Tumgik
#psikoterapi ve din
mantikutayr · 4 years
Photo
Tumblr media
‘’insanın anlam arayışı’’
logoterapi I varoluş analizi 
varoluş analizinin yapısı, tinsel bilinçdışı, vicdanın varoluş analizi, varoluş analiziyle rüya yorumu, vicdanın aşkınlığı, bilinçdışı dindarlık, psikoterapi ve din, logoterapi ve teoloji, tıbbi ruhsal danışmanlık, anlam organı, düşünmeden kendini ontolojik yolla yolla algılama, nihai anlamı arayan insan bölümlerinden oluşuyor kitap. 
‘’arthur schnitzler’den aktarılan bir deyişe göre, aslında yalnızca üç erdem vardır: nesnellik, cesaret ve sorumluluk duygusu.’‘
‘‘psikanaliz, hastaya ‘mekanizmalar’ın hükmettiğini düşünür; hekim ise bu resimde, mekanizmalarla başa çıkabilen, mekanizmalar bozulduğunda onları tekrar düzene sokabilen kişidir.’‘ 
‘‘..parçalara ayrıştıran enerjik ve mekanik bir anlayış ile psikanaliz insanda bir ruhsal cihazın otomatikliğini görür. işte bu noktada varoluş analizi devreye girer ve psikanalist anlayışının karşısında bir başka anlam çıkar: varoluş analizi bir ruhsal cihazın otomatikliği yerine tinsel varoluşun otomatikliğini getiri. 
‘‘..psikanalizle nesnellik erdemini, bireysel psikolojiyle cesaret erdemini eşleştirdiğimiz sürece, varoluş analizinin ‘sorumluluk’ erdemiyle el ele gideceğini söyleyebiliriz.’‘
‘‘varoluş analizi eğer psikoterapik bir metot olmak istiyorsa, özellikle nevrotik varlık durumuna yönelir, ‘çöküş’, yani nevroz durumuna bakar. nihai hedefi, insanı (özellikle nevrotik insanı) taşıdığı sorumluluğa yöneltmek veya varlığın sorumluluğunu bilincine taşımaktır.’‘ - taşınan şey içgüdüsel değil tinsel - 
‘‘..bilinçdışı dürtüsellik - bilinçdışı tinsellik’‘ 
‘‘bilinçdışı ‘derindeki’ insan varoluşunun tam ‘merkezinde‘ yer alır, diyebiliriz. tin doğduğu andan başlayarak bilinçdışı tindir.’‘ 
‘’hem karar vermeyi, hem de ayırt etmeyi yalnız tinsel bir şey yapabilir.’’ 
‘‘..vicdan.. ‘karar veren organ’ insan varlığının bir parçasıdır.’‘ 
‘‘..vicdan aynı zamanda irrasyonel olarak adlandırılabilir; usdışı, veya daha iyi ifade etmek gerekirse mantık öncesidir. nasıl ki, bilim öncesi ve ontolojik olarak onun da öncesinde mantık öncesi bir varoluş anlayışı varsa, bir ahlak öncesi değerler sistemi vardır ki her türlü görünür ahlakın öncesindedir; yani vicdandır.’‘ 
‘‘bilinç olanı kavrar ama vicdan olanı değil, henüz olmayanı, önce -olması gerekeni kavrar. olası-gereken gerçek değildir, gerçekleşmesi gerekendir; gerçek değil, mümkün olandır ( mümkün olan daha üstün anlamda zorunlu olanır. ) vicdanın kavradığı, eriştiği şey daha gerçekleşecek bir şey olduğuna göre akla şu soru geliyor: tinsel olarak kavranmadan önce nasıl gerçekleşebilir? bu kavrayış bu tinsel ön kabul sezgi denilen şeyle olur. tinsel ön kabul bakma eylemiyle gerçekleşir.’‘ 
‘‘..hem vicdan hem aşk mutlak bireysel varoluş ile ilgilidir.’‘ 
‘‘..ibranicede sevişme ve anlama fiilinin aynı kelimeyle ifade edilmesinden beri..’‘
‘‘duygu aklın keskin zekasından çok daha hassas olabilir.’‘ 
‘‘vicdan, yani tinsel bilinçdışı..’‘ 
‘‘dini inancı olmayan insan, vicdanını psikolojik oldu olarak kavrayan insandır; bu olgu karşısında duraksar, çünkü vicdanını hesap vermesi gereken son nokta olarak görür. ama vicdan hesap vermesi gereken son nokta değildir, sondan bir önceki bir noktadır.’‘ 
bilinçdışı dindarlık, psikoterapi ve din, logoterapi ve teoloji bu üç bölümü komple burada düşünün :/  
‘’anlam bulunmak zorundadır, yaratılamaz.’’ 
...
9 notes · View notes
wishfornight · 4 years
Text
"Her şeyin, gizlenmiş de olsa, bir anlamının olup olmadığı ya da dünyanın bir büyük saçmalık mı olduğu sorusu karşısında bilgi yetersiz kalır; burada karar vermesi gereken inançtır. Nihai bir anlam olup olmadığı konusundaki kanıtlar birbirini dengelediği noktalarda anlama inanan bir insan, insan olmasının, var olmasının tüm ağırlığını terazinin bir kefesine koyar ve hükmünü verir: "Hayatın sonsuz, bizim kavrama yetimizin dışında bir 'öz anlamı' 'varmış gibi' davranmaya karar verdim. Amin," der. "inanç düşünülenin gerçekliğinden arındırılmış bir düşünce değil, düşüncenin varoluşuyla zenginleştirilmiş bir düşüncedir."
"Tanrı kendi kendimize yaptığımız en mahrem konuşmaların ortağıdır." Kendi başımıza olduğumuz, en yalnız olduğumuz anlarda ve kendi kendimize dürüstçe konuşurken, ister ateist olalım ister inançlı, ortağımızı, partnerimizi Tanrı olarak adlandırabiliriz.
Ama "en yalnız" olduğumuz anın, aslında sözüm ona bir yalnızlık olup olmadığı gerçekten de o kadar önemli midir? Aslında önemli olan tek şey, yalnızlığın "en dürüst" anımızı ortaya çıkarması değil midir? Ve eğer Tanrı varsa, inanıyorum ki, birisi O'nu kendisi ile karıştırırsa, buna kızmayacaktır. "
Psikoterapi ve Din - Viktor E. Frankl
4 notes · View notes
pdrneokur · 5 years
Photo
Tumblr media
PDR NE OKUR? | Judith Herman - Travma ve İyileşme ° Travma ile ilgilenen, bu konuda eğitim almak isteyen veya alan herkesin okuması gereken bir kitap bence. Hatta ruh sağlığı eğitimi alan herkes okumalı çünkü çalıştığımız insanları çoğu travmaya bir şekilde maruz kalıyor. Kitap travmanın en başlangıç noktasından başlıyor psikolojide herşeyin başlangıcı bir şekilde Freud'a uzandığı için Freud'a yani histeri hastalarından başlıyor. Daha sonra savaş gazileri, ev içi şiddet ve tecavüz mağdurları, çocukluk istismarı ve ensest kurbanları..."Dile getirilemeyen"in, vahşetin tanıkları.. Hepsine tek tek değiniyor. İlk kısımda travmayı tanımlarken ikinci kısımda iyileşme sürecini ele alıyor. Yavaş yavaş altını çizerek not alınarak okunması gerek bence. . Travma gerçekten çok ciddi bir konu günümüzde tecavüze,şiddete uğrayan hatta öldürülen kadınlar varken, çocuklar istismar edilirken bu konuya uzak kalmamalıyız. Yazar "Failin tarafını tutmak caziptir çünkü her fail, seyircinin hiçbir şey yapmamasını ister. Kötü olanı görmemenin, duymamanın, konuşmamanın evrensel arzusuna başvurur. Ve kuvvetli bir insan hakları hareketinin yokluğunda, aktif tanıklık süreci kaçınılmaz olarak unutmanın aktif sürecine teslim olur. Bastırma, çözülme ve inkâr, bireysel bilinç fenomeni olduğu kadar sosyal bir fenomendir de. " diyor kötü olanı saklayarak konuşmayarak bir yere varamayız konuşacağız toplumu bilinçlendireceğiz ama önce kendimiz bilinçleneceğiz travma nedir nasıl davranmalıyız nasıl yaklaşmalıyız bunları bilmeliyiz. Eğitimler almalıyız okumalıyız çok okumalıyız.. . . . "Travmatize insan kendisini tamamıyla terk edilmiş, tamamıyla yalnız, hayatı destekleyen insani ve ilahi koruma ve bakım sistemlerinin dışına atılmış hisseder. Ondan sonra yabancılaşma ve kopma duygusu, en yakın aile bağlarından en soyut toplum ve din ortaklıklarına kadar her ilişkiye yayılır. Güven kaybolduğunda, travmatize insan kendini hayattan çok ölüme ait hisseder.” . . #book #bookstagram #instabook #okumahalleri #okuyorum #oku #kitapkurdu #kitap #kitaptavsiyesi #psikoloji #duyguodaklıterapi #psikoterapi #kitapsözleri #kitapalıntıları #cocukpsikolojisi #psikolojikdanışman #pdr #ebeveyn #histeri #feminism https://www.instagram.com/p/B52_zSiAJ6k/?igshid=x46jelthfn4m
5 notes · View notes
hbkultursanat · 7 years
Text
Pakistanlı araştırmacı yazar Dr.Faruk Saleem'in kaleme aldığı “Müslümanlar Yahudilerden neden geri kaldı?” başlıklı yazısı...
Dünyada nüfus bakımından azınlıkta olan Yahudiler Dünyayı yönetiyor. Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi / Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika’da 7 milyon, Asya’da 5 milyon, Avrupa’da 2 milyon ve Afrika’da 100 bin Musevi yaşıyor.)Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya’da, 400 milyon Afrika’da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.)Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var…
İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün…
Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudiydi.
Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi.
Karl Marks Yahudiydi.
Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım:
Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.
Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi.
Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.
Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını,
Benno Strauss paslanmaz çeliği,
Isador Kisse sesli filmleri,
Emile Berliner telefon mikrofonunu,
Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti.
Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı.
Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım:
Ralph Lauren (Polo),
Levi Strauss (Levi’s Jeans),
Howard Schultz (Starbuck’s),
Sergei Brin (Google),
Michael Dell (Dell Bilgisayarları),
Larry Ellison (Oracle),
Donna Karan (DKNY),
Irv Robbins (Baskins & Robbins),
Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts),
Richard Levin (Yale Üniversitesi’nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım:
Michael Douglas,
Dustin Hoffman,
Harrison Ford,
Woody Allen,
Tony Curtis,
Charles Bronson,
Sandra Bullock,
Billy Crystal,
Paul Newman,
Peter Sellers,
George Burns,
Goldie Hawn,
Cary Grant,
William Shatner,
Jerry Lewis,
Peter Falk…
Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler:
Steven Spielberg,
Mel Brooks,
Oliver Stone,
Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210),
Neil Simon (The Odd Couple),
Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3),
Michael Mann (Starzky and Hutch),
Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo’s Nest, Amadeus),
Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat),
Ivan Reitman (Ghostbusters) ,
Kohen Kardeşler,
William Wyler.
William James Sidis,
Sorun kendinize:
250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur?
Sorun kendinize:
Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?
Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler…
Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru:
Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap:
Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim…).
Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır.
Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır.
Her bir Hindu’ya 2 Müslüman düşmektedir, her bir Budist’e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi’ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır.
Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler?
Nedeni eğitim(sizlik)dir!!!
İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!).
Fakat sadece ABD’de 5 bin 758 adet üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu.
Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim…
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir!.
Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir.
Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
NEDEN?..
Yanıt:
Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması…
Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor.
Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ:
İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.
Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır.
Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır:
Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür.
Hristiyan Singapur’da bu oran % 58′dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır
Ilginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar,
Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)
Mal ve hizmet üretimi
İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır.
İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap:
Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu.
Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, din eksenli ve çağdışı eğitim…
Dr. Faruk Saleem – İslamabat, Pakistan
23 notes · View notes
ibo021 · 5 years
Photo
Tumblr media
PDR NE OKUR? | Irvin D. Yalom - Din ve Psikiyatri ° ° °✨Kitap Yalom’un Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’nü alırken yaptığı konuşma metnini içeriyor aslında. Yalom kendisine verilen bu ödüle ‘emin misiniz, ben ateistim’ diye şüpheyle yaklaşırken kendisine verilen cevap ‘dini meselelere kendinizi adadığınızı görüyoruz’ oluyor. Daha önce yazarın Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek adlı kitabını yorumlamış ve tavsiye etmiştim. O kitapta yer yer din ve psikiyatriden bahsediyordu ve yazarın bakış açısı oldukça hoşuma giymişti. Ki hemen bu kitaba sarıldım:) ✨Din ve psikiyatri/psikoloji ilgimi çeken iki ayrı alan. Fakat hiçbir zaman bu iki alanı bu derece yan yana düşünmemiştim. İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dini teselliye iter? ✨Aslında Yalom’un bastıra bastıra söylediği şey, hayattaki en önemli görevlerimizden birinin yaşamımızı destekleyecek sağlam bir amaç edinmemizdir. Ki Nikon Kazancakis’in de dediği gibi ölüme yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayalım. Ölüm kaygısı yaşanmamış hayat miktarıyla doğru orantılı ve bu bize geniş çerçeveden bakmamız için bir ipucu veriyor aslında? ✨Yalom, dini inançların her yerde olmasının sebebini varoluşsal kaygıya bağlıyor. Tanrıların bizi yaratmasından ziyade kendi rahatımız için tanrıları bizim yarattığımızı savunuyor. Ve ahlaki bir pusula için dine ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Öte yandan psikoterapi ve dinin görevlerinin(bir araya getirmek, birleştirmek veya isterseniz buna bağlantı diyelim) benzerliğini ortaya koyuyor. Oxford ingilizce sözlüğü din(religion) sözcüğünün köklerinden birinin bağlamak anlamına gelen re-ligare olduğunu söylüyor. Romalılar ise çeşitli bağları(aileye, ataya, devlete) ifade etmek için religare sözcüğünü kullanıyordu. #book #bookstagram #booklover #booklovers #bookaholic #kitap #kitapyurdu #kitapklubu #kitaponerisi #kimneokudu #kitaplayasamak #kubsbooks #kitapaşkı #picoftheday #kitapunya #kitaplarimizdan #kitapalıntıları #okudumokuyun #okuduklarım #okudumeyal #okumahalleri #pdr#ayraçsızokurlar #dinvepsikiyatri #irvinyalom #psikoloji #psikolojikitapları #psikolojikdanışmanlık https://www.instagram.com/p/B2PFqXzAJUa (ADANA KARİYER AKADEMİ YAŞAM BOYU EĞİTİM MERKEZİ) https://www.instagram.com/p/B2PHMUPnT9B/?igshid=nxgacis9romp
0 notes
blog40ambar · 5 years
Photo
Tumblr media
Yoga 5.000 yıldan bu yana yapılıyor ve bunun çok geçerli bir nedeni var: İşe Yarıyor!
Yoga, kökeni Hindistan’a dayanan ve bedeni güçlendirip yola sokarak, zihni ise dinginleştirip odaklayarak meditasyona hazırlamak amacıyla tasarlanmış olan kadim bir sanat ve bilim dalıdır. Yoga, fizyolojik olarak gerçekliğe sıkıca bağlı olan bir öğretidir. Dünyaya ilişkin deneyiminiz büyük ölçüde, içinde bulunduğunuz ortam, kalıtsal özellikleriniz ve yediğiniz besinlerden etkilenen sisteminizin sağlığına bağlıdır. Yoga alıştırmaları sinir sistemini güçlendirip; böylece dünyayı bilinçli ve olumlu bir tutum içinde ve net olarak algılayarak etkileşime geçmemiz mümkün olur.
Ek Bilgi: Batı’da uygulanan yoga alıştırmalarının çoğu Hatha Yoga’dır. Hatha Yoga (asana olarak bilinen) duruşları, (pranayama olarak bilinen) nefes alma tekniklerini, (pratyahara ve dharana olarak bilinen) bilinçli gevşemeyi ve (dhyana olarak bilinen) meditasyonu kapsar.
BEDEN, ZİHİN ve RUHUN BİRLEŞMESİ
Yoga sözcük anlamıyla “bağlamak, birleştirmek” demektir. Yoga yaparken zihni, bedeni ve ruhu uyum içinde birbiriyle kaynaşmış tek bir birim haline getiririz. Beden ruhun somut görünümüdür. Yoga aracılığıyla beden üzerinde çalışmak ruhunuzla bağlantıya geçmeyi sağlamanın yanı sıra, sizi sıkıca sarıp gerçek doğanızı görmenizi engelleyen duygusal, fiziksel ve zihinsel düğümleri çözer. Bu süreç, özünüzün parıldayarak ortaya çıkmasını ve tüm varlığınızı ışıl ışıl aydınlatmasına olanak verir. Sizin için doğal olan ve varlığınızı onaylayıcı niteliğe sahip olacak şekilde gelişmenizi mümkün kılan bir katalizördür bu.
Hem zihin hem de beden üzerinde yoğunlaşan yoga, var olan en eski bütünsel sağlık sistemlerinden biridir. Batı dünyasındaki insanların çoğu bedenlerinden çok kafalarının içinde yaşar. Eğitim sistemi kitaplardan öğrenmeye odaklanmıştır; buna ek olarak, batı tıbbı sağlığın neredeyse yalnızca fiziksel yönüne odaklanarak, yoganın üzerinde durduğu duygusal ve ruhsal yönleri ihmal eder.
Yoga duruşları ve nefes alma çalışmaları sayesinde bedeniniz ve zihninizle yeniden bağ kurabilir ve ruhunuzu keşfe çıkabilirsiniz. Bütünlüğünüze kavuşabilir ve (yalnızca bütün bir gün boyunca iliğinizi kemiren ve gereksinimleriyle isteklerinden başka şeyi önemsemeyen değersiz benliğinizi değil) gerçek benliğinizi yakından tanıyıp öğrenme olanağına kavuşabilirsiniz. Yoga, benliğin bütün parçalarına kulak verme sanatıdır.
Bu kadim uygulama, gerek kendinize gerekse diğer kişilere birtakım ahlaki kurallar dâhilinde davranmayı içeren ruhsal bir disiplindir. Yoga bir din değildir. Gerçek benliği keşfetmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan bir sistemdir; (bütün yöntemlerden de önce var olan) çok eski bir psikoterapi yöntemidir ve kişisel evrim ve gelişim için çok güçlü bir araçtır. Klasik Yoga Sutra metninde, ruhsal yoga yolu adeta bu yol üzerindeki zihinsel, fiziksel ve psikolojik yarar ve engelleri inceleyen bir yol haritası gibi önümüze serilir.
Herkesin zihninden her gün 50.000 ile 75.000 arasında düşünce geçer ve bu düşüncelerin en az 50.000′i o kişinin bir önceki gün aklından geçenlerin aynısıdır. Yeni düşüncelerin oluşabilmesi için eski düşünceleri temizleyip yer açmazsanız, yaşamda karşılaştığınız olayları zihninizde işlemden geçirmek, onlardan ders almak ve ilerleme kaydetmek zorlaşır.
BİR DİL
Yoga öğrenmek, bedeninize ve zihninize yeni bir dil öğretmeye benzer. Yeni bir dilin bir gecede öğrenilemeyeceğini herkes bilir. Yoga alıştırma gerektiren, incelik kazandırılması ve deneyime dönüştürülmesi gereken bir disiplindir. Düşünce ve davranışlarınızı analiz etmeyi içeren deneyimsel bir bilimdir. Yoga işte bu yüzden bir uygulama, bir egzersiz olarak nitelenir, çünkü harcadığınız çabanın sonucunda deneyim ve benliğinize ilişkin bilgi elde edebilmek için mutlaka alıştırma yapmanız gerekir. Deneme-yanılma yoluyla zaman içinde kademeli olarak ilerleyen ve aceleye gelmeyen bir süreçtir. Yoga, sabır ve ısrarlı bir tutum geliştirmeye yarar.
Bedeninizle zihniniz, yararlı düşünce ve davranış düzenlerinin sizin için artık uygun olmayan alışkanlık dizgeleriyle değiştirdiği deney laboratuarlarıdır. İnsanlar yogaya genellikle stres, esneklik kaybı, kötü beden duruşu veya fiziksel ilgi ve bakım gerektiren herhangi bir durum nedeniyle başlarlar.
GÜÇLÜ VE BÜTÜNSEL BİR DÖNÜŞÜM ARACI
Yoga aynı zamanda, zihni dinginleştirip odaklayan, içsel bir anlayış ve farkındalık geliştirmeye yarayan güçlü, bütünsel bir dönüşüm aracıdır. Yoga duruşları, nefesin farkında olma durumu ve gevşeme teknikleri, doğal sezgisel zekânızla anlayışınızı geliştirir ve hareketli bir maymun gibi daldan dala atlayan zihninizin tek bir nokta üzerinde yoğunlaşmasına yardımcı olur. Zihin odaklandığında, sinir, dolaşım ve solunum sistemleri yavaşlarlar. Beden ve zihin gevşemeye başlar. Sakinleşir, daha net düşünebilir ve kendinizi bütünüyle merkezde ve sağlam bir temel üzerinde hissedersiniz. Zaman geçtikçe zihin ve akıl tüm bedene yayılabilir; böylece aynı anda birkaç noktaya birden odaklanmaları mümkün olur. İşte buna meditasyon denir.
Zihin dinginleştikçe, beden de gereksiz gerilimleri ve uzun süre serbest bırakılmayan duyguları yavaşça bırakmaya başlar. Duygular dengelenir ve yatışır. Beden dengeli bir güce ve bu güçle birlikte esneklik ve sarsılmaz bir merkeze kavuşur. Tıpkı esintiyle sallanan ama her defasında merkezine geri dönen bir ağaç gibi, duygusal açıdan ılımlı ve dengeli olursunuz. Yaşamda güneşli güzel günlerin yanı sıra fırtınalı zor günler de vardır, fakat yoga, yaşam sırasında ortaya çıkabilecek ve önceden tahmin edilmesi her zaman mümkün olmayan havalarda da ayakta kalabilmeniz için sağlam bir temel oluşturur.
Ek Bilgi : Asana adıyla bilinen yoga duruşları, bedenle ilgili bütün sistemleri çok güçlü bir şekilde etkilerler. Asanaların her biri, yaşamın gücünü, diğer bir deyişle prana adı verilen evrensel enerjiyi içeren nefesle ilişkilidir. Alınan her nefes, bedenin bütün hücrelerine prana ve oksijen taşır; verilen her nefesle birlikte toksin ve atıklar beden dışına atılır.
HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY
Yaşı, kilosu, bedensel esneklik ve sağlık durumu ne olursa olsun, her insan yoga yapabilir. Yogaya aşina olmayan birçok kişi sanki kauçuk bir oyuncak gibi ayak parmaklarını burunlarına değdirmeleri gerektiğini zannederler ama bunun gerçekle ilgisi yoktur. Yoga mükemmel bir eşitleyicidir. Biri çok esnek ve güçsüz, diğeriyse kaskatı (fazla güçlü) ama yeterince esnek olmayan iki kişi yoga dersine birlikte gidebilir. Bu kişiler aynı hareketleri yaptıkları zaman, aşırı esnek olanın kasları biraz sıkışacak, diğeri ise biraz daha esnek hale gelecektir. Aşırı kilolu insanlar, hamileler ve yaşlılar da yoga yapabilir, yogadan yararlanabilir. Herkese uygun olan bir yoga türü mutlaka vardır ve hareketler her zaman için bireyin gereksinimleriyle uyumlu hale getirilebilir.
Sanki çok zor bir işmiş gibi görünse de yoga yapmak aslında son derece eğlenceli bir şeydir. Bedeninize yeni hareket biçimleri öğretmek, kendinizi adeta yeniden çocuk olmuş da eğlenip oyun oynuyormuş gibi hissetmenizi sağlar! Ters bir pozisyonda tepe taklak durmak insanı neşelendirebilir. Geriye doğru bükülmek insanı zindelik ve hafifleme hissiyle doldurur. Alışık olmadığınız pozisyonlar bazen insanı korkutup, “ben bunu yapamam” demesine yol açsa bile, bu olumsuz duyguların üstesinden bir kez gelindi mi, ustalaşma ve başarı kazanma gibi olumlu duygular egemen olmaya başlar ve bunun sonucunda kendinizi özgür, sınırsız ve her şeyi başarma gücüyle dolu hissederseniz! Yoga her şeyden önce keşfetmek ve var olmanın farklı biçimlerine açık olmak demektir.
Yoga içsel motivasyonla yapılan bir egzersizdir. Kendinizi yoga yapan başka bir kişiyle veya bir kitapta gördüğünüz fotoğrafla karşılaştırıp hareketi en ideal biçimiyle yapmaya çalışmak işe yaramaz. Hepimiz farklıyız ve her birimizin vücudu farklı biçime, farklı ölçülere ve özel gereksinimlere sahiptir. Örneğin kişi vücudunu arkaya doğru nazik bir şekilde bükmeyi başardığı halde öne doğru eğilerek yapılan hareketlerde zorlanabilir. Hareketler üzerinde her zaman değişiklik yapılabilir ve bunu yapmak için teşvik edilir. Bedenimize saygı göstermek ve kendimize şefkatle yaklaşmak bu aşamada başlar. Ancak ondan sonra yoganın gerçek anlamı kavranabilir. Yoga sizi, üzerinde yürürken duygu ve inançlarınıza güvenmeyi öğreneceğiniz kendinizi keşfetme yoluna yerleştirir.
Her Yönüyle Yoga
Cynthia Worby
0 notes
novellakitabevi · 3 years
Photo
Tumblr media
İrvin Yalom - Din ve Psikiyatri Endirimlər mağazaya gəlib alarkən keçərlidir. Qiymət: 9.5 azn Endirimlə: 8.5 Tələbələrə: 7.99 Poçtla: 11.5 (novella.az saytında POÇTLA SİFARİŞ zamanı endirim var) Təsviri Ölüme, yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayın. Nikos Kazancakis “…varoluşsal psikoterapi ile dinî teselli arasında da bazı kıyaslamalar yapacağım. Bu iki yaklaşımın karmaşık, gerilimli bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Bir bakıma aynı atalara ve endişelere sahip kuzenler sayılırlar: insanlığın doğasında bulunan umutsuzluğa çare bulmak gibi bir görevi paylaşıyorlar… Ama yine de temel inançlar ve psikoterapinin belli başlı pratik yaklaşımları ile dinî tesellinin taban tabana zıt olduğu da bir gerçek.” İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dinî teselliye iter? Din ve psikiyatri insan ruhuna nasıl dokunur? 2000 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’ne layık gördüğü Irvin Yalom’un ödül alırken yaptığı konuşmayı içeren bu kitap, hemen her insanın zihnini kurcalayan sorulara yanıtlar sunuyor. “Psikoterapiye ilgi duyan genel okur için Irvin D. Yalom’dan daha ilginç bir yazar olamaz. Aralarında Nietzsche Ağladığında romanı da bulunan on beş kurgu ve kurgu dışı kitabın yazarı olan Yalom, bir psikiyatr ve terapist olduğu kadar yetenekli bir hikâye anlatıcısıdır.” Heather C. Liston https://novella.az/kitab/din-ve-psikiyatri Əlaqə vasitələri 📲070-200-71-33 (zəng və whatsapp) ☎ (012)-465-07-81 Ünvan: Gənclik metrosu, "Caspian shopping"in yanı, 80 saylı bağça ilə üz-üzə. Fətəli Xan Xoyski 83. Xəritədə "Novella Kitab Evi" yazaraq tapa bilərsiniz. Səhifəni izləməyi unutmayın @novella.kitabevi #novellakitabevi #kitab #kitablar #romanlar #dedektiv #kitabevi #kitab_evi #kitabsatisi #kitabkirayesi #kirayekitablar #icarəkitablar #telebe #kirayekitab #bestseller #povest #roman #klassikedebiyyat #klassikler #turkcekitablar #sexsiinkisaf #psixolojikitablar #marketinqkitablari #dinvepsikiyatri #irvinyalom (at Novella kitab evi) https://www.instagram.com/p/CP3jVbXhSx7/?utm_medium=tumblr
0 notes
guncelpdfindir-blog · 6 years
Text
Din ve Psikiyatri
Din ve Psikiyatri Ölüme, yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayın. Nikos Kazancakis   “…varoluşsal psikoterapi ile dinî teselli arasında da bazı kıyaslamalar yapacağım. Bu iki yaklaşımın karmaşık, gerilimli bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Bir bakıma aynı atalara ve endişelere sahip kuzenler sayılırlar: insanlığın doğasında bulunan umutsuzluğa çare bulmak gibi bir görevi paylaşıyorlar… Ama yine de temel inançlar ve psikoterapinin belli başlı pratik yaklaşımları ile dinî tesellinin taban tabana zıt olduğu da bir gerçek.”   İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dinî teselliye iter? Din ve psikiyatri insan ruhuna nasıl dokunur?   2000 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’ne layık gördüğü Irvin Yalom’un ödül alırken yaptığı konuşmayı içeren bu kitap, hemen her insanın zihnini kurcalayan sorulara yanıtlar sunuyor.    “Psikoterapiye ilgi duyan genel okur için Irvin D. Yalom’dan daha ilginç bir yazar olamaz. Aralarında Nietzsche Ağladığında romanı da bulunan on beş kurgu ve kurgu dışı kitabın yazarı olan Yalom, bir psikiyatr ve terapist olduğu kadar yetenekli bir hikâye anlatıcısıdır.” Heather C. Liston
Din ve Psikiyatri
0 notes
doktorgeziyor-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
❇️Ekim ayı Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) farkındalık ayıdır. Ay bitmeden sizlere bazı uyarılarımız var. 1️⃣ DEHB gerçektir. Bu durum şımarıklıkla ilgili değildir ve tedavi ile düzeltilebilen bir durumdur. 2️⃣ DEHB yaygın ve ayrım gözetmeyen bir durumdur. DEHB, yaş, cinsiyet, zeka, din, ırk, sosyo-ekonomik durum ayırdetmeyen, herkesi her yaşta etkileyebilen bir durumdur. 3️⃣ DEHB teşhisi karmaşık bir süreçtir. DEHB’nin varlığını teşhis edebilmek için, kişinin, semptomların önemli bir kısmını gösteriyor olması, günlük yaşamının önemli alanlarında (iş, okul, ya da arkadaşlar) belirgin sorunlar yaşıyor olması ve semptomları en az 6 ay boyunca göstermesi gerekir. 4️⃣ Başka psikolojik rahatsızlıklar da DEHB ile birlikte sıklıkla görülebilir. 5️⃣ DEHB zararsız değildir. Teşhis ve tedavi edilmez ise, okul başarısı ve mezuniyet problemlerine, verim kaybı, kazanç azalması gibi iş sorunlarına, ilişki sorunlarına, trafik kazalarına, aşırı yeme ve obezite ile ilgili sorunlara, mevcut yasalarla sorun yaşamaya neden olabilir. 6️⃣ DEHB, ahlaki zayıflık, yetersiz ebeveynlik, aile sorunları, zayıf öğretmenler ya da okullar, fazla televizyon, yiyecek allerjileri ya da çok fazla şekerin sebebiyet verdiği bir durum değildir. Araştırmalar, DEHB vakalarının pek çoğunda genetik bileşen ve beyin temelli olduğunu göstermektedir. 7️⃣DEHB tedavisi çok yönlüdür. Tedaviler, ilaç, psikoterapi, davranış terapisi, eğitim ya da eğitsel destek yer almaktadır. ⚠️DEHB kimsenin suçu değildir! #doktorgeziyor #gezmeyipekseven #yollarinbuyusu #everydayinacountry #instahealth #health #sağlık #seyahat #travel #travelhealth #seyahatönerileri #seyahatinötesinde #instaadvice #instaday #dikkateksikliği #hiperaktivite
0 notes
alternatif-tip · 8 years
Link
Psikiyatrinin konusu olan ruh, dinin konusu olan ruhtan hayli farklıdır. “Ayrı şeylerdir” desek bile yeridir. Aslında psikiyatrik hastalıklar için Batılı yayınlarda "mental (yani akılla ilgili) bozukluklar" terimi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise psikoloji "ruh bilimi" değil, "nefis bilimi" adıyla anılmaktadır. Bu bir isimlendirme hatasıdır. İnsan beyninde düşünce, heyecan, öfke, uyku gibi fonksiyonları düzenleyen merkezler vardır. Bu merkezlerdeki biyokimyasal dengesizlikler, düşünce ve davranışta bazı bozulmalara yol açar ve sonuçta psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu süreci etkileyen faktörler arasında ise, doğuştan gelen genetik yatkınlık, çocuklukta alınan eğitim, çevre şartları ve kültürle ilgili unsurlar yer almaktadır. Peki ilaç kullanınca bu tip şikayetler hemen düzelir mi? Hemen değil tabii ki. Bazı özel durumlar dışında, bu rahatsızlıklarda kullandığımız ilaçların istenilen etkiyi göstermesi için 1-2 hafta geçmesi gerekir. Zira bu tip rahatsızlıklara yol açan beyindeki biyokimyasal dengesizliğin düzelip, dengenin yeniden kurulması, biraz zaman alır. Bu süre, hastanın durumuna göre on beş gün ile altı ay arasında değişir. Nadir bazı hastalıklarda ise iki-üç yılı da bulabilir. Ancak, ilaçları kullandığında kendini iyi hisseden kişi, eğer kendi kendine ilacı bırakırsa, hastalığı tekrar davet etmiş gibi olur. Bünyenin kendisini tam toparlaması için, hasta kendini iyi hissettikten sonra da ilaç tedavisinin doktorun önereceği bir süreyi kadar devam etmesi gerekir. Hastalık da, şifa da Allah'tandır, ilaç kullanmak şart mı? Dua etmek yetmez mi? Bu soruya Eyüp Peygamberi örnek vererek cevap bulabiliriz. Hz Eyüp (as) hastalığı Allah’tan bilmiş, şifa için de O'na dua etmişti ama ona "tamam, duan kabul oldu, şifa buldun" denmedi. "Ayağıyla yere vurması, oradan çıkan suyu içip onda yıkanması" emredildi ve Hz Eyüp de o su vasıtasıyla şifa buldu. (Not: Ayağıyla yere vurmanın egzersize, yerden çıkan suyu içmenin de şifalı sulara işaret olduğu söylenebilir). Madem ki sebepler dünyasında yaşıyoruz, nitekim hastalıklar da bazı sebepler vasıtası ile gelişiyor, şifa için de sebeplere baş vurmak lâzımdır. Hadiste de "Allah her derde bir derman yaratmıştır." buyuruluyor zaten. Ama Hz. Eyüp, doğal bir vesile ile kaynak suyu ile şifa bulmuş. İlaçlar ise suni? İlaçlar uzaydan gelmiyor ki? Dünyada bulunan maddelerden yapılıyor. Kimisi bir bitkiden, kimisi bir madenden, kimisi de bir bakteriden. Ama o tabii kaynaktan bulunan madde laboratuarlarda geliştiriliyor ve doz ayarlaması yapılıyor. Mesela acı düvelek tohumunun sinüzite iyi geldiği bilinir. "Bu tohumun suyu buruna bir-iki damla damlatılırsa iltihabı söker" denir. Fakat ondaki aktif madde o kadar yoğundur ki biraz fazla damlatırsanız çok aşırı bir etki yapar ve tehlikeli olabilir. Benim bir yakınım bu yüzden ölüm tehlikesi atlattı. Oysa ilaçların dozunu bünyeye göre ayarlamak çok kolaydır. Üstelik meselâ haşhaş da doğaldır ama zararlıdır ve alışkanlık yapabilir. Yine de ilaçların yan etkilerinden korkuyoruz, hem ya ilaç alışkanlık yaparsa? Aldığınız ilaçlar bazı yan etkiler gösterebilir tabii, ona bakarsanız aspirin gibi ağrı kesicilerin bile yan etkileri vardır ama, ilaç yan etkilerin pek azı tedaviyi kesmeyi gerektirecek kadar önemlidir. Yan etkiler olduğunda bunları doktorunuza haber verirseniz, o sizi bu konuda bilgilendirecek ve gerekirse doz veya ilaç değişikliği ile sorunu kolayca çözecektir. Ve bizim kullandığımız ilaçların sadece “yeşil reçete” ile verilen özel bir kısmı alışkanlık yapma riski taşır ve zaten ben prensip olarak bu tip ilaçları hiç kullanmam. Size önerdiğim ilaçlar, (tıpkı guatr ilacı, tansiyon ilacı gibi) tedavi edici ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar da bazen uykuyu artırabilir veya tersine, azaltabilir de. Bunu ayarlamak da mümkündür. Bu hastalıklar sadece ilaçla mı tedavi edilir? Tüm psikiyatrik rahatsızlıklarda iki temel tedavi biçimi vardır. 1. İlaç tedavisi 2. Psikoterapi. İlaç tedavisi hayli kolay bir yöntemdir ve hastaların çoğunda % 70-80 kadar bir düzelme sağlayabilir. Yani kişi bazen yimi günde sadece ilaç alarak, hastalanmadan önceki hâline dönebilir. Ama bu, adı üstünde, “hastalanmadan önceki hâl”dir. O duruma geri dönen kişinin bir süre sonra yeniden aynı rahatsızlığa yakalanması da mümkündür. O yüzden, gerçek ve kalıcı bir düzelme için, kişinin hayata bakış açısını değiştirmesi, yeni bir düşünce ve yaşama biçimi geliştirmesi gerekir ki, bu da ancak psikoterapi ile olabilir. Psikiyatriste gidene bazıları “deli” gözüyle bakıyorlar? Bilgisizlikten kaynaklanan yanlış bir düşüncedir bu. Oysa bize başvuranların % 80-90 gibi büyük bir çoğunluğu, çevremizdeki herkeste görülebilecek şikayetlerle gelirler. Meselâ moral bozukluğu, halsizlik, gerginlik, heyecan, vesvese, korku, utangaçlık, alkol alışkanlığı, sigara bağımlılığı, fazla yemek yeme, cinsel problemler veya uyku bozukluğu gibi. Bunların hangisi için “delilik” diyebiliriz ki? İnançlı insanların ruh hastası olmaması gerekir gibi geliyor. Sizce? Sorunuza şöyle bir karşı soru ile cevap vereyim: İnançlı insanlar şeker hastası olamaz mı? Tabii ki olur. Zira (az önce de söylediğim gibi) psikiyatrik rahatsızlıkların bazısı tamamen, bir kısmı da kısmen fizik bünyeden (yani sinir sistemindeki dengesizliklerden) kaynaklanmaktadır ve kişinin inanç ve hayat tarzı ile hiç bir alakası olmaksızın ortaya çıkabilmektedirler. Mesela Manik Depresif Hastalık, çoğunlukla herhangi bir görünür sebep olmadan, genellikle de mevsimlerle ilişkili olarak seyreden bir rahatsızlıktır ve ailesel geçiş gösterir. Aileden gelen yatkınlığı olan bir kişi dengeli yaşayan bir dindar da olsa manik eksitasyon geçirebilir. Ama şu var ki, kişinin hastalığı da sağlığı gibidir. Mesela ahlaksız bir kişi bu hastalığa yakalandığında ona buna sataşıp kavga eder, karşı cinse sarkıntılık eder de; ahlaklı bir insan taşkın bir şekilde çevredekilere öğüt vermekle, ölçüsüz biçimde yardım faaliyetlerinde koşuşturmakla hastalığını geçirebilir. Yine mesela beyindeki serotonin maddesinin metabolizmasında bozukluk olan bir kişi (bunun genetik temeli bile tesbit edilmiştir) düşünce biçimi ne olursa olsun depresyona yatkın olmaktadır. Ancak böyle bir hassasiyeti olan kişi, inancından destek alıyorsa depresyona bir başkasından çok daha fazla direnebilir. “İnançlı insanlar nasıl ruh hastası olabilir” sorusuna ikinci bir cevap da şöyle verilebilir: "Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder, yarım inanç da bazen hasta eder". Yarım inanç derken şunu kastediyorum: Mesela bir insan Allah'ı sadece yasaklayıcı ve cezalandırıcı sıfatları ile hatırlar, affedici, merhamet edici yönlerini hatırına getirmezse, küçük hatalarından dolayı bile kolaylıkla depresyona girebilir. Maalesef bizim toplumumuzda din eğitimi verenler (aileden başlamak üzere) daha çok "böyle giderseniz cehennemde cayır cayır yanarsınız" havasında olduğundan, dindarlarda kendini suçlamaya, vicdan azabına ve depresyona daha fazla meyil vardır bile diyebiliriz. Yine de, Peygamber (asv)'ın sünnetine uyarak yaşayanların ruhsal hastalıklara karşı fark etmeden aldığı tedbirler vardır. Mesela sabah erken kalkıp sonra yatmamak ve toplam olarak da az uyumak (ki dinimizde de tavsiye edilmektedir), depresyona % 70 oranında iyi gelmektedir. İskandinav ülkelerinde bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır ve 'uyku deprivasyonu' (tam veya kısmi olarak uykusuz bırakma) bir depresyon tedavisi olarak tıp literatüründe yer almaktadır. Oruç tutmanın ise gergin ve asabi bünyeleri yumuşattığı, birçok ruhsal hastalıkta kısmen düzelme sağladığı benim de çok gözlediğim bir gerçektir. Hatta çocuk hastalıkları dalında dünyadaki en geçerli kitap olan Nelson's Pediatrics'de sara (epilepsi) hastası çocuklarda az yeme ve belli gıdaları alma ile karakteristik bir gıda rejimi önerilmektedir. Bu özel rejim sonrası vücutta oluşan ketoasidoz halinin beyindeki düzensiz ve aşırı çalışan hücreleri baskıladığı, kontrol altına aldığı kabul edilmektedir. İlginç olan, oruç esnasında vücutta oluşan da yine ketoasidozdur. Zaten oruçlunun ağzındaki kokunun sebebi de budur. Yine sık sık suyla temas etmenin gerginliği, stresi azalttığı da bilinen bir gerçektir. Nitekim hırçın çocukların bol bol suyla oynamalarını hekimler de önerir. Veya panik atak dediğimiz aşırı heyecan hallerinde hastanın elini yüzünü soğuk suyla yıkaması da tavsiye edilmektedir, zira gerginliği azaltmaya yardımı olur. Hadislerde de "öfkelenince abdest alma”nın tavsiye edildiğini biliyor muydunuz peki? Bazıları da “kafayı ince işlere takma, fazla okuma, ölümü fazla düşünme” diyorlar. Hatta “falanca kişi dine çok daldı, tarikata filan girdi, sonra akıl hastası oldu, sen de fazla derine dalarsan üşütürsün” yorumları yapılıyor? Ne dersiniz? Hassasiyeti fazla, muvazenesi az, akıl hastalığına meyilli insanlar can havliyle dertlerine derman ararken "belki dini yaşantıda deva bulurum" diye o yöne meyledebilirler. Ama tabiatlarında var olan dengesizlik yüzünden bazen dini de çarpıtılmış olarak yaşar, faydalanamaz ve sonra da zaten “geliyorum” diyen hastalığa yakalanırlar. Ben Allah için değil de "şifa bulmak" için tarikata vs. giren birçok hasta tanıyorum, çoğu fayda görmedi. Psikoterapi nedir, biraz açıklar mısınız? Kısa bir tarif yaparsak; "kişinin duygusal çatışmalarını çözümleyen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi denilebilir". Yani diyebiliriz ki, kişinin hayatın anlamını kavramasını sağlayan, yıpratıcı olaylara karşı teselli veren, yapıcı davranış ve düşünce şekilleri geliştirmesini sağlayan, başka insanlara karşı tahammülünü, sevgisini, anlayışını artıran her türlü faaliyet, hatta dini bir sohbet dahi, terapi sayılabilir. Nitekim batıdaki psikoterapiler papazların günah çıkartma seanslarından ilham almıştır. Ölçülü olmak ve güvenilir kaynaklardan alınmak kaydı ile, dini eğitim bile hatırı sayılır bir terapi yerine geçebilir. Psikoterapi ise, her görüşmesi en az 40 dakika süren ve kişinin duygusal çatışmalarının gerçek sebeplerini bulup çözen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran bir süreçtir. Yani, kişiyi hastalanmadan önceki halinden de iyi bir duruma getirmeyi ve tabir yerinde ise “rahatsızlığın dallarını budamayı değil, kökünü kesmeyi” amaçlar. Hatta ciddi bir problem başlamadan önce uygulanırsa, muhtemel bir hastalığı, daha başlamadan önler. O yüzden bildiğiniz gibi Batı ülkelerinde hemen herkesin bir terapisti vardır. İhtiyaç duyanların bir psikiyatriste başvurmalarında utanılacak bir şey yoktur. Bence esas ayıp olan hatalarını, zayıflıklarını görmemek, kabul etmemek ve çare aramamaktır. Peki, hasta doktora tüm içindekileri anlatıp rahatlasa, doktor da onu dinleyip teselli verse, bu da bir terapi olmaz mı? Hayır. Bu dediğinizi berberiniz de yapabilir, komşunuz da. Ama bu şekilde bir “içini boşaltma”, geçici bir ferahlama dışında fayda vermez. Psikoterapi, ancak bu konuda uzmanlaşmış bir kişinin uygulayabileceği özel bir yöntemdir. İnsan kendi iradesi ile bu hastalıkları yenemez mi? Kişinin gayret göstermesi tabii ki çok önemlidir. Ancak bu gayreti nasıl ve nerede göstereceğini, ne gibi yöntemler kullanması gerektiğini, ancak bu işin uzmanı öğretebilir ona. Zaten terapide bizim yapmaya çalıştığımız da budur: Kişinin kendi ayakları üstünde durmayı ve hastalıkla baş etmeyi öğrenmesi. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
mantikutayr · 3 years
Photo
Tumblr media
kant’ın da dediği gibi, ‘’felsefe bir ilaç gibi etki etmelidir.’’ 
‘’başlangıçta ruhu koruyan ve iyi durumda olmasını amaç edinen, onunla hem teorik hem de terapötik olarak ilgilenen felsefeyken, latin orta çağda bu görev ruhu günahlarından arındıran din adamlarına ve 19. yüzyılın sonlarından itibaren de psikoloji / psikoterapiye geçmiştir.’’ 
‘‘hegel’de psikoloji henüz felsefenin bir parçası olarak ele alınmaktaydı. husserl’de ise fenomenoloji başlangıçta deskriptif psikoloji olarak tanımlanıyordu.’‘ 
“biz psikoterapistlerin aslında filozof veya felsefi doktor olmamız gerektiğini söylemeliyiz ya da aslında bunun farkına varmasak da zaten öyle olduğumuzu.”  c. g. Jung
..
‘’klinik felsefe diye bir şey olabilir mi?’’ sorusuna alper hasanoğlu yanıt bulmaya çalışıyor. 
çiğdem düşürken, makalesine ‘’felsefi psikoterapi nasıl uygulanır?’’ sorusunun cevabını boethius / felsefenin tesellisi ile yer veriyor. 
bergen coşkun, ‘felsefenin trajik iyimserliği’inde: ‘’trajiğin doğasına özgü çatışmayı ancak felsefi bir bakış açısı çözer.’’ diyor. 
...
‘’klinik felsefe’’de ayrıca bilgin saydam, chryssi sidiropoulou, haluk sunat, kemal sayar, özlem bayoğlu, kwm (bill) fuldord ve giovanni stangellini’nin makaleleri de bulunuyor. konu başlıklarını buraya tek tek yazmamın bi anlamı olduğunu düşünmüyorum. şunu söyleyebilirim, kitapta sadece felsefi psikoterapi dosyasına değil çok daha kapsamlı klinik, psikoloji, felsefe kavramlarına ve birbirleriyle ilişkilerini anlatan on makaleye yer verilmiş. 
6 notes · View notes
mantikutayr · 4 years
Photo
Tumblr media
psikoterapinin durumu ve logoterapinin konumu ile başlayan kitapta frankl, logoterapinin temelleri, logoterapinin uygulamalarını anlatıyor. 
anlam arayışı, psikoterapi ve din: bilinçdışındaki tanrı kitaplarından sonra viktor emil frankl’ın okuduğum üçüncü kitabı: anlam istenci. 
frankl, kuruduğu ‘’varoluşçu analiz / logoterapi‘‘ ekolü ‘‘viyanalı üçüncü psikoterapi ekolü’‘ olarak da bilinir. 
logos-terapi
λόγος (lógos),  yunancada duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğünün karşıt anlamı olan us ile kavrama anlamındadır. herakleitos'un varlık anlayışının temelinde yer alan ve başka bir dile çevrilemeyen logos sözcüğü söz, düşünme, akıl, oran, ölçü gibi çok anlamlı bir sözcüktür.*
frankl, logos’a ‘‘anlam’‘ anlamını yükleyerek psikoterapik bir metot geliştiriyor. anlam arayışı kitabında  ikinci dünya savaşı sırasında toplama kamplarında yaşadıklarını, kendi psikiyatrik öğretisi bağlamında okuyucuya sunuyor,  psikoterapi ve din: bilinçdışındaki tanrı kitabında ise  varoluş analizinin yapısı, tinsel bilinçdışı, vicdanın varoluş analizi, varoluş analiziyle rüya yorumu, vicdanın aşkınlığı, bilinçdışı dindarlık, psikoterapi ve din, logoterapi ve teoloji, tıbbi ruhsal danışmanlık, anlam organı, düşünmeden kendini ontolojik yolla yolla algılama gibi konuları işliyor. anlam istenci: logoterapinin temelleri, logoterapinin uygulamaları kitabında ise metodunu nasıl ve kimlere uygulanabileceğinden bahsediyor. 
onlarca kitabı var, ben 5-6 tanesine erişebildim, bu ay okumayı planladığım üç kitabı: hayatının anlamı ve psikoterapi, duyulamayan anlam çığlığı , yaşamak için bir nedeni olan. 
ali ayten’in psikoloji ve din  kitabında  william james, sigmund freud, carl gustav jung, erich fromm, abraham maslow, viktor frankl ‘ın din hakkındaki görüşlerini okudum.  frankl ‘ın  bilinçdışındaki tanrı’sından çok etkilendiğim. 
anlam istenci: logoterapinin temelleri, logoterapinin uygulamaları
‘‘..logoterapi şu üç kavrama dayanır: istenç özgürlüğü, anlam istenci, yaşamın anlamı. istenç özgürlüğü meselesi, adlerci psikolojinin temsil ettiği ‘güç istenci’ kavramından ve freudcu psikolojinin temzil ettiği ‘haz istenci’ kavramından farklı olarak tartışılmıştır. elbette güç istenci kavramı adler tarafından değil nietzsche tarafından icat edilen bir kavramdır ve freud’un haz ilkesine dayanan ‘haz istenci’ kavramı onun kendi kavramı değil bana air bir kavramdır. öte yandan haz ilkesi daha geniş bir kavramın; homeostasis ilkesinin ışığında görülmelidir. her iki kavramı da eleştirirken lohoterapinin güdüleme teorisini izah etmek durumundayız. yaşamın anlamı meselesi ise ‘ görecelik mi yoksa öznelcilik mi’‘ meselesiyle ilişkilidir. bu kitapta tartışılan logoterapi uygulamaları da aynı şekilde üç katmanlıdır. logoterapi en başta noojenik nevrozların tedavisi olarak uygulanabilir; ikinci olarak logoterapi, psikojenik nevrozların; yani kelimenin en anlaşıldık anlamıyla kastedilen nevrozların yöntemidir; logoterapi, üçüncü olarak, somatojenik nevrozların hatta genel olarak tüm somatojenik nevrozların hatta genel olarak tüm somatojenik nevrozların tedavi yönetemidir. görüldüğü üzere konunun bu şekilde bölümlere ayrılmasında insanın tüm veçheleri dikkate alınmıştır.’’ 
...
11 notes · View notes
mantikutayr · 4 years
Photo
Tumblr media
william james, sigmund freud, carl gustav jung, erich fromm, abraham maslow, viktor frankl
‘‘antropoloji ve sosyoloji bilimleriyle uğraşanlar, dine harici bir bakış açısıyla yaklaşmışlar ve onu bireyin ötesinde grup bağlamında değerlendirmişlerdir. psikologlar ise dahili bakış açısıyla dini, bireyin yaşadığı bir fenomen olarak ela almışlardır.’‘ 
william james - dinin ve tanrının faydası 
‘’din psikolojisinin kurucusu olarak kabul edilen  william james her şeyden önce din psikolojisinin emprik (deneye dayalı) bir disiplin olarak gelişmesi için gerekli temelleri atar. ‘’
‘‘bireysel tecrübe.’‘ 
‘’ona göre din ve dini tecrübe de bireye pratik bir fayda sağlıyorsa değerlidir ve anlamlıdır.’’
‘’süreç düşüncesi ve bilincin mahiyetine dair açıklamalarıyla psikolojiye katkılar sağlayan james’in bilinç ırmağı adını verdiği teori, hala etkisini sürdürmektedir. bu teoriye göre bilinç devamlı oluşum halinde olan bir yapıdır ve sürekli değişmektedir. bireyin bu durum ve düşünceyi aynı şekliyle tekrar yaşaması mümkün değildir.’’ 
Tumblr media
‘‘james, leuba’dan mülhem dinin devamlı var olan fonksiyonunu ifade etmek için iman evresi (faith-state) kavramını kullanır. iman evresi, bireyin canlanan yaşamsal güçlerinde var olan biyolojik ve psikolojik bir durumdur. hayatın devamını sağlayan, hayatta tat ve anlam veren duygusal bir durumdur’‘ 
sigmund freud - nevroz ve yanılsama olarak din 
‘’ psikanaliz ekolünün kurucusu olan  sigmund freud ‘’yahudi’’ kimliğinden hiç uzaklaşmadı, her zaman yahudi mistisizminin etkisi altında kaldı.’’
‘‘metafizik ve din üzerine kurulu bir felsefe yerine hayatın felsefesine inanan freud, yaşamın her zaman bilim ve araştırma yoluyla elde edilecek bilgiler üzerine kurulması gerektiğini savunmuştur.’‘ 
‘‘uygarlığın bedeli nevrozla ödenir.’‘ 
‘‘freud ‘‘obsessive actions and religious practies’‘ başlıklı makalesinde nevrozlu hastalar üzerine yaptığı gözlemlerden de yararlanarak, obsesif (saplantılı) davranışlar ile dini davranışlar(ritüeller) arasında bir benzerlik kurar ve dini ibadetlerin bir saplantı nevrozu olduğunu iddia eder.’‘ 
‘‘freud’a göre baba yerine ikame edilen totome tapınma, anma törenleri düzenleme gibi kuralları bulunan toteizm insanlığın ilk dinidir.’‘ 
dinin bir yanılsama olduğunu, bu yanılsamadan ancak bilim vasıtasıyla kurtulunabileceği görüşünü bir yanılsamanın geleceği isimli kitabında yer vermektedir.
‘‘insanın çaresizliği bitmediği için babaya ve tanrılara hala ihtiyaç duymaktadır.’‘ 
carl gustav jung - arketip olarak din ve tanrı 
analitik psikolojinin kurucusu olan jung dini psişik aktivitenin doğal bir boyutu olarak değerlendirmiştir.
tanrıyı insan için önemli bir unsur olarak gören jung, aşkın boyutuna değinmeksizin onu insani boyutla sınırlandırmaktadır. tanrı bireysel bir tecrübenin ürünüdür. birey tanrı’yı teolojik bir kavram olarak kabul etmez, tanrı bireysel bie tecrübenin ürünüdür ve kişi onu kendi zihninde hisseder. jung, tanrı’dan bahsettiğinde genellikle tanrısallık (godhead) vasfından çok tanrı imgesi (god-image) kavramını kullanmaktadr. çünkü dini tecrübede karşılaşılan tanrı-imgesidir. tanrısallık ise, insan tecrübesinin ve anlayışının ötesindedir ve psikoloji bu konuda bir şey söyleyemez.’’ 
‘‘aşkın bir tanrının varlığı konusunda ise jung, agnostiktir (bilinemezci). psişenin, dolayısıyla zihinsel tecrübenin ötesinde bir tanrısal varlığın mevcudiyetini ne inkar ne de kabul eder. ancak o tanrısal varlığa psişe içerisinde büyük bir yer verir ve onu nihai bir kuvvet olarak görür.’‘ 
‘‘tanrının bir arketip olduğunu öne sürer.’‘
‘‘tanrı arketipi de bilinçdışında gelir bilince ulaşarak bireyler üzerinde etki yapar ve kendini kabul ettirir. insan üzerinde iz bırakan ve onun davranışlarına yön veren bu arketipsel etki, kolektif bilinç dışından gelmektedir.’‘ 
Tumblr media
erich fromm - otoriter dine karşı hümaniter din 
ruh bilimine marksist-sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendir.
kendisini ‘’ateist bir mistik’’ olarak nitelemektedir. 
‘’o açık bir şekilde ‘insanın ötesinde ruhsal bir alanın’ ve ‘insan hayatının üzerinde bir tanrının olmadığını’ ifade eder.���‘ 
‘‘insan-din ilişkisini de değerlendire fromm’a göre insan için önemli olan, dine ya da tanrıya yönelmesi değil, sevgiyi yaşaması ve hakikati dşünmesidir. kişi bu şekilde yaşıyorsa hangi dine ya da hangi sembol sistemine inandığı önemli değildir. ona göre asıl erdem dindeki gibi itaat ve teslimiyet değil, kendini gerçekleştirmedir. tanrı ise insanın gerçekleşme sürecinde sahip olduğu güçlerin sembolüdür.’‘ 
‘‘tanrıya inanç, kişinin sahip olduğu tanrısal nitelikleri iç tecrübe yoluyla doğrulamadır. sürekli bir kendini yaratma sürecidir. bu yönelime bağlı iman, hümanist dinin nitelikleri arasında yer alır.’‘
‘‘ona göre gerçek bir dinde tanrı fikrine yer yoktur.’‘ 
‘‘din: bir grup tarafından paylaşılan ve o grubun bireylerine kendilerini adayabilecekleri bir hedef ve onlara ortak davranış biçimi sunan düşünce sistemidir.’‘ 
‘‘dini inancın insan türünün doğal bir özelliği olarak gören fromm, din vardır ya da yoktur ikileminden daha çok, dinin niteliğiyle ilgilenmekte ve ne tür bir din sorusuna cevap aramaktadır.’‘ 
abraham maslow - gerçek dindar: kendini gerçekleştiren birey 
insani psikolojinin ortaya çıkmasında katkıları bulunan maslow'un, kendi adını taşıyan bir teorisi vardır.
‘‘insanın ne olduğu değil ne olabileceği önemlidir.’‘ 
‘‘her insanın kendini gerçekleştirmeye yönelik doğuştan bir eğilimi vardır.’‘ 
‘‘her insanda doğuştan var olan bütünlük arzusu.’‘ 
doruk (peak) ve plato (plateau) deneyimler. 
‘‘maslow dini insan tabiatının doğal bir ürünü olarak görür. o din ve tanrı konusundaki görüşlerini gelende varlık değerleri, kendini gerçekleştirme ve doruk deneyimler bağlamında değerlendirir.’‘
‘‘bir ateistin yaptığı tarzda dini yorumlar. maslow ‘dinin evrenselliği’  görüşüne karşılık, ‘dini tecrübelerin evrenselliği’ görüşünü ileri sürmektedir. ona göre tanrı, tabiatın mucizelerinde tecrübe edildiği gibi, salt kozmik güzellik ve iyiliktir. böyle kişisel olmayan bir tanrı, tabiatın (aşkın) değildir. tanrı, bizi seven, gözetleyen ve bizim ibadet ettiğimiz bir varlık da değildir. tanrı, bizim korktuğumuz, işbirliği yaptığımız bir varlıktır.’‘ 
‘‘maslow hayatının sonlarına doğru, insanın farklı bir boyutundan söz eder. bu boyut insanın kozmosla bütünleştiği, aşkınlık boyutudur. ona göre insanda kaynağı ruhsal motivasyonlar olan aşkın gerçekleştirirm ihtiyacı vardır. bu ihtiyaç kendini gerçekleştirme ihtiyacından farklıdır. kendini aşan birey, hem kendini gerçekleştiren bireylerin özelliklerine sahip olur hem de varlığı aşarak evrenle bütünlük oluşturur. kendini aşmada kişi, doğadaki tanrısallık potansiyelini en güzel şekilde yaşar. dini tecrübeyi yoğun bir şekilde yaşayan bireyler, hayatı kutsallaştırır. maslow bu görüşleriyle psikoloji dünyası için yeni bir güce işaret eder. bu dördüncü güç olan transpersonel (benötesi) pikolojidir. maslow’a göre bu psikoloji insanın ruhsal yönü ve yetenekleri üzerinde durur.’‘ 
Tumblr media
viktor frankl - bilinçdışı tanrı ve bilinçdışı dindarlık 
psikoterapinin ‘’üçüncü viyana okulu" olarak da bilinen logoterapinin kurucusu.
Tumblr media
‘’anlam arayışı ve varoluşsal boşluk.’’
logoterapi ‘’logos’’ ve ‘’terapi’’ 
‘’anlam merkezli bir psikoterapi’‘
‘‘frankl din ve tanrıyla ilgili görüşlerini ortaya koyarken bilinçdışı (unconscious) kavramından yararlanır. insanın tabiatı gereği bağlandığı tanrıya bilinçdışıtanrı (unconscious) adını verir. doğal olarak böyle bir tanrı inancı sonuncunda, bilinçdışı dindarlık (unconscious religiousness) oluşturacaktır. frankl bu görüşleriyle hümanist psikologlara benzer görüşlere sahip olsa da tanrıyı ve dini arketiplerle sınırlayan jung ve içgüdülere indirgeyen freud’da ayrılmaktadır.’‘
‘’frankl, çocukça tasarlanmış, öfkeli bir tanrıyı yansıtan antropomorfik (tanrıyı insan suretinde düşünme) anlayışlar ve tanrı’nın bir yansıma olduğunu söyleyen görüşle ilgilenmez.’’
‘’ona göre semanın yeryüzünün üzerinde olduğu gibi tanrısal boyut da insani boyutun üzerinde ve ötesindedir. dolayısıyla insan, tanrısal boyuta ulaşamaz, bu yüzden tanrı bizim için gizlidir. ayrıca frankl’a göre tanrıyı görmemiz de mümkün değildir. çünkü ‘sahnedeki oyuncu seyirciyi görmek için değil, seyirciye görünmek için sahnededir.’ biz de bu hayat sahnesinde kendisine karşı sorumlu olduğumuz varlığı (tanrıyı) göremeyiz. tanrı ile doğrudan konuşmak da mümkün değildir. fakat duamız onunla olan konuşmamız olarak görülebilir.’’ 
9 notes · View notes
pdrneokur · 5 years
Photo
Tumblr media
PDR NE OKUR? | Irvin D. Yalom - Din ve Psikiyatri ° ° °✨Kitap Yalom’un Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’nü alırken yaptığı konuşma metnini içeriyor aslında. Yalom kendisine verilen bu ödüle ‘emin misiniz, ben ateistim’ diye şüpheyle yaklaşırken kendisine verilen cevap ‘dini meselelere kendinizi adadığınızı görüyoruz’ oluyor. Daha önce yazarın Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek adlı kitabını yorumlamış ve tavsiye etmiştim. O kitapta yer yer din ve psikiyatriden bahsediyordu ve yazarın bakış açısı oldukça hoşuma giymişti. Ki hemen bu kitaba sarıldım:) ✨Din ve psikiyatri/psikoloji ilgimi çeken iki ayrı alan. Fakat hiçbir zaman bu iki alanı bu derece yan yana düşünmemiştim. İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dini teselliye iter? ✨Aslında Yalom’un bastıra bastıra söylediği şey, hayattaki en önemli görevlerimizden birinin yaşamımızı destekleyecek sağlam bir amaç edinmemizdir. Ki Nikon Kazancakis’in de dediği gibi ölüme yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayalım. Ölüm kaygısı yaşanmamış hayat miktarıyla doğru orantılı ve bu bize geniş çerçeveden bakmamız için bir ipucu veriyor aslında? ✨Yalom, dini inançların her yerde olmasının sebebini varoluşsal kaygıya bağlıyor. Tanrıların bizi yaratmasından ziyade kendi rahatımız için tanrıları bizim yarattığımızı savunuyor. Ve ahlaki bir pusula için dine ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Öte yandan psikoterapi ve dinin görevlerinin(bir araya getirmek, birleştirmek veya isterseniz buna bağlantı diyelim) benzerliğini ortaya koyuyor. Oxford ingilizce sözlüğü din(religion) sözcüğünün köklerinden birinin bağlamak anlamına gelen re-ligare olduğunu söylüyor. Romalılar ise çeşitli bağları(aileye, ataya, devlete) ifade etmek için religare sözcüğünü kullanıyordu. #book #bookstagram #booklover #booklovers #bookaholic #kitap #kitapyurdu #kitapklubu #kitaponerisi #kimneokudu #kitaplayasamak #kubsbooks #kitapaşkı #picoftheday #kitapunya #kitaplarimizdan #kitapalıntıları #okudumokuyun #okuduklarım #okudumeyal #okumahalleri #pdr#ayraçsızokurlar #dinvepsikiyatri #irvinyalom #psikoloji #psikolojikitapları #psikolojikdanışmanlık https://www.instagram.com/p/B2PFqXzAJUa/?igshid=ljk0wkuqms7c
3 notes · View notes
alternatif-tip · 8 years
Link
Psikiyatrinin konusu olan ruh, dinin konusu olan ruhtan hayli farklıdır. “Ayrı şeylerdir” desek bile yeridir. Aslında psikiyatrik hastalıklar için Batılı yayınlarda "mental (yani akılla ilgili) bozukluklar" terimi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise psikoloji "ruh bilimi" değil, "nefis bilimi" adıyla anılmaktadır. Bu bir isimlendirme hatasıdır. İnsan beyninde düşünce, heyecan, öfke, uyku gibi fonksiyonları düzenleyen merkezler vardır. Bu merkezlerdeki biyokimyasal dengesizlikler, düşünce ve davranışta bazı bozulmalara yol açar ve sonuçta psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu süreci etkileyen faktörler arasında ise, doğuştan gelen genetik yatkınlık, çocuklukta alınan eğitim, çevre şartları ve kültürle ilgili unsurlar yer almaktadır. Peki ilaç kullanınca bu tip şikayetler hemen düzelir mi? Hemen değil tabii ki. Bazı özel durumlar dışında, bu rahatsızlıklarda kullandığımız ilaçların istenilen etkiyi göstermesi için 1-2 hafta geçmesi gerekir. Zira bu tip rahatsızlıklara yol açan beyindeki biyokimyasal dengesizliğin düzelip, dengenin yeniden kurulması, biraz zaman alır. Bu süre, hastanın durumuna göre on beş gün ile altı ay arasında değişir. Nadir bazı hastalıklarda ise iki-üç yılı da bulabilir. Ancak, ilaçları kullandığında kendini iyi hisseden kişi, eğer kendi kendine ilacı bırakırsa, hastalığı tekrar davet etmiş gibi olur. Bünyenin kendisini tam toparlaması için, hasta kendini iyi hissettikten sonra da ilaç tedavisinin doktorun önereceği bir süreyi kadar devam etmesi gerekir. Hastalık da, şifa da Allah'tandır, ilaç kullanmak şart mı? Dua etmek yetmez mi? Bu soruya Eyüp Peygamberi örnek vererek cevap bulabiliriz. Hz Eyüp (as) hastalığı Allah’tan bilmiş, şifa için de O'na dua etmişti ama ona "tamam, duan kabul oldu, şifa buldun" denmedi. "Ayağıyla yere vurması, oradan çıkan suyu içip onda yıkanması" emredildi ve Hz Eyüp de o su vasıtasıyla şifa buldu. (Not: Ayağıyla yere vurmanın egzersize, yerden çıkan suyu içmenin de şifalı sulara işaret olduğu söylenebilir). Madem ki sebepler dünyasında yaşıyoruz, nitekim hastalıklar da bazı sebepler vasıtası ile gelişiyor, şifa için de sebeplere baş vurmak lâzımdır. Hadiste de "Allah her derde bir derman yaratmıştır." buyuruluyor zaten. Ama Hz. Eyüp, doğal bir vesile ile kaynak suyu ile şifa bulmuş. İlaçlar ise suni? İlaçlar uzaydan gelmiyor ki? Dünyada bulunan maddelerden yapılıyor. Kimisi bir bitkiden, kimisi bir madenden, kimisi de bir bakteriden. Ama o tabii kaynaktan bulunan madde laboratuarlarda geliştiriliyor ve doz ayarlaması yapılıyor. Mesela acı düvelek tohumunun sinüzite iyi geldiği bilinir. "Bu tohumun suyu buruna bir-iki damla damlatılırsa iltihabı söker" denir. Fakat ondaki aktif madde o kadar yoğundur ki biraz fazla damlatırsanız çok aşırı bir etki yapar ve tehlikeli olabilir. Benim bir yakınım bu yüzden ölüm tehlikesi atlattı. Oysa ilaçların dozunu bünyeye göre ayarlamak çok kolaydır. Üstelik meselâ haşhaş da doğaldır ama zararlıdır ve alışkanlık yapabilir. Yine de ilaçların yan etkilerinden korkuyoruz, hem ya ilaç alışkanlık yaparsa? Aldığınız ilaçlar bazı yan etkiler gösterebilir tabii, ona bakarsanız aspirin gibi ağrı kesicilerin bile yan etkileri vardır ama, ilaç yan etkilerin pek azı tedaviyi kesmeyi gerektirecek kadar önemlidir. Yan etkiler olduğunda bunları doktorunuza haber verirseniz, o sizi bu konuda bilgilendirecek ve gerekirse doz veya ilaç değişikliği ile sorunu kolayca çözecektir. Ve bizim kullandığımız ilaçların sadece “yeşil reçete” ile verilen özel bir kısmı alışkanlık yapma riski taşır ve zaten ben prensip olarak bu tip ilaçları hiç kullanmam. Size önerdiğim ilaçlar, (tıpkı guatr ilacı, tansiyon ilacı gibi) tedavi edici ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar da bazen uykuyu artırabilir veya tersine, azaltabilir de. Bunu ayarlamak da mümkündür. Bu hastalıklar sadece ilaçla mı tedavi edilir? Tüm psikiyatrik rahatsızlıklarda iki temel tedavi biçimi vardır. 1. İlaç tedavisi 2. Psikoterapi. İlaç tedavisi hayli kolay bir yöntemdir ve hastaların çoğunda % 70-80 kadar bir düzelme sağlayabilir. Yani kişi bazen yimi günde sadece ilaç alarak, hastalanmadan önceki hâline dönebilir. Ama bu, adı üstünde, “hastalanmadan önceki hâl”dir. O duruma geri dönen kişinin bir süre sonra yeniden aynı rahatsızlığa yakalanması da mümkündür. O yüzden, gerçek ve kalıcı bir düzelme için, kişinin hayata bakış açısını değiştirmesi, yeni bir düşünce ve yaşama biçimi geliştirmesi gerekir ki, bu da ancak psikoterapi ile olabilir. Psikiyatriste gidene bazıları “deli” gözüyle bakıyorlar? Bilgisizlikten kaynaklanan yanlış bir düşüncedir bu. Oysa bize başvuranların % 80-90 gibi büyük bir çoğunluğu, çevremizdeki herkeste görülebilecek şikayetlerle gelirler. Meselâ moral bozukluğu, halsizlik, gerginlik, heyecan, vesvese, korku, utangaçlık, alkol alışkanlığı, sigara bağımlılığı, fazla yemek yeme, cinsel problemler veya uyku bozukluğu gibi. Bunların hangisi için “delilik” diyebiliriz ki? İnançlı insanların ruh hastası olmaması gerekir gibi geliyor. Sizce? Sorunuza şöyle bir karşı soru ile cevap vereyim: İnançlı insanlar şeker hastası olamaz mı? Tabii ki olur. Zira (az önce de söylediğim gibi) psikiyatrik rahatsızlıkların bazısı tamamen, bir kısmı da kısmen fizik bünyeden (yani sinir sistemindeki dengesizliklerden) kaynaklanmaktadır ve kişinin inanç ve hayat tarzı ile hiç bir alakası olmaksızın ortaya çıkabilmektedirler. Mesela Manik Depresif Hastalık, çoğunlukla herhangi bir görünür sebep olmadan, genellikle de mevsimlerle ilişkili olarak seyreden bir rahatsızlıktır ve ailesel geçiş gösterir. Aileden gelen yatkınlığı olan bir kişi dengeli yaşayan bir dindar da olsa manik eksitasyon geçirebilir. Ama şu var ki, kişinin hastalığı da sağlığı gibidir. Mesela ahlaksız bir kişi bu hastalığa yakalandığında ona buna sataşıp kavga eder, karşı cinse sarkıntılık eder de; ahlaklı bir insan taşkın bir şekilde çevredekilere öğüt vermekle, ölçüsüz biçimde yardım faaliyetlerinde koşuşturmakla hastalığını geçirebilir. Yine mesela beyindeki serotonin maddesinin metabolizmasında bozukluk olan bir kişi (bunun genetik temeli bile tesbit edilmiştir) düşünce biçimi ne olursa olsun depresyona yatkın olmaktadır. Ancak böyle bir hassasiyeti olan kişi, inancından destek alıyorsa depresyona bir başkasından çok daha fazla direnebilir. “İnançlı insanlar nasıl ruh hastası olabilir” sorusuna ikinci bir cevap da şöyle verilebilir: "Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder, yarım inanç da bazen hasta eder". Yarım inanç derken şunu kastediyorum: Mesela bir insan Allah'ı sadece yasaklayıcı ve cezalandırıcı sıfatları ile hatırlar, affedici, merhamet edici yönlerini hatırına getirmezse, küçük hatalarından dolayı bile kolaylıkla depresyona girebilir. Maalesef bizim toplumumuzda din eğitimi verenler (aileden başlamak üzere) daha çok "böyle giderseniz cehennemde cayır cayır yanarsınız" havasında olduğundan, dindarlarda kendini suçlamaya, vicdan azabına ve depresyona daha fazla meyil vardır bile diyebiliriz. Yine de, Peygamber (asv)'ın sünnetine uyarak yaşayanların ruhsal hastalıklara karşı fark etmeden aldığı tedbirler vardır. Mesela sabah erken kalkıp sonra yatmamak ve toplam olarak da az uyumak (ki dinimizde de tavsiye edilmektedir), depresyona % 70 oranında iyi gelmektedir. İskandinav ülkelerinde bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır ve 'uyku deprivasyonu' (tam veya kısmi olarak uykusuz bırakma) bir depresyon tedavisi olarak tıp literatüründe yer almaktadır. Oruç tutmanın ise gergin ve asabi bünyeleri yumuşattığı, birçok ruhsal hastalıkta kısmen düzelme sağladığı benim de çok gözlediğim bir gerçektir. Hatta çocuk hastalıkları dalında dünyadaki en geçerli kitap olan Nelson's Pediatrics'de sara (epilepsi) hastası çocuklarda az yeme ve belli gıdaları alma ile karakteristik bir gıda rejimi önerilmektedir. Bu özel rejim sonrası vücutta oluşan ketoasidoz halinin beyindeki düzensiz ve aşırı çalışan hücreleri baskıladığı, kontrol altına aldığı kabul edilmektedir. İlginç olan, oruç esnasında vücutta oluşan da yine ketoasidozdur. Zaten oruçlunun ağzındaki kokunun sebebi de budur. Yine sık sık suyla temas etmenin gerginliği, stresi azalttığı da bilinen bir gerçektir. Nitekim hırçın çocukların bol bol suyla oynamalarını hekimler de önerir. Veya panik atak dediğimiz aşırı heyecan hallerinde hastanın elini yüzünü soğuk suyla yıkaması da tavsiye edilmektedir, zira gerginliği azaltmaya yardımı olur. Hadislerde de "öfkelenince abdest alma”nın tavsiye edildiğini biliyor muydunuz peki? Bazıları da “kafayı ince işlere takma, fazla okuma, ölümü fazla düşünme” diyorlar. Hatta “falanca kişi dine çok daldı, tarikata filan girdi, sonra akıl hastası oldu, sen de fazla derine dalarsan üşütürsün” yorumları yapılıyor? Ne dersiniz? Hassasiyeti fazla, muvazenesi az, akıl hastalığına meyilli insanlar can havliyle dertlerine derman ararken "belki dini yaşantıda deva bulurum" diye o yöne meyledebilirler. Ama tabiatlarında var olan dengesizlik yüzünden bazen dini de çarpıtılmış olarak yaşar, faydalanamaz ve sonra da zaten “geliyorum” diyen hastalığa yakalanırlar. Ben Allah için değil de "şifa bulmak" için tarikata vs. giren birçok hasta tanıyorum, çoğu fayda görmedi. Psikoterapi nedir, biraz açıklar mısınız? Kısa bir tarif yaparsak; "kişinin duygusal çatışmalarını çözümleyen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi denilebilir". Yani diyebiliriz ki, kişinin hayatın anlamını kavramasını sağlayan, yıpratıcı olaylara karşı teselli veren, yapıcı davranış ve düşünce şekilleri geliştirmesini sağlayan, başka insanlara karşı tahammülünü, sevgisini, anlayışını artıran her türlü faaliyet, hatta dini bir sohbet dahi, terapi sayılabilir. Nitekim batıdaki psikoterapiler papazların günah çıkartma seanslarından ilham almıştır. Ölçülü olmak ve güvenilir kaynaklardan alınmak kaydı ile, dini eğitim bile hatırı sayılır bir terapi yerine geçebilir. Psikoterapi ise, her görüşmesi en az 40 dakika süren ve kişinin duygusal çatışmalarının gerçek sebeplerini bulup çözen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran bir süreçtir. Yani, kişiyi hastalanmadan önceki halinden de iyi bir duruma getirmeyi ve tabir yerinde ise “rahatsızlığın dallarını budamayı değil, kökünü kesmeyi” amaçlar. Hatta ciddi bir problem başlamadan önce uygulanırsa, muhtemel bir hastalığı, daha başlamadan önler. O yüzden bildiğiniz gibi Batı ülkelerinde hemen herkesin bir terapisti vardır. İhtiyaç duyanların bir psikiyatriste başvurmalarında utanılacak bir şey yoktur. Bence esas ayıp olan hatalarını, zayıflıklarını görmemek, kabul etmemek ve çare aramamaktır. Peki, hasta doktora tüm içindekileri anlatıp rahatlasa, doktor da onu dinleyip teselli verse, bu da bir terapi olmaz mı? Hayır. Bu dediğinizi berberiniz de yapabilir, komşunuz da. Ama bu şekilde bir “içini boşaltma”, geçici bir ferahlama dışında fayda vermez. Psikoterapi, ancak bu konuda uzmanlaşmış bir kişinin uygulayabileceği özel bir yöntemdir. İnsan kendi iradesi ile bu hastalıkları yenemez mi? Kişinin gayret göstermesi tabii ki çok önemlidir. Ancak bu gayreti nasıl ve nerede göstereceğini, ne gibi yöntemler kullanması gerektiğini, ancak bu işin uzmanı öğretebilir ona. Zaten terapide bizim yapmaya çalıştığımız da budur: Kişinin kendi ayakları üstünde durmayı ve hastalıkla baş etmeyi öğrenmesi. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years
Link
Psikiyatrinin konusu olan ruh, dinin konusu olan ruhtan hayli farklıdır. “Ayrı şeylerdir” desek bile yeridir. Aslında psikiyatrik hastalıklar için Batılı yayınlarda "mental (yani akılla ilgili) bozukluklar" terimi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise psikoloji "ruh bilimi" değil, "nefis bilimi" adıyla anılmaktadır. Bu bir isimlendirme hatasıdır. İnsan beyninde düşünce, heyecan, öfke, uyku gibi fonksiyonları düzenleyen merkezler vardır. Bu merkezlerdeki biyokimyasal dengesizlikler, düşünce ve davranışta bazı bozulmalara yol açar ve sonuçta psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu süreci etkileyen faktörler arasında ise, doğuştan gelen genetik yatkınlık, çocuklukta alınan eğitim, çevre şartları ve kültürle ilgili unsurlar yer almaktadır. Peki ilaç kullanınca bu tip şikayetler hemen düzelir mi? Hemen değil tabii ki. Bazı özel durumlar dışında, bu rahatsızlıklarda kullandığımız ilaçların istenilen etkiyi göstermesi için 1-2 hafta geçmesi gerekir. Zira bu tip rahatsızlıklara yol açan beyindeki biyokimyasal dengesizliğin düzelip, dengenin yeniden kurulması, biraz zaman alır. Bu süre, hastanın durumuna göre on beş gün ile altı ay arasında değişir. Nadir bazı hastalıklarda ise iki-üç yılı da bulabilir. Ancak, ilaçları kullandığında kendini iyi hisseden kişi, eğer kendi kendine ilacı bırakırsa, hastalığı tekrar davet etmiş gibi olur. Bünyenin kendisini tam toparlaması için, hasta kendini iyi hissettikten sonra da ilaç tedavisinin doktorun önereceği bir süreyi kadar devam etmesi gerekir. Hastalık da, şifa da Allah'tandır, ilaç kullanmak şart mı? Dua etmek yetmez mi? Bu soruya Eyüp Peygamberi örnek vererek cevap bulabiliriz. Hz Eyüp (as) hastalığı Allah’tan bilmiş, şifa için de O'na dua etmişti ama ona "tamam, duan kabul oldu, şifa buldun" denmedi. "Ayağıyla yere vurması, oradan çıkan suyu içip onda yıkanması" emredildi ve Hz Eyüp de o su vasıtasıyla şifa buldu. (Not: Ayağıyla yere vurmanın egzersize, yerden çıkan suyu içmenin de şifalı sulara işaret olduğu söylenebilir). Madem ki sebepler dünyasında yaşıyoruz, nitekim hastalıklar da bazı sebepler vasıtası ile gelişiyor, şifa için de sebeplere baş vurmak lâzımdır. Hadiste de "Allah her derde bir derman yaratmıştır." buyuruluyor zaten. Ama Hz. Eyüp, doğal bir vesile ile kaynak suyu ile şifa bulmuş. İlaçlar ise suni? İlaçlar uzaydan gelmiyor ki? Dünyada bulunan maddelerden yapılıyor. Kimisi bir bitkiden, kimisi bir madenden, kimisi de bir bakteriden. Ama o tabii kaynaktan bulunan madde laboratuarlarda geliştiriliyor ve doz ayarlaması yapılıyor. Mesela acı düvelek tohumunun sinüzite iyi geldiği bilinir. "Bu tohumun suyu buruna bir-iki damla damlatılırsa iltihabı söker" denir. Fakat ondaki aktif madde o kadar yoğundur ki biraz fazla damlatırsanız çok aşırı bir etki yapar ve tehlikeli olabilir. Benim bir yakınım bu yüzden ölüm tehlikesi atlattı. Oysa ilaçların dozunu bünyeye göre ayarlamak çok kolaydır. Üstelik meselâ haşhaş da doğaldır ama zararlıdır ve alışkanlık yapabilir. Yine de ilaçların yan etkilerinden korkuyoruz, hem ya ilaç alışkanlık yaparsa? Aldığınız ilaçlar bazı yan etkiler gösterebilir tabii, ona bakarsanız aspirin gibi ağrı kesicilerin bile yan etkileri vardır ama, ilaç yan etkilerin pek azı tedaviyi kesmeyi gerektirecek kadar önemlidir. Yan etkiler olduğunda bunları doktorunuza haber verirseniz, o sizi bu konuda bilgilendirecek ve gerekirse doz veya ilaç değişikliği ile sorunu kolayca çözecektir. Ve bizim kullandığımız ilaçların sadece “yeşil reçete” ile verilen özel bir kısmı alışkanlık yapma riski taşır ve zaten ben prensip olarak bu tip ilaçları hiç kullanmam. Size önerdiğim ilaçlar, (tıpkı guatr ilacı, tansiyon ilacı gibi) tedavi edici ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar da bazen uykuyu artırabilir veya tersine, azaltabilir de. Bunu ayarlamak da mümkündür. Bu hastalıklar sadece ilaçla mı tedavi edilir? Tüm psikiyatrik rahatsızlıklarda iki temel tedavi biçimi vardır. 1. İlaç tedavisi 2. Psikoterapi. İlaç tedavisi hayli kolay bir yöntemdir ve hastaların çoğunda % 70-80 kadar bir düzelme sağlayabilir. Yani kişi bazen yimi günde sadece ilaç alarak, hastalanmadan önceki hâline dönebilir. Ama bu, adı üstünde, “hastalanmadan önceki hâl”dir. O duruma geri dönen kişinin bir süre sonra yeniden aynı rahatsızlığa yakalanması da mümkündür. O yüzden, gerçek ve kalıcı bir düzelme için, kişinin hayata bakış açısını değiştirmesi, yeni bir düşünce ve yaşama biçimi geliştirmesi gerekir ki, bu da ancak psikoterapi ile olabilir. Psikiyatriste gidene bazıları “deli” gözüyle bakıyorlar? Bilgisizlikten kaynaklanan yanlış bir düşüncedir bu. Oysa bize başvuranların % 80-90 gibi büyük bir çoğunluğu, çevremizdeki herkeste görülebilecek şikayetlerle gelirler. Meselâ moral bozukluğu, halsizlik, gerginlik, heyecan, vesvese, korku, utangaçlık, alkol alışkanlığı, sigara bağımlılığı, fazla yemek yeme, cinsel problemler veya uyku bozukluğu gibi. Bunların hangisi için “delilik” diyebiliriz ki? İnançlı insanların ruh hastası olmaması gerekir gibi geliyor. Sizce? Sorunuza şöyle bir karşı soru ile cevap vereyim: İnançlı insanlar şeker hastası olamaz mı? Tabii ki olur. Zira (az önce de söylediğim gibi) psikiyatrik rahatsızlıkların bazısı tamamen, bir kısmı da kısmen fizik bünyeden (yani sinir sistemindeki dengesizliklerden) kaynaklanmaktadır ve kişinin inanç ve hayat tarzı ile hiç bir alakası olmaksızın ortaya çıkabilmektedirler. Mesela Manik Depresif Hastalık, çoğunlukla herhangi bir görünür sebep olmadan, genellikle de mevsimlerle ilişkili olarak seyreden bir rahatsızlıktır ve ailesel geçiş gösterir. Aileden gelen yatkınlığı olan bir kişi dengeli yaşayan bir dindar da olsa manik eksitasyon geçirebilir. Ama şu var ki, kişinin hastalığı da sağlığı gibidir. Mesela ahlaksız bir kişi bu hastalığa yakalandığında ona buna sataşıp kavga eder, karşı cinse sarkıntılık eder de; ahlaklı bir insan taşkın bir şekilde çevredekilere öğüt vermekle, ölçüsüz biçimde yardım faaliyetlerinde koşuşturmakla hastalığını geçirebilir. Yine mesela beyindeki serotonin maddesinin metabolizmasında bozukluk olan bir kişi (bunun genetik temeli bile tesbit edilmiştir) düşünce biçimi ne olursa olsun depresyona yatkın olmaktadır. Ancak böyle bir hassasiyeti olan kişi, inancından destek alıyorsa depresyona bir başkasından çok daha fazla direnebilir. “İnançlı insanlar nasıl ruh hastası olabilir” sorusuna ikinci bir cevap da şöyle verilebilir: "Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder, yarım inanç da bazen hasta eder". Yarım inanç derken şunu kastediyorum: Mesela bir insan Allah'ı sadece yasaklayıcı ve cezalandırıcı sıfatları ile hatırlar, affedici, merhamet edici yönlerini hatırına getirmezse, küçük hatalarından dolayı bile kolaylıkla depresyona girebilir. Maalesef bizim toplumumuzda din eğitimi verenler (aileden başlamak üzere) daha çok "böyle giderseniz cehennemde cayır cayır yanarsınız" havasında olduğundan, dindarlarda kendini suçlamaya, vicdan azabına ve depresyona daha fazla meyil vardır bile diyebiliriz. Yine de, Peygamber (asv)'ın sünnetine uyarak yaşayanların ruhsal hastalıklara karşı fark etmeden aldığı tedbirler vardır. Mesela sabah erken kalkıp sonra yatmamak ve toplam olarak da az uyumak (ki dinimizde de tavsiye edilmektedir), depresyona % 70 oranında iyi gelmektedir. İskandinav ülkelerinde bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır ve 'uyku deprivasyonu' (tam veya kısmi olarak uykusuz bırakma) bir depresyon tedavisi olarak tıp literatüründe yer almaktadır. Oruç tutmanın ise gergin ve asabi bünyeleri yumuşattığı, birçok ruhsal hastalıkta kısmen düzelme sağladığı benim de çok gözlediğim bir gerçektir. Hatta çocuk hastalıkları dalında dünyadaki en geçerli kitap olan Nelson's Pediatrics'de sara (epilepsi) hastası çocuklarda az yeme ve belli gıdaları alma ile karakteristik bir gıda rejimi önerilmektedir. Bu özel rejim sonrası vücutta oluşan ketoasidoz halinin beyindeki düzensiz ve aşırı çalışan hücreleri baskıladığı, kontrol altına aldığı kabul edilmektedir. İlginç olan, oruç esnasında vücutta oluşan da yine ketoasidozdur. Zaten oruçlunun ağzındaki kokunun sebebi de budur. Yine sık sık suyla temas etmenin gerginliği, stresi azalttığı da bilinen bir gerçektir. Nitekim hırçın çocukların bol bol suyla oynamalarını hekimler de önerir. Veya panik atak dediğimiz aşırı heyecan hallerinde hastanın elini yüzünü soğuk suyla yıkaması da tavsiye edilmektedir, zira gerginliği azaltmaya yardımı olur. Hadislerde de "öfkelenince abdest alma”nın tavsiye edildiğini biliyor muydunuz peki? Bazıları da “kafayı ince işlere takma, fazla okuma, ölümü fazla düşünme” diyorlar. Hatta “falanca kişi dine çok daldı, tarikata filan girdi, sonra akıl hastası oldu, sen de fazla derine dalarsan üşütürsün” yorumları yapılıyor? Ne dersiniz? Hassasiyeti fazla, muvazenesi az, akıl hastalığına meyilli insanlar can havliyle dertlerine derman ararken "belki dini yaşantıda deva bulurum" diye o yöne meyledebilirler. Ama tabiatlarında var olan dengesizlik yüzünden bazen dini de çarpıtılmış olarak yaşar, faydalanamaz ve sonra da zaten “geliyorum” diyen hastalığa yakalanırlar. Ben Allah için değil de "şifa bulmak" için tarikata vs. giren birçok hasta tanıyorum, çoğu fayda görmedi. Psikoterapi nedir, biraz açıklar mısınız? Kısa bir tarif yaparsak; "kişinin duygusal çatışmalarını çözümleyen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi denilebilir". Yani diyebiliriz ki, kişinin hayatın anlamını kavramasını sağlayan, yıpratıcı olaylara karşı teselli veren, yapıcı davranış ve düşünce şekilleri geliştirmesini sağlayan, başka insanlara karşı tahammülünü, sevgisini, anlayışını artıran her türlü faaliyet, hatta dini bir sohbet dahi, terapi sayılabilir. Nitekim batıdaki psikoterapiler papazların günah çıkartma seanslarından ilham almıştır. Ölçülü olmak ve güvenilir kaynaklardan alınmak kaydı ile, dini eğitim bile hatırı sayılır bir terapi yerine geçebilir. Psikoterapi ise, her görüşmesi en az 40 dakika süren ve kişinin duygusal çatışmalarının gerçek sebeplerini bulup çözen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran bir süreçtir. Yani, kişiyi hastalanmadan önceki halinden de iyi bir duruma getirmeyi ve tabir yerinde ise “rahatsızlığın dallarını budamayı değil, kökünü kesmeyi” amaçlar. Hatta ciddi bir problem başlamadan önce uygulanırsa, muhtemel bir hastalığı, daha başlamadan önler. O yüzden bildiğiniz gibi Batı ülkelerinde hemen herkesin bir terapisti vardır. İhtiyaç duyanların bir psikiyatriste başvurmalarında utanılacak bir şey yoktur. Bence esas ayıp olan hatalarını, zayıflıklarını görmemek, kabul etmemek ve çare aramamaktır. Peki, hasta doktora tüm içindekileri anlatıp rahatlasa, doktor da onu dinleyip teselli verse, bu da bir terapi olmaz mı? Hayır. Bu dediğinizi berberiniz de yapabilir, komşunuz da. Ama bu şekilde bir “içini boşaltma”, geçici bir ferahlama dışında fayda vermez. Psikoterapi, ancak bu konuda uzmanlaşmış bir kişinin uygulayabileceği özel bir yöntemdir. İnsan kendi iradesi ile bu hastalıkları yenemez mi? Kişinin gayret göstermesi tabii ki çok önemlidir. Ancak bu gayreti nasıl ve nerede göstereceğini, ne gibi yöntemler kullanması gerektiğini, ancak bu işin uzmanı öğretebilir ona. Zaten terapide bizim yapmaya çalıştığımız da budur: Kişinin kendi ayakları üstünde durmayı ve hastalıkla baş etmeyi öğrenmesi. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes