Tumgik
#oyun bozan film
Photo
Tumblr media
Sitemize "Oyunbozan Ralph 2 internet – Wreck It Ralph 2" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://kesintisizhdfilm.com/oyunbozan-ralph-2-internet-wreck-it-ralph-2/
0 notes
lancelotsir · 5 years
Text
SENEEE 2002-03 HIZLIYIZ O ZAMANLAR
Bilirsiniz teknolojinin bu kadar hayatımızın içinde olmadığı o dönemlerde bir sokak, mahalle kültürü vardı. Özellikle çocuklar, gençler için. Bunun ekmeğini yiyen son nesiliz belki de. Ben de o zamanlar fazlasıyla seviyorum bu mahalle arkadaşlığını, tüm gün dışarıda arkadaşlarla oyun oynayıp, dövüşmeyi. Ama tabi benim de hiç haz etmediğim bi mahalle arkadaşım var. Hem de aynı apartmandan komşum: Salih.
Salih benden 1 yaş küçük ve tam bir sünepe. Kendi başına bir vasfı olmayıp başkaları aracılığıyla ortamlara girip, sonra orda grubun iç huzurunu bozan tiplerden. Bu çocuk da bizim binaya sonradan taşınmış ve benim gereksiz fazla merhametli ve fedakar yanım sayesinde hiç emek sarfetmeden bütün çocuklarla tanışmış. Geçen her bir gün de ben bu çocuktan soğuyorum.
Nereye gitsem peşimde bitiyor, beni taklit ediyor, beni geçemediği oyunlarda mızıkçılık ve hile yapıyor, arkamdan konuşuyor. Sizin anlayacağınız vizyonsuzun teki. Ama işte komşumuz olması, ailelerimizin de yüzyüze bakıyor oluşu, ortak arkadaşlar yüzünden katlanıyorum. Zaten iş ciddiye binince de yılışıp kaçan bir çocuk.
Ballandıra ballandıra anlattığımıza göre sadede gelelim. İlkokulun ilk yılları. Okuma yazmayı da yeni öğrenmenin hevesiyle ben Salih’ e mektup yazmaya ve içimi dökmeye karar verdim. Bu kararı aldığımda Salih benim bi üst katımda, hemen hemen 6-7 metre mesafede, muhtemelen televizyonda çizgi film falan izliyodu. Ama işte çocukken bile uslanmaz bir duygusal ve efkar delisi olduğum için mektup yazmak istedim.
Aldım kalemi ve başladım yazmaya. “Sen ne kadar gerizekalı, aptal, mal, öküz, sümüklü, mızıkçı, dingil... bir insansın” temalı bir mektup. Ardından zarfım olmadığı için mektubu katladım, başka bir kağıdı üstüne bantladım, onun üstüne peçete, poşet, gazete... elime ne geçtiyse bantladım. Kitap gibi bi kalınlığı oldu. Sonra gittim ve 13 numaralı posta kutusuna attım.
Ertesi gündü galiba anneme gidip, anne ben Salih’ e mektup yazdım dedim. O da tabi haliyle şaşırıp ne yazdın dedi. “Ona bissürü küfür ettim, nefret ettiğimi söyledim, gerizekalı o” gibi bi açıklama yaptım. Annem tabi kızdı bayağı, dayak yemiş de olabilirim çok hatırlamıyorum. Benim tek düşündüğüm Salih’ in mektubu okuyup morarması.
Tabi maalesef hayat 7 yaşındayken de tıpkı şimdiki gibi planladığın şekilde gitmiyor. Annem o günlerde Salih’ in annesini benim saatli bombaya benzeyen mektubumu posta kutusundan alırken görmüş. Yanına gidip benim oğlanın şakası falan deyip okunmadan imha etmiş. Altı üstü içimi dökmek istemiştim. Sonra bu çocuk büyüyüp psikolojik danışman oluyor millet ona içini döküyor nerde adalet.
10 notes · View notes
mustafasalihbozok · 5 years
Text
Tumblr media
Atatürk’ün sandalına takılıp yüzen veletlerden biriydim
En çok fırça yediğim ve bir o kadar da keyif aldığım röportajlardan biriydi bu haftaki. Bütün ezberleri bozan, bunu sadece söyledikleriyle değil, hayatıyla da ortaya koyan, kendisini asla bir sanatçı olarak görmeyen dünya çapında bir sanatçıyla karşılıklı üç saat geçirdim. Değil üç saat, üç gün anlatsa yine nefes almadan dinlerdim. O yüzden de lafı hiç uzatmadan sözü ona, sanatın simyacısı Ara Usta’ya bırakıyorum...
Ara Abi sen kim bilir şimdi neler anlatacaksın da ben nereden başlayacağımı bilemiyorum...
- O zaman ne demeye gelip karşıma oturdun ulan!
Dakika 1 Gol 1! Ne soracağımı da unuttum. Bari gazetecilik ezberinden gidelim; çocukluğunuzdan başlarsak efendim.
- Bir yaz günüymüş, 16 Ağustos perşembe... Anamın sancıları tutmuş ve altıyı çeyrek geçe de ben doğmuşum. O günden bugüne kadar da yaşıyoruz işte.
Allah daha çok ömür versin. Anne babandan bahsedelim mi biraz?
- Babam aslen Şebinkarahisarlı, annemse İstanbullu. İkisi de Ermeni. Dedemin yalnız Kadıköy’de altı tane evi vardı, o yüzden annemlerin İstanbul’da tam nerede oturduğunu bilmiyorum.
Annen zengin bir ailenin kızı yani...
- Evet öyleydiler.
Peki ya baba tarafı?
- Baba tarafında kimse yoktu ki! 1915 Ermeni Tehciri sırasında sürüldükten sonra bir daha ailesinden haber alamamış. Kalmış mı adam yetim! Bizimkini yatılı Ermeni mektebine yollamışlar da o yüzden ölmemiş. O mektebe gitmese, bunu da öldüreceklerdi. Büyük facialar vardır bu memlekette! Allah’ın belası bir memleketti, ne zaman ne olacağı da belli değildi.
Neyse biz ülkeyi bırakıp babana geri dönelim...
- Eczane sahibi zengin bir herifti. Bakma o zamanlar zaten 4, bilemedin 5 eczane vardı İstanbul’da. Ayrıca öyle şimdiki gibi bakkaldan alışveriş eder misali “Bana bilmem ne ilacını ver” falan yoktu. İlaçlar dükkanın arkasında yapılırdı. Büyük kimyacıydı benimki. Eczacıbaşı’nın kurucusu Süleyman Ferit Bey de sınıf arkadaşıydı.
Eczacıbaşı sonradan aldı yürüdü ama...
- Babamın yanında çoluk çocuk gibi kalıyordu aslında. Fakat 1956’da Adnan Menderes kalkınma fonundan Türk sanayici ve eczacılara büyük yardımlar etti. İşte ondan sonra Eczacıbaşı da Eczacıbaşı oldu.
Nasıl bir ortam vardı evde?
- O zamanlar buradaki Ermeniler, Fransız aileleri gibi yaşardı. Entelektüel bir yapımız vardı. Her birimiz en az 2-3 lisan konuşurduk. Beni de en iyi mekteplerde okuttular hep.
Sen kaç lisan biliyorsun peki?
- Türkçe, Fransızca, İngilizce, Ermenice biliyorum. Gerisini saymayayım, s*ktir et.
SINIFTA KALMAYAN HERİF ADAM OLAMAZ
Seni sınıfta oturmuş öğretmeni dinleyen bir çocuk olarak hayal bile edemiyorum Ara Abi. Hakikaten nasıl bir öğrenciydin?
- Nasıl olacağım, haylazın tekiydim. 3 kere sınıfta kaldım. Zaten bana sorarsan, sınıfta kalmayan herif, adam olamaz. Hep bir korku vardır dersleri iyi olan öğrencilerde, o korkudan dolayı da sürekli çalışırlar.
Evdekiler ne diyordu senin bu adam olma “stratejine”?
- Sokaklarda serserilik yapmayayım diye babam ortaokulun sonunda İpek Film’de işe koydu. Sinema şirketlerinin patronu, İsmail Cem��in babası İhsan Bey eczaneden arkadaşıydı.
Ne iş yapıyordun film şirketinde?
- Ne yapacağım ulan? Verdikleri her işe koşuyordum.
Çekirdekten sinemacısın yani...
- Benden başka orada çalışan herkes sinemacı oldu ama benim macera yarım kaldı.
O niye?
- Yeni bir filmin fragmanını göstermek için onlarca insanı şirkete davet etmişlerdi. Gösterim sırasında odanın kapısını bir açtım, baktım her taraf yanıyor. Ama öyle böyle değil, çok büyük bir yangın çıkmıştı binada. İtfaiyenin damdan en son kurtardığı adam bendim. Anam üzüntüden şeker hastası oldu o gün. Babam da bir daha izin vermedi sinema yapmama.
Sen de “sinema olamazsa tiyatro yaparım” mı dedin?
- Muhsin Ertuğrul babamın arkadaşıydı zaten. Oyunlar için gerekli bütün makyaj malzemeleri bizim eczanede yapılırdı. Tiyatroyla hep ayrı bir bağım vardı. Her akşam piyesleri sahne arkasından izlerdim. Tahsilim de tiyatro üzerinedir zaten.
Oyun da yazmışsın duyduğum kadarıyla...
- Dokuz tane bir boka yaramaz piyes yazdım. Her şiir yazan kendini şair zanneder ya... Çocukça bir hevesti benimkisi, öyle çıkıp da oyun yazarıyım diyemem. Hikayeler falan da yazıyordum ayrıca. Hatta Ali İhsan Aygün takma adıyla Yeni İstanbul gazetesinin öykü yarışmasına katılmışlığım bile var.
Neden takma isim kullandın Ara Abi?
- Ermeni olduğumdan işin içine kamış koymasınlar diye, neden olacak? Ama kazandıktan sonra gittim dedim ki benim adım Ara Güler’dir.
1950’DE MUHABİR OLDUM 64 YILLIK MUHABİRİM’
Küçükken Atatürk’le tanıştığın doğru mu?
- Florya Köşkü’nün yanındaki halk plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de zaman zaman oraya gelir, denize girerdi. Atatürk’ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de bütün veletler toplanırdık. Daha küçücüğüz tabii, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile.
Sonra tanıştın mı bari?
- Ulan ne tanışması? Küçücüğüm diyorum, kafan mı basmıyor. Arkası kesik bir sandalı vardı. İşte ben de o sandalın arkasına takılıp yüzen veletlerden biriydim. Olay bundan ibaret!
Gelelim o zaman muhabirlik “virüsünü” kapmana!
- Sinema şirketi yanınca babam beni hikaye yazıyorum diye Yeni İstanbul Gazetesi’nde işe soktu. 1950’de muhabir oldum. Ondan sonra da boku yedim; işte bugüne kadar geldim.
6-7 Eylül Olayları sırasında muhabirdin öyleyse...
- Tabii, o günleri çok iyi hatırlıyorum. Yıl 1955. Halk Oyunlarını Yayma ve Yaşatma Kurumu vardı. Açıkhava Tiyatrosu’nda bir gösterileri olacaktı. Benim vazifem de gidip fotoğraflarını çekmekti. Neyse ben çıktım yola, İstiklal Caddesi’nde yürüyorum. Bir de ne göreyim? Camı çerçeveyi indiriyorlar her yerde.
Ne yaptın peki?
- Taksim Sineması’nın karşısında balkonu olan bir kahvehane vardı. Hemen oraya sığındım. Dışarıda o ona bağırıyor, camlar kırılıyor, tüm dükkanlar yağmalanıyor, anlayacağın tam bir kaos. Millet dükkanların vitrinlerinden içeri dalıp, yeni elbiseleri giyip çıkıyordu.
Kocaman herifler üç paltoyu birden üstlerine geçiriyorlardı. Soygun oldu, resmen soygun!
Tam bir rezillik...
- Mehmet Cemal’in anasının Gilda diye bir dükkanı var, süs eşyaları satılıyordu. Gittiğimizde “Cemal Paşa’nın dükkanıdır burası” diye engel olmaya çalışıyorlardı. “Gilda Türk değildir. Gilda ne demek?” diye başladılar yıkmaya. O zihniyet bugün olsa bütün Türkiye yıkılır, bir tane dükkan kalmaz çünkü gavur isminden geçilmiyor.
Aklın sizin eczanede kalmıştır...
- 6 Eylül öğleden sonra başlayıp 7 Eylül sabahına kadar süren olaylarda 73 kilise, 7 ayazma, 2 manastır, bir fabrika ile 5538 gayrimenkul tahrip edildi ama bu olayda Beyoğlu’nda tek dokunulmayan dükkan babamın dükkanıdır.
Şanslı adammış baban...
- Ne şanslısı ulan? Bizim eczaneyi ilkyardım kliniğine çevirmişlerdi de ondan yıkmamışlar. Yaralananların hepsi oradaymış. Bu da işlerine geldiği için dokunmamışlar. Yoksa etraftaki tüm dükkanları talan etmişler. İptidai bir memleketti burası, iptidai!
ADNAN MENDERES, O DÖNEM CANIMA OKUDU
Dönemin başbakanı Adnan Menderes’le çok vakit geçirmişsin...
- Sorma, Adnan Menderes benim canıma okumuştur o dönem.
Hayrola niye?
- İstimlaklar yapılırken devamlı yanında olmamı isterdi de ondan.
Sen pek istemediğin yerde duracak bir adama benzemiyorsun halbuki...
- O zamanlar Hayat Dergisi’nde çalışıyordum. Mecmua ilk çıkacağı zaman 100 bin satar diye hesap etmiştik. Ona göre kağıt stoğu yaptık, fakat 400 bin satınca boku yedik. Düşün bir, kağıt ta Macaristan’dan geliyor.
Yeni kağıt siparişi verseydiniz siz de...
- Ulan sen hangi dönemden bahsettiğimin farkında mısın? Matbaada baskı yapılacak kağıdın dağıtımı hükümete bağlıydı. İstedikleri haberleri basmayanlara kağıt mağıt vermiyorlardı. Biz de mecbur kalıyorduk bu p*zevenkin suyuna gitmeye. Beni sevdiği için Adnan
Menderes’e yağ çekme görevi de bana verilmişti. O yüzden her gittiği yerde peşindeydim.
O çalkantılı dönemde meslektaşlarının çoğu ya gözaltına alındı ya da hapse girdi. Senin var mı böyle bir tecrüben?
- Bu memleketin çalkantısız dönemi mi var sanki? 27 Mayıs İhtilali olduğunda gittim çektim, tankları falan... O sırada Time Life, Stern ve Paris Match’ın buradaki temsilcisiyim.
Hemen içeri aldılar tabii...
- Sorduğun suale cevap mı vereyim, yoksa sen mi anlatırsın?
Tamam hocam sustum, dinliyorum.
- Neyse ihtilal oldu, fotoğrafları çektim. Filmleri yıkamadan beş rulo hazırladım, yurtdışına göndermek için üzerine etiketlerini yapıştırdım. Filmleri gören gümrükçü “Abi her gün buradasın. Seni tanıyoruz. Ama bu tank resimlerini nasıl göndeririz? Bizim ağzımıza sıçarlar” dedi.
Sen ne yaptın peki?
- Ne yapacağım? Resimleri tasdik ettirmek için Radyoevi’ne gittim. Sonuçta her şey orada bitiyor. Kenan diye bir albay resimlere bakıp “Bunlar ne?” diye sordu. Ulan sanki p*zevenk bu memlekette yaşamıyor. Başladı beğenmediklerini atmaya. Aklı sıra bana sansür uyguluyor. “Hepsini atıyorsun, ben Time muhabiriyim. Adamlara kartpostal mı göndereyim? Sen istediğin kadar ihtilal yap, ben o resimleri göndermezsem, dünyanın hiçbir şeyden haberi olmaz” dedim, o da yanındakilere “Çok konuşuyor, alın şu ib*eyi” diye bağırdı.
Nereye götürdüler seni?
- Daha bir gün önce makineli tüfekle o radyoevini basan herifler, tutup kolumdan beni genel müdürün boş odasına götürdü. Kapının önüne de kaçmayayım diye bir er koydular. Arada gidip çocuğa “Bana sigara ver ulan” falan diyorum. Sabaha karşı aşağıdaki beni çağırdı, resimleri verdi, “S*ktir git” dedi.
Sonuçta yurtdışına yollayabildin fotoğrafları...
- Yolladım yollamasına da bu olay yüzünden Türkiye’deki ihtilal dünyada 24 saat “rötarlı” çıktı.
SOPHIA LOREN BENİ ARKADAŞI SANIP POZ VERDİ
Biraz havayı yumuşatalım... Fotoğrafını çektiğin en güzel kadın kimdi?
- Kesinlikle Antonella Rinaldi! Müthiş bir İtalyan hatundu.
Sophia Loren’den de mi güzeldi?
- Yahu bırak onu bunu, Antonella muazzamdı.
Sophia’yı da çektin ama değil mi?
- Hem de ne çekmek! 11 kere gittim Cannes Film Festivali’ne. Bir keresinde Sophia, kocası Carlo Ponti’yle gelecekmiş. Otelin önünde müthiş bir kalabalık, her taraf fotoğrafçı kaynıyor. Hiç ipimde değil, ben milyon kere çekmişim Sophia Loren’i... Ben o fotoğrafçıların arasına girmiyorum, lüks muhabirim randevuyla çalışıyorum anladın mı? Neyse “Kim bekler bunları?” deyip asansöre doğru yürüdüm. Arkamdan kim geldi dersin?
Albay Kenan mı?
- Zevzeklik etme. Bir baktım Sophia ve Carlo da asansöre doğru yürüyor. Hop ben de otel müşterisi gibi bindim arkalarından. Suratımı tanıyorlar ama kim olduğumu bilmiyorlar. Gazeteci olduğumu bilseler anında atarlar. Dokuzuncu katta indiler. Takibe devam ettim. Hep birlikte yürüyoruz, zannedersin aynı ailedeniz. Neyse süitlerine geldik, “Oh be patırtıdan kurtulduk” dediler. Makinemi bir kenara bıraktım, bunlarla sohbet etmeye başladım.
Sen, Carlo ve Sophia mı var sadece odada?
- Birkaç kişi daha vardı canım. Ben de aralarında kaynayıverdim işte. Baktım Sophia yatak odasına geçti. Ayakkabılarını çıkarttı rahat etmek için, yatağın üzerine oturdu. Hemen “Böyle birkaç kare resmini çekeyim mi senin” dedim, o da “Çeeek” dedi. Beni hâlâ arkadaşlarından biri zannediyor (gülüyor).
Ara istedi bir göz, Sophia verdi badem göz...
- Fotoğrafları çektim, İstanbul’a yolladım. Rezalete bakar mısın, gazete “Muhabirimiz Sophia Loren’in yatak odasında” diye manşet yapmış. Karıyı düzmüş gibi olduk iyi mi?
FOTOĞRAF ÇEKMEK İÇİN AKIL HASTANESİNE YATTIM
Her ünlü bu kadar kolay “Çeeek” dememiştir herhalde...
- Ne kolayı? Resim çekmek uğruna akıl hastanesinde bile yattım.
Neden, yaşadıkların yüzünden sinirlerin mi bozuldu?
- Yok ulan o kadar da değil! Ürdün Kralı Talal akıl hastanesinde yatıyordu. Adamın öyle bir karısı vardı ki, kafayı üşütmemesi işten bile değildi. Tüm dünya basını devrik kralın bir kare fotoğrafını çekmek için yarış halindeydi ama başaran yoktu. Neyse ben bunun resmini çekmek için hastaneye gittim. Tabii almıyorlar içeri. Başladım garip garip hareketler yapmaya, “Hastayım” falan demeye. Maksat hastaneye deli olarak girip fotoğraf çekebilmek!
Çekebildin mi bari?
- Gittiğimin ilk günü bana bir iğne yapmazlar mı, feleğim şaştı. Fotoğraf çekmeye teşebbüs edince Talal’in korumaları “Bir daha seni görürsek vururuz” dediler. O gece hastaneden kaçtım.
İçinde ukte kalmış, fotoğrafını çekemediğin başka kimler var?
- Bir tane çok zorlamama rağmen çekemediğim, bir de fırsat olmasına rağmen bile bile çekmediğim var.
Senin gibi adam fırsatını bulup deklanşöre basmaz mı?
- Pire gibi dolanarak dünyanın en cevval tipini yaratmış Charlie Chaplin’i felçli halde çekmek bana yakışmazdı da ondan. Chaplin, benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam... O zamanlar İsviçre’de bir şatoda yaşıyordu. Karısı da
Amerikalı ünlü tiyatro yazarı Eugene O’Neill’ın kızı Oona’ydı. Bunların şatosunun önünde 3 gün kar kıyamet demeden bekledim. Sonunda Oona donmamdan korkup, “Konuşursan konuş ama resim çekme” dedi.
E yine de çaktırmadan çekseydin, son fotoğrafları olurdu...
- Adam yürüyen iskemlede felçli resimlerini çektirip akıllarda böyle bir imaj bırakmak istemiyordu. Çünkü o da benim gibi elimdeki fotoğraf makinesinin acımaz olduğunu biliyordu.
Objektifinden kaçan diğer isim kimdi?
- Jean Paul Sartre! Tam ayağının altına alıp dövmelik, şımarık Fransız Rosif diye bir sekreteri vardı herifin. Gece sokakta görsem de karanlıkta benzetsem şu pezevengi diye içimden çok geçirdim ama yapmadım. Aslında kazığı şuradan yiyorsun; Türk olduğun için... Türk gazeteci olduğunu duyduklarında yarı yarıya kaybediyorsun. Bir de o it araya kamış koydu. Sonunda birkaç resmini çektim Sartre’ın ama kendisiyle konuşma fırsatım olmadı.
Sağlık olsun, sen de gidip koskoca Picasso’yu çektin!
- Ulan çektim ama çekene kadar neler çektim sen gel onu bana sor. Herkes adamı tanımak istiyor fakat bir o kadar da çekiniyor. Oğlu benim arkadaşımdı. Bir gün yemeğe davet etti, gittim. Masada muhabbet ederken “Babamla seni bir araya getirmemi istiyorsun ama o beni hiç sevmez” dedi.
Neden sevmezmiş?
- Yahu Picasso kaç çocuğu olduğunu bile bilmezdi. Mahallede herkese atlamış durmuş işte. Antika bir herif...
Sonunda nasıl kesişti peki yollarınız?
- Fotoğrafçılığını yaptığım Skira Yayınevi, Picasso’nun kitabını basacaktı. Patron da arkadaşım. “Beni yanında götürmezsen senin için ne bir fotoğraf çekerim ne de bir daha seninle konuşurum” dedim. Ev atmosferindeki fotoğrafları çekme görevini kaptım.
Tehditle ulaştın Picasso’ya yani...
- Gittim, üç gün evinde kaldım. Bir ara bana dönüp “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” demez mi! Düşünsene çağın en büyük ressamı Picasso beni çizecekti, ama herif 90 küsur yaşında ulan. Verdiği sözü beş dakika sonra unutur diye başladım etrafta boş kağıt aramaya. Her yere baktım, bir temiz sayfa bulamadım. En sonunda çektim kütüphanesinden bir kitap, açtım kapağını, uzattım Picasso’ya. İçimden de “Nasıl olsa sonra sayfayı yırtıp alırım” diye geçiriyorum.
Sözünü unutmadan, çizdi mi resmini?
- Çizdi tabii. İmzasını da attı. Türkiye’de bir tane orijinal Picasso vardır, o da benim evimde.
Kitabını geri verseydin bari adamın?
- Ulan sonra baktım kitap da antika. Sayfasını yırtmam imkansız. Onu da öylece alıp yanımda getirdim.
DALİ 10 DAKİKALIK POZ İÇİN 25 BİN DOLAR İSTEDİ
Ressamlarla devam edelim... Salvador Dali desem...
- Herif Dali değil bildiğin deli. O da az uğraştırmadı beni. İlk tanışmamız Paris Meurice Otel’de kaldığı süitte oldu. Kapısını çaldım, içeri girdim. Burun burunayız herifle. Öfkeli gözlerle bana baktı, “Niye fotoğrafımı çekmek istiyorsun?” diye sordu. Benden “Ünlü bir kişisiniz de ondan” cevabını aldıktan sonra şöyle bir baktı; “Peki. 10 dakika poz veririm ve 25 bin dolar isterim” dedi.
Pamuk eller cebe...
- “Yanımda nakit yok gidip alayım” diye ayrıldım otelden. Parayı bırak, istediğim gibi çekim yapmam için en az bir saat lazım. Neyse biz hem vakit hem de nakit konusunda pazarlığımızı yaptık. Tekrar gittim bunun yanına. Fakat herif yerinde durmuyor, zannedersin makineyle eskrim yapıyor.
Neymiş derdi?
- Dali günlük yaşamında da gerçeküstü öğelerin peşinde bir adamdı. Öyle bir hava yaratıyordu işte. Bir ay boyunca böyle uğraştırdı beni, sonunda “Ya dosdoğru çekeriz fotoğrafları ya da çeker giderim” dedim.
Dali’ye resti çektikten sonra ne oldu?
- Ertesi gün için söz verdi. Bir gittim, bu sefer odada üç Fransız gazeteci var. “Bunların gözü önünde çalışamam” dedim. Onları göndereceğine söz verdi.
Fotoğraf değil rest çekiyorsun adama...
- Bu aldı gazetecileri karşısına; “Katranın kimyasal formülünü bilir misiniz?” diye sordu. Ulan nereden bilsin adamlar? Neyse baktı hiçbirinden ses yok, Dali kendisi verdi formülü. Sonra da “Ben bastonumu bir kazan katranın içine soksam, o baston 25 bin dolar eder. Siz aynısını yapsanız, hepinize aptal derler. Anladınız mı?” dedi. Gazeteciler başlarını sallayınca da “İyi o zaman gidip yazın ne anladıysanız” diye adamları gönderdi. İşte ben de o gün Salvador Dali’nin fotoğraflarını çektim. Resimlerden birini de imzalattım. Herif ne kullandıysa 24 saat kurumadı attığı imza. Ee haydi artık keselim, yoruldum ulan!
Tamam tamam son bir soru... Genelde huysuz ve aksi bir izlenimin var.
- Enayiliğe kızıyorum da ondan. Herif enayi bir şey soruyor, azarlıyorum. O zaman da aksi olmuş oluyorum. Anladın mı? Bitti mi şimdi?
Yok devamı yarın... Senin hikayen bir güne sığmaz...
- (Gülüyor)...
Yarın...
Politikacı olmak bir şey mi? Olsana Picasso göreyim.
Nazım’ın birkaç resmini çekip pır oldum. Onu okumak bile suçtu.
İzzet Çapa.27.09.2014
7 notes · View notes
birabbas · 6 years
Text
ARAKÇILAR – AİLE OLMAK İÇİN AİLE OLMAK MI GEREKİR ?
Tumblr media
2004 yılında aşırı zengin Cannes seçkisi içerisinde, dönemin politik gündemi sayesinde Michael Moore’un, Fahrenheit 9/11 filmi Altın Palmiye’yi alırken Koreeda’nın Kimse Farketmiyor’u (Dare mo shiranai) o sene hak ettiği ödülü alamadı, Kimse Farketmiyor’dan 14 yıl sonra Koreeda yine bir aile draması ile geç gelen Altın Palmiye’sine, Arakçılar ile kavuştu. Bu hafta, Koreeda’nın 21. yy. devleti ve toplumu eksenindeki yeni filmini incelemeye çalışacağım.
Tumblr media
Arakçılar’daki aile, yazının başlığından da anlaşılacağı üzere kan bağı olmayan bir aile. Hikaye ise Osamu ve Shota’nın marketten yaptıkları hırsızlığın ertesinde ev yolunda, Yuri ile karşılaşmaları üzerine şekilleniyor. Daha sonrasında öğreneceğimiz üzere, Shota’yı yasal olmayan yollarla evlat edinen Osamu ve Nobuyo çifti, Yuri’nin haline dayanamayıp, onu da eve alıyorlar. Kimse Farketmiyor ve Bitmeyen Yürüyüş’te (Aruitemo aruitemo), anne ve babanın varlık-yokluk ve eksikliğine odaklanan Koreeda bu sefer ise aile kavramının neye göre doğru olup olamayacağına dair sorulara odaklanıyor. Bireyin verdiği kararların, yanlış olup olmadığı bir diğer soru, bunun cevabı ise seyirciye bırakılıyor. Biz seyirciler ise filmi kendi dünya doğrularımıza ve ideolojilerimize göre yorumlayarak izliyoruz. Basit olarak açıklarsak, hırsızlık kötü bir şey midir ? Mutsuz ve umursanmayan bir çocuğu alıp eve götürmek doğru mudur ? Bu iki soru dışında da aile, annelik her şey seyircinin tasarrufuna bırakılmış sorular filmdeki. Bu soruların dışında iç mekan ve perspektif filmin önemli bir alanı. Bir bahçenin ve eski bir göletin ortasındaki ev, filme sinematografik açılardan o kadar farklı pencereler sağlıyor ki; bir aile sonradan yaratılabilir mi, bu ev ile pekala yaratılabilir. Mekanın çeşitliliği ve derinliği, bütün karakterlerin ailedeki konumunu ve aynı zamanda bir aradalığı yakalamayı da başarıyor. Hem iç hem dış mekan çekimleri, bütünlüklü olarak Koreeda’nın bu açıdan zirvesi, diğer filmlerine nazaran filmin ekstra başarısında da bu etken. Ev kışın bir sığınak mutluluğu, yazın ise arzu ve oyun.
Tumblr media
Koreeda filmden çıkanların; bu devletin, sistemin hatası gibi söylemlerde bulunmasının hata olacağını savunuyor. Evet bu onu da içeren bir film ancak kendilerini böyle hissetmeye zorlamamaları da önemli diyor. Aslında buradan bu filmin bir portre ve dışarıdan bir gözlem halinde olduğunu unutmamak gerektiği ortaya çıkıyor. Bunun için Koreeda filmlerini izlemiş olmak önemli, Kimse Farketmiyor’da da küçük kardeşin ölümü ve Koreeda’nın bunu olabildiğince yalınlıkla zorlamadan işlemesi iyi bir örnekti. Belki de büyük fark bu sefer filmin Shota gibi bir isyancıya sahip olması, bulunduğu durumu kabullenmeyip çözmeye çalışan veya kurtulmaya çalışan bir çocuğun olması. Daha önce ki örneklerde ise tam tersi, olan durumu hiç değilse devam ettirmeye çalışan karakterler vardı. Yine Kimse Farketmiyor’da bir anne figürü eksikliği temelken, Arakçılar’da Nobuyo’nun anneliği filmin kendi içinde sorgulanıyor. Özellikle memurun Nobuyo’ya, anne olmak için doğurmak gerekir demesi ve ardından Nobuyo’nun tepkileri, Koreeda’nın kendini nerede konumlandırdığını da bize biraz gösteriyor. Ki şu zamana kadar, Koreeda’nın filmlerinde anne hep bir sorun olarak önümüzde, burda da Yuri’nin annesi bu konumda ancak Nobuyo örneği bu sefer Koreeda’yı kurtarıyor; buradan didaktik ve anne şöyle olmalı böyle olmalı gibi yorumlardan soyutlayan ve sevgiyi ön plana koyan bir Koreeda görüyoruz. En başından beri dediğim bu sonradan olan ailenin, mutluluğunu bozan devlet ise kriminalize ediliyor filmde. Koreeda bunu şu an ki hükümete veya devlete özel bir şey olmadığını söylüyor ki haklı da aslında ama bu filmin kendi içerisinde, karakterlerin belirli noktaya erişebilmeleri için de gerekli olduğu sonlarda anlaşılıyor.  
Tumblr media
Film pazarlanış noktasında, suç ailesi olarak pazarlanıyor olsa da, aslında filmin gerçekliği bu değil, Koreeda’nın temel sebebi de bu değil. Film Koreeda’nın yıllardır yaptığı geleneksel Japon ailesi ile yaptığı savaş noktasında bir doruk noktası. Temel de pragmatist sebeplerden doğan bu aile, neo-liberal bir ekonomide yaşama savaşı veriyor. Ve asıl nokta şu, gerçek aileleri ve bağı olan insanlardan ihanete uğramış bu 6 kişilik aile, Koreeda’nın filmlerindeki parçalanmış ve aileden hasar almış karakterlerin sonunda bir mutluluğu yakalayışı. O yüzden Koreeda’nın, modern bir Ozu olduğuna dair yapılan benzetmeleri de doğru bulmuyorum, evet ortak yanları var ama kaygıları ve teknikleri farklı. Koreeda’nın kendi filmografisinde, Arakçılar’ın edindiği konumu ise şuradan anlayabiliriz; aile, devlet güçlerine yakalandıktan sonra Yuri bir resim çiziyor, resimde denize gittikleri gün var yani bu kan bağı olmayan ailenin, aile konumuna eriştiği günü çiziyor. Yine de Koreeda filmin sonunda gerçekçi çizgiden ve kendi arayışının sonuçlandığı noktayı da şöyle çizmeyi başarıyor, Yuri kendini Osamu’nun onu bulduğu noktada annesinden yoksun bir şekilde oyun oynarken buluyor, Osamu Shota’nın peşinden koşuyor ve bütün karakterler, yine kendi yalnızlıkları içerisinde, eski günlere tutunmaya çalışıyorlar.
Anıl Boydağ
1 note · View note
ramunae · 6 years
Note
kanka hangi film o
Oyun bozan ralph 2 widbwidbwixb
1 note · View note
mavihayaller · 7 years
Text
Ortamda en küçük bendim, bu nedenle yine abur cubur alma görevi bana verilmişti. Dağ evine en yakın benzinlik 14 km uzaklıktaydı. Araba ile 20 dakikada gidip gelmiştim. Ben markette iken cigaralar sarılmış, tavana atılmış yani sağlamlığı kontrol edilmişti.
Dağ evinde benimle beraber 5 kişiydik;
Nusret Abi bilgisayar mühendisi, internet cafe sahibiydi. Hiç evlenmemişti- evlenememişti (!) fakat iki çocuğu vardı. Lakabı; Çürük Nusret. Bu lakabın askerlikle bir alakası yok, manen çürük bir adamdı kendisi.
Alıntı Seyfo, yani Seyfettin Demirbaş bizim ortamın vazgeçilmeziydi. Soyisminden de anlaşıldığı üzere… Kendisinin düşünüp bir cümle kurduğunu hatırlamam, devamlı film repliği ama devamlı. Zaten pek konuşkan bir adam da değildi Seyfo.
Mahir Abi, bahçıvandı. Aramızda en büyüğümüz.
Bir de ortamımızdaki tek kadın, 3.05 Feride. Lakabı şuradan gelme; yine takıldığı bir gece, mahallenin basketbol sahasına gidip, potaya tırmanmış. Çemberin üstünde sızmış. Mahalleli sabah kepenk demiriyle uyandırmış bunu. Lakabı ona ben taktım.
Biralar açılmıştı, aramızda sadece Seyfo içkiye karşıydı. Bu nedenle ona kola almıştım. Mahir Abi daima bir bira ileriden giderdi, nedeni ilk şişeyi tek nefeste içmeyi alışkanlık edinmesiydi. Daha çabuk sarhoş olduğunu ve bu yolla daha az para harcayıp, biradan kar ettiğini düşünürdü. Cigarayı da en büyüğümüz olan Mahir Abi yakmaya ve yakarken konuşmaya o başladı. Bizde ritüel, sigara kime döndüyse muhabbete o devam eder ve konu bütünlüğü olmaz. Bir nevi cigaralı terapi…Ve Mahir Abi daima aynı konuşmayı yapar, virgül-nokta şaşmaz;
- 57 yaşındayım. 17 senedir aynı günü yaşıyorum. Büyük oğlum Hakan, o da topraktan çok iyi anlardı bu arada babası gibi. Bizim köyde muhtarın düğününde, havaya ateş ederken yanlışlıkla kardeşini vurdu. Bir sene sonra aynı gün, kendini vurdu. Ondan da bir sene sonra, karım kendini vurdu. Diyorum ya aynı günü yaşıyorum diye, evdeki takvimde bir tane yaprak var; 7 Ağustos. Bana ailemi, mezarlarını, mezarların üstüne diktiğim gülleri, dikenleri, hayatımı, boktan hayatımı, siktir boktan hayatımı hatırlatıyor bana o takvim yaprağı her gün. Her sene 7 Ağustos'ta mezarlığa üç kere gidiyorum, tek seferde gidip üçüne de dua edebilirim mezarları yan yana… Ama olmaz; üçü için de ayrı ayrı yola çıkıyorum evden mezarlığa doğru. 57 yaşındayım, 7 Ağustos tarafından lanetlenmiş bir bahçıvanım.
Mahir Abi cigaradan iki duman peş peşe alıp, Feride'ye döndürdü. Feride cigarayı küllüğün üstünde bir-iki dakika soğutup tekrar ateşledi;
-Ya benim de sinirimi böyle hikayeler bozuyor. Seveni olan, yalnız olmayan, ya aileli ya bundan daha üst seviye var mı, aileli insanlar ölüyor. Ben yaşıyorum.
Feride iki duman çekip, cigarayı Nusret Abi'ye döndürdü. Nusret çok hızlı iki duman çaktı;
-Feride aptal aptal konuşma! Sen kendine yaşıyorum mu diyorsun? Biyolojik olarak 27 yaşındasın, kimliğini zamanında çıkarmamışlar bu nedenle kimlikte 25, soranlara 39 diyorsun; evde kalmış desinler sana bulaşmasınlar, ruhun Antik Yunan kadar eski, bedenin belediye tarafından yıkılacak yapılar listesini alındı. Sinirimizi bozan şeylerden bahsediyorsak, bu da benim sinirimi bozuyor; ölmek isteyen canlılar. Yemek yemek isteyince yemiyor musun Feride? Su içmek isteyince su içiyorsun. Yüksek kafa kovalıyorsun, bizimle takılıyorsun. Ölmek istiyorsun, siktir git öl. Ama yapamazsın. O senin bildiğin gibi bir şey değil….
Seyfo, Nusret Abi'nin kafasını tuttu;
-Nusret… Arap… Sen içme bokunu çıkarıyorsun.
Cigara bana dönmüştü, soğuması için küllüğe bıraktım;
-Abiler gerilmiyoruz. Biraları ortada bir görebilir miyim?
Herkes birasını tokuşturmak için ortaya getirmişti. Seyfo kutu kolayı…
-Ya abi bu kutu koladan ses çıkmıyor ya. Bir dakika bekleyin beni…
Seyfo kolayı, masanın üstünde bulunan bardağın içine döktü. Bardağı eline aldı. Hep beraber tokuşturduk elimizdekileri. Ben cigaradan dumanımı alıp, Mahir Abi'ye döndürdüm. Mahir Abi birasından bir yudum aldı;
-Tabii ki Nusret kardeşim haklı… Ölme meselesi bilmediğimiz tek şey. Yoksa… Ne işimiz var burada? Ya o değil de, bu evin sahibi kimdi Nusret?
-Abi benim cafeye gelen bir çocuğun ailesinin bu ev. Kiraladım ama ailesinin haberi yok antlaşmayı çocukla yaptım.
-Ne verdin çocuğa, paylaşalım.
-Yok Mahir Abi, 1 ay para vermeden oyun oynayacak piç. Paylaşılacak bir şey değil.
Mahir Abi, Feride'ye döndürdü. O sırada Seyfo tuvalete gitti;
-Eee basılırsak Nusret? Çocuğun ailesi falan gelirse ne olacak?
-Onu da çözdüm Feride, sen işine bak. Öyle bir şey olursa, çocuk haber verecek bize.
-Ya haber vermezse?
-Kafeye sokmam! 2.5 yıldır oynadığı kayıtlı oyunu var. Vallahi hayatı kararır.  Korkma sen. Kaynamadan alayım…
Feride, Nusret'e döndürdü. Nusret konuya dalmadan önce, cevabını bildiğim, hatta defalarca dinlediğim bir soru yönelttim;
-Nusret Abi… Bir şey soracağım. Senin Feride ile alıp veremediğin ne Allah aşkına? Neydi sizin hikayeniz?
-Ne hikayesi be aslanım… İnsanın bununla hikayesi mi olur?
-Ya anlat be abi.
-Biz bununla ilkokulu da, liseyi de, üniversiteyi de beraber okuduk. Çoğu insan bilmez, Feride bilgisayar mühendisidir. Lisede aşık olduk birbirimize.
-Niye ilkokulda olmadınız abi?
-Ona sor. Ben seviyordum zaten. 10 yaşındayken de seviyordum. Ama ben jöle kullanmaya lisede başladım. Ondandır…
-Öyle mi Feride?
-Hiç alakası yok.
-Neyse, Nusret abi devam…
-Üniversitede falan evlilik planları yapıyoruz, ben hemen askere gideceğim. Bu da o arada para biriktirecek falan. Ben bana kim ne kadar para gönderdiyse askerde, ki biliyorsun benim akrabalar sağlamdır, gelen bütün parayı Feride'ye gönderdim. Allah canımı alsın sigarayı bıraktım, tütüne başladım askerde. Fazla harcamamak için…
-Eee abi?
-Sonra askerlik bitti döndüm. Ne öğreneyim? Bu uyuşturucuya düşmüş. İşi de bırakmış, benim haberim yok. Üniversitede bir kız vardı Cihangirli, bunun da yakın arkadaşıydı. Onlarla falan takılmış 18 ay, ben yokken. Hayal et babacım,bana askerde aç kalmayayım diye para gönderiyorlar, ben de parayı buna evlilik için biriktirsin diye gönderiyorum. Bu da o parayla uyuşturucu alıyor. Ne yaparsın sen?
-Beni boşver abi… Sen ne yaptın?
-Bir şey yapamadım, ne yapacağım? Seviyorum şerefsizi. Yalvardım bırak şu uyuşturucuyu diye… Bu da bana yalvardı sen de başla diye… Bir gün çay bahçesinde oturuyoruz, bu harman… Bana şey dedi; “Ben uyuşturucu kullanmayan adamla yapamam.” İlk önce anlamadım, tekrar kurdu aynı cümleyi. Ben de “ben uyuşturucu içersem orospu çocuğuyum. Seç lan; ben mi, cigara mı?” dedim. Cigara dedi… Tamam dedim, kalktım masadan.
-Eee abi sonra nasıl başladın uyuşturucuya?
-Bundan ayrılınca. Dertten… İlk Mahir Abi içirdi. İçirdi dediğime bakma, ben zorladım. Yoksa hiç gönlü yoktu onun. Dimi Mahir Abi?
Mahir uzandığı koltuktan doğruldu;
-Aynen Nusretciğim. Yine vermeyecektim de; “Kendimi atarım.” dedin bana.  Ben de verdim… Sakinleşsin diye. Belli içi çürümüş, atar mı atar… Ama Feride kardeşime de söz hakkı doğdu. O da konuşmalı.
Feride'ye de cevabını defalarca dinlediğim soruyu sordum;
-Eee Feride… Neden?
Feride birasından biri yudum aldı. O arada Seyfo döndü tuvaletten, Nusret Abi girdi. Kalkarken de “Ben bunu dinlemem. Anlattıkları yalan.” dedi;
-Eskiden başlayayım… Öncelikle ben Nusret'i okula geldiğim ilk gün sevmeye başladım. 9 yaşındaydım sanırım. Ben İstanbul'a 3. sınıfta geldim. Geldiğim kasabanın okulunda beslenme saati diye bir şey yok, okula yiyecek bir şey götürmezdik biz. Saat 11'de ara verilirdi, herkes evine gidip yemek yer tekrar okula dönerdi. Neyse okula geldiğim ilk gün, 2. dersin teneffüsünde herkes beslenme çantasını çıkardı, bir şeyler yemeye başladı. Hayriye Öğretmen “yeni gelen arkadaşınızla yedikleriniz paylaşacaksın dimi?” dedi bütün sınıfa. Herkes bir şey getirmeye başladı. Helva, domates, kek, her şey geldi masaya…. Nusret geldi en son; muz koydu masaya. Çocuk olduk hepimiz… Muzunu biriyle paylaşmaz bir çocuk. Hatta ben ablam daha önce bitirsin diye yavaş yavaş yerdim evde. Oradan başladı benim Nusret'e ilgim… Ama çekingen bir çocuktum. Hiç belli etmedim. Hatta bilerek daha gıcık davrandım. Lisede büyüyünce farklı düşünmeye başladım tabii. Yani o jöle mevzusu yalan. Hatta hiç söylemedim ona ama jöleli saç Nusret'e hiç yakışmıyordu.
-Askerlik dönemine gel Feride.
-Dur az munchies…
Feride masanın üstündeki keklere yumuldu. O arada Seyfi beni dürttü;
-Lan munchies ne?
-Bisküvi Seyfo bisküvi.
Feride ağzını peçete ile silip devam etti;
-Başka birinden hamile kaldım.
Hikayeyi noktası noktasına biliyorduk. Ama daha önce bunu anlatmamıştım Feride. Mahir Abi ayaklandı;
-Ne dedin Feride?
-Otur abi otur. Daha önce farklı anlattım. Çünkü Nusret yanımızdaydı hep. İlk defa o yokken anlatıyorum bunu size; başka birinden hamile kaldım, kürtaj yaptırdım. Sonra bunu kafaya taktım, benim 1 ay hastanede yattığımı kimse bilmez. Herkes tatile gidiyorum dedim o dönem.
-Hatırlıyorum…
-Aynen abi. Nereye gidiyorsun falan diye sormuştun bana, meydanda karşılamıştık. O gün hastaneye yattım işte ben. Sonra uyuşturucuya başladım… Benim param vardı, Nusret'te gelen parayı yememin sebebi; beni terk etsin istiyordum. O etmedi… Devam etti. Yani ben Nusret beni terk etsin diye başka biri oldum. Mahir Abi sen yıllardır aynı günü yaşıyorsun ya hani, ben de başka birini yaşıyorum. Seni 7 Ağustos lanetlemiş ya beni de 7 Ağustos lanetledi. Nusret'i 7 Ağustos'ta aldattım. İşte böyle abi… Yoksa sikmişim cigarasını! Nusret “ben mi, cigara mı” diye soracak, ben de cigara mı diyeceğim. Siz buna nasıl inandınız ben de bunu pek anlamadım.
Herkes sessizdi. Mahir Abi'nin çaktırmadan göz yaşlarını sildiğini fark ettim. Ben sustum. Mahir Abi sustu. Feride sustu. Seyfo tek bir cümle kurdu;
-Karanlıktan korkuyorum patron, lütfen ışığı kapatma.
Nusret çıktı tuvaletten. Seyfo'ya yöneldi;
-Sana bir şey soracağım Seyfo; Sen benden önce sıçtın mı, yoksa çocuk mu doğurdun? Oğlum o ne lan? Gitmedi amına koyayım. Bir de başka problemimiz var, çocuk mesaj attı. Babası arkadaşlarıyla buraya geliyormuş. Çıkmamız lazım abi. Camları açsanıza Seyfo.
Seyfo ile ben camları açtık, masayı ve evi toparladık.
15 dakika sonunda evden çıktık. Arabanın başına geldiğimizde kimse arabanın anahtarını çıkarmadı. Mahir Abi bana sordu;
-Oğlum anahtar nerede?
-Abi bende değil. Siz almadınız mı?
-Yok ben almadım. Kimse almamış. Nerede söyle Seyfo getirsin.
-Seyfo şeye koydum; masada boş bir bardak vardı onun içine koydum.
-Hangi bardak, benim kola koyduğum mu???
82 notes · View notes
selindelioglu · 7 years
Text
Hepimiz Curtis’iz - Take Shelter, Bir Sanrı Gördüm Sanki...
Mud’la tanıyıp sevdiğim yönetmen Jeff Nichols’ın 2 numaralı filmi Take Shelter uzun süredir izlemek isteyip de “Ay tamam hadi bugün de izlemiyim sonra izlerim, şimdi şunu izliyim hihihih” diye elimden kaçırdığım bir filmdi. İstanbul’u sel götürüp, haber bültenlerinin Amerikan felaket filmlerinden fırlamış gibi dolular ve yangınlar gösterdiği bir gün istemsizce açıp izlediğim bir film oldu. O gün verdiğim en iyi karar olmuş, aferin bana! Tek kelimeyle aşık oldum. (İki oldu evet) Filme kol bacak girişiyorum, bolca spoiler var, aman diyim.
Tumblr media
Öncelikle filmin çok sağlam bir sistem eleştirisi yaptığını belirtmeliyim. Amerikan sağlık sisteminin sigortaya bel bağlaması, ekonominin mid-class için kaygan bir zeminde olması ve film içinde karakterlerin de dediği gibi “bu ekonomide yanlış bir hareket sonun olur!” şeklinde diken üstünde yaşamaları, adı üstüne normal normlarda yaşamayan herkesin toplumdan dışlanma ve yalnızlığa itilip ötekileştirilme korkusu, tv’yi açtıkları andan itibaren bilinçaltlarına her karede bir tehdit aşılanması. Hepimiz için geçerli bunların hepsi, sürekli bir korku imparatorluğu hükümdarlığında yaşadığımızı görmemiz - “onu yeme ağzın yamulur”, “bu domatesi yediğin an kansersin”, “şunu kullanan öldü”, “bunu koklayan bitti”, “kimseye güvenme, böbreğini çalar” gibi sonu gelmeyen tehdit ve kabuslarla her gün tüm gün cebelleşiyor olmamız gibi gibi gibiii filmin anlattığı şeyi destekleyen çok şey (!) var.
Jeff Nichols da bu durumu, modern hayatın en büyük salgının endişe olduğunu, bunun her gün hayatımıza zorla sokulan korkularla paranoyaklaştırılmamızla sağlandığını ve gerçekten kaybedecek şeyin oldukça ağırlığının ve tahribatının da daha çok olacağını söyleyerek açıklamış. Evliliğinin ilk yılında yazmaya başlamış bu filmi. İlk filmi Shotgun Stories’i çekmiş, eleştirmenlerce çok beğenilmiş, henüz evlenmiş evde mutluluk hakim, işi evi, ailesi yolunda giderken içine bir korku düşmüş: ya bunları kaybedersem korkusu.. Çok şeyiniz olduğunda daha çok endişe duyuyorsunuz diyor auteur. Endişe duyanlar bilir, endişe hiç uyumayan bir düşman gibidir. İnsanı içten içe yer bitirir. Zihninin bir köşesi hep bu konuya rezerve, normal bir hayat yaşarken hiç ummadığın anda mıhlar insanı olduğu yere. İşte bu endişe atakları arasında yazmış bu filmi ve biricik dostu, muse’u Michael Shannon’la bir kez daha ortak olmuşlar ki Michael sen bir şiir gibisin! Her ne kadar taş mı yesin tabi para lazım desem de gözlerim kanadı o şahaneyi Man of Steel’de Zod olarak görmekten. Zod’un haricinde boşu olmayan, ruh hastası rollerinin aranan şovalyesi adeta. Hele bu filmde o kadar şahane ki anlatılmaz, muhakkak izlenmeli. Ezber bozan paranoyak performansı bir yandan deli miyim’i sorgularken bir yandan deliysem diye acı çekiyor;  bir yandan da değilsem o zaman bunlar gerçek mi korkusunu, her şeyi o kadar muazzam ölçeklerde oynamış ki acısını, korkusunu, çaresizliğini iliklerinizde hissediyorsunuz. O sene Michael’a bir adaylık bile vermeyen Akademi’nin allah belasını versin e mi, pislikler.  Ah Michael ah..
Tumblr media
Senaryoya gelince, çok leziz bir suspense’i ve onu ustalıkla sündürmeden açan ve son ana kadar  suspense’ini  muhazafa ederek seyirciyi artık koltuğunda meraktan sabırsızlandıran bir hale geliyor. Şöyle bir şey..
Tumblr media
Türü gerilim yerine psikolojik dram olmalıydı zira sağlam gerilimli sahneler olmakla beraber asıl derdi dram filmin. Bu janr belirlemek adına bir meslek var mı bilmiyorum ama yoksa Amerika’da ciddi anlamda başlamalı. İzlediğim filmlerin yarısının türü yanlış listeleniyor. Ha Amerika öyle de Türkiye’de yok mu tip derseniz eğer Türkiye’de tür mü var ayol. %90 osuruklu komedi, %4 cinli korku, %6 n’olduğunun bile farkında pek olamamış dramımsı filmler. Neyse.. Take Shelter’a dönelim, yapı olarak kusursuza yakın bir senaryo bir o kadar da ince bir o kadar da şiir gibi bir yönetimle izlediğim en başarılı bağımsız sinema örnekleri arasında girdi ki bağımsız sinemaya tapan insanım. Bu benim için sağlam bir istatistik. Benim aşırı çok acaip önemli (hdsgfjhgdsjfgjhds) beğenimin yanı sıra  40′a yakın ödül toplamış ki helal diyorum herbirine.
Tumblr media
Psikanliz çıktığından beri herkes biraz deli, evet ama bazıları - hala - biraz daha deli. O delilerden birinin hikayesi bu, Curtis..
Curtis (Michael Shannon!) Ohio eyaletinde elleri toprakta çalışan, ailesini seven, iyi kalpli erdemli yiğido bir aile babasıdır. Pek tatlı karısı Sam (Jessica Chastain <3) ve sağır kızları tatlı Hannah ile huzurlu bir hayatları vardır. Filmin açılış sahnesi ki filmin en önemli iki yerinden biri (Diğeri finali elbette), Curtis’i devasa fırtına bulutlarına usul usul bakarken görürüz. Sonra yağmur başlar ama dökülen su değil, motor yağı gibi bir sıvıdır. Film o anda yakalar seyirciyi zaten.
Tumblr media
Bu bir rüyadır. Curtis bunu önce dikkate almaz ama sonradan şiddeti artan ve gerçekliği de şiddetiyle coşan rüyaların sonunda seçeneklerini ikiye düşürür;
1- Deliriyordur ki bu çok da olasıdır. Öğreniriz ki annesi tam da kendisinin şu an olduğu yaşta paranoyak şizofren tanısıyla enstitüye yatırılmıştır. Annesini ziyaret eder ve ona yaşadıklarını sorar. Amacı kendisi de aynı yolda mı öğrenmektir.
2- Bir diğer seçeneği de gerçekten bir fırtına yaklaşıyordur. Daha önce görülmemiş büyüklükte ve her şeyi yok edecek bir fırtına. 
Tumblr media
Filmlerde hasta olduğunu anlamayan anlasa da inkar eden pasif agresif, korkak karakterlerin aksine Curtis çok açık ve aktif bir karakter olarak ilk olarak gördüklerini başkalarının da görüp görmediğini sorgular. Görmediklerini anlayınca yaptığı ilk şey delirdiğinden şüphelenmek olur. Sizofreni hastalığını araştırır ama doktora gidecek parası yoktur. “Deliriyor da olabilirim ama delirmiyorsam ve dünya bir sona yaklaşıyorsa ailemi korumam lazım” mantığıyla harekete geçer. Günümüz aile babası figürünün hep altında ezildiği sorumluluk bu. Kiminin bunu yapamayacağını bildiği için hiç bulaşmadığı, kiminin bulaşmaması gerekirken bulaşıp sonunda ailesini yarı yolda bıraktığı, kiminin de Curtis gibi ailesine cidden kalpten bağlı ve onları koruyamayacak olmanın en büyük kabusu olduğu insanlar..
Tumblr media
Evinin önündeki dökülen sığınağı elden geçirmeye, içine erzak, oksijen maskesi gibi Nat Geo’nun Kıyameti Bekleyenler programındaki manyaklar gibi malzeme yığmaya başlar. Bu arada o programı her gördüğümde sığınakların devasalığı konusunda şok olmuşumdur. Adamın yaptığı yatırıma bak, dünyanın sonu gelirse diye bir heves para döküyor. Hayır bi de gerçekten dünya bitsin ve o sığınağı kullansın istiyor. Akıl almaz bir manyaklık seviyesi. Her sabah perdeyi açıp “Pfff bugün de kıyamet kopmadı god damn it!” diyorlar mıdır acaba? 
Tumblr media
Neyse dağılmadan devam edeyim, rüyalarında sadece fırtına değil, bununla beraber onlara zarar vermek isteyen belirsiz insan figürleri de görür. Kim olduklarını bilmez, zaten düşmanı da yoktur ama tam da Amerikalının the strugle is real dediği cinstendir rüyaları. Bu arada bir parantez açayım, inanılmaz başarılı rüyalar olmuş herbiri! Tıpkı Kartal Tibet’in Milyarder’indeki gibi ki en sevdiğim türk filmlerindendir- derin bir psikolojik inceleme yapar karakterleri üzerine. Milyarder’de de önce dışarıda yabancılardan şüphelenir bilinçaltında. Rüyalarında biletini çalmaya çalışıyorlardır. Sonra gitgide yakınlarına gelir sıra. Nihayet karısının da bileti çaldığını görür. Güvenecek kimse kalmadı derken en son kendini görür rüyasında. Kendinden biletini çalıp kendini boğuyordur. Paranoya kendini besleyip büyüten bir canavar. 
Tumblr media
Burda da buna benzer bir yoğunlaşma olur rüyalarında. Önce köpeğinin fırtınada kendisine saldırdığını görür. Köpeğini abisine vererek evden uzaklaştırır. Sonra beraber çalıştığı en yakın dostunun saldırdığını görür, onu da başka ekipe aldırarak kurtulmaya çalışırken olaylar karışır ve işinden olur. Sığınak için karısından gizli çektiği devasa krediyi de ödeyemecektir, kızının ameliyatını da.. Bu evde büyük bir krize sebep olur. En son karısını rüyasında kendisine saldırmak üzereyken görür. Curtis’in sadece psikolojik durumu değil, ekonomik, sosyal ve ailesel ilişkileri de mahvolmuştur. Süreç içinde karısı çok sevdiği kocasına tüm gücüyle destek olur ve ona her anlamda yardımcı olacağını ama onun da tedavi olması sözünü vermesini ister. 
Tumblr media
İkili anlaşır. Derken bir gece aile sirenlerle uyanır. Bir fırıtna geliyordur. Aile hızla sığınağa koşar ve geceyi orda geçirirler. 
Tumblr media
Seyircinin tam da “A-ha, adamım Curtis haklı çıktı huleyynn” naraları attığı andır bu. Derken sabah olur ve fırtınanın komşu evlerin verandalarındaki birkaç sandalyeyi uçurmaktan başka bir zarar vermediğini görürler. Curtis de artık kendisini dışlayan sosyal çevresi gibi delirdiğine emindir. Gittikleri psikiyatrist ailecek biraz zaman geçirmelerini, çünkü sonra Curtis’in çok ciddi bir tedaviye başlaması gerektiğini söyler. Curtis’in en korktuğu şey gerçek olmuştur: asla yalnız bırakmak istemediği ailesinden uzaklaşacaktır. Tıpkı delirip kendisini bırakan annesi gibi. Ailecek tatile çıkarlar. her şey - olabildiğince -  yolundadır. Baba-kız sahilde kumdan ev yapıp tam da üstüne su dökerken (!)  Curtis yine kabuslarındaki devasa fırtınayı - bu kez her zamankinden de büyük ve tüm görkemiyle -  karşısında görür. 
Tumblr media
Bir fark vardır: bu kez kızı ve karısı da aynı şeyi görüyordur.  
Tumblr media
Derken fade out ve film sonu! Yönetmenin yorumu seyirciye bırakmasında bir hınzırlık var: senin finali yorumlama eğilimin bir yerde olaylara yaklaşımını da gösteriyor. Ne kadar paranoyaksın? Yoksa gerçekçisin ve bunun bir fırtına olmadığını bir başka rüya olduğunu mu düşünüyorsun? Bu iki seçenek arasında vardığın karar senin ne ölçüde paranoyak olduğunun da göstergesi bir yerde. Tabi ben kendime yakışanı yaptım ve bunun gerçek bir fırtına olduğuna kanaat getirdim. Paylaşılmış psikotik bozukluk (Psikotik sanrılar gören kişilerle çok vakit geçiren kişilerin de zaman içinde bu sanrıların gerçek olduğunu sanabilmeleri durumu) olduğunu düşünmüyorum. Zira sahilde baba-kız kumda oyun oynarken fırtınayı ilk gören ve babasına gösteren sağır kızları Hannah’dır. Sağır olduğu için tüm film boyunca anne-baba arasındaki diyalogları asla duymamış ve babasının sanrılarından haberi yoktur. Kaldı ki anlayamayacak kadar da ufaktır. Bu bu seçeneği otamatikman eletiyor. Diğer bir seçenek de bütün olayın enstitüde tedavi olan Curtis’in zihninde olması ve o tatilin aslında hiç gerçekleşmemiş olması. Curtis bu yolla deliliğini kendine justify ediyor ve ailesiyle ortak bir paylaşım içine girmeye çalışıyor. Bu da bana kusura bakmasınlar ama çok “Bruce Willis aslında öllüymüş”ile “aslında hepsi rüyaymış” bir tutam da “fight club’ta jack ile tyler durden aynı kişiymiş” klasmanında geliyor, so nope. Zaten burdaki twist, burdaki ters köşe artık hasta olduğuna kendisinin de emin olduğu bir anda fırtınanın olması. Final sahnesini yaklaşık 2o kez izledim. Herbir mimiği, saniyeyi mercek altına aldım. “Sen de görüyor musun?!” oyunu ve “Görüyorum” oyunu o kadar bariz ki.. 
Ayrıca bu tedavi altındayken kafasında kurduğu bir şeyse psikiyatristle konuştukları sahnede psikiyatristten oraya gitmeme ihtimallerine yönelik bir şey duyardık. Açık kapı bırakırdı, illa point out etmesi de gerekmiyor. Bu şekilde “ben dedim oldu” minvali bir kılıfına uydurma çabası oluyor bunun başka bir sanrı olduğunu düşünmek. Bunun gerçek bir fırtına olması Curtis’in hasta olmadığı anlamına da gelmiyor. Amerikalı gibi gireyim lafa, ne derler bilirsin:  “paranoyak olman takip edilmediğin anlamına gelmez”
Çok sevdiğim Angels in America’nın yıllarca unutamadığım bir diyaloğuyla bitireyim. Emma Thompson’un oynadığı homeless karakter Meryl Streep’in oynadığı aşırı konservatif mormona söylüyordu, bence tüm dünyayı anlatıyor.
“In the new century, I think we will all be insane.”
4 notes · View notes
osmcab · 6 years
Text
Oyun Bozan - The Game Plan - HD
film izle - hd film izle - 1080p türkçe dublaj film izle https://www.iyifilmlerizle.com/oyun-bozan-the-game-plan-hd.html
Oyun Bozan - The Game Plan - HD
0 notes
53errewr-blog · 7 years
Text
Dwayne Johnson Kimdir?
Tumblr media
DWAYNE JOHNSON KİMDİR?
DOĞUM TARİHİ: 2 Mayıs 1972
DOĞUM YERİ: Hayward , CA, ABD
YAŞI: 45
BURCU: Boğa
BOYU ve KİLOSU:  196 cm., 119 kg. 
Hakkında
Dwayne Johnson, oyunculuk öncesinde uzun yıllar profesyonel güreş yapmıştır. 1996'dan 2004'e kadar WWF ve WWE'de yarışan güreşçi The Rock adıyla ününü kazanmıştır. Daha sonra, Herkül Özgürlük Savaşçısı (Hercules), San Andreas Fayı (San Andreas), Zor Kazanç (Pain & Gain), Diş Perisi (Tooth Fairy), Akıllı Ol (Get Smart),  Kıyamet Öyküleri (Southland Tales), Hızlı ve Öfkeli (The Fast ve The Furious) gibi filmlerde rol alarak popüler bir oyuncu haline gelmiştir.
Şöhret Öncesi
Üniversite’de Amerikan futbolu oynamıştır ve ardından Kanada Futbol Ligi'ndeki Calgary Stampeders'e katılmış ancak 1995 sezonunda ortasında kulüpten kovulmuştur.
Diğer Ayrıntılar
2002'de The Scorpion King adlı ilk filminde 5.5 milyon dolar kazanç sağlamıştır ve ilk kez rol alan bir oyuncunun aldığı en yüksek geliri elde ederek tüm zamanların rekorunu kırmıştır. 2016'nın oldukça başarılı animasyon filmlerinden olan Moana'da yarı tanrı karakter olan Maui’yi seslendirmiştir.
Aile Hayatı
, Sevgilisi
3 Mayıs 1997'de Dany Garcia ile evlenmiş ve 1 Haziran 2007'de dostane bir şekilde eşinden ayrılmıştır. Daha sonra Lauren Hashian ile çıkmaya başlamıştır. Dwayne Johnson ve Hashian'ın Jasminea adında bir kızı vardır ve Garcia ile olan ilişkisinden de Simone adında bir kızı bulunmaktadır.
Onunla İlişkili
2007 yapımı Oyun Bozan (The Game Plan)’da Madison Pettis, Dwayne Johnson’un kızını oynamıştır. Bu film, Dwayne Johnson’un ünlendiği ve ringlerde kullandığı ad olan The Rock adıyla yer aldığı son filmi olmuştur.  Dwayne Johnson yabancı erkek oyuncular, ABD doğumlu ünlüler, 2 mayıs doğumlu ünlüler ve boğa burcu ünlüler listesinde yer almaktadır. Dwayne Johnson hakkında başka bilgilere sahipseniz yorum yazarak içeriği geliştirmemize katkıda bulunabilirsiniz. 
0 notes
mysoulisloud · 5 years
Text
Emanet Gelin Özet
Bu kitabı bir film gibi okudum. Güzel ifadesiyle hem akılda kalıcı hem de sürükleyici oldu.
Tumblr media
Berçem, hikayenin ana kahramanıdır, ancak genç yaşta bir trafik kazasında ailesini kaybeden bir kızdır. Amcaya 14 yaşına kadar baktıktan sonra, Mardin'in az sayıdaki insanından Raber Ağa ona sahipti. Berçem'e kendi kızları Alaz kadar değer verdiler. Amcasını yurtdışına tıp eğitimi için gönderdiler.
Uzun bir süre sonra ağanın oğlu Ciwan, utangaç ve evlenmek isteyen Berçem'i sevdi. Ciwan'ı sevmese de ondan korkmasına rağmen, aileye saygılı olduğunu kabul etti. Düğün günü gelip kaşlarını çattığında, Ciwan kardeşi Barzan Ağa'nın kolundan kayıp ona vurduğunda öldü. Bu durum karşısında Berçem Gelin, geleneği vuran kişi ile evlenirdi ya da evlenmek için adamın kardeşiyle evlenirdi.
Berçem Gelin, Barzan ile evlendi ve İstanbul'a doğru yola çıktı. Barzan Newroz Yede (Anne), kendi isteğiyle İstanbul'da okuyan ve daha sonra kendi emeğiyle bir şirket kuran yakışıklı, zengin, büyük bir adam. Berçem'i kardeşinin güveni olarak gördüğünden ve ona aşık olmaktan korktuğu için ona çok kötülük yaptı. Berçem ilk başta bu kötülükler karşısında Barzan'dan korkmasına rağmen, gelecekte sert bir dil ile cevap vermeye başladı. Barzan her zaman bu keskin dilden şikayetçi oldu ve tüm sinirlerini Berçem'den çıkardı. Berçem, zamanla Barzan'ın Azat adında bir aşık olduğunu ve Barzan'ın onu israf edeceğini öğrenir. Elbette Berçem, ona kötülük yapar ve sevgilisi gözlerinin önünde flört ederse, bu adamla uzun süre evlenmek istemez. Ama ikisi de birbirlerinden nefret ettiler ve ne olacağını bilmeden kavga ettiler.
Kader bu çifte birçok şans tanıdı. Bu şansta Berçem, ona kötülük yapan adamın cazibesine ve Barzan, Berçem'in güzelliği ve benzerliğine yakalanır. Berçem, zamanla daha iyi hale gelmelerine rağmen, tüm güzel anları istemese de, evlenmeyi hayal eden bu iki sevgili arasında kara bir kedi olduğunu düşünüyor. Raber Aga ve eşi Hezal Yâde, birbirlerinden hoşlanmasına rağmen sürekli kavga eden bu çiftin aniden misafiridirler. Barzan'ın ne aldığını söylemediler, ama güzel bir evlilik yalanını kucaklamak zorunda kaldılar. Çünkü törende boşanma yok. Ve bu aile bu çiftten bir çocuk istiyor. Karı ve eşin güzel anlarını Barzan ve gelini sevgisiyle bozan Berçem'di. Barzan ise Berçem'e ailesine kızacak ve boşanacağını ve kardeşini vuran adamla evleneceğini söyledi. Berçem bu konuda çok üzgündü, ama kendini Barzan'ın arkadaşı Orhan'la bir oyunda buldu. Barzan'ı kıskanan bu oyun, sevgilisi Azra ile bozulmalarına neden oldu.
Bu fırsat karşısında daha iyi olurlar ve birbirlerini daha iyi tanırlar. Mutlulukları her geçen gün artar, ancak Azra kapıyı çaldığında mutlulukları sona erer. Bu ilişkide kendisini kara kedi olarak gören Berçem, Barzan Azra'nın peşine düştüğünde neredeyse yok ediliyor. Yeğeninin kötü koşullarda olduğunu öğrendikten sonra Afran Berçem'e gelir ve durumu tek tek açıklamasını söyler. Berçem amcanın yüzünü yerden ayrılma ve Barzan'dan ayrılma düşüncesiyle ağlayarak söyler. Açıkladığı gibi, Raber Ağa konuşmaları duyar. Barzan eve geldiğinde iki adam tüm nefretlerini kustular. Berçem'i alacaklarını, boşanacaklarını söylüyorlar. Bu durum karşısında, Barzan karısını sevgilisine vermemede ısrar etse de, bunu önleyemez.
Kaderi kötü yazılmış Berçem Gelin, memleketi Mardin'e döner. Ancak Barzanl'dan ayrıldığından beri kocasını özlediğinin farkındaydı. Uzun bir süre sonra Barzan, sevgili karısını kaçırır ve zor bir konumda olsa bile çiftliğe götürür. Birbirlerine olan sevgileri zamanla artar. Ancak yine mutlu olan Berçem, çiftlik evinde evlenmek üzere adamı öldüren Miran'la tanıştığında mutsuz olur. Bu olayı kocasından saklıyor. Bu süreçte her zaman bu çiftin yanında olan Orhan ve eşi Ömür ziyaretlerine gelirler. Berçem Miran, birbirleriyle çok iyi geçinirken olayı unutur. Fakat Raber Ağa ve deli olan Afran Bey bu çifti ve misafirlerini bastı. Berçem Gelin, Barzan ve amcası arasındaki çatışmayı zar zor takip etse de, "Barzan'la kalacağım" sözcüğü ağzından çıkar. Bu durum karşısında amcası hiçbir şey söylemeden uzaklaşır.
Amcası hiçbir şey söylemese ve Berçem'i sıkıntılı hale getirmesine rağmen, şimdiki yaşamından memnun. Ertesi gün, en sevdiği kız kardeşi ve küçük arkadaşının çiftlikte olduğunu öğrenen Azra geliyor. 3 kadın birçok konuda konuşuyor ve zaman harcıyor. Ancak Ömür'ün çocuğundan Barzan'ın tehlikede olduğunu öğrenirler. Benim bere sevdiği adam için fırlatır. Toplanan kalabalık onu engelliyor.
Barzan en yakın arkadaşı Orhan'ı memleketinde gezerken, aniden çiftliğe telefonla yola çıkar. Çiftliğin bahçesinde duran Miran'a seslenir ve silahlar çekilir. Çünkü Miran Ciwan'ı öldürdü çünkü benim dulüm düello sebebiydi. Mardin'in az sayıdaki insanından biri olan iki adam, birbirini tehdit eden iki adamı rahatsız ediyor. Sevdiği ve korktuğu kadına giden Barzan, karısını yatıştırmak için her şeyi yapar. Yalancı çift birbirlerine sevdiklerini söyler. 
Siz değerli okuyucalara tek söyleceğim şey Kitabı okurken yaşayacaksınız :)
0 notes
timescape02 · 6 years
Link
Tumblr media
0 notes
istandistmag · 6 years
Text
Yeni, Süper Güçlü Galaxy Note9: Her Şeyi Aynı Anda İsteyenler İçin
Galaxy Note9, uzun saatler yetecek pil gücü, yeni yetenekler kazanmış S Pen’i ve akıllı kamerasıyla hayatınıza eşlik etmek için geliyor
NEW YORK – 9 Ağustos 2018 – Samsung Electronics bugün üst segment Note serisinin yeni üyesi Galaxy Note9’un duyurusunu yaptı. Note serisi, Samsung’un devrimsel inovasyonlarını kullanıcıyla buluşturmasıyla biliniyor. Galaxy Note9 da üstün performansı sunması, ilk kez uzaktan kontrol özelliğiyle gelen yeni S Pen’i ve Samsung’un bugüne kadar geliştirmiş olduğu en akıllı kamerasıyla bu geleneği devam ettiriyor.
Samsung Electronics Türkiye Başkanı DH Kim, New York ile aynı anda gerçekleştirilen Türkiye lansmanı sırasında yeni Galaxy Note9 için şunları söyledi; “Galaxy Note9, akıllı telefonlarından yüksek beklentileri olan kullanıcılarının istediği ve ihtiyaç duyduğu üst düzey performans ve karşılamak üzere tasarlandı. Biliyoruz ki Note’u tercih edenler, çalışırken ve eğlenirken en fazlasını almak için tüm özellikleri bir arada istiyor. Galaxy Note9 da bu kullanıcılarımızın yoğun iş temposuna ayak uydurabilecek süper güçlü telefon.”
Günlük hayatınıza ayak uyduracak performans
İnsanlar gün boyunca yaptıkları hemen her işte akıllı telefonlarına güveniyor. Priz arama ihtiyacı hissetmeden uzun süre kullanım sunacak, yeni çekilen bir videonun kaydedilmesi için eski videoları silmek zorunda bırakmayacak, yolculuğa çıkmadan önce izlenmek istenen filmin yüklenmesini uzun süre bekletmeyecek ve oyunlarda takılmayacak bir telefon istiyorlar.
Kısacası beklentilerini boşa çıkarmayacak bir telefona ihtiyaç duyuyorlar ve Galaxy Note9 da tam olarak bunu sağlıyor.
Uzun Saatler Yetecek Pil: Galaxy Note9 uzun saatler yetecek pil performansıyla uzun saatler boyunca konuşmak, yazmak, oyun oynamak ve film izlemek mümkün. Galaxy Note9, 4.000 mAh bataryası ile Samsung’un amiral gemisi Galaxy telefonlarında şimdiye kadar kullanılanlar en büyük pil kapasitesine sahip.
Daha Çok Sakla, Daha Az Sil: Galaxy Note9 128GB ve 512GB olmak üzere iki farklı dahili depolama alanı seçeneğiyle geliyor. Ayrıca microSD kart takılarak 1TB’a arttırılabilen depolama kapasitesi sayesinde Galaxy Note9 , kullanıcılarına sevdikleri fotoğraflar, videolar ve uygulamalar için yeterli depolama alanı sunuyor.
Hız ve Güç: Galaxy Note9 son teknoloji ürünü 10nm işlemcisi ve yerel şebekenin sunduğu kapasite çerçevesinde, dünya üzerindeki en hızlı şebekelere (saniyede 1.2 Gigabit’e kadar), uygun olması sayesinde hiçbir yavaşlama olmadan istenilen canlı yayını izleme ve yüklemeyi yapma imkanı veriyor. Galaxy Note9 ayrıca daha güçlü ve aynı zamanda istikrarlı bir performans sağlamak için Samsung tarafından geliştirilen, sektörün öncüsü konumundaki Su-Karbon Soğutma sistemini ve cihazla tümleşik Yapay Zekâ temelli performans ayarlama algoritmasını da içeriyor.
S Pen’in Evrimi
Note serisinin farklılaştırıcı özelliği haline gelen S Pen bir yazma ve çizme aracı olmanın ötesine geçip; kullanıcısına yeni güç ve kontrol, telefona ise yeni yetenekler kazandıran bir niteliğe bürünüyor.
Yeni S Pen şimdi Düşük Enerjili Bluetooth (BLE) desteğiyle Note’u kullanmak için tamamen yeni bir yöntem sunuyor. Şimdi S Pen ile selfie veya grup fotoğrafı çekmek, sunum yapmak, videoları durdurup oynatmak ve yalnızca bir tıklamayla daha fazlasını yapmak mümkün. Önümüzdeki dönemde yazılım geliştiriciler S Pen’in gelişmiş BLE fonksiyonlarını kendi uygulamalarına entegre ederek, S Pen’e yeni yetenekler kazandırabilecekler.
Fotoğrafı Mükemmelleştiren Akıllı Kamera
Galaxy Note9, Samsung’un mükemmel fotoğrafı oluşturmak için gerekli olan yeni yeteneklere sahip sektörün öncüsü kamera teknolojilerinin üstüne inşa edildi.
Görsel Zeka: Galaxy Note9’un kamerası Samsung’un şimdiye kadarki en akıllı kamerası. Galaxy Note9 yapay zeka’dan yararlanarak bir fotoğrafın manzara veya nesne olup olmadığını tespit ediyor, bunları önceden tanımlanmış 20 kategori arasından otomatik olarak sınıflandırıyor ve fotoğrafı bu kategoriye göre anında ideal hale getiriyor. Sonuçta belirgin renkler ve dinamik çözünürlüğe sahip büyüleyici, gerçeğe yakın görüntüler ortaya çıkıyor.
Hata Tespiti: Galaxy Note9, fotoğrafı çeken kullanıcının yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anlamasına ve o anın büyüsü kaybolmadan hemen yeni bir fotoğraf çekmelerine imkân sağlıyor.Eğer fotoğraf bulanıksa, nesne titreşmişse, gözler kapalı çıkmışsa, merceklerde bir leke varsa veya fotoğrafın kalitesini bozan bir fon ışığı varsa anında kullanıcıyı uyarıyor.
Üstün Kaliteli Kamera: Gelişmiş akıllı özellikleri ve sektörün öncüsü üstün kaliteli donanımın benzersiz bileşimi Galaxy Note9 kamerasını piyasada öne çıkarıyor. Yeni kamera, gelişmiş gren azaltma teknolojisi ve ışığa doğal bir uyum sağlayan Çift Diyaframlı mercekle geliyor. Ortamdaki ışık koşullarına bağlı olarak, Galaxy Note9’un üst sınıf kamerası berrak çekimler yapıyor.
İşte, Oyunda Üstün Kalite Deneyimi
Sonsuz Ekran, Samsung’un tasarım mirasında bir köşe taşını simgeliyor. Galaxy Note9, bir Note ürününde bugüne kadar kullanılmış en büyük uçtan uca ekrana sahip. 6.4 inçlik Super AMOLED Sonsuz Ekran, kullanıcıyı gerçek anlamda saran bir multimedya deneyimi sağlıyor. Galaxy Note9’un Sonsuz Ekranı, gerçeğe yakın ses kalitesini sunan AKG tarafından tasarlanan, Dolby Atmos® Surround Stereo hoparlörler ile tamamlanıyor. Galaxy Note9, Note serileri arasında mobil video görüntü ve ses kalitesinde şimdiye kadar erişilmiş en yüksek noktayı temsil ediyor.
Galaxy Note9 ayrıca Samsung DeX ile PC benzeri bir deneyim sunuyor. Kullanıcılar telefonları üzerinden sunum dosyalarını, fotoğraflarını düzenleyip sevdikleri dizileri izleyebiliyor. Samsung DeX deneyimini, taşıması kolay HDMI kablo ile yaşayabiliyorsunuz. Galaxy Note9, bir monitöre bağlandığında sanallaştırılmış bir masaüstü gibi, hatta tam fonksiyonlu bir ikinci ekran olarak kullanılabiliyor. Galaxy Note9, DeX ile birlikte video izlerken S Pen ile notlar alınmasına, Galaxy Note9’un dokunmatik fare olarak kullanılmasına, bir monitör üzerinde birden fazla ekranda çalışılmasına imkan veriyor; sağ tıklama ve sürükle-bırak gibi fonksiyonları gerçekleştirebiliyor. Daha yaratıcı ve üretken olmak hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Galaxy ve Ötesi
Üstün kalite Galaxy teknolojileri Note9’la birlikte standart olarak geliyor: Kablosuz Hızlı Şarj, IP68 suya ve toza dayanıklılık, Samsung Health, Galaxy Note9 Samsung’un güvenilir, savunma-sınıfı Knox güvenlik platformu ve önemli bilgileri korumak için hayati öneme sahip parmak izi tarama, göz tarama ve yüz tanıma gibi biyometrik güvenlik özellikleri ile geliyor.
Galaxy Note9 büyük bir olasılıklar dünyasının kapısını aralıyor ve birçok cihazı ve hizmeti içine alan Samsung ekosistemine erişim portalı olarak işlev görüyor. Örneğin, belirli bağlı cihazları Galaxy Note9 ve SmartThings ile kontrol edebiliyor veya kişiselleştirilmiş, akıllı asistan Bixby ile daha fazlasını yapabiliyorsunuz.
Galaxy Note9, Hemen Türkiye’de
Galaxy Note9’un 6 GB RAM / 128 GB dahili hafızalı modeli tavsiye edilen satış fiyatı KDV dahil 6.499 TL olacak şekilde 10 Ağustos 2018’den itibaren piyasaya sunulacak. 8 RAM / 512 GB dahili hafızalı modeli ise tavsiye edilen satış fiyatı KDV dahil 7.499TL olacak şekilde Ağustos sonunda piyasaya sunulacak. Gece Siyahı ve Lavanta Moru renk seçenekleri, bu renklere uygun S Pen ile kullanıcıların beğenisine sunulurken; Okyanus Mavisi renk seçeneğine ise Sarı renkli S Pen eşlik edecek.
Galaxy Note9, tüketicinin farklı alım tercihleri düşünülerek, kanaldan kanala değişiklikler gösteren ödeme seçenekleri, değişim kampanyaları ve özel fırsatlarla kullanıcıların beğenisine sunulacak. Tüm kanallarda 10 Ağustos – 7 Eylül tarihleri arasında geçerli olacak ön satış dönemine özel Samsung Electronics Türkiye tarafında ithal edilmiş Galaxy Note9 alan müşteriler ise kampanya koşullarını yerine getirdiklerinde KDV dahil 759 TL değerindeki Gear IconX (2018) kablosuz kulaklık hediye kazanma fırsatına sahip olacak. Kazanma fırsatı yakalanan Gear IconX (2018), Samsung online mağazası shop.samsung.com/tr üzerinden yapılacak başvuru sonrasında kampanya koşullarının yerine gelmesini takiben doğrudan müşterinin adresine gönderilecek. Samsung mağazalarında ve shop.samsung.com/tr’de geçerli olacak şekilde eski Galaxy Note cihazlarını getirme koşuluyla 3.500 TL’ye varan indirim kazanacaklar.
Galaxy Note9 hakkında daha fazla bilgi için http://www.samsungmobilepress.com, news.samsung.com/galaxy veyawww.samsung.com/tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Samsung Galaxy Note9 Ürün Özellikleri:
Galaxy Note9 Ekran 6.4-inch Quad HD+ Super AMOLED, 2960×1440 (516ppi)
*Ekran ölçümü yuvarlak köşeler hesaba katılmaksızın, tam köşegen ölçümü alınarak yapılmıştır.
Varsayılan çözünürlük Full HD+ olup ayarlardan Quad HD+ (WQHD+)olarak değiştirilebilir.
Kamera Arka: Optik Görüntü Sabitleyicili (OIS) Çift Kamera
– Geniş Açı: Süper Hızlı Çift Piksel 12MP AF, F1.5/F2.4, OIS
– Telefoto: 12MP AF, F2.4, OIS
– 2X optik zoom, 10X’e kadar dijital zoom
Ön: 8MP AF, F1.7
Kasa 161.9 x 76.4 x 8.8mm, 201g, IP68 (BLE S Pen: 5.7 x 4.35 x 106.37mm, 3.1g, IP68)
*IP68 toz ve su dayanım ölçümü. 1,5 metre derinliğindeki tatlı suda 30 dakikaya kadar tutularak uygulanan test koşullarına göre.
AP 10nm 64-bit Sekiz Çekirdekli İşlemci (Max. 2.7 GHz + 1.7 GHz)
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
Hafıza 6GB RAM (LPDDR4), 128GB + MicroSD slot (512GB’a kadar)
8GB RAM (LPDDR4), 512GB + MicroSD slot (512GB’a kadar)
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
* İşletim sisteminin ve cihaz özelliklerini sağlayan yazılımların kapladığı yer nedeniyle kullanıcı tarafından kullanılabilecek hafıza toplam hafızadan azdır.
Kullanıcı tarafından kullanılabilecek gerçek hafıza operatöre göre farklılık gösterebilir ve yazılım güncellemelerinden sonra değişebilir.
SIM Kart Tek: bir Nano SIM ve bir MicroSD slotu (512GB’a kadar)
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
Pil 4,000mAh
Kablolu veya kablosuza uygun hızlı şarj
QC2.0 ve AFC’ye uygun kablolu şarj
WPC ve PMA uyumlu kablosuz şarj
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
OS Android 8.1 (Oreo) Ağ Gelişmiş 4X4 MIMO / CA, LAA, LTE Cat.18
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
Bağlantı Wi-Fi 802.11 a/b/g/n/ac (2.4/5GHz), VHT80 MU-MIMO, 1024QAM, Bluetooth® v 5.0 (LE, 2Mbps’e kadar), ANT+, USB Tip-C, NFC, Lokasyon (GPS, Galileo*, Glonass, BeiDou*)
* Galileo ve BeiDou kapsamı sınırlı olabilir.
Ödeme NFC, MST
*Piyasaya ve mobil operatörüne göre farklılık gösterebilir.
Sensorlar İvmeölçer, Barometre, Parmak İzi Sensörü, Jiro Sensör, Jeomanyetik Sensör, Hall Sensörü, Kalp Atış Hızı Sensörü, Yakınlık Sensörü, RGB Işık Sensörü, Göz Sensörü, Basınç Sensörü Kimlik Doğrulaması Kilit Tipi: Örüntü, Pin, Şifre Biyometrik Kilit Tipleri: Göz Tarayıcı, Parmak İzi Tarayıcı, Yüz Tanıma
Akıllı Tarama: Rahat açma için göztarama ve yüz tanıma özelliklerini ve bazı durumlarda belli doğrulama işlemleri için ek gelişmiş güvenlik özelliklerini bir arada kullanır.
Ses MP3, M4A, 3GA, AAC, OGG, OGA, WAV, WMA, AMR, AWB, FLAC, MID, MIDI, XMF, MXMF, IMY, RTTTL, RTX, OTA, DSF, DFF, APE Video MP4, M4V, 3GP, 3G2, WMV, ASF, AVI, FLV, MKV, WEBM
* Sağlanan yararlar, tasarım, fiyat, bileşenler, kullanılabilirlik, performans ve ürün kapasitesini de içermek, ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere, bu belgede yer alan tüm fonksiyonlar, özellikler ve diğer ürün bilgileriönceden herhangi bir bilgi verilmeksizin değişebilir.
  Cihazın performansı; bağlantı ortamına, kullanılan uygulama ve özelliklere, telefon arama ve mesaj frekanslarına, kalan şarj durumuna ve başka faktörlere göre değişiklik gösterebilir.
Galaxy Note9’un standart 512 GB dâhili hafıza olan modelinde geçerlidir. 512GB modeller sadece belli ülkelerde mevcuttur. (Ayrıca satılan) harici SD kart ile 512 GB’a kadar ilave depolama alanı.
Galaxy Note9, yerel şebekenin imkan verdiği ölçüde bu özelliğinden faydalanmaktadır.
Dual Açıklık F1.5 ve F2.4 modunu destekler. Çift Diyafram arka geniş-kamera üstüne kuruludur.
Samsung’un HDMI adaptörleri HDMI Adaptör (EE-HG950), Çok Portlu Adaptör (EE-P5000) ve DeX Kabloda (EE-I1300) oluşur.
1,5 metre derinliğindeki tatlı suda 30 dakikaya kadar tutularak uygulanan test koşullarına göre. Cihaz ıslandığında üzerindeki suyu temizledikten sonra kurutunuz.
SmartThings ile desteklenen ürünlerin listesi için: https://www.samsung.com/us/smart-home/?redir=smart…
Bixby servisinin kullanılabilirliği ve özellikleri ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Türkçe dili desteklenmemektedir. Sesli Komut tanıma özelliği İngilizce (ABD), Mandarin Çincesi ve Korece için geçerlidir. Tüm aksanlar, şiveler ve ifadeler tanınmayabilir. Sesli Komut özelliği sayısı her geçen gün artan seçili Samsung ve üçüncü parti uygulamalarla çalışır. Uyumlu uygulamaların listesini edinmek için Bixby “Sesli Uygulamalar”bölümüne başvurun.
Samsung Electronics Türkiye tarafından ithal edilmemiş, 3. taraf ithalatçılar tarafından Türkiye’de satılan Galaxy Note9’lar için bu kampanya geçerli değildir.
The post Yeni, Süper Güçlü Galaxy Note9: Her Şeyi Aynı Anda İsteyenler İçin appeared first on istandist.com - İstanbul' u Keşfet & Explore the Istanbul.
from WordPress https://istandist.com/yeni-super-guclu-galaxy-note9-her-seyi-ayni-anda-isteyenler-icin/
0 notes
hrkflm-blog · 12 years
Text
Yeni içerik Online Film İzle, Film İzle, Dizi İzle, Online Sinema - HarikaFilm.com'de yayınlandı.
Yeni içerik http://harikafilm.com/oyun-bozan-wreck-it-ralph-hd-izle.html'da yayınlandı.
Oyun Bozan – Wreck-It Ralph hd izle
\
 IMDB Puanı : 8,0/10  Fragman 
Oyun Bozan – Wreck-It Ralph Online Sinema,Oyun Bozan – Wreck-It Ralph indirmeden izle,Oyun Bozan – Wreck-It Ralph bedava izle Yapım:2012 – ABD Tür:Animasyon , 3 Boyutlu , Çizgi Süre:108 dakika Yönetmen:Rich Moore Oyuncular:Brandon T. Jackson, Jane Lynch, Ken Jeong Seslendirenler: Jane Lynch , John C. Reilly , Sarah Silverman Senaryo:Phil JohnstonRich Moore
Filmin Konusu:
0 notes