#ruhani öğretmen
Explore tagged Tumblr posts
Text
Formlar, benlik/ruh değildir; algılama benlik değildir, kavrayışlar benlik değildir, mental oluşumlar ve hisler de "ben" değildir, hiçbiri "ben" /"ruh" değildir, bunların hepsi değişime tabiidir ve kalıcı değildir.
#my blog#benimgözümden#architecture#education#makale#felsefe#gautama buddha#ruhani öğretmen#buda#felsefi sözler#beniöneçıkar#beni öne çıkar#anasayfa#postlarim#tumblr postları#keşfet#tumblr#tumblrpost#tumblelog#writers on tumblr#içsel#mental health#ölmüş hisler ve geriye kalan bir mezar#değişimvar#ruh#my post#felsefi alıntı
34 notes
·
View notes
Text
Allah'tan başkasından yardım istemek, dua ederken vesile kılmak, evliyalardan medet istemek hakkında bilgi verir misiniz?
Soran : Tanimsiz933
Tarih: 16.08.2006 - 13:38 | Güncelleme: 03.09.2018 - 14:47
Soru detayı
- Dinde vasıta olur mu?..
- Özellıkle bizim Doğu'da yaşanıyor bu olay; bir musibete bir belaya düştüğünde "Medet Ya Gavs Abdulkadir-i Geylani" ya da başka âlim bir zatın ismini söyleyip medet istiyorlar ve çoğu zaman da gerçekleşiyor.
- Bunun dinimizdeki yeri ve açıklaması nedir, istiğase ve vesile caiz midir?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Meded dilemek, yardım istemek demektir. Her türlü yardımın kaynağı ve başvurulacak mercii Allah Teâlâ'dır. Allah Teâlâ'dan başkasından yardım dilemek söz konusu olamaz. Tasavvufta Hz. Peygamber (asm), şeyh veya benzeri maneviyat büyüklerinden istimdad, doğrudan onların şahıslarından bir talab demek değildir. Belki onların indi ilahideki itibar ve derecelerinden yararlanmak için bir tevessüldür. "Meded ya şeyh", "Meded ya Abdelkadir", "Meded ya Gavs-ı Azam" gibi lafızlar ve levhalar, bu şahıslara duyulan manevi sevginin bir ifadesidir.
İnsan, beşer olmanın gereği sığınma duygusu taşır. Çocuk anne babasına, talebe hocasına, mürid şeyhine sığınmak ve yakın olmak ister. İstimdad bu sığınma duygusunun tezahürüdür. Vahdet-i vücud inancındaki "insan-ı kamil", Allah Rasülü'nün ahlakıyla ahlaklanmış, Hakk'ın mazharına nail olan demek olduğu için, ruhani bir tasarrufa da mazhardır. Mazhardır diyoruz çünkü gerçek tasarruf Allah'ındır. Kul veya kişi bu tasarrufun görünt��südür. Bu itibarla salik ve derviş, insan-ı kamil olarak gördüğü şeyhinden tarikat piri ve pirlerinden birinden istimdad ve istiane ettiğinde, aslında talebini Allah'a arzetmiştir. Kudret ve kudret sadece O'na aittir. Konuya bu açıdan bakıldığında şer'i bir tehlike söz konusu değildir. Ancak istimdad edilen kişinin bizzat kendisinde bir güç ve kudret görüp taleb ondan olacak olursa, elbetteki caiz olmaz. (Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikat, Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, s. 323)
İstiğase ayrı, vesile ayrı bir şeydir. İstiğase yardım istemek anlamını ifade eder. Vesile ise gayeye vasıta olan şeydir.
Zevilukul olan kimseden istiğase etmek meselesine gelince, bakılır, kendisinden istiğase edilen kimse salih ve mü'min değilse, ister gaib olsun kendisinden istiğase etmek caiz değildir. Fakat salih bir kul olursa, huzurunda veya kabri başında olursa, şefaat dilemek maksadıyla ondan istiğase etmek caizdir.
Çünkü ölü olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler kabirlerinde diridirler." (İbn Mâce, Cenâiz 65)
Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (asm), mir'ac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, Peygamberimiz (asm)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında ölmüş müşrikler hakkında da şöyle buyurdular:
"Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler."
Ehli tasavvufa göre makam sahibi olan bir veli, ister ölü ister uzakta olsun ondan istiğase edilir. O yardım etme yetkisine sahiptir. Özellikle ehli tasarrufun yardımı dünyada olduğu gibi dünyadan göç ettikten sonra da vardır, devam eder.
Vesile ise, demin dediğimiz gibi, gayeye yetişmek için vasıta olarak kullanıları şeydir. Bunların çeşitleri vardır:
1. Cenab-ı Allah'ın isimlerini vesile kılıp tevessül etmek: İbni Mace, Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: Hz Peygamber bir duasında şöyle buyurdular:
"Allah'ım, temiz, hoş ve mübarek ismin hakkı için senden istiyorum.”
2. Kendisiyle tevessül edilen zatın duasını vesile kılıp istemek.
3. Büyük ve salih kimsenin zatını vesile kılmak suretiyle tevessül etmek: Mesela, "Allah'ım şu dileğim yerine gelmesi için Peygamberi veya Ebu Bekir'i vesile kılıyorum." demek gibi, Hz. Ömer (ra) yağmur duasında Hz. Abbas'ı (Peygamberimizin amcası) vesile kılarak şöyle dua etti:
"Allah'ım, biz Peygamber'in amcasını sana vesile kılıyoruz, bunun için bize yağmur yağdır.” (Buhari).
4. İşlenen salih amelleri vesile kılarak tevessül etme: Mesela, "Allah'ım, senin için eda ettiğim şu hac veya şu ibadeti sana vesile kılıyorum; şu musibetten veya şu beladan beni kurtar." demek gibi.
Yukarıda saydığımız vesile çeşitleri İslam'da mevcuttur. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Vesile edinilen kimsenin vesile edenden üstün olması gerekmez. Hz. Peygamber (asm) Umre'ye gitmek için izin isteyen Hz. Ömer'e: ”Kardeşim, bizi duadan unutma.” (Ebu Davud, Vitir 23) dedi. Hem de Veysel-Karani'nin kendisine dua etmesi için Hz. Ömer'e emir verdi.
Yalnız peygamberi veya herhangi bir zatı bağımsız olarak tasavvur edip istiğase etmek, küfre kadar götürebilir. Buna dikkat etmek lazımdır. Yani Allah’ın sevgili kulu ve Allah’ın izniyle bu işleri yapıyor diye bilmek ve istemek caizdir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, vesilelikten öteye geçmemek şartıyla, tevessül etmek caizdir.
Tevessülü tamamen haram sayanlar, Haricîler ve onları taklit eden zihniyetlerdir.
Meleklerin insanları koruduğu bilgisi bizzat Kur’an’da vardır:
“O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.”(Rad, 13/11)
mealindeki âyette bu gerçeğe işaret edilmiştir.
Meleklerin koruması şirk olmadığı gibi, başka mahlukların yardımları da korumaları da şirk olmaması gerekir. Yeter ki, bunları vesilelikten, sebeplikten, yaratıcılık vasfına çıkarmayalım. Çünkü, “kâinatta Allah’tan başka hakikî müessirin olmadığı” gerçeği, imanımızın gereğidir.
Dinde vasıta, vesile var mıdır?
Hikmet; hayatta ve başarıda vazgeçilmez unsurlardan biri olduğu gibi, bütün varlıkların sevk ve idaresinde de bir maya ve önemli bir kanundur. İnsanlar; varlıklarını ve başarılarını, bu hikmet denen kaide ve kurala, riayet ve itibarla paralel olarak elde ederler ve koruyabilirler.
Hikmet: Yaratıcı ve yaratılanlar arasında; sebebi, vesileyi ve vasıtayı zorunlu kılmaktadır. Zira yaratıcının izzet ve büyüklüğü, kendisi ile varlıklar arasındaki münasebet ve denge, hikmetle ilgilidir.
Ayrıca varlıkların, yaratıcısına delil ve burhan olması ve onların bir kitap gibi ehil insanlarca mütalaa edilip araştırılması ve en önemlisi de, insanların kendilerinin imtihan ve test edilerek dünyada ve ahirette başarılarının esası, temeli ve alt yapısı; hikmettir ve hikmetle ciddi münasebettir.
Hikmetin nasip olduğu insanlar ise, varlıkların en şereflisi ve kıymetlisidir. Bu esasa binaen varlıklar, eşya ve insan ile Yaratıcı arasındaki münasebet olgusunun genel adı, hikmettir.
- Cansızlar ve canlılar arasındaki irtibatlar,
- Yaratılma ve yaratma arasındaki perdeler,
- Hastalık ve afiyet arasındaki sebepler,
- Kulluk ve ona bağlı neticeler,
- Tebligat ve hidayet arasındaki ilişkiler,
- Ziraat, ticaret, sanat ve ibadetlerin, neticeleri ile münasebetlerinde hikmet esas olup, onun gereği olan sebepler, vesileler ve vasıtalar, işin mahiyeti icabı olacaktır ve vardır.
Burada vasıtaların olması, hikmet açısından kudret ve izzeti ilahiyece lüzumlu olmakla beraber, Cenab-ı Hakk’ın birliği ve celali de bu vasıtaları müessiriyetten azletmektedir. Sadece ve sadece vesile olarak kalmasını, hikmet icap ettirmektedir.
Demek ki vasıtalar, Allah’ın Hakim ismi iktizasınca yaratılışın bir esasıdır.
İşte bu manadaki vasıtalar; mahiyeti icabı dinimizde de vardır ve gereklidir. Mesela:
- Hidayetin vasıtası, peygamberlerdir.
- Allah’ın peygamberlerine emirlerinin vasıtaları, meleklerdir.
- Kelam-ı ezelinin vasıtaları, kitaplar ve suhuflardır.
- Tecelliyatın ve tezahüratın vasıtaları, mucizeler ve sanatlardır.
- Affın ve mükafatın vasıtası, ikramlar ve cennettir.
- Kahrın ve cezanın vasıtası, hadler ve cehennemdir.
- Ubudiyetin ve kulluğun vasıtası, ibadetlerdir.
- Allah’a yaklaşmanın vasıtası ise, marifet ve takvadır.
O halde; vasıtanın olmadığı hiçbir yer, durum ve zaman yoktur. Vasıtasız olan şeylerin idraki, anlaşılması ve münasebetleri bilinmez.
Buraya kadar anlattıklarımızda önemli olan nokta şudur: Bu vasıtaların; sadece vesileden ileri geçmemesi, şeffaf ve nezih olması, hakikatleri perdelememesi ve örtmemesi, özellikle de, kul ile Allah arasındaki münasebete kuvvet vermesi ve kesmemesidir.
Hakikatler ile muhatapları arasındaki, hikmet icabı olan vasıtalar; kesif olup irtibatı keser ise, o zaman hikmet ortadan kalkar ve mahsurlar meydana gelir. O vasıta, vasıta olma özelliğini kaybeder.
Mesela; bir matematik kitabı ile, talebelerin arasına öğretmenlerin girmesi, talebe ile kitabı kaynaştırır. Muhabbeti artırır. İlme de kuvvet verir. Öğretmenler bu anlamda vasıta olarak bir yekun teşkil etmektedirler.
Sanatkârlar; sanatlarla çıraklar arasında, maharetin intikalinde vasıtadırlar. Aksi halde sanatların ve maharetlerin nesli kesilir ve güdük kalır.
Aynen öyle de maneviyat büyükleri de Allah ile kul arasında, kulun rabbi ile münasebetini teminde ve muhafazasında şeffaf vasıtadırlar. Bunların aradan çekilmesi kul ile Allah münasebetini bozar ve irtibatı keser.
Ancak, vasıta olmak da kolay bir şey değildir. Bu işe ehil olmak ve erbabı olmak meselenin önemli noktasıdır. Yani matematik kitabı ile öğrenci arasına vasıta olarak, öğretmen girmelidir. Ancak bu, müzik öğretmeni olursa, o işten hayır gelmez.
Hasta ile hastalık arasına hikmet icabı şeffaf vasıta olan doktor girmelidir. Ancak, doktor yerine mühendis girer ise, ölüm meleğine hizmetten başka bir şeye yaramaz.
Nasıl ki göz ile eşya arasına, gözlükler giriyor. Kulak ile seslerin arasına duyma cihazları giriyor. Ve bunlar vasıta olarak, gözleri ve kulakları avam olanların, daha iyi görmesini ve işitmesini temin ediyor.
Aynen öyle de, aklı ve kalbi avam olanların, hakikatlerle aralarına vasıflı ve ehil insanların girmeleri onların marifetlerini ve faziletlerini artırır ve inkişaf ettirir. Manevi hayatlar nizam ve intizam altına girer. Çünkü avam-ı nas çıplak hakikatleri göremezler ve idrak edemezler. Ancak vasıtalarla hakikatleri algılayabilirler.
Kur’an-ı Kerim’deki teşbihler, temsiller ve alışıla gelmiş misaller ve örnekler; insanlar ile zorlanacakları hakikatler arasında bir çeşit numaralı gözlük ve dürbün gibi kutsi ve şeffaf vasıtalardır. Buna binaen vasıtayı inkÂr; hikmeti, yardımı, faydayı, nizamı, iyiliği ve maslahatı inkÂr ve yalanlama demektir. Fıtrata ve hakikate zıt bir davranıştır.
Fakat her şeyin istisnası ve suistimali olduğu gibi; vasıtalar da zamanla deforme olmuş, yanlış kullanılmış ve çirkin örnekleri maalesef zamanımıza kadar gelmiştir. Bunların düzeltilmesi ve nizama sokulması veya tadil edilmesi icab ederken, vasıtalık müessesesini toptan ve kökten yıpratmak ve inkâr etmek vicdana sığmaz.
Islahı mümkün iken, ifnasını tercih etmek azim bir hata olur.
Demek ki vasıtalık; şeffaf cam gibi, hakikatle irtibatı sağlayan, münasebetleri nizam ve intizam altına alan bir tensib-i İlahî’dir.
Her yerde olduğu gibi, dinimizde de vasıta vardır ve olacaktır. Ancak ruhbanlık tarzında kesif olan; ilgiyi, alakayı ve hürmeti sadece kendine hasredip, hakikatler ve Cenab-ı Hak ile münasebeti kıracak ve kesecek tarzda olan vasıtalar, bir nevi gizli şirktir. Bu anlamda vasıta, fıtratta ve yaratılışta olmadığı gibi, dinimizde de yoktur ve olamaz.
İşte vasıtalara yukarıdaki değerlendirmeler açısından bakmak, bizleri hem fikir hem de muamelat açısından ifrat ve tefritten korur, bütün duygu ve düşüncelerimizi sırat-ı müstakim olan orta yola çeker, hayata istikamet, huzur ve saadet verir
10 notes
·
View notes
Photo
SPİRİTÜEL SATANİZM NEDİR?
Spiritüel Satanizm, Şeytan’ı yol gösterici, rehber bir Tanrı olarak görür. Bazı kaynaklarda Luciferianism olarak da geçer. Şeytan Allah tarafından yaratılmış bir “melek” veya “cin” değildir. Şeytan da, Allah da birer tanrıdır. Şeytan’a atfedilen isimlere baktığımızda Lucifer, Enki, Melek Tavus, Seth, Mara vs gibi Antik Tanrı isimleriyle karşılaşırız. Allah kutsal kitaplarında eski kadim tanrıları iblis,cin sıfatına koymuş ve aşağılamaya çalışmıştır.
Aslında dinimiz hakkındaki en iyi bilgiyi Şeytan’dan kahine dikte ettirilen 3 kitabımızı okuyarak edinebilirsiniz.
Ayinlerimizde/Ritüellerimizde kedi kesme, bakire öldürme vs gibi şeyler yoktur. Bunlar bir avuç ergenin kendi vahşi zevklerini “satanizm” adı altında tatmin etme çabasından başka bir şey değildir. Hayvanlara ve doğaya zarar vermeyiz.
Dinimiz çok tanrılı bir dindir. Tek tanrı inancımız yoktur. Tanrılar her şeyi yapabilen sınırsız güçte varlıklar değillerdir. İnsanlığı yaratmışlardır fakat evreni yarattıkları düşüncesi yoktur.
Amacımız, sürekli kendimizi geliştirmektir ve gelişimimizin asla sonu olmayacaktır. Ruhani olarak gelişiriz ve bu gelişme yolunda Tanrılarımız bizlere bir öğretmen gibi yardımcı olur. Yanlış anlaşılmamak adına yardımcı olma kısımları asla çalışmadan sonuç almak değildir, bizlere yol göstermektir. Yolumuza “ışık” tutmaktır.
#din#şeytan#inanç#satanizm#satanist#satanism#paganizm#satan#son of satan#satansgirl#laveyan satanism#spiritual satanism#lucifer#baphomet#satan loves me#felsefe
21 notes
·
View notes
Photo
Tayland’daki Budist tapınağı Wat Samphran Tayland’ın Nakhon Pathom eyaletine bağlı Sam Phran bölgesinde yer alan, başkent Bangkok’a 40 kilometre mesafede kalan Wat Samphran Tapınağı, 80 metrelik bir Budist tapınağı. Toz pembe rengi ve pullu gövdesi, onu sarmalayan yeşil ejderha heykeli ile dikkat çeken silindirik yapı, 17 kattan oluşuyor. Tapınağın, tam olarak ne zaman ve kim tarafından tasarlandığı bilinmiyor ama söylenene göre yapılma fikri, 7 gün süren bir oruç ve meditasyon sürecinin sonunda ortaya çıkmış. 5 yıl içinde inşa edilmiş olan binanın 80 metre yükseliğinde olmasının nedeni ise, MÖ 563-483 arasında Hindistan'da yaşadığı tahmin edilen ruhani öğretmen ve Budizm'in kurucusu Buda’nın yaşadığı yıl sayısını temsil etmesi.
6 notes
·
View notes
Photo
Ruhani öğretmen Georgi Gürciyev'in "Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar" kitabının Peter Brook tarafından çekilmiş 1979 yapımı uyarlamasından. Böyle kaliteli ve potansiyeli yüksek bir işi Nacer Khemir yönetmenliğinde görmek çok büyük bir zevk olabilirdi. Yine de Peter Brook'a haksızlık etmemek gerekir ki coğrafyanın ve dönemin özelliklerini neredeyse kusursuz bir şekilde yansıtmış. Filmin sonlarına doğru gördüğümüz mistik dans sekansları ise seyirciyi müthiş bir havaya sokuyor.
2 notes
·
View notes
Text
Türkistan – İstanbul arası direkt uçuşların bilet satışları başladı https://ift.tt/3el9BPY
Kazakistan’ın düşük maliyetli havayolu FlyArystan, Türkistan’dan İstanbul’a ilk dış hat uçuşunun satışlarının başladığını duyurmaktan mutluluk duyar. Tek yön ücreti Türkiye çıkışlı yolcular için 79 Euro’dan, Kazakistan çıkışlı uçuşlarda ise 39.999 Tenge’den başlıyor. Biletler FlyArystan mobil uygulaması ve flyarystan.com üzerinden alınabilir.
Kazakistan’ın ruhani başkentine İstanbul’dan düzenli uçuşlar 21 Mart 2021’de başlayacak. Uçuşlar cuma ve pazar günleri haftada 2 kez gerçekleştirilecek. Türkistan’dan uçuşlar, yerel saatte ile 08:40’ta kalkış, İstanbul’a 10:35’te varış olarak düzenlenmiş olup dönüş uçağı da yerel saatle 11: 20’de kalkış ve 18:25’te Türkistan’a varış olarak planlanmıştır.
FlyArystan Uçuş Planlama ve Gelirlerden Sorumlu Müdürü Renat Abulkhanov yaptığı açıklamada “Kazakistan ile Türkiye çok yakın iki ülkedir. İstanbul ile Türkistan arasında direkt uçuşların bu bağlantıyı daha da güçlendireceğinden eminiz. Türkistan bölgesi eşsiz mimari güzelliklerle dolu zengin bir tarihe sahiptir. Türkistan’ın başlıca ilgi noktası, Kazakistan’ın manevi başkenti olması ve Emir Timur tarafından yaptırılan Hoca Ahmet Yasavi’nin türbesinin bu coğrayada bulunmasındandır. Türkistan bölgesinde aynı zamanda Emir Timur tarafından yaptırılan öğretmen Yasavi Arystan babanın mozolesi ile Otyrar ve Sauron antik yerleşim yerleri bulunmaktadır. Daha fazla uçağın filoya katılmasıyla artık yurtiçi düşük ücretli ağına uluslararası varış noktaları eklenebileceği anlamına gelmektedir. Düşük tarifeli havayolu olarak, Almatı ve Nur-Sultan gibi önemli havalimanları yerine alternatif havalimanlarına direkt uçuşların geliştirilmesini hedeflemekteyiz. Sınırların kademeli olarak yeniden açılmasıyla, FlyArystan olarak uçuş ağımıza daha fazla yeni rotayı eklemeyi umuyoruz. Uygun fiyatlarla uçuş gerçekleştirmek isteyen büyük kitlelerin farkındayız’’ dedi.
FlyArystan, Türkistan’a uçan ilk havayoludur. Şu an kente Almatı, Nur-Sultan ve Atyrav’dan düzenli uçuşlar gerçekleştirilmektedir. Bu yeni rotayla, havayolumuzun 19 iç hat rotasından oluşan mevcut ağını tamamlayarak yolcuların Kazakistan’ın her yerine çok düşük ücretlerle uçmasına olanak sağlanması hedeflenmektedir.
The post Türkistan – İstanbul arası direkt uçuşların bilet satışları başladı first appeared on Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/2O3Hx91 via IFTTT
0 notes
Text
PATRİK SAHAK II. HAZRETLERİ’NİN DOĞUŞ VE BELİRİŞ YORTUSU MESAJI
MESİH DOĞDU VE BELİRDİ!
MESİH’İN BELİRİŞİ KUTLUDUR!
SİZE VE BİZE BÜYÜK MÜJDELER OLSUN!
“Korkmayın! Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum” (Luka 2.10)
2021 yıl önce, küçücük Beytlehem şehrinden biraz uzaktaki çobanlar, yıldızlarla kaplı gökyüzünün altında Tanrı’nın yaratıcılığına hayran kalarak, açık havada sürülerinin yanında nöbet tutmakta ve kendi mütevazı yaşamları için hamt etmekteydiler. Kendi sade yaşantılarına alışmışlardı ve zaten başka bir seçimleri de yoktu. Bu nedenle, herhangi bir “yenilik” beklemiyorlardı, özellikle o gece. Fakat o gece, o sessiz gece Kutsal bir geceydi ve onun içerisinde Kutsallar Kutsalı, Aziz Bakire’den doğarak dünyamızı ziyaret etti. Tanrı, Biricik Oğul’un muhteşem doğuşunu, o temiz yürekli çobanlara belirtmeyi arzuladı. Göksel ordulardan oluşan büyük bir topluluk aniden ovanın tepesinde belirdi ve çobanlara İsa’nın Kutsal Doğuşu’nun muhteşem haberini müjdelediler.
Bu gibi muhteşem bir tablo karşısında korkudan dona kalan ve şaşıran çobanlara Rabbin meleği yaklaştı ve rahatlatıcı sözünü söyledi: “Korkmayın! Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum” (Luka 2.10).
Beklenmeyen yenilik, arzu edilen ve muhteşem bir yenilik olmasına rağmen çobanlarda korku yaratmıştı: “Korkmayın…”! Çobanların titreyen yüreklerine yöneltilmiş bu önerme, insanlar için günümüzde de hala güncelliği korumaktadır. Yenilik, bizleri korkutur. Bizler alışkanlıklarımızı tercih ederiz. Eskiyle daha rahat olurken, kendimizi emin hissettiğimizde yeniyi selamlarız ve bu da zaman alır.
2020 pek de hoş olmayan ve kötü sürprizleriyle bizleri korkuttu. Tüm uluslar için kâbusa dönüşen pandemi felaketinin yanı sıra Ermeniler, çeşit çeşit siyasi dallanmalarıyla Artsakh trajedisini yaşadılar. Geçtiğimiz yıldaki bu yenilikler, doğal olarak korkuya neden olmakta ve bu yılki Yeni Yıl ve Kutsal Doğuş Yortusu kutlamalarının daha sade geçmesine yol açmaktadır. Bu yıl, geleneksel, toplu ve coşkulu kutlamalarımızdan mahrum kalacağız. Bu günlerde ne kadar da ihtiyacımız var meleğin teşvik edici “Korkmayın…” ilanına.
İyi yürekli çobanlar, Tanrı’nın, insanlığa ve gelecek çağlara, çobanlarla ve çobanların vasıtasıyla yeni ve yenileyici bir mesaj aktardığını gördüklerinde ve duyduklarında, korkuyla karışık şaşkınlıkları kayboldu.
“Korkmayın! Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum: Bugün size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih��tir. İşte size bir işaret: Kundağa sarılmış ve yemlikte yatan bir bebek bulacaksınız.” (Luka 8.12).
Çobanlar rahatladıktan sonra, muhteşem manzarayı seyrettiler ve meleklerin görkemli ilahisini keyifle dinlediler: “En yücelerde Tanrı’ya yücelik olsun, Yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara Esenlik olsun!” (Luka 2:14).
Çobanlar, Tanrı’nın evlatlarını unutmadığını ve onların refahıyla ilgilendiğini anladılar. Onlar için, kurtuluşun tek yolu olan ve dünyaya sevmesini öğretecek bir Kurtarıcı göndermişti. Sonrasında bu çobanlara ne olduğunu bilmiyoruz. Muhtemelen onlar zorlu yaşantılarına devam ettiler ve karşılarına çıkan zorluklar birdenbire meydana gelmedi. Fakat, onların zihinlerini, gördükleri ve ayaklarını öptükleri Beytlehem’deki bebek süslemekteydi. Artık, yaşantılarında karşılaşacakları tüm sıkıntılar esnasında kulaklarında meleğin teselli edici sözü yankılanacaktı: “Korkma!” Çünkü Tanrı sizleri fark etti ve hesaba kattı. Sizlerin ismini biliyor ve anlaşılamaz bir sevgiyle sizlere değer veriyor.
“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun” (Yuh. 3:16).
Atalarımız, Tanrı’nın Sevgisi’yle sevmesini bildiler, sevgiyle zorluklara katlandılar ve sevgiyle ölümü tattılar. Yortular, anlamlarını yaşadığımızda ve çevremizde yaşatabildiğimiz ölçüde anlamlı ve gerekli kalırlar. Beytlehem’deki ışığı atalarımızdan miras aldık ve paha biçilemez bir zenginlik olarak çocuklarımıza aktaracağız. Milletimizin yüreğindeki temiz ve berrak gözlerle göğe bakmanın ve Beytlehem’deki yıldızı görmenin tam zamanı. O yıldız, atalarımıza varlık ve gelişme yolunda önder olduğu gibi, bizlerin yılmaz düşlerine de önderlik edecektir.
Realist olalım. İyi insanların yaşamları, günaha bulanmış bu dünyada hiç de kolay olmamıştır. Tanrı’nın, insanlık için bir cennetin temelini atmayı arzuladığı Beytlehem şehrinde, Kötülük, Kurtarıcı’yı yok etmek için öfkelendi ve krallığın ilk hasatı olacak yeşeren kiraz ağacının kökünü kazıdı.
Kurtulan ruhlarda Mesih sürekli olarak yeniden doğduğunda, sanki Kral Hirodesler de farklı isimlerle ve yüzlerle, kötülüğün tüm sınırlarını zorlayarak yeniden beden alıyorlar. Kral Hirodes tarafından Beytlehem’de öldürülen iki ve iki yaşından küçük erkek çocukların hepsi, gayrı insani muameleyle, vahşilikle, dengesiz adaletle bedel ödeyen ve haddinden fazla insanlık onurları ve saygınlıkları zedelenen masum kurbanlar hakkında düşünmeye sevk ediyor.
Eğer bu Yortu’da fakirleri, yalnız kalanları, gurbetçileri ve göçmenleri, korumasız yaşlıları, hastaları, evsizleri ve aç kalanları düşünmezsek vicdanımız önünde günah işlemiş oluruz. Şu anda öyle yuvalar var ki, orada sevdiklerini kaybedenler yas tutuyorlar. “Çocukları için ağlayan Rahel Avutulmak istemiyor” (Mat. 2:18). Hiç kuşkusuz ki, 2020’nin hüzünlü mirasını yüklenen 2021 yılı da hiçbir ayrım gözetmeksizin hepimiz üzerinde baskı kuracak. Özellikle aileler ağır bir şekilde bedel ödeyecekler. Bu nedenle, ekmekten ve sudan da ötesi, dayanabilme ve gelecekteki berrak, şanslı günlere doğru ilerleme ümidine ihtiyaçları var.
İmanlı Ermeni Ailesi yüzyıllar boyunca, aile katında her zaman bir Bebek İsa bulunduğunu, yüreğinde O’na olan imanla dik durduğunu ve böylece her türlü zorlukla mücadele etmeye ve talihin estirdiği tüm fırtınalara karşı göğüs germeye hazır olduğunu kanıtladı.
Yeni yıl kelimenin tam anlamıyla, torbasında bizler için korku salan ve tehdit unsuru “yenilikler” taşıyor. Fakat, bizler bu yenilikleri kabul etmek için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz. O halde, “Korkmayın”. Halkımızın samimi bir şekilde göğe yükselttiği duaları sayesinde, Tanrı’nın destek ve yardımı, uygun zamanda muhakkak bizlere ulaşacaktır. İşte, “Yeni”yi tüm unsurlarıyla kabul etmeye ve gelecekteki yabancı tüm rüzgârlara göğüs germeye hazırız. 2021’in tüm sürprizlerine ve mücadelelerine, Haç çıkartarak ve “Emmanuel” olan Göksel Baba’mıza güvenerek dayanmak için buradayız.
Yeni yıl arifesinde, en iyi ve en aydınlık sizlerle birlikte olsun. Düşlerinizin gerçekleşmesini, başarınızın daim olmasını ve sağlığınızın yerinde olmasını diliyorum. Mevsimin bereketi ve coşkusu sizlerin üzerine insin ve bu günlerde tüm dünya genelinde iyi dileklerle dolan yüreklere bizler de paydaş olalım. Melekler, gökyüzünden insanoğlu üzerine Tanrısal sevgi, kardeş severlik, esenlik ve huzur yağdırsın.
MESİH DOĞDU VE BELİRDİ!
MESİH’İN BELİRİŞİ KUTLUDUR!
Kutsal Doğuş Yortusu vesilesiyle, Mesih’ten bizlere miras kalan sevgiyle, Resuli kilisemizin tüm evlatlarını, tüm episkoposları, rahipleri, pederleri, sargavakları, tıbirleri, Kalfayan Topluluğu rahibesini, Patrikliğimiz Mali Komisyonu’nu, Kadınlar kolumuzu, Gençlik Komisyonumuzu, Kullanılmış Giysi ve Eşya Değerlendirme Komisyonu’nu, Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı yöneticilerini, Başhekimi’ni, tabiplerini ve hemşirelerini, cemaat ve kilise vakıflarımızın yöneticilerini, kadın kollarını, cemaat okullarımızın kurucu temsilcilerini, müdürlerini ve öğretmenlerini, yoksullara ve engellilere yardım kollarını, İstanbul’daki okullarımızın derneklerini, insanî yardım kuruluşlarını, basınımızın yazarlarını ve çalışanlarını, İstanbul, Anadolu ve Girit Adası’ndaki tüm imanlıları kutluyor ve hepsine mutlu bir Doğuş Yortusu dilerken, ruhanî, sosyal ve hayrî çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Kutsal Doğuş Yortusu vesilesiyle Surp Eçmiyadzin, Kilikya ve Kudüs’teki tarihî Patriklik makamlarımız için de dua etmeyi sürdürüyoruz. Bayram coşkusu içersinde Tüm Ermeniler Katolikosu Kadasetli Karekin II. Hazretleri’ne derin saygılarımızı sunuyoruz. Kadasetli Katolikosumuz’dan ve Eçmiyadzin Rahipler topluluğundan Patriklik Makamı’nın bekası için dualarını sürdürmelerini rica ediyoruz.
Kadasetli Kilikya Katolikosu Aram I. Hazretleri’ni ve Saadetli Kudüs Patriği Nurhan I. Hazretleri’ni ve onlara bağlı tüm rahipleri, ayrıca tüm Kilise Önderleri’ni ve onlara bağlı din görevlilerini Mesih’teki sevgi ile selamlıyor, Kutsal Doğuş Yortusu’nu kutluyoruz.
Diaspora’da bulunan İstanbul, Tıbrevank, Getronagan, Esayan, ve Mıhitaryan Okulları Dernekleri’ne, yurtdışında yaşayan ve zor şartlarda gelenek ve göreneklerine sahip çıkmaya çalışan imanlı cemaat üyelerimize en içten sevgilerimizi gönderiyoruz.
Kutsal Doğuş Yortusu vesilesi ile başta Ermeni Katolik ve Protestan Kiliseleri olmak üzere tüm kardeş Kiliseler’in ruhani önderlerini, din görevlilerini ve imanlı cemaatlerini de Mesih sevgisi ile kutluyoruz.
Tanrı’nın lütuf, sevgi ve kutsayan gücü hepimizle birlikte olsun. Amen.
MESİH DOĞDU VE BELİRDİ!
MESİH’İN BELİRİŞİ KUTLUDUR!
Pederane sevgilerim ve Mesih’te dualarımla...
***
PATRİK SAHAK II. HAZRETLERİ KİMDİR?
1962’de İstanbul Bayrampaşa’da “Şahin Maşalı” olarak doğdu. Vaftiz töreninde kendisine “Şahan”adı verildi.
Temel eğitimini Tevfik Kut İlkokulu’nda, Gedikpaşa Ortaokulu’nda ve Bakırköy Lisesi’nde tamamladı. 1979’da İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ni kazandı. Rahip olmaya karar vererek, İTÜ’den ayrıldı (1982) ve 20 yaşında Ermenice öğrenmeye başladı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki eğitimi sırasında (1983-1987), Müteveffa Patrik Şınorhk Hazretleri tarafından ruhanilik için öğrenci olarak kabul edildi. Yükseköğrenimiyle eş zamanlı olarak; Ermenice, Törenbilim, Kilise Tarihi ve Öğretileri konularında özel derslerle rahipliğe hazırlığını sürdürdü.
Patrik ŞnorhkKalusdyan, Patrik MesrobMutafyan, Rahip ŞnorhkKasbaryan, Peder ŞnorhkMuradyan, SiranuşFeruhan, Dr. VartanGomikyan, JirayrArslanyants, Father John Whooley gibi değerli öğretmenlerden dersler aldı.
Üstrahip (Vartabed) MesrobMutafyan’ın, Bakırköy Kilisesi’nde her Perşembe kadınlar için düzenlediği Türkçe vaazlarını devralarak sürdürdü (1984-1988). Aynı dönemde ÜstrahipMesrobMutafyan’ınGedikpaşa Kilisesi’ndeki vaazlarını da dönüşümlü olarak üstlendi.
Patrik ŞınorkKalusdyan tarafından diyakos(sargavak) olarak takdis edildi (1986).
Kısa dönem askerlik görevini Kağıthane ve Tatvan’da tamamladı (1988-1989).
1989’dan itibaren Londra’da, Belçika Leuven Üniversitesi’nin programlarını izleyen AllenHall Koleji’nde teoloji okudu, iftihar listesinde yer alarak “Magna Cum Laude” derecesiyle 1994’de mezun oldu.Aynı zamanda Londra Ermeni Kilisesinediyakos(sargavak) olarak hizmet etti.
1992 yazında Patrik KarekinII. (Kazancıyan) tarafından Rahip (Apeğa) olarak takdis edildi.
1994-1997 dönemini manastır hayatını tanımak için Kudüs’te geçirdi. Patrik TorkomII’nin (Manukyan) desteğiyle, 3 yıl boyunca, halk için “Kutsal Kitap Çalışmaları” düzenledi, Tarkmançats Lisesi’nde müdürlük ve din dersi öğretmenliği yaptı.
Master çalışmalarını, Dublin’de (İrlanda) bir Cizvit (Jesuit) üniversitesi olan Milltownİnstitute of Philosophy and Theology’de Spirituality dalında yürüterek (1997-1999),“İman ve Şifa Mucizeleri” teziyle 2000 yılında tamamladı.
1999-2005 yıllarında İstanbul Kınalıada, Kumkapı Dışı, Gedikpaşa ve Galata kiliselerinde ruhanilik ve vaizlik görevlerini yürüttü. Aynı dönemde Ruhani Meclis’in Başkan yardımcısı oldu. Yurtiçinde ve yurtdışında toplantı ve konferanslarda Patrikliğimizi temsil etti. Patriklik Makamı’nınkilise bülteni Lraper’de pek çok yazısı yer aldı.
Eçmiadzin’deki (Ermenistan)Kevorkyan Teoloji Akademisi’nde(2005-2011) öğretim üyeliği, dekan yardımcılığı ileüç yıl boyunca dadekanlık görevlerini yürüttü. Günümüzde dünya üzerinde aktif olarak görev yapan 200’den fazla din adamının hazırlanmasında katkıda bulundu.
Eğitmenlik ve yöneticilik görevlerinin yanında, halka yönelik vaizlik ve ruhani danışmanlık görevini sürdürdü. Şoğagat TV’de İncil yorumlayan “AvedaraniUsutsum” adlı, Ermenistan ve diasporada yayınlanan 72 program yaptı (2008-2010). Bu başarılı programlarla sosyal medyada1,5 milyonun üstünde tıklanma sayısına ulaştı.
Ünlü patrikler HovhannesGolod ve KrikorŞığtayagir’in hayatları hakkında kurgulanmış “YerguUkhdavor” (İki Adanmış Kişi) isimli dini tarihi bir roman yazdı. Defalarca baskısı gerçekleşen bu roman, SurpEçmiadzin yayınlarının en popüleri ve başarılısı olarak kabul edildi.
2006 yılında Üstrahip (Vartabet), 2008 yılında ise Episkopos rütbelerini alarak, 2011’de İstanbul’a döndü ve Ermeni Patrikhanesi Kiliselerarası ve Dinlerarası İlişkiler Sorumlusu oldu. Ekümenik ilişkiler bağlamında Türkiye Kiliseleri Ortak Komisyonu’nda aktif rol üstlendi. Bu komisyon kilise tarihinde ilk kez Katolik, Ortodoks ve Protestan inançlarının ortak imanını bir kitap olarak yayınladı. İngilizceye de çevrilen “Temel İlkeleriyle Hristiyanlık” adlı bu kitabı komisyonla birlikte kaleme aldı.
Patrik Mesrob II. Hazretleri’nin vefatının ertesinde, 4 Temmuz 2019’da “Patrik Kaymakamı” seçildi, düzenli vaazlar vermekte ve Sahakyan-Nunyan Ermeni Lisesi din dersi öğretmeni olarak görev yapmaktadır.
Türkçe ve Ermenice’ninyanısıra, iyi derecede İngilizce bilmektedir. Dini eğitimin bir parçası olarak Yunanca, Latince ve İbranice çalışmıştır.
OCAK 5, 2021 | TÜRKİYE ERMENİLERİ PATRİKLİĞİ*
PATRİK SAHAK II. | DOĞUŞ VE BELİRİŞ YORTUSU MESAJI
#Patrik Sahak II.#Türkiye Ermenileri Patrikliği#Doğuş ve Beliriş Yortusu#Yeni Yıl#İsa Mesih#Türkiye Ermenileri#Sahakyan-Nunyan Ermeni Lisesi#Şoğagat TV#Surp Pırgiç Hastanesi#6 Ocak#2021#Yeni Yıl Kutlama Mesajı
0 notes
Photo
İSİM NUMEROLOJİSİ; ADI 4: ÖĞRETMEN Öğretmen olarak ruh amacınız, kendi deneyimlerinizi ve bilginizi aktararak başkalarına rehberlik etmek ve ilham vermektir. Güçlü bir insansınız, çalışkan ve dürüstsünüz ve sevdiğiniz kişilerin korunmasını ve bakımının yapılmasını sağlamak için çok çalışıyorsunuz. 5 NUMARALI AD: KİŞİ Birey olarak ruh amacınız dünyaya daha fazla özgürlük ve yaratıcılık yaymaktır. Hikaye anlatma yeteneğine sahip, yaratıcı ve benzersiz bir bireysiniz. Kendi davulunuzun ritmine doğru yürürsünüz ve başkalarına kendi gerçek ve eşsiz benlikleri olmaları için ilham verme gücüne sahip olursunuz. 6 NUMARALI AD: KREŞ The Nurturer olarak ruh amacınız başkalarına bakmak ve bu dünyaya daha büyük şefkat getirmektir. Başkaları için güçlü bir sorumluluk duygusu hissedersiniz ve ilgilendiğiniz kişilerin güvenli ve iyi olmasını sağlamak için yukarıda ve öteye gideceksiniz. İhtiyaç duyan bir arkadaşınızı asla terk etmeyeceksiniz ve diğerleri genellikle rahatlık ve rehberlik için size dönüyor. Dünyanın sert gerçeklerinden güvenli bir sığınak sağlıyorsunuz. 7 NUMARALI AD: GERÇEK ARAYAN Gerçek Arayıcı olarak ruh amacınız, herhangi bir duruma gerçeği bulmak ve onun gün ışığına çıkarılmasını sağlamaktır. Çok keskin bir kişisiniz, sığ yüzeylere nüfuz edebiliyor ve inancın ne olduğunu görebiliyorsunuz. Oldukça ruhani olma eğilimindesiniz ve gerçek arayışınızda size rehberlik edecek çok güçlü bir sezginiz var. 8 NUMARALI İSİM: VİZYONER The Visionary olarak ruh amacınız başkalarına liderlik etmek ve onlara ilham vermektir. Başarılarınızın tanınmasını arzuluyorsunuz ve iktidar konumlarına çekiliyorsunuz. Sizinki, maddi varlıkların biriktirilmesini isteyen bir liderlik numarasıdır, böylece bu kaynakları dünyayı ve başkalarının yaşamlarını iyileştirmek için kullanabilirsiniz. (Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/CKEgni4FZrq/?igshid=1dyf9mzn9deoe
0 notes
Text
Erzurum Kongresi ve “Türklüğün Arkadan Hançerlenmesi” | Politika Gazetesi | Bir Ekmek Bir Politika
Erzurum Kongresi ve “Türklüğün Arkadan Hançerlenmesi”
Murat CEYİŞAKAR
Erzurum Kongresi ve “Türklüğün Arkadan Hançerlenmesi”
17.03.2016
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temel kodlarının ve bir anlamda da yol haritasının Erzurum Kongresinde belirlendiği söylenir. Erzurum Kongresi, kongreye katılan delegasyonun bileşimi açısından bir Kürt-Türk etnik ittifakı gibi sunulsa bile daha sonra ortaya çıkan halk ayaklanmalarından
burada kurulan ittifakın iki halkın ortak taleplerinden çok tek taraflı bir etnik dayatmanın ve bu dayatmayı Kürtler adına kabul eden çok sınırlı bir ‘‘Türklerin Kürtleri’’ ile yükselen Türk burjuvazisinin asimetrik bir ortaklığı olduğunu söylemek çok yanlış olmaz.
Kim ya da kimler hangi koşullarda böyle bir kongre toplamıştı. Kongreye katılan delegeler kimlerdir, hangi sınıfsal temsiliyetleri vardır bunlara göz atmadan resmi tarihin oldukça sislendirdiği bu kongreyi doğru anlamak oldukça zor görünüyor. Bu konuda ‘‘resmi tarih’’in en sık başvurduğu Nutuk’a biz de bir gözatalım...
‘‘Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzu’nun 23’üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler.’’ (Nutuk 2. Bölüm)
Atatürk’ün 1927 yılında okuduğu bir anlamda resmi tarihin bütün olup bitenleri sislendirme çalışmasının başlangıç belgesi olan bu metinde anlatılan tarih, ciddi tarih araştırmacılarından çok önce bizzat savaşı yöneten, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi komutanlarca öfkeyle karşılandı. İçindeki bilgiler yanlış ve tek taraflıydı. Bütün silah arkadaşları tepki olarak birer ‘‘hatırat’’ yazdı; Kazım Karabekir’in yazdığı kitap daha basım aşamasındayken matbaa basılarak toplatıldı ve imha edildi. Bu gün elimizdeki kitap tesadüfen mücellitte kalan son kopyadan üretilmiştir.
Nutuk’taki ibarenin ilk cümlesine dönelim, bir cümlede neredeyse bütün sislendirme operasyonunun içeriği gizlenmiştir. Müthiş bir tarihsel imha ve katliam... Bir ulusun gerçekleri ulus hafızasından yok edilmeye çalışılmıştır...
‘‘Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23’üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı’’
Evet, doğru... Erzurum Kongresi gösterişsiz bir ilkokul salonunda toplandı... Ancak bu okulun bir tarihi vardı... öğrencileri ve öğretmenleri vardı... Mensubu ve kumandanlığını yaptığı Osmanlı Ordusu bu öğrencileri ve öğretmenleri yok etmişti... 1901’de 27 Ermeni okulu bulunan Erzurum’da ‘‘ilaç için’’ bir tane Ermeni okulu kalmamıştı... İşte Erzurum Kongresi’nin yapıldığı bina, yağmalanan, el konulan, yakılan Ermeni malları ve kültür varlıklarından sadece birisiydi... Mustafa Kemal’in bunu bilmemesi mümkün mü...
1901 tarihli Ermeni Milli Nizamnamesi Tedrisat Komisyonu’nun yayınladığı rapora göre, Erzurum Ermeni ruhani önderliğine bağlı olarak eğitim veren, 5 adeti vilayet merkezinde olmak üzere toplam 27 Ermeni okulu bulunuyordu. 3.134 kız ve erkek öğrenciye sahip olan bu okullarda 85 kadın ve erkek öğretmen görevliydi. Sanasaryan Varjaran (Sanasaryan Okulu) ise eğitim kalitesi ile bu okullar arasında ilk sırada yer almaktaydı. Sanasaryan Okulu, Öğrencilerinin önemli bir kısmını Divriği, Diyarbakır, Ankara, Kars, Van, Eğin, Bayburt, Tokat, Tirebolu, Giresun, Malatya, Merzifon, Mutki, Çarşamba, Kiğı, Ordu, Eleşkirt, Trabzon, Muş, Arapgir, Amasya, Bandırma, Halep gibi pek çok yerleşimden gelen Ermeni yetim ve fakir gençler oluşturuyordu 1.
Ermeni kayıtlarına göre bölge Ermeni soykırımından önce bir kültür ve eğitim merkeziydi. Savaştan önce Sanasaryan okulu yöneticileri, öğrencileri ile birlikte daha güvenli olduğunu düşündükleri Sivas’a taşınsalar da kendilerini bekleyen acı sondan burada da kurtulamazlar, 1915’te öğrencilerinin ve öğretmenlerinin tamamı öldürülür.
Birinci Dünya savaşının başlamasıyla başlayan Ermeni Soykırımı savaş boyunca bütün Anadolu coğrafyasında devam etti, Osmanlı’nın İttihat ve Terakki’si ve Alman emperyalizmi ortaklaşa bir etnik temizlik yaptılar. Ekim devrimi ile bölgeden Sovyetler Birliği çekilince bölgedeki boşluğu Sykes Picot Anlaşması çerçevesinde İngilizler doldurdu. Şimdi savaştan tam dört yıl sonra Erzurum’da henüz gerçek amacının tarihçiler tarafından tam olarak çözülmediği bir kongre toplanıyordu... Erzurum Kongresi.
Kongre için çağrı yapan dernek, (Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti) sanıldığı gibi Erzurum’da üyeleri ve delegeleri olan bir dernekten çok ideolojik şekillenmesini Ziya Gökalp’in ırkçı, milliyetçi, Ermeni ve Kürt düşmanı fikirlerinden alan İttihat ve Terakki yanlısı bir örgüttü.
Arkadan Hançerlenme Saplantısı
Kemalist tarih yazımının daha doğrusu ‘’psikolojik harp dairesi’’ metinlerinin çok sık kullandığı bir tekerleme vardır... Arkadan hançerlenme... Tarihin bütün kırılma noktalarında Türkler nedense hep ‘‘arkadan hançerlenirler’’(!). Arap halklarının uluslaşma sürecinde, Ermeniler çoluk çocuk canlarından mallarından olmamak için can havli bir emperyalist Batı ülkesinden yardım istediklerinde, Kürt halkının Türk bombardıman uçaklarından kurtulmak için denize düşüp bir ‘‘yılana’’ sarılması, Türk milliyetçiliği açısından hep Osmanlıyı ya da Türkleri arkadan hançerleme olarak algılanır. Bu resmi tarihin ve ortalama bir eğitim görmüş bütün Türklerin sorgulamaya gerek olmadan içselleştirdiği bir ‘’a priori’’ kabullenmedir.
Oysa Ermeni halkı ve onun örgütlerinin önemli bir kısmı resmi tarihçilerin iddia ettiği gibi işgalcilerle işbirliği yapmamıştır. “14 Ağustos 1914’te Erzurum’da toplanan Taşnaksutyun VIII. Kongresinin özel bir önemi vardır. Kongre, başlamış olan savaştaki partinin konumunu belirleyecekti. Kongre açılmadan önce mebuslar genel seferberlik ilan edildiğini haber almışlardı. Bu nedenle kongre Osmanlıların savaşa fiilen girme olasılığının çok yüksek olduğuna ve olaylar bu yönde geliştiği takdirde partinin tüm şubelerinin vatani görevini yerine getirmek zorunda olduğuna karar verdi. Bu, Osmanlı Ermenilerinin, Osmanlı orduları saflarında dövüşecekleri anlamına geliyordu. Bunun içindir ki kimi Türk tarihçilerinin Ağustos 1914’teki kongrede Osmanlı İmparatorluğuna karşı itilaf devletlerinin yanında savaşa girme kararı almış olduğunu” söylüyorsa da bu sav gerçekle örtüşmemektedir 2.
“Kemalist imanından” kimsenin şüphe etmeyeceği Mahmut Goloğlu bile, Anadolu’da yapılan katliamlardan sonra bağımsız bir Pontus devleti arzulayan Rumların sayılarının az olmamakla beraber Trabzon’da Osmanlıya bağlı otonom bir devleti Türklerle beraber kurmayı planlayan ve bu konuda Türklerle ortak çalışmalar yapan ve Karadeniz Gazetesi çevresinde toplanan Rumlar ve Türkler’in - sayısı oldukça çoktu - etkili bir çevre oluşturduklarından bahseder 3.
Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler ve Rumlara yapılan zulüm, Türkiye’de ustaca gizlense de Batı Avrupa ve Amerikan kamuoyunda bütün detayları ile bilinmekteydi, savaşın hemen ertesinde Ermeniler için Erzurum’da Rumlar için ise Trabzon’da birer güvenli ülke kurma planlarına karşı sadece Ermeni ve Rum halka karşı yaşanan milliyetçi öfke patlamasının bir tezahürü olarak ortaya çıkmış yerel derneklerin desteklediği İttihat Terakki’nin öncülük ettiği yapılardı.
Şimdi izin verirseniz tekrar Mustafa Kemal’in Nutuk’ta Erzurum Kongresi’ni anlatan metnin başındaki ikinci ibareye dönelim...
“İlk günü, beni başkanlığa seçtiler”
Saray tarafından görevden alındığı halde kongreye ilk gün süslü püslü saray nişanları ve kordonları ile girmeye çalıştığı için kongreden çıkartılan Mustafa Kemal nasıl oldu da davetlisi bile olmadığı, delegesi bile olmadığı bir kongrede hem de ilk günde başkan seçilmiştir.
Kongreye katılmak için şark vilayetlerinin birinden delege seçilmek gerekiyordu oysa ki ne Rauf Orbay ne de Mustafa Kemal herhangi bir yerden delege seçilmiş değildi, kongre başlamadan Cevat Dursunoğlu ve Kazım Bey istifa etti yerlerine Mustafa Kemal ve Rauf Orbay delege olarak katıldı. Sonra Cevat Dursunoğlu ve Kazım Bey tekrar delege oldu. Kongre daha başında Kazım Karabekir’in zorlamaları ve entrikalarıyla kendi temsil özelliğini zedelemişti, Böylece Cumhuriyet ağacına ilk ‘‘Kurt’’ girmişti...
Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi’nde Ne İşi Vardı...
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya bir müfettiş olarak gönderilmesinin ihtimal birden çok nedeni vardır. Hiç değilse sarayın desteği ile ve resmi yazısı ile görevlendirildiğini biliyoruz. Ermeni katliamından ötürü bütün İttihat ve Terakki Partisi üyeleri aranmaktadır, kendisinin de tutuklanma ihtimali yok değildir, bu da bir neden olabilir. Saraydan tam olarak silinmemiş İttihat ve Terakkicilerin – mesela Esat Işık - gücü ve desteği ile bu göreve getirilmiştir. Ya da İstanbul’u işgal eden işgal kuvvetlerinin karargahı Pera’da ülkeyi İngilizlerden kurtaracak bir savaş planları yapacak kadar cesur ve kurnaz bir komutandır ve hiç kimsenin desteğini almadan bu kadar büyük çaplı bir dönüşümü, Nutuk’ta da sık sık vurguladığı gibi ‘‘tek başına halletmiştir’’.
Osmanlı hanedanı dağılmıştır ancak Osmanlı burjuvazisi ve feodalitesi yaşamaktadır. Ordu büyük bir imparatorluğun ordusu olarak yer yer terhislere rağmen ayaktadır... Gerçekte gizlenmeye çalışılan en önemli faktör de budur. Zürcher’e göre: “Savaştan sonra bile emir komuta zinciri bozulmamış, muhabere sistemi ile şifre kodlarını hala kullanabilen 130.000 kişilik bir ordusu vardı.” 4
Osmanlı devleti Osmanoğulları’nın İngiliz Muhribine bindirilerek güvenli ülkelere götürülmesi sırasında ülkeye başka bir muhrip İngilizlerle Malta’da anlaşmış yeni bir yönetici sınıfı taşımaktadır. İngilizlerden İttihatçılara oradan Yeni İttihatçı Kemalistlere kadar uzanan bu ‘‘kurucu irade’’nin utanılacak çok şeyi olmasa bütün bu süreci Erzurum ve Sivas kongrelerine bile katılmayan İnönü’nün ve Mustafa Kemal’in vatan sevgisi ve dehası ile açıklamaya çalışmalarına gerek kalmazdı.
Araştırmacı Akal’a göre, “Milli Mücadele kendiliğinden, demokratik bir şekilde, aşağıdan yukarı olarak yan yana gelmiş bazı kişilerin topladığı kongreler sürecinin sonucunda değil, tamamen, eskiden devleti yönetmiş olan İttihatçılar tarafından örgütlenmiş, yukarıdan aşağı bir şekilde kurulmuş olan Cemiyetler aracılığı ile yapılmış olan bir mücadeledir. Hem Şark vilayetlerindeki Müdafaa- i Hukuk Cemiyetleri, hem de Garp vilayetlerindeki Redd-i İlhak Cemiyetleri, Teşkilat-ı Mahsusa ve Karakol Cemiyeti üyeleri, eski komitacılar tarafından kurulmuştur.” 5
1921 yılında Türkiye Komünist Partisi - TKP kurucuları Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşlarının Anadolu’ya geçmeleri de, TKP’nin ‘’Birinci Programı’’ nda belirlenen politikalar temelinde, burjuva devrimini bir anti-emperyalist savaşa dönüştürmek, milliyetçi savrulmaları engellemek ve bu mücadelenin nihai bir toplumsal kurtuluşa evrilmesi amacı ile ilişkili olarak değerlendirilmelidir.
Kongreye Türklerin ağırlıklı olarak yaşadığı Erzurum’dan 24, Sivas’tan 12, Trabzon’dan 18 delege katılırken Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Bitlis’ten 4, Van’dan iki kişi katılmıştı. Bu delegelerlerden 33 (bazı kaynaklara göre 53) kişi İttihatçı, ikisi Hürriyet ve İtilafçı idi. Delegelerin 22’si Kürt asıllı olmalarına rağmen Kürtleri temsil etmiyorlardı. Aksine İttihatçıların Türkçülük ideolojisini benimsemiş kimselerdi. Sürgünde olan Bedirhani’ler ve Kürt Teali Cemiyeti çevresi kongreye katılmamıştı. Kürt milliyetçilerin bulunmadığı Kongrede 7 Ağustos 1919 tarihli beyannemenin 1. Maddesinde Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Van, Bitlis vilayetleri dahilindeki toprakların ve üzerinde yaşayanların ayrılamayacağı ifade edilerek, Türk miliyetçilerinin Misak-ı Milli söylemi kağıda geçiriliyordu. Beyannamenin 8. Maddesinde ise Wilson’un ’milletlerin kendi kaderini tayin hakkı’ prensibinin geçerliliği vurgulanıyor, konunun toplanacak bir milli mecliste ele alınacağı vaad ediliyordu. 6
23 Temmuz 1919’da başlayan kongre yukarıda da belirttiğimiz gibi Doğu Anadolu’nun etnik mozaiğinin ağırlıklı renkleri olan Kürtleri, Ermenileri ve Rumları temsil etmekten çok dışlamayı hedefleyen bir girişim olarak kaldı. Uluslararası emperyalist ülkelerin yeni kurulacak devletin göstermelik de olsa bir temsiliyet kazanması talepleri doğrultusunda, az sayıdaki delege grubu içinde bile darbe üzerine darbe tezgahlanarak gerçekleşti. Kürt, Ermeni ve Rum halk sadece dışlanmadı aynı zamanda “iç düşman” ilan edildi. Bu gün yaşadığımız etnik kırılmaların tohumları Karakol Teşkilatı ve Mustafa Kemal önderliğindeki Türk burjuvazisi ve feodal mütegallibesinin benmerkezci ırkçı politikaları ile 1919 Temmuzu’nda Erzurum’da atılmıştır. Kongre, hukuk açısından da toplumsal meşruiyet açısından da hiç bir ilerici ve demokratik ilerleme sağlamamış, bütün ülkeyi temsil edeceği iddia edilen Sivas kongresine sadece önceden hazırlanmış kararları ve önceden belirlenmiş delegeleri taşımıştır.
Sivas Kongresine gönderilmek üzere, Heyet-i Temsiliye’ye şu isimler seçilmiştir:
1) Mustafa Kemal Paşa, 2) Rauf Bey, 3) İzzet Bey (eski Trabzon Mebusu), 4) Servet Bey (eski Trabzon mebusu) 5) Hoca Raif Efendi (Eski Erzurum Mebusu) 6) Sadullah Efendi (Eski Bitlis Mebusu), 7) Bekir Sami Bey (Eski Trabzon Valisi ve Ahrar Fırkası kurucu üyesi), 8) Ahmet Fevzi Efendi (Erzincan’da Nakşibendi Tarikatı Şeyhi). 9) Hacı Musa Bey (Mutki Aşiret Reisi) ve gayrıresmi üye Kazım Karabekir.
Bu liste gösteriyor ki Mustafa Kemal ve İttihatçılar geniş tabanlı bir katılım ve temsil görüntüsü altında genelde batı illerinden gelen ya da Kürdistan bölgesindeki Osmanlı bürokratlarını delege olarak seçmişlerdir. Buna kongre öncesi ve kongre sırasında kongrenin doğal delegesi sayılan Rawlinson’u da ilave etmeden geçmeyelim. Kemalist resmi tarih yazıcıları İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı Milne’nin Kürdistan sorumlusu Rawlinson’la Mustafa Kemal arasında çok sert tartışmalar geçtiğini ve Erzurum Kongresini İngiliz askerleriyle dağıtma tehditlerini savurduğunu yazsalar da gerçek farklıdır.
Rawlinson: “Kongre öncesi ve sonrası Mustafa Kemal’le çok yararlı görüşmeler yaptık”
“Son derece ilginç bir görüşme idi ve 3.5 saat sürdü... Biz gelecek ile ilgili bütün ihtimaller üzerinde tartıştık. Milliyetçi Partinin nihai kararlarını müzakere ettik. Mustafa Kemal Paşa bana o gün kabul edilen Millî Paktı anlattı. Bu Pakt ilk defa burada ileri sürülmüştü ve milliyetçilerin ana esası olarak ele alınmıştı”. Bu görüşmede, Mustafa Kemal Paşa, Rawlinson’a kongrenin nihai metnini ertesi gün sınıra telgrafla bildireceğini vaat etmiş ve ertesi gün de “bunu büyük bir özenle” yerine getirmiştir.
Bu görüşmede Kazım Karabekir’in “dışarı çıkartıldığını” ancak daha sonra Kazım Karabekir ve Ömer Fevzi gibi Erzurum kongresine katılan bir çok delegenin Rawlinson’la gizli görüşmeler yaptığını gene Rawlinson’un anılarından biliyoruz.
Kongre için söylenebilecek ve en az üzerinde durulan konulardan biri de kongreye katılan ve Mustafa Kemal gibi düşünmeyenlerin tehdit edilmeleri ve korkutulmalarıdır. Atatürkçü düşünceye yakınlığı kuşku götürmez tarihçi Goloğlu’nun kongreye katılan ve araştırma yapıldığında yaşayan bir çok delege Mustafa Kemal gibi düşünmedikleri için Topal Osman tarafından tehdit edildiklerini ve korktuklarını söylemiş olmalarıdır. Kongrede Mustafa Kemal ve arkadaşlarının düşüncelerine karşı çıkan Ömer Fevzi, Hüseyin Abanozoğlu, İbrahim Hamdi ve Selahaddin Abanozoğlu grubundan Ali Naci Duyduk, kongreden dönünce “ben hemen gazetemi kapattım. Fakat asıl tehlike Giresun’daydı...Topal Osman birden bire değişmiş, bize hasım olmuştu” derken; İbrahim Hamdi gibi bazı delegeler de kongreye katıldıkları halde Nutuk’ta ve diğer kitaplarda kendilerinden bahsedilmediğinden şikayet etmektedir. İbrahim Hamdi aynı mektupta Giresun’da silahla dolaşan Topal Osman’ın tehditlerinden korkarak İngiltereye gittiğini söylemektedir. 7
Kongrenin tutanaklarını tutan Abdullah Hasip Ataman, “7 Ağustosta memleketin kurtuluşuna ait bilinen temel kararlar alındıktan sonra Heyeti Temsiliye’ye (8 kişilik) dağılma kararı verdi. Bu kararnameyi bütün üyelere imza ettirdim. Beş kişi imza etmemişti. Bunlar şunlardı: Hüseyin Abanoz, Ömer Fevzi Eyüpoğlu, Yusuf Ziya, Dr. Ali Naci, Duyduk, İbrahim Kitapçı.” 8
Kongreye elli delege katılıyor 8 delege Heyeti Temsiliye’ye ve Sivas’a gitmek üzere seçiliyorlar ancak bu 8 delegenin sadece üçü kararları imzalıyor... Alevi ve Zaza bölgelerinden çağrı yapılmadığı için gelmeyenler, farklı düşündüğü için Topal Osman’a tehdit ettirilen delegeler, 8 kişilik Heyeti Temsiliye’nin sadece üçüne imzalatılabilen kararlar... İnsan, temsil niteliği neredeyse İttihat Terakki’nin Karakol adlı gizli örgütünün üç elemanı ile sınırlı kalan Erzurum Kongresi’nin hangi amaçla Erzurum’da toplandığı sorusunu sormadan edemiyor doğrusu.
Mustafa Kemal, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir böyle bir kongreyi pekala İstanbul’da da toplayabilirlerdi.
-----------------------------------------------------------------------------
1 Zakarya Mildanoğlu 14.07.2014, Agos arşivinden: Sanasaryan Varjaran’ın gasp edilen ‘yetim hakkı’
2 Badmutyun S. D. Hınçakyan Gusagtsutyan, s. 374. (Aktaran Arsen Avagyan, Ermeniler ve İttihat Terakki)
3 Erzurum Kongresi, Mahmut Goloğlu, İş Bankası Kültür yayınları, s. 45.
4 Milli Mücadelede İttihatçılık, Erik Jan Zürcher
5 Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, Emel Akal, T.ÜSTAV Yayınları
6 BDP Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması Raporu, 2013 Ankara
7 Erzurum Kongresi, Mahmut Goloğlu, İş Bankası Kültür yayınları, s. 45.
8 A.g.e.
0 notes
Photo
Fazla sayıda guru var. Size ne yapmanız, ne düşünmeniz, neyi uygulamanız gerektiğini söylüyorlar. Onlar diktatördür ve dolayısıyla apaçık size yasaklamışlardır. Bunu idrak etmişseniz, tüm ruhani otoriteleri bir kenara atarsınız. Gerçekten kendi kalbinizle, zihninizle gözlemler, keşfeder, incelersiniz çünkü değişmesi gereken guru değil, sizsiniz. Jiddu Krishnamurti, İçsel Devrim Guru, (Devanagari गुरु) Sanskritçede "öğretmen" veya "usta" anlamına gelen bir terimdir. Özellikle Hint dinlerinde kullanılır. #içseldevrim #guru #bilinçlenme #düşündüşündüşün #aklıhürfikrihür #aklıhürfikrihürvicdanıhür #herakleitos (Ankara, Turkey)
1 note
·
View note
Photo
Bloke olmuş bir 3.göz, karmaşa, belirsizlik, alaycılık, kıskançlık, kötümserliğe yol açar. Açık ve titreşen bir 3.gözle, en yüksek kaynaklı semavi –ruhani enerji ile dolabiliriz. Fiziksel gözler fiziki,madde dünyayı algılarken, 3.göz,ruhla sıkı bir bağlantıyla hakiki alemi, TEK BÜTÜN BİR alem görmektedir. 3. gözün bize sunduğu yararlar ve beceriler listesinde; netlik, konsantrasyon, açıklık, mutluluk, saadet, sezgi, kararlılık ve içgörü vardır. Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal seviyede sağlıklı olmak istiyorsanız, epifiz bezinizi aktive ederek,yüksek frekanstaki enerjiye nasıl erişeceğinizi öğrenmeniz lazım. Bu tip şifalanma enerjisinin, bedeninizin ve ruhunuzun frekansını yükseltmesinden dolayı sağlığınız için önemlidir. Bedeninizin frekans değeri sağlığınızda önemli rol oynar. Çünkü, beden performansınızı etkiler. Bu sebepten dolayı, yüksek frekanslı enerjilerle çevrili olduğunuzda sağlığınız da düzelir.Diğer yandan etrafınızda düşük frekanslı enerjiler olursa, sağlığınız bozulur. Benim araştırmalarıma göre, sağlıklı bir insanın bedeninin frekansı 62 ile 87 megahertz arasında olmalıdır. 62 den düşük frekans değeri, insan bedenini hastalıklara ve rahatsızlıklara karşı zayıf, güçsüz ve korumasız bırakır. İnsan bedeni ne kadar düşük frekans değerine sahipse, rahatsızlıklara ve hastalıklara karşı o kadar elverişli hale gelir. İnsan bedeni 25 megahertze kadar düştüğünde ciddi anlamda ölüm riski artar. 3.göz, kaynağa bağlanmak ve bize evrenin fiziksel duyularımızla algıladığımızdan çok daha fazla mistik olduğunu hatırlatmak için verilen en büyük hediye,nimettir. Pek çok eski medeniyetler ve sipirtüel-ruhani öğretmen/üstad, 3.gözün aktive olduğunda ve düzgün şekilde çalıştığında sıradan gördüklerimizin ötesine geçmemizi sağladığına inanmaktalar. Bir başka deyişle, fiziksel alemin ötesini görmemize yardımcı olabilir. Kişisel olarak 3. Gözünüzün sıradan görüntülerin ötesini görüp göremeyeceğini denemenin bir yolu şudur: İçgörünüze konsantre olun. Bunu yapmak için en iyi zaman; uyku zamanı, yatağa gittiğiniz zamandır. Bir dahaki sefere yatmaya gittiğinizde tam uyumadan önce farkındalığınızı 3.göze verin. Bakalım neler olacak. 😊 #üçüncügöz #üçüncügözüaktiveetmek (İzmir, Turkey) https://www.instagram.com/p/BvoZUVtHgRx/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=16ffmxe6ymk55
0 notes
Text
Işık ve R 5
Kıyısına köşesine belediye eli lutfen de olsa değmiş bir kenar mahallede, Işık ölü taklidi yaptığını korkacak bir şeyi olmayanların rahatlığıyla gizlemez ve gece de zifiri damardan almaya devam ederken azaydınlananboşparkla oturuyoruz. Gündüzün tantanasını anlatıyor, efkâr biriktirmiş. Varoluşsal yalnızlığını dillendiriyor biraz. Rahatsız edici bir sakinliği var. Emekli öğretmen donukluğu hâkim serzenişteyken bile haline: "Çocuklara soytarı oluyoruz." diyor. "Ağrıma gidiyor R" diyor. "Yani neden şu küçük çocukları mutlu etmek zorundayız? Hayat insan ayırt etmeden karşı konulamaz bir güçle kendisini sek içirten alkol oranı yüksek bir içki değil de nedir? Onları yaz günü suya alıştıra alıştıra sokma yanlışındayız. Oysa kıllarına yapışan gam sakızları vakti gelince birer birer, tek hamlede çekilecek. Yamama, kamufle etme, şirinleştirme, pembeye boyama, gülen güneşler, toz boyalar, didaktik hayvanlar... Çocuklar âlemine yapılan bu palyaço makyajı ilerde ergen gözyaşlarıyla bozulmak zorunda mıdır? Veletlerin ana kucağından kozmosun Osmanlı tokadının sıcağına doğru olan travmatik geçişlerinin etkisini azaltamaz mıyız biraz olsun? Bu onlara yapabileceğimiz iyiliklerin en iyilerinden olmaz mı?"
"İzin ver ben cevaplayayım R!" diyerek dibimizde beliriyor Işık, göz kapaklarımızın arkasına bile sızıyor rahatsız ediciliği. "Ya da boş verelim, çok saçma çünkü bu düşünceler!" diye devam ediyor. "Anlaşılan bönlüğünü sevindirecek bir arkadaş edinmişsin R, senin için küçük, insanlık için daha küçük bir adım!" (Bu noktadan sonra anlatıcı olmaktan çıkıyorum.)
Muhabbete limon sıkmaya kararlı gibisin Işık?
Ziyadesiyle ekşimiş bir muhabbet bu zaten. Koca bir insan neslini sosyopatlara dönüştürecek fikirlerden söz etmek üzereydiniz. Üç milisaniyelik yoldan geldim, var sen hesapla kaç kilometre tepmişim! Koca bir binanın dördüncü katında yalnız kalan biriyle uğraşıyordum. Korkusunun aşamalarını gözlemliyordum. Tadımı kaçırdınız!
Tamam tamam. Hadi anlat da git!
Oldu canım R. Başlıyorum:
Telaşlı olmasına rağmen sarsak adımlarla yürüyordu. Cep telefonunu koridorun sonundaki sınıfta unuttuğu ümidine ve birkaç sûrenin kötülük savıcılığına sıkı sıkı sarılmış ilerliyordu. Telefonu iyice yoklamadığı iç cebindeydi aslında. "Hep aynı terane!" diye düşündü. Yıllardır irili ufaklı ne kaybederse kaybetsin “Malının kıymetini hiç bilmiyorsun, elin ekmek tutunca belki anlarsın!” diyen babası geldi aklına. İçinden "Ama salaklık bende, hiç gelişim gösteremedim eşyalarıma sahip çıkma konusunda eriyen ömrüm boyunca!" dedi. Eşya kelimesine her anlamda kullandığını fark edince içini bir alev Meksika dalgası yaparak yaladı. Zira biriken ve biriktikçe huzursuzlanan pişmanlıklar topluluğu hep bir ağızdan low profile şarkısını söylüyordu.
Aniden floresanlardan biri arızalandı, cızırtılar çıkardı, kıvılcımlar saçtı ve ışığı gidip gelmeye başladı. Adamımız canlı oluşu sebebiyle irkildi ama korku merkezi faaliyete geçmeden önce Uzak Doğu sineması gerilim filmi atmosferi içine düştüğünü düşündü. "Yaşamak hele biraz kenarda dursun, önce sanal yaşanmışlıklarla anımın gerçeği arasında paralellikler kurmalıyım." der gibiydi. Loş ışık algısında yanılmalara sebebiyet vermeye başlamıştı çok geçmeden. Koridor duvarına asılmış, ötede beride duran nesneleri de istemeden ürkütücü yüzlere, art niyetli eşsiz yaratıklara, kötücül ruhani varlıklara vs. benzetiyordu. Bir an durup bu kadar merdiven çıktığını, bunca yol teptiğini ve bu uzun koridorun ortalarına kadar da yürüdüğünü düşündü. Geri dönecek olsa onu tüm yol boyunca yürürse yürüyerek, koşuşturursa koşuşturarak, koşarsa koşarak takip eden şeytani güçler, katran karası korku elementleri olacaktı. Kaç ya da dövüş yanıtı verdirecekti sempatik sistemi ona.
Çok geçmeden cesaretini topladı ve ayakları dolaşık vaziyette sınıfa girdi. Beklemeden ışığı açtı, oturduğu yerin etrafını aradı. Yoktu. Çalınmış olabilirdi. Okulda yeniydi. Belki müstakbel iyi niyetli bir arkadaşı daha sonra sahibine vermek üzere yanında götürmüştü. Belki bir görevli, temizlikçi belki, bulmuştu ve gelip alması için onu bekliyordu. İlerdeki sınıflardan birinden geldiğini sandığı bir kapı gıcırtısıyla irkildi. Midesi parendeler atmaya başlamıştı ve daha akrobatik hareketler için de çalışıyordu. Biri mi vardı? Rüzgâr olabilir miydi bu sesin sebebi? Telefonu tamamen unutmuştu artık, koşarak çıktı sınıftan ve koridor boyunca koşmaya başladı. Aynı sesi tekrar duydu. Kalp atışları iyice hızlandı, genç adamımız adamakıllı korkmaya başladı. Pek bilmediği dua ve sure parçalarını okumaya çabaladı. Yalnızca çok zora düştüğü zamanlarda başvurduğu ilahi desteğe bel bağladı. Hali ilgimi çekmeye başlamıştı, ötesini merak ettiğim için binadaki tüm ışıkları söndürdüm. Olduğu yerde kalakaldı. Okkalı bir küfür savurdu. Arkasından anlamsız bir ses çıkardı. Bu ses onu daha da korkuttu. Artık kalbinin sesleri bana kadar geliyordu. Elini cebine attı, telefonun ışığını açacaktı. Sesi bomboş koridorda yankılanan bir küfür daha savurdu. El yordamıyla aşması gerekiyordu zifiri karanlığı. Mecali kalmamıştı. Hayatı boyunca o çok nadir yaşadığı hususi anlardan birinde olduğunu fark etti. Olduğu yere yığıldı ve sakinleşmeye çalıştı. Kıpırdıyor gibiydi ama emin değilim, belki de bayılmıştı.
Sonra ne oldu? Bu arada, kötü bir anlatıcısın. Roman yazsaydın ve okuyucu kitlen 7-14 yaş arası olabilseydi şanslı sayman gerekirdi kendini Işık.
Sonrasını göremedim. Muhabbetinizin saçmalığı ve etik dışılığına daha fazla kayıtsız kalamadım R.
Senin etik çerçevenin içinde kalıyor gel gör ki azaydınlananboşparkın söyledikleri neredeyse nihilist arkadaşım.
Öyle deme R, bir gölgeyi birçok şeyle oluşturabilirsin ama bir şeyin bir pozisyonda sadece bir gölgesi vardır.
Yani?
Bilmem.
0 notes
Text
Dünyadaki günahların en büyüğü, yaptığı eğitimden şüphe duyduğu halde bu eğitimi yapmaya devam etmektir.
- George Gurdjieff (Yirminci yüzyılda etkisini hissettirmiş ruhani öğretmen, guru.)
0 notes