaktan muhafaza etsin. Belki bu yazının faydası olur...
Gençler Dergisi - Makaleleri
Bir Soru Bir Cevap
Yıl: 2010 – Ay: Ocak- Sayı: 40
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi
Rızık Allah`tandır
Efendim, günümüzde yaşanan iktisâdî buhranlar, artan işsizlik vs. pek çok insanı geçim sıkıntısıyla baş başa bırakıyor. Buna mânevî eğitim noksanlığı neticesindeki rûhî açlık da eklenince, “maîşet” ve “rızık” konusu en mühim kaygı ve endişe sebebi oluyor. Bu hususta neler tavsiye edersiniz?
Rızık ve ecel, âdeta kader âilesinin ikiz ve sır kardeşleridir. Rızık, daha anne karnında iken başlar ve Cenâb-ı Hakk’ın takdir ettiği ecel vakti gelene kadar da devam eder. Rızık devam ettiği müddetçe de kimsenin eceli gelmez.
Rabbimiz, yarattığı her mahlûka bir müddet yaşama hakkı vermiş, “ömür” denilen bu müddet içinde onların rızıklarını da tâyin buyurmuştur. Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh’a ait olmasın. O, her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emâneten konulacakları yeri de bilir…” (Hûd, 6)
Şu hadîs-i şerîf de Cenâb-ı Hakk’a sığınıp O’na lâyıkıyla tevekkül edebilen bir kulun, rızkını temin husûsunda nasıl bir ilâhî yardıma nâil olacağının bir ifâdesidir:
“Eğer siz Allâh’a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları hâlde akşam doymuş olarak dönerler.” (Tirmizî, Zühd, 33)
İnsana düşen, tıpkı rızık aramaya çıkan kuşların tevekkül ve teslîmiyeti içinde, yersiz birtakım endişelere kapılmadan nasibini aramak ve gayret sarf etmektir.
Rızık husûsunda insanı endişeye sevk eden en mühim mânevî zaaflardan biri de, kanaat etmeyi bilmemek ve israftan sakınmamaktır. Hakîkaten günümüzde rızkının darlığından şikâyet edenlerin pek çoğu, aslında asgarî geçim şartlarına sahip bulunduğu hâlde, daha yüksek refah seviyesinde yaşayanlara özenmekten dolayı kendisini eksik görerek kendi kendini sıkıntıya sokmaktadır. Hâlbuki maddî nîmetler husûsunda taşımamız gereken îmân ölçümüz, kendimizden daha zor durumda yaşayanlara bakarak hâlimize şükredebilmektir. Kul, bu olgunluğu gösterip şükredebildiği nisbette, elindeki nîmetlerin bereketleneceği, ilâhî bir vaattir.
Nitekim âyet-i kerîmede:
“…Eğer şükrederseniz, elbette size olan nîmetimi artırırım…” (İbrahim, 7) buyrulmaktadır.
Öte yandan unutmamak gerekir ki, Allah Teâlâ bütün canlıların rızkını tekeffül etmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı Allâh’a îtimâd etmeyip, gereksiz ve yersiz duygulara kapılarak insanlara el açmak ve sadece onlardan medet ummak, kişiyi zillete dûçâr eder. Nitekim bir Allah dostunun buyurduğu üzere:
“Rızkını Allah’tan bilmeyip de onun mahlûkundan beklemek, insanı Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırıp, halka muhtâc eder.”
Cenâb-ı Hak’tan uzak düşmek, bir insan için zilletin en büyüğüdür. Buna mukâbil rızkın değil, Rezzâk’ın, yani rızkı ihsân eden Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı peşinde olmak ise, kul için en büyük izzettir.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ, Hâlık sıfatını, yani yoktan var etme sıfatını kendi zâtına hasretmiştir. O, bu sıfatla dâhil olmadığı takdirde hiçbir hâdise vukû bulamaz. Dolayısıyla meydana gelen her hâdisenin, sebepleri halk eden Allah’tan olduğunu bilmek, kâmil îmânın bir îcâbıdır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)
Cenâb-ı Hak, bütün oluşlarda irâdesini sebeplerle tecellî ettirdiği gibi rızkın temini husûsunda da mahlûkâtı birbirine sebep kılmıştır.
Yaşanmış, târihî bir vâkıa olan şu misal, her hâlükârda, tevekkül ve teslîmiyetle Allâh’a sığınan bir kulun Cenâb-ı Hak tarafından bazen düşmanı eliyle bile nasiplendirildiğinin güzel bir misâlidir:
Rusya’da ilk Komünist İhtilâli teşebbüsü 1905 yılında Moskova’da gerçekleştirilmiş, Çar’ın askerleri bu teşebbüsü kanla bastırdığından, o gün, tarihte “Kanlı Pazar” ismiyle anılmıştır.
Bu ihtilâli tertipleyen Lenin kaçarak bir samanlığa gizlenmişti. Samanlığın diğer köşesinde ise, iki büklüm kıvrılmış bir vaziyette duran aç ve susuz bir köylü vardı. Bu köylü tevekkül ve teslîmiyet perdesini yırtmadan:
“–Ey Allâh’ım! Açlıktan öleceğim. Bir dilim ekmek olsa da yesem!..” diyerek Cenâb-ı Hakk’a gönülden duâ ediyordu. Lenin bu köylüyü görüp söylediklerini işitince hiddetlenerek:
“–Aptal herif! Hâlâ Allah’tan mı istiyorsun? Bak sokakta birçok insan, senin gibilerin karnını doyurmak için ayaklanmış oldukları hâlde öldürülüyorlar. Onların başarısını iste, sen de gayret et. Ben de sana bir dilim ekmek vereyim.” dedi. Köylü sordu:
“–Sen de kimsin?”
Lenin cevap verdi:
“–Ben de o ihtilâlcilerden biriyim. İsmim: Lenin…”
Saf ve garip köylünün meydanda olup bitenlerden haberi yoktu. Lenin ise sokağa tedbirli çıkmıştı. Bu yüzden çantasında ekmek, matarasında su vardı.
Lenin, köylüye çantasından bir dilim ekmek verdi. Bunu iştahla yiyen köylü, başını semâya kaldırarak:
“–Ey Allâh’ım! Sen ne büyüksün!.. Bazen Îsâ kulunu, bazen de böyle Lenin denen âsî ve îmansız bir kulunu gönderip fakir fukarânın karnını doyurursun!” dedi.[1]
Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmuştur:
“…Kim Allâh’a karşı takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış (kurtuluş) yolu gösterir ve hiç beklemediği yerden onu rızıklandırır…” (et-Talâk, 2-3)
“De ki, Rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir; dilediğinden de kısar. Siz başkalarına yardım için ne harcarsanız, Allah onun yerine yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’, 39)
Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ, Âdemoğlunun rızıkları ile vazîfeli olan meleklere şöyle buyurur:
Herhangi bir kulu, bütün tasa ve düşüncesini tek bir şeye (yani Rabbine) teksîf etmiş bir hâlde bulursanız, ona göklerin ve yerin rızkını garanti edin! Herhangi bir kulu da adâletle (istikâmetten ayrılmayarak) rızık ararken bulursanız, ona iyi davranın ve (yolunu) kolaylaştırın!..” (75 Kudsî Hadîs’in Tercüme ve Şerhi, Ebû Hüreyre)
Eğer bir kul, ahlâk ve takvâ ile mücehhez olarak bütün gâye ve hedeflerini Rabbine teksîf eder, O’nun rızâsı yolunda ilâhî emirlerin hükümranlığına girerse sâlihlerden olur. Böylece israftan korunur, ihtiras ve nefsâniyetin hoyratlığından kurtulur. Kendisine takdir edilmiş olan rızkın bereketine nâil olur.
Velhâsıl kul, sebepler planında üstüne düşen gayreti gösterip Rabbine tevekkül ederse, Rezzâk olan Rabbi de ona kâfî gelir.
Ey Allâh’ım! Bizleri temiz ve helâl rızıklarla merzûk kıl ve sâlih amellere muvaffak eyle.
Âmîn…
Dipnot:
[1] Kadir Mısıroğlu, İslâm Tarihi, 23. dipnot.
17 notes
·
View notes
Text
Alttaki yazımı okurken aklıma geldi: Okul anılarımla askerlik anılarının kesişim noktası...
***
Alt yazıda anlattığım faşist asker arkadaşın dikktaimi çekmesi askerliğimin ilk saatleridir.
Ben bir kaç gün geç gittiğimden gittiğimde asker arkadaşlarım en az dört beş gündür orda ve doğal olarak benden daha şaşkın olamazlar. Herkes bir kaç kişiyle bile olsa tanışmıştır. En yabancı benim yani.
Zaten akşamüstü girmiştim askeri birliğe... aynı akşam.. bir yemek yedik yatacağız.. herkes ortalıkta dolaşıyor... hiç kimseyi tanımıyorum ama kalbalıkta önümde iki kişi tartışıyor. Gözlüklü bir çocuk karşısındakine Marks, Lenin, Stalin, Mao, artı değer, emek sömürüsü, emperyalizm.. sıralıyor yavru. Yalnız bir gariplik var. Dinleyen bu durumdan çok rahatsız. İzliyorum. Yumruklarını sıkıyor.. kaşını gözünü oynatıyor. Yani büyük sabırla dinliyor o sözleri.
Karışsam mı karışmasam mı askerliğimin ilk saatlerinde. Kimseyi de tanımıyorum. Onların samimiyetini bilmiyorum. Konuşma bölünsün diye, gözlüklüyü çağırdım.
- Gözlüklü kardeş nerelisin sen yav... tanıdık birine benzettim diye yanıma çağırdım. O da sohbeti kesip geldi. Tanıştık. Dedim ki "yav karşındaki adam seni büyük bir kızgınlıkla dinliyor, sohbetinizi ister istemez duydum, ben bir kaç saatlik askerim ama konuştukların bana hiç doğal gelmedi, üç günlük askerken burda siyasi bilinç mi vereceksin, Marksın Leninin yeri mi burası, başına bela alma" dedim.
Kızgınlığı farketmediğini filan söyledi. Morali bozuldu. Çekti gitti. Tabii sonraki günler bir sürü kez yine karşılaştık yine konuştuk. O kızgın arkadaşla da tanıştık konuştuk. Beklediğim gibi biri sosyalist biri faşist iki kişi.
Sonraki aylarda ayrıldık. Herkes bir alanda görev aldı ama akşamları bazen buluşup görüşebiliyoruz. Faşist arkadaş daha kolay gelebiliyor yanıma, gözlüklünün işi daha zor. O çok nadir gelebiliyor.
Genellikle bir de namazında niyazında bir arkadaşımla birlikte üç kişi konuşuyoruz. Geçmişten gelecektewn her şey sohbet konusu: Mesela faşist arkadaş bir hikayesini anlatıyor: Yine bir kaç kişiyi linç ettik okulda, yalnız nasıl olduysa o hengamede ben mi kafamı çantanın kulpuna soktum, kız mı benim boynuma doladı, kavga sürerken çantasının kulpuyla beni boğuyor oruspu. Kurtulmaya çalışıyorum kurtulamıyorum. Tüm gücümle çekiyorum kulp kopmuyor. En sonunda oruspunun burnuna bir tane vurdum. Burnundan kan boşanınca çantayı ancak o zaman bıraktı ben de kurtuldum.
Ben de müdahale ediyorum tabii: Oğlum bu hikayedeki tek oruspu sensin. Orda ben olacaktım ki, seni masalardan birine yatırır s.... hemen karım ederdim.. nikahıma alırdım seni, günde yedi posta.....oruspuuuu....
O da sahte bir gülüşle "Ahaha... nah si..erdin, canını kurtarma derdine düşerdin" diyor.
"oruspu dediğin o kız bir vatansever ulan , sen sefil bir faşistsin sadece"
"Peh! Tam da buldun vatanseveri. Bildiğin terörist. faşistim ama olayda vatansever yok. Birileri beni kullanıyor, başka birileri de o kızı kulllanıyor. Başkalarınca kullanılmak iyi değil ama yine de teröristleri dövdüm diye pişman değilim" diyor.
"Gücünüz anca kızlara yeter yavşaklar..övündüğün şeye bak... bizim okulda senin gibler beni görünce kaçacak delik arıyordu, tanıdığın vardır, sor souştur beni, nasıl tırstıklarını anlatsınlar sana..." O da "yalan söylediğimi sanıyorsan sen de beni sor soruştur" diyor vs vs tadında bir diyalog... Sonra onun sağladığı radyodan müzik dinliyoruz.. (müzik yasak) benim getirdiğim yiyeceklerle piknik yapıyoruz çimlerin üstünde. (yemek yasak)
***
Orda bir sosyalist bir faşist bir seriatçı arkadaş rahatça konuşabiliyoruz düşmanlaşmadan. Bunun nedenini düşünüyorum. Yine kendime yontacaktım. Ben farklı biriyim diyecektim ama değil. O özel koşullarda Marks'ın işçi sınıfı için öngerördüğüne benzer biçimde, yani bütün işçilerin kardeş olması gibi, bizde kendi tertibimiz olarak 280 kişi kardeşiz. Çünkü hiç bir farklılığımızı gözetmeden canımızı alabilecek... canımızı almasa ruhumuzu yerinden çekip çıkarmaya çalışacak aynı otoritelere tabiyiz. Birlikte olmazsak birimizi de değil, hepimizi ezerler, hepimizin canına okurlar. Bunu bilmesek bile seziyor olmak bizi bir araya getiriyordu diye düşünüyorum.
,,,,,,,,,,,
Konu hakkında sosylist arkadaşın sözlerini de yazıyım.
Zor görüşüyorduk. Yanıma geldi bir gün.
" Ya bizim xxx aslında tehlikeli adammış, bana öğütler verdiğin o gün büyük bir beladan kurtarmışsın, sen değerli bir yoldaşsın, değerli bir arkadaşsın, seni abi gibi görüyorum" dedi.
Bende o anda içimden " Allahım şu çocuğa biraz akıl ver" diye geçiriyorum. Fantastik bir dünyada yaşadığı belli. Onun o yoldaşlı moldaşlı evreninde yaşamak isterdim :)
Ben de xxx'in artık karım olduğunu, ona bir sorun çıkarmayacağından emin olduğumu söyleyip gönlünü rahatlattım gülerek.
***
Okuldayken birbirimize saldırmadan konuşabilsek faşistlerle aramda geçebilecek diyaloğu merak ederdim. Yanıtını işte askerken aldım. Bir faşistle poltik olaylar hakkında konuşurken tam böyle bir diyalog geçiyor.
1 note
·
View note
Link
Ödüllü kısa filmleriyle belirtildi Tufan Taştan'ilk uzun metraj filminde Sen Ben Leninsürekli prömiyerini 40.İstanbul Film Festivali'nde ulusal yarışma yarışması hazırlanıyor. Festivalde ulusal yarışma bölümünde aynı zamanda Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü için yarışacak film vizyonu 13 Temmuz Salı akşam saat 21.00'de Maximum Uniq Açıkhava'da yapılacak. 1-13 Temmuz'da gerçekleştirilecek 40. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma gösterileri öncesinde Sen Ben Lenin'in teaserı paylaşıldı. Senaristliğini Tufan Taştan ile Sulh Bıçakçı'nın birlikte yazıya döktüğü polisiye ve siyah gülmece türündeki Sen Ben LeninKaradeniz'deki bir kasabanın kıyısına vuran Lenin heykelinin dikilişinin ardından meydana geldiği, başbakanın da kutlamayla açılış töreninden önce çalınmasını ve Ankara'dan görevlendirilen iki polisin kasabaya gelmiş olarak yitik Lenin heykelinin peşine düştüğünü mevzu, bahis bulunuyor. Dünya prömiyerini hedefleyen aylarda 43.Moskova Film Festivali'nde gerçekleştiren filmin başrollerini Sulh Falay ve Saygı türü Soysal ikiliye kadroda paylaşırken Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, serbest Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, murat kılıçSarp Aydınoğlu, Sulh Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar Şekilde tek seferde çok başarılı olmuş ve birlikte rol yer alıyor.
0 notes
Text
Ölen bir cenazemizin arkasindan biz öyle bir hale geldik ki; "Acımızı yaşayamıyoruz."
Gelene gidene hizmet edip, ölenin nasıl öldüğünü(!) anlatmaktan... Hatta iki ara bir derede iki gıybetin belini kıran ve uzun zamandır birbirini görmeyip cenaze günü fısır fısır kaynatan akrabadan... Yanyana tıkış tıkış oturup cenaze kalkmadan ikram bekleyen komşulardan... Dert ettiğinden değilde, sırf merakını tatmin için cenaze sahibini konuşturanlardan...
Ahhh o pideler illa kıymalı olmalı, helva öyle kavrulmaz! İçine çam fıstığı atmalı!
Gömülenin kıyameti kopmuş, arkada dulu yetimi kalmış kimin umurunda. 40'ı okutulurken bi sarma sarılmazsa konu komşu ne der?
Tavuk yerine kırmızı et koyulursa birde aman aman... O tabaklar nasıl gururla taşınır...
Sübhanallah hanımlar!
Ne kadar çirkinleştik farkında mısınız?
Birde son moda olarak; kokulu taş, tespih, mıknatıslı magnet dağıtma çılgınlığı başladı ki dağıtmayanı dövüyorlar desem abartmış olmam.
Yahu insan ölmüş insan!!!
Belki kabirde kemikleri birbirine geçti azaptan, sen onun adına kokulu taş dağıtarak sevap mı umuyorsun ey kardeşim...
Kim soktu bu çirkin işleri bizim fıtratımıza?
Biz ahireti bilen, kabrin ve sorgu sualin dayanılmaz zorluğunu bilen bir ümmet olarak nasıl ölüm gibi ciddi bir işi şaklabanlık malzemesi haline getiririz?
Hele mevlüt kreasyonu şıklık yarışına hiç girmiyorum. Nerde ne altını varsa takmış, evin içinde topuklu terlikle geziyor birde elinde gül suyu...
Yahu adam ölmüş adam!
Diriden utanmazsın da Allah'tan da mı korkmazsın, sen de öleceksin!
Cenazelerinizi festivale döndürmüşsünüz farkında değilsiniz.
Eğer ölümü 1 dakikacık tefekkür edebilseydi, bu toplum bir kaşık pilav yiyemeyecek hale gelirdi.
Bakın ne samimiyetimiz kaldı, ne ciddiyetimiz, ne edebimiz, ne de Allah ve ölüm korkumuz..
Kaldi ki nerde cenaze sahibine saygı duymak ve insanları rahat bırakmak..
Evden ölüden önce pide, lahmacun, yemek kokuları çıkıyor..
Cenaze sahipleri uyuşmuş bir vaziyette gelenlere tabak taşıyıp hizmet ediyor...
Ben bunu kabul edemiyorum hanımlar!
Bu işleri siz başlattınız, bitirecek olanda yine sizlersiniz...
Kim ne derse desin, reddedin bu bidatleri!
Ölümü; ölüm gibi yaşayın... Resulullah (sav) evlatlarının arkasından, Fatıma'tu Zehra ana babasının arkasından ne yaptıysa sizde onu yapın..
38 notes
·
View notes
Text
Fransa napolyonla uğraşıp durmamıştır. Devrimci devrimcidir. Çinden Mao çıkmıştır Rusya dan lenin, Hindistan da Gandhi, Küba da Che
Ama sen tutup da ingilizin batının veya başkalarının sömürge durumunu 21.yy da hala buraya taşırsan ve uygularsan insanlar Atatürkten daha iyi bir şey olmayacağını anlar ki. Evet öyle ki
Ben size ilimden, bilimden başka dogma bırakmadım diye giden bi lider
1 note
·
View note
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/izmirde-film-ve-muzigin-bulusmasi.html
İzmir’de film ve müziğin buluşması
Bir genç İzmirlinin (Adnan Saygun’un) bestelediği, o gece sahneye konan “Özsoy” adlı yapıtını birkaç dakika sonra alkışlayacak olan ulu önder, Ankara’da Türk Ocağı Salonu’na girdi ve misafiri İran Şahı ile birlikte dinleyicileri selamladı. Tarih; 19 Haziran 1934…
88 yıl sonra aynı dakikalar… (festival kapanışı için) İzBB Başkanı Tunç Soyer, tevazu içinde (o genç İzmirli bestecinin adı verilen) Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Salonu’na girerek ülkemizden ve yurtdışından sinemayla müziğin ustalarını, emekçilerini selamladı. Tarih,19 Haziran 2022…
Kuvayı Milliye’nin büyük zaferinin 100. Yıldönümünde, yani İzmir’in kurtuluşunun asır dönümünde yapılan ve 120 yerli ile yabancı filmin gösterildiği festivalde, söyleşiler, kitap imzası gibi etkinlikler de yer aldı. sinema yazarı Atilla Dorsay ile ses ve yapım alanlarının emekçisi Necip Sarıcı’nın değer görüldüğü Emek Ödülü yanında, Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü’ne roman kökenli Cezayir doğumlu Fransız yönetmen Tony Gatlif’e, Zülfü Livaneli ile (Leh Besteci) Zbigniew Preisner Onur Ödülü’ne layık bulundu. Sarıcı ödülünü Atatürk’e ithaf ederken, Gatlif ise “ilk filmiyle beş parasız ve tek kelime bilmeden 1984’te geldiği İzmir’den sonra gittiği Ankara’da Türklerin büyük dostluğu ile karşılaştığı, destek gördüğü ve Türkleri çok sevdiğini” ifade etti. Yarışmada; Erden Kıral’ın jüri başkanı olduğu jürinin seçimleri şöyleydi:
Film ve müzik alanının temsilcilerinin buluştuğu, sinema için farklı pencerelerin açıldığı, Vecdi Sayar gibi deneyimli bir kültür insanının çizdiği rotada değerli paylaşımların yapıldığı festival; film ile müziğe odaklanan, İstanbul dışında olan sayılı ve özgün projeler arasında şimdiden yerini aldı. Darısı, üçüncü, üç yüzüncü film ve müzik festivaline… ([email protected])
ÖDÜLLER
– Dijital Platform Dizisi En İyi Özgün Şarkı-Sena Şener (Blu TV-“Saklı” dizisi-”Derinlerde Saklı” şarkısı ile)
– Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Şarkı-Ender Gündüzlü (Star TV-“Kaderimin Oyunu” dizisi- “Sana Çıkıyor Yollar” şarkısı)
– Dijital Platform Dizisi En İyi Özgün Müzik-Sertaç Özgümüş-(Netflix-“Uysallar” dizisi)
– Ulusal Kanal Dizileri En İyi Özgün Müzik- Sertaç Özgümüş (Fox TV-“Mahkum” dizisi)
– En İyi Ses Tasarımı-Eli Haligua, Fatih Rağbet, Greg Dobrowski-(Erdem Tepegöz’ün “Gölgeler İçinde” filmi)
– En İyi Özgün Film Şarkısı-Barış Diri (Tufan Taştan’ın “Sen Ben Lenin” filmindeki “Ahmet Abi” şarkısı)
– En İyi Özgün Beste Ödülü-Nikos Kypourgos (Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr” filmi özgün müziğiyle)
– En İyi Erkek Oyuncu-Halil Babür (Emre Erdoğdu’nun “Beni Sevenler Listesi”) ve Murat Kılıç (Ferit Karol’un “Kumbara” filmi)
– En İyi Kadın Oyuncu-Gülçin Kültür Şahin (Ferit Karol’un “Kumbara” filmindeki rolüyle)
– Jüri Özel Ödülü-Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu
– En İyi Film-“Sen Ben Lenin” (Yönetmen Tufan Taştan)
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/izmirde-film-ve-muzigin-bulusmasi.html
İzmir’de film ve müziğin buluşması
Bir genç İzmirlinin (Adnan Saygun’un) bestelediği, o gece sahneye konan “Özsoy” adlı yapıtını birkaç dakika sonra alkışlayacak olan ulu önder, Ankara’da Türk Ocağı Salonu’na girdi ve misafiri İran Şahı ile birlikte dinleyicileri selamladı. Tarih; 19 Haziran 1934…
88 yıl sonra aynı dakikalar… (festival kapanışı için) İzBB Başkanı Tunç Soyer, tevazu içinde (o genç İzmirli bestecinin adı verilen) Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Salonu’na girerek ülkemizden ve yurtdışından sinemayla müziğin ustalarını, emekçilerini selamladı. Tarih,19 Haziran 2022…
Kuvayı Milliye’nin büyük zaferinin 100. Yıldönümünde, yani İzmir’in kurtuluşunun asır dönümünde yapılan ve 120 yerli ile yabancı filmin gösterildiği festivalde, söyleşiler, kitap imzası gibi etkinlikler de yer aldı. sinema yazarı Atilla Dorsay ile ses ve yapım alanlarının emekçisi Necip Sarıcı’nın değer görüldüğü Emek Ödülü yanında, Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü’ne roman kökenli Cezayir doğumlu Fransız yönetmen Tony Gatlif’e, Zülfü Livaneli ile (Leh Besteci) Zbigniew Preisner Onur Ödülü’ne layık bulundu. Sarıcı ödülünü Atatürk’e ithaf ederken, Gatlif ise “ilk filmiyle beş parasız ve tek kelime bilmeden 1984’te geldiği İzmir’den sonra gittiği Ankara’da Türklerin büyük dostluğu ile karşılaştığı, destek gördüğü ve Türkleri çok sevdiğini” ifade etti. Yarışmada; Erden Kıral’ın jüri başkanı olduğu jürinin seçimleri şöyleydi:
Film ve müzik alanının temsilcilerinin buluştuğu, sinema için farklı pencerelerin açıldığı, Vecdi Sayar gibi deneyimli bir kültür insanının çizdiği rotada değerli paylaşımların yapıldığı festival; film ile müziğe odaklanan, İstanbul dışında olan sayılı ve özgün projeler arasında şimdiden yerini aldı. Darısı, üçüncü, üç yüzüncü film ve müzik festivaline… ([email protected])
ÖDÜLLER
– Dijital Platform Dizisi En İyi Özgün Şarkı-Sena Şener (Blu TV-“Saklı” dizisi-”Derinlerde Saklı” şarkısı ile)
– Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Şarkı-Ender Gündüzlü (Star TV-“Kaderimin Oyunu” dizisi- “Sana Çıkıyor Yollar” şarkısı)
– Dijital Platform Dizisi En İyi Özgün Müzik-Sertaç Özgümüş-(Netflix-“Uysallar” dizisi)
– Ulusal Kanal Dizileri En İyi Özgün Müzik- Sertaç Özgümüş (Fox TV-“Mahkum” dizisi)
– En İyi Ses Tasarımı-Eli Haligua, Fatih Rağbet, Greg Dobrowski-(Erdem Tepegöz’ün “Gölgeler İçinde” filmi)
– En İyi Özgün Film Şarkısı-Barış Diri (Tufan Taştan’ın “Sen Ben Lenin” filmindeki “Ahmet Abi” şarkısı)
– En İyi Özgün Beste Ödülü-Nikos Kypourgos (Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr” filmi özgün müziğiyle)
– En İyi Erkek Oyuncu-Halil Babür (Emre Erdoğdu’nun “Beni Sevenler Listesi”) ve Murat Kılıç (Ferit Karol’un “Kumbara” filmi)
– En İyi Kadın Oyuncu-Gülçin Kültür Şahin (Ferit Karol’un “Kumbara” filmindeki rolüyle)
– Jüri Özel Ödülü-Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu
– En İyi Film-“Sen Ben Lenin” (Yönetmen Tufan Taştan)
0 notes