#sabah kalktık güzel olacak dedik
Explore tagged Tumblr posts
sarkisi-beyaz · 5 months ago
Text
you’re just a little bit too much like me
0 notes
hariomyogamerkezi · 5 years ago
Text
Gunalar / Sonay Tükeler
Hint felsefesine göre yaşamın, doğanın içerisinde üç nitelik vardır. Tamas, rajas ve satva. Bunlara guna adı verilir.
Tumblr media
Gunalar, elementleri (elementler bir başka yazının konusu) öğrenmek kadar önemli. Kendimizi fark etmemizde ve yönlendirmemizde bu bilgiyi kullanacağız (hayat kurtaran bilgi). Bu nitelikler tüm canlılarda var. Tüm yaşamda, maddede hatta gezegenlerde bile. (Mars geri giderse neler olacağını biliyorsunuz.)
Tamas karanlık, durağan, bitkin, eylemsizlik (atalet). Tamas kendisini yanılgı, inatçılık, tembellik, kayıtsızlık ve depresyonda gösterir.
Rajas tutku, yüksek, hareketli, faaliyet, eylem. Harekete bağımlı, endişeli ve odaklanamamış bir zihinle bizimledir.
Satva her ikisinin dengede olduğu saf, dinginlik hali (doğruluk, saflık, potansiyel bilinç, saf bilinç). Odaklanmış, sukûnet içerisinde, tam bir konsantrasyon sağlamış zihin. Yoga’da ulaşmaya çalıştığımız işte bu satvik hal.  Bu demek değil ki hep satvik olacağız, hepsi bize ait, hepsine yeri geldiğinde ihtiyacımız var. Zaman zaman biri baskın olacak, biz bunu yönetmeyi öğreneceğiz. Sabah gözlerimizi açtığımızda kendimizi nasıl hissediyoruz, hangi duygular içerisindeyiz, düşüncelerimiz neler, burun deliklerimiz açık mı, hangisi açık, vücudumuzu izleyelim ağrı var mı, kaslarımız ne durumda sıktığımız bir yer var mı? Baktık, burun deliklerimizden biri kapalı, hemen diğer yöndeki omuzumuzun üzerine dönüp bir müddet orada kalalım ta ki burun deliğimiz açılana kadar. Duyguya bakalım hey ne güzel bir gün, güneş açmış neşesi içerisinde miyiz yoksa öff yine aynı döngü hiç yataktan çıkmak istemiyorum mu diyoruz. Mutsuzluk duygusu mu var, neşe duygusuyla mı uyandık. Her şeyin bizim için ayarlandığına, düzen içerisine sokulduğuna inanarak tam bir güven duygusuyla uyanmak nasıl hissettirir? Her şey yeniden, sıfırdan başlıyor hissi de olabilir. İşte burada gunalar devreye giriyor. Yataktan çıkmak istemediğimiz hâl tamasik, yerinde duramadığımız hiçbir şeye bakmadan doğruca yataktan fırladığımız hâl rajazik, durup baktığımız izlediğimiz, sakin nefeslerle neler olup bittiğinin farkında olduğumuz hâl satvik. Başka bir örnek diş fırçalamak olabilir. Diş macununu ortasından bastırarak fırçaya sıktık yarısı lavaboya döküldü. Dişlerimize götürdük kavga eder gibi hızla ve güçle fırçalamaya başladık, ağzımıza suyu aldık çalkaladık, tükürdük, fırça bir yerde macun bir yerde fırladık çıktık, aklımızda bir sonra yapacaklarımız, dişimizi mi fırçaladık farkında bile değiliz, belki aynada kendimizi bile görmedik, ferahlık duygusunu hissettik mi? Hoş geldin rajas. Kalktık ayaklarımızı sürükleyerek banyoya gittik, aman şimdi kim diş fırçalayacak tüpü al aç, kapat bu bile zor dedik, tamasiğin dibine vurmuşuz. İşte “idealimiz” geliyor. Fırçaya macunu ihtiyacı olduğu kadar sıktı, her bir adımın, anın farkında, fırçanın elindeki temasının, ağzına götürdüğ��nde macunun kokusunun, dişlerinin üzerinde gezdirirken nasıl fırçaladığının ve ferahlık duygusunun farkında. Hadi hatırlamaya çalışalım, biz bu sabah dişimizi nasıl fırçaladık? Ben hatırlayamadım, sadece bir ara dilimin üzerini de temizlediğimi hatırlıyorum. Burada yanlış anlaşılmasın satvik hali ideal, olması gerektiği gibi, mükemmel kavramlarıyla karıştırmayalım. İtiraf edeyim, bu gereklilikler, meliler, malılar bana göre değil. Nitelikleri tam olarak anlayabilmek için bu örnekleri seçtim. Sonrasında bir tütün sarıp koyu kahve eşliğinde içmiş olabiliriz. Yatağımızı düzeltip üstümüzü değiştirerek, yudum yudum sıcak bir çay içip yoga pratiğimize, meditasyon oturuşumuza geçmiş, bahçemize, bitkilerimize bakıp onlarla ilgilenmiş ya da kendimizi televizyonun karşısındaki koltuğa atıp öylece kalmış da olabiliriz.
Artık bulabiliyoruz değil mi gunaları (?) Yiyeceklerimizi, içeceklerimizi de bu şekilde değerlendirebiliriz. Bunun için koskoca bir ayurveda külliyatı var değil mi? Kahve rajazik, bitki çayı satvik diyebiliriz, çok kesin bir yargı olur, çünkü bunların hepsi kişilere ve durumlara göre değişim gösterebiliyor. Tamasik yapıdaki bir anımızda küçük bir kahve bizi canlandırabilir.  Önemli olan bize nasıl etki ediyor bilincinde olmak ve bunu kullanarak ilerlemek. İzleyebilme yetisini kazanmış, kahve bana iyi geliyor diyen birine hayır zararlı diyemeyiz. Kahve o anda iyi geldi, öğleden sonra bir tane daha içti, akşam içti, sonrasında kalp çarpıntısı oldu, hâlâ kahve bana iyi geliyor diyorsa bu durumda zihin engelleyicilerine bakmak lazım.
Bazen inandıklarımıza körü körüne bağlanır, kesin sınırlar çizeriz. Biri fark edip söylediğinde bir sürü "amalarla" çıkarız karşısına ve tam bu noktada yoga devreye girer.  Asanaları uygularken bedenimizle bağ kurmaya başladığımızda tek tek hangi kasımızı sıktığımızı fark edip nefes yardımıyla orayı bırakabiliriz. Hatta yıllar sonra bile, iyi yaptığımızı düşündüğümüz bir asanada, örneğin çocuk duruşunda bir anda hala sağ kürek kemiğimizi sıktığımızı görebiliriz. Asanalar izlemeyi öğretir. Sonrasında zihnimizdeki düşünceleri izlemeye başlarız. Ne kadar da kalıplar oluşturmuşuz. Ben şunu sevmem, bunu severim, bu iyi, bu kötü birçok sınırlı ikilikler… Bu bilinçli izleyebilme halinde, arada başka şeyler olabileceğini fark eder, sınırsız ihtimaller havuzuna dalar, bedenimizle beraber zihnimizi de esnetiriz.        
Basit matematik bilgimle gunaları birbirine zıt, aynı zamanda birbirini tamamlayan nitelikler olarak görüyorum. Tamas eksi iki, rajas artı iki ve ikisini birbirinden çıkarttığımızda sıfıra ulaşıyoruz. Sıfır noktası Satva olsun. Rajas olmazsa, tamastan çıkamayız. Satvaya ulaşabilmek için her ikisine de ihtiyaç var.  Bu üç guna her şeyin içinde mevcut. Güzel bir benzetmesi var Swami Prabhavananda'nın; "Satva güneş ışığında, rajas fışkıran yanardağda, tamas ise bir granit kütlesinde hakim."
Bu nitelikleri iyi anladığımızda, duygu durumlarımızı analiz edebildiğimizde yukarıda belirttiğim matematik formülünü kullanarak hayatımıza geçirebiliriz. Umutsuz, çaresiz ya da tembellik yaptığımız anlarda tamasdayız, çıkış yolumuz rajasın enerji, şevk ve çoşkusu. Gün içerisinde birçok ruh hali arasında geçiş yaparız. Yoga çalışmalarıyla, özellikle meditasyonla zihnimizi izlemeyi öğrendiğimizde ayırt edebilme (viveka) yetimiz gelişir. Böylece düşündüğümüz şeylerle, duyu organlarımızın algılarıyla, duygu durumumuzu oluşturduğumuzun farkına varırız. Tam burada Pema Chödrön' den bahsetmeden geçemeyeceğim, harika bir sözü var." Çoğumuz için en zor zamanlar, kendimize yaşattığımız kötü zamanlardır." Düşünce bu kadar güçlüyse daha iyisini yapabiliriz. İzleyelim, fark edelim, aksiyon alalım ve dönüştürelim. Yaşamdaki her şeye nüfuz etmiş olan rajası, taması yok saymayalım, görelim ve o müşfik satvik hale geçiş için kucaklayalım. Sonrasında belki bu üç gunayı da aşarak maya perdesinin ötesine geçebiliriz.
6 notes · View notes
yanlizlikkorfesi-blog · 8 years ago
Text
Bakın size gerçek bir hikaye anlatacağım bu sefer ki kurgu değil. Benim bir abim var, ben 17 yaşımdaydım. Tam karşı binada yaşıyordu. Her sabah işe gider her akşam 8 de evine gelirdi. Babasından kalma bi dairede kalıyordu. Bi de sevdiği kadın vardı Nazan abla. Hiç unutmuyorum abi, bi akşam üç potalı da takılıyoruz, o da almış siyah bi poşet parkın diğer köşesine gidip ağaçların altına kuruldu. Yanımızdaki arkadaşlar azaldıkça benim merakım arttı. İsmail, Batuhan, Ben kaldık en son. Gelin lan dedim tutup kollarından Verdan abinin yanına götürdüm. Desdur alıp yanına oturdum. İsmail karşımıza çömeldi. Batuhan ayakta dikeldi. Abi hayrola dedik aynı ağızdan. Ki bu adama abi demekte haklıyız, okula harçlığımız kalmadığında para verip bunu sır gibi tutan adamdır. Abi dedik işte hayrola neyin var sen içmezdin. biz konuşuyoruz, soruyoruz o daha bi içli nefes alıyor. Tabi bi noktadan sonra gına geldi adama, gençler beni biraz rahat bıraksanız dedi. Eyvallah abi özür dileriz, deyip kalktık yanından. Yürürken düşündüm ne oldu diye. İçime söz geçiremiyorum ama deli gibi merak ediyorum verdan abinin bu mevzusunu. Noldu lan evinden başka bişeyi olmayan dertsiz tasasız bu adama. Bi gecede yok olmuş gibi gidip köşede içiyor. O kadar ki tek içmek için bize bile yolu gösteriyor. Neyse önce yürüye yürüye ismaili evine bıraktık, sonra batuyu en uzak benim ev, tek yürüyorum ulan bizim evin sokağına giremeden geri döndüm. O adam anlatacak yani başka kaçarı yok. o kadar bok durumumda yanımdaydı. Bende onun yanında olacam. Parka gittim, köşeye geçtim yanına oturdum, hala sek atıyor. ‘’Abi anlatana kadar burdayım, ağzıma da sıçsan gitmeyecem biliyosun. anlat o yüzden abi. Kovma lütfen.’’ Hafifden duygusala bağlamışım o ara. Gözünün içine bakıyorum kovmaması içinde içimden dua ediyorum resmen. Biraz durakladı. Bi kere daha dikti rakı şişesini kafasına. ‘’Hakan’’ deyip durdu. Bunu söylerken o kadar acı bi ses tonu vardı ki, efendim diyemedim, yutkundum. ‘‘Abisi ben 26 yaşımdayım. Bu gün 26 oldum. Doğum günümmüş bugün. Ben son 5 yıldır doğum günü kutlamayan adamım bu gün bizim ofiste bir kız var benden küçük, gelip doğum günümü kutladı. Buna neden üzüldüğümü daha sonra anlatırım ama kız öyle güzel planlar yapmış ki, konuima metni yazmış, benim önümde duran masanın ayağına doğru bi kağıttan okudu herşeyi farkındaydım ama bozuntuya vermek istemedim. Neyse herşey iyi güzel, hoşuma gitmedi mi? Çok mutlu oldum allah yukarda, yalan söyleyecek değilim. Şu var ki kullandığı tek bi cümle bütün herşeyin -tabiri caiz ise- amına koydu. Mumları üflettiler zorla. Bilirsin az çok sevmem böyle şeyleri ama bu gün sevinmiştim biraz. Kapıya baktım, beş dakika kadar baktım ama öyle bakıp gözümü çeviremedim. Kapı açılsın da süprizi yapan gelsin diye bekledim. Sevgilim. Nazan’ım gelsin diye bekledim. Meğerse doğum günümü hazırlayan kişi konuşmayı hazırlayan kızmış, sonunda seni seviyorum ben verdan demiş. Dinlemediğimi anlamamış. Sordu bana sen peki dedi. Ne ben peki dedim bende. Gözü böyle çipil çipil oldu ağlamaklı bi şekilde hala nazanı mı bekliyosun verdan dedi. Ben hep beklicem onu dedim. daha bi ton konuştuk. Bağırdı küfretmedi ama bağırdı. Onu suçlamıyorum ama kırıldım ulan hakan. Anlıyon mu. Ben başkasından şut beklerken başkası gol atmaya çalıştı yine. Kimseye Nazan ablanı anlatamıyorum. Herkes onun gelmeyeceğini söyleyip duruyor. Nazan gitti ama gelecek hakan sen anlıyosun dimi oğlum. Senin sevdiğinde gitti ama gelcek hakan dedi.’’ Ben daha ağzımı açmamama rağmen gözümden yaşlar gelmeye başladı. Tabi o ara bulduğum şişeyi açmış kafama dikmeye başlamışım. Yemin ederim o an’a kadar farkında değildim. Abi sakinleşmen lazım dedim. Konuşmaya hıçkırarak anlatmaya tekrar başladı. ‘’Bi aralık sabahı kalktık, mesaj gelecek diye bekliyorum nazan ablandan. o gün buluşup babasının marangoz atölyesine gidecez. Neyse kahvaltı yaptım. Saçlar jillet gibi ama görsen, harbiden yakışıklı biriydim gençken. Neyse, saçlar jilet gibi, ayakkabıları yeni boyatmışım, takım elbisemi de giydim. Babasıyla tanışmaya gidiyorum o gün. Baya zaman olmuş beraberiz. Sonunda zorla da olsa kabul ettirdim onu babasıyla tanışma isteğimi. Yola çıktım. Durakta beklerken o aradı. Yanına gidiyordum diye meşgule attım. Bir şarkı açtım kulaklığımdan dinliyorum. sekiz durak sonra indim biraz yürüme mesafesi vardı. O yine aradı. Yol az kaldı diye açmadım. Yürüyorum babasının marangozun önüne geldiğimde karşımda gördüğüm manzara karşısında kalbime bişey saplandı demek bile az kalırdı. Kalbimi neşterlerle didikleyip zorla asabi bi şekilde çıkarttılar orda. Koca bina yanıyordu. O aradı o anda. Korkuyla açtım. Ben dedi. Seni seviyorum. Peki ya sen. Sonra telefon kapandı. Elektrik trafosunda yangın çıkmış. binanın altında yangın çıkmış, marangoz olduğu için bütün binaya sıçraması çok sürmemiş. Öyle dediler. Tekrar aradığımda telefonu açılmadı bir daha. O da içerdeymiş. Yangın çıktığında ilk yanan yer giriş ve çıkışlar olmuş. Beni iki üç kere aradı o gün. Açmadım telefonu. Amına kodumun hayatında bi o gün açmadım onun aramasını. Bunun telafisini de yapamadım hiç. O gün bütün hayatım boyunca seveceğimi bildiğim bi kızı kaybettim. Bunun nasıl bir izahı olur bilmiyorum ama bütün hikayem bu. Ben onun o yangında yanışına şahit olmadım ama onun bana seni seviyorum deme şansını elinden aldım. Ben o gün onu o kadar zorlamasaydım o dükkanda olmayacaktı ve bugün burada olacaktı. Herşeyin suçlusu olmak budur hakan. Bilmiyorsun şimdi ama Hasret denilen şey cinnetten daha kemirgen olacak hakan.’’ O gece saat dörde kadar o anlattı ben ağladım. Ona hiç Teselli vermedim. Ona acısının yersiz olduğunu söylemeye yüzüm tutmadı. Bu acının ilacının intihar olduğunu söylemek geldi içimden ama söylemeye cesaret edemedim. Her ilaca başvuracağına emindim çünkü. Verdan abinin hikayesini dinlediğim günün ertesi akşamı evinde cesedi bulunmuş. Akşamında bizim eve bir mektup geldi. Tek cümle yazıyordu mektup zarfının içindeki kağıtta... ‘’Hakan, bana verdiğin cesaret için teşekkür ederim. Aradığı zaman aç aslanım. Kaybetmemek istiyorsan, geldiğinde kabul et. Aradığında aç. Sevdiğini söylemeyi unutma aslanım. Söylememek söylemekten daha büyük kaybettirir adama
0 notes