#mona lisa değeri
Explore tagged Tumblr posts
Note
Mona Lisa, Leonardo Da Vinci
Mona Lisa tablosu hakkında ki düşüncelerini merak ediyorum. Bu tablo sende neyi anlatıyor?
Ve bundan sonra ben de seninle tablolar ve sanatçılar hakkında konuşmak istiyorum. Bence böylelikle bu sayfa daha verimli bir hal alabilir diye düşünüyorum. Şimdi de verimli yanlış anlamanı istemem. Ama bu tarz konuları daha çok konuşalım istiyorum. Cevabın için şimdiden teşekkür ederim.
#sanat
Mona Lisa'nın bu günkü değerini sosyal olarak ve sanatsal olarak ikiye ayırmak gerek. Özellikle çalınma olayları ile beraber pop-kültürün zirve figürlerinden biri olarak da simgesel değerler kazanmış, sosyal olarak ilettiği içerikler ona dönük yeniden üretmeler, göndermeler ve kullanımı ile Leanordo’nun ilettiğinden çok daha fazla ve başka sembolik yan-anlamları türemiştir. Ancak ben bununla ilgilenmeyeceğim, benim odağımda bu eserin bizzat sanatsal değeri var ki bu noktada da bu değer bir sembolik anlatım değil, bir his aktarımında yoğunlaşıyor diyebilirim esasında. Bunun en güzel anlatımlarından birini dadaist bir dalga geçmede görüyoruz
"Elle a chaud au cul!" Duchamp'ın dadaist bir müziplik, kabalık ve züppelikle Mono Lisa'ya getirdiği yorumun dikleşen bıyıklarıdır bu sözler -öyle bir züppeliktir ki bu kendi dilini bile bozarak 4 harfle söyler bu ifadeleri-. Bu kaba yorumu başta sadece sokak ağzıyla dalga geçme olarak algılamıştım ancak Duchamp'ın yorumunun Dalice analizinden sonra bunun sokak ağzıyla “entelektüel” (ama hala oldukça züppece) bir dalga geçme olduğunu anladım.
L.H.O.O.Q., yani "sıcacık kalçaları var" Dali'nin yorumunda anneliğe bakışın züppece bir ifadesidir. Mona Lisa’nın anlatım değeri insanı soktuğu belirsizlik hissi ve kişiyi çevreleyen anaç tavrı ile yüzdeki belirsiz ifadenin onaya kaymasını bekleyen insanın yaşadığı odipal gerilimdir. Anaç bir güçle karşımızda doğrulan bu figüre bakarken, ona metonimler içerisinde birçok onay sistemini yoğunlaştırabiliriz kolaylıkla. Ve o belirsizlikle bu sistemler karşısında yaşadığımız aynı hüsran ve beklentilerle dolu gerilime gerisin geriye savrulabiliriz. Duchamp dalga geçerken odipal olana gönderme yaparak bu anneliği yıkıcı bir tavır almasına rağmen, Dali sıcaklık ifadesi ile onun anaç özünün yine de vurgulandığına dikkat ediyor. Duchamp Mona Lisa’nın güzel bir anlatımı değil ama neyi yıktığı ile anlatımı daha belirli hale getiren güzel bir unsur. Birleşmiş eller ve flu bakışlarla içimize işleyen beklenti hissi, dudakların anlaşılmaz kasılmasıyla sunduğumuzun nereye doğru gittiğini anlamamızı engelliyor. Tüm gücüyle odaktan yayılan ve yükselen bu anne karşısında geriliyor (zamansal ve libidinal olarak), kendi deneyimlerimizin kendi içine çekiliyoruz. Dali tabloya dönük birkaç kez farklı kişilerce girişilen şiddet girişimlerinin sebebinde de bu ilişkiyi görmektedir.
3 notes
·
View notes
Text
Mona Lisa'nın Dünyanın En Ünlü Tablosu Olmasının Sırrı Ne?
Mona Lisa’nın Dünyanın En Ünlü Tablosu Olmasının Sırrı Ne?
Leonardo Da Vinci’nin yaptığı ünlü Mona Lisa tablosu, kuşkusuz dünyadaki en ünlü sanat eseri? Peki ama Mona Lisa’nın sırrı ne? Mona Lisa gerçekte kimdi ve neden bu kadar ünlü oldu? Leonardo Da Vinci ve Mona Lisa tablosuyla ilgili merak ettiğiniz her şeyi bu videoda bulabilirsiniz.
Bu sıradan görünümlü kadın nasıl bu kadar ünlü oldu? Yoksa tarihte onu çalmak için yapılan hırsızlık girişimleri…
View On WordPress
#da vinci şifresi#Leonardo Da Vinci#leonardo da vinci belgeseli#Leonardo Da Vinci hayati#Leonardo Da Vinci kim#leonardo da vinci mona lisa#leonardo da vinci sırları#Mona Lisa#mona lisa belgeseli#mona lisa cinsiyeti#mona lisa değeri#mona lisa erkek#mona lisa fiyatı#mona lisa gerçekte kim#mona lisa gizemi#mona lisa gözleri#mona lisa kaç para#mona lisa kimdir#mona lisa tablosu#mona lisa&039;nın sırrı#mona lisanın sırrı belgesel
0 notes
Photo
Salvator Mundi'nin Hikayesi The Story of Salvator Mundi Leonardo da Vinci Isa'nin Dünyanın kurtaricisi olarak resmedildiği tarihi biraz karışık ilginç tablo. Resimde rönesans kıyafetleri giyen Isa sağ elini kaldırarak kutsama yaparken sol eliyle kristal bir küre tutar. 2017'de 450 milyon dolara satilarak bugüne kadar satilan en pahalı tablo unvanını kazandı. Bazı uzmanlara göre Fransız Kraliyet ailesi için yapılmış bir tablo. Daha sonra İngiltere'ye giden eser 1763 yılından sonra 150 yil boyunca ortada görülmedi.20.yüzyılın başında Frederick Cook'un koleksiyonunda ortaya çıktı. Sanat tarihçisi Pietro Marani 2011 de verdiği bir demeçte eserin bizzat Leonardo'ya ait olduğunu ifade edince değeri birden arttı. Eseri erkek Mona Lisa olarak tanımlayanlar çoğunluktadır. Ancak resmin Leonardo'ya ait olmadığını iddia edenler de var.Sanatçının Salvator Mundi'yi resmettiğine dair hiçbir delil bulunmadığını belirten uzmanlar da var. #leonardo #leonardodavinci #salvatormundi #monalisa #peintre #peinture #resimsanati #sanat #art #jesus #tablo (Bursa) https://www.instagram.com/p/CETszvhFSZk/?igshid=77f0nrja3t8j
0 notes
Text
Steve Jobs Kimdir? Biyografi (1955-2011)
Yeni haber paylaştı! https://www.mobil13.com/steve-jobs-kimdir-biyografi-1955-2011-21120.html
Steve Jobs Kimdir? Biyografi (1955-2011)
Steve Jobs, Apple Wuters’ı Steve Wozniak ile birlikte kurdu. Jobs’un rehberliğinde, şirket iPhone ve iPad gibi bir dizi devrimci teknolojiye öncülük etti.
Steve Jobs kimdi?
Steven Paul Jobs, Apple Computer’ın kurucu ortağı, icra kurulu başkanı ve başkanı olan Amerikalı bir mucit, tasarımcı ve girişimciydi. Apple’ın iPod, iPhone ve iPad’i içeren devrim niteliğindeki ürünleri, günümüzde modern teknolojinin gelişimini dikte ediyor olarak görülüyor.
1955 yılında, onu evlatlık almaktan vazgeçmiş iki Wisconsin Üniversitesi mezun öğrencisi olarak doğan Jobs, akıllı ama yönsüzdü, üniversiteden ayrıldı ve 1976’da Steve Wozniak’la birlikte Apple’ı kurmadan önce farklı arayışlarla denemeler yaptı . Pixar Animation Studios’u başlattıktan sonra, on yıldan daha fazla bir süre sonra Apple’a geri döndü. Pankreas kanseri ile uzun bir savaşın ardından 2011 yılında öldü.
Steve Jobs’un Ebeveynleri ve Evlat Edinme
İşler Joanne Schieble (daha sonra Joanne Simpson) ve iki üniversite Wisconsin Üniversitesi öğrencisi olan Abdulfattah “John” Jandali’de doğdu. Çift, isimsiz oğullarından evlatlık almaktan vazgeçti.
Jobs’un babası Jandali, Suriye siyaset bilimi profesörüydü. Annesi Schieble, konuşma terapisti olarak çalıştı. Steve’in evlat edinmeye alınmasından kısa bir süre sonra biyolojik ailesi evli ve başka bir çocuğu olan Mona Simpson’dı. Jobs 27 yaşına gelene kadar biyolojik ebeveynleri hakkında bilgi edinebildi.
Bir bebek olarak, Jobs Clara ve Paul Jobs tarafından kabul edildi ve Steven Paul Jobs adını aldı. Clara bir muhasebeci olarak çalıştı ve Paul Sahil Güvenlik usta ve makinist oldu.
Erken dönem
Jobs, 24 Şubat 1955’te California, San Francisco’da doğdu. Evlat edinen ailesiyle birlikte Mountain View, Kaliforniya’da yaşadı ve daha sonra Silikon Vadisi olarak bilinen bölgede yaşadı.
Bir çocuk olarak, Jobs ve babası aile garajında elektronik üzerinde çalıştı. Paul oğluna genç İşlerde güven, azim ve mekanik cesaret uyandıran bir hobi olan elektroniği nasıl ayırıp yeniden kuracağını gösterdi.
Steve Jobs ‘Eğitim ve Üniversite
Jobs her zaman akıllı ve yenilikçi bir düşünürken, gençliği örgün eğitim konusundaki hayal kırıklıklarına boğuldu. Jobs, ilkokulda can sıkıntısından dolayı bir şakacıydı ve dördüncü sınıf öğretmeninin ders çalışması için ona rüşvet vermesi gerekiyordu. Ancak işler o kadar iyi test edildi ki, yöneticiler onu lisenin önüne atlamak istediler; bu da ebeveynlerinin reddettiği bir öneriydi.
Liseden sonra, İşler Oregon Oregon’daki Portland Üniversitesine kaydoldu. Yönü kaybettiği için altı ay sonra üniversiteden ayrıldı ve sonraki 18 ayını okuldaki yaratıcı derslere bırakarak geçirdi. Jobs daha sonra hat sanatındaki bir dersin tipografi sevgisini nasıl geliştirdiğini anlattı.
Jobs, 1974’te Atari ile birlikte bir video oyunu tasarımcısı olarak görev aldı. Birkaç ay sonra Hindistan’da manevi aydınlanma bulmak, daha fazla seyahat etmek ve psychedelic ilaçlarla denemek için şirketten ayrıldı.
Steve Wozniak ve Steve Jobs
Jobs Homestead Lisesi’ne kaydolduğunda, gelecekteki ortağı ve Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’e katılan Wozniak Apple Computer’ın kurucu ortağı olarak tanıştı.
Wozniak, PC World ile yaptığı 2007 röportajında , Wozniak’ın ve İşler’in neden bu kadar iyi tıkladıklarını anlattı: “Hem elektronikleri sevdik, hem de dijital çipleri bağlama yöntemimiz.” Dedi. “Çok az sayıda insan, özellikle de o zamanlar, cipslerin ne olduğu, nasıl çalıştıkları ve neler yapabilecekleri hakkında herhangi bir fikirleri yoktu. Birçok bilgisayar tasarlamıştım, bu yüzden elektronik ve bilgisayar tasarımında ondan çok öndeydim, ama yine de ortak çıkarlarımız vardı. İkimiz de dünyadaki şeyler hakkında oldukça bağımsız bir tutum sergiliyorduk. ”
Apple Bilgisayarının Kurulması ve Ayrılması
1976’da, Jobs sadece 21 yaşındayken, o ve Wozniak, Apple Computer’a Jobs’un aile garajında başladı. Girişimci girişimlerini Volkswagen otobüsünü satan Jobs ve Wozniak’a sevdiği bilimsel hesap makinesini satan Finansman tarafından finanse ettiler. Jobs ve Wozniak, teknolojiyi demokratikleştirerek ve makineleri günlük tüketiciler için daha küçük, daha ucuz, sezgisel ve erişilebilir hale getirerek bilgisayar endüstrisinde Apple ile devrim yarattı.
Wozniak, bir dizi kullanıcı dostu kişisel bilgisayar tasarladı ve – pazarlamadan sorumlu işlerle – Apple başlangıçta bilgisayarları her biri 666,66 dolara sattı. Apple şirketi 774.000 dolar civarında kazandım. Apple’ın ikinci modelinin piyasaya sürülmesinden üç yıl sonra, Apple II, şirketin satışlarını yüzde 700 artırarak 139 milyon dolara çıkardı.
1980 yılında, Apple Computer halka açılmış bir şirket haline geldi ve ilk işlem gününün sonunda piyasa değeri 1.2 milyar dolardı. Jobs, Apple’ın CEO’su olarak Pepsi-Cola’dan pazarlama uzmanı John Sculley’e baktı.
Bununla birlikte, Apple’ın bir sonraki birkaç ürünü hatırı sayılır ve tüketicinin hayal kırıklığına uğramasına yol açan önemli tasarım hataları yaşadı. IBM, satışlarda aniden Apple’ı aştı ve Apple, IBM / PC ağırlıklı bir iş dünyasıyla rekabet etmek zorunda kaldı.
1984’te, Apple Macintosh’u piyasaya sürdü ve bilgisayarı bir kültürler arası yaşam tarzı olarak pazarladı: romantik, genç, yaratıcı. Ancak, IBM bilgisayarlarından daha üstün satış ve performansa rağmen, Macintosh hala IBM uyumlu değildi.
Sculley, Jobs’ın Apple’a zarar verdiğine inanıyordu ve şirketin yöneticileri onu uzaklaştırmaya başladı. Aslında kurduğu şirketle resmi bir unvanı olmayan, Jobs daha marjinalleşmiş bir duruma itti ve böylece 1985’te Apple’dan ayrıldı.
Sonraki
1985 yılında Apple’dan ayrıldıktan sonra Jobs, NeXT, Inc adında yeni bir donanım ve yazılım girişimi başlattı. Şirket, uzman işletim sistemini ana Amerika’ya satma yönündeki çabalarını yitirdi ve Apple şirketi 1996 yılında 429 milyon dolara satın aldı.
Apple’ı Yeniden Keşfetmek
1997 yılında, Jobs Apple CEO’su olarak görevine geri döndü. Jobs’lar, 1970’lerde Apple’ın başarısını kışkırttığı gibi, 1990’larda da şirketin canlandırılmasıyla kredilendirildi.
Jobs, yeni bir yönetim ekibi, değişen hisse senedi opsiyonları ve yıllık 1 $ ‘lık yıllık maaşını alarak İşleri Apple’ı yeniden rayına koydu. İşlerin ustaca ürünleri (iMac gibi), etkili marka kampanyaları ve şık tasarımlar, tüketicilerin dikkatini bir kez daha yakaladı.
Daha sonraki yıllarda, Apple Macbook Air, iPod ve iPhone gibi devrim niteliğindeki ürünleri piyasaya sundu. Apple yeni bir ürün yayınladıktan hemen sonra, rakipler karşılaştırılabilir teknolojiler üretmek için çabalıyorlardı.
Apple’ın üç aylık raporları 2007’de önemli ölçüde gelişti: Hisse senetleri 199.99 dolar değerinde – o dönemde rekor bir sayı – ve şirket 1.58 milyar dolarlık şaşırtıcı bir kazançla, bankada 18 milyar dolarlık bir artışla ve sıfır borçla övündü.
2008’de, Apple Amerika’daki en büyük ikinci müzik perakendecisi oldu – ikincisi ise yalnızca Walmart’tı, iTunes ve iPod satışlarıyla beslendi. Apple ayrıca Fortune dergisinin “Amerika’nın En Beğenilen Şirketler” listesinde 1 numara, Fortune 500 şirketleri arasında ise hissedarlara geri dönen 1 numara oldu.
Steve Jobs ve Pixar
Jobs, 1986’da George Lucas’tan bir animasyon şirketi satın aldı ve daha sonra Pixar Animation Studios oldu. Pixar’ın potansiyeline inanan Jobs, başlangıçta şirkete 50 milyon dolarlık yatırım yaptı.
Stüdyo, Toy Story , Finding Nemo ve The Incredibles; Pixar’ın filmleri toplu olarak 4 milyar dolar kazandı. Stüdyo, 2006’da Walt Disney ile birleşti ve Jobs Disney’in en büyük hissedarı oldu.
2011 yılında, Forbes , 2006’da Pixar’ın Walt Disney Company’ye satılmasından 2006’da Jobs net’inin büyük bir kısmının 6,5 milyar dolar ile 7 milyar dolar arasında olduğunu tahmin ediyordu. on yıldan fazla bir süredir kurulan ve yönetilen net değeri 36 milyar doları bulaştı.
Steve Jobs’un Karısı ve Çocukları
Jobs ve Laurene Powell 18 Mart 1991’de evlendi. Çifti, 1990’ların başında, Powell’ın MBA öğrencisi olduğu Stanford işletme okulunda bir araya geldi. California, Palo Alto, Kaliforniya’da üç çocuğuyla birlikte yaşadılar: Reed, Erin ve Eve.
İşler ayrıca, 1978 yılında, 23 yaşındayken, kız arkadaşı Chrisann Brennan ile bir kızı olan Lisa ile babalıyordu. Kızının, kısır olduğunu iddia ederek mahkeme belgelerinde babalıktan mahrum olduğunu söyledi.
Lisa Brennan Jobs, daha sonra çocukluğunu ve 2018’de yayınlanan Small Fry adlı kitabındaki Jobs ile ilişkisini yazdı. 1980’de, Lisa yazdı, DNA testleri, kendisinin ve Jobs’un eşleştiğini ortaya koydu ve kendisine babalık ödemeleri yapmaya başlaması gerektiğini söyledi. maddi olarak mücadele eden anne. Jobs, 7 yaşına kadar kızıyla bir ilişki başlatmadı. Gençken, Lisa babasıyla birlikte yaşamaya başladı.
Steve Jobs’un Kanserle Savaşı
2003 yılında, Jobs nadir görülen ancak ameliyat edilebilen bir pankreas kanseri türü olan nöroendokrin bir tümöre sahip olduğunu keşfetti. Hemen ameliyatı tercih etmek yerine, Jobs, Doğu vejetaryen seçeneklerini tartıştığında, pesko-vejetaryen diyetini değiştirmeyi seçti.
Jobs, dokuz ay boyunca Apple’ın yönetim kurulunu tedirgin ederek ameliyatı erteledi. Yöneticiler, CEO’larının hasta olduğu hakkında bir şey söylerse, hissedarların hisse senedini çekmesinden korkuyorlardı. Ancak, sonuçta, İşlerin gizliliği, hissedarın açıklanmasından öncelikli olmuştur.
2004’te, Jobs pankreas tümörünü çıkarmak için başarılı bir ameliyat geçirdi. Forma uygun, sonraki yıllarda Jobs sağlığı hakkında çok az şey açıkladı.
2009’un başlarında, bazılarının karaciğer nakli içeren sağlık sorunlarının geri döndüğünü tahmin eden Jobs’ın kilo kaybı konusunda dolaştığı bildirildi. Jobs bu endişelere, bir hormon dengesizliği ile uğraştığını belirterek cevap verdi. Günler sonra, altı aylık bir devamsızlık iznine gitti.
Jobs, çalışanlarına bir e-posta iletisinde, “sağlıkla ilgili sorunların” düşündüğünden daha karmaşık olduğunu “ve ardından Apple’ın işletme müdürü Tim Cook” Apple’ın bugünkü operasyonlarından sorumlu “olduğunu söyledi.
İşler neredeyse bir yıl süren işlerden sonra, Jobs, 9 Eylül 2009’da yalnızca davetli bir Apple etkinliğinde bir açılış adresi verdi. 2010’un çoğunda iPad’in tanıtımını da içeren bir tören ustası olarak hizmet vermeye devam etti.
Jobs 2011 yılının Ocak ayında tıbbi izin alacağını açıkladı. Ağustos ayında, Apple CEO’su olarak istifa etti ve dizginleri Cook’a verdi.
Steve Jobs’un Ölümü ve Son Sözleri
Palo Alto’da 5 Ekim 2011’de, yaklaşık on yıl boyunca pankreas kanseriyle mücadele edilen işler öldü. 56 yaşındaydı.
Jobs için bir dilbilimde , kız kardeşi Mona Simpson, ölmeden hemen önce, Jobs’ın uzun süre kardeşini Patty’ye, sonra karısına ve çocuklarına bakıp sonra da geçmişe bakıp son sözlerini söylediğini yazdı: “OH WOW. VAYY. VAYY.”
0 notes
Text
Aret Vartanyan “Aç Kalmak Pahasına İstemediğim Hiçbir Şeyi Yapmadım”
Değişik bir adam Aret Vartanyan. Modern zaman büyücülerinden. Anlatıyor, yazıyor, dinliyor, tespitlerde bulunuyor, dert dinliyor, derman oluyor, yeni zamanların kaybolmuş insanlarına kılavuzluk etmeye çalışıyor. Biz yeni kitabı “Eski Sevgililer Oteli” nin çıkması şerefine biraraya geldik. Ve komik bir şekilde hiç kitaptan bahsetmedik. Çünkü benim soracak, onun anlatacak çok şeyi vardı. Sıra yeni kitabına bir türlü gelemedi. Sayfa sayımızı zorlamaması adına bir yerde kestiğimiz ballı sohbetimizle sizleri başbaşa bırakırken; dörtlemenin üçüncüsü olarak raflardaki yerini alan “Eski Sevgililer Oteli” ni de okumayı unutmayın diyeyim de, bari röportaj yerini bulsun…
Nasıl bir ailede büyüdün?
Yoksul, ilkokul mezunu bireylerden oluşan, kitap okuduğumda ‘bırak boş işleri maç seyredelim’ diyen bir babanın olduğu ailede büyüdüm. Hayatım, 16 yaşına kadar Beyoğlu’nun arka sokaklarında geçti.
Ne oldu da sen böyle bir adam olarak yetiştirdin kendini? Bilge bir deden mi vardı?
Yok. Dedem alkolikti. Günde 6 litre şarap içen ve alkolden ölen bir adam. 80 metrekarelik evde 8 kişi yaşıyorduk. Ama sevgi dolu bir aileydik. Bence en büyük avantajım o ailede büyümüş olmak. Çünkü sokağı biliyorum, sokağı çok iyi tanıyorum. Ben 6 yaşındayken yazmaya başladım ve yazdıklarımı satarak para kazanmaya başladım. Yazdıklarımı satıp, sahaflardan kitap alıyordum. Ailem bana hiçbir zaman çalış demedi. Kendi yolumu kendim çizdim.
Kardeşin var mı?
Tek çocuğum.
Muhtemelen, kendinle çok konuşan, kendini, hayatı, insanları sorgulayan ve bununla ilgili bir formül bulmaya çalışan bir adamsın. Bunu bir şeyin tetikliyor olması gerekiyor.
Muhtemelen, Beni tetikleyen yoksulluktur. Ben kaloriferli evle 16 yaşımda tanıştım. En büyük hayalim ailemin kaloriferli bir evi olmasıydı. Bugün ailemin hiçbir eksiği yok. Ama 7 yaş hayalim hep Gandi’ydi. ‘Ben milyonlara sesleneceğim, kültüre sesleneceğim, dünyaya açılacağım’.
Yıprandın mı?
Hayır. Aksine enerjim her geçen gün artıyor. O kadar mutlu yaşıyorum ki. 25 senedir çalışıyorum, istemediğim hiçbir şeyi yapmadım. Açlıktan ağzım kokarken bile kırmızı çizgilerime girilmesine izin vermem. İnsanlara verdiğim şeyde bu. Kendinize sahip çıkın ve yüreğinizin kabul etmediği hiçbir şeyi yapmayın. Gerekiyorsa sokakta yatın, gerekiyorsa açlıktan ağzınız koksun ama inanmadığınız, istemediğiniz hiçbir şeyi yapmayın.
Ama orada, bence çok opsiyonel bir durum var. Mesela sevdiğin insanları kırmamak…
Öyle bir şey yok, o büyük yalan.
Benim kitlendiğim bir noktadır bu.
İnsanlara hayır der misin?
Kendimi bu konuda zorluyorum ve eğitmeye çalışıyorum.
Neden? Kırılmasınlar diye mi?
Evet, sevdiklerimi üzmeyi sevmiyorum.
Altında yatan şey şu; eğer sen hayır dersen o kişi sana karşı olumsuz düşünebilir ve artık seni sevmeyebilir. Bu sevgiye olan açlığımız. Hayır dediğinde sevmeyecekler mi seni? Annenle babanın veya çevrenin istemediği çocuk olabildin mi? O zaman da severler miydi seni? Altın kural: seni seven ya olduğun gibi sever ya da sevmez. Eğer birisi beni onun istediği gibi olduğum için seviyorsa sevmesin zaten. Benim için bir değeri yok. Sen beni olduğum gibi seversen, eksilerimle, artılarımla, hatalarımla, günahlarımla, benim için bu değerli. Ama gerisi sabun köpüğü. Mesela bana ne kadar güzel bir sürü hayranın var diyorlar. Ters bir şey söylesem hayran köpüğü dağılır. Dolayısıyla gerçek olan milyonlar olmaz.
Seni gerçekten seven kaç kişi var?
3-5 herhalde. Dost diyoruz ya, ikiden fazla dost olmaz, arkadaş olur. Önemli olan şey şu; biz sevgiyi satın almaya çalıştığımız için kendimiz olamıyoruz. İnsanlar takipçi satın alıyorlar ya da 3 saat uğraşıp profil resmi çekiyorlar. Geçenlerde bir parti oldu, takipçi sayın 50.000’den fazla değilse içeri almadılar. Ben 10 yıldır seans yapıyorum hiçbir zaman insanları bu kadar mutsuz görmemiştim. Ama kaos daha da artacak, artmalı da. Çünkü şuan bir geçiş dönemi yaşanıyor, bu insanlık türü kendini yok etmeli.
Çok katılıyorum. Şöyle bir ters yüz etsek insanlığı fena olmaz.
İnsan olmasa doğa muhteşem. Altını silmek için ağaç kesen tek canlı türüyüz. Doğayı katleden, yok eden insan. Ama merak etme doğa ölmez, dünya da kaybolmaz, tür kaybolur. Geçen hafta çok ağır bir grupla Göbeklitepe’deydim, Göbelitepe’yi anlattım. Sonuçta bende rahiplik de var. Ama hiç yapmadım.
Rahip olduğunu bilmiyordum.
Üniversite bittikten sonra iki buçuk sene teoloji okudum, rahip olmak için ve rahip oldum. Dinler 50 yıl sonra mitoloji gibi olacak. Ölümsüzlük kapıda şuan, ölümsüzlüğü bulacaklar. İnsan çiftlikleri kuruluyor. Zaten düşünce eşittir madde, madde eşittir bugün ki düşüncelerin, yarın ki manzaraların. Ama asıl dert şuanda benim bedenim ölüyor, zihnim ölmüyor. Eğer sen bana bir beden bulursan, ben yaşamaya devam edeceğim zaten. Mesela Amerikan Hastanesi yılbaşından sonra bütün temizlik işlerini robotlara bırakıyor, Dubai polis teşkilatının %30’u robot şuan, 31 Ocak’ta, Sidney’de, dünyanın ilk robot evliliği gerçekleşecek. Biz hala neleri konuşuyoruz, ‘instagramda fotoğrafımı beğendi mi, Ahmet bana böyle söyledi’.
O bahsettiklerin iflah olmayacaklar, ona yapacak bir şey yok.
Sistem eder. Sistem hata yapmaz. Sistem muhteşem çalışıyor. Ama hangi sistem? Evrenin sistemi. İnsan eliyle yapılan sistem çoktan tıkandı. Çünkü hep ‘al’ üzerine kurulu. Peki ne veriyorsun? Bir de hayatlarımıza bakıyorsun, mutlu olman, arabanı değiştirmene, ev almana, sevgilinin seni aldatmamasına bağlı kalmış. Sen yoksun ki zaten.
Biz hep mutlu olmak zorunda mıyız? Yani mutsuzlukta olmalı ki mutlu olduğunun farkına varasın.
Ben mutsuzluğumdan mutluyumdur, huzursuzluğumdan huzurluyumdur, kişiliğim de kişiliksizliğimdir. Kalıp yok, şablon yok, kural yok.
İnsanlar artık sadece mükemmel, iyi, güzel olanı arıyor ve istiyorlar. Bize öğretilen hokka burun, ince bel, iri dudak konusunda ne söylemek istersin?
Altın orana göre, dünyada ki en güzel kadın kim? Mona Lisa. Bence güzel değil. Veya sıfır beden. Kaç erkek sıfır bedeni seksi buluyor?
Ben sıfır bedeni seksi bulan erkek görmedim.
Ben de görmedim. Ya da kaç kadın body salonlarında ki erkekleri çekici buluyor? Bu algı yanılması niye? Sadece fotoğrafta güzel durdu diye.
Hep arıyoruz. Çünkü her şey olmaya çalışıyoruz, kendimiz olmaktan kaçıyoruz. Çünkü düzen bunu istiyor. Bize bu öğretiliyor.
Yeni gelen nesle baktığın zaman, 6 yaşındaki çocuğa büyüyünce ne olmak istediğini soruyorsun, ben mutlu olacağım kendimi yaşayacağım diyor. Mutluluk dediğin bir şeylere bağlıysa, mutsuzluğun bakidir. Yaşam koçlarına ne gerek var? Neden aracı arıyoruz biz? Kişisel gelişim ne Allah aşkına? Hep aracı arıyoruz. Şuna gideyim kısa formüller versin, bana ne yapacağımı söylesin. Böyle bir şey yok. Bu sene en çok bunun altını çiziyorum: Nasrettin Hoca: “Bana damdan düşeni getirin diyor, damdan düşünce.” Sen benim yaşadıklarımı yaşamamışsın, bana nasıl akıl veriyorsun. Ben yaşamadığım hiçbir şeyi anlatmam ve paylaşmam. Mesela çocuğunla ilgili bana gelirsen ben seni pedagoguma yönlendiririm çünkü çocuğum yok. Ama sen bana aşk ile ilgili gelirsen her şeyi anlatırım. Ben 3 kere evlendim.
Ve iki kere boşandın… Bu kadar bilirken, neden yürümedi?
Gitmesi gerekmiyor ki. Dünya Aile Birliği benden görüş alıyor, Türkiye’de fikir önderiyim, aşkla ilgili bensiz haber dosyası çıkmaz ve benim üç kez evlenmiş olmamı kimse yadırgamaz çünkü sözlerimin arkasında duruyorum. Bir sürü kitap, film, opera, uzmanlar, o kadar basit ki hikaye. Bir ilişki sana iyi geliyorsa iyidir, iyi gelmiyorsa iyi değildir. Neyi sorguluyoruz?
Bağlılık ve bağımlılık konusu bana ters diyorsun yani.
Bağlılık değil. Bir kadın olarak, bir ilişkide kadın olduğunu hissetmiyorsun, saygı görmüyorsun, ilgi görmüyorsun, kısacası aradıklarını bulamıyorsun, bu ilişkiyi neden sürdüreceğini söyler misin? Çevre ne der, başarısızlık olmasın, o kadar emek verdim. Vermeseydin. İçinden gelerek yaptığın bir şeye emek vermek ya da fedakarlık demezsin.
Eskiler, evliliğin uzun sürmesinin nedeni olarak saf bir sevgiden bahsediyorlar.
Ben hala çok seviyorum eşlerimi. Arzulamadığın insanla ilişki yaşayamazsın. Kardeş olmuş olursun, çok iyi arkadaş olmuş olursun, dost olmuş olursun. Eski eşim, şuan da benim eşimin sigortalarını yapıyor. Eski eşimin çocuğuyla ilgili bir şey olduğunda biz koşuyoruz. Dolayısıyla ölene kadar arkasındayım, ölene kadar arkamda olduğunu da bilirim.
Sevgi boyut değiştirdi diyorsun.
Sevgi hiç boyut değiştirmedi, sevgi budur. Biz aşkı konuşalım. Kısacası cinsellik yoksa ilişki yoktur. Ben yıllardır bunu söylüyorum. Yatak sporundan bahsetmiyorum, 90 yaşına da gelsem, eve gelirim, karımın yanına giderim, boynunu derin derin koklar içime çeker ve onu arzuladığımı hissederim. Eğer ben arzulamadığım biriyle berabersem arkadaşımla yaşamaktan ne farkı olur.
Arzu devam ettiğinde geriye kalanın bir önemi yok mu, onu halledebilir misin?
Sevgi azalmaz zaten. Aşkı biz yanlış tarif ediyoruz. Aşık olduğunu nasıl anlıyorsun? Kelebekler mi uçuyor? Bu durum, hormonların çalışıyor, arzuluyorsun demek. Bu aşk değil. Toplum sana, cinselliği bir kadın olarak hissedebilmen için kılıf olarak diyor ki ‘bu aşk’. Ve sende mübah kılabilmek için ‘evet ben çok heyecanlanıyorum, tüylerim diken diken oluyor çünkü çok aşığım’ diyorsun. Aslında arzu var. Sonra evleniyorsun, bitiyor diyorsun. Aşk bitmez. Eğer derinden bakıyorsak bana göre aşk insandan insana gibi basite indirgenecek bir şey değil. Suyumu aşkla içerim, yemeğimi aşkla yerim, karıma da aşkla bakarım. Sebebi de şu: aşkın bir kuralı, bir şablonu yok. Ama şimdi aşık oldum diyorsun, yaşı kaç, boyu, kilosu kaç diye soruyorsun. Mesela evli olmadığını düşünelim şuan 20 yaşında birine aşık olursan evlenir misin evlenmez misin?
Kendimden küçük erkekler hiç ilgi alanıma girmedi.
Aşkın böyle kuralları yok. Mesela bir kadın geldi bana ‘ben aşk kadınıyım ama aşık olacak erkek yok’ dedi. O akşam davete gidiyordu, ‘belki orada bir garson, bir barmen hayatının aşkı çıkacak’ dedim, ‘Aretciğim sen beni ne zannediyorsun’ dedi. İşte bu yüzden aşkı bulamayacaksın. Daha da zorlayayım, madde 1: aldatmayacaksın diyorsun. Demek ki sen yine koşullu seviyorsun. Cinsel olarak aldatılmaya takılmam. Ama başkasına şiir yazarsa boşanırım veya evi terk ederim.
Tek eşliliğe inanıyor musun?
Hayır. Tek eşli değiliz, tek eşliliği seçiyoruz. Seçtiğine sadık kalmak başka bir şey. Ama insan tek eşli bir varlık değil. Nereye koyacaksın şimdi aldatmayı. Kocan gitti Barcelona’da bir robotla birlikte oldu bir gece, boşanacak mısın? Adam yolsuzluk yapıyor, dolandırıcılık yapıyor ona bakmıyoruz ama başka birini öptüğü anda boşanıyorsun.
Nostaljik söylemler var ya, hepimiz Neşeli Günler filmlerini seviyoruz. Bu nostalji özlemimiz neden? Ne bozuldu o zamana göre?
Samimiyet. Türk filmlerini neden tekrar tekrar izliyoruz ve sıkılmıyoruz? Orada evi yıkıyorlar mesela bahçede falan yaşıyorlar ama mutlular. Bu çok önemli. Şuanda yapay zeka diyoruz, teknoloji diyoruz vs. geleceği dizayn eden bir tane kavram var o da samimiyet. Sahte olan hiçbir şeyin yaşama şansı yok. İnternet o anlamda çok iyi. Saklanma şansın yok, bir yerde foyan çıkıyor. Gerçekle sahteyi ayırt edebiliyorsun. İnsanlar gerçek olanı takip eder. İnstagramda hayatlar hep lüks restoranlarda, hep iyiyiz, özlü sözler paylaşıyoruz. Herkes laf çakmak için çalışıyor.
Çok ucuz buluyorum. Bir de bunu eğitimli okumuş insanlar da yapıyor.
Ama ilgisi yok onunla. Aldatma da öyle, evlilik de öyle. Biçimler değişiyor, yerler değişiyor ama öz hep aynı. Bir tanesi lüks otelde aldatıyor bir tanesi çay bahçesinde. İnsan aynı insan.
Seks hayatlarıyla ilgili yaşadıkları sıkıntılar, insanların kendileriyle fazla ilgilenmesine mi sebep oluyor acaba?
Mesela ben ‘kadınlar, kadınlar için süslenir’ lafına katılmıyorum. Çünkü seçilebilir oluyor. Yine dışarıya doğru bir durum var ortada. İnsanları yönetmek istiyorsan, elinden aşkı ve cinselliği alacaksın. Tutkuyla arzuladığın biriyle birlikteyken kredi kartı borcunu kim düşünür ya da arabasını değiştirmediği için kim üzülür. Ama bunlar hayatında olmadığında onu da yapacağım onu da, başarılı olacağım diyorsun. 6 aydır hayatında cinsellik yoksa hormonların gitti zaten nasıl pozitif düşünebilirsin. Bu parametreler oturduğu zaman toplumsal yapının etkisi de olmasın, insan zaten mutlu olur.
Boşanma oranı en yüksek olan ülke hangisi?
Az gelişmiş ülkelerde daha yüksek. Amerika şuanda bekaretin en önemli olduğu ülkelerden birine dönüşmüş durumda. Ama imaj olarak marjinal gözüküyor. Şuan en marjinal olan ülke Japonya. Metroda insanlar seks yaparken bile toplumun yadırgamadığı bir yer oldu. Az gelişmiş ülkelerde, baskı olan ülkelerde daha fazla yaşanıyor her şey. İki türde cinselliği yok ettik biz. Tabulaştırarak ve dejenere ederek. İnsan iki şey arıyor, değerli olduğunu ve sevildiğini hissetmek istiyor. Bunlar yoksa raydan çıkıyoruz zaten. Değerli olman ya da sevilmen için bir şey yapmana gerek yok. Sanıyorsun ki müdür olduğunda değerli olacaksın. Millet seviniyor müdür olduğu için. Sonra? Sabahın 8inde işe gidip insanların ağız kokusunu çekiyorsun, kendi hayatından çocuğunun hayatından çalıyorsun. Bu mu senin hayatının amacı. Hayatını yaşayıp, kariyerini de sürdürmek başka bir şey, değerli hissetmek için kariyer sahibi olmak başka.
Danışmanlık yaparken bazı insanlara anlatmakta zorlanıyor musun?
Tabii zorluyor. Biri gelip kocasının istediği yatı almadığından, diğer gelen 7 yıldır babası ve abisi tarafından cinsel istismara uğradığından bahsediyor. Arka arkaya ikisini dinliyorsun. Sonra herkesin sorunu kendine büyük diyorsun. Şuan ağırlığımı çocuklara ve gençlere verdim. Çok fazla ergenle çalışıyorum. Çocuklara hala oku adam ol deniyor. O çocuk e-spor oynuyor senin kazanamayacağın parayı kazanıyor. 16 yaşında bir çocuk e-spordan 7 buçuk milyon dolar kazandı bu sene. Ve babası çocuğu bana getirdiğinde ‘oğlumuz sürekli bilgisayar başında ne yapacağız’ dedi. Ben aileyi çocuğun bilgisayar başından kalkmaması için ikna ettim. Çünkü çocuk orada iyi. Öteki taraftan bakıyorsun çocuk okul birincisi, TEOG birincisi olmuş ama gözünün feri gitmiş. Avukatlık, doktorluk 20 yıl sonra bu meslekler yok. Eğer çocuğun şuanda 5 yaşının altındaysa bir robotla evlenme olasılığı %50. Korkunç mu acaba, yoksa geçiş mi? Ne farkımız var robottan?
Ruh.
Ruh dediğin ne? Dizi öneriyorum ‘İnancın Hikayesi’. İzlemediyseniz izleyin çok iyi. Orada ruhu tartışıyorlar. Enerji mi, ruh mu? Hangi ruh? Benim şuan kurumlarla çalışmama nedenim enerji. CEO ile enerjim tutmazsa ‘ben sizinle çalışamam zaten’ deyip çıkıyorum.
Hiçbir şeye mecbur kalmadın mı hayatın boyunca?
Asmalı Mescit’te 20 gün falan ekmek arası bisküvi yedim. Bu bir seçim.
Güç ile ilgili hiçbir isteğin olmadı mı?
Olmaz mı. 21 yaşındayken en büyük hayalim bir kırmızı Ferrari, bir beyaz Ferrari’ydi. O yüzden reklamcılığa başlamıştım. 18 yaşımda Kristal Elma kazandım. Devam etseydim şuanda en büyük reklam ajanslarından birinin patronu bendim.
Bir gün seni kimse dinlemezse bir B planın var mı?
Benim en büyük örneğim şuanda köpeğim. Karnı acıkıyor yemeğini yiyor, uykusu geliyor yatıyor. Hayatta her şeyin emanet olduğunu ben 3 sene önce öğrendim. Bir sabah uyandım ‘kaybetme korkusu’ ne dedim. Kaybedecek bir şeyim yok, korku neden. Kimsenin kaybedecek bir şeyi yok. Her şey emanet. Annem de babam da ölecek, ben her an ölebilirim, bugün işlerim iyi ama yarın kötü olabilir. İstemek başarının yarısıdır, başarının yarısı da istemektir. Büyük yalan. İstemek hiçbir şeydir, inanmak her şeydir. Biz sadece istiyoruz.
İstemenin içinde de inanmak yok mu?
Mesela ailede genetik olarak kanser var sürekli kanser endişesi yaşıyorsun ve bunun için yeşille besleniyorsun, bütün dosyaları okuyorsun, internette tarama yapıyorsun, kanser olursun. İnandığın gerçek olacak.
Melekler, kişisel gelişim, astroloji vs. birçok alternatif ruh rahatlatıcı yöntem var. Sormuş olayım, hiç bizi kandırıp eğlendiğiniz oluyor mu?
Yapmadım. Yaşam, yaşayarak öğrenilir.
The post Aret Vartanyan “Aç Kalmak Pahasına İstemediğim Hiçbir Şeyi Yapmadım” appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/aret-vartanyan-ac-kalmak-pahasina-istemedigim-hicbir-seyi-yapmadim/
0 notes
Text
Mona Lisa Tablosunu Çalan Şaşkın Hırsız
Yeni Gönderi yayınlandı https://adresinburasi.com/mona-lisa-tablosunu-calan-saskin-hirsiz/
Mona Lisa Tablosunu Çalan Şaşkın Hırsız
Mona Lisa Tablosunu Çalan Şaşkın Hırsız
Çoğu sanatsever, İtalyan ressam Leonardo Da Vinci’nin ünlü tablosu Mona Lisa’nın Fransa’nın Louvre Müzesi’nden çalınması olayını bilir.Bahsi geçen soygun öyküsü 1911 yılında gerçekleşmiştir ve aslına bakılacakolursa tablonun dünya genelinde tanınmasına son derece yardımcı olmuştur. Fakat konumuz bu soygun değildir.
2006 yılında Rusya’da bir eve hırsızlık yapma amacıyla giren soyguncular salonda gördükleri Mona Lisa tablosunun imitasyonunu çalıp başka herhangi eşyaya dokunmadan evden çıkmışlardır. Garip olduğu kadar komik olan bu hırsızlık olayını gerçekleştiren soyguncular 1911 yılında gerçek Mona Lisa tablosunun çalınması hadisesinden esinlenmiş olabilirler.
İşin ilginç tarafı, büyük ihtimalle resim konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan sanatsever soyguncular günümüzde en çok imitasyonu yapılan tabloların başında gelen Mona Lisa’nın gerçek olduğunu düşünmüşler.
1911 tarihinde yaşanan Mona Lisa hırsızlığı vakasından sonra tabloyu çalan kişi bu değerli sanat eserini nakde çevirmeyi doğal olarak başaramadı. Çünkü Mona Lisa dünyada en çok tanınan tabloların başında yeralıyordu. Ünü o kadar büyüktü ki; bu tablonun orijinalini satın alacak tarihieser kaçakçısı bulmak çok zordu. Yine de Rusya’da yaşanan bu garip soygun olayında şaşkın hırsızlar rasgele girdikleri bir dairede buldukları Mona Lisatablosunu çalmaktan geri kalmadı.
Bu garip olayı gerçekleştiren şaşkın hırsızların Mona Lisa tablosunu çalarken kafalarından geçen düşünceyi anlamaksa neredeyse olanaksız. 1911yılında Louvre müzesinde Mona Lisa soygununu gerçekleştiren Peruggia isimli İtalyan hırsız hayatta olsaydı herhalde bu olaya baya gülerdi. Çalınan bu tablo Dünya da epey fazla değeri olunca hırsızlar da onu alarak para kazancaklarını düşünmüşlerdir. Halbuki tablo imitasyondur. Bu tablonun gizemi hala çözülememiştir.
0 notes
Text
Hayata Dair Bi’kaç Satır
Hayata Dair Bi’kaç Satır Fikret Aydemir İnkılap Kitabevi
Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa” tablosunun sol üst köşesinde, bir fırça darbesiyle oluşan renk ya da Michelangelo’nun “Madonna ve Çocuk” heykelinin etek kıvrımında yakaladığınız ayrıntı sizi saatlerce bağlar.
Bakarsınız içinize sindire sindire, doya doya…
Bir bakışına, kirpik hareketine, kaşını kaldırışına, dudak kıvrımına veya minik parmakçıklara baktım saatlerce. Doya doya, sindire sindire…
Ve gri ve ıslak ve soğuk ülkede ve Tanrı ve doğa bana dünyanın sekizinci harikasını kucağımda tutmayı armağan etti…
Ağlayan şehirde, zemherinin tam ortasında inadına doğan güneş selamladı eve gelişimizi. Ev doldu; yuva oldu…
– Sabah gazetesi / 2005
Başbakan Erdoğan’ın 16 Aralık’ta açıklayacağı “AB sürprizi”, çözüm süreci, “Kürdistan” tartışması, “fişleme” belgeleri, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Ermenistan ziyareti, soykırım meselesi, “dershane” açıklamaları, “Gezi” iddianamesi, Mustafa Balbay’a tahliye, tutuklu milletvekilleri, devlet sırrı, Van’da depremzedelerin hâlâ üşüyor olması, TBMM’de bütçe görüşmeleri, milletvekillerinin hakaretleri, Odatv davası, Hanefi Avcı ve Yalçın Küçük’ün tahliyesi, 2014 yerel seçim kampanyalarının başlaması, 21. yüzyılda köy yollarının hâlâ kar yağışı nedeniyle kapanıyor olması…
Her biri aylarca tartışılması gereken yukarıdaki gündem maddelerini biz sadece bir anda yaşıyoruz.
– Akşam gazetesi / 2013
Hayatının bir dönemini Brüksel’de geçiren ünlü Fransız yazar Victor Hugo, “Vicdan, insanın içindeki Tanrı’dır” saptamasını yapmış yıllar önce.
Bir insan veya bir toplum içindeki Tanrı’yı, yani “vicdan”ını kaybetmiş ise, artık hiçbir değeri kalmaz.
Günümüzde, kimileri “kamusal vicdan” ifadesini de kullanır oldu.
Her kavramda olduğu gibi “vicdan”ın da içini boşalttığımız için “kamusal vicdan” da havada asılı kalıyor.
– Kuzey gazetesi / 2017
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/VFWIXh
0 notes
Text
#ReklamGibiReklam
youtube
Merhaba;
Piyasada pişmeye çalışırken bir anda alev alan ama hala pişmesi gerektiğinin fazlaca bilincinde olan alaylı reklam avcınız karşınızda! Çok uzun zamandır aklımda olan yazma hevesim kursağımda kalmadan kelimelerle buluşmayı planlıyordum. Doğru vakitten ziyade doğru reklamı kollama derdindeydim. Zira; beni bu acımasız sektörün kucağına atan, ilgimi çocukluğumdan beri cezbeden o reklam filmlerinin bende yarattığı etkiyi paylaşma arzusu ile bu yola çıktım ve nihayetinde karşınızdayım.O halde; tekrar merhaba, bloguma ve sizlerle gelişecek fikir ateşimin başına hoş geldiniz!
Baştan uyarayım ben konu ile ilgili bilir kişi değilim! Ama farkında olan iyi bir izleyiciyim bence... Sonuçta reklam dediğin senin, benim, bizim algımızda farkındalık yaratmak için yapılan eylemler dizisi değil mi? Tabii ki, uzman görüşü değil bu tanımla, tamamen ben-cil-ce ;)
Reklam nedir sahi? Neden yapılır? İhtiyaç haline getiren ve kendi sektörünü oluşturup, yıllardır bu sektörü besleyen o devasa gıda ama minicik olan sır nedir? Reklam neden başta çocuklar olmak üzere insanların ilgisini üzerinde toplamayı başarır? Yıllardır kafamda bu sorular vardı. Bana göre, en iyi öğrenme biçimi; işin içinde pişerek oluyordu. Evet, bu işin okulunu okumadım - isterdim elbette ama malum hayat şartları diyelim ve konumuza dönelim - ama harekete geçmem için beni ateşleyen merakımı da aldım yanıma, balıklama daldım sektöre... Hala öğreneceğim zilyon tane unsur var orası ayrı ama beni buralara getiren algılarımın değerlendirmelerini artık yazılı hale getiriyorum. Çünkü; merak ediyorum. Sizler de benimle aynı fikirde misiniz? Bu yazım bir şekilde ulaşırsa sizlere lütfen yorumlarınızı esirgemeyin benden... Belki sizlerle birlikte sayenizde çekirgelik evresinden bir sıçrama yapıveririm :)
Blogumda sizlerle, beğenimi kazanan ya da “Acaba?” dedirttiren reklamlar üzerine konuşmaya çalışacağım. Tabii ki açılış yazımız için buna değen reklam olmalıydı. Derken bugün karşıma Louis Vuitton ve sanatçı Jeff Koons arasında bir işbirliği yapan 'Masters' Koleksiyonu tanıtmak için yapılan “subliminalini sevdiğim” :) o reklamla karşılaştım. İkonik sanat eserlerinin baz alındığı fikirle yola çıkan reklam beni sarmalayan “Sanat Gibi” düşüncesini zihnime kazdı ve beğenimi alarak, listeme girmeyi ve bana bunları yazdırmayı başardı.
Reklam fikrinin doğuşu; koleksiyonu birebir yansıttığından yeni bir keşif gibi görünmese de koleksiyonu eğlenceli bir şekilde yansıtıyor ve dikkatleri üzerine çekiyor. Marka değerini korurken, sanata verdiği değeri de gözler önüne seriyor.
Reklam filminde kullanılan Puppet tekniği ile canlanan sanat eserlerinin reklam filmine dinamizm katan en önemli faktör olduğu kaanatindeyim. Sosyal medyada farklı farklı hallerde karşımıza çıkan Mona Lisa, popülaritesini bu reklam filmi ile parlatıyor ve hepimize göz kırparak “Masters” koleksiyonun tanıtımında lokomatif görevi üstleniyor. Sanat severlerin kısa sürede büyük beğenisi kazanacak olan koleksiyon, bilinirlik seviyesini kısa sürede arttırarak büyük başarıyı kucaklayacağı kaatindeyim. Ayrıca; kıymetli sanat eserlerinin popularitesini meraklısından koparıp, daha geniş kitlelere taşıyacağı da kesin görünüyor.
Meraklısına Not 1: Herkesin göz zevkine hitap etmeyi başaracak bu özel koleksiyon Louis Vuitton etiketinin hakkını vererek haliyle kabarık cüzdan sahiplerine göz kırpıyor.Koleksiyon ürünlerinden sahip olmak isteyenler £1,960 ile £2,240 arası bütçeyi gözden çıkarsınlar lütfen ;)
Meraklısına Not 2: “Masters” Koleksiyonuna ilham olan kıymetli sanat eserlerinden bahsetmeden geçmek elbette ki söz konusu olamaz. Mona Lisa’dan bahsedersem artık dövün beni, bunu özellikle Avrupa Yakası dizisinin popüler kültüre katkısıyla bilmeyen kalmamıştır herhalde... ;) Gelin, biz reklam filminde yer alan diğer eserlere göz atalım.TITIAN ya da tam adıyla Tiziano Vecellio tanınan İtalyan ressamın ünlü eseri “Mars, Venus, and Cupid” eseri, barok tarzının öncülerinden Flaman PETER PAUL RUBENS “THE TIGER HUNT” eseri, FRAGONARD kalplerimizi sevgiyle dolduran eseri “GIRL WITH DOG” ve son olarak VAN GOGH tarafından resmedilen mavi ve yeşilin naif uyumu ile huzur yayan “A WHEATFIELD WITH CYPRESSES” eseri birleşerek koleksiyonun çıkış noktaları olurken, reklam filmimizi de yer alan önemli mihenk taşları olarak karşımıza çıkıyor ve bizlere değerlerini bir kez daha hatırlatıyorlar.
Koleksiyon Hakkında Daha Fazla Bilgi Almak İsteyenler :
http://eu.louisvuitton.com/eng-e1/stories/masterscampaign?campaign=sn__MASTERS_YT_PUBL_WW_ENG_AW_BAGW_Vd31&linkId=36369550#section-da-vinci
İmza : Kafa Bi Vizyon - Kül olarak pişen çekirge de olabilir neden olmasın ? :)-
Bir sonraki beğenimi kazanacak reklam üzerine çenem düşene dek kendinize iyi bakın ;) Görüşmek üzere , Hoşça Kalın !!!
#ads#advertising#ads of the world™#reklam#reklamcı#reklamgibireklam#hayatgibireklam#başarılıreklam#kreatif#creative#creativeads#creative advertising#kreatifreklam#louis vuitton#jeffkoons#masters#van gogh#fragonard#titian#peterpaulrubens#davinci#mona lisa
0 notes