#oğluşuna
Explore tagged Tumblr posts
Text
Belki demek evet demek
Hayır demek belki demek diye büyütülen Avrupai erkekler yerine doğu kültüründe hayır demek evet demek falan diye anlayan...
Kendisi skor tutmayı erkeklik sayan...
Kendisini sevmeyenin gitmesine izin vermeyen...
Güruh ne kadar tehlikeli işte ortada...
Bunda kızına değil oğluna yemeğin etli kısmını veren
Oğluşuna herkesi hizmetçi belleyen ananın
Araba satarkene bile baldır bacakla ekstradan süsleyen reklamcının
Medyanın herkesin parmağı var...
5 notes
·
View notes
Photo
Yatak örtüsü takımı nasılda yakışır oğluşuna? Siparis ve takip icin @nasilda_yakisir_hediye_duragi #hediye #hediyelik #kece #keçe #kecedencanta #keçedençanta #yatakörtüsü #makyajcantasi #elemeği #elyapimihediye #aksesuar #pembe #nasildayakisir #özeltasarım #ozeltasarim #kisiyeozelhediye#çanta #aksesuar #sirtcantasi #cocuk #kids #gift #isimlihediyelik #oğluşuna #balon #piketakimi #yastik (Istanbul Province)
#ozeltasarim#nasildayakisir#hediyelik#piketakimi#elyapimihediye#yastik#özeltasarım#sirtcantasi#kisiyeozelhediye#cocuk#gift#çanta#kece#makyajcantasi#kecedencanta#oğluşuna#aksesuar#elemeği#keçe#keçedençanta#yatakörtüsü#balon#kids#hediye#isimlihediyelik#pembe
0 notes
Text
Televizyon Bağımlılığı Ve Toplum
Adnan Bey nikahlı karısı Bihter’e tecavüz edecek diye bir söylenti çıkmıştı, yeğeni Behlül ile işi pişirirken hayran hayran bakan arkadaşlar o gün Adnan Bey’e lanet okumak için işlerini iptal etmişti. Sonra haftalarca Adnan Bey’in ne hayvanlığı ne caniliği kaldı.
YouTube’da en çok izlenen videolar arasında Fatmagül’ün tecavüze uğradığı sahne ilk 10’da geliyor ve çok enteresan yayınlandığı o dönem raitingleri tavan yaptıran erkekler değil, kadınlardı.
Evlendirme programlarının atası Semra Kaynanalı olandı.
Semra kaynana sümüklü oğlu için ülkenin tüm kızlarını elden geçirmiş, ama kimseyi oğluşuna layık bulamamıştı. Oğlu Ata yüksek doz uyuşturucudan ölünce onu bayrağa sardık, tüm kanallardan canlı yayınlattık. Öyle güzel insanlardık (!)
Beyaz Gelincik diye bir dizi vardı, dizide uyuşturucu satan adamı sokakta gören yurdum vatandaşı “yakalayın şu şerefsizi!” diyerek az kalsın adamı linç ettirecekti. Doktorlar dizisinde cerrah olarak rol alan şarkıcıdan sıra almaya çalışanları saymıyorum artık.
Gerçeklik algımızda toplum olarak sorun var buna kimse itiraz edemez.
Öyle olmasa Çakır’ın cenaze namazını kılmaz Polat Alemdar ve Memati’ye üniversitede konferans verdirmezdik. Gerçek ile yalan olanı ayırt etmeye çalışırken çok bocaladığımız oluyor. Çok bocalayınca ani kararlar almamız gerekirken saçmalıyoruz.
Behlül yengesine yürürken “buradan büyük aşk çıkar” fikrine sahip olmasaydık caaanım ednan bey belki boynuzlanmayacaktı ve dizi 3. Bölüm muhtemelen yayından kalkacaktı. Survivor sadece yapılan oyunlardan ibaret olsaydı, muhtemelen NTV spor’da yayınlanacak, caaanım dedikoduları kumpasları kaçıracaktık. Tabi doğal olarak raitingler altüst olmayacakı.
Aynı karakterin başına felç, körlük, kaçırılma, hafıza kaybı, ayrılma, kaynına aşık olma döngüsü her hafta gelmese biz o iğrenç Ankara dizilerine 1500. Bölüm de hala mal mal bakmaya devam etmeyecektik.
Sanırım halk olarak toplum içinde aşağıladığımız her şeyden korkunç bir zevk alıyoruz.
Durum böyle olmasa algının babası yapılan medya bizim bu zaaflarımızdan yararlanmazdı.
Televizyon Bağımlılığı Toplumu Dizayn Etmek İçin Kullanılıyor
Okulların açılması ile yeni sezon diziler ve programlar da kadınların beğenisine sunulacak. Okullar ile aynı anda piyasaya sürülmeleri bile başlı başına bir yazının mevzusu ancak şu gerçeği artık görmemiz ve karar vermemiz gerekiyor.
Güdülmek mi istiyoruz?
Bir neslin ihyası bizim ellerimizdeyken, saçma sapan programlara prim veren bizler bunun hesabını vicdanımıza nasıl vereceğiz?
Yemek yedirirken bile ihtiyaç duyduğumuz televizyon çocuklarda bağımlılık yapınca yine en çok biz üzülüyoruz. Zihni Uyuşuk çocukların ne bize ne devlete ne topluma ne de kendine faydası olmaz.
Ezgi Akgül
Zaaflarımız ile alakalı bir başka yazı için BURAYA tıklayın.
0 notes
Text
Öğle Yarası
-Abi salata yemeye gideceğiz karşıya, geliyor musun? Ne demek geliyor musun? "Durumumu bilmiyorlarmış gibi dalga geçmek için bir de soruyorlar" diye düşündü içinden Hasan. Belli, alınganlık ediyordu ama onu bu dünya üzerinde kimsenin anlayabildiğini söyleyemeyiz sevgili okuyucu. Hayır, merak etme, bu o hüzünlü engellerin hikayesi olmayacak. Hasan çok iyi. Hamburgercide çift mesai çalışıp ailesini geçindirmenin haklı gururunu yaşıyor. Ve günün en sevdiği saati geldi. Öğle arası. Diğer kaytarıklar gibi mola sevici değil Hasan aslında. Aldığı üç kuruş paranın karşılığının çok emek olduğunu anlatmışlar ona. O da atalarına mezarda "bi takla at da görelim" demesinler diye boynunu büküp "wrap" dürüyor, hamburger ekmeğine masaj yapıyor, tanrıdan aldığı güç ile toz şekeri içeceğe çeviriyor. Başkasının peygamberi bu işlerle uğraşıyor normalde ama zaten çalıştığı hamburgerci yurtdışından gelen değişim öğrencisinden hallice. Yiyeceklerin yerel dildeki karşılığını öğrenmektense yurdunun renklerini etrafa bulaştırmaya pek kararlı. Doğru ya, çevresine adapte olmaktansa çevrenin kendisine adapte olmasını bekleyen tek hayvan: insan. İşte bu hamburgerci de onlardan biri olmalı, diye düşünüyor Hasan. Hasan yurtdışından gelen değişim öğrencilerine pek aşina. Demiryollarına kahrolsun ki tren istasyonunun yanına açmışlar çünkü şu lokantadan bozma sidik kokulu gudubet yeri. Şehre yeni gelen yabancı öğrenci, etrafına şöyle bir bakınıyor ve tek bildiği kelime olan İskoçyalı Donald'ın -ördek olan değil- hamburgercisine giriyor. Yağ lekeli tezgaha yaklaşıp yağ lekeli Hasan'la el kol hareketiyle anlaşıyor. Hasan da hamburger siparişini kasaya girerken kendi çocuğundan irice olmasın, birkaç yaş büyük gavur kırmasının davranışlarını izliyordu. Çalışmayı sever dedik Hasan. En azından çalışmayı sevmeyi sever. Aynı şekilde bir kadını sevmeyi sevmişti yıllar önce. O kadın ne yazık ki bu hikayenin başkahramanlarından biri olmayacak. Çünkü düşük gelirli ailelerin hikayesinde kadın olmaz, kadının hikayesi olur. Bu kadının hikayesine, babasının da kaş gözüyle -hangisinin babası diye sormayın biliyorsunuz- kapıyı çalmadan tabir-i caizse hayvan gibi dalmıştı Hasan. Daha ağzı süt kokan kardeşinin ağlamaları eşliğinde kadının suratını bir örtüyle kapatmış, yıllar geçip de çocuğun ağlaması bitmeyince ona bir yeğen peydahlamıştı. Annesinin kardeşini çok seviyordu Hasan oğlu Dobiş. Evet, bu bir nüfus memuru şakası değil. Ben de naçizane, size bir gerçeği hatırlatmak isterim: Faydacı insanoğlunun hayatına bir şey katmayan karakterler sıfatlarıyla anılır. 14 yaşına gelmiş Dobiş, konuşmayı öğrendiğinden beri o kadar kiloluydu ki, yaşıtlarının aklına hep fazla kilolarıyla yer etti. Sınıftaki farklı çocuktu o, diğerleriyle pek aynı olduğunu anlatamadı utancından ağzını açamadığından. Zaten hayat çizgisi bir iki seneye kalmadan güzelce kırıldı kütle çekim kararnamesiyle. Normal görünmemesi normal bir karakterinin olmamasına sebep olmuştu. Mutsuz, hayalleri olmayan, hayatta kalabilmek için yiyen. Yanlış anlaşılmasın, genelde hayatta kalabilmek için yemek yiyenler, zevk için yiyenlerden daha zayıf olur. Ancak Dobiş, ölmemek için değil, göz yuvasının derininden çıkmaya çalışan deniz suyu tadını bastırmak için yiyordu. Göbek halkalarının, babasının kendini bildi bileli bir fast food şirketi için çalışması ile pek alakası yoktu, ancak bir fast food şirketi için çalışmasıyla, eve sadece o uyuduktan sonra gelmesiyle, ışığı açmadan karanlıktaki uyuyan suretini izlemesiyle, restoran artıklarını yanındaki çekmecenin içine bırakmasıyla, uyandığında babasının çoktan gitmiş olduğunu görüp ondan kalan sevgi kırıntıları ve trans yağlarla kendine bir baba figürü çizmesiyle pek alakası vardı. Babasız büyümüş, mutsuz anasından sevgi görememiş, derme çatma evde en zevkli oyuncakların buzdolabında olduğunu fark etmişti Dobiş. Şimdi de babasının olmasın, para babasının günahlarını çekiyordu işte. Hobisi yok, kalbi zorlanıyor, ağzı kulakları bırak çoğu zaman çenesinin arka kıvrımında... Koca bedenini yolundan çekmesini söyleyen taş kalpli öğrenciler hariç -o yaşta ne yazık ki herkesin kalbi taş, sonradan çimleniyor- arkadaşı yok. Gerçi bu cümleye bir parantez açıp konumuza girmemiz lazım. "Sabahçı öğlenci" sisteminden "tüm gün öğrenci ulan" sistemine haydi hayırlı olsun geçişimizden sonra öğle arası denen bir nane ile karşılaştı Dobiş. Arkadaşı olanlar evrimsel içgüdüleriyle sürüsüne katılıp alfasının çekiştiği yere gidiyor, kimisi de okulun yemekhanesinden yemek yiyordu. Hasan ve karısı Dobiş'i yemekhaneye yazdırmayı çok mantıklı bulmamışlardı. Daha doğrusu Hasan mantıklı bulmamıştı, kadın sesini çıkarmamıştı. Çünkü Dobiş'in okulundan Hasan'ın çalıştığı yere yürüyerek 7, Dobiş adımlarıyla 12 dakika sürüyordu. Hasan ise yemek molalarında market için biriktirdiği ticket'ı harcamak yerine tezgahtaki yağ lekelerini varisli ayak ovar gibi ovuyor, stresini atıyordu. Eğer Dobiş öğle arasında oraya gelirse, artık ineklerden yapılan etlerden kalan artıklarla biricik oğluşuna en beleşinden bir hamburger düzebilirdi. Dobiş de bu kararın üstüne itlik etmedi. Okulda yemek yemeden, yalnız kalıp elini ayağını nereye koyacağını bilmemektense, hem her gün hamburger yemenin tadını çıkarıp hem de tanımadığı babasının kokusunu yağ kokuları arasından seçmeyi deneyebilirdi. Böylece imparatorluk devrinden sonra dünyaya gelen en büyük baba-oğul ritüeli başlamış oldu. -Abi salata yemeye gideceğiz karşıya, geliyor musun? -Afiyet olsun ben iyiyim. -Ulan nezaketen soruyoruz bir gün gelmez inşallah değil mi Ahmet hahaha! İş arkadaşı Hasan'ın duyup duymamasını pek önemsemedi. Hasan, Hasan'ın duyup duymamasını pek önemsemedi. Saatine baktı. Dobiş'in en sevdiği hamburgeri hazırlamıştı. Bu menüde olmayan özel bir hamburgerdi. Dobiş'in en sevdiği... En azından Hasan öyle sanıyordu. İşte, tam zamanında! Very important person, tezgaha şöyle bir bakıp masasına geçti. O kadar şeyin üstünde bir de utangaç bir çocuktu Dobiş. Zaten paket halinde gelir bunlar. Aynı Hasan'ın hazırladığı menü gibi. Hasan, her günkü gibi yüzüne sığdırdığı en aptal gülümsemesiyle Dobiş'e yaklaştı. Tepsiyi Dobiş'in önüne bıraktı ve karşısındaki sandalyeye oturdu. -Aslan oğlum benim aslan! Nasıl geçti bakalım bugün okulun? Dobiş babasını tanımadığı gibi, Hasan da oğlunu bu topraklarda doğan her erkek gibi tanımıyordu. O yüzden konu konuşmaya geldiğinde dersler, havalar ve arabalardan öteye geçemiyordu. Kadınlar konusu zaman geçirmek için fena değildi aslında ama henüz Dobiş buna hazır değildi Hasan'ın gözünde. -İyi. -Bugün soğuk hava ha, dikkat et. Hadi, hamburgerin çabuk soğur bak! Dobiş genelde bu cümleden sonra yemeye atılırdı. Ancak hamburgerle şöyle bir kesişti. Ellerini masanın altından bir türlü çıkaramadı. Hasan bir gariplik olduğunu anladı. Acaba yanlış bir malzeme mi koymuştu? Marulları Dobiş'in istediği gibi kesmediği 76. buluşmada Dobiş hiçbir şey demeden okula dönmüştü. Yanlışlıkla turşu koymayı unuttuğu 412. buluşmada ise hamburgeri yere atarak tepki göstermişti. Bunun gibi ufak tefek sorunların kökeni Dobiş'in içinde yatan daha derin bir sıkıntıdan değil, düpedüz yemekteki "kusurlardan" geliyordu. Deprem olan 127. buluşmada bile Dobiş hamburgerini -mükemmel olsa gerek- bitirmiş, öyle dışarı çıkmıştı. Bu seferki farklıydı. Hasan yağlı ellerini sinekkaymadı sakalına götürerek düşünceli görünmek istedi. Hissettiklerini her zaman saklaması gerektiği öğretildiği için, tam tersi gereken duygusal durumlarda içini açmak için özel olarak çaba harcıyordu. -Neyin var oğlum, sevmedin mi hamburgeri? Dobiş omuz silkti. Sanırım Hasan'ın bir kelime çok işlem oynaması gerekecekti. -Karnın mı ağrıyor... Yemeyecek misin... İstersen yenisini yapayım... Sıkıntı bende mi... En sonunda babasının soğuk terler dökmesinden pek rahatsız olan Dobiş, dilindeki zaten sevmediği baklayı çıkardı. Ama o ne konuşma... Hasan oğlunun hiç bu kadar heyecanla bir şeyler anlatışını görmemiş, görmek de istememişti. Çünkü ucu ona çok fena dokunacaktı. 14 yaşındaki çocukların cümlelerinden pek haz etmediğim için, durumu onun yerine size ben özetleyeceğim. Bizimki aşık olmuş -evet şişmanlar da aşık olur-, sevdiği kız buna "yağ tulumu" demiş -eminim aynı isimli hikayeden bihaber-, şimdi de sanki yeterince depresyonda değilmiş gibi aşk acısıyla kahroluyormuş. -Lan sen ne bilirsin aşkı acıyı... Hasan biraz sonra olacakları sezmiş olmalı ki, insanoğlunun elindekini kaybetme ihtimali doğduğunda gözüne kan pompalayan muhafazakar ruhunu açığa çıkardı. Dobiş'in vermesi gereken cevap "sanki sen çok biliyon" olmalıydı, ancak öyle bir şey olmayacağını hepimiz biliyoruz. -Baba... Dedi. 522 buluşmanın sonrasında. Kimse kimseyi böyle zorlamamıştır, kimse de kimseyi böyle beklememiştir. Hasan, şu sözcüğü duyabilmek için dünyaları verirdi, ama sadece oğlunu vermesi yeterliymiş. -Ben zayıflamak istiyorum. Artık öğle aralarında salatacıya gideceğim. Babasının tepkisini beklemeden sandalyeden kalktı ve hışımla kapıya yöneldi. Hasan'ın ağzından dökülen "hass.ktir" kelimesini en fazla hamburger duyabilirdi. Zaten hamburger ile Hasan uzun uzun bakıştılar. Akan müşteri trafiği ya da adını seslenen iş "arkadaşları" umurunda olmadı. Fazlaca gelen gavuroğlu ve gavurkızı bugüne ekstra trafik yapmış, Hasan ara verdiğinde kasaya geçen müdürün tepesi atmaya başlamıştı. Hasan oğlunu artık göremeyecekti. Ama oğlunu zaten hiç görmemişti...
Devam edecek...
Ya da etmeyecek. Bilmiyorum. Hasan kadar azimli değilim.
0 notes
Photo
#alinti 💥 Josh, "Bak," dedi. " Gerçek şu ki, geç kaldım. Çok fazla hastam var. Kız kardeşim bana kalp krizi geçirtecek. Bugün Toby'e bakması için birine ihtiyacım var ve seninde paraya ihtiyacın var. Ayrıca, o iyi bir çocuk. Çok iyi bir çocuk....Çatal, bıçak kullanmayı ve kendi dilimizi konuşmayı reddetse de... Ancak istediğinde havlayıp örümcekleri yakalayabilir." Grace bunun üzerine birden durdu. " Daha fazla örümcek mi var?" "Hayır," dedi Josh hiç duraksamadan. " Örümcek yok." "Ama örümcek dedin,"dedi Grace. "Ve ben de yan bahçende kocaman bir tane görmüştüm." "O Örümcek, kışı gecirmek için güneye gitti." "Şu anda yaz." "Kasabadan ilk giden olmak istedi." "Şu yalanlara bak." . . #kitapyorumu 👉 Jill Shalvis 🌻 BELKİ BİR GÜN #okundubitti Seviyorum ! seviyorum! seviyorum @nemesiskitap ın bu serisini ölümüne seviyorum. Evet, biliyorum serinin çıkan tüm kitaplarını okuyup bitirince ve kitapsız kalınca çok üzüleceğim ama okumadan duramıyorum.. Şans Liman sakinlerinden Dr. Scott ve karmaşık hayatı için Grace, en olmadık anda ve en olmadık yerde ortaya çıkıyor. Grace'i bir önceki iki kitaptan hatırlıyorsunuzdur. Çikolata kolikletin üçüncüsü. İstediği işleri kapamayınca Şanslı Limanda biraz takılıp iş görüşmelerine gidip gelen kısa süreliğine de olsa özgürcülük oynayan kızımız. Bir gün yanlış giden bir günde her şey daha yanlış gitti ve kendisini bir anda Dr. Scott'ın evinde, oğluşuna bakarken bulur. Yavaş ama emin adımlarla Scott ailesine dahil olurken her iki ponçiğinde korkuları işi zora sokuyor. Sayfalar boyunca aralarındaki kimyayı okurken ben bile hissettim. Birbirine en uyan çift sizsiniz 👍 Serinin en büyük özelliği ve en güzeli bir önceki karakterlerden de haber alabiliyor olmamız. Seviyorum bunu ve umarım sonraki kitaplarda onlarda dahil sizi de bolca okurum. Keşke daha uzun sayfaların olsaydı 😭 Seriyi mutlaka ama mutlaka okumalısınız 😗 Şiddete başvurarak öneriyorum😋 Kitapla aşk yaşayan ve Şanslı Limanda olmanın hayalini kuran Asi kızdan Sevgilerle ❤ #instagram #blogger #instablogger #likebook #likeforlike #likeforfollow #book #kitap #reading #bookstagrammer #jillshalvis #sansliliman #series #nemesiskitap #kitapruyasi #okudumvebitti
#okundubitti#alinti#nemesiskitap#reading#instablogger#jillshalvis#series#instagram#likebook#likeforlike#kitap#kitapruyasi#okudumvebitti#kitapyorumu#blogger#sansliliman#book#bookstagrammer#likeforfollow
0 notes