#meddahlık
Explore tagged Tumblr posts
Text
LEKE-Arif Nihat ASYA
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz,
Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz.
Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür,
Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.
Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler,
Bakın etrafımızı nasıl sarıyor kızıl itler!
Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele,
Yaşamak hakkın lakin istiklalinle bile
İhtirama zaman yok, merasime ne hacet?
Size düşen daha çok vazifeler var. Evet…
Evet!.. Böyle sürerse bu eşkıya kanunu,
Müebbet felakettir milletimin sonu …..
Size selam gönderdi kırk yiğidiyle KÜRŞAD
Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! İmdat!
Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa?
Sükût neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?
Tevekkül Allah’adır zillete katlanılmaz!
Ya hayat, ya ölüm! Bunun ötesi olmaz.
Namus lekesi değil alnımdaki bu leke,
Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke
Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri,
Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri…
Mütefekkirler echel, realistler yalancı,
Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı…
Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, suçluymuşum ben meğer
Otağımda cellâtlar… Kaçmak!.. Bu neye değer!
Ne papyon kravatlı, ne rugan pabuçluyum
HALİSANE TÜRK’ÜM BEN, onun için suçluyum.
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben.
Bir intizar dinlerim şu toprağın kalbinden.
O ses der ki: -Ey oğul, yazıklar olsun sana!
Mezarımı kirleten, şu mahlûka baksana!
Baktım gafiller düşmüş hainlerin peşine
Dedim Bozkurtların yurdunda, çakalların isi ne?
Fırlamışım yayımdan, ok hedefi mutlaka bulur
Son kale, son akında, ancak böyle kurtulur.
Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır O.
Asrin adaletine, bir yüz karasıdır bu!
Arz-i endam etsinler… Mütebessim, mutantan.
Sonra da sulhseveriz, deyiversinler YALAN
Yalandır ne söyleseler, beşeriyyet namına,
Hanümanlar yıkılır, bu şerriyet namına.
Adi cinayetlerle küllenir asil yara
Can yakar, göz yaşarır, alır yürür bu sara
Sokaktan okullara, okuldan minareye
Bu kıvılcım saçarken bekçiler uyur, niye?
Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan?
Beş kıta birbirine dokunur zaman zaman
Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır
İşte bu kızıl itler, bu sayede yallanır.
İnsan denmez bir avuç yal için sürünene
İnsan denmez sesimden ürküp, dev görünene
İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere
İnsan denmez yenilen ve önde gidenlere
İnsan denmez gözyaşı döküp, ter dökmeyene
İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene
Ben şüheda nesliyim, başkaya varmaz dilim
Belki mağdurum ama asla meyus değilim.
Gök bayrak, Albayrağa bir gün çizerken ufuk
O büyük kurtuluşa yürürken çoluk çocuk
Bu nefes bu bedeni terk edip de gitsede
Ruhum at koşturacak, o büyük hengâmede.
Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu!
Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu!
Bir isyan cinnet gibi, bir gün ki kâbus gibi
Karşımda tomsonlular, Yunan gibi Rus gibi
Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri!
İleri, biraz daha, biraz daha ileri.
İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle ferman buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hâkimler veremez, hükmünü bu celsenin
Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin.
1 note
·
View note
Text
dirne'de Korku ve Meddahlık Bir Arada: Mehmet Berk Yaltırık ile Korkunun Yazıldığı Gece
Türk Ocakları Edirne Şubesi’nin düzenlediği etkinlikte, tarihçi ve yazar Mehmet Berk Yaltırık, korku hikayelerinin Türk Edebiyatı’ndaki izlerini anlatarak dinleyicilere unutulmaz bir gece yaşattı. Etkinlikte korku hikayeleri, meddahlık kültürüyle yeniden hayat buldu. Türk Ocakları Edirne Şubesi, 2023-2024 eğitim öğretim yılındaki ikinci büyük etkinliğini Deveci Han Kültür Merkezi’nde…
0 notes
Photo
oğuz atay’ın hikaye kitabına da adını veren “korkuyu beklerken” adlı hikayesinden uyarlanmış, iki perde, tek kişilik bir oyun.
ben oyunu sevdim, sevmeyeni de çok.
sevmeyenler metne çok bağlı kalınmadığını söylerken, dekorun yetersizliğine de dikkat etmişler, ubor metenga’dan gelen mektubun boyutuna takılanlar da var.
neymiş efendm ‘’figüranları şapka, fular, baret gibi aksesuarların yardımıyla, bazen de ses taklidiyle canlandırmaya çalışıyor.‘’ hiç yakışıyor mu modern tiyatro oyununa meddahlık? bilmem doğrudur, ben çok sevdim teşkler.
ama iyi şeyler bazen birdenbire olur ve çoğunlukla iyi şeylerin olması için insan ölçeğinde çok zaman geçmesi gerekir.
5 notes
·
View notes
Photo
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın heyecanla beklenen yeni oyunu ‘Kalabalık Duası’nı, yönetmeni Güray Dinçol, yazarı Volkan Çıkıntoğlu ve oyuncusu Tolga İskit ile konuştuk.
Gülin Dede Tekin|Yayın tarihi: 21 Şubat 2020
https://www.timeout.com/istanbul/tr/tiyatro/efsunlu-sehrin-efsunlu-hikayesi
https://www.timeout.com/istanbul/tr/tiyatro/kalabalik-duasi
‘Şatonun Altında’ oyunuyla Türkiye tiyatrosunda fark yaratacağının sinyallerini veren Fiziksel Tiyatro Araştırmaları dört yıl sonra, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir oyunla seyirci karşısına çıktı. Her unsuruyla baştan sona insanı etkisi altına alan, hikâyede anlatılan efsunlu şehir gibi efsunlu bir oyun ‘Kalabalık Duası’. Neresinden başlamalı ki anlatmaya… Volkan Çıkıntıoğlu’nun ‘Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz’ metninden hatırlayacağınız, gerçeği kurcalayan, yer yer ona çomak sokan muzip dili ‘Kalabalık Duası’nda da devam ediyor. Sıkışıp kaldığı şehirdeki bekleyişine son vermek için düştüğü arayışta İstanbul’da yer yer keşmekeşin peşinde savrulan bir adamın öyküsünü izliyoruz sahnede. Onunla beraber savruluyor, savrulurken nadiren de olsa içimize sızmaya çalışan konsantrasyonu kaybetme riskini yanımızda taşıyarak İstanbul’un efsununa kapılıyoruz. Güray Dinçol’un kusursuz rejisi metinden rol çalıyor adeta. Anlatının olanaklarını zorlayan, birçok unsurun alışılmadık şekilde yan yana getirildiği bir formülü var Dinçol’un. Resim, plastik sanatlar, fotoğraf, çağdaş dans, geleneksel tiyatro, clown ve hikaye anlatıcılığı yekvücut oluyor. Yer aldığı projelerdeki performanslarıyla mutlaka aklımızda, kalbimizde iz bırakan Tolga İskit ise bugüne kadar yaptığı tüm işleri gölgede bırakacak üst düzey bir oyunculuk sergiliyor. Tek kişilik oyunların günden güne arttığı tiyatro camiasında çıtayı çok yükseklere taşıyor. Ruhtan ruha, bedenden bedene, sesten sese su gibi akıyor. Işık tasarımına imza atan Utku Kara’nın katkısı çok büyük bu başarıda. Müzik seçimi, dekor ve kostüm de keza oyunla bütünleşmiş. Sürecin kendisine duyulan kıymetin azaldığı zamanlarda, sürece verdiği değerle, araştırmaktan hiç vazgeçmeyen heyecanıyla son yılların en samimi ve başarılı işi ‘Kalabalık Duası’. Adını uzun yıllar anacağımıza eminiz. Siz de mutlaka yolunuzu ‘Kalabalık Duası’nın muzip ve mistik dünyasına düşürün.
Yazdığınız iki oyuna baktığımızda bir üslubunuz, diliniz olduğunu görüyoruz. Aynı yerden olmasa da ilk oyununuza yakın bir hissiyatı var ‘Kalabalık Duası’nın. Taze bir yazar olarak yazma sürecindeki arayışınız nedir?
Volkan Çıkıntoğlu Üslup demeniz beni rahatlattı çünkü önce biçimden hareket ediyorum. Nasıl bir biçim kurabilirim? O bana nasıl yazar eylemi ve yazar hareketliliği sağlar? O hareketlilik acaba nasıl bir içerik çıkarır? Bunları düşünüyorum. ‘Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz’ ve ‘Kalabalık Duası’nın tek ortak yönü bence dili kullanma şekli. Yoksa temaları çok ayrı.
Gerçeklik algılarında da kesişiyorlar sanki.
Volkan İkisi de gerçekliği kurcalıyordu. Acemi bir yazar olarak klasik dramatik yapıyı kurmakla ilgili problemim var. Sinemada karşılaştığımız klasik dramatik hikayeler, zaman ileriye giderken karakterlerin hikayelerinin açılması ve bazı şeylerin ortaya çıkması... Bununla ilgili hem felsefi olarak hem kalem olarak bir problemim var. O yüzden gerçeğin tamamını göremiyorum. Gördüğüm kısmını çarpıtmayı, onu kurcalamayı, onunla oyunbaz bir ilişkiye girmeyi seviyorum. Bu oyunbaz şeyin üslubunu nerede bulabilirim diye yazıyorum.
‘Kalabalık Duası’ için “Hikayesi anlatılamayan oyun.” demiştiniz daha önce. Oyunun hikayesini nasıl anlatırsınız okuyucuya?
Volkan Efsunlu bir İstanbul hikayesi. Ama bu tanımdan da kendimi alıkoymaya başladım. Çünkü aslında bir İstanbul hikayesi kurma gibi bir derdim yoktu. İlk olarak Balat Monologlar Müzesi’ne Balat semtiyle karşılaşmanın bendeki karşılığı olarak kısa bir monolog yazmıştım. Daha büyük bir meseleye girdiğimde aslında önemli olanın şu olduğunu fark ettim: Mekanla insanın karşılaşmasından ne çıkabilir? Çünkü insan kendini mekana ve zamana göre tanımlıyor. Benim içinde bulunduğum ve kendimi tanımladığım mekan da İstanbul hasbelkader. Mekanımızın karşılığı İstanbul olunca, onun şekilsizliği, geçmişi, geleceği, hissi, güzelliği, çirkinliği kurcaladığım şeyler oldu. Son noktada İstanbul hikayesi gibi görünüyor ama benim için bir insanın mekanla olan ilişkisi.
Güray Dinçol Varoluşsal bir mesele var her iki oyunda da. Fona matrak bir şehir ya da durum alıp varoluşsal, mistik ve muzip olanı kaleminde yan yana getirebiliyor. Bu bana çok ilginç geliyor. İki oyunun en büyük ortak paydası, Volkan’ın yazarlık çizgisinde buluşturduğu şey. Muziplik ve var olma meselesine dair ürettiği aforizmalar, teoriler, denemeler, esinlenmeler... Bir de çok eklektik yazıyor. Her şeyden besleniyor. Duvar yazıları, büyük bir edebiyatçıdan alıntılar, oyuncunun doğaçlaması... Bu şehir gibi. O noktada yakaladığı damar çok doğru. Hem şehrin mistik, yaramaz yanını hem de ritmik, neşeli yanını verebiliyor. Çok tuhaf bir terazisi var oyunlarının.
Bu efsunlu hikaye nasıl ekibine kavuştu?
Volkan Balat’taki monologla ilgili güzel dönüşler aldıktan sonra uzun bir monolog yazmak istedim ama uzatmayı beceremedim. Bir sene sonra malzemeler birikince, mekan ve insanı nasıl karşılaştıracağımı düşünürken sinema çıkışı bekleme teması geldi aklıma. Bekleme teması tüm bu eklektik malzeme ve şehir temasını, mekan ve insanın karşı karşıya gelmesini çok iyi açıklıyor. Hem çok doğulu hem de batılı bir şekilde açıklıyor. Doğulu çünkü topladığım malzemenin bir kısmı tasavvuf ağırlıklıydı, doğu felsefesi içeriyordu. Batılı çünkü Beckettian bir yanı var. Bunun üzerine bir taslak oluşturdum. Önce Balat’ta oynayan oyuncu ile çalışırım diye düşünmüştüm ama olmadı. Daha önce ilk halini okuttuğum Güray’ın yönetmek istediğini biliyordum. Bir de sezgisel bir şekilde Tolga’nın yapabileceğini düşündüm. ‘Cambazın Cenazesi’nde izlemiş ve çok beğenmiştim. Beraber Medrese’de Grotowski atölyesine katılmıştık. Çok mülayim bir karakter olduğunu görmek bende ilginç bir karşılık buldu. Metindeki karakterin de tüm bu bilgi yüküne rağmen masum ve beceriksiz bir hali var. Bir de Seyyar Sahne’de öğrendiğim kadarıyla, tek kişilik bir oyunun anlamlı olması için sanatçının hikayeyle kişisel bir yerden kesişmesi gerek. Sadece sanatsal bir kaygı ile o makine çalışmıyor. İçeride bir yere dokunduğunda estetik bir dünya açılıyor. Güray’ı da “Ne güzel Batılı bir tekniğe sahipsin, Frankofon takılıyorsun ama sana modern bir meddahlık yapma şansı veriyor bu metin.” diyerek ikna ettim.
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın ve sizin klasikleri bambaşka açılardan yorumlamanıza alışığız. Bu sefer yepyeni bir metinle çıktınız karşımıza.
Güray Beni heyecanlandıran şey, Volkan’ın metni dönüştürmeye açık olmasıydı. Süreç içerisinde şekillenen bir işti. Başta Fiziksel Tiyatro Araştırmaları işi olarak başlamadı. Kendi adıyla mı çıksa, sadece bu oyuna özel bir kumpanya mı kursak gibi fikirler vardı. Çünkü ‘Şatonun Altında’ gibi bir oyun çıkardık ve insanların bizi tanımladığı bir biçim var. Dört sene oldu yeni oyun yapmalıyız diye telaşlanıyorduk. Sonra süreç öyle şekillendi ki oyun adeta “Ben bir araştırmanın ürünüyüm ve son derece fizikselim. Senin iyi bildiğin bir yerden geliyorum ama bir yandan da çok geleneksel bir tonum var.” demeye başladı. Ben oyuna bir takım uydurma kavramlarla yaklaşıyorum. Performatif meddah diyorum, Bektaşi Clown diyorum. Bunlar yan yana gelebilecek kavramlar değil aslında. Birazcık da hayatla kurduğum ilişki, yaşım, bu şehirde geçirdiğim zaman itibarıyla muzipliğimi kaybetmeden olgun bir kanal, tasavvufi ama matrak bir arayış içindeymişim. Belli bir tarihte bir yere teslim etmek zorunda olmadığım işler hep bir yolculuk gibi geliyor. Nereye gideceğini bilmiyorsun, sadece yolu biliyorsun. Bu oyun da acelesiz, ferah bir şekilde ilerledi ve bir baktık ‘Şatonun Altında’ya bir erkek kardeş gelmiş.
Uzun bir çalışma dönemi geçirdiniz sanırım.
Güray Mart’ta bir araya gelmiştik. Bazen iki üç ay hiç çalışmadık, bazen ayrı ayrı çalıştık. Ama oyun bir yerde çalışıyormuş. Bu oyun bana şunu da öğretti: Zaman reel prova zamanından ibaret değil. Sizin oyunla geçirdiğiniz vakit, o oyun üzerinde düşünmek… Bu vakti yaptığımız işe vermek gerekiyor. Hepimiz piyasa şartlarında aceleciliğe düşüyor ya da düşmek zorunda kalıyoruz. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları işi olduğunu oradan da anladım. Biz bir araştırma yapıyor ve olgunlaşma sürecinde seyirciye açıyoruz. Bu oyun da o süreçte seyirciye açılmaya başlandı. Çok fazla seyircili ön gösterim yaptık. Çalışma pratiğim adına yepyeni bir yol bulduğumu düşünüyorum. Bu lüksüm oldukça da hep böyle çalışırım.
Uzun çalışma süreci, devam eden diğer işlerinizden ayrıştırıyor mu oyunu? İçerisinde her şeyden biraz biraz görebildiğimiz bu oyun süreci sizin için nasıl geçti?
Tolga İskit Öncelikle çok şanslı bir oyuncuyum. Kendi jenerasyonumun iki muhteşem insanıyla çalıştım. En temel dertlerimden biri biçim. ‘Şatonun Altında’yı izlediğimde vurulmuştum. İki deli kadın ve bu adamın aklı nasıl bir akıl, bunlara yapışmam gerek vaziyetindeydim. Güray’la çalışmayı çok istiyordum. Ve bu projede denk geldik. Güray ve Volkan süreç kavramını iyi yöneten, içselleştiren ve bununla mutlu olan insanlar. Beni ilk zorlayan şey bu oldu. Ben tam tersiyim. Yapalım ve iyisini hemen görelim, ilk denemede en iyisini bulalım isterim. İkisi de çok büyük öğretmen oldu bu noktada. Her seferinde, “Tamam, ama başka ne?” diye sordular. Çok fazla fiziksel çalışma yapmam nedeniyle içeriyle uğraşma meselesini çok aksatmışım. Bunu dayattı bana. Seyirci ile buluştukça, hataları da gördükçe rahatladık.
Seyircinin ne görmesini, ne hissetmesini istediniz?
Tolga Hep konuştuğumuz şeylerden biri, bu anlatan adamın bir kere hem kafa karışıklığından ve yaşadığı deneyimlerden dolayı sahip olduğu sızıyı kaybetmeden, metindeki o muhteşem mizahı da kaybetmeden, çok iyi kurgulandığını düşündüğüm felsefeyi de kaybetmeden bunların arasında seyirciyi diri tutabilir miyiz? Doğrusal da bir metin değil sonuçta.
Güray İyi bir hikayeyi lezzetli bir biçimde anlatıp, seyirci ve oyuncunun birlikte aynı nefesi alarak ve ferahlayarak salondan çıkması... Öyle zamanlardan geçiyoruz ki iyi bir hikayeye, şiirsel bir yolculuğa, masal dinlemeye çok açız. Başı sonu olmayabilir hikayenin ama umut veren bir yanı var. Yaşadığımız zamanın melankolisine, yoğun duygularına kapılıp sanatın iyi gelen yanını unutuyoruz. Bu oyun bana bu işi neden yaptığımı hatırlattı. Ben bir hikaye anlatıcısıyım. Hikayemle iyi gelmek istiyorum. Hikaye iyileştiricidir. İkinci olarak da gelenekselle çağdaşın kesişiminde, tam da bu şehrin çekirdeğinde kıymetli bir yan var. Meddah, ortaoyunu konularında derinleşmiş, araştıran bir insan değilken bir baktım karşıma bu coğrafyadan bir biçim çıktı. Sonra o biçim daha iyi bildiğim batılı gelenekle birleştiğinde oluşan sentezin bu şehrin, bugünün insanına iyi gelen bir yanı olduğunu fark ettim. Hem teatral araştırma hem de niyeti iyilik üzerinden giden manevi araştırma enteresan bir şekilde birleşti. Dolayısıyla bu oyunun seyirci için de bizim için de bir deneyim vadettiğini söyleyebilirim. Birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz. 70 dakikalık bir hikaye deneyiminin peşine düştük. Sanki o muradımız seyirci ile buluşunca karşılığını buldu.
Volkan Her şey şu anda gerçeğin temsiline soyunmuş durumda. Tiyatronun “Kendime ait bir gramer kuracağım, önce bunu çözeceksin, buna ikna olacaksın ve bunun üzerinden beni sevmeyi öğreneceksin.” demesini seviyorum. İnsanlara hiçbir şey demese bile şunu bırakmasını seviyorum: Gerçeği arama; hayal kurmayı ve dünyaya kendi bakışını kazandırmayı ara. Ben ‘Kalabalık Duası’nda da hayal kurabileceğin bir ihtimal ortaya atıyorum. Sen de buradan çıktığında kendi varoluşuna, ölümle ve zamanla ilişkine, kendi hayaline dair heyecanlan. Tek istediğim bu. Tiyatroya bir ödev biçeceksem de bu olsun.
Güray Fiziksel Tiyatro Araştırmaları olarak baktığımız birkaç anahtar sözcük var. Teatral hakikat, oyunsu coşku, oynama hali ama hayatın oyun yoluyla yeniden üretiliş biçimi gibi yerlere bakmayı seviyoruz. Gerçekçi bir biçimden ziyade oyunun kendi dilinin hakikatinin peşine düşüyoruz. Dolayısıyla belki gördüğünüz bir sürü şey abartılı ya da büyük görünmekle birlikte altında yatan bir teatral arzu var. O teatralleşmiş biçimi çok önemsiyorum. Hayatı tekrar eden bir sanattan ziyade, hayatı kendince yeniden yorumlayan bir sanat dili bana çok çekici geliyor. Anlatının sahnedeki olanakları sonsuz. Tiyatrotem’in yıllardır üstünde durduğu anlatının yeniden keşfi ve ‘Tehlikeli Oyunlar’la gelişen tek kişilik oyunlar yeniden seyircide karşılığını gördü. Biz de bu karşılığını görmüş biçimin yeni bir arayışının içine düşmüşüz. Bu hedeflerle çıkmamıştık yola ama bir baktık karşımızda o anlatı geleneğinin yeniden yorumlandığı bir anlatı var. İyi bildiğimizi düşündüğümüz bir kanalın araştırılacak, derinleştirilecek yerlerini bize gösteren bir proje oldu.
1 note
·
View note
Text
Erol Günaydın, vefatının altıncı yılında anılıyor!
https://haberoldu.com/erol-gunaydin-vefatinin-altinci-yilinda-aniliyor
Erol Günaydın, vefatının altıncı yılında anılıyor!
Yönetmen, senarist ve oyuncu Erol Günaydın, vefatının altıncı yılında anılıyor.
Kavuklu Hamdi ve İsmail Dümbüllü’nün ardından meddahlık geleneğini sürdüren ve son temsilcilerinden olan Günaydın, 16 Nisan 1933 yılında Trabzon Akçaabat’ta doğdu.
Günaydın, 8 yaşında geldiği İstanbul’da ilk eğitiminin ardından Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak öğrenim gördü ve tiyatroya olan ilgisi nedeniyle okulun tiyatro kulübüne üye oldu. Askerliğini ise Ağrı’nın Diyadin İlçesi Yukarı Biligan Köyü’nde yedek subay öğretmen olarak yaptı.
Profesyonel oyunculuğa 1955 yılında başladı
Profesyonel oyunculuğa 1955’te Haldun Dormen’in Cep Tiyatrosu’nda sahnelediği Philip King’in “Papaz Kaçtı” adlı oyunuyla başlayan Günaydın, Ankara Devlet Tiyatrosu ile “Ses” ve “Şan Tiyatrosu”nda da görev aldı.
Lise eğitiminden gelen Fransız ekolüyle geleneksel oyunculuğu birleştiren ve sinema sektörüne 1960 yılında adım atan Erol Günaydın, ilk olarak “Yeşil Kurbağalar” adlı sinema filminde rol aldı. Günaydın, Halide Edip Adıvar’ın eserinden 1967’de sinemaya uyarlanan “Sinekli Bakkal” adlı filmde canlandırdığı “Kız Tevfik” karakteri ile hafızalara kazındı.
Aynı zamanda senaryo yazarlığı da yapan Günaydın, Cemal Reşit Rey’in müziklerini hazırladığı “Yaygara” (1970), “Uyy Balon Dünya” (1970) ve “İstanbul Masalı” (1971) adlı müzikaller ile 1965’te Haldun Dormen’in yönetmen koltuğuna oturduğu “Güzel Bir Gün İçin” adlı filmin senaryosunu kaleme aldı.
160 yapımda rol aldı
Televizyon dizileri ve video yıllarının dışında, seslendirmelerle birlikte 160 yapımda görev alan Erol Günaydın, 70’ten fazla da sinema filminde farklı rollerle izleyici karşısına çıktı.
Atıf Yılmaz, Nişan Hançer, Aram Gülyüz, Yılmaz Atadeniz, Erdoğan Tokatlı ve Duygu Sağıroğlu gibi birçok yönetmenle çalışan sanatçı, oyunculuk kariyerinin yanı sıra çocukların ilgiyle izlediği çizgi film kahramanı ”Ayı Yogi”, “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinde “Bilbo Baggins”, “Charlie’nin Çikolata Fabrikası” filminde “Büyükbaba Joe” ile “Up-Yukarı Bak” adlı filmin baş karakteri “Carl”, “Hz Muhammet Son Peygamber” adlı çizgi filmde Ebu Talib’i seslendirdi. Ayrıca Günaydın, çok sayıda meddah gösterisi ve Nasrettin Hoca oyunu sahneledi.
Oyunculuğunda mimikleriyle cümle kurduğu dile getirilen Günaydın, başta TRT’de yayınlanan “Çiçek Taksi” olmak üzere aralarında “Mahallenin Muhtarları”, “Akasya Durağı”, “Cennet Mahallesi” ve “Bir Demet Kahkaha”nın da olduğu birçok dizide canlandırdığı karakterlerle seyircinin beğenisini kazandı.
Muhsin Ertuğrul, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Ergin Orbey, Ferhan Şensoy gibi usta isimlerle çalışan oyuncu, Athena, Fatih Erkoç ve Emre Altuğ gibi birçok sanatçının klibinde de rol aldı.
Vefat edene kadar sahnede kalmaya devam eden Günaydın, yaşamı boyunca “İsmail Dümbüllü Ödülü”, “Altan Erbulak Oyunculuk Ödülü”, “Gazeteciler Cemiyeti Oyunculuk Ödülü”, “Nasrettin Hoca Oyunculuk ve Yaşam Boyu Sanat Ödülü”, “Karagözcüler Derneği Yaşam Boyu Sanat Ödülü”, “Güzel Bir Gün İçin” filmiyle, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ve “Yardımcı Oyuncu” ödülleri, “Oliver” adlı müzikaldeki rolüyle “İlhan İskender Ödülü”, 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de “Yıldırım Önal Anı Ödülü”nün de aralarında bulunduğu birçok ödüle layık görüldü.
Üç çocuk babası olan Günaydın, 15 Ekim 2012 tarihinde 79 yaşında İstanbul’da vefat etti. Sanatçı, Feriköy Mezarlığı’na defnedildi.
Usta oyuncunun rol aldığı bazı yapımlar ise şöyle:
“Soyut Padişah” (tiyatro) , “Yaygara Yetmiş” (tiyatro), “İstanbulu Satıyorum” (tiyatro), “Yolcu” (tiyatro), “Martı” (tiyatro), “Kalbin Sesi Halkın Gözü”, “Bir Ömrün Bedeli” (dizi), “Mahallenin Muhtarları” (dizi), “Rüstemin Gazinosu” (dizi), “Güneşi Gördüm” (film), “Orada”, “Kanal-İ-zasyon” (film), “Yedi Kocalı Hürmüz” (film), “Balkan Düğünü”(film)
0 notes
Text
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz,
Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz.
Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür,
Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.
Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler,
Bakın etrafımızı nasıl sarıyor kızıl itler!
Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele,
Yaşamak hakkın lakin istiklalinle bile.
İhtirama zaman yok, merasime ne hacet?
Size düşen daha çok vazifeler var. Evet...
Evet!.. Böyle sürerse bu eşkiya kanunu,
Müebbet felakettir milletimin sonu.
Size selâm gönderdi kırk yiğidiyle Kürşad
Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! imdat!
Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa?
Sükut neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?
Tevekkül Allah'adır zillete katlanılmaz!
Ya hayat ya ölüm! Bunun ötesi olmaz.
Namus lekesi değil alnımdaki bu leke,
Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke
Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri,
Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri...
Mütefekkirler echel, realistler yalancı,
Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı...
Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, suçluymuşum ben meğer
Otağımda cellatlar... Kaçmak!.. Bu neye değer!
Ne papyon kravatlı, ne rugan papuçluyum
Halisane Türk'üm ben, onun için suçluyum.
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben.
Bir intizar dinlerim şu toprağın kalbinden.
O ses der ki: -Ey oğul, yazıklar olsun sana!
Mezarımı kirleten, şu mahluka baksana!
Baktım gafiller düşmüş hainlerin peşine
Dedim Bozkurtların yurdunda, çakalların işi ne?
Fırlamışım yayımdan, ok hedefi mutlaka bulur
Son kale, son akında, ancak böyle kurtulur.
Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır O.
Asrın adaletine, bir yüz karasıdır bu!
Arz-ı endam etsinler... Mütebessim, mutantan.
Sonra da sulh severiz, deyiversinler yalan,
Yalandır ne söyleseler, beşeriyyet namına,
Hanumanlar yıkılır, bu şer'riyet namına.
Adi cinayetlerle küllenir asıl yara
Can yakar, göz yaşarır, alır yürür bu sara
Sokaktan okullara, okuldan minareye
Bu kıvılcım saçarken bekçiler uyur, niye?
Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan?
Beş kıt'a birbirine dokunur zaman zaman
Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır
İşte bu kızıl itler, bu sayede yollanır.
İnsan denmez bir avuç yal için sürünene
İnsan denmez sesimden ürküp, dev görünene
İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere
İnsan denmez yenilen ve önde gidenlere
İnsan denmez gözyaşı döküp, ter dökmeyene
İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene
Ben şüheda nesliyim, başkaya varmaz dilim
Belki mağdurum ama, asla meyus değilim.
Gökbayrak Albayrağa bir gün çizerken ufuk
O büyük kurtuluşa yürürken çoluk çocuk
Bu nefes bu bedeni terkedip de gitsede
Ruhum at koşturacak, o büyük hengamede.
Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu!
Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu!
Bir isyan cinnet gibi, bir günkü kâbus gibi
Karşımda tomsonlular, yunan gibi rus gibi
Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri!
İleri, biraz daha, biraz daha ileri.
İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle ferman buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hakimler veremez, hükmünü bu celsenin Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin!
@osmanöztunç
31 notes
·
View notes
Text
meddahlık
meddahlık ne demek!
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
meddahlık ne demek!
meddahlık anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
Text
Rüyalar hakkında ne kadar şey biliyoruz ?
Rüyalar hakkında ne kadar şey biliyoruz ?
Rüyalarla ilgili araştırmalar yaptığımdan beri çok ilginç şeylerle karşılaşmaya başladım. Önceleri sadece Freud’un 2 ciltlik Rüyaların Yorumu ve Jung’un Rüyalar kitaplarından ibaret sanıyordum durumu. Bu derin dehlizin içine girdikçe 32 bin yıllık mağara resimlerine, dinler tarihine, mitolojiye, felsefeye ve nihayet ilk giriş fikrim olan psikolojiye kadar daha derin, daha bilinmez alanlara doğru gidiyor serüvenim.
Mağara duvarlarına çizilmiş bazı resimlere daha dikkatli bakınca bazıları hayvan ve insan figürlerinin bilinen normal formların dışında bazı formlar olduğunu ve bunların da insanların bazı rüyalarının yansımaları olduğu fikri giderek güçlenmeye başladı.
Bu formdaki hareketliliğe bakınca kimi araştırmacılara göre efektif bir amaç olduğu düşünülse de bana göre rüyalarda gördüğümüz gerçekdışı, normal formlarından çıkmış bir hayvanın resmedildiğini düşünüyorum.
Aristotales’e göre “Uykuda gerçekleşen ve rüyaya dayanan kehanete gelince, onu küçümseyerek görmezden gelemeyiz ya da ona kesin bir güven duyamayız.” Diyerek o zamanlarda pek de üzerinde durulmayan r��yalar üzerine Rüya Teorisi kitabını yazmıştır.
Dinlerin ise bilimsellikten uzak ve kehanetlere daha yakın bir mana arayışı şeklinde rüyalara yakın bir ilgisi olagelmiştir. Ermişlik, söylemcilik, meddahlık, mistisizm, tabircilik ve tanrıdan gelen mesajlar olduğu düşüncesi hakim olmuştur. Genel anlamda dinde rüyaların 3 şekli vardır. Birincisi Tanrının mesajının iletildiği haberci rüyalar, ikincisi şeytanın mesajlarının iletildiği kötü rüyalar ve üçüncüsü gündelik hayattan etkilenerek görülen rüyalar. Görüldüğü gibi dinde rüyalara dair bir kategarozasyona gidildiği görülmektedir. Tanrıdan gelen mesajların olduğu rüyalar dışında diğer rüyalar kimseye söylenmemeli, anlatılmamalıdır, çünkü rüyaların anlatılması kötülük getirir. Öte yandan Tanrılardan gelen rüyalardaki mesajın ne olduğunu anlama çabasının sonucu olarak tabirciler oluşmaya başlamış ve bunların arasında işinde iyi olanlar her zaman devlet mertebesinde kıymet görmüşlerdir.
Nietzsche İnsanca Pek İnsanca kitabında “Gerçeklikleriyle, bize, sanrılamaların çok sık olduğu ve bazen tüm toplum ve halkları aynı zamanda etkilediği insanlığın eski tarihini bir kez daha anımsattığı koşulsuz biçimde varsayılan tüm düşsel fikirler kesin bir anlam kazanırlar. Böylece uykumuzda ve düşlerimizde eski insanların yaptıklarını bir kez daha görürüz.” Yani düşler kolektif bir bilincin sonucu olarak bizi atalarımıza kadar götürü, onların yaşamıyla doğanın mükemmel bir eseri olarak bizi birleştirir. Bu, geçmişten günümüze kadar kullanılmış ortak kavramlar ve onların kaçınılmaz imgeleriyle günümüzün modern kavrayışının derin bir harmanı olarak oluşur. Rüyalar kişisel gündelik olayların sonucu olmasının yanı sıra çok daha geride ve artık şahit olma şansımız olmayan çağlardaki yaşantılarımızı, kavramların eşsiz canlılığı sayesinde bugünle birleştiren evrensel bir kamera gibi evrenin hayatını kaydederken bunu zihinlerimizin etkileşim özelliğinde faydalanarak yapar. Ne müthiş bir evrensel kayıt aracı.
Yine aynı kitabında “Ham ve ilkel kültür çağlarında, insanlar ikinci gerçek bir dünyayı düşlerinde görebileceklerine inanırlardı: tüm metafizik buna dayanır. Düşler olmasaydı, insan dünyayı ikiye bölemezdi. Beden ve ruh ayrımı da eski düşünce olan ruhsal hayaletler inancına bağlıdır. Yani, hayalet, belki de Tanrı inancının kökeni budur.” Diyerek öldüğünü iddia ettiği Tanrının doğduğu yerin riyalar olduğunu iddia ediyor. Yani Tanrı, insanların sadece düşlediği evrensel bir rüya. Çok farklı bir bakış açısı.
Bilimin gelişmesine ek olarak Nörolojinin ve sonrasında Psikoloji biliminin doğmasına vesile olan Freud’un 1900 yılında yayınlanan Düşlerin Yorumu kitabının yayınlanmasıyla birlikte rüyaların o güne değin keşfedilmemiş başka bir alanı ortaya çıkmıştır.
“Bir düşün içeriği, değişmez bir biçimde düş görenin bireysel kişiliğine, yaşına, cinsiyetine, sınıfına, eğitim standardına ve alışılmış yaşam biçimi ile geçmiş tüm yaşamının olay ve deneyimlerine az ya da çok bağımlıdır.” Diyerek rüyaların tamamen kişisel ve kıyaslanamaz benzersizlikte olduğunu ve doğru analiz edilebilirse psikolojik sorunların çözümünde yeni bir yöntem ortaya çıkarmıştır. Freud’a göre rüyaların amacı arzunun giderilmesidir. Ona göre rüya kaynakları: 1) dış (nesnel) duyusal (sensory) uyarılmalar; 2) iç (öznel) duyusal uyarılmalar; 3) iç (organsal) uyaranlar ve 4) saf ruhsal uyarılma şeklinde dörde ayrılır.
Bir zamanlar Freud’un en parlak öğrencisi olan Jung’a göre ise rüyalar Freud’un bahsettiği gibi kişisel gündelik yaşantıların insan psikolojisinde ettiği yerin yanı sıra Nietzsche’nin de değindiği şekilde bizi ilkel atalarımıza, onların varoluşundan günümüze kadar ortak zihin hafızasında birikmiş tüm deneyimlerin görsel, işitsel, duyuşsal bütünlüğüyle bu anımıza taşıyabilmemizin nefes borusu, yaşam yoludur.
Çok daha farklı görüşler de var tabi. Ben kişisel yaşantıların yanı sıra toplumun süreç içindeki toplu deneyimlerinin de rüyalarda önemli bir yer ettiğini düşünüyorum. Kişisel yaşantıların bilinçaltına itilebilmesi gibi toplumsal olaylar da toplumsal bilinçaltına itiliyor. Çünkü ortak bilinç, ortak hafıza ve ortak bilinçaltı biriktirir. Toplumun sayısal ve coğrafi sınırları ne kadar genişlerse ortak bilincin kavrayış alanı da eş zamanlı genişler. Çekirdek bir ailenin kendi ailevi ritülleri ve günlük yaşantılarına ek olarak içinde bulundukları mahallenin, semtin, şehrin, ülkenin ve bir bütün olarak dünyanın içinde bulunduğu genel yaşantılardan etkilenirler ve bu etki bilinç düzeylerinde ne tür bir intiba bırakıyorsa buna bağlı olarak bilinçaltında da o şekilde konumlanacak ve bu da tıpkı zincirin ilk halkasındaki günlük yaşantı gibi insan rüyalarında karşılığını bulacaktır.
Bir süredir insanların rüyalarını toplamaya başladım. Her biri usta bir sanatçının fırçasından çıkmış eşsiz, özgün, alacalı renkler, sesler, kokular ve duygular taşıyor. Genel olarak insanların bana gönderdiği rüyaları farklı açılardan kategorize etmeye çalışsam da şu günlerde karşı konulamaz bir şekilde koronavirüsle ilgili rüyalar daha çok ilgimi çekiyor ve bu hazineyi genişletmek daha fazla insandan gelecek rüyaları iştahla okumak istiyorum. Eğer ilgilenirseniz siz de rüyalarınızı benimle paylaşıp onları ölümsüzlüğe, derin boşluk ve anlamsızlığa karşı yaşatmaya, kişisellikten çıkarıp toplumsallığa büründürmüş olursunuz. İlgililer için e-postam :[email protected]
0 notes
Photo
Konya'da Üniversiteli meddah "Osman Aga" sahnelerde https://ift.tt/39q6bGv
Konya'da Üniversiteli meddah "Osman Aga" sahnelerde Konya’da yaşayan Osman Bozdemir, geçmişi çok eski yıllara dayanan "meddahlık" sanatını, modern dramayla harmanlayarak yaptığı gösterilerle yaşatmaya çalışıyor.
December 30, 2019 at 02:31PM
0 notes
Text
Karagöz ve Kahvehaneler – 1.Bölüm
Aziz Murat Arslan – Sahne Sanatlarımızın Köy Meydanından Tiyatroya olan yolculuğu aralarında Metin And’ın öncülüğünü gerçekleştirdiği pek çok araştırmacı yazarımız tarafından incelenmiş ritüelden, seyirlik oyunlardan drama olan yolculuğumuzun bilimsel resmi farklı şekillerde gözler önüne serilmiştir. Bilinen en eski gösterim çeşitlerinden biri meddahlık sanatıdır. Peygamberin yaşam öyküsünün anlatılması ve karakteristik özelliklerinin övülmesi anlamında bir kelime kökeninden meydana gelmektedir. Diğer yandan taklitler içeren, uzunca ve hayal ürünü öyküler anlatan kimselere “Kıssahan” adı verilir. Selçuklu Saraylarında varlıkları bilinen kıssahanların bazıları saray soytarısı işlevi görür, meddahlığın yanı sıra kukla da oynatırlardı. Bu aslında bir nevi ozanlık, aşıklık geleneği ile örtüşen bir etkinlikti. Türklerin İslam öncesi dönemlerinden Anadolu’ya taşındığında oyun biçimleri, “Seyirlik” olarak adlandırılan törensel oyunlar idi. “Şamanizm” izlerini taşıyan bu oyunlar kentlerde ve saray çevresinde varlıklı olan kimselerin desteğiyle gelişen Meddahlık, Orta Oyunu, Gölge Oyunu gibi biçimlerden bağımsız şekilde yüzyıllar boyunca kırsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmuşlardır. Bu şamanik etki, doğa içinde betimlenen tasvirleri ile mask ifadelerinde gördüğümüz abartılı duygu ve mimiksel vurguları yansıtmasıyla gündelik yaşamı resimleyen minyatürlerden farklı bir biçimde “Mehmet Siyahkalem” tasvirlerinde aslında karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı toplumunda tiyatro ve gösterim etkinliklerinin gelişimini izlerken kırsal törensel oyunların bu gelişime aslında bir art alan meydana getirdiğini fark ederiz. Karagöz, Meddah gibi Halk Eğlencelerinin yer yer bu alandan beslenip, zenginleşerek varlığını sürdürdüğü söylenebilir. İstanbul’un fethi sonrası kentin onarımı ve yeni imar düzeniyle başta Kağıthane olmak üzere su kenarı yeşil bölgeler önem kazanır. Sultan II. Beyazıt saltanatından itibaren İstanbul yazlık ve mesire alanları ile ünlenir. Buralarda çadırlar kurularak, müzikli eğlenceler tesis edilir ve zamanla yerleşik yaşamın bir parçası haline gelen kır eğlenceleri bünyesinde aralarında “Karagöz” Hayal gösterilerinin de yer aldığı pek çok gösteri sanatı insanların yaşamının içinde yerini alırdı. Yazın gerçekleştirilen bu eğlencelerin yerini kış mevsiminde yine geleneksel hale gelmiş “Helva Sohbetleri” alırdı. Gösteri Sanatlarının bilumumunun ve Karagöz’ün boy gösterdiği bir diğer alan ise Sultan ailesinin düğün, doğum ve sünnet gibi kutlamaları çerçevesinde gerçekleştirdiği şenlikler idi. Bunlar arasında en önemlileri 1582 tarihli Şehzade III. Mehmet’in sünnet düğünü, 1675 tarihli IV. Mehmet’in oğulları için Edirne’de düzenlediği sünnet şenliği olarak gösterilebilir. [1]
Resim 1 – Kağıthane Sefası Oyunundan – Yaşayan İnsan Hazinesi Hayali Saf deri Metin Özlen
1517 gibi erken bir tarihte Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı ele geçirdiği ve Hilafetin Osmanlı Devletine geçtiği düşünülürse, buralarda mevcut olan sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın bir unsuru olan kahveyi de benzer dönemlerde tanıdıkları öne sürülebilir. [2] En nihayetinde kahvenin İstanbul’a ulaşmasının ardından ortaya çıkan Kahvehaneler bir süre sonra kahve içmenin haram olduğuna dair yayınlanan fetvalar ile yasaklanmaya uğrar. [8] 1591 tarihinde bu yasakların kalkmasıyla Kahvehaneler de, hem İstanbul’un toplumsal yaşamının, hem de Geleneksel Sahne Sanatlarımızın icra edildiği önemli bir merkez haline gelirler. Diyar-ı Arap’tan Karagöz’ün yolculuğu’nun Mısır’ın fethi esnasında Yavuz Sultan Selim tarafından imparatorluk başkentine getirildiği tezinden yola çıkıldığında, aslında Kahvenin ve Karagöz Hayal Oyunu’nun Osmanlı topraklarına yolculuğu amiyane tabirle aynı sefer sayılı uçakla gerçekleşmiştir denilebilir. Bu anlamdaki kader birliktelikleri Kahvehanelerdeki Karagöz Gösterileri ile uzun yıllar süregelmiştir.
Resim 2 – H. Saim Bey’in aslı suluboya olan tablosunda kahvehanede Karagöz seyredenler
Yine Karagöz Repertuvarı dahilindeki“Tahmis” oyunu kapsamında da Karagöz ve Kahve kavramları buluşmuş, kahve çekirdeklerinin öğütüldüğü, kavrulduğu ve satıldığı yer anlamında gelen Tahmis mekanı Karagöz Tasvir sanatı dahilindeki unutulmaz dekor göstermelikler arasında yerini almıştır. Aralarında Münih Etnoğrafya Müzesi, Hamburg Etnoğrafya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi gibi müzelerin de yer aldığı pek çok müzede ve günümüz tasvir sanatının nakışları arasında halen bu “Tahmis” tasvirini görmek mümkündür. Kahve yolculuğunu Arap diyarından yaptığına göre en mahir kahve öğütücüler de Arap vatandaşları arasından olmalıdır ki, “Tahmis” oyununda dibekte kahve döven tahmisçiler arasında yine Karagöz Tasvir dağarcığında yerini almış birbirinden güzel Ak Arap Tahmisçi figürleri yer almaktadır. Bu figürlerde oyunun fasıl kısmında Karagöz ile karşı karşıya gelerek, ritmik bir biçimde kafiyeli söylemler ile kahve çekirdeklerini dibekte dövmek sureti ile Karagöz sanatındaki ölümsüz yerlerini almışlardır.
Resim 3 – Tahmis, orjinali Hamburg Etnoğrafya Müzesi Koleksiyonu, Reprodüksiyon Karagöz Tasvir Sanatçısı Aziz Murat Aslan
Mustafa Kemal Atatürk’’ün konusunu Türk Tarihinden, halk kültüründen alan eser yaratma dinamizmi düşüncesi Cumhuriyet Döneminde görsel sanatlar, müzik ve sahne sanatları gibi pek çok alanda kendini hissettirmiştir. [9] Cemal Reşit Rey’in “Karagöz” senfonik şiiri bu çalışmalar arasında gösterilebilr. Opera alanında da bu çabaların karşılığını görmek mümkündür. 1930 yılında İstanbul’da “Opera Cemiyeti” kurulmuştur. Atatürk, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde artık ciddi ve disiplinli opera çalışmaları gerektiğine inanmaktadır. İran Şahı Pehlevi’ye Türkiye’de gerçekleştirilen inkılapları gösterirken bir Türk Operası’nın da sergilenmesini ister. Librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılan, Ahmed Adnan Saygun’un bestelediği ilk Türk Operası bu anlamda 1934 tarihli “Özsoy” operası olur. Bu gelenek çok yoğun bir şekilde olmasa da Cumhuriyet Tarihimizin sayılı opera bestecisi tarafından günümüze dek sürdürülür. Türk ve halk kültürünü anlatan Nasreddin Hoca, Deli Dumrul, Köroğlu Operası, IV. Murat gibi operaların yanında Karagöz de opera sanatının besteleri içinde kendisine yer bulur. Bestesi Sabahattin Kalender, Librettosu Gülümser Kalender’e ait 1976 tarihli 3 perdelik Komik Opera izleyiciyle buluşamasa da, bestelenmiş opera eserlerimiz arasında tarihteki yerini alır. Libretto’nun konusu aslında Sahte Esirci, Karagöz’ün Kedisi, Tahmis, Meyhane gibi Karagöz oyunlarının bir harmanı niteliğindedir. Üç Eşkiya Karagözden Tahmise her müşteri geldiğinde düdük çalıp haber vermesini ister. Eşkiyalarda haberi aldıklarında gelip aralarında Acem, Ermeni, Yahudi gibi karakterlerin bulunduğu kimselerin hesabını göreceklerdir. Böylelikle Karagöz, Kahve ve Tahmis üçgeni opera sahnesinde de kendisine yer bulmuştur. [10]
Resim 4 – Operada Karagöz, Beste Sabahattin Kalender,
Kaynak: pieceofart.news Hibya Haber Ajansı
Hibya Haber Ajansı
The post Karagöz ve Kahvehaneler – 1.Bölüm appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/2zLpuwy via IFTTT
0 notes
Text
Üniversiteli meddah 'Osman Aga' sahnelerde
Üniversiteli meddah ‘Osman Aga’ sahnelerde
Necmettin Erbakan Üniversitesinde öğretim görevlisi Osman Bozdemir, geçmişi asırlar öncesine dayanan “meddahlık” sanatını, çağıl dramayla harmanlayarak sahnelediği oyunlarla yaşatmaya çalışıyor. googletag.cmd.push(function() { googletag.display(‘div-gpt-ad-1534323402885-0’); });
Konya’da yaşayan Osman Bozdemir, geçmişi oldukça eski yıllara dayanan “meddahlık” sanatını, çağıl…
View On WordPress
#Aga#güncel haber dünya#haber ankara deprem#haber ay#haber canlı youtube#haber denizli#meddah#Osman#sahnelerde#son dakika haberleri erdoğan#Üniversiteli
0 notes
Photo
Kavuk Töreni 1968 #ismaildümbüllü kavuğunu #münirözkul a devrediyor.Ortadaki kişi senarist #sadıkşendil 93 yaşında hayata veda eden Münir Özkul, meddahlık geleneğinin nişanesi sayılan 'kavuk'un üçüncü sahibiydi. İlk olarak Kel Hasan'ın İsmail Dümbüllü'ye verdiği kavuk, 1968'de dönemin en yetenekli ortaoyuncusu Münir Özkul'a devredilmişti. Münir Özkul kavuğu daha sonra Ferhan Şensoy'a, Şensoy da Rasim Öztekin'e emanet etmişti https://www.instagram.com/p/BnuP3EJHZMZ/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=6ocol2qpfxb
0 notes
Text
Leke
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz Vurulmuşum; vurulmuş düşmüşüm güpegündüz! Şakağımdaki kansa o benim gülüşümdür Namert sürünmektense erkekçe ölüşümdür! Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler Bakın; etrafınızı sarıyor kızıl itler Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele Yaşamak hakkın, lâkin istiklâlinle bile! İhtirama zaman yok! Merasime ne hacet? Size düşen daha çok vazifeler var, evet! Evet, böyle sürerse bu eşkiya kanunu Müebbet felâkettir memleketimin sonu! Size selâm gönderdi kırk yiğidiyle Kürşat Sizden haber bekliyor kırk milyon imdat imdat!.. Halâ tevekkülde mi kararlısınız yoksa? Sükût neyi halleder yaram oyuk oyuksa?.. Tevekkül Allah'adır, zulmete dayanılmaz Ya hayat yahut ölüm; bunun ortası olmaz!.. Namus lekesi değil alnımdaki bu leke Asırlardır çıkamazken karşıma tek teke Önümde dalkavukluk, meddahlık edenleri Şimdi iyi tanıyın: ne imiş hünerleri... Mütefekkirler ecel, realistler yalancı Hayret, dünkü yabancı bugün bu handa hancı?!. Dağdan bağa inenler yoluma kül döküyor Benim ayak izlerim "taşralı" gözüküyor! Farkına yeni vardım ben suçluymuşum meğer Otağımda cellatlar: kaçmak; bu neye değer?.. Ne papyon gravatlı, ne rugan papuçluyum Ben halishane Türk'üm: onun için suçluyum! Suçluyum; hainleri gözünden tanırım ben Bir intizar dinlerim bu toprağın kalbinden! O ses der ki "Hey oğul! Yazıklar olsun sana!" "Mezarımı kirleten şu mahlûka baksana?!." Baktım düşmüş gafiller hainlerin peşine Dedim "Bozkurt yurdunda çakalların işi ne?.." Fırlamışım yayımdan: ok hedefini bulur Son kale son akında ancak böyle kurtulur! Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır o Asrın adaletine bir yüzkarasıdır o! Bakarkörler mazlumla zalimi bir tutsunlar Mümkün mü vicdanları böylece avutsunlar? Tarafsızlık namına suret-i hak'tan çıkıp Bir milleti mazisi, istikbaliyle yıkıp Arz-ı endam etsinler mütebessim, mutantan Sonra da sulhseveriz deyiversinler yalan! Yalandır ne deseler beşeriyyet namına Hânumanlar çiğnenir bu şer'iyyet namına Adi cinayetlerle küllenir asıl yara Can çıkar, göz yaşarır; alır yürür bu sara! Sokaktan okullara, okuldan minareye Bir kıvılcım sıçrarken bekçiler uyur; niye? Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan? Beş kıta birbirine dokunur zaman zaman! Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır İşte bu kızıl itler bu sayede yallanır! İnsan denmez bir avuç yal için sürünene İnsan denmez sesimden ürküp dev görünene İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere İnsan denmez yedilen, daha çok yedenlere İnsan denmez gözyaşı döküp ter dökmeyene İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene! Ben şüheda nesliyim, başkaya varmaz dilim Belki mağdurum amma asla meyyus değilim! Gökbayrak Albayrak'a bir gün çizerken ufuk Bu mutlu kurtuluşa yürürken çoluk çocuk Bu nefes bu bedeni bırakıp gitmişse de Ruhum at koşturacak bu büyük hengâmede!.. Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu Gerçek yara bellidir; kökten silinmeli bu! Bir isyân, cinnet gibi, bir günkü kâbus gibi Karşımda tomsonlular: Yunan gibi, Rus gibi! Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri İleri, biraz daha, biraz daha ileri! İhanet oyununda peşrev yapanlar bu kez Bilsinler: bu topraklar hainleri hiç sevmez! Bir gün bu sabredenler nihayet bezecekler Tutup başlarınızı taşlarla ezecekler! Atalarımız bize böyle ferman buyurdu Ey ecdad sevgisiyle coşan kahraman ordu: BU HÂKİMLER VEREMEZ HÜKMÜNÜ BU CELSENİN ÜLKÜDAŞIM: HAZIR OL!.. HÜKÜM SIRASI SENİN!
0 notes
Photo
Billur Köşk Masalları ! Meddah usulünde eskilere alıp götüren 14 metinlik bir Tahir Alangu dizisi...
Kitap bu ya ! İçinde ki meddahlık, olduğundan farklı icabet ediyor. Yazarın masalları sözlü ortamdan değil de yazılı ortamdan geleneğini devam ettiriyor.
Kitaplaşmasından onca yıl sonra tekrar vücut bulan Alangu masalları, halk tarzından uzak bir dille geleneğimizin izlerini taşıyor. Geçmişimizden süregelen birçok özelliğimizi birbirinden değerli öyküleriyle ayakta tutuyor, zihinlerimizde daha özel hale geliyor. Bir de kitabın sıcacık bir samimiyeti olduğunu farkediyor, hangi yaşta olursanız olun sizi her daim sarıpsarmalayacağını yüreğinizde hissediyorsunuz.
Billur Köşk Masalları’na %30 indirimle sahip olmak istiyorsanız https://www.kitapburada.com/billur-kosk-masallari-p450764.html adresimizden sipariş verebilirsiniz.
👉👉Whatsapp sipariş hattı:0542 524 7 524
Sanal dünyadaki kitapçınız! İyi okumalar dileriz!
0 notes
Text
Açtığı sanat kafede meddahlık geleneğini yaşatıyor
Açtığı sanat kafede meddahlık geleneğini yaşatıyor
KIRŞEHİR Kırşehir’de açtığı sanat kafede anlattığı hikayelerle seyircilerini bilgilendirirken eğlendiren Ufuk Cengiz, misafirlerini meddahlık geleneği ile tanıştırıyor. Almira Tiyatro Akademi ve Sanat Kafe’nin hem işletmecisi hem de oyuncusu olan 28 yaşındaki Cengiz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tiyatroya küçük yaşlarda taklit yaparak ilgi duymaya başladığını söyledi. Daha sonra okumaya ve…
View On WordPress
0 notes
Text
Köroğlu Safsatası UNESCO Kültür Mirasları Listesine Girdi!
Köroğlu Safsatası UNESCO Kültür Mirasları Listesine Girdi!
Türk dünyasının ortak değerleri arasında yer alan Köroğlu destanı, UNESCO kültür mirası listesine girdi.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, Türkmenistan’daki Köroğlu destanı geleneğini, ‘Somut olmayan Kültürel Miras’ listesine ekledi.
Somut olmayan kültürel miras listesi, elle tutulamayan ancak bir ülkenin kültüründe önemli rol oynayan gelenekleri korumayı amaçlıyor.
Türkmenistan…
View On WordPress
0 notes