#oyalanma
Explore tagged Tumblr posts
Text
Şu bendeki homo ludenslik homo sapiensliği döver
Anlamda bir sihir var. Nesnelere yüklediğimiz mana onlardan nasıl etkileneceğimizi de şekillendiriyor. Sözgelimi: Dostumun enseme attığı tokatla düşmanımın attığı bir değil. Tamam. Fiil düzeyinde ikisi de aynı. (Tokat nihayetinde tokat yani.) Fakat içimde nasıl bir dalga oluşturacaklarını yine 'anlam' belirliyor. Sevdiğimin tokadını iltifat olarak görebilirim. En sıkkın anında canımın gülümseyebilirim. Düşmanımın attığınaysa böyle bakamam. Olumlayamam. Müsbete yoramam. Dolayısıyla enfüsümdeki yansıması başkadır. Birisi yaralarımdan kurtarır. Ötekisi yaralar. İzleri hep kalır. Karşılığını versem bile zararını uzaklaştıramam. "Nasıl yapar!" itirazı yeşerip durur hatırımda. "Nasıl yapar!" Çünkü yapılamazlığını kesin bir anlam olarak belirlemişimdir. "O adam bana bu tokadı atamaz." Lakin sevdiceğim kulağımı dahi çekebilir. Tıpkı rahmetli babamın defaatle yaptığı gibi... Her hatırlayışımda gülümserim onunla. Özlerim. Acısını dahi özleriz sevdiklerimizin. Çünkü sevdiklerimizdir.
İbrahim sûresinde, kısacık bir mealiyle, şöyle buyruluyor: "Görmedin mi, Allah güzel sözü güzel bir ağaca benzetti ki, kökü sabit, dallarıysa semâdadır. O ağaç, Rabbinin izniyle, her an meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye insanlara Allah böyle misaller veriyor. Kötü sözün haliyse, toprağın üstünden sökülmüş kötü bir ağaca benzer ki, kökü de yoktur..." Müfessirlerimiz, ayette geçen 'tayyib kelime/güzel söz' ifadesinin tevhide, 'habis kelime/kötü söz' ifadesininse şirke dair olduğunu haber veriyorlar. Hakikaten imanımızı hayatta aynen böyle buluyoruz. İman, elhamdülillah, durduğu yerde durmuyor. İnsan toprağına atıldığı anda bütün algılarını etkileyecek şekilde yeşeriyor, dallanıyor, meyveleniyor. Allah'ı nasıl bildiğimizle dünyamız da değişiyor, güzelleşiyor. Herşeyi Rahman'ın yarattığına imanlılar, Yunus Emre Hazretleri gibi "Kahrın da hoş, lütfun da hoş..." diyebiliyorlar. Veya İbrahim Hakkı Hazretleri gibi "Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler..." söyleyebiliyorlar. Çünkü Onu tanıyınca sevmemek asla mümkün olmuyor. O sevgi de her yaşattığını 'sevgilinin iltifatına' dönüştürüyor. Lezzetlendiriyor.
Mürşidim de bu sadedde diyor: "Kat'iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur..."
Sanki şu dünyaya 'anlamlar yüklemeye' gelmişiz arkadaşım. Yorumlamaya gelmişiz. Okumaya gelmişiz. Ve Hak Teala, yüklediğimiz anlamlara göre, ahiretimizi yaratacak. Yine mürşidimin ifadesiyle: "Burada meyve yersin, orada 'elhamdülillah' yersin." Bu dünyada elhamdülillah diyenler ahirette o elhamdülillahlarını vücudlanmış görecekler demek ki. Buradaki anlamlarıyla orada yeşerecekler. Evet. Cehennem ehli cehenneme layık adem/yokluk anlamları yüklemekte dünyaya. Cennet ehli de cennete yaraşır vücud/varlık anlamları vermektedir yaşadıklarına. Bunlar dünya imtihanımız üzerinden üretilip arşivlenmektedir. Farkındalığımız bir tür kurgu-kayıt hizmeti sunmaktadır. Peki sonrasında ne olacaktır?
Sonra bunlar vücud âlemine tekrar çıkarılacak. Maneviyatlar maddiyata dönüşecek. İlimler hakikate kalbolacak. Herkes odununu kendisi götürecek cehennemine. (Allah bizi onlardan olmaktan korusun.) Herkes nurunu elleriyle taşıyacak cennetine. (Allah bize onlardan olmayı nasip eylesin.) Tıpkı Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi: "Cehennem dediğin dal-odun yoktur./Herkes ateşini kendin götürür."
İşte, arkadaşım, bu zaviyeden bakıldığında 'dünya hayat' bir 'oyun ve oyalanmaya' dönüşür gerçekten. Çünkü oyunlar böyle oynanır. Onlar bile-isteye kandırmacalardır. Çocuklar 'yalnız oyuncular için geçerli' anlamlar verebilirler nesnelere. Mesela: Bazen, tıpkı yeğenim Salih'in yaptığı gibi, toplar gezegenlere dönüşebilir. Bazen oyuncak ayı küçük kardeş olabilir. Bazense içinde hiçbirşey olmayan tencerelerde yemekler pişirebilirler. Hayalleri hem gerçektir hem değildir. Gerçektir, zira oyuncuları aksine inandıramazsınız. Değildir, zira hakikate vâkıf olanlar için gülünçtür. Sırr-ı imtihan da bizi böylesi bir 'çoklu gerçeklik dünyasına' uğratmıştır. Bin türlü şirk sanrısına bedel tevhidin de billurdan binbir türlü mertebesi vardır. Herkes mertebesince bir gerçeklikle muhatap olur. Herkes makamınca ağırlanır. Çocuklar da, şimdinin hakkını verebilirlerse eğer, büyüdüklerinde arzuladıkları rolleri oynayabilirler.
Johan Huizinga, Homo Ludens (Oyun İnsanı) isimli meşhur eserinde der ki: "Oyunu kabul etmek, ister istemez, ruhu da kabul etmek demektir. Çünkü özü ne olursa olsun, oyun, madde değildir. Hayvanlar âleminde bile oyun fiziksel varoluşun sınırlarını aşmaktadır. Dünyanın bütünüyle kör güçler tarafından yönetildiğini savunan bir dünya görüşünün perspektifinden baktığımızda oyun tamamen gereksizdir. Ancak ve ancak ruhun içeriye akışının 'evrenin mutlak determinizmini parçalamasıyla' oyun mümkün, tasavvur edilebilir ve anlaşılabilir olur. Oyunun varlığı evren içindeki konumumuzun mantıküstü doğasını sürekli doğrular. Hayvanlar oyun oynayabildiği için salt mekanik varlıklar olmanın ötesindedirler. Biz de oynuyoruz. Ve oynadığımızın bilincindeyiz. Öyleyse biz de salt akıllı varlıklar olmanın ötesindeyiz. Çünkü oyun irrasyoneldir." Kitabın sonlarına doğruysa şöyle güzel bir pencereye çevirir yüzümüzü: "İnsan zihni oyunun büyülü çemberinden ancak gözlerini yüce varlığa çevirerek kurtulabilir. Mantıksal düşünce pek uzağa gidemez. İnsan zihninin bütün hazinelerine ve tüm o parlak başarılarına baktığımızda şunu görüyoruz: Her ciddi akıl yürütmenin dibinde sorunlu bir tortu kalmaktadır. Yargılarımızın hiçbirinin nihai nitelikte olmadığını içten içe biliyoruz. Yargımızın sendelemeye başladığı bu noktada dünyanın ciddi olduğu hissi de sarsılmaya başlar. 'Herşey gelip geçici...' diyen eskilerin sözünün yerine daha olumlu 'Herşey oyun!' sözü kendini bize dayatır..."
"Dünya hayat bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir..." buyuran En'am sûresi 'oyunun mahiyeti' üzerine düşünmeye sevkediyor bizleri. Dikkat kesilelim. Hem de çok dikkat. Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan seçtiği kelimelerle daha nice sırlara işaret ediyor olabilir. O sırları aydınlatmaksa ancak ameliyat-ı tefekküriye ile mümkündür. Tefekkür de temel anlamları doğru yüklemekle ancak bağışlanan bir yoldur. Daha önce okuyanları okumalıyız ki okuyacaklarımızı da okuyabilelim. Daha önce okuyanları okumadan okuyacaklarımızı okuyamayız. Çünkü okumayı öğrenemeyiz. Bizden evvel okuyanların en büyüğüyse "Oku!" emrine muhatap olmuş Aleyhissalatuvesselamdır. O miraçta dahi gözü şaşmayandır. Gördüğünü karıştırmayandır. Hüda kendini bildirmek lütfûndan bizleri esirgemesin. Âmin. Âmin. Âmin.
0 notes
Text
“bir yerde işler istediği gibi gitmeyince, başka bir yerde kendi asude dünyasında oyalanma cinsinden bir şeyler yapabilmenin tesellisine sığınırdı.”
59 notes
·
View notes
Text
"Bilin ki dünya hayatı; oyun oynama, oyalanma, süslenme, birbirinize karşı övünme, daha çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Bu, bir yağmur gibidir ki bitirdiği bitkiler çiftçilerin hoşuna gider; sonra kurumaya başlar da onları sararmış halde görürsün. Sonunda o bitkiler çer-çöpe dönüşür."
(Hadid/20)
94 notes
·
View notes
Text
Bu arada bu sigarayı nasıl içiyorsunuz arkadaşlar ya? Bana kafam güzelken geliyor böyle bir şeyle oyalanma, kendimce efkar yapma, duman üfleme isteği ama ağzımın tadı kaçtı ya sonradan. Ağzımın içi adeta bir küllüktü, hoşlanmadım.
24 notes
·
View notes
Text
" İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!"
ankebut/64
22 notes
·
View notes
Text
İnsan kendi kalbine seyahat ediyorsa yolcudur. Öteki türlüsü sadece bir oyalanma. Gittiğim dünyalar beni kendi dünyama hapsedecekse ne anlamı var gitmelerin? Kendi duvarlarımı yıkamadıktan sonra ne önemi var öğrenmelerin?
39 notes
·
View notes
Text
SENİ üzmekten korkan birinin YÜREĞİNDEYSEN ,
ait oldugun yerdesin demektir.
Başka yerde Oyalanma.❤❤
Seni Sensiz Yaşamak
En Kötü Kader Olsa Gerek
Ey Benim Hasretim Kokan
Sevgilim Bu Ayrılığa Dayanır Mı Yürek ..!!
Gel Desem Gelemesin
Ben Hep Seni Yaşıyorum
Seninleyim ..!!
🌿🌸🌿
Mus Mutlu Akşamlar .. 🌿🌸🌿
22 notes
·
View notes
Text
Annem beni arar. Açarım. Napıyon der.
Ben: Ya burda bir yer iyi san sabestian yapıyormuş ilk defa o tatlıyı deniyorum.
Annem: Nurr oyalanma oyalanma kaldığınız yere gidin Allah korusun kocaman şehir. Saat çok geç olmadan. 18 tane ayetel kürsü oku giderken.
Ben: Tamam okurum. Tamam ya şurada şurdayız zaten çok uzak değil.
Annem: Konum verme yan masadan biri duysa Nur biri duysa neyse hadi kaldığınız yere varınca görüşürüz. Kapat kapat
46 notes
·
View notes
Text
İnsan kendi kalbine seyahat ediyorsa yolcudur. Öteki türlüsü sadece bir oyalanma. Gittiğim dünyalar beni kendi dünyama hapsedecekse ne anlamı var gitmelerin? Kendi duvarlarımı yıkamadıktan sonra ne önemi var öğrenmelerin?
32 notes
·
View notes
Text
Haller, denizin üstündeki dalgalar gibi, çıkar ve iner,gelir ve gider. Yüzeyde oyalanma. Denizin dibinde nice inciler var. Sen dalgıç ol, derinliğin sunduğu hediyelerle dön.
-Kemal Sayar
..
38 notes
·
View notes
Text
Allah'u Teala hazretleri Ankebût suresinde şöyle buyuruyor:
64.ayet: "İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!"
21 notes
·
View notes
Text
Geçmişin keşkeleri…
Geleceğin endişeleri ile oyalanma…
Ders al...
Yoluna devam et.
Dün dün ile beraber gitti cancağızım…
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…
Mevlana Celalettin Rumi
10 notes
·
View notes
Text
çok çok çokkkk uzun zaman sonra iş çıkışlarında bu saatte evdeyim, hep bir oyalanma sürecim olurdu, bugün erkenden gelip kendimi yatmaya verdim, yorgunluğumu şimdi hissediyorum
9 notes
·
View notes
Text
Dün gece tam kirazımı almış eve gidiyordum ki arkadaşlar aradı - bunu diyebiliyor olmak?? - ve yemeğe gideceklerini söyleyip beni de çağırdılar. Güzel bir yemek ve bira fikri çok hoş geldi, gittim. Yedik, içtik, sohbet ettik, mekan değişikliği yaptık grup büyüdü, velhasıl sabah dörtte kalktığım günü gece bire kadar sürdürdüm.
İkinci mekanda grupta dört çift, bir kadın bir de ben vardık. Bunu fark ettim elbet ama kendimi kötü hissetmedim bu çok hoştu. Yine de kafalar güzelleştikçe şarkılar söylenirken herkesin dikkati sevdiceğindeydi doğal olarak, ben biraz nereye bakacağımı ne yapacağımı şaşırdım. Bir oyalanma aracı olarak sigaranın ne çok işe yaradığını tekrar gözlemledim. Zira ginimin içine attığım kirazları pipetle ezmeye çalışmak aynı gamsızlık hissini vermiyor sdkslsk.
Grubun bir kısmıyla bugün de kahvaltı ve deniz programımız vardı ama sabah gelemeyeceğimi söyledim zira dünden sonra epey yorulmuşum yarın da dersler başlıyor biraz dinleneyim dedim.
Geçen sene bu zamanlar şu anki hayatımı anlatsalar nasıl da inanmayacağımı düşünüp eski blogun arşivine daldım: ilk gözüme çarpan şu oldu yârim geldi diye inanılmaz mutluymuşum, artık hayatımda değil. Ama ben kendi değişimime bakmak istiyordum, tam da bu tarihlerde iki post girmişim geçen sene:
“Ben bu hayatı nasıl idame ettireceğim ya”
“Benim bu olmamışlığım ne olacak ya”
Bambaşka bir formda ve hiç de hayal etmediğim gibi ama hayatımı idame ettirebiliyorum canlar, diğeri içinse oldum diyemeyeceğim elbet ama olmamış asla değilim. Her gün olmaktayım ne güzel.
Bu da umutsuzlara tünelin sonundaki ışık olsun, pazarınız güzel geçsin!
28 notes
·
View notes
Text
Üstün oyalanma becerilerime şapka çıkarıyorum
11 notes
·
View notes
Text
*** “Eğer kelebekleri görmek istiyorsam, birkaç tırtıla da katlanmam gerekecek. kelebekler çok güzel olurmuş. Yoksa beni kim ziyaret eder? Sen uzaklarda olacaksın. Büyük hayvanlara gelince, onlardan korkmuyorum. benim de pençelerim var.”
Saf bir güvenle dört küçük dikenini gösterdi. Sonra ekledi:
“Oyalanma artık, sinirim bozuluyor. Gitmeye karar verdin. Git hadi.”
Ağladığını Küçük Prens’in görmesini istemiyordu. Çok gururlu bir çiçekti. ***
4 notes
·
View notes