#ne için olduğunun var mı bi önemi?
Explore tagged Tumblr posts
Text
-ne oldu, sanki ağlamış gibisin.
+hayır. yani.. aslında, mumlarım erimiş. ona ağladım biraz.
-ne? saçmalama.
*yeniden dolan gözler*
-saçmalama ya, buna mı ağlıyorsun? şaka gibi.. duygusuz diye bildiğimiz kıza bak.
*tebessüm*
#demek ki ne duygusuzmuşum ne de ruhsuz.#ağlama sebebim mumlarım olmasa bile öyle bil.#önemli olan benim de duygularımın olduğunu bilmen.#ne için olduğunun var mı bi önemi?
14 notes
·
View notes
Text
selam! duolingo deneyimim soruldu o yüzden here we go
duolingoyu aktif bir şekilde kullanmaya başladığım dönem üniversiteye başladığım dönemdi, hazırlık okuyordum, ve ingilizce haricinde ispanyolca'ya bir merak sarma durumum vardı o yüzden hem ingilizce hem ispanyolca için düzenli bir şekilde kullanmaya başlamıştım. benim için bu "zinciri kırma" olayı baya önemli, o yüzden günde iki dakika dahi olsa sırf serimi korumak için girdiğim bir şey oldu çoğunlukla. ha elbette benim de serimin bozulduğu zamanlar olmadı mı, oldu, ki insanın motivasyonunu baltalayan bi durum, ama yine de neyi ne için yaptığımız önemli bu noktada sanırım. günde 5 dakika 10 dakika 15 dakika hiçbir şey değil.
peki hiç canımızın o dili çalışmak istemediği günler de olmayacak mı? elbette olacak. burada benim "hadi şu dile de bi göz atalım" perilerim devreye giriyor. hiç alakanız olmayan bir dilin ilk dersini çalışabilirsiniz. ben bunu bazen çok abartıp duo'da olmayan filipinceyi öğrenmek için filipinliler için verilen ingilizce dersini falan bile denemiştim. bir de eğer çok fazla dil görünmesini istemiyorsanız baktığınız ama çok sevmediğiniz dillere ait ilerlemenizi bilgisayardan duolingo'ya girdiğinizde silebilirsiniz. benim güncel hali şöyle:
ya da bazen, hiç ama hiç yeni bir şey öğrenecek durumda olamayabiliyoruz. özellikle şu aralar çince'de yeni bir dersi öğrenmek bana çok zor geliyor çünkü yepyeni kelimeler ya da yepyeni bir cümle yapısı vs öğrenmek için mental olarak da kendimizi hazırlamak gerekiyor. e bu noktada da eski dersleri tekrar edebilme imkanımız var. yeni bir derse başlamak zorunda değiliz, açıp eski bir şeylerin tekrarını pratiğini yapabiliriz.
yine keyifli şeylerden birisi, alfabesi farklı olan diller için harfleri öğrendiğiniz bir kısım var duolingo'da. korece ve arapça'da var mesela, açıp sadece harflere çalışabiliyorsunuz.
farklı dillerde farklı özellikler olabiliyor, o yüzden farklı dillere bakmayı kesinlikle tavsiye ederim.
son olarak şunu söylemeden geçemeyeceğim. herhangi bir dile çalışmak için, hangi dil olduğunun önemi yok, sadece duolingo yeterli değil. duolingo tabii ki bi şeyler öğretiyor ve aslında dille olan bağımızı koparmamak için çok faydalı ama duolingo başlı başına yeterli bir dil uygulaması değil, diğer her dil uygulaması gibi artıları ve eksileri var, bunu unutmamak gerekiyor
17 notes
·
View notes
Text
Seyyah
Isıran soğuk derlerdi buna. Tenini yakardı adamın, ince ince batardı keskin uçlarıyla. Garibin pek alışık olduğu cinsten. Saat çok geç değildi ama çok da erken sayılmazdı. Orada o köşe başında bankın tam karşısında duruyordu. Sağ kaşının bitiminde elmacık kemiklerine uzanan gıdıklayıcı sıcaklık biraz daha sürsün istiyordu. Lakin içinde bulunduğu anın velvelesi buna izin vermiyordu. Elinin tersiyle sildi kan damlasını. Hava soğuk, ısırıyordu. Daha fazla sızmasının mümkünatı yok. Sesi git gide kısılıyordu. Hala ses tellerine sahip olduğunu anlamak için boğazını temizler gibi öksürdü. Ortalığın sakinleştiğinden emin olana kadar vaziyetini korudu. Tedirginlik üstü telaşla karşısındaki orta yaşlı adama bakıyordu. Hikayesini bilmiyordu. Ancak onu gecenin o vakti bu sokağa getiren şey neyse bu adamın sakinleşmesini beklemesi gerektiğini de söyleyen şey aynıydı. Banka doğru baktı. Başı hafif önde iki eliyle beresini düzelten adama bakıyordu. Adam söylenmeye devam ediyordu. Öfkesini burnundan çıkan buharlardan daha iyi tarif edebilecek tek şey bunu yazmaya yeltenen bir durum hikayecisi olabilirdi. Gözlerini havaya dikti sonra. Kaynayan kazanlar gibi cümlelerce dökülen yakarışlarını yineledi:
‘’Zalımın oğlu ne olacağıdı zalım olacağıdı ya! Bok oldu benim oğlum. Gafamın ağırlığınca bok oldu. İşe yaramaz adam oldu benim oğlum. ‘’
Yanına yaklaşmakta çekimserdi. Son bir tahlilde kararını verdi ve usul usul yaklaştı adama. Gözlerini gözlerinin içine kilitlemek istiyordu. Bir hayli zordu bakmak. Dolu doluydu çünkü. Sitemli yaşlar süzülüyordu yanaklarından. Avcunun içiyle sildi onları. Yitip giden umutları gibi savurdu. Adam çenesini kaldırdı göğe dikercesine. Tavırlarında terk edip giden bir yolcunun hüznü vardı. Genç adam tekrar banka oturdu. Bir elini adamın omzuna attı. Kendine doğru çeker gibi kavradı. Zonklayan çenesini tutup:
‘’Senin de solun amma kuvvetliymiş ha.’’ dedi, sırıtarak.
Adam inlercesine bir sesle:
‘’Evladım, ettim bir hata çok gızdım eşşoğluna sen de bana öyle yaklaşınca tutamadım gendimi elimi savurdum. Kusura galma. ‘’
Genç adam karşısındaki elem tekkesine uzun bir bakış attı. Yorgun gözaltı torbaları, ömrü boyunca hayatın türlü orospuluklarına karşı ciddi durmasını gerektiren kırışık alnı, nasırlı elleri ve parmaklarının arasından düşmeyen ince tespihi.
‘’Emmi’’ dedi sonunda. ‘’Emmi anlat hele bu geceyi sana zul kılan nedir.’’
Yaşlı adam derin bir iç çekti. Öyle derin ki sanki ciğerleri son 24 yıldır hiç havayla dolmamış, hep is belki de kurum ve keder. Ne dese sonucu değiştirmeyeceğinin farkındaydı. Ha bu gece buralardan gitse en uzaklara ya da anlatsa derdini peygamberin oğluna bile. Değişen tek şey artık iyice çökmüş vücudunun dinginliğe hasret kemiklerinin sancısına bir yenisinin eklenmesi olurdu.
Tek kaşını kaldırdı ve genç adama döndü:
‘’Yoh. Ne diyeyim ki. Bana bunu hak gören bir oğlum var. Benim yüreğimi dağlayan. Bana eziyet eden, beni anamdan doğduğuma pişman eden oğluma bu sinirim.’’ diye ekledi.
Gencin artık sabrı tükenmişçesine salladığı ayağı duraksar oldu. ‘’Yahu ne yaptı bu oğlun sana da sen bu geceyi sokakta geçirmeye karar verdin evini yuvanı terk ettin be dayı onu anlat bana ‘’ diye sordu.
‘’ Bak oğul madem ki sen benim zırıltılarımı dinlemek istiyorsun. O zaman dinle, dinle ki başına neler gelecek eyice öğren. Belkim olur ya ders neyin çıkarırsın. ‘’ dedi bilge bir tavırla.
‘’ Zaman yer möhüm değel. Kıştı amma bak kışı iyi bilirim. Gönlüme de kış yağdı çünkü yıllarca. Ta ki onun mahalleye geldiği güne kadar. Sarışın ipek saçları vardı. Hani o bütün şairlerin gastelerin köşelerine gondurduğu aşk şiirleri gibi bir gözelliği vardı. Aşık olmuştum. Elim ayağım torna bilir araba sökerdi ama önce birbirine dolaştı sonra da kalem tutar oldu. Mektup yazar oldu. Anlayacağın oğul, benim nurtopu gibi bir sevdam oldu. Aldım galbimin en temiz köşesine yerleştirdim onu. Gozlerinin yansımasından ruhumu arardım. Ya bana bakmıyordu ya da benim ruhum yoktu, göremezdim. Çok koştum ardından çoh yalvardım. Para dedi çoh dedi gazan dedi. Gazandım. Durmadan çalıştım. Sömürüldüm belki de. O zamanlar işçiler ayaklanırdı, devrim yapmak isterlerdi. Toplanırlardı hep. Ben para gazanacam dedim. Hiç de getmedim. Belki de getseydim bu gece benim eşşek oğlumu gonuşuyor olmazıdık. Boş geç oraları. Neyse Leylamın garşısındaydım artık. Param varıdı. Dükkan açacak param varıdı. O zaman yeterdi ki. Okumuş adam azıdı. Okumak değildi mesele sabah kahvaltısında portakal suyu içmekti amma marketten olan. Vardı bana sonunda Leylam, mutlu olduk.’’
Genç adam dayanamadan kesti: ‘’ İyi de sana anlat dedik sen de neredeyse doğduğun günden başladın.’’
Yaşlı adam sinirli ama uysal bakışlarından bir tane fırlattı gencin yüzüne ve devam etti:
‘’ Dinleyecen yoh öyle yarım bırakmak. Nerede galmıştım. Heh. Evlendik biz babası da izin verdi e tabi o da bir boğazı eksiltecek hanesinden. Seve seve verdi gızını. Ben de seve seve aldım. Kışlar baharları govaladı evlatlarım oldu eki tane. Çoh sevdim anaları kadar çoh. Amma iyi büyütemedim belli.’’
Genç adam gözlerini ovuşturmakla meşguldü. Bu saatte bir adamın yanında burnunu sızlatan bu soğukta ne yaptığına anlam veremiyordu. Evet, birini dinliyordu. Birini dinlemek iyiydi hep ona göre. Neden iyi olmasındı ki. Mesela onun tam burasında, midesine doğru biriken gam sakızını atmaya ihtiyacı olsaydı eğer, gözlerinin ufuk çizgisine takılmasını istediği biri olurdu elbet. Biraz daha esnedi genç adam. Ağzını köy kuyusu gibi açtı ağır ağır. Tekrar bakışlarını yaşlı amcaya çevirdi ve ekledi:
‘’Peki bunu nereden anladın, yani nasıl büyütemedin?’’
Yaşlı adam bir soluk daha aldı gecenin koyusundan. Anlaşılmadığını hissetmeye başlamıştı. Az önceye göre daha iyiydi. Hiç değilse vücudunda seyrüsefer eden kanı, alnındaki orta direk damarı zorlamayı bırakmıştı.
“Ohusun istedim, ohusun adam olsun istedim. Biri gızıdı çocuhlarımın biri de oğlan işte boyu devrilesice, gızın kaderi bellidir, sen ohutmak istersin konu komşu gelir almak ister elinden, rahat bırakmazlar evlenene gadar peşinden koşarlar. Evlenince de derdi bitmez, goca döver, çocuk sıçar, saçlar süpürge işte biliyon. Ama oğlandır, şanslıdır dedim. Azıcıh kafası çalışsa okur, hayatını kurtarır dedim. Gitti hayta oldu soysuz, sokaklardan eve gelmez idi. Anası bağırır bağırır duymaz idi. Okulu bıraktı liseyi okudu bıraktı. Çalışacam para kazanacam dedi. Hayat kuracam dedi. Gız vardı yine mahalleden, onu alacam dedi. “
“Ee o alabildi mi bari senin gibi?”
“Zıkkımın pekini aldı oğul nereden alsın. Kim kızını verir çulsuza ha? Meslek yok, bi bok yok. Sonra noldu, ne olacağıdı uyuşturucuya başladı. Horoyin filan işte. Çalıp çırpmaya başladı. Durmadı heç. Biz baş edemedik. Evden çıktı getti bir gün, öyle bir getti ki onun yüzünü en son gordüğümde galbimden içeri doğru bir iğne girdi”, diye ekledi dertli dertli.
“Bıçak olmasın o iğne az kalmaz mı?”
“Yooh, iğne tabi. Bıçak girdi mi çıkmaz, çıksa da o galp bir daha atmaz. Ama iğne girdi mi galır içinde galbin, dolanır durur, dolandıkça batar, battıkça yakar. İğne galpten girer iki çift gözyaşı olur çıkar”, diye açıkladı yaşlı adam.
Genç adam, amcanın kullandığı kelimelere karşı hayranlığını gizleyemiyordu. Şiir severdi evet, edebiyata da ilgi duyardı fakat böyle bir betimleme karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Karşısındaki yaşlı adamın acısına karşı donup kalmıştı. Hiç bu kadar yakıcı laflar aynı zamanda yürekleri buz eder miydi? Tezatların keyfine varma sırası değildi şimdi. Daha soracağı soruları alacağı yanıtlar ve dolaşacağı banklar vardı.
“Vaay, anladım şimdi. Çok güzel cümle kuruyorsun sen, nasıl kuruyorsun peki?”
“Biz cahılız gonuşmayı bilmeyiz. Düzgün gonuşamayız. O yüzden derdimizi paylaşırken, ağzımızla değil yüreğimizlen gonuşuruz.”
Bu kadar şık cümleleri kurabilmek zor olmalı diye düşündü genç adam. Belki de yaşlı adamın dediği gibi acı ve keder bu cümleleri kurduruyordur. Belki de dil sadece kasvetli havalarda çözülüyordur. Zaten çok mutlu olup ağdalı cümleler kuran birini de görmemişti bu zamana kadar. Ancak derdi olan dökülür, çünkü derdi olanın konuşmaya mecali kalmaz, az ile özü kardeş eder kendince diye içinden geçirdi.
“Ben gideyom oğul”, diye doğruldu yaşlı adam.
Bu kadar çabuk kalkmasına anlam verememişti genç adam. Ama onu da tutmaya niyetli değildi. Hem soğuk biraz da ıssızdı şimdi. Adamın yaşı var başına bir iş gelmesini istemezdi. Buralarda gezen herkesin içini biraz gam biraz da korku sarardı çünkü tam da bu vakitlerde.
“Kendine iyi bak, dilin çok güzel söylüyor da kalbin kaldırmıyor artık.”, diye ekledi genç adam.
“Sen merak etme oğul, ben senin arkandan daha neler söylerim neler.”, dedi titreyen dudaklarıyla yaşlı adam.
Yok olmak ya da kaybolmak veya yavaşça uzaklaşmak. Nasıl siktir olduğunun bir önemi yok. Varken, sağken ve buradayken iyisindir, yokken kötü, diye ısrarlı bir düşünceye daldı genç adam. Geldiği yöne doğru burnunu çeke çeke yürüyordu. Yaşlı adam oturduğu banktan kalktı. Eline aldığı su şişesiyle yürümeye başladı. Kimdi bu genç adam bu saatte buralarda ne işi vardı. Belki de şansızdı kendi gibi ya da belki de başka bir şanssızın oğluydu. Bir şeyler mırıldanarak toprağını suladı oğlunun mezarının. Biraz da mezar taşına döktü. Gözündeki yaşı sildi ve duasını okumaya başladı.
Genç adam yok olmuştu. Ama bu kadar hızlı gitmesi imkansızdı. Belki de her birimiz gibi o da seyyah bir yıldız tozundan doğup yine göklere karışmıştı.
6 notes
·
View notes
Text
Oradasın biliyorum. bu satırları okuyorsun.
şimdi bu satıra geçtin, kaşların çatıldı. kafan karıştı. Kimle konuştuğumu,bu satırları kime yazdığımı anlamaya çalışıyorsun. Ben bu satırları sana yazıyorum, beni ziyaret eden kişiye. ona buna şuna değil sana ve yine sana yazıyorum. Dünyanın her neresindesin bilmiyorum, hangi şehrin evinde veya sokağında okuyorsun bu yazdıklarımı bilmiyorum. Bi otobüste misin, metroda mı, araba ya da ev..
saat orada kaç? iyi misin, kötü mü ? bilmiyorum...
ekrana bakan gözlerin ne renk bilmiyorum saçlar��n ne renk bilmiyorum ve tahmin bile edemiyorum. inan bana bunların hiçbir önemi yok. gözlerinin güzel olup olmamasının saçlarının renginin hatta saçlarının olmaması veya olmasının da bir önemi yok. nerede olduğunun kiminle olduğunun ve saatin kaç olduğunun da.. Tek önemli olan sensin. bu satırları okuyor olman. :)
neler yaşadın, neler atlattın, neler yaşayacaksın, neleri atlatmak zorunda kalacaksın bilmiyorum. tek bildiğim var, bu dünyada çıkmaz sokak yok ve bir son da yok (tabi ölümden başka). . sonuna geldiğini düşündüğün her yolda, o yolun sonunda bir duvar da görsen adım attığında yıkılacak o duvar. belki mahvolmuş bi haldesin. belki pes ettin ve çaresizsin, belki artık hiçbir şeyin iyi olacağına inanmıyorsun..
ama sen bu satıra geçtiysen, hala umut var demektir. :)
çünkü bu satırları okumaya devam ediyorsan bu satırlardan kurtuluş yolu , bir cevap arıyorsun demektir. belkide bu kız ne diyo acaba diyip meraktan okuyorsundur bilemem :D
derin bir nefes al. bir nefes daha al istediğin kadar al kardeşim oksijen bizim için var.
ve de ki kendine '' vardır elbet bir çıkılacak yolum.''
yeter ki o yola adımını at. o telefonu eline al, kendini tuttuğun o mesajı at.
aynanın karşısına geç, kendine bir bak. o kadar değerlisin ki kendinin kendine yazık etmesine izin verme.
özür dile kendinden. kendine yaptığın haksızlıklar için, kendini suçladığın her an için. bu dünyadaki en değerli insan sensin. başkalarına verdiğin değerin yarısını bile kendine vermediysen eğer, şimdi bir kez daha özür dile kendinden.
ve bir kez daha...
unutma, herkes gittiğinde ruhun seninle kalacak. senin en yakın arkadaşın, dostun, sevgilin ve en daimi ailen yine sensin..
kendine yazık etme sen güzelsin !
0 notes
Note
Merhaba Zümra uzun zamandır duygusal yorgunluk yaşıyorum çok şey okudum bunun hakkında genelde vardığım sonuç mantıklı bir insan olmam gerektiği ama zaten bu sonucun her bireyde az ya da çok olduğunu düşüyorum. Bunun hakkında bir destek almam söz konusu olamaz (sebeplerim var) kendim halletmek gerekiyor, nerdeyse günlük yapmam gerekenleri yapamama durumu ortaya çıktı yani umursamama rağmen kötü bir hal aldı bu konuda bildiğin bir şey var mı yardımcı olursan sevinirim.
merhaba. öncelikle, gerçekten tüm dünya olarak zor bir dönemden geçtiğimizi unutmamanı istiyorum. bu dönemde, hissettiğin tüm olumsuz duyguların normal olduğunu kabul etmelisin. ilk adımın bu olduğunu düşünüyorum. bunun dışında, neleri yapmakta zorluk yaşıyorsun örneğin. günlük sorumluluklarından bahsetmişsin, ilk aşamada kendini motive etmek belki zor olabilir. destek almak her zaman psikolojik destek almak demek değil, yani örneğin bir arkadaşınla da birbirinizi motive edebilirsiniz. her sabah yapman gerekenleri yazıp, akşam da neler yaptığını rapor verir gibi anlatabilirsin birine. eğer arkadaşlarına yazmak istemezsen bu anonim kutusunu bile kullanabilirsin. ben böyle bir şeyin seni az ya da çok motive edeceğini düşünüyorum. plan yapabiliyorsan yap. bu birçok şeyi yoluna koyar. ama plandan kastım günlük, saatleri belli olan bir program değil, ben bunun daha da stresli olduğunu düşünüyorum çünkü saatleri uyduramayınca insan daha kötü hissediyor. daha rahat bir program oluşturabilirsin. örneğin haftalık sorumluluklarını bir liste haline getirip yaptıkça işaretle. ve kendine yüklenmeden yap programı. planning falacy diye bir kavram var sosyal psikolojide. plan yaparken bir iş için bize gereken zamanın daha az olduğunu düşünerek plan yapmamızı ve yapamayacağımız kadar fazla şeyi plana dahil etmemizle ilgili bir durum. ve bunu emin ol hemen hemen hepimiz yaşıyoruz. bunu sosyal psikoloji dersini veren profesörüm bile yaşıyordu. şu kadar haftada şu kadar konuyu işleriz diye dönem başında hazırladığı programı asla tamamlayamıyorduk dönem sonuna gelindiğinde. bunu şu yüzden anlattım. kaç yaşında olduğun, ne kadar başarılı ne kadar deneyimli ne kadar bilgili olduğunun önemi yok. hepimiz sorumluluklar konusunda zorluklar yaşayabiliyoruz. ne olursa olsun en önemli şey senin kendine yüklenmeden bir şeyler yapmaya çalışman. bi şeyleri yetiştirmedikçe kendine dönüp kızıyorsan bu senin çalışma düzenini daha da baltalar. kendine sevgiyle yaklaşmaya çalış. başka birini dinler gibi dinle kendini. birisi sana gelip şu şekilde içini dökse, ona ne derdin. umuyorum yardımı olur söylediklerimin, ferahlık diliyorum
1 note
·
View note