Tumgik
#operadır
yemreyi · 7 years
Photo
Tumblr media
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum       İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde                      Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü                      daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.       Aşk... Bitti. Soldu şiir.       Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden       Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım       Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde       Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece       uyudum, hiç uyanmadım.       barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim       her adımda boynumdan bir fular düşüyordu       el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk       birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:       eksiliyorduk       mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim       her otelde biraz eksilip, biraz artarak       yani çoğalarak       tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin       birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında       ağır ve acı tanıklıklardan       geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum       maskeler ve çiçekler biriktiriyordu       linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...       korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları       ve açık hayatları seviyordu.       Buraya gelirken       uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim       atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri       ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi       çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için       panayır yerleri... panayır yerleri...       ölü kelebekler... ölü kelebekler...       sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.       Adım onların adının yanına yazılmasın diye       acı çekecek yerlerimi yok etmeden       acıyla baş etmeyi öğrendim.       Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? #murathanmungan #aşk #yalnız #bir #operadır #şiir #kahve #kitap #edebiyat #kafkaokur #budünyayaşiirlazım #dünyayışiirkurtaracak #şiirevde #şiirişte #şiirsokakta #şiirbardakta #şiirüsküdarda #siirkadikoyde #şiirbardakta #şiirstarbucksta #şiirheryerde #starbuckscoffee #işlergüçler #kadikoy #üsküdar #ümraniye #mathouse #istanbul #mutlugünler 👋 (Mathouse Eğitim)
15 notes · View notes
acid-gramma · 2 years
Note
dünya bir gölge tiyatrosudur, bir operadır ve bu gibi şeyler belli bir metne göre yazılmıştır. rolüm seni fazla kızdırmasın. ne kadar açıklasam da sen anlayamazdın.
cloud atlas, david mitchell
✍️
10 notes · View notes
ulas0606 · 3 years
Text
Aşk yalnız bir operadır..
Ya avazın çıktığı kadar susarsın yada kalbin sağır kalır
Bakarsın gözlerine evim senmisin diye
Dokunmak istersin beni senden başkası ısıtamaz gibi
aşk işte yaşarsın Delice
Seni sen yapar aşk güne umutla anlam katarak aşka âşık
7 notes · View notes
olumsuzsozler · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Nicolas Chamfort (1741-1794) Hiciv ve Aforizmalarıyla Tanınan Fransız Yazar.
SÖZLERİ:
Umut bizi sürekli kandıran bir şarlatandır. Nicolas Chamfort
Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız öyle kalır. Nicolas Chamfort
Hak edilmeyen itibar, değersiz bir ilgi sağlar. Nicolas Chamfort
En boş geçen günler kişinin gülmediği günlerdir. Nicolas Chamfort
Değer verilen duyguların aslında bir değeri yoktur. Nicolas Chamfort
İnsan kendinden daha mutlu birini görmekten hoşlanmaz. Nicolas Chamfort
Kadın, gölgeniz gibidir; kovalarsanız kaçar, kaçarsanız kovalar. Nicolas Chamfort
Çünkü halk takdir etmediği başarılardan ötesiyle ilgilenmiyor. Nicolas Chamfort
İşkence beden için neyse, tereddüt ve kaygı da zihin için odur. Nicolas Chamfort
"İnsan" diyordu biri "aptal bir hayvandır, kendimden biliyorum. Nicolas Chamfort
Bir zalimin tembelliği ve bir aptalın sessizliğidir, arzu ettiğim şey. Nicolas Chamfort
Tutkular insanı 'yaşatır', akıllılık ise sadece onun varlığını 'sürdürür'. Nicolas Chamfort
Moda, fakirin hünerinin zenginin gösteriş merakına koyduğu vergidir. Nicolas Chamfort
Talihin bana gelmesi için, karakterimin şartlarını yerine getirmesi lazım. Nicolas Chamfort
Sevilmek isteyen insan sayısı, sevmek isteyen insan sayısından fazladır. Nicolas Chamfort
Kaybedilmiş günlerin en kötüsü, bir defacık olsun, gülmeden geçilenidir. Nicolas Chamfort
Mutluluk kolay değil: İçimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmaksa imkânsız. Nicolas Chamfort
Doğa bana 'fakir olma' demedi, 'zengin ol' da demedi; Ama 'özgür ol' diye yalvarıyor. Nicolas Chamfort
Ayrılık o kadar olağan bir durumdur ki, birçok evde, her gece karı koca arasında yatar. Nicolas Chamfort
Kişi bir kadını sevmekle onu anlamak arasında bir tercih yapmalı, ikisinin ortası yoktur. Nicolas Chamfort
Vermek, almaktan daha kalıcı bir zevktir; çünkü veren kişi verdiğini daha uzun süre hatırlar. Nicolas Chamfort
Aşk sonu her zaman iflasla biten fırtınalı bir alışveriştir; onurunu yitiren de iflas eden kişidir. Nicolas Chamfort
Krallar ve papazlar intihar öğretisini yasaklayarak köleliğimizin sürmesini sağlamak istemişler. Nicolas Chamfort
Dünyada üç çeşit arkadaşınız olur: sizi sevenler, sizinle ilgilenmeyenler ve sizden nefret edenler. Nicolas Chamfort
Çok fikre sahip olmakla akıllı insan olunmaz; tıpkı çok askeri var diye iyi bir komutan olunmadığı gibi. Nicolas Chamfort
Sevilmek her şey değildir, değerimizin bilinmesi gerekir ki bunu da ancak bize benzeyen biri yapabilir. Nicolas Chamfort
Kalbimin ya paramparça kırılmak ya da taş gibi katılaşmak zorunda kaldığı bu dünyayı terk ediyorum. Nicolas Chamfort
Yaşamak on altı saatlik acımızı uykuyla yatıştırdığımız bir hastalıktır. Uyku geçici bir çaredir. Ölüm ilaçtır. Nicolas Chamfort
Hiçbir insan tek başına bir topluluk kadar rezil olamaz. Hiçbir topluluk da yoktur ki, halk kadar rezil olsun. Nicolas Chamfort
Hayatın çekilmez olmaması için iki şeye alışmak gerekiyor: zamanın açtığı yaralara ve insanların açtığı yaralara! Nicolas Chamfort
Evlilik ve bekarlık konusunda söylenmiş en akılcı söz şudur: "Hangisini seçersen seç, sonunda pişman olursun." Nicolas Chamfort
Düşünce her derdin devası ve ilacıdır. Bazen size kötülüğü dokunsa da, bunun ilacını da yine ondan isteyin, verecektir. Nicolas Chamfort
Doğanın kötülüklerini tanımayı öğrendikçe ölümü, toplumun kötülüklerini tanımayı öğrendikçe de yaşamı hafife alırız. Nicolas Chamfort
Tutkuların en büyük kötülüğü, neden oldukları şeylerde değil; fakat insanlara yaptırdığı ve onları alçalttığı rezilliklerdedir. Nicolas Chamfort
Toplum iki büyük sınıftan oluşmuştur: İştahlarından daha fazla yiyeceği olanlar ve yiyeceklerinden daha fazla iştahı olanlar. Nicolas Chamfort
Toplum dediğimiz dünya, dernekler, salonlar, araç gereçler ve dekorlarla iyi kötü ayakta kalabilen berbat bir oyun, yararsız bir operadır. Nicolas Chamfort
Hayır demesini bilmeyen herkes köledir. Özgürlüğünü ve kişiliğini korumanın yalnızca iki yolu vardır: Hayır demeyi ve yalnız yaşamayı bilmek. Nicolas Chamfort
Niye evlenecekmişim ki? Evlenirsem başıma gelecek en iyi şey boynuzlanmamaktır ki evlenmezsem bunu çok daha emin yollardan elde edebilirim. Nicolas Chamfort
Makbule geçmeyen her iyilik tiksindiricidir. İyilik ya kutsal bir emanet ya da bir ölü kemiğidir. Ya kutsal bir yere konmalı ya da ayaklar altında ezilmelidir. Nicolas Chamfort
İnzivaya aşırı derecede meraklı olduğu için eleştirilen bir filozof, şöyle der: "Toplumda her şey beni aşağıya çekiyor, yalnızlıkta her şey beni yukarılara çıkarıyor. Nicolas Chamfort
Şarlatan olmaktan kaçınmak isterseniz, sahnelerden uzak durmanız gerekir; zira bir kere sahneye çıktınız mı, şarlatan olmaya mecbur kalırsınız, yoksa izleyiciler sizi taşa tutar. Nicolas Chamfort
Yalnızken toplum içinde olduğumuzdan daha mutluyuz. Bunun nedeni yalnızken olup bitenleri düşünmemiz, toplum içinde ise insanları düşünmeye mecbur olmamız değil mi? Nicolas Chamfort
Topluma birkaç günlüğüne teslim olan onurlu bir insanın hissedeceği duy gu acı ve hüzündür. Bunun sağlayacağı tek fayda, kendi köşesine çekilip yalnız kalmayı sevdirmesi olacaktır. Nicolas Chamfort
Aşk bir acı kaynağı, aşksız cinsel haz birkaç dakikalık bir zevk; evlilik hepsinden beter; baba olmanın gururu bir sürü musibeti beraberinde getiriyor, bir evi yo netmek hancılık gibi bir şey. Nicolas Chamfort
Yalnız yaşamak, bir an için dikkatleri üzerimize çekmenin karşılığı hemen ardından ayaklar altına alınmak olan bu sefil çarpışmada hiç yara almamak, bir hiç olmak, varoluşu olmamak demektir. Zavallı insanlık! Nicolas Chamfort
Toplumun ve insanların bütün kusurlarının hakkını mizah yoluyla vermek lazım. Mizah sayesinde kendimizi tehlikeve atmaktan kurtuluruz. Mizah sayesinde şimşekleri üstümüze çekmeden herkesin ağzının payını veririz. Nicolas Chamfort
İnsanlarla oturup kalkmak binlerce sakıncayı da beraberinde getiriyor: hepsini gördüm, tekrar tekrar gördüm ve karar verdim. Toplum bana kendi içime yaptığım yolculuğa benzer hiçbir şey vermedi, kendimde de daha iyisini bulmadım. Nicolas Chamfort
Toplumda önemli bir konuma sahip olan biri, daha büyük ve daha süslü bir hapishanededir. Küçük bir mevkii olan zindandadır. Hiçbir mevkii olmayan insan, geçimini rahat sağlıyorsa ya da en azından kimseye ihtiyaç duymuyorsa, özgür olan tek insandır. Nicolas Chamfort
https://i.ibb.co/Qm9qBCr/Nicolas-Chamfort-S-zleri.gif
5 notes · View notes
matmazelnoraliya · 5 years
Text
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
AŞKIN BİR YOLU VARDIR HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN AŞKIN BİR YOLU VARDIR HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
     gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler      gözlerim      aşkın kuzey yıldızıdır bu      yazları daha iyi görülen      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler      ilerlerim      zamanla anlarsın bu bir yanılsama      ölü şairlerin imgelerinden kalma      Sen de değilsin. O da değil      Kuzey yıldızı daha uzakta      yeniden yollara düşerler      düşerim      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler      yaşamsa yerli yerinde      yerli yerinde her şey      şimdi her şey doludizgin ve çoğul      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi      şimdi her şey yeniden      yüreğim, o eski aşk kalesi      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden      Dönüp ardıma bakıyorum      Yoksun sen
Murathan Mungan, Yalnız Bir Opera
76 notes · View notes
gizliarenam · 4 years
Text
BİTTİ...
ve bitti… 
sonra yalnız bir opera başladı
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim.
imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş ayrıntılarında zaman zaman geri tepip duruyordu.  ve elbet üzerinde durulmuyordu. sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,  biraz daha fazla sevdiğim,  biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta dogruydu belki.  sıradan bir serüven,  rastgele bir ilişki gibi başlayıp,  gün günden hayatıma yayılan,  varlığımı ele geçiren, büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. ve hala bilmiyordun sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana bütün kazananlar gibi terk ettin
yaz başıydı gittiğinde,  ardından,  senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim. kimsesiz bir yazdı.  yoktun.  kimsesizdim.  çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yüzündeki küskün kedere,  gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine çerçevesine sığmayan munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yaz başıydı gittiğinde.  sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.  seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi,  dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.  önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük  usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde.  bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi?  bunu o günler kim bilebilirdi?  “eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"  notunu buldum kapımda.  altına saat:16.00 diye yazmıştın,  ve 16.04'tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını takvim tutmazlığını aramızda bir düşman gibi duran zaman'ı daha o gün anlamalıydım benim sana erken senin bana geç kaldığını
gittin.  koca bir yaz girdi aramıza.  yaz ve getirdikleri. döndüğünde eksik,  noksan bir şeyler başlamıştı.  sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,  alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,  olmamıştı, eksik kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen,  körler gibi tutunuyor,  dilsizler gibi bakışıyorduk. sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü  güvenle ilerledik birbirimize. gittin.  şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.  biliyorum  ne sen dönebilirsin artık,  ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun? akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. birbirine uzanamayan boşlukta iki yalnız yıldız gibi acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz bir zaman sonra  batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden bizden diyorum, ikimizden ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun? yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada  bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman kış başlıyor sevgilim iyi bak kendine gözlerindeki usul şefkati teslim etme kimseye, hiçbir şeye upuzun bir kış başlıyor sevgilim ayrılığımızın kışı başlıyor giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,  yazıya oturup  sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak… böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur  birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, cağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarda hayat düşmandır size içeride odalara sığamazken siz, kendiniz bir ayrılığın ilk günleridir daha her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saat tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak,  eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi kendimizin içinden  yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi yeni bir iklime, yeni bir kente,  bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,  ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, ve kazanmış görünürken derinliğimizi ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar
bana zamandan söz ediyorlar gelip size zamandan söz ederler yaraları nasıl sardığından,  ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.  zamanla ilgili  bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.  hepsini bilirsiniz zaten,  bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onalar da bilirler.  ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. bittiğine kendini inandirmak,  ayrılığın gerçeğine katlanmak,  sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak  kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.  zaman alır. zaman, alır sizden bunların yükünü o boşluk dolar elbet,  yaralar kabuk bağlar,  sızılar diner, acılar dibe çöker.  hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.  bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. o boşluk doldu sanırsınız oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. dilerim geri teper.  yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
zamanla yerleşir yaşadıkların,  yeniden konumlanır, çoğalır anlamları,  önemi kavranır.  bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,  çok sonra değerini kazanır.  yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla günlerin dökümünü yap benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla bunlar da bir işe yaramadıysa demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? solgun yollardan geçtim.  bakışımlı mevsimlerden ikindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti her çağın bitki örtüsünden oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya yangınlarla bayındır kentler gibiyim: çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları,  sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan uzun uzak yolları tarif etmekten haydutluktan ve melankoliden giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden duyarlığın gece mekteplerinden geldim bütünlemeli çocuklarla geçti gençliğimin rüzgara verdiğim yılları dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? yaram vardı. bir de sözcükler sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler ışık istiyordu yalnızlığım kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum ilerledikçe…kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.  karardı dizeler. ask…bitti. soldu siir. büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim her adımda boynumdan bir fular düşüyordu el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: eksiliyorduk mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim her otelde biraz eksilip, biraz artarak yani coğalarak tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. terli ve kirliydim. sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de… korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu. buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…panayır yerleri… ölü kelebekler…ölü kelebekler… sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. adım onların adının yanına yazılmasın diye acı çekecek yerlerimi yok etmeden acıyla baş etmeyi öğrendim. yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı aşkın kuzey yıldızı sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır her yaşta başka türlü geçilen aşkın bir yolu vardır her yaşta biraz gecikilen gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler gözlerim aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler ilerlerim zamanla anlarsın bu bir yanılsama ölü şairlerin imgelerinden kalma sen de değilsin. o da değil kuzey yıldızı daha uzakta yeniden yollara düşerler düşerim bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler yaşamsa yerli yerinde yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi şimdi her şey yeniden yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum yoksun sen ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
6 notes · View notes
yitikyasam · 5 years
Text
Tumblr media
Cumhuriyet, 10 yıl o savaştan bu savaşa savrula savrula takati kesilmiş, kuraklığa, yokluğa yenilmiş bir halkın acısını dindirebilme, onun fukara çocuklarının ayağına bir çift papuç giydirebilme savaşının adıdır aslında…
“Bıktık, yeter. Artık sulh olsun” çığlığıdır.
Yurtta sulhtur, cihanda sulh…
“Yurtta kudretimin artması için bana cihanda düşman lazım” diye asırlık sulh antlaşmalarına sataşıp konu komşuyla harp aramamaktır.
Savaşmamak, barışmaktır.
***Ağalığın, yobazlığın, cahilliğin elinde tutsak düşmüş Anadolu’ya bilimin ışığını yayma kavgasıdır Cumhuriyet…
....................Anadolu çocuklarının üretim içinde eğitilip toprağı yeşertirken kızlı erkekli saz çalıp güle oynaya ağalara kafa tuttuğu enstitünün adıdır Cumhuriyet…
Kimsesidir, kimsesizlerin…
Evdeki esaretinden kurtarılmış, eline kâğıt-kalem verilmiş, seçebilmiş, seçilebilmiş, görücüyle değil gönlünce evlenebilmiş kız çocuklarının doğum yeridir.
Köleliğe isyan çağrısıdır.
“Beyim bilir”in yerine “beynim bilir”i koyan, rahat giyindi diye tekmelendiğinde, itiraz etti diye saçından sürüklendiğinde, “adam/madam” diye dalga geçildiğinde ayağa kalkıp misliyle karşı koyan kadının sığınağıdır.
***
Kadın ve erkeğin eşit ve bir arada yaşantısıdır Cumhuriyet…
Dinin, siyaset kürsüsünden sökülüp atılmasıdır.
“Şeyhler, dervişler, müridler” yerine “aydınlar, sanatçılar, âlimler” yetiştirme kavgasıdır.
“Kadı”nın yerine çağdaş hukuku koyma davasıdır.
Uygar dünyayla bir olma, aydınlanma sevdasıdır.
Tercüme Bürosu’ndan, Köy Enstitülerinden yetişmiş entelektüellerdir, Türkçeye çevrilmiş klasiklerdir.
Konservatuvardır, tiyatrodur, operadır, baledir, heykeldir.
Demiryoludur, fabrikadır, bacadır.
Milletin Meclisi’ne güven, halkın iradesine inançtır.
Bağımsızlıktır ki karakterimizdir bizim…
***
Fazilettir Cumhuriyet, fazilet…
Cumhuriyet…
Halk Ata’sına yürüyecek korkusuyla yollara barikat kuran korkaklara karşı, barikatları yıkan cesaretin davasıdır.
Bunca yıldır, onca saldırıya rağmen yıkılmayan bir dağın adıdır Cumhuriyet; arada bulutlansa da geçit vermez karşı devrime…
Durmaz, akar gümüş dere…
(can dündar)
11 notes · View notes
the-mustache-guy-la · 5 years
Text
S.1. Henry Purcell (Müzİk Tanıtımı)
Tumblr media
Antik Yunan Mitolojisinde Orpheus arketipik bir müzisyen olarak görünür ve elinde bir arp ile tasvir edilir. Orpheus adının geçtiği hikayelerde dinleyeni büyüleyen müziğini ya yeraltı dünyasına inerken önüne çıkan yaratık ve canavarları sakinleştirmek ve uyutmak için kullanmiştir, ya da Jason ve Argonautlar ile Altın Koyun Postunu çalıp, Iolcus’a dönüş yolunda Argonautları söyledikleri şarkılarla büyüleyen Sirenlerin büyülerini bozmak için kullanmıştır. Antik Yunan’da zamanla Orpheus o kadar önemli bir figür haline gelir ki onun sembolü etrafında dini bir öğreti sekillenir “Orfism” adında. 
Şimdi kafanızdan ‘başlıkta Henry Purcell diyor deminden beri Orpheus aşağı Orpheus yukarı, alâkasız sularda gezinip duruyoruz.’ cümlesi veya muadili bir fikir geçmiş olabilir, normaldir, zira durum tam olarak da bu. O zaman Purcell’e ufaktan giriş yapmaya başlayalım.
Henry Purcell 1659-1695 yılları arasında İngiltere’de yaşamış olan bir Barok müzik bestekârıdır. Avrupa tarihine bakacak olursanız Klasik Batı Müziğinin Barok, Klasik ve Romantik dönemlerinde, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya, Polonya ve Macaristan’ın dominasyonunda olduğunu görürsünüz. Henry Purcell, ve belki biraz da kardeşi Daniel Purcell, modern dönem öncesinde bahsedilebilecek nadir başarılı ve takdir edilen İngiliz bestekârlardandır. 
Purcell 36 yaşındayken hayatını kaybetmiş olmasına karşın, geriye 500′den fazla eserden oluşan geniş bir külliyat bırakmayı başarmıştır. Halen daha Orpheus ve Purcell arasındaki bağlantıyı açıklamadığımın farkındayım, ama o an geldi. Purcell öldükten 3 yıl sonra karısı Francis tarafından bütün besteleri derleniyor ve ‘Orpheus Brittanicus’ başlığıyla basılıyor, basitçe ‘Britanyalı Orpheus’ diye çevirilebilecek olan başlık daha sonra Purcell’in anıldığı unvanlardan biri olarak kalabilmiş ve kabul görmüştür. Bu da aslında o dönemin İngiliz Cemiyetinde Purcell’in ne kadar kabul gördüğü ve ne kadar önemsendiğini gözler önüne seriyor. 
Purcell marşlar, ilahiler, kasideler, gazeller, tiyatro müzikleri, operalar, ve enstrümental eserler bestelemiştir. Bunların içerisinde dönemin Monarklarına övgülerden oluşan besteler olmakla birlikte, Anglo-Sakson, Roma veya Antik Yunan efsanelerini konu alan  besteleri de bulunmaktadır. Bu yazıda haddimi aşmadan Purcell’in benim son derece beğendiğim Dido & Aeneas ve Kral Arthur operalarından beğendiğim kısımları ve Aphra Behn isimli tiyatro yazarının ‘Abdelazer’ adlı oyunu için yazılmış ve aynı adı taşıyan eserini sizlerle paylaşacağım. Abdelazer’in Rondeau kısmı (2. bölümünde) oldukça kuvvetli bir melodi ile baslar ama 1 dakika 20. saniye sonrasında bir süreliğine yumuşar, tekrar baştaki şiddetine dönmek üzere. Abdelazer’in tamamını da dinlemenizi öneririm toplamda 15 dk civarında uzunluğu olan bir eser.
Daha önce de belirttiğim gibi Purcell, Anglo-Sakson, Antik Yunan ve Roma kültür veya efsanelerinden gelen hikayeleri defalarca kendine konu edinmiştir. Bunlardan King Arthur oldukça bilinen, ve adından da anlaşılacağı üzere Kral Arthur efsanesi etrafında şekillendirilmiş bir operadır. Bu opera’nın en bilinen ve yapısı itibariyle muadillerinden oldukça farklı olan kısmı 3. perdede yer alan ‘What power art thou’ adlı bölümüdür. 3. perdenin tamamı dinlemek isterseniz bu linkten ulaşabilirsiniz. Kral Arthur güzel bir opera olmakla birlikte benim favorim, Dido and Aeneas’tir. 
Dido ve Aeneas’in hikayesi Publius Virgilius Maro tarafından, Roma İmparatorluğunun kurucusu ve ilk İmparatoru olan Augustus zamanında kaleme alınan, Aeneid adlı epik şiirinde yer alan kısımlardan birisidir. Bu eser, Truva Mikenler önderliğindeki Yunan kuvvetleri tarafından yağmalandıktan sonra yanmakta olan Truva şehrinden kaçan Aeneas’in İtalya’ya çıkıp Roma şehrinin ve devletinin temellerini atmasını anlatır. Bu hikaye denizde geçen talihsizliklerle dolu bir macera olması sebebiyle, Homeros’un Odyssey adlı eseri ve eserin baş kahramanı Odysseus ile benzerlikler göstermesine karşın oldukça özgün bir hikayedir. 
Yolculuğunun bir noktasında Akdeniz’deki bir fırtına sonrası Aeneas'i ve mürettebatını taşıyan gemi Kartaca yakınlarında zorunlu olarak durmak zorunda kalır ve bir takım olaylar sonrasında Truva’dan kaçmış olan Aeneas Kartaca’lıların Kraliçesi Dido ile tanışır. Zamanla Dido ile yakınlaşır ve bir çift olurlar. Her şey yolunda giderken, bir gün Iüpiter (Zeus), Merkür’ü (Hermes’i) elçi olarak Aeneas’e gönderir ve O’nun kaderinde İtalyan yarım adasına çıkıp Roma Şehrini kurmak olduğunu ve bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söyler. Bu haber üzerine, Aeneas mürettebatıyla birlikte Kartaca’yı terkeder ve yine bir takım maceralardan sonra İtalya’ya çıkar. Aeneas’in hikayesi olması gerektiği gibi ilerlerken ayrılık acısına dayanamayan Dido intihar eder ve ölür. 
İşte Purcell Dido & Aeneas Operasında Aeneas’in gemisinin yaşadığı sıkıntılar sonrası karaya çıkmasıyla başlar. Ve Dido’nun intihar etmesiyle son bulur. Youtube’da operanın bir sürü farklı versiyonu olmakla birlikte görsel anlamda en teatrâl versiyonu budur, ama performans anlamında en başarılı versiyon da bu. Opera’nın kendisi 1 saat ile 1 saat 20 dakika arası değişen bir süre alıyor, orkestra şefinin yorumuna bağlı olarak. Opera tür olarak size hitap etmeyebilir, zevkler ve renkler en nihayetinde.  Ama bu opera’nın çok beğendiğim iki bölümünü muhakkak Janet Baker’ın 1966 performansından izleyin ‘Ah! Belinda, I am prest with torment’ ve ‘When I am laid in earth’. 
Purcell’in ölümü üzerinden yaklaşık 320 yıl geçmiş olmasına karşın halen modern müzik dünyasında farklı improvizasyonlarla yerini bulmaya devam ediyor. Aslında Purcell ile benim tanışmam Christina Pluhar’ın L’Arpeggiatta  ile 2014 yılında yayınladığı ‘Music For A While - Improvisations on Henry Purcell’ albümüyle olmuştu. L’Arpeggiatta ve Christina Pluhar genellikle Barok müzik performansları için bir araya gelseler de Purcell albümünde Barok bestelere küçük caz öğeleriyle (gitar ve perküsyon) yaptıkları sihirli dokunuşlarla dimağlarda çok hoş bir tat bırakmayı başardılar.  Bu albümde de yer alan son derece leziz ve başarılı icra edilmiş üç beste önerim daha olsun sizlere ‘Oedipus, King of Thebes, Z583/2: Music for a While’, ‘The Fairy Queen, Z 629: One Charming Night’, ‘Come, ye sons of art away, Z 323/5: ‘Strike the viol, touch the lute’.
Umarım içerisinde Yunan mitolojisinden, Roma tarihinden ve klasik batı müziği tarihinden öğeler bulunduran bu yazımda Britanyalı Orpheus’un (Orpheus Brittanicus) müziğini hakkını vererek tanıtabilmişimdir. Daha fazla Purcell dinlemek isteyenler bu playliste bakabilirler veya direk spotify sayfasından kendi keşiflerini yapabilirler. Misal şu an ben girdiğimde bugün yayınlanmış olan yeni bir albüme denk geldim, şu an o çalıyor. Kime niyet kime kısmet :)
Haftaya bir kitap veya yazar tanıtımında görüşmek üzere. Esenlikler sizinle olsun, keyifli günler dilerim.
tmg
2 notes · View notes
korayaker · 6 years
Text
Toplum, çevre, salonlar, dünya denilen şey, sefil bir tiyatro oyunudur; ilgi çekmeyen, yalnızca makineler, kostümler ve dekorlar sayesinde biraz tutunan, kötü bir operadır." Chamfort
83 notes · View notes
kaanozer · 7 years
Text
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim. imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş ayrıntılarında zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu. sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. ve hala bilmiyordun sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana bütün kazananlar gibi terk ettin yaz başıydı gittiğinde, ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum. sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine çerçevesine sığmayan munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma. yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda. daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını takvim tutmazlığını aramızda bir düşman gibi duran zaman'ı daha o gün anlamalıydım benim sana erken senin bana geç kaldığını gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri. döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı. kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. şimdi biz neyiz biliyor musun? akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. birbirine uzanamayan boşlukta iki yalnız yıldız gibi acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden bizden diyorum, ikimizden ne kalacak? şimdi biz neyiz biliyor musun? yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz kış başlıyor sevgilim hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman kış başlıyor sevgilim iyi bak kendine gözlerindeki usul şefkati teslim etme kimseye, hiçbir şeye upuzun bir kış başlıyor sevgilim ayrılığımızın kışı başlıyor giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak... böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, cağrışımlarla ödeşemezsiniz dışarda hayat düşmandır size içeride odalara sığamazken siz, kendiniz bir ayrılığın ilk günleridir daha her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saat tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz bakınıp dururken duvarlara boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, ve kazanmış görünürken derinliğimizi ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar denemeseniz de, bilirsiniz hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar bana zamandan söz ediyorlar gelip size zamandan söz ederler yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onalar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. bittiğine kendini inandirmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. zaman alır. zaman, alır sizden bunların yükünü o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. o boşluk doldu sanırsınız oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. dilerim geri teper. yoksa gerçekten bitmişsinizdir. zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla günlerin dökümünü yap benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla bunlar da bir işe yaramadıysa demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden ikindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti her çağın bitki örtüsünden oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya yangınlarla bayındır kentler gibiyim: çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları, sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan uzun uzak yolları tarif etmekten haydutluktan ve melankoliden giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden duyarlığın gece mekteplerinden geldim bütünlemeli çocuklarla geçti gençliğimin rüzgara verdiğim yılları dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim. bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? yaram vardı. bir de sözcükler sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler ışık istiyordu yalnızlığım kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum ilerledikçe... kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. karardı dizeler. aşk... bitti. soldu siir. büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim her adımda boynumdan bir fular düşüyordu el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: eksiliyorduk mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim her otelde biraz eksilip, biraz artarak yani çoğalarak tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. terli ve kirliydim. sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu. buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri... panayır yerleri... ölü kelebekler... ölü kelebekler... sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. adım onların adının yanına yazılmasın diye acı çekecek yerlerimi yok etmeden acıyla baş etmeyi öğrendim. yoksa bu kadar konuşabilir miydim? ipek yollarında kuzey yıldızı aşkın kuzey yıldızı sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı aşkın bir yolu vardır her yaşta başka türlü geçilen aşkın bir yolu vardır her yaşta biraz gecikilen gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler gözlerim aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler ilerlerim zamanla anlarsın bu bir yanılsama ölü şairlerin imgelerinden kalma sen de değilsin. o da değil kuzey yıldızı daha uzakta yeniden yollara düşerler düşerim bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler yaşamsa yerli yerinde yerli yerinde her şey şimdi her şey doludizgin ve çoğul şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi şimdi her şey yeniden yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden dönüp ardıma bakıyorum yoksun sen ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
1986-87, İstanbul Murathan Mungan
29 notes · View notes
ansiklomedia · 6 years
Photo
Tumblr media
Giulio Cesare Operası Konusu (George Frideric Handel) Üç perdelik operadır. Nicolo Haym.George Frideric Handel 1724 Londra.Cesare (Bariton), Ptolemeus (Tenor), Cleopatra (Soprano), Cornelia (Mezzosoprano).
0 notes
unosagittario · 8 years
Text
Murathan Mungan dan yuregin derinliklerini anlatan bir siir..
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını Takvim tutmazlığını Aramızda bir düşman gibi duran Zaman'ı Daha o gün anlamalıydım Benim sana erken Senin bana geç kaldığını Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı. Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız Ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak? Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi. Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz kış başlıyor sevgilim hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman kış başlıyor sevgilim iyi bak kendine gözlerindeki usul şefkati teslim etme kimseye, hiçbir şeye upuzun bir kış başlıyor sevgilim ayrılığımızın kışı başlıyor Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak... Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz dışarıda hayat düşmandır size içeride odalara sığamazken siz, kendiniz Bir ayrılığın ilk günleridir daha Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saatin tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz bakınıp dururken duvarlara boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, ve kazanmış görünürken derinliğimizi Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar denemeseniz de, bilirsiniz hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar Bana Zamandan söz ediyorlar Gelip size Zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman Alır sizden bunların yükünü O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. O boşluk doldu sanırsınız Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten Bitmişsinizdir. Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla günlerin dökümünü yap benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla Bunlar da bir ise yaramadıysa Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda Bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden ikindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti her çağın bitki örtüsünden oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya yangınlarda bayındır kentler gibiyim: çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların unuttuklarını hatırlamaktan uzak uzak yolları tarif etmekten haydutluktan ve melankoliden giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden Duyarlığın gece mekteplerinden geldim Bütünlemeli çocuklarla geçti gençliğimin rüzgara verdiğim yılları dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim. Bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? yaram vardı. bir de sözcükler sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler ışık istiyordu yalnızlığım Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler. Aşk... Bitti. Soldu şiir. Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim her adımda boynumdan bir fular düşüyordu el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: eksiliyorduk mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim her otelde biraz eksilip, biraz artarak yani çoğalarak tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri... panayır yerleri... ölü kelebekler... ölü kelebekler... sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. Adım onların adının yanına yazılmasın diye acı çekecek yerlerimi yok etmeden acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? ipek yollarında kuzey yıldızı aşkın kuzey yıldızı sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı AŞKIN BİR YOLU VARDIR HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN AŞKIN BİR YOLU VARDIR HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler gözlerim aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler ilerlerim zamanla anlarsın bu bir yanılsama ölü şairlerin imgelerinden kalma Sen de değilsin. O da değil Kuzey yıldızı daha uzakta yeniden yollara düşerler düşerim bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler yaşamsa yerli yerinde yerli yerinde her şey şimdi her şey doludizgin ve çoğul şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi şimdi her şey yeniden yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
5 notes · View notes
Text
Aşk - İclal Aydın
Aşk – İclal Aydın
Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen. Aşk; bazen bir zaman hatasıdır. Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara. Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır. Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak… Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır. Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır. Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen
View On WordPress
0 notes
suncardss · 7 years
Quote
YALNIZ BİR OPERA ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın Geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş ayrıntılarında zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu. Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan , benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana Bütün kazananlar gibi Terk ettin      Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.            Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine      çerçevesine sığmayan      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu            Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.     Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını      Takvim tutmazlığını      Aramızda bir düşman gibi duran      Zaman'ı      Daha o gün anlamalıydım      Benim sana erken      Senin bana geç kaldığını      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.      Şimdi biz neyiz biliyor musun?      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.      Birbirine uzanamayan      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız      Ne kalacak bizden?      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden      Bizden diyorum, ikimizden      Ne kalacak?      Şimdi biz neyiz biliyor musun?      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz      kış başlıyor sevgilim      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan      oysa yapacak ne çok şey vardı      ve ne kadar az zaman        kış başlıyor sevgilim      iyi bak kendine      gözlerindeki usul şefkati      teslim etme kimseye, hiçbir şeye      upuzun bir kış başlıyor sevgilim      ayrılığımızın kışı başlıyor      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.            Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz      dışarıda hayat düşmandır size      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz      Bir ayrılığın ilk günleridir daha      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup      kulak verdiğiniz saatin tiktakları      kaplar tekin olmayan göğünüzü      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz      bakınıp dururken duvarlara      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya      kendimizi hazırlar gibi      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,      ve kazanmış görünürken derinliğimizi      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar      denemeseniz de, bilirsiniz      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar          Bana Zamandan söz ediyorlar      Gelip size Zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,      öyle düşünürler.      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.      Zaman      Alır sizden bunların yükünü      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.      O boşluk doldu sanırsınız      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir      gün gelir bir gün      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide      o eski ağrı      ansızın geri teper.      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten      Bitmişsinizdir.      Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini        kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır      ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla      günlerin dökümünü yap      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini      kim bilebilir ikimizden başka?      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren      kendiliğindenliği      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi      bir düşün      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla      Bunlar da bir ise yaramadıysa      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda      Bu şiire başladığımda nerde,      şimdi nerdeyim?      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden      ikindi yağmurlarını bekleyen      yaz sonu hüzünlerinden      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim      geçti her çağın bitki örtüsünden      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından      bakarken dünyaya      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:      çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların      unuttuklarını hatırlamaktan      uzak uzak yolları tarif etmekten      haydutluktan ve melankoliden      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim      Bütünlemeli çocuklarla geçti      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.      Bu şiire başladığımda nerde,      şimdi nerdeyim?      yaram vardı. bir de sözcükler      sonra vaat edilmiş topraklar gibi      sayfalar ve günler      ışık istiyordu yalnızlığım      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.      Aşk... Bitti. Soldu şiir.      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece      uyudum, hiç uyanmadım.      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:      eksiliyorduk      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim      her otelde biraz eksilip, biraz artarak      yani çoğalarak      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında      ağır ve acı tanıklıklardan      geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları      ve açık hayatları seviyordu.      Buraya gelirken      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için      panayır yerleri... panayır yerleri...      ölü kelebekler... ölü kelebekler...      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.      Adım onların adının yanına yazılmasın diye      acı çekecek yerlerimi yok etmeden      acıyla baş etmeyi öğrendim.      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?            ipek yollarında kuzey yıldızı      aşkın kuzey yıldızı      sanırsın durduğun yerde      ya da yol üstündedir      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı      AŞKIN BİR YOLU VARDIR      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN      AŞKIN BİR YOLU VARDIR      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler      gözlerim      aşkın kuzey yıldızıdır bu      yazları daha iyi görülen      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler      ilerlerim      zamanla anlarsın bu bir yanılsama      ölü şairlerin imgelerinden kalma      Sen de değilsin. O da değil      Kuzey yıldızı daha uzakta      yeniden yollara düşerler      düşerim      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler      yaşamsa yerli yerinde      yerli yerinde her şey      şimdi her şey doludizgin ve çoğul      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi      şimdi her şey yeniden      yüreğim, o eski aşk kalesi      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden      Dönüp ardıma bakıyorum      Yoksun sen      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
Murthan Mungan
0 notes
yitikyasam · 7 years
Photo
Tumblr media
Cumhuriyet, 10 yıl o savaştan bu savaşa savrula savrula takati kesilmiş, kuraklığa, yokluğa yenilmiş bir halkın acısını dindirebilme, onun fukara çocuklarının ayağına bir çift papuç giydirebilme savaşının adıdır aslında… “Bıktık, yeter.  Artık sulh olsun” çığlığıdır. Yurtta sulhtur, cihanda sulh… “Yurtta kudretimin artması için bana cihanda düşman lazım” diye asırlık sulh antlaşmalarına sataşıp konu komşuyla harp aramamaktır. Savaşmamak, barışmaktır.
***Ağalığın, yobazlığın, cahilliğin elinde tutsak düşmüş Anadolu’ya bilimin ışığını yayma kavgasıdır Cumhuriyet…
....................Anadolu çocuklarının üretim içinde eğitilip toprağı yeşertirken kızlı erkekli saz çalıp güle oynaya ağalara kafa tuttuğu enstitünün adıdır Cumhuriyet…
Kimsesidir, kimsesizlerin… Evdeki esaretinden kurtarılmış, eline kâğıt-kalem verilmiş, seçebilmiş, seçilebilmiş, görücüyle değil gönlünce evlenebilmiş kız çocuklarının doğum yeridir. Köleliğe isyan çağrısıdır. “Beyim bilir”in yerine “beynim bilir”i koyan, rahat giyindi diye tekmelendiğinde, itiraz etti diye saçından sürüklendiğinde, “adam/madam” diye dalga geçildiğinde ayağa kalkıp misliyle karşı koyan kadının sığınağıdır.
***
Kadın ve erkeğin eşit ve bir arada yaşantısıdır Cumhuriyet… Dinin, siyaset kürsüsünden sökülüp atılmasıdır. “Şeyhler, dervişler, müridler” yerine “aydınlar, sanatçılar, âlimler” yetiştirme kavgasıdır. “Kadı”nın yerine çağdaş hukuku koyma davasıdır. Uygar dünyayla bir olma, aydınlanma sevdasıdır. Tercüme Bürosu’ndan, Köy Enstitülerinden yetişmiş entelektüellerdir, Türkçeye çevrilmiş klasiklerdir. Konservatuvardır, tiyatrodur, operadır, baledir, heykeldir. Demiryoludur, fabrikadır, bacadır. Milletin Meclisi’ne güven, halkın iradesine inançtır. Bağımsızlıktır ki karakterimizdir bizim…
***
Fazilettir Cumhuriyet, fazilet… Cumhuriyet… Halk Ata’sına yürüyecek korkusuyla yollara barikat kuran korkaklara karşı, barikatları yıkan cesaretin davasıdır. Bunca yıldır, onca saldırıya rağmen yıkılmayan bir dağın adıdır Cumhuriyet; arada bulutlansa da geçit vermez karşı devrime… Durmaz, akar gümüş dere…
8 notes · View notes
bilgeau-blog · 8 years
Text
YALNIZ BİR OPERA
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın Geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş ayrıntılarında zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu. Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan , benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana Bütün kazananlar gibi Terk ettin
     Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
     Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine      çerçevesine sığmayan      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
     Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını      Takvim tutmazlığını      Aramızda bir düşman gibi duran      Zaman'ı      Daha o gün anlamalıydım      Benim sana erken      Senin bana geç kaldığını
     Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
     Şimdi biz neyiz biliyor musun?      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.      Birbirine uzanamayan      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız      Ne kalacak bizden?      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden      Bizden diyorum, ikimizden      Ne kalacak?
     Şimdi biz neyiz biliyor musun?      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
     kış başlıyor sevgilim      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan      oysa yapacak ne çok şey vardı      ve ne kadar az zaman        kış başlıyor sevgilim      iyi bak kendine      gözlerindeki usul şefkati      teslim etme kimseye, hiçbir şeye      upuzun bir kış başlıyor sevgilim      ayrılığımızın kışı başlıyor      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
     Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
     Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz      dışarıda hayat düşmandır size      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz      Bir ayrılığın ilk günleridir daha      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
     Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup      kulak verdiğiniz saatin tiktakları      kaplar tekin olmayan göğünüzü      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz      bakınıp dururken duvarlara      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya      kendimizi hazırlar gibi      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,      ve kazanmış görünürken derinliğimizi      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
     denemeseniz de, bilirsiniz      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
     Bana Zamandan söz ediyorlar      Gelip size Zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,      öyle düşünürler.      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.      Zaman      Alır sizden bunların yükünü      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.      O boşluk doldu sanırsınız      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
     gün gelir bir gün      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide      o eski ağrı      ansızın geri teper.      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten      Bitmişsinizdir.
     Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini        kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.
     Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
     ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla      günlerin dökümünü yap      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini      kim bilebilir ikimizden başka?      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren      kendiliğindenliği      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi      bir düşün      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla      Bunlar da bir ise yaramadıysa      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
     Bu şiire başladığımda nerde,      şimdi nerdeyim?      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden      ikindi yağmurlarını bekleyen      yaz sonu hüzünlerinden      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim      geçti her çağın bitki örtüsünden      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından      bakarken dünyaya      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:      çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların      unuttuklarını hatırlamaktan      uzak uzak yolları tarif etmekten      haydutluktan ve melankoliden      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim      Bütünlemeli çocuklarla geçti      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
     Bu şiire başladığımda nerde,      şimdi nerdeyim?      yaram vardı. bir de sözcükler      sonra vaat edilmiş topraklar gibi      sayfalar ve günler      ışık istiyordu yalnızlığım      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.      Aşk... Bitti. Soldu şiir.      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
     Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece      uyudum, hiç uyanmadım.      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:      eksiliyorduk      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim      her otelde biraz eksilip, biraz artarak      yani çoğalarak      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında      ağır ve acı tanıklıklardan      geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları      ve açık hayatları seviyordu.      Buraya gelirken      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için      panayır yerleri... panayır yerleri...      ölü kelebekler... ölü kelebekler...      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.      Adım onların adının yanına yazılmasın diye      acı çekecek yerlerimi yok etmeden      acıyla baş etmeyi öğrendim.      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
     ipek yollarında kuzey yıldızı      aşkın kuzey yıldızı      sanırsın durduğun yerde      ya da yol üstündedir      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
     AŞKIN BİR YOLU VARDIR      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN      AŞKIN BİR YOLU VARDIR      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler      gözlerim      aşkın kuzey yıldızıdır bu      yazları daha iyi görülen      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler      ilerlerim      zamanla anlarsın bu bir yanılsama      ölü şairlerin imgelerinden kalma      Sen de değilsin. O da değil      Kuzey yıldızı daha uzakta      yeniden yollara düşerler      düşerim      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler      yaşamsa yerli yerinde      yerli yerinde her şey
     şimdi her şey doludizgin ve çoğul      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi      şimdi her şey yeniden      yüreğim, o eski aşk kalesi      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
     Dönüp ardıma bakıyorum      Yoksun sen      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
Murathan MUNGAN
0 notes