#saldırıya
Explore tagged Tumblr posts
Text
Özgür Şahin: Barış ortamının bozulmasına müsaade etmeyeceğiz
BURSA / Nilüfer- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, CHP’nin Nilüfer’deki seçim çadırı ve billboardlarına düzenlenen saldırılara tepki göstererek, “Bu saldırılar Nilüfer’deki barış ortamını bozmaya yönelik saldırılardır. Biz bu saldırılara alet olmayacağız” dedi. CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, seçim sürecinde yaşanan kanunsuzluklara ilişkin basın toplantısı…
View On WordPress
0 notes
Text
Öldürülen kadınlara mı, katledilen hayvanlara mı, hayattan koparılan bebeklere mi, örgütün başı meclise davet edilirken hayatını feda eden şehitlere mi, işinde gücünde çalışan insanların uğradığı saldırıya mi üzülelim? 3 haftadir yarın hangi felakete uyanacağız diye bekliyoruz.
52 notes
·
View notes
Text
Mutlu olduğumu göstermeye korkuyorum artık. Hayat anında : “Ne demek mutlusun?” diye saldırıya geçiyor.
545 notes
·
View notes
Text
Bu ülkenin kadınları kendi ülkelerinde rahat nefes alamıyor. Sokakta, metroda, otübüste saldırıya uğrayacağım, belki bu sefer ben öldürüleceğim korkusuyla yaşıyorlar. Bu ilk değildi maalesef ki sonda olmayacak. Belki işe yaramayacak yıllardır süre gelen bu vahşeti bitiremeyecek ama bağırmak isyan etmek boynumuzun borcu vahşice katledilen hemcinslerimize ...
16.17
27 notes
·
View notes
Text
İnsanoğlu eninde sonunda korkuları ile yüzleşecektir.
Öyleyse gücün kuvvetin yerinde iken korkuların ile savaş onu alt etmek için çözümler üret.
Zayıf düştüğün an şunu iyi bil ki korkuların seni alt etmek için saldırıya geçecektir.
VE/FA
143 notes
·
View notes
Text
Vasiyetim şudur ki: Silaha, pazarlık konusu olmayan onurunuza ve ölmeyen hayalinize sımsıkı sarılın. Düşman, bizi direnişi bırakmaya, davamızı sonu gelmeyen bir müzakereye dönüştürmeye zorluyor.
Ancak size diyorum ki: Haklarınız üzerinde pazarlık yapmayın. Direniş sadece taşıdığımız bir silah değil, her nefeste Filistin’e olan sevgimizdir; kuşatma ve saldırıya rağmen var olma irademizdir.
Yahya Sinvar
16 notes
·
View notes
Text
Kadınlar psikolojik yönden saldırmayı sevdikleri için katiller genel olarak erkek oluyormuş arkadaşlar alın size bilgi
(ayrıca erkek cinsiyetli katillerin genel olarak geçmiş ,çocukluk, travması olduğundan dolayı güç yönünden hakimiyet kurmak istedikleri için fizikî saldırıya başvuruyorlarmış.)
Ders çalışırken sizi de bilgilendiriyim dedim 🦦
10 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
201. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor - 3
İlk dağ ruhu çöktüğünde dev taş heykel yerden yavaşça ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Xie Lian, önceleri TongLu Dağı’nda bulunduğunu söyleyen Hua Cheng’e seslendi, bu üç büyük dağ onları takip eden bir tehdit oluşturuyordu ve hafife alınmamalıydı. Xie Lian devasa heykeli kaldırıp çevirmeyi planlamıştı ancak bu zamana kadar hiç böylesine muazzam devasa bir heykeli kontrol etmemişti. Bu kadar karmaşık hareketleri yapamıyordu ve yapmadığından her şey daha da karışıyordu. Tekrar yukarı atlamaya çalışsa da başaramadı ve bir kez daha yere devrildi.
Gümbür gümbür! Neredeyse cennet ve dünya sarsılmıştı. Devasa taş heykel WuYong kraliyet şehri yakınlarına düştü ve tüm meydanı ezip enkaza çevirdi. Sadece hafif bir hareketle bile devasa taş heykelin altındaki göz kamaştırıcı evler ve saraylar toz dönüyor, parçalanma sesleri kulaklarda çınlıyordu. Bütün bu sarsıntılar devam ederken Xie Lian neredeyse yine havaya uçacaktı ama Hua Cheng onun elini sıkıca tuttu ve bağırdı: "Benimle gel!"
Xie Lian'ı alarak birkaç adımla o dev ilahi heykelin başına atladı. Görünüşe göre, bu devasa Çiçek Taçlı Savaş Tanrısı saçını bağlamak için adeta orada küçük bir balon varmış gibi küçük bir taç takıyordu. Böylece ilahi heykelin elinde veya omzunda durmaktansa daha düzgün durabilecekleri bir yer bulmuşlardı.
Henüz dinlenmeye fırsatları dahi olmadan Dağ ruhu geri gelmiş ve devasa taş heykelin birkaç adım geri gitmesi için sertçe vurmuştu. Neyse ki Xie Lian buna hazırlıklıydı ve düşmedi ancak kazara başka bir dizi evi ayaklar altına almış ve parçalamıştı. Xie Lian bu olanlar için üzülse de elinden gelen bir şey yoktu, içinden bağışlanmak için dualar etmişti. Xie Lian ilahi heykelin bu evlere zarar vermesinden kaçınırken ve beceriksizce kayıp gitmesini önlemeye çalışırken şaşkınlıkla ve merakla sordu, “Neden beni alt etmek için sürekli gelip duruyorlar? Bir şey mi yaptım?”
“Özellikle Gege’yi kovalamıyorlar, herkesi kovalarlar. Ve şu anda Gege özellikle onlar için dikkat çekici görünüyor.”
“O kadar büyük bir yaratık ki oldukça dikkat çekici...” daha düşünmesini bitirmeden heykeli parçalara ayırmak ve doğrudan merkeze doğru ezmeye çalışarak 3 dağ ruhu bir araya gelip etraflarını sarmıştı. Xie Lian hareket edemezken devasa taş heykel de bir parmağını bile oynatamıyordu. Heykeli geri çekmek için tüm gücünü kullansa da bir milim bile hareket ettiremedi, heykel artık savunma yapamayacak gibiydi!
Kaçmak için bir şeyler düşünmeye çalışıyordu ki istemsizce birkaç adım gerileyerek bir göğse çaptı. Arkasında duran Hua Cheng’di, ona baktığında Hua Cheng Xie Lian’in omuzlarını kavradı, “ Her şeyi boş ver ve savaş! Merak etme onlar sana rakip bile olamaz. Bu dünyada sen bir adım attığında seni durdurabilecek tek bir şey bile yok!”
Hua Cheng’in göğüsleri Xie Lian’e tüm kalkanların en güçlüsü gibi geliyordu. Xie Lian’in içi özgüvenle dolmuş, vücudundan tazeleyici bir akım geçmiş gibiydi. Böylece o da karşılık vermek ve kuşatmayı kırmak için elinden geleni yaptı!
Gümbür gümbür! Üç dağ ruhunu zorla birkaç kilometre öteye ittirdi, her yer toz, dumanla kaplandı. Enkazlar ve kayalar etrafta yuvarlanıyordu. Ancak geri itildikten hemen sonra bir kez daha saldırmak için ileri çıkıp tekrar saldırıya hazır hale geldiler. Xie Lian hızlıca eliyle yeni mühürler oluşturmaya başladı, “YOLUMDAN ÇEKİL!!!”
O devasa taş heykel havaya sıçradı ve ayaklarını dağ ruhlarından ikisinin başına indirdi, geri kalan eli kılıcının kabzasındaydı –Kılıcını çek!
Tüm bu hareketler bulutların ve suyun akışı gibi akıyordu, dev ilahi taş heykel eylemlerini akıcı bir şekilde tamamlandı. Gerçek bir insandan farkı yokmuşçasına hiç tereddüt etmeden uzun bir gökkuşağı gibi uzandı. Bir nefes çekerek Xie Lian bağırdı, “SENİ PARÇALAYACAĞI… Ah! dur bekle, henüz değil!”
O, görkemli bir kılıcı sallamaya ve dağları vadilere ayırmaya çoktan hazırlanmıştı ki beklenmedik bir şekilde, kılıç çekildiğinde içinde bir şeylerin doğru olmadığını hissetmişti. Yukarı baktığında aniden soğuk soğuk terlemeye başladı. O devasa taş heykel kesinlikle kılıcı çekmişti ama… elinde sadece kılıcın kabzası vardı. Neler oluyor?
Kılıç nerede?
Xie, Lian şaşkına dönmüştü, bu arada Hua Cheng de yanında duruyordu. Yüzü düşmüştü, iki eliyle alnını destekledi, “… Gege, üzgünüm. Sana söylemeyi unuttum. Bu ilahi heykele kılıç oymadım. Benim ihmalim.”
“…”
Doğru ya!
Hua Cheng bu heykeli ocağın iç taş duvarlarının üzerine oymuştu, ilahi heykel ayakta duruyordu ve belindeki kılıç kollarının ve katmanlı cübbesinin altında kalmış, gizlenmişti, bu yüzden sadece oyulmuş bir kılıç kabzası vardı. İlahi heykele ruhsal güçler verilmeden ve hareket etmeye başlamadan önce özel olarak oyulmuş bir bıçağı olmadığından, doğal olarak bir bıçak büyülü bir şekilde öylesine ortaya çıkmayacaktı.
Hua Cheng hafifçe kaşlarını çattı, ifadesi ciddiydi, "Yanlış hesapladım. Bu heykel yeterince zarif değil, Bir dahaki sefere her ayrıntıyı oyacağım.”
Xie Lian oldukça ciddiydi ve hızlıca şöyle dedi, “Hayır, hayır, hayır! Gerçekten çok zarif. Cidden!”
Sonuç olarak ortada bir kılıç yoktu dolayısıyla dağları kesemeyecekti. Xie Lian hemen savaş taktiklerini değiştirdi—Süngü!
Aceleyle iki dağ ruhunun başları üzerinden atlaması için ve işe yaramaz kabzayı arkasına atıp delicesine koşması için ilahi dev heykele emir verdi.
Vahşi rüzgarlar yüzlerine doğru eserken, siyah saçları, beyaz cüppeleri ve kırmızı kolları sallanıp uçuşurken ikisi o ilahi heykelin başının tepesinde duruyordu. Kaçıyor olmalarına rağmen beraber çok güzel bir resim çiziyor gibiydiler. Bir gümüş kelebek Xie Lian’in kulağına yaklaşıp birkaç insan sesini ona iletti. Anında kelebeği yakaladı ve seslendi, “diğer taraftakiler Feng Xin ve Mu Qing mi? General Pei ve Yağmur Ustası da orada mı?”
Peşindenhemen bu tarafa da tanıdık sesler gelmişti.
“ekselansları, bir şey söyleyeyim.” Dedi Pei Ming. “soru sorarken bu kadar bağırmaya hiç gerek yok”
“ah, kusura bakma. Şu an kontrol etmeye çalıştığım çok fazla ruhsal güç var bu yüzden…” dedi Xie Lian.
“...”
Ardından Mu Qing’in sesi de geldi, “Ne? Az önce çok fazla ruhsal gücün olduğunu mu söyledin? Sen mi?”
“hepiniz bir araya geldiniz mi?” Xie Lian sordu, “neredesiniz?”
“General Pei, General Küçük Pei ve diğerleriyle buluştuk. WuYong nehri yakınındaki bir ormandayız. Dışarı çıkmak üzereyiz.” Dedi Mu Qing.
Feng Xin seslendi, “orada neler oluyor? Güçlü, alışılmadık bir hareket sanki ocaktan gelmiş gibi görünüyordu! geri dönüp yardım edelim mi?”
Xie Lian hızlıca cevapladı, “gerek yok! Siz orada kalın biz hızlıca gelip sizi alacağız. Orada konuşuruz, neredeyse geldik!”
İleride kurumuş WuYong nehri vardı. Dev taş heykel vadiyi geçip yoğun ormanın yanına çömeldi. Tesadüfen Xie Lian, Mu Qing ve Feng Xin’in ormandan çıktığını gördü ve etrafına bakınarak muhtemelen onları aradığını düşündü. Ancak yanlış yöne bakıyorlardı ve yukarıya bakmak akıllarına gelmemiş, Hua Cheng ve Xie Lian’i hiç görmemişlerdi. Feng Xin kelebeğe doğru konuştu, “Ekselansları henüz gelmediniz mi? Neredesiniz?”
Xie Lian ellerini ağzına götürdü ve aşağıya doğru bağırdı. “KAFANI KALDIR! YUKARIYA BAK! ÇOKTAN GELDİK!”
“…”
Ancak o zaman ikisi de devasa bir gölgeyle örtüldüklerini fark ettiler ve aynı anda yukarıya baktılar.
Böylece ikisi de aynı zamanda kıyaslanamaz derecede devasa bir şey gördüler. “Xie Lian" şu anda ormanın yanında çömelmiş, aşağıya doğru onlara bakıyordu. Yüzünde çok arkadaş canlısı bir gülümseme bile vardı.
Hua Cheng aşağıdaki ikisine bir göz atmaya tenezzül etmedi ve kenarda durup kollarını birbirine bağladı, tavırları tembeldi. Xie Lian aşağıya doğru el salladı, “BİZİ GÖRDÜNÜZ MÜ? BURADAYIZ!!!”
Ancak “Xie Lian”in bu devasa versiyonu o kadar muhteşemdi ki ondan başka bir şeyi fark etmek çok zordu. Mu Qing’in tüm görüş alanı bu yüzle kaplanmıştı, yavaşça mırıldandı, “delirmedim ben değil mi? Yoksa delirdim mi?”
Feng Xin’in gözleri de bu görüntü ile boyanmıştı ve o da mırıldandı, “Bu ne lan? Bu nasıl bir şey? Ne s*kim şeyler oluyor bu dünyada?”
Xie Lian, “Ah…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı ve kahkahasını tutmak için muazzam bir çaba gösterdi.
Doğruyu söylemek gerekirse bugüne kadar bu derecede gerçekçi, devasa ve inanılmaz zariflikle oyulmuş bir ilahi heykeli kimsenin görmüş olması mümkün değildi. Geçmişte en büyük ilahi heykel Jun Wu'ya aitti, ancak o bile bu heykelin yanında yarısı kadar bile gelmezdi.
Feng Xin ve Mu Qing, ikisi de şok olmuştu. Xie Lian, gerçek olan kendisinin onlar nerede olduğunu bulana kadar birkaç kez bağırmak zorunda kaldı. Diğerleri de birbiri ardına ormandan çıktılar, yukarı baktıklarında neredeyse hepsi bu devasa ilahi heykel karşısında o kadar şok oldular ki az kalsın secde edeceklerdi. Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi ve o devasa ilahi heykelin elini yere koymasını sağlayıp avcunu açtırdı, “Yanardağ patladı, yakında buralar ateşler içinde kalacak. Ayrıca üç dağ ruhu da bize yetişebilir. Hadi çabuk olun! Sizi buradan uzaklaştıracağız!”
Grup ilahi heykelin eline tırmandı ve her biri kendine yerleşmek için bir yer buldu. Xie Lian havadaki boğucu kükürt konusunu hissetti ve geriye baktığında kara duman ve uçan tozların hızla yayıldığını gördü, ilahi dev heykelin avcunu kapatıp ayağa kalktı ve geniş adımlarda ilerlemeye devam etti.
Pei Ming ve diğerleri yaşadıkları şoku atlattıktan sonra kendilerine gelmişlerdi. Ama Feng Xin ve Mu Qing’in kafası hala yerinde değildi. Sebebi muhtemelen bu ilahi heykel sahibinin yüzünü, tavırlarını ve görünüşünü çok iyi bilmelerinden kaynaklıydı. Ve bu kadar devasa halini gördüklerinden dolayı şokları da bir o kadar devasaydı.
Feng Xin bu ilahi heykelin omzunun üstünde duruyordu ama hala hareketsizdi, inançsızlıkla sordu, “Bunu kim yapmış olabilir. Kimin eseri bu? Nasıl oldu da bu zamana kadar hiç görmedim? Ya da nasıl daha önce hiç duymadım?”
Hua Cheng sahte bir şekilde güldü, “Bu dünyada daha görmediğin o kadar çok şey var ki.”
Her ne kadar kim olduğunu açıklamasa da neredeyse herkes, özellikle de Feng Xin ve Mu Qing çakmıştı ve aynı anda bağırdılar, “BUNU! BU HERİF YAPTI!”
“Neredeyse inanamadım…” dedi Mu Qing. “Bu şeyi nasıl hareket ettiriyorsun? Bunun için ne kadar çok güce ihtiyaç var?! yeterince gücün var mı ki? Hiç gücün olmadığını sanıyordum.”
Hua Cheng cevaplamadı. Xie Lian ona bir bakış attı ve yumruğunu ağzına bastırarak belirsiz bir şekilde cevap verdi, “um, şey…”
“Eğer yeterince yoksa ödünç alabilirsin. Yanlış mıyım? Çok basit bir şey.” Dedi Pei Ming.
“hahahha, evet…”
Yol boyunca çeşitli canavarlar ve iblisler lavların yağdığını, alevler saçtığını, çılgınca estiğini görünce işlerin ters gittiğini anladılar ve insanların o dev taş heykele tırmandığını gördüklerinde hepsi çığlık attı. “BENİ DE BEKLEYİN!”
“BENİ DE BENİ DE BENİ DE! BEN DE GELİYORUM!”
“BİZİ DE ALIN, BİZİ DE!”
Ama “geri çekilin.” dedi Hua Cheng. Gümüş renkli bir kelebek dalgas�� tüyler ürpertici bir ışık saçarak uçtu, sonrasında aşağıdan feryatlar ve ulumalar duyuldu.
Yin Yu, öylece uyuyan Gu Zi'yi kucaklıyordu ve aşağıdan seslendi. “CHENGZHU! Ekselansları! boş kabuklu insanlar ve daha önceki ceset yiyen fareler birdenbire gürültücü hale geldiler ve büyük gruplar halinde hareket etmeye başladılar, sanki TongLu Dağı'ndan çıkıyormuş gibi görünüyorlardı.”
Yağmur Ustası bir yandan kara öküzünü sürerek diğer yandan dikkatlice gökyüzünü izliyordu, “kara bulutun içindeki yaratıklar dışarıya doğru çıkmak istiyor gibi görünüyor.”
Dedikleri doğruydu. Kara bulutların içinde kıvranan yaratıkların hepsi taze, canlı ete susamış ve insanın yüz hastalığı haline gelmiş kederli ruhlardı. TongLu dağında yaşayan bir tane canlı yoktu. burada yalnızca nüfuz edemedikleri canavarlar, hayaletler ya da cennet mensupları vardı, bu yüzden elbette dışarı çıkmak istiyorlardı.
Milyonlarca buruşmuş, eğri büğrü hale gelmiş insan yüzü gökyüzündeki şekli bozulmuş yılan ve solucanlar gibi dönen girdabın içinde sürükleniyordu. Xie Lian’in elleri hafifçe titrese de ağzından şunlar dökülüvermişti, “TongLu Dağı’nın bir bariyeri var ne içerdeki dışarı çıkabilir ne dışarıdaki içeriye girebilir. Bu acı içindeki kederli ruhlar şu anda buradan çıkamazlar.”
Daha lafını bitirmeden beklenmedik şekilde Hua Cheng onun elini sıkıca kavradı. Xie Lian’in kalbi bu hareketle aniden kasıldı ve o da onun ellerini sıkıca tuttu, “Ne oldu? Çok fazla mı güç kullandım? Üzgünüm, üzgünüm. İdareli kullanmam gerekirdi.”
Hua Cheng bir eli ile sağ gözünü kapatıyordu, “Hayır tabii ki, Gege bunun hakkında endişelenmesin. Sorun TongLu Dağı bariyeri. Kırılmış.”
Xie Lian sersemlemişti, “Ne? Kırılmış mı?” endişelenmemelerini söylemişti çünkü bariyer vardı, ama şimdi kırılmıştı! Neler oluyordu?!
“kırılmış.” Dedi Hua Cheng. “muhtemelen yüzü olmayan beyaz açtı. O şeyler artık dışarıya kaçabilirler.”
18 notes
·
View notes
Text
Saldırıya uğradığını iddia Belediye Meclis Üyesi (temsili)😂👇
28 notes
·
View notes
Text
Özgür Şahin: Barış ortamının bozulmasına müsaade etmeyeceğiz
BURSA / Nilüfer- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, CHP’nin Nilüfer’deki seçim çadırı ve billboardlarına düzenlenen saldırılara tepki göstererek, “Bu saldırılar Nilüfer’deki barış ortamını bozmaya yönelik saldırılardır. Biz bu saldırılara alet olmayacağız” dedi. CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, seçim sürecinde yaşanan kanunsuzluklara ilişkin basın toplantısı…
View On WordPress
0 notes
Text
Silahlandım.
Konuşlandım.
Saldırıya hazırım.
Aylardan Aralık'tı
Kapı da aralıktı
İçim bi bulanık,
Aklım karışıktı.
''Ulan!' dedim içimden,
İçim delik deşikken
Çarp arkasından kapıyı!
Hem eve soğuk girmesin
Hem de geri girmesin!'
Üç beş adımdan sonra
Bir döndü baktı arkasına
Büyük camdan gözetleyen gözlerimi
Görmediğine sevinmiştim.
Hemen alt kata indim
Yatağımıza geçtim
Yorganı üstüme çektim.
Burnumu çektim
Bir 'Off!' çektim.
Dün çektiğim resim elimde kırılmıştı.
Kalbim de kırılmıştı.
Birkaç bardak ve bana aldığı çiçeğin vazosu
Yukarıda paramparçaydı.
Umrumda mıydı?
Yorganı tepeme çektim.
Kokunu da içime.
Vazgeçtim!
Sabah ilk işim,
Yastık yüzünü yıkamaktı.
Kendi yüzümü boş verdim.
Zira yüzüm kalmamıştı, sen alıp gitmiştin.
Yüzsüz yüzsüz kapına mi gelseydim?
Umrunda mıydım sanki?
Ne büyük aşktı benim ki!
Ne büyük olaydı senin ki!
Sana göre kolaydı sanki.
Tek acı çeken bendim.
#Ruler#ruler of my heart#ruler#hüzün#eskilerden biraz#birtutammutluluk#eskilereozlem#trees#artists on tumblr#bir kedim var#spotify#tumblr milestone
19 notes
·
View notes
Text
#Sondakika
Polise uzun namlulu silahla saldırı...
İstanbul Tuzla'da hakkında arama kararı bulunan kişinin villasına giden Tuzla Asayiş Büro ve Güvenlik Büro Amirliğine bağlı polis ekipleri silahlı saldırıya uğradı.
Dolandırıcılık suçlamasıyla aranan kişinin Tepeören mahallesindeki villasına gelen ekiplere uzun namlulu silahlarla açılan ateş sonucu polis memuru Adem Köş,
göğüs bölgesinden yaralandı. Hayati tehlikesi devam ediyor.
Çıkan çatışmada saldırganlardan biri ölü olarak etkisiz hale getirildi.
2 kişi de gözaltına alındı.
7 notes
·
View notes
Text
Mental ve ruhen o kadar yorgun hissediyorum ki şu şekil saldırıya uğramışım gibi 😮💨
#kesfet#alıntı#keşfet#kitap#sevgi#spotify#kitap alintilari#kitap sözü#kitapkurdu#kitaplar#harry potter deathly hallows#harry potter
151 notes
·
View notes
Text
Dazai Osamu'nun Giriş Sınavı 2. Ara
Wattpad Linki
MangaTR Linki
Alacakaranlıkta…
Yan yatmış bir polis aracı, Yokohama limanına bakan sahildeki caddede yanıyordu. Sallanan arabanın altında iki polis memuru ölü uzanıyordu.
“B-bekle! M-mafya benden ne istiyor?!”
İki kişi hala hayattaydı. Birisi genç silah tüccarıydı. Tutuklanmıştı ve saldırıya uğrayıp yaralanmadan önce askeri polis tesisine naklediliyordu.
“Bilmiyor musun gerçekten? Saçmalık.”
Genç adama yaklaşan hayattaki diğer adam, hareket eden bir palto içindeki karanlık bir gölgeye sarılı Akutagawa’ydı.
“Liman Mafyasına saygısızlık ettin. O organ kaçakçısı şoförü sizin için ortadan kaldıralım diye bize kasıtlı bilgiler ilettiniz. Bizi kişisel çıkarları için kandıran kim varsa hepsi bedelini ödedi ve bu sefer de farklı olmayacak.”
Akutagawa’nın siyah botları yaklaşırken genç adam ardına düştü.
“K-kimse! Kimse beni öldüremez! Geber!”
Genç adam kolunu havaya kaldırır kaldırmaz Akutagawa’nın cildinde dövmeye benzer desenler belirdi. Numarası “21”di. Kollarını kaldırdığında Akutagawa’yı hafifçe geriye savurdu fakat…
“Ne?!”
Akutagawa ardına itilmesine rağmen başta olduğu yere yavaşça dönmeden önce sarsılmadan durdu.
“Bu kadar mıydı?”
Paltosu, yeri delip geçen vücudunu destekleyip darbeyi yumuşatan bir minder gibi davranarak onlarca sayısız iğneye dönüştü.
İki başlı canavar Rashomon, paltodan çıkıp silah tüccarına akın etti. Genç adam kaçınmaya çalışsa da çok geçti. Pelerin köpeğin jilet kadar keskin çeneleri adamı parçalara ayırdı. Et parçasına dönüşene kadar acıyla çığlık atmaya devam etti. Akutagawa, manzarayı soğukkanlılıkla seyretti.
“Vay, iştahım kaçtı.”
Arkasını döndüğünde karanlık bir figürle karşılaştı.
Akutagawa hemen Rashoumon’un siyah hançerlerini saldı. Metali kesmeye yetecek kadar keskin bıçaklar karanlıktaki figürün boğazını hedef aldı fakat temas ettikleri anda bıçaklar, görünmez bir güç tarafından saptırıldı. Rashoumon’un dişleri bir yetenek tarafından engellenmeden önce derinin yalnızca birkaç katmanı altına saplanabilmişti.
“Hey, hiç terbiyen yok mu? İş ortağı değil miyiz?”
“Kişisel çıkarların için Liman Mafyasını kullandığın gerçeği değişmedi.”
Siyah bir şapka giyen orta yaşlı, beyaz tenli adam gölgelerin arasından çıktı. Dazai ile Kunikida’nın elçilikte karşılaştığı Amerikan ajanıydı. Ajan, Akutagawa’yla konuşurken boynunu kaşıdı.
“Bir yanlış anlaşılma olmuş. Bir bakıma müşteriniz sayılırım. Siz silah tüccarının eski yurt dışı ticaret yolunu alıyorsunuz ve biz de ülkemizden çıkan yasadışı bir ihracatçının Japonya’da kargaşa çıkarmasını önlüyoruz. Bana sorarsan adil bir anlaşma. Senden çalmışım gibi davranmasan olmaz mı?”
“Aldatmak ve kışkırtmak casusların alışkanlıklarıdır. Bu olaya dahil olmak için bahse varırım başka sebeplerin vardı.”
“Doğru, vardı. Ama endişelenmeni gerektirecek bir şey değildi. Bitti artık.” Ajan gülümseyerek konuşmaya devam etti. “Mavi Kral insanları öldürmeye başladığında ne kadar korktuğumuzu anlatamam. İdam ettiği meclis üyelerinden birisi cebimizdeki illegal işbirlikçilerimizden birisiydi. Mavi Kral’ın muhtemelen haberi yoktu ama dava uzasaydı kesin foyamız ortaya çıkardı. Bu yüzden temelli gitmesi gerekiyordu… bundan dolayı sahne arkasını soruşturup Silahlı Dedektiflik Ajansına nerede olduğu hakkında tüyo vermeye karar verdik. Tabii ki bilgi kaynaklarında sahtecilik yaptık. Daha sonra komuta zincirinde karışıklık yaratmak için polise yanlış ihbar verdik. Aynı planladığımız gibi ilerledi. Mavi Kral az bir polis tarafından kuşatılınca kendini patlatıp öldü. Gerçek gizemini korudu ve herkes tehlikeli suçlunun öldüğünü öğrenince rahatladı. Hepimiz için mutlu son.”
Ajanın söylediklerini düşünmek için biraz vakit ayırdıktan sonra Akutagawa ağzını açtı.
“Silah tüccarı bir kenara, yabancı istihbarat ajansının sırf bir sırrı korumak için Japon teröristi öldürdüğüne inanmakta zorlanıyorum. Neden yaptınız?”
“Oh, hükümetin istihbarat teşkilatlarıyla alakalı bir durum yoktu. Zaten başka bir örgütte çalışıyorum. Kendimize Lonca diyoruz.”
“Ne klişe. Çift taraflı ajansın demek?”
“Ek işim diyelim. Loncanın her üyesinin tam zamanlı bir işi vardır.”
Ajan ayakları üzerinde döndü sonra uzaklaşmaya başladı. “Muhtemelen yakında Mafya ile başka bir iş için temasa geçeceğim. O zamana kadar hoşça kal.”
Akutagawa sert gözlerle ajanın gitmesini seyretti. “Bekle, bir şey daha sormak istiyorum.”
Ajan olduğu yerde durdu.
“Birisini arıyorum. Temas ettiği kişilerin yeteneğini etkisizleştirebilen bir yeteneği var. Böyle birisini tanıyor musun?”
“Ne yazık ki hayır.”
“O zaman defol gözümün önünden.”
“Tabii.”
Ajan, gecenin karanlığında kaybolmadan önce yürümeye başladı.
“…Nereye gittin? Neden aniden ortadan kayboldun?” Sokakta tek başına kalan Akutagawa kendi kendine sordu. “Bir anlığına Mavi Kral olabileceğini düşündüm ama yanılmışım. Neredesin? Ölmüş olamazsın. Yokohama’da bir yerlerdesin, biliyorum.”
Gece rüzgârı sözlerini alıp uzaklara taşıdı.
“Yaptığım son şey olsa bile akıl hocamı bulacağım. Seni bulacağım, Liman Mafyasının eski yöneticisi Dazai-san.”
12 notes
·
View notes
Text
benim korkudan geberip cama yapışırken "yükseklik korkum olmasa o kadar korkmazdım herhalde yaau" dediğim annemin yükseklik korkusu olmamasına rağmen kıpkırmızı olduğu "buradan aşağı düşse araba, parçamızı bulamazlar", babamın "asla sağ tarafıma bakmadım. aşağı bakmadım hiç bakmadım. bakamadım" dediği yaylaya çıktık. ilk etapta gölü göremedik. "bunun için mi çıktık. aşağıda da böyle yerler var", "hayy senin getireceğin yere!", "o çok övündüğün haritacılığınla o haritana bak bakim göl nerde? göl yok" şeklinde saldırıya uğradım. haritama bakarken ekran flulaştı, meğer gözlerim dolmuş, yoo gözyaşı değil, öyle sessizce dinleyemem suçlamaları, ismim sebebiyle ilk etapta sinirlenince gözlerime kan doluyor....... önce dalaşmayı ve savaşmayı tercih ediyorum. açtım ağzımı yumdum gözümü. zorluk kısmında saldırıp keyif kısmında çayırlarda yuvarlanan canım aileme az bile. onlar en iyisini hak ediyor. döğüştüm. döğüşürken çoban abiye gölü sorduk. ayağının dibindeki suyu gösterdi. ayağının dibindeki su birikintisine baktık. sonra yavaaaaşça ayağından ileriye doğru işaret etti yavaaaşça işaret ettii yere baktık, kafam kadar göl. eheheh mehehe gelmişiz göle dedik. geçtik tangır tungur kıyıya. üfffff müthiş. yalnız karşı taraf konaklamaya daha müsait. zaten bizden başka 3-4 araba var. hepsi orada. gölün bizim bulunduğumuz kıyısından karşı kıyısına sadece yaya yolu olduğundan oradakilere "siz buraya nerden geldiniz yaradana gurban oliim?" demek için babamla yürüdük. ne kadar yürüdüğümüze bakmak için karşı kıyıda bizim arabayı aradım. arayan bulamaz ama bulanlar hep arayanlardır. buldum. işte şu. içinde kız kardeşim ve annem var. bunun bi de geri dönüşü var. neyse abiye sorduk. nasıl geliriz buraya diye. geldiğiniz gibi gidin. ileriden odunların arkasındaki yoldan dönün dedi. döndük. ve evet. artık istediğimiz kıyıdaydık.
Allah herkese istediği kıyılarda güzel konaklamalar nasip etsin.
17 notes
·
View notes
Text
“ Dünyaya gelmek saldırıya uğramaktır . “ diyor İsmet Özel ve ekliyor :
“ Yaşıyor olmak , savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir . “
152 notes
·
View notes