#sabah sohbeti olsun
Explore tagged Tumblr posts
Text
"Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan "irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye"herbirinin bir gayetü'l-gàyâtı var:" "İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetullahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü'l-gàyâta sevk eder."(Hutbe - i Şamiye) 🌿
Bu sözün hülasasını ise arifler şöyle beyan etmişler:" hayatın gayesi Kesb-i Kemal edip, seyr-i cemale ermektir."
Peygamber (SAV)imiz ise “Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.” [Buhari, Sahih, İman, 2/8 (I;9)] buyurmuşlar... 🌿
Evet bu gayelerin hepsine ulaşabilmenin en temel yolu "üsvetun hasnetun" olan Peygamberimize saygı duymak, O'nu sevmek ve ittiba ederek benzemektir. O'nu sevmek içinse anmak çokca anmak icap eder. "Hallerdeki sirayet muhabbet ve ünsiyet nisbetinde gerçekleşir. Yad ediş ne kadar çoksa muhabbet de o derece fazla olacak demektir." diyor Osman Nuri Topbaş hocamız da.
Anacaksın seveceksin, seveceksin, benzeyeceksin. İşte salavatı çokça getirmenin tavsiye edilmesinin en birinci sebebi budur.
Rabbimizden zat-ı uluhiyetine ve habibi e karşı rıza istikametinde muhabbetler niyaz ederiz. Salât u selam, her türlü ihtiram O'na, al ve ashabına olsun...
Cuma bizi Mûbarek kılsın ...
17 notes
·
View notes
Photo
web sitesinde haber muhabirisin bu içeriğe göre dikkat çekici ve 8 kelimeyi geçmeyecek başlık yazar mısın. Html etiketlerini dahil etme
Yılmaz, yazısında şu ifadeleri kullandı:
Biri… Bursa’nın siyasetçisi olarak Türkiye’nin tanıdığı, her göreve çok çalışarak gelen, Faruk Çelik. Diğeri, geçen dönem AK Parti Bursa Milletvekili olarak Bursa’nın her sorununun takipçisi olan, Dr. Mustafa Esgin.
İkisi de çok seviliyor.
Esgin’in kızı Berra ile Çelik’in oğlu Safa Yaşar’ın düğünleri siyasetin şampiyonlar ligi görüntüsü verdi.
Bursa İl Müftüsü Yavuz Selim Karabayır’ın kıydığı nikahta TBMM eski Başkanı İsmet Yılmaz, AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala, Devlet eski Bakanı Cavit Çağlar, Son Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Milli Savunma eski Bakanı Hulusi Akar, Tarım eski Bakanı Lütfullah Kayalar, geçen dönem Sağlık Bakan Yardımcısı olan Halil Eldemir, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ile milletvekilleri vardı.
Yine…
Bursa Valisi Erol Ayyıldız, Cumhuriyet Başsavcısı Ramazan Solmaz, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, BTSO Başkanı İbrahim Burkay katılanlar arasındaydı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve ilçe belediye başkanlarıyla siyaset, iş ve esnaf dünyası salondaydı.
Eski dostların düğün sohbeti
Düğünde… Cavit Çağlar ve eşi Nursel Çağlar çok eski dostları Milli Savunma eski Bakanı Hulusi Akar ve AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala ile aynı masada oturdu.
Eski dostların sohbeti gece Mövenpick Otel’de sürdü, Sabah da kahvaltıda buluştular.
bu haberi özgün bir içerik olacak şekilde yeniden yaz. Haber dili kullan ve metne bağlı kal. pragraflar arasında boşluk olsun. on paragrafta “sonuç olarak” demeni istemiyorum. sonuç ola https://bursahabermedya.com/web-sitesinde-haber-muhabirisin-bu-icerige-gore-dikkat-cekici-ve-8-kelimeyi-gecmeyecek-baslik-yazar-misin-html-etiketlerini-dahil-etmeyilmaz-yazisinda-su-ifadeleri-kullandibiri-bursa/ #BursaHaberleri #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
Herkes Ekmeğinde
Tanıdık insanlarla selamlaşmaya bir türlü alışamadığı gibi; kendisini de günaydınlara, nasılsınızlara - hatta bir türlü nasılsın demeye - iyiyimlere alıştıramadı. O, sık sık uyarıyor "Nasılsınız, deme; nasılsın, de." diye. Dün gittiğimiz partide bunu bana hatmettirmeye çalıştı. Ama bir türlü diline gelmedi. Hayat öyle bir pres uyguluyor ki topu bir türlü kendi sahasından çıkaramıyor. İstiyor ki kaleci de oyuna girsin ve oyunu kendi kalesinden kurup başlasın. Yine de birçok şeye alışmak zorunda kalıyor Ozz.
Sabah ilk karşılaştığı insan 6. katta oturan emekli denizaltı astsubayın karısı Aysel teyze. Damacanalar dünyasında prematüre doğmuş gibi duran 12 litrelik Kalabak Su damacanalarını et tavuğu yürüyüşüyle koltuk altında çok güzel taşıyor. Bir bravoyu hakketmiyor mu ama. Kafasında parlayan iplikleriyle dikkati direkt buraya toplayan yuvarlak, miğferimsi örgü bir şapkadan arta kalan yüzünü kapatan maskesiyle eşkalini tanımak imkânsız olsa da onu, asansörün apartmanın kaçıncı katından inmesiyle tanıyor. Herhangi bir yerle temas etmemek için eline şu pudralı seçeneğiyle 100′lü pakette satılan beyazımsı lastik eldivenlerden takmış. Bu pudralı eldivenin s bedenini bulmak şu an marketlerde imkansıza yakın olduğu için büyük boy da olsa takmış Aysel teyze. Bir yere dokunacak olsa büyük gelen eldivenin içindeki boşluktan faydalanan elin, çıkardığı garip ses beyninde yankılanıyordu. İlk günaydın kuru sıkısını onunla yapmak istemezdi. Kim Fahriye Abla gibi komşu istemez ki bunu hep düşünürdü. Aysel teyze acaba “Aysel git başımdan ben sana göre değilim”i Yılmaz amcadan duymuş mudur? Yılmaz amca denizaltı hikayelerini bir punduna getirip asansör kabini, otopark, merdiven boşluğu fark etmeksizin üstüne boca ederdi. Denizci adam muhakkak Attila İlhan duymuşluğu vardır. Denizaltında kumar ve içki, muhabbetin bağıdır, diyor hep. Yaşlı insanların hep aynı hikayeleri sanki ilk kez anlatma istekliğine hayran kalır Ozz. Böyle şahsına münhasır insanlar anlatsınlar ya, sürekli anlatsınlar. Hele böyle sohbeti, anlatımı güzel insanlarsa hep anlatsınlar. Aynı hikayeleri, anıları tekrar tekrar dinlerdi. Anlattıklarına bakılırsa Yılmaz amcayı sarhoş ve kumarda kaybederken ki halini çok merak ediyor Ozz.
Bisikletini kucaklayıp apartman girişinden sokağa adımını atar atmaz Fırıncı Tuncer'in elektrikli motoru ile burun buruna geliyor. Dükkanından sarkıttığı üçlüyle ta bizim apartman kapısının önünde şarj ediyor motorunu. Apartman ona kıl, o da apartmana. Küçük bir öç alma hikayesi. Hikâyenin karşılıklı öç alma durumuna gelme sebebi çok; fırının kokusu, sabahın köründe hamur teknesinin her dönüşünde çıkan sesi, Dağhan amca 5. kattan duyuyormuş her sabah namazına kalktığında teknenin sesini, Ozz da onun it oğlunun, Dağhan'ın yazlığa gider gitmez balkona rakı masası kurduğu zaman karılı kızlı kahkahalarını 1. kattan duyuyor da hangi birisine sövsün. Fırıncıyı sokmayalım deyişine "Yav ekmeğinde adam" diyen değil miydi kapısının önünde sırıta sırıta konuşan Dağhan amca yanına da almış apartmanın ihtiyar heyetini "Doğru söylüyor hacı abi." deyişleri yok muydu? Vardı. Kayhan amca senin it oğlun, karıyı boşadı ortamın içinden geçmesi yetmiyor; kırıklarının seslerini, varoş müziğinin eğlencesini duymuyorsun be adam ta yazlığından, apartmanın içinden geçmesi yetmiyor; araba satacakmış beş tane arabasını apartmanın otoparkına dizip yer kalmıyor kimseye. Beş arabanın birisi de hayalet, kapı komşusunun çocukları ona hayalet araba diyor. Üstüne branda çekmesi yetmedi bir de streç filmle kapladılar, affedersiniz kuş sıçıyormuş arabanın üstüne. Siz affedin kuş nasıl sıçar efendim denmesini bekliyorlar. Hayalet arabayı getirip bir de otoparkın ilk park yerine burunlarının dibine koymasınlar mı? Koysunlar. Hepinize koysunlar. Zaten koyan koymuş senin it oğluna. Bu hayalet arabanın üstüne mahkeme kararı koydurmuş boşandığı kadın. Helal olsun aslan gibi kadınmış. Koparsın ne koparabilirse. Bu it de o ara arabanın contasını yakmasın mı, gelince dertler üst üste geliyor efendim. Tüm memleketi aramışlar, taramışlar yok bunun motoru. Gürcistan, Balkanlar derken çare İtalya'daki fabrikaya kadar aramışlar yok bunun motoru diyor Dağhan amca. Yavaş at da denilmiyor kaç yaşında adam. Ama hurdacılar 150 bin veriyormuş da mahkemenin kararının temyizini bekliyorlarmış. Belge olmadan hurdacı da almam diyormuş. O ekmeğine, bu ekmeğine baksın'dan Dağhan amcaya dedi ki Ozz: "Yani fırıncı da içimizden geçsin,diyorsunuz." “Apartman kararı ve oy birliği lazımsa ben hayır diyorum.” dedi Ozz. Kim takar bu vakitten sonra Yalova kaymakamını. Dağhan amca İşkurcu marifetiyle Fırıncı Tuncer’i yerleştirdi apartmana; Fırıncı Tuncer de apartmanın otoparkından bahçesine, deposundan -kaçak kaçak- elektriğine, suyuna, temizlik malzemesine neyi varsa sömürmeye başladı da yavaş düştü bizimkilerin jetonu, şimdi akılları başına geldi. Kahroluyordu komşu komşunun külüne muhtaçlığına. Fırıncı Tuncer'in şişmanlığından bunalmışlığıyla şimdi bu herife günaydın nasıl desin Ozz.
Demeye kalmadan o diyor: “Günaydın Ozz.” Arkasından büyük bir öksürük. "Günaydın"ın bir çıkışı var ki o da nefret etmiş bir an önce kurtulmak istiyor herifin ağzından. Maskeyi çeneye takmış, kazağının altından göbeği sarkmış. Her şeyi, bir an önce onu terk etmek istiyor. Sadece Ozz değil, eşya da ondan hazzetmiyor. Adam koca fırın çalıştırıyor ama 500 metre ötedeki Bim'den tane tane taşıyor unu, yağı, peyniri vs. toptancısı da nefret etmiş bataklığından. Ozz'la nasıl kontak kuracağını kolluyor yağlı etinin kıvranışından belli. Birden aklına gelmiş gibi “Elektrik faturası da 5 bin gelmiş.” diyor. Nasıl dönsün pandemide, sokağa çıkma yasağında da zam üstüne zamlar da “Ben bu devletin işlerini anlamıyorum.” diyor. Ben mi oy verdim, hepinizin şakşakçılığından diyemiyor Ozz bunu da öksürük kesiyor. Pandemi koca bir yalandan ibaretmiş ve maske ona göre büyük bir oyunmuş. Müşterinin karşısına çıkmazsa takmazmış o maskeyi. Ulen zaten takmıyorsun çenende aynı maske günlerce orada durmaktan bitap düşmüş, ipleri eprimiş, yüzeyi pamukçuklanmış hala bana maske diyor. Karatay Hoca diyormuş ki sumak, sarımsak, soğan her gün tüketecekmişsin, virüse 3 S ile mücadele edecekmişsin demeye kalmadan başlıyor yine öksürük nöbetine. Kırk yılın başında bir soğan salatası yapacaktı Ozz, markette ne soğan ne de sumak vardı demek ki bunların yüzündenmiş.
Poşetler elektrikli motorunun bacaklarını tıkıştırdığı yerden alıp “Gel Ozz, açmalar yeni çıktı odun ateşinde biliyorsun ıscacık. Senin ev de iyi ısınıyordur.” demeyi de ihmal etmeden “Paradan, sıcaktan ve kadından zarar gelmez adama.” dedi. Hah bir de kadından diyor. Onu, yanımda görüyor ya. Lafı ona da getirmeye çalışıyor. Sıkı markaj, şişmanlığına bakmadan Yugoslav ekolü defansif anlayış. Mahalle esnafının mahallelisini darlama yöntemlerinden biri de aşk hayatının çetelesini tutmaktır. Daha fazla tahammülü yok. 10 dakikadır çekti bari davetine icabet edip iki açmasını yemeli. “İki açma lütfen.” “Tamam, Ozz hemen.” Götünü kaldırıp bir iş yapması imkansızken hemen demesi daha da çıldırtıcı geliyor. “Sıcak sıcak dumanı üstünde dikkat et eline.” Kâğıt torbaya gözlüğünün ardında pislik suratıyla takip ettiği tombik, yaşlı elleriyle koyuyor, sırayla iki açmayı. Çenesini kasarak yapma dişlerinin sarılığı tezgâhın ardından daha da eğrelti duruyor. “Evet, Ozzcum başka bir isteğin.” “Teşekkürler”imi bitiremeden “14 lira canım.” diyor. “Bu herifin sesine, sıfatına ve tuzlu açmalarına 14 lira vermeye değer miydi.”yi analiz etmeyi bırakamıyor hala neden bu girdaba girdiğini ve ikinci günaydın kuru sıkısını kafasına sıktığını düşünüyordu.
Fırından çıkmadı resmen suni teneffüsten sonra hayata tekrar bağlanma sarsıntısı gibi sarsıla sarsıla sokağa attı kendini. Trafik lambasında sarıdan kırmızıya bir an meselesi gibi yakalanma duruşuyla beyazlarına kızıldan turuncuya renk skalasıyla bir renk attırmış mahallenin yaş ortalamasında yerini yadırgamayan teyzeyle üçüncü bir günaydın savaşına girmek üzereydi. İnkılapların getirdiği okulların nezaketini bu yıllarda daha da inatla sürdüren mahallesinde, selamlaşmaktan kaçmak mağaraya geri dönüştü ve bundan kaçma acizliği çokça yakışıksızdı. Kadın, onun açmayı çiğnerken ki halinden de güç alıp nasıl bu fırın temiz mi, hijyene ne kadar dikkat ediyorlar gibi otorite kurma cümlelerini peş peşe sıralarken mahallesinde uzun süre yerleşik hayata geçmenin gururunu yaşadı. “Benim kızım il tarımda şube müdürü fırın gibi yerlerin kontrolü de ipi de benim kızımın elinde.” demez mi, dedi. Hay yaşa, senin anneliğine kurban olayım, dedi içinden Ozz. “Ben sorarım böyle semtimdeki esnafı, bilmeden alışverişi bırak önünden geçmem.” Hay bir kez daha çok yaşa teyzem. “Burayı kontrol ettiler mi bilmiyorum. Şu karşıdaki mavi, küçük mozaik taş kaplamalı apartmanda otuyorum.” Kadın tüm bilgilerini önüne sererken Ozz şu on dakika içindeki üçüncü günaydından kesinlikle mağlup çıkmak istemiyordu. Fırıncı Tuncer’e, onun sıktığı çenesindeki gıcık gülüş mü yoksa şiş suratındaki normal mi olan ifadeye, fırının kokusuna, her sabah çektiği sese tahammülünden fazlasını vermişti. Kendince çok haklıydı. Tuzlu açmadan kadına ikram ettiğinde Tuncer’i pandemi sürecinin ortamında biraz daha sık denetime sokmak ve borçlarına biraz daha katkıda bulunmak için ilk ateşi yakmıştı. Kadın zaten buna o kadar hazırdı ki Ozz’un bu hazır bulunuşluğu ateşlemesi çok da zor olmayacaktı. Bu kez kafasını kaldırdığında zihni neredeyse sıfırlanmış, bedenini saran o tonlarca yük uçuşup kaybolduğunu hissediyordu, Tarım İl Müdürlüğü Gıda ve Yem Şube Müdürü Yelda’nın annesinin yardımıyla…
Tevfik Hatıpoğlu
2 notes
·
View notes
Text
Şu yayına göz atın… "Sohbetimsi Kavuşma Sohbeti".
Merhaba, merhaba ve merhaba sevgili okurum. Çok oldu görüşmeyeli bu yüzden unutmuş bile olabilirsin beni ama olsun. Çok özledim seni. Yeni bir blog paylaştım. Eğer okumak istersen linke tık tık. Sabırsızlıkla bekliyorum okumanı ve benimle bir şeyler paylaşmanı ^-^
7 notes
·
View notes
Photo
Şerefaki… Eskiden müşterilerinin, eski müşterilerinin ağzıyla. Şeref abi, Şeref Beyciğim de benim deyişimle. 💫 Bu aralar sabah erkenden geçiyor arka tarafa, müşterilerinin siparişlerini sarmaya başlıyor. Bunu çektiğim günkü siparişi baya yüklüydü, hem ince sarmalar hem de orta kalın boğa yılanı dediği mangallık kokoreçler sardı. Sardı da değil de aslında ilmek ilmek ördü diyeyim... 💫 Bir saate yakın sohbet ettiğimiz o zaman kaç tane sardı ben ucunu kaçırdım, o düğümünü kaçırmadı. Kanca doldu, soğuk dolaba gitti, bağırsaklar geldi, kanca doldu, boşaldı... O sudan bu suya, fındık yağlardan, ince bağırsaklara, elleri durmadı, emek emek emek. 💫 Devamlı seyredince gözüm dalıyor ve konuştuğumuz da unutuyordum arada, sohbeti ayrıdır, bir sessizlik oluyor, o hiç hiç durmuyor. 💫 İlk posta yemelik, sonra dolaplık, sonra gene yemelik, sonra gene dolaplık. Yıllardır yazarım, tanıtırım, elden ele bilgiyi geçiririm, yeni müşterileri de var, hep olsun ki, hep bize sarma, kokoreç sarsın! Yaşa Şerefaki, sen çok yaşa! #tbtfood #galatasarayciğercisi #benimistanbulesnafım #allaboutistanbulfood #Sarmakokoreç #kokoreç (at Galatasaray, Beyoğlu) https://www.instagram.com/p/CNZsF63gYf7/?igshid=1kxmmd4r76xyb
26 notes
·
View notes
Text
Okul uzak olduğu için, servisle gidip geliyordum. Hafif erkek Fatma gibi olduğum için de okul görevlileriyle, servis şoförleriyle aram iyiydi.
Bizim servis şoförü, Talip Abi(50'lerindeydi), kulakları çınlasın çok tatlı adamdı, işinde gücünde, başkasının arkasından konuşmayan, sohbeti de iyi biriydi. Sabahtan radyo açar giderdik tın tın ama dönüşlerii ahsbahah. Muavin koltuğu vardı önde ortaya otururdum veya servisinin koridor başına sohbet ederdik. İnecekler olunca ben açardım kapıları abzhahajw. Polislere yaklaşınca muavin koltuğuna otururdu beni kemerini tak kızım diye. Git gel sabahları da sohbet etmeye başladık, radyoyu ben ayarlardım hep, sonra sabahları çay yapıp termosa koyardım yanına küp şeker alıp. Talip Abiyle sabahları sohbet ede ede çayımızı içe içe okula giderdik. Işıklarda durduğumuz zaman doldururdum yenisini, sakarım çünkü, gündemden, siyasetten, arabeskten, pazardan bahsederdik. Servisteki herkes tuhaf tuhaf bakıyordu başta sonra herkes gibi onlar da alıştı bana...
Bir sabah hatta çay demlerken kaçırmıştım servisi ahsbajajq Egekent 2'nin bir başından bir başını koşarak elimde termos kapağının yarısı açık kaynar çay ile servise yetişmek için yara yara geçmiştim, ne koşmuştum dalağım tıkanmıştı zor kendime gelmişim , arardım o da beklemişti ahsbsjbajaa
Aaah Talip Abi'm seni beni çaysız bırakan bu dünya başkalarına neler yapmaz...
Dönüp bakıyorum da onun bunun dediğine bakmamışım fazla,saçma sapan ilişkim olmamış, yüreğimden nasıl geçtiyse öyle da davranmışım, devam da ediyorum. Insanlar belli bir süre sizi yadırgıyor hatta yargılayıp haddini aşanlar da oluyor, belki kırılıyorsunuz ama inanın bir iki ker saldırdıktan sonra yoruluyorlar cevap alamadıkları için, sizi olduğunuz gibi kabulleniyorlar. Okul müdürü şey demişti bana bir kere "Okul içinde okul yönetiyorsun Bensu." ahsbahah. Kimseye bağlanmadan, takılı kalmadan, can acıtmak için yapılanları, söylenilenkere bir dönem çok takılıp kendimi yıpratsam da sorunun bende olmadığını anlayınca, hayat çok daha kolay oluyor. Yapıcı yorumlar, eleştiriler ve güzel kalpli insanlar katın hayatınıza.. Sizi siz olduğunuz için yargılayan, benliğinizi değiştirmeye çalışan insanlardan, ve evet kim olursa olsun, uzak durun. Biraz uç'um biraz aykırıyım vw bunu çok seviyorummm.
Bu da böyle güzel bir anımdı aklıma geldi birden. ❤️🍀😘
8 notes
·
View notes
Text
“BENİMLE ARKADAŞ OLUR MUSUN?”
Geç bir vakitte, Messenger’e gelen mesajı
ve mesajı gönderen kişiyi görünce,
ekranın karşısında kala kaldım..
Mesajı yazan daha on beş, on altı yaşlarında küçücük bir kızdı ve “Benimle arkadaş olur musun?” diye yazmıştı..
Tekrar şaşkınlıkla saate baktım..
Bu saatte, bu kızın yatağında olması gerekmiyor muydu?.Bu saatte, bu kızı sosyal medya da arkadaş aramaya kadar iten yalnızlık nasıl bir yalnızlıktı?.
“Merhaba kızım.” dedim.. “Öncelikle yaşını öğrenebilir miyim?”.“On beş.”
“Ben kaç yaşındayım, biliyor musun”
“Hayır bilmiyorum.”
“Ben de elli yaşındayım ve hemen hemen senin kadar bir kızım var. Kusura bakma ama böyle geç bir saatte, internette arkadaş aramana çok şaşırdım.”
Önce bir süre cevap gelmedi.
Ardından “Ben çok yalnızım.” diye yazdı..
Bilmiyorum neden ama o anda içim acıdı..
Ben kalabalığı da yalnızlığı da çok iyi bilirim.. Gel gelelim, bir çocuğun kendini bu denli yalnız hissetmesi bana çok farklı gelmişti..
“Annen baban neredeler?” “Uyuyorlar.”
“Peki, sen neden uyumuyorsun?”
“Konuşmak istiyorum.”
“Ne üzerine?”
“Fark etmez. Ne olursa artık.”
Bu sefer de ben sustum bir süre..
Ne yazayım diye kara kara düşündüm önce..
“Annenle ve babanla konuşsan daha iyi olmaz mı kızım? Bak bu saatte, sosyal medya da, karanlık sokaklara benzer. Karşına kimin çıkacağı belli olmaz. Belki sana yaşlı bir adamın abartısı gibi gelecek ama inan seni üzerler.”
“Ben de çok isterim annemle, babamla konuşmayı ama onların hiç vakitleri yok ki.
Hep çok yoğunlar. Hep gelenimiz gidenimiz var. En ufak bir şey sormaya kalksam, kızıyorlar bana. Mesela bugün okulda bir çocuk beni merdivenlerden aşağı itti. Sonra da küfür ederek yanımdan geçti gitti. Okuldan eve gelir gelmez bunu anlatayım istedim ama annem telefonda arkadaşıyla konuşuyordu, babamsa bilgisayarının başındaydı. Konuşamadım. Sustum.”
Sohbet derinleştikçe, karşımdaki zavallı kızı daha iyi anlıyordum..
Adını hatırlamıyorum bir yazardı sanırım şöyle demişti..
“Yalnızlık, yanında kimsenin olmaması değildir. Yalnızlık, yanında seni dinlemeyenlerin, anlamayanların ve sevmeyenlerin olmasıdır.”
Kız gerçekten çok yapayalnızdı..
Yoksa neden gecenin en karanlık saatlerinde, içinde bir umut kırıntısıyla, arkadaş peşine düşsün?.
İyi de, ya ona denk gelen ben değil de, başka biri, başka niyetleri olan bir herif denk gelseydi.. Ve kız da o herife inansaydı, onunla sohbet etseydi, hatta daha da ileriye gidip buluşmaya, görüşmeye kalksaydı..
Aklıma küçücük yaşlarında tecavüze uğrayan, işkence gören ve öldürülen kızlar geldi..
O kızların gözlerini hayal ettim..
Umutlarını, düşlerini, gülüşlerini düşündüm..
Sanki kalbime bıçak saplanır gibi oldu..
Ya bu kız da…
“Ah güzel kızım. Seni anlıyorum. Yalnız şunu unutma lütfen. Benim yaşımda olan erkeklerin seninle paylaşacak çok şeyi olmaz. Hele de bu kirlenmiş, kimin ne olduğu bilinmeyen, kötülüklerin fır döndüğü sosyal medyada hiç olmaz. Senden ricam, lütfen şimdi yatağına git ve güzelce uyu. Yarın sabah uyandığında annene ya da babana bu gece benimle yaptığın sohbeti anlat…”
Sözümü kesti..
“Hayatta olmaz. Çok kızarlar bana.”
“Kızsınlar” dedim. “Sen yine de anlat. Onlara de ki, Tamer amca diye biriyle tanıştım. O bana dedi ki ‘Bütün işler bekler ama çocuk kalbi beklemez.’ Ve selamlarımı ilet.”
Durdu, düşündü ve “Tamam söz söyleyeceğim.” dedi..
Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrıldık..
Sonra bir haber alamadım..
Baktım hesabını da kapatmış..
Şimdi nerededir, kiminledir, hala yapayalnız mıdır bilmiyorum..
Bildiğim tek şey var..
Bu yüzyılın asıl bahtsızları çocuklarımızdır..
Onlar boyunlarından büyük bedeller ödeyerek büyümeye çalışıyorlar..
Sevgisiz bireyler, sevgisiz toplumlar, şiddet, ölüm, savaş, tecavüz, taciz, hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, internet, telefon,
bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı ve kalabalık yalnızlıklar..
Onlar,
O çocuklar yürekleri ağlaya ağlaya büyüyorlar..
Neresinden tutacağız, neresinden tutup da çocuklarımızı düştükleri yerden kaldıracağız kimse bilmiyor..
Ve bilmemek bizi dirhem dirhem öldürüyor..
N’olur, çocuklarımızı gece yarıları kimseye “Benimle arkadaş olur musun?” yazdıracak kadar yapayalnız bırakmayalım. Varsın paraları, işleri, güçleri, evleri, kredileri, taksitleri, dolarları, altınları onların olsun. Hepsinin canı cehenneme!..
Tamer Dursun
12 notes
·
View notes
Text
Prof. Dr. Osman Müftüoğludan Mevlânâ, Yunus Emre, ve bir bilgeden aldığı kısa notlarla 100 maddelik Hayat Anayasası.
İLK 10
YAVAŞ YE HIZLI YÜRÜ
1- Az ve öz ye. Yükte hafif, pahada ağır şeyler tüket.
2- Yaşın ilerledikçe lokmalarını azalt, adımlarını çoğalt.
3- Yavaş ye, hızlı yürü.
4- Zeytinyağı ve tereyağına öncelik ver.
5- Yoğurt, yumurta ve balıktan vazgeçme.
6- Kahveyi değil çayı sev, ikisini de kararında tüket.
7- Bakliyat, sebze ve meyveyi ihmal etme.
8- Yeşillikleri ve baharatı ciddiye al.
9- Maydanoz, kekik, nane, fesleğen, tere, roka ve benzerlerini sofrandan eksik etme.
10- Tarçın, zerdeçal, rezene ve kırmızı biberi masanda tut.
İKİNCİ 10
YEMEKTE SU İÇME
1- Şekerden, undan, tuzdan ve kızarmış yağdan uzak dur.
2- Güvenli ve mineral zengini su iç.
3- Yemekte su içme.
4- Suyu oturarak ve ılık iç.
5- Suyuna portakal veya limon dilimleri, rendelenmiş turunçgil kabuğu ekle.
6- Kahvaltıyı atlama.
7- Akşamları az ve erken saatte ye.
8- İki öğünle beslenmeyi dene.
9- Sofradan biraz aç kalk.
10- Damak çatlatayım derken damarlarını çatlatma.
ÜÇÜNCÜ 10
BEL ÇEVRENİ İYİ GÖZLEMLE
1- Geleneksel gıdalar ve mutfaktan pek ayrılma.
2- Ev yemeklerini tercih et.
3- Sofranı kalabalık tut, masanı (ailen ve dostlarınla) büyüt.
4- 40’lı yaşlardan sonra et değil ot (bitkisel) ağırlıklı beslen, aslan değil kuzu ol.
5- 40’lı yaşlardan sonra her 10 yılda bir tabağını yüzde 5 küçült.
6- Duygusal açlığını besinlerle giderme.
7- Kilonu ve bel çevreni iyi izle.
8- Doğal, tam ve yerel besinleri tercih et.
9- Sabah egzersizlerini ihmal etme.
10- Her gün mutlaka yürü.
DÖRDÜNCÜ 10
AYAKTA KAL HAYATTA KAL
1- Her gün paslanmamak için 5 bin, kilo almamak için 7 bin 500, sağlıklı yaşlanmak için 10 bin adım atmaya çalış.
2- 30 dakikadan fazla oturma.
3- “Ayakta kal, hayatta kal” mottosunu asla unutma.
4- Mümkünse her gün 15-20 dakika güneşlen.
5- Uykundan taviz verme.
6- Erken yat, erken kalk.
7- Duasız, dileksiz ve şükürsüz yatağa girme.
8- Güne neşeli başlamaya gayret et.
9- Stresten uzak dur.
10- İşe evini, eve işini götürme.
BEŞİNCİ 10
EŞİNİ, İŞİNİ, AİLENİ ÇOK SEV
1- Hazdan kopma, keyfi bırakma ama ikisine de tutku derecesinde bağlanma.
2- Kendinle ve hayatla dalga geçmeyi bil.
3- Yüzünden gülümsemeyi, ağzından kahkahayı eksik etme.
4- Gamlı, kederli olma, “Neşeli ol ki genç kalasın” mottosunu her sabah tekrarla.
5- Kendini, işini, eşini ve aileni çok sev.
6- Aileni, ilişkilerini sağlam ve büyük tut.
7- Eşine, işine, doğaya aşk ile sarıl.
8- Eğlenceli biri ol, eğlenmeyi asla bırakma.
9- Arkadaşsız, dostsuz, komşusuz kalma.
10- Evlen, mümkünse çocuk sahibi ol.
ALTINCI 10
İLAÇLARDAN UZAK DUR!
1- Tedbiri elden bırakma, emniyet kemeri tak, kask kullan.
2- Sağlık kontrollerini ihmal etme.
3- Gereksiz ilaç kullanma.
4- Manevi şifaya zaman ayır.
5- Sıkıntılarını paylaşabileceğin insanlarla dost, arkadaş ol.
6- Doğaya dokun; rüzgârı yüzünde, güneşi teninde hisset.
7- Yaşlanmaktan korkma, yaşlılıkla kavga etme.
8- Mutlak sonu kabullen.
9- Genetik mirasını öğren, ona göre tedbir al.
10- Sadece sevince değil kedere de ortak ol.
YEDİNCİ 10
İNCİNME İNCİTME
1- Müzikten kopma.
2- Ruh ve bedenini birbirinden ayırma; beden un, ruh su; oluşan hamur ise sensin.
3- Kendine yetmeye çalış.
4- İnsaflı, hoşgörülü, gani ruhlu biri ol.
5- İncinme, incitme.
6- İhtiraslı olma.
7 Az konuş, çok dinle; anlatan değil, dinleyen ol.
8- ‘Hayır’ı ‘Evet’le eşitlemeye çalış.
9- Unutmayı ve barışmayı bil.
10- Dertleşmekten çekinme ama mızmızlanma.
SEKİZİNCİ 10
DURMA, DÜŞME ÜŞÜTME
1- Öfke, kin ve küskünlük yükünü taşıma.
2- “Az çoktur”u benimse ve her bakımdan hafifle.
3- Evrendeki her şey ve herkese saygılı ol, değerini bil.
4- Geleceği görmek için geçmişe bak.
5- Yaşın elliyi geçmişse “Durma”, “Düşme”, “Üşütme” üçlüsünü unutma.
6- Huzurun en etkili ilaç olduğunu aklından çıkarma.
7- Ruhuna fazla ışık tutma ama onunla sohbeti de unutma.
8- Eşyaya bağlanma, eksilmekten korkma.
9- Yaşlanmayı kabuğu soyup ruha inmek olarak kabul et.
10- Aşırılıktan uzak düzgün bir yaşamın olsun.
DOKUZUNCU 10
ELEŞTİRİDE KISKANÇ ÖVGÜDE CÖMERT OL
1- Tartışma, tartışsan bile uzatma ve abartma.
2- Bugünü, bu anı, şimdiyi yaşa.
3- Düne pişmanlıkla, yarına kaygıyla yaklaşma.
4- Geçmişi geçmişte bırak, geleceğe umutla bak.
5- Eleştiride kıskanç, övgüde cömert ol.
6- Tevazuyu bırakma ama övgüyü kabullen.
7- Hoş sohbet biri ol.
8- Sıradan ve sade kal.
9- Kıskanma!
10- Manevi zenginliğini çoğalt.
ONUNCU 10
‘BU DA GEÇER’ DEMESİNİ BİL
1- Gerektiğinde işi oluruna bırak. “Bu da geçer” de.
2- Evinden, köyünden, kentinden ve ülkenden kopma.
3- Mahcup, çekingen ve kararsız olma.
4- Oku, yaz, gez, dolaş, izle, yeni şeyler öğrenmeyi asla bırakma.
5- Sadelik ve sıradanlığa yönel.
6- Az sadakat bekle, çok sadakat göster.
7- Bedenini iyi dinle, verdiği sinyalleri ciddiye al.
8- Toksik olan her şeyden uzak dur.
9- Modern tıbba inan ama geleneksel tıbbı pas geçme.
10- Zamanın ve sabrın en iyi ilaç olduğunu unutma. ALINTIDIR. 😉
Kalın sağlıcakla.”
14 notes
·
View notes
Text
Babamlar 6 kardeştiler, kendi halalarım da vardı ama annemin bir halası vardı ki "Hala" denince aklımıza önce o gelirdi, "Deli Hala"mız 😊 Unvanını hak ediyor muydu, etmiyor muydu? Başka günün sohbeti olsun o, Deli halamın eşi, Ali eniştemden konuşalım bugün, biraz da çocukluğumdan...
1997 senesinin yazı, ben 9 yaşımdayım. İlk kez tek başıma bir akrabada uzun süreli kalıyorum... Eniştem kantin işletiyor, sabah gidiyor akşam geliyor. 3 çocukları var, 3'ü de okuyor. Çocukların en büyükleri abim, dereceyle kazandığı ODTÜ'de, ortancaları ablam ve en küçükleri Atakan abim lisedeler... Ben en çok Atakan abimle takılmayı seviyorum, mahallede bütün çocukları tanıyor; gezdiriyor, oynatıyor beni. Arada sırada bilardo salonuna bile giriyoruz ama sıkı sıkıya tembihliyor kimseye söylemeyeyim diye. Özellikle Ali eniştem duyarsa vay abimin haline...
Enistemler o dönem (babamın vefatından sonraki sıralar) sık sık gelip yokluyorlar bizi. Gelişlerinin birinde (sonradan aklımın yettiği üzere, havam değişsin diye) beni de yanlarında götürüyorlar bir haftalığına... Halamla ben erken kalkıyoruz sabahları, halam kahvaltıya sıcak sıcak, efsane paskalyalar yapıyor 😋 Kahvaltıdan sonra eniştem, büyükten küçüğe doğru sırayla çocuklarına harçlıklarını dağıtıyor... Bana ilginç geliyor bu enstantane, bizde hiç böyle adetler yok. Televizyon izler gibi izliyorum. Atakan abim de harçlığını alıp kenara çekilince eniştem bana da harçlık uzatıyor. Ben çok şaşırıyorum, almıyorum, itiraz ediyorum. Sonrasında ısrarlar ediliyor, annem aranıyor, "tamam oğlum, al" deniyor falan ama ben halâ direniyorum... En sonunda alıyorum harçlığı, sonraki gün de sonraki gün de... Ayırmıyor eniştem kendi çocuklarından beni, halam paskalyalar yapıyor yine...
Sonraları anneme daha güzel bir iş de buluyor eniştem, yokluyorlar da bizi sık sık...
Gel zaman git zaman, ben büyüyüp üniversiteye gidiyorum; duyuyoruz ki eniştem hastalanmış, kanser... Hacettepe, onkoloji bölümünde yatıyor, halam da yanında tabii. Gidiyorum geliyorum ziyaretlerine ama neye yararım ki... Keşke elimden bir şey gelse. Soruyorum, "Enişte bir isteğin var mı?", "Yok oğlum, sağol." diyor. Enişte yapma, etme! Bir şey iste benden. Sen ayırmadın beni çocuğundan, ufacık bir şey iste! Elimden yalandan da olsa bir şey gelsin. Yok...
Sonra bir gün; aldığı ilaçlar ve geçirdiği operasyonlar yüzünden yediklerinden tat alamayan eniştemin canı, her nasılsa beyaz dut çekiyor. Hem de bizim bahçeden. Hava da nasıl güzel o gün... Doktorlardan izin alıp hastane bahçesine indiriyoruz eniştemi. Çimlerin üzerine oturup yiyor biraz, beğeniyor da😊
Başka da bir şey gelmiyor elimden. Bayramdan bayrama, mezarını ziyaret etmekten başka...
"Enişte Risalesi"
Derleme denemelerden oluşan, "Enişte" kavramına farklı acilardan yaklaşan bir kitap. Yengeler Cumhuriyeti'nin yeri ayrı ama bunu da çok beğendim. Ben de kendi enişte yazımla paylaşmak istedim...
Risale: Küçük kitap
#105📚
#kitaplar#kitaplık#suanneokuyoruz#edebiyat#deneme#denemeler#1984#mustafa çiftci#yengeler cumhuriyeti#enişte risalesi#anı#çocuk#günlük
41 notes
·
View notes
Text
.
Prof. Dr. Osman Müftüoğludan Mevlânâ, Yunus Emre, veya Buda’dan aldığı kısa notlarla 100 maddelik Hayat Anayasası.
İLK 10
YAVAŞ YE HIZLI YÜRÜ
1- Az ve öz ye. Yükte hafif, pahada ağır şeyler tüket.
2- Yaşın ilerledikçe lokmalarını azalt, adımlarını çoğalt.
3- Yavaş ye, hızlı yürü.
4- Zeytinyağı ve tereyağına öncelik ver.
5- Yoğurt, yumurta ve balıktan vazgeçme.
6- Kahveyi değil çayı sev, ikisini de kararında tüket.
7- Bakliyat, sebze ve meyveyi ihmal etme.
8- Yeşillikleri ve baharatı ciddiye al.
9- Maydanoz, kekik, nane, fesleğen, tere, roka ve benzerlerini sofrandan eksik etme.
10- Tarçın, zerdeçal, rezene ve kırmızı biberi masanda tut.
İKİNCİ 10
YEMEKTE SU İÇME
1- Şekerden, undan, tuzdan ve kızarmış yağdan uzak dur.
2- Güvenli ve mineral zengini su iç.
3- Yemekte su içme.
4- Suyu oturarak ve ılık iç.
5- Suyuna portakal veya limon dilimleri, rendelenmiş turunçgil kabuğu ekle.
6- Kahvaltıyı atlama.
7- Akşamları az ve erken saatte ye.
8- İki öğünle beslenmeyi dene.
9- Sofradan biraz aç kalk.
10- Damak çatlatayım derken damarlarını çatlatma.
ÜÇÜNCÜ 10
BEL ÇEVRENİ İYİ GÖZLEMLE
1- Geleneksel gıdalar ve mutfaktan pek ayrılma.
2- Ev yemeklerini tercih et.
3- Sofranı kalabalık tut, masanı (ailen ve dostlarınla) büyüt.
4- 40’lı yaşlardan sonra et değil ot (bitkisel) ağırlıklı beslen, aslan değil kuzu ol.
5- 40’lı yaşlardan sonra her 10 yılda bir tabağını yüzde 5 küçült.
6- Duygusal açlığını besinlerle giderme.
7- Kilonu ve bel çevreni iyi izle.
8- Doğal, tam ve yerel besinleri tercih et.
9- Sabah egzersizlerini ihmal etme.
10- Her gün mutlaka yürü.
DÖRDÜNCÜ 10
AYAKTA KAL HAYATTA KAL
1- Her gün paslanmamak için 5 bin, kilo almamak için 7 bin 500, sağlıklı yaşlanmak için 10 bin adım atmaya çalış.
2- 30 dakikadan fazla oturma.
3- “Ayakta kal, hayatta kal” mottosunu asla unutma.
4- Mümkünse her gün 15-20 dakika güneşlen.
5- Uykundan taviz verme.
6- Erken yat, erken kalk.
7- Duasız, dileksiz ve şükürsüz yatağa girme.
8- Güne neşeli başlamaya gayret et.
9- Stresten uzak dur.
10- İşe evini, eve işini götürme.
BEŞİNCİ 10
EŞİNİ, İŞİNİ, AİLENİ ÇOK SEV
1- Hazdan kopma, keyfi bırakma ama ikisine de tutku derecesinde bağlanma.
2- Kendinle ve hayatla dalga geçmeyi bil.
3- Yüzünden gülümsemeyi, ağzından kahkahayı eksik etme.
4- Gamlı, kederli olma, “Neşeli ol ki genç kalasın” mottosunu her sabah tekrarla.
5- Kendini, işini, eşini ve aileni çok sev.
6- Aileni, ilişkilerini sağlam ve büyük tut.
7- Eşine, işine, doğaya aşk ile sarıl.
8- Eğlenceli biri ol, eğlenmeyi asla bırakma.
9- Arkadaşsız, dostsuz, komşusuz kalma.
10- Evlen, mümkünse çocuk sahibi ol.
ALTINCI 10
İLAÇLARDAN UZAK DUR!
1- Tedbiri elden bırakma, emniyet kemeri tak, kask kullan.
2- Sağlık kontrollerini ihmal etme.
3- Gereksiz ilaç kullanma.
4- Manevi şifaya zaman ayır.
5- Sıkıntılarını paylaşabileceğin insanlarla dost, arkadaş ol.
6- Doğaya dokun; rüzgârı yüzünde, güneşi teninde hisset.
7- Yaşlanmaktan korkma, yaşlılıkla kavga etme.
8- Mutlak sonu kabullen.
9- Genetik mirasını öğren, ona göre tedbir al.
10- Sadece sevince değil kedere de ortak ol.
YEDİNCİ 10
İNCİNME İNCİTME
1- Müzikten kopma.
2- Ruh ve bedenini birbirinden ayırma; beden un, ruh su; oluşan hamur ise sensin.
3- Kendine yetmeye çalış.
4- İnsaflı, hoşgörülü, gani ruhlu biri ol.
5- İncinme, incitme.
6- İhtiraslı olma.
7 Az konuş, çok dinle; anlatan değil, dinleyen ol.
8- ‘Hayır’ı ‘Evet’le eşitlemeye çalış.
9- Unutmayı ve barışmayı bil.
10- Dertleşmekten çekinme ama mızmızlanma.
SEKİZİNCİ 10
DURMA, DÜŞME ÜŞÜTME
1- Öfke, kin ve küskünlük yükünü taşıma.
2- “Az çoktur”u benimse ve her bakımdan hafifle.
3- Evrendeki her şey ve herkese saygılı ol, değerini bil.
4- Geleceği görmek için geçmişe bak.
5- Yaşın elliyi geçmişse “Durma”, “Düşme”, “Üşütme” üçlüsünü unutma.
6- Huzurun en etkili ilaç olduğunu aklından çıkarma.
7- Ruhuna fazla ışık tutma ama onunla sohbeti de unutma.
8- Eşyaya bağlanma, eksilmekten korkma.
9- Yaşlanmayı kabuğu soyup ruha inmek olarak kabul et.
10- Aşırılıktan uzak düzgün bir yaşamın olsun.
DOKUZUNCU 10
ELEŞTİRİDE KISKANÇ ÖVGÜDE CÖMERT OL
1- Tartışma, tartışsan bile uzatma ve abartma.
2- Bugünü, bu anı, şimdiyi yaşa.
3- Düne pişmanlıkla, yarına kaygıyla yaklaşma.
4- Geçmişi geçmişte bırak, geleceğe umutla bak.
5- Eleştiride kıskanç, övgüde cömert ol.
6- Tevazuyu bırakma ama övgüyü kabullen.
7- Hoş sohbet biri ol.
8- Sıradan ve sade kal.
9- Kıskanma!
10- Manevi zenginliğini çoğalt.
ONUNCU 10
‘BU DA GEÇER’ DEMESİNİ BİL
1- Gerektiğinde işi oluruna bırak. “Bu da geçer” de.
2- Evinden, köyünden, kentinden ve ülkenden kopma.
3- Mahcup, çekingen ve kararsız olma.
4- Oku, yaz, gez, dolaş, izle, yeni şeyler öğrenmeyi asla bırakma.
5- Sadelik ve sıradanlığa yönel.
6- Az sadakat bekle, çok sadakat göster.
7- Bedenini iyi dinle, verdiği sinyalleri ciddiye al.
8- Toksik olan her şeyden uzak dur.
9- Modern tıbba inan ama geleneksel tıbbı pas geçme.
10- Zamanın ve sabrın en iyi ilaç olduğunu unutma.
Kalın sağlıcakla. M.Acar DOĞAN JR
2 notes
·
View notes
Text
Konya'nın 'deli' kızı
Tepeden tırnağa kırmızılar içinde… Konya'da 'kırmızılı kadın' olarak tanınıyor. Herkesin ‘deli’ gözüyle baktığı Sultan Özcan'ın hikâyesi görünenden çok daha derin. Aslında o, çok seven ama çocuğu olmadığı için terk edilen, şiddet mağduru bir kadın.
Görünüş, aldatıcı. Gerçeğin ne olduğunu anlamak için küçük taburelerde biraz sohbet etmek yeterli. Zaman ilerledikçe tavşan kanı çayın sıcaklığı, sohbeti de sarıveriyor.
Sultan Özcan’ın hikâyesi, kendi sınırları içinde kalmaması gereken bir hikâye. Sıradışı. Konya’da yaşıyor. Herkes onu, 'kırm��zılı kadın' olarak biliyor. Baştan aşağı kırmızı giyiniyor. Pür makyaj. Dudakları, yanaklarının tamamı kırmızı rujla boyalı. Bir süre sonra üstündeki elbisenin, yüzündeki makyajın, kırmızı bir zırh olduğunu görüyorsunuz. O zırhın altında yaralı, sevdiği tarafından terk edilen, şiddet mağduru bir kadın yatıyor.
Sultan Özcan, 65 yaşında. Son 25 yıldır kırmızı bir hayat sürüyor. Konya merkezden 10 km uzaklıktaki Parsana Mahallesi’nde yaşıyor. Yaşadığı yeri tarif etmek biraz güç. Ağabeyinin yaşadığı apartmana bitişik müştemilât benzeri bir yer. Tek odadan ibaret. Mutfağı, tuvaleti, banyosu, yatağı, aynı yerde. Banyo, mutfak tezgâhından perdeyle ayrılıyor. Yatak örtüsünden tutun da, aynasına hatta tencerelerine kadar görebildiğiniz tek renk kırmızı.
“Kırmızıyı severim. Hakkari’de kaldığımda bir Kürt kızı giymişti kırmızıyı. Orada da çok sevmiştim. Örnek aldım diktim. Elbiselerimi ben kendim dikiyorum. Kışın kadife kullanıyorum, sıcak tutuyor. Ama artık havalar ısınıyor; yazlık dikeceğim. Kırmızıyı kendime çok yakıştırıyorum. Makyajım da kırmızıdan başkası olmaz. Yıllardır yapıyorum. Kendimi farklı hissediyorum, hatta açıkçası ben kendimi herkesten üstün görüyorum.”
Sultan Özcan, 1984 yılında eşinden boşandı.
Evde kaldığı zamanlarda ya yemek yapıyor ya da televizyonda Türk filmi izliyor. Bu aralar dertli. Televizyonda eskisi gibi Türk filmi gösterilmediğini söylüyor. En beğendiği artist de Türkân Şoray.
Sultan Özcan, evini seviyor ama evde oturmayı sevmiyor. Kar engeli yoksa her sabah 10’da yola çıkıyor. Belediye otobüsüyle Karatay’daki Kayalıpark’a geliyor. Gelir gelmez yaptığı ilk şey, Şerafettin Camii şadırvanından su içmek. Ona göre, bu suyun üzerine su yok. 7’den 70’e herkes onu tanıyor. Hâl hatır sorma faslını uzun tutmuyor. Belirlediği bir çizgi, mesafe var. Aksi durumda, anında dönüveriyor. Parktaki en sağlam dostu Halk Ekmek büfesi işleten Hasan Küçükkarapınar.
Sultan Özcan, 10 yıldır Hasan Küçükkarapınar'dan ekmek alıyor.
“Ben Sultan’ı hiçbir zaman deli olarak görmedim. Sultan, normal bana kalırsa. Kırmızı hastalığı var, sadece. Aşağı yukarı 10 yıldır tanıyorum. Benden her gün ekmek alır. Pek sohbet etmesek de bana selâm vermeden geçmez. Sultan’ı seviyorum. Çocuğu olmayınca terkedildiğini biliyorum. Bir daha da evlenmemiş. Bize göre değişik, bazen takılıyorum ‘Ruju çok sürmüşsün’ diye. Güler sadece.”
Bir yerde çok fazla oturmaktan keyif almıyor. Kadınlar Pazarı, Aziziye Camii ve eski garaj hattında turluyor. Parsana mahallesine giden son otobüs saati 17.30’a kadar bu gezinti devam ediyor.
Parklar, soluklandığı ve sosyalleştiği mekânlar. Esnafın tamamı Sultan Özcan’ı tanıyor. Seviliyor. Ayaküstü sohbetler, yürüyüşüne kısa molalar verdiriyor. Kimseden para almıyor. Elindeki üç beş lirayla zaman zaman mutfak alışverişi yapıyor. Bir de makyaj malzemesi alıyor.
“Çarşının ortasında 3-4 dükkan var. Hep kırmızı alıyorum. Bazen satıcılar, ‘Değiştir artık’ der. Ama buralara iyi ruj gelmiyor. Eskiden 1 TL’ye alıyordum, şimdi 5’e bile vermiyorlar. Aldığım rujlar dayanıklı. Kışın almıştım, hâlâ var. Gözüme bir tek siyah kalem çekiyorum. Düğün dernek olursa mavi kalemim var, onu çekerim.”
Sultan Özcan'ın ağabeyi Necati Özcan: Süsüne hep düşkündü ama son 25 yıldır bu şekilde boyanıyor ve giyiniyor.
Kırmızı’nın altındaki ‘gerçek’ Sultan
Kurduğu kesik kesik cümlelerle bütün ortaya çıkıyor. Ağabeyi Necati Özcan da hikâyeyi doğruluyor. Gerçek Sultan, bambaşka. Kırmızı, geçmişinin dışa vurumu. Eski yaşantısı, hayalkırıklıklarıyla dolu.
17 yaşında çocukluk aşkıyla evlenen Sultan Özcan, eşinden şiddet görmüş bir kadın. Çocuk sahibi olamadığı için 20 yıllık eşi tarafından terk edildi. Yine de ağzından eşi hakkında kötü tek bir kelime çıkmıyor. Bugün bile, onun adının yanına yakıştırdığı tek kelime ‘aşk’...
“Beni başkasıyla nişanlandırdılar. Ama birbirimizi seviyorduk. Nişanlımdan ayrıldım. Ona vardım, 16 yıl yaşadık. Mesleği gereği Hakkari’de, Giresun’da kaldık. Çocuk olmayınca ayrıldık. Çocuk yüzünden ayrıldık. Çok üzüldüm. Çocuğum olsaydı boşanmazdık. Boşandıktan sonra evlendi, iki oğlu oldu. Kıskanırdı, sonra da döverdi. Kıskanması nasıl olurdu biliyor musun? Bir adamla konuşsam çok kıskanırdı, yanına otursam yere çalardı. Çarşıya getirmezdi. 8-10 yıl cezaevinde gibiydim. Biz çok sevdik, şamar yedik.”
Sultan Özcan, gençliğinde modayı takip eden biriydi.
Boşandıktan sonra bir süre annesiyle yaşadı. Vefatıyla birlikte yapayalnız kaldı. Ağabeyinin evinin altındaki kömürlükte 8 yıl geçirdi. En sonunda da bugün yaşadığı yeri yaptılar.
Aşka aşık
Yaşam felsefesi aşk. Eşinden ayrıldıktan sonra hiç evlenmedi. Korktuğunu ifade ediyor ama gençlere de iki çift lâfı var.
“Aşk olsun. Aşk olmayınca sıkıntı olur. Aşık olarak evlenmeyeni adam yerine koymam. Aşık olmayan adam saman gelmiş saman gider.”
Sultan Özcan, nam-ı diğer kırmızılı kadın, 2006 yılında Konya Numune Hastanesi’nden rapor aldı. Raporda yüzde 80 engelli olarak tanımlanıyor. Teşhis, kronik psikoz. Engelli maaşı var. 3 aylık maaşı bin 300 TL. Maaşı, vasisi yengesi alıyor.
Başak ÇUBUKÇU ❤️
Analardır adam eden adamı
Aydınlıklardır önümüzde gider
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler
Bulutlar adam öldürmesin.
-- Nazım HİKMET 🖌️ 🍁 🍁 🍁
12 notes
·
View notes
Text
BENİM ANNEMİN SENİN GİBİ OLMASINI ÇOK İSTERDİM
Sene 2003 yada 2004 tam olarak hatırlamıyorum. Antalya'da oturuyorduk. Benim komşum vardı 40 yaşlarında dul bir bayan. Birisi ilkokula giden, birisi 18 yaşında iki kızı vardı. Kızlarını alır bana sık sık gelirdi. Çok neşeli bir insandı. Sohbeti güzeldi. Çok esprili insanı eğlendiren güldüren birisiydi.
Birbirimize göre yaşantımız çok uç noktalardaydı aslında. Kızı ve kendi çok açık giyinirdi. Göbeğinde piercing küpe vardı. Biz kızımla arkadaşız derdi ana kız değiliz. İkisinin de erkek arkadaşı vardı. Akşamları içkili yerlere gider beraber eğlenirlerdi. Gündüz plaja giderlerdi.
Bazan bana gelirdi. Kızımın erkek arkadaşı geldi de derdi, başbaşa otursunlar diye sana geldim.
En doğrusu en güzeli aslında senin hayatın derdi bana. Bende bir gün senin gibi yaşayacağım. İstiyorum ama denizden vazgeçemiyorum.
_ Haşema giyebilirsin dedim. Yok ya dedi ben öyle giremem denize, hem ben yüzmekten çok güneşlenmeyi seviyorum. Biraz daha yaşlanayım o zaman dedi.
Büyük kızı ana kız aynıydı. Küçük kızı onlara hiç benzemiyordu. Kaç yaşında hatırlamıyorum ama ilkokula gidiyordu. Onların aksine makyaja, kıyafete takıya hiç ilgisi yoktu. Spor giyinirdi. Büyük insan gibi konuşurdu. Biraz erkek çocuğuna benzerdi.
Bu kızı bazı akşamlar bana yatıya bırakırdı. Akşam içkili yerlerde ana kız eğlenceye gittikleri için çocuğu götüremiyordu. Götürse de gitmezdi kız zaten sevmiyorum öyle ortamları diyordu.
Sana çok güveniyorum diyordu annesi bir sürü arkadaşım var ama hiç birine çocuk emanet edemem. Sana bırakınca hiç gözüm arkada kalmıyor diyordu.
Gene birgün çocuğu bana bırakmıştı. Ben namaz kılıyordum. Çocuk beni izledi. Namaz bitince bana dedi ki:
_Biliyor musun dedi, benim annemin senin gibi olmasını çok isterdim.Bizimkilerin aklı fikri eğlence başka bir şey bilmiyorlar.
_Biz yazın tatil kampına gitmiştik orada turistler vardı. Onlarla samimi olduk. Çadırlarının önünde{ artık ne vardı bilmiyorum haç mı, Meryem ana resmi mi} her sabah ibadet ediyorlardı.
_Anneme söyledim bunlar ne yapıyorlar diye. Kendi dinlerinde ibadet ediyorlar dedi. Peki biz niye etmiyoruz dedim. Daha çok genciz önce bir hayatımızı yaşıyalım sonra ederiz dedi.
Ben öyle düşünmüyorum ama dedi çocuk. Onlar Hristiyan ise ibadet ediyorlarsa bizde Müslümanız namaz kılmalıyız dedi. Çok doğru düşünüyorsun dedim.
Ona bol resimli namazı anlatan, dinimizi anlatan kitaplar aldım. Kanepeye geçip hemen okumaya başladı. Sonra banyoya koştu kitaba bakarak abdest almış.
_Ben dedi okulda din dersinde öğrenmiştim namaz kılmayı biraz unutmuşum.
_İyi dedim okulda öğretmişler bari. Bizim zamanımızda öğretilmezdi.
Bütün akşam kitapları okudu. Hepsini de çok beğendi. Senin olsun dedim. Bir çanta kitapla sevinerek evine gitti.
O günden sonra annesi O'nu bir daha hiç bana bırakmadı. Bir kaç ay sonra da taşındılar. Bir daha hiç haber alamadım.
25 notes
·
View notes
Text
Direne direne nereye kadar ?
Yeni bir gün(dem)den merhaba,
Henüz günün yarısını tamamlamak üzereyiz ama Efil'e ses kaydı atacağım bir sürü olay birikti, ben de en iyisi bir gönderi oluşturayım denk geldiğinde okusun, yine sabah sabah sorgulamalar içine gark etmeyeyim dedim.
Sabah okula gelmeden önce saçma sapan bir sebeple gelen trafik cezamı (yılda 3-5 ödediğimiz gönüllü vergi de diyebiliriz) yatırmaya uğradım. Bu sefer, araba açıkken (fren lambaları yanıyor) 8 dakika yolun ortasına park ettiğimi iddia etmişler. Canları sağ olsun ama bu kadarı da fazla diyerek (çünkü seven sevdiğini eleştirmeli) itiraz dilekçemi yazıp ömrü hayatımda ilk kez bir adliyeye gideceğim. O zaman niye ödedin diye soracaksın, çünkü itiraz etmeye enerjim var ama erken ödeme indirimini riske atacak umudum yok. Neyse, bu konudan bu kadar bahsetmeyecektim, bir vesile oldu sadece.
Vatan caddesinde vergi dairesine yürürken adı lazım değil bir kahve zincirinin açılış pankartını gördüm, şaşırdım. Yerel esnafına düşkün olan, değerlerini muhafaza etmeye çalışan Fatih'te yabancı kaynaklı zincir mağazaların (özellikle yeme-içme) bir çoğu bulunmaz (?), görünce <ey Fatih, sen de direne direne anca 10 sene öteleyebildin demek> diye geçirdim içimden. Bu yüzyılda oluru bu kadarmış...
Vergi dairesinden çıkınca, biraz da keyifsiz başlayınca güne, toplantıya kadar orta bahçede bir kahve içeyim, hava da mis diyerek arabaya doğru gidiyordum. Kahveyi de buradan bi yerden alıp gitmek istedim (hep kendim yapıyorum, o ayrı, bugünlük bir ödül), okulun yanındaki espresso garip bi acılıkta yapıyor, ona tamah etmeyeyim (başladık ya keyifçiliğe, sonuna kadar). Akdeniz'den yukarı göz attım, görünürde bir yer yok... google amcaya sordum, yakında bir yer yok... hafızayı yokladım, bir <İstanbul kitap-kahve> hatırladım, 200 metre civarı oraya gittim. Girişe yakın bir masada oturan 5-6 kişi, çoğu orta yaş üstünde, oh dedim ne güzel meclis toplanmış. İçlerinden biri buyurun deyince <al götür kahve servisiniz var mı acaba> diye sordum, biraz da sohbeti böldüğüm için çekinerek. Var tabi dedi, arka taraftaki hanımefendiye yönlendirdi. Kahve çeşitleri içinde <latte>yi sayınca, o zaman <americano> istemek ayıp olmaz diye düşünerek rica ettim. Masaya yönlendirince, ama ben alıp gideceğim dedim ve <ama bizim karton bardağımız yok> cevabını alıp oradan uzaklaştım. Olabilir, belki maskeden dediğim anlaşılmamıştır, belki <take away> demekten ar duyduğum bir mekan olmasına rağmen yanlış kelimeyi seçmişimdir, ziyan yok, yola devam ettim.
Sokağı dönünce önüme bir <avm> çıktı, yaklaşık 100 metre ileride. Hep de üşenirim bu tip yerlere, gir-çık bir sürü zımbırtı diye ama <kahve dünyası> vardı burada sanki diye hatırladığım için hadi dedim son gayret (çünkü otobüsü beklemeye devam etmezsen beklediğin süre boşa gider). Girdim ki ne göreyim hemen karşımda açılış pankartı olan adı lazım değil kafenin halihazırda açılmış hali. Danışmaya sordum epeydir de burada varmış. Meğer Saraçhane'de <Kudüs'e özgürlük> yürüyüşüne kahveler alınıp gidiliyormuş. 3. katta da diğer yemek yerleri görünüyor, biraz hayal kırıklığı, <nerede o eski Fatih> nidaları ile dedim yarım saat yol yaptık 3 yürüyen merdivenden mi kaçacağız. Bir alışveriş teşvik yöntemi olarak ardışık katların merdivenini bir o uca bir bu uca koyan mimara içimden güzel dilekler sunarak vardım kata, yerel ve muhtemelen birkaç şubeli bir kafeden içeri gururlu bir eda ile girdim. <Americano>mu söyledim, büyük boy, karton bardak. <Bardağım var fakat bu boya uygun kapağım yok dilerseniz küçük bardakta (neredeyse türk kahvesi fincanı boyutunda) verebilirim> dedi. Kalan son enerjim de orada tükendi, arabayla yarım saat benimle yol yapacak kahveyi kapaksız taşımam mümkün değildi (eveet termosum olaydı keşkee ama o düzeni her zaman için tutturamadım daha). <Sırf yerel bir kahveciden alabilmek için giriştekini bırakıp 3 kat çıkarak size geldim, keşke bu tür eksikliklerle artık karşılaşmasak> diye sitem ettim. <Gün içinde tedarik edeceğiz, kusura bakmayın> cevabına kusura bakarak paşa paşa girişteki yere gittim, <orta boy americano>mu, <tall americano> düzeltmesiyle, adımı üçüncü tekrardan sonra yanlış yazarak aldım ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Şimdi burada içimi dökerken, orta bahçede, yüzüme güneş değerek kahvemi yudumluyorum. Üzgünüm ama içim rahat, üstüme düşeni yaptım, zaten bozuk bir düzenin içinde birkaç doğru eylem yapmaya çalışan beni (bizi) mağdur eden esnaf abiler ablalar ve sen sivil trafik polisi, alacağımız olsun.
1 note
·
View note
Photo
EBÛ ZER EL-GİFARİ (Ebû Zer)
Meşhûr sahâbelerdendir. O, ilk müslüman olanların beşincisidir.
Ebû Zer Gıfârî, Mekke’nin ticâret yolu üzerinde yaşamakta olan Benî Gıfâr kabilesindendir. Bunlar Arabistan’da bulunan diğer kabileler gibi cahiliyye devrinin her çeşit kötülüğünü işliyor ve putlara tapıyordu. Ticâret kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla tanınmışlardı. Ebû Zer Gıfârî’de çevresinin tesiriyle bir müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş, gücü kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhûr olmuştu. Fakat o bütün bunlardan bir tad almıyor, zavallı insanların elleriyle yonttuğu putlara ilâh diyerek tapmasına şaşıyor, putlardan nefret ediyordu. Nihâyet bir gün herşeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak, yol kesme işinden vazgeçti. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için kendisine yol gösterecek bir rehber aramaya, başladı. Üç sene böylece devam etti. Ebû Zer Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta iken, Muhammed aleyhisselâm’a Allahü teâlâ tarafından peygamberlik verilmişti. Artık insanlar birer ikişer müslüman olmakla şerefleniyor, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya başlıyordu. İslâmın doğuş haberi gün geçtikçe çevrede yayılıyor, müşrikler ise engellemek için çareler arıyordu. Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabilesinin yurduna da ulaşmıştı. Mekke’den gelen biri, Ebû Zer Gıfârî’nin "Lâ ilahe illallah" dediğini işitince, Mekke’de bir zât var, senin söylediğin gibi "Lâ ilahe illallah" diyor ve Peygamber olduğunu bildiriyor, dedi. Hangi kabileden olduğunu sordu. Kureyş’tendir dedi. Ebû Zer Gıfârî bu haberi işitir işitmez kardeşi Üneysi Mekke’ye gönderip bir haber getirmesini istedi. Üneys, Mekke’ye gidip, Peygamber efendimizin sav mübârek cemâli, sohbeti ve ihsânları ile şereflendi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memleketine döndü. Kardeşi Ebû Zer; “Ne haber getirdin" diye sorunca; "Efendimiz, Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep hayrı, iyiliği emr edip, kötülüklerden sakındırıyor" dedi. Ebû Zer; “peki insanlar onun hakkında ne diyorlar” dedi. Zamanın meşhûr şairlerinden olan kardeşi Üneys şöyle cevap verdi; “Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söyledikleri ne kâhinlerin sözüne ne de sihirbazların sözüne benzemiyor. O’nun söylediklerini şairlerin her çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara hiç benzemiyor, hiç kimsenin sözüyle ölçülemez. Vallahi o zât hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor. Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedirler.” dedi.
Ebû Zer Gıfârî kardeşinin getirdiği haber üzerine hemen Mekke’ye gitmeye ve Peygamberimizi sav görüp müslüman olmaya karar verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak büyük bir şevkle Mekke yoluna düştü. Mekkeye varınca halini kimseye anlatmadı. Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize sav ve yeni müslüman olanlara şiddetli düşmanlık yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha safha ilerletiyorlardı. Bilhassa müslüman olup da, kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı. Ebû Zer Gıfârî de Mekke’de kimseyi tanımıyordu. Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimseye bir şey sormadan Kâ’be’nin yanına varıp oturmuştu. Peygamberimizi sav görmek için fırsat kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâret arıyordu.
Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali, Ebû Zer’i gördü. Garip olduğunu anlayarak alıp evine götürdü. Halinden bir şey sormadığı gibi Ebû Zer de sırrını açmadı. Sabah olunca tekrar Kâ’be’ye gitti. Akşama kadar dolaştığı halde hiçbir ipucu elde edemedi. Eski oturduğu köşeye gelip oturdu. Hz. Ali, o gece yine oradan geçerken, Ebû Zer’i görünce; "Bu biçare hâlâ evini öğrenememiş" diyerek tekrar evine götürdü. Sabahleyin yine Beytullaha gitti, sonra oturduğu köşeye çekildi. Hz. Ali tekrar evine davet edip götürdü. Nereden ve niçin geldiğini sordu. Ebû Zer'de; "Eğer bana doğru bilgi vereceğine kat’î söz verirsen, söylerim" dedi. Hz. Ali söyle halini kimseye açmam deyince; "İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış, onunla görüşmek ve ona kavuşmak için buraya geldim." Hz. Ali; "Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Şimdi ben o zâtın yanına gidiyorum. Beni takip et benim girdiğim eve sen de peşimden gir" dedi. Ebû Zer, Hz. Ali’yi takip edip, onunla birlikte Peygamberimizin sav mübârek yüzünü görmekle şereflendi. Ve hemen "Esselâmü aleyküm" diyerek selâm verdi. Bu selâm İslâm’da verilen ilk selâm ve Ebû Zer Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu. Peygamber efendimiz sav selâmına cevap verip; "Allah’ın rahmeti üzerine olsun" buyurdu. Peygamberimiz sav, "Sen kimsin?" diye sorunca ben Gıfâr kabilesindenim dedi. "Ne zamandan beri buradasın?" buyurdu. Üç gün üç geceden beri buradayım. "Seni kim doyurdu?" buyurunca Zemzem’den başka bir yiyecek, içecek bulamadım. Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duymadım, dedi. Peygamberimiz sav; "Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur." buyurdu. Bundan sonra Ebû Zer Gıfârî, Peygamberimize; "Bana İslâm’ı bildir" dedi. Peygamberimiz ona Kelime-i şehâdeti okudu o da söyleyip, müslüman oldu. O ilk müslüman olanların beşincisidir.
Ebû Zer Gıfârî hazretleri müslüman olduktan sonra Kâ’be yanına gidip, yüksek sesle, "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" dedi. Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum ettiler. Taş sopa ve kemik parçaları vurarak öyle dövdüler ki, kanlar içinde kaldı. Bu hâli gören Hz. Abbas bırakın bu adamı öldüreceksiniz! O sizin ticâret kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir kabiledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz dedi. Ebû Zer hazretlerini müşriklerin elinden kurtardı. Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği şevkle öylesine seviniyor ve coşuyordu ki, ertesi gün yine Kâ’be’nin yanında Kelime-i şehâdeti yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de üzerine hücum eden müşrikler yere yıkılıncaya kadar dövdüler. Yine Hz. Abbas yetişip, ellerinden kurtardı.
Ebû Zer Gıfârî hazretlerine, Peygamber efendimiz sav kendi memleketine dönmesini ve orada İslâmiyeti yaymasını emir buyurdu. Ebû Zer Gıfârî bu emir üzerine kendi kabilesi arasına dönüp onlara İslâmiyeti anlatmaya başladı. Hicrete kadar bu hizmete devam etti. Birgün kabilesine Allah'ın bir olduğunu, Muhammed aleyhisselâmın onun Resûlü olduğunu ve bildirdiklerinin hak olduğunu anlattı. Sonra da tapmakta oldukları putların bâtıl boş ve mânâsız olduğunu söylemişti. Kendisini dinleyen kalabalıktan bir kısmı, “olamaz” diye bağrışmaya başladılar. Bu sırada kabilenin reîsi Haffaf bağıranları susturdu ve durun dinleyelim bakalım ne anlatacak dedi. Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri şöyle devam etti. Ben müslüman olmadan önce bir gün Nûhem putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum. Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görüyorsunuz ki, put köpeğin üzerini kirletmesine manî olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin taptığınız şey! dedi. Köpeğin bile hakaret ettiği puta tapmak hoşunuza gidiyorsa buna çok şaşılır, işte sizin taptığınız budur, dedi. Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden biri, peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın, dedi. Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri yüksek sesle kalabalığa şöyle hitap etti; “O, Allah'ın bir olduğunu, Ondan başka ilâh olmadığını, herşeyi yaratan ve herşeyin mâliki, sahibi olduğunu” bildiriyor... İnsanları Allah’a îmân etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardımlaşmaya davet ediyor. Kız çocuklarını diri diri gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülüğün, haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlardan sakınmayı bildiriyor, dedi. Ebû Zer, İslâmiyeti uzun uzun açıkladı. Kabilesinin içinde bulunduğu sapıklığı bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkinliğini gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyenler arasında başta kabile reîsi Haffaf, kendi kardeşi Üneys olmak üzere çoğu müslüman oldu. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi görerek müslümanlığı kabûl ettiler.
Ebû Zer Gıfârî ra, Hendek savaşından sonra Medine’ye yerleşti. Bundan sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. Önce Resûlullah’ın hizmetini görür sonra da mescide gider başka bir işle meşgûl olmazdı. Peygamberimizin evinden bir fert gibi oldu. Her hareketinde ve her işinde Resûlullaha sav, tâbi oldu. Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi. Herşeyi Peygamberimize sav sorardı. Îmân, ihsân, emir ve nehiy husûsunda, Kadir gecesi ve daha birçok husûsların esrârını, izahını, namaza dair ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullaha bizzat sorarak öğrenmiştir. Resûl-i Ekrem efendimiz de Ebû Zer’i çok sever ona husûsî iltifât buyururdu. "Dünyaya Ebû Zer’den daha sadık kimse gelmedi" buyurmuşlardır. Ebû Zer’in Resûlullaha anlatılamayacak derecede muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle demiştir; "Yâ Resûlallah benim kalbim yalnız Allahü teâlânın ve sizin muhabbetinizle doludur. Bu muhabbet o derecede ki insanın kalbi ancak bu kadar muhabbetle dolu olur."
İki ilim denizinin birleştiği nokta ve ilmin kapısı olarak vasıflandırılan Hz. Ali; "Ebû Zer ilimde bir deryadır, insanların anlamaktan âciz olduğu çok ilmi biliyordu. Sonra ilmin üzerini kırba bağlar gibi bağlayıp, ondan hiç sızdırıp zayi etmemiştir." buyurdu. Hz. Ömer; "Ebû Zer’in ilmi çok yüksektir." buyurdu.
Tebük muharebesinde Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişti. Yalnız başına tenha bir yere oturdu. Peygamberimiz sav, Hz. Ebû Zer’i böyle tenhada görünce; "Allahü teâlâ, yalnız başına yürüyen, yalnız başına vefât edecek olan ve yalnız başına haşr olunacak olan Ebû Zer’e rahmet eylesin” buyurmuşlardır. Mekke’nin fethine de kendi kabilesinin sancağını taşıyarak katılmıştır.
Ebû Zer dünyâya hiç değer vermezdi. Son derece kanaatkar, fakîr ve yalnız yaşardı. Peygamber efendimiz bu sebeble ona "Mesîh-ül-islâm" lakabını vermişti. Peygamberimize tam bağlanıp, O’nun sevip, beğendiğini seven, Onun sevmediğini ve beğenmediğini sevmeyen Ebû Zer, Resûlullahın vefâtında da yanında bulunmuştur. Peygamberimizin vefâtından sonra bir köşeye çekilip, son derece mahzûn ve yalnız yaşadı.
Halka din bilgilerini öğretmekle de meşgûl oldu. Şüphelilerden ve haramlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz, hep fakîrlere dağıtırdı. Vefât edinceye kadar, gelenlere İslâm dinini öğretti.
Ebû Zer vefât ettiğinde bir evi, üç koyunu ve birkaç keçisinden başka malı yoktu.
Peygamber efendimiz sav Ebû Zer ra hakkında buyurdu ki; "Benim ümmetimde Ebû Zer, Meryem oğlu Îsâ’nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır." "Îsâ aleyhisselâmın tevâzu’una bakmak kendisini mesrûr eden kimse, Ebû Zer’e nazar eylesin." "Ebû Zer’den daha sâdık bir söz (lehçe) ne yeryüzü tanımıştır, ne de bir yeşillik üzerine gölge salmıştır. Yani onun gibi doğru sözlü bir kimse dünyâya gelmiş değildir."
Ebû Zer Gıfârî, Peygamberimizden sav bizzat işiterek, 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Onun rivayet ettiği hadislerin az olması inzivayı, yalnız yaşamayı sevmesinden kaynaklanmaktadır. Bu hadislerden bazıları; “Amellerin en üstünü, sevdiğini Allah için sevmek, sevmediğini de Allah için sevmemektir.” Hz. Muhammed sav "Akıllı olan kimse zamanını üçe bölmeli, bir kısmını ibâdetle, bir kısmını nefis muhâsebesi ile diğerini de öbür işlerini yapmakla geçirmelidir." Hz. Muhammed sav "Ey Ebû Zer! Gidip Allah'ın kitabından bir âyet öğrenmen, senin için yüz rekât namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Ve kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir mesele öğrenmen bin rekât namaz kılmandan daha hayırlıdır." Hz. Muhammed sav "Nerede olursan ol, takvâ üzerine bulun, Allahtan kork." Hz. Muhammed sav "Eğer iyilik yapmaya gücün yetmiyorsa, hiç olmazsa kötülük etme bu da nefsin için verilmiş bir sadakadır." Hz. Muhammed sav
Hz. EBÛ ZER SÖZLERİ "Ebu Zer’e (ra) sormuşlar; "Yalnızlık zor değil mi, Ya Ebu Zer?" "İnsanlar daha zor" demiş." "Günün deven gibidir. Başını tutarsan, yahut bağlarsan, bedeni sana tâbi olur. Yani sabahleyin tâat, ibâdet ve bir hayır işlersen, günün sonu da öyle gelir." "Bir günlük nafakaya râzı ol. Hayırlı işleri kaçırmaktan kork ve sakın. Dünyan oruç, iftarın ölüm olsun." "Fakr yani, ihtiyâç hali benim için zenginlikten ve hastalık da sıhhatli olmaktan daha sevgilidir." "İnsan ne kadar dünyâ malı toplarsa o kadar dünyâya düşkün olur." "Yalnızlık kötü arkadaşla bulunmaktan iyidir, iyi arkadaşla beraber olmak da yalnızlıkdan iyidir." "En garîb ve en çok muhtaç olduğun gün, kabre konduğun gündür."
*Ebû zer->
ALLAH ONDAN RAZI OLSUN.
Sahabeler->
127 notes
·
View notes
Note
Öyle olsun madem bizde sabah sohbeti yaparız artık ama sabah girmiyon ki önceden 7 gibi gelirdin
Abicim sen hiç uyumuyon mu aw
0 notes
Photo
Günün yorumu Yoğun #rüya görüp, #sabah ne olup bittiğini anlamaya çalışarak uyanmış olabiliriz. Bugün tamamlanması gereken işler çok olabilir. İşler, güçler ve sorumluluklar günümüzün yoğun geçmesini sağlayacak. Zihnimiz arı gibi çalışacak. Bir şeyleri #koordine etmek isteyeceğiz. Kontrol bizde olsun isteyeceğiz ve ne olup bittiğini gözlemleyeceğiz. #Takıntılı ve ısrarcı olacağımız durumlar, ilişkilerde tatsızlıklar yaşatabilir. Duygusal ihtiyaçlar ve gelecek ile ilgili maddi beklentiler yorucu olabilir arada karamsar olabiliriz. 13:29-18:38 arası boşlukta yeni işlere başlamak için değil ama eldeki işleri tamamlamak için güzel bir enerji. Arkadaşlar burada bahsettiğim yorum, gökyüzünün genel durum yorumu, hepimiz için geçerli fakat daha detaylı bir yorum istiyorum ve bu hafta beni neler bekliyor diyorsanız, YouTube kanalımdan izleyebilirsiniz, keyifli seyirler dilerim. Yalnız video 2 parça oldu ilk videonun retro sohbeti ve ilk 6 burç mevcut. İkinci videoda diğer altı burç bulunmaktadır. Bu hafta gökyüzünde neler var!.. Haftalık Burcunuz Ne diyor? Link profilimde. Devamı YouTube kanalımda!.. Abone Olmayı Unutmayınız! #venüsretro#doğumharitası #astroloji #astrolog #haftalikburcyorumu #venüsikizlerburcundaretro #satürnretro#jupiterretro#marsbalık#merkürikizler#venüsretro#ikizlerretro#bilinçaltıçalılmaları#regresyon#şuledolaşır#astrolog#astroloji#suledolasir#gününyorumu#merküryen (Istannbul Ataşehir) https://www.instagram.com/p/CAE-7aLFvai/?igshid=jpo48ifsjjfp
#rüya#sabah#koordine#takıntılı#venüsretro#doğumharitası#astroloji#astrolog#haftalikburcyorumu#venüsikizlerburcundaretro#satürnretro#jupiterretro#marsbalık#merkürikizler#ikizlerretro#bilinçaltıçalılmaları#regresyon#şuledolaşır#suledolasir#gününyorumu#merküryen
0 notes