#kurtsorunu
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sırrı Süreyya Önder Anlatıyor: Bütün bölümler
#ahmetdavutoglu#akp#alibabacan#ayseltugluk#cezaevi#chp#cozumsureci#denizbaykal#erdogan#film#hdp#kisadalga#kurtsorunu#maraskatliamı#mehmetmetiner#mhp#odp#roman#selahattindemirtas#sirrisureyyaonder
0 notes
Text
“Çözüm süreci tekrar başlayabilir”
Ezgi Başaran: “Çözüm sürecinin tekrar başlayacağını düşünüyorum. Şu anda çatışma hali sürüyor ama bir anda sona erebilir. Çünkü sürdürülebilir bir politika değil bu. Hükümet bir anda HDP ile medeni bir diyaloga girebilir.”
Barış Bir Varmış Bir Yokmuş’u eylül ayında okuyacaktık. Kitap basıldı ama dağıtılamadı. Nasıl bir süreçti o? Baskılı bir süreçti diyelim! Doğan Kitap’la yaz başında Kürt sorununun çözüm sürecine dair bir kitap hazırlama konusunda mutabık kaldık. 2010-2015 yılları arasında bu konuyla ilgili yazdığım yazıları ve röportajları toparladım, aslında çözüm süreci diye yaşadığımız şeyin dönemeçlerini görebileceğimiz bir harita haline dönüştürdüm. Tüm detayları, fay hatları, iyilikleri ve kötülükleriyle... Kitap, ağustos ayının sonunda editöryal açıdan hazır hale geldi ve eylül ayının başında basıldı. Tam dağıtıma girecekti ki, bizim gazete basıldı!
Hürriyet binasının taşlı sopalı bir grup tarafından saldırıya uğramasından söz ediyorsunuz... Evet. Sadece o da değil. Doğan grubunun patronlarından gazetecilerine daimi bir karalama, tehdit edilme süreci yaşıyorduk. Balyoz ve Ergenekon davaları dönemindeki eleştirel yazılarım nedeniyle darbeci, Ergenekoncu olmuştum. Çözüm süreci ve Kürt sorunuyla ilgili yazdıklarım nedeniyle bu kez ‘terör destekçisi’, ‘medeni ölü’ ilan edildim. Ben ve dediğim gibi birçok başka gazeteci dostum... Cüneyt Özdemir’e, röportaj yaptığı kişi o röportajdan beş ay sonra dağa çıktı diye terör soruşturması açıldı. Oradan hesap edin. Böyle bir atmosferde, hepimizin hedef gösterildiği, gazetenin 48 saat içinde iki kez saldırıya uğradığı, Ahmet Hakan’ın evinin önünde dövüldüğü bir atmosferde kitabı çıkarmanın akıllıca olmayacağına karar verdik Doğan Kitap’la. Aslında yanlış söyledim, akılla filan ilgisi yoktu kararın.
Nasıl yani? Aklımızı koruyabildiğimiz bir dönemden geçmiyoruz, demek istediğim bu. Akılla hareket etsek, şöyle demeliydik: Burası demokratik hukuk devleti ve bu kitap Kürt sorunuyla ilgili detayları içeriyor. Niye çıkarmıyoruz? Bunu diyemedik çünkü karşımızda bir tuhaflık heyulası ve onun yarattığı bir iklim var. Bu iklimde dünya basın tarihine geçecek gazete yöneticileri, köşeciler yetişti ve kimyamızı bozdu. Acaba nereden nereyi cımbızlayıp tüm gazeteyi hedef gösterecekler diye düşünmeye başladık. Böyle bir düşünme sisteminin akılla, mantıkla, sağlıkla sıhhatle alakası olabilir mi. Peki ben iyi niyetli bir cımbız yapayım kitabın başından... “Bugünkü ahval ve şerait içinde, örneğin, ‘Çözse çözse Erdoğan ve Öcalan çözer’ mealindeki yazımın beni de acı bir tebessüme sürüklediğini itiraf etmeliyim” diyorsunuz... Evet, ben Kürt sorununa kafa patlatan birçok gazeteci ve akademisyenden farklı olarak Erdoğan’ın bu sorunu çözebilecek bir lider olduğunu düşündüm. Onun demokratik bir zihin dünyası olduğunu zannettiğimden değil, aynı Blair gibi, tarihe geçmek isteyeceğine, hırsına güvendiğimden... Blair gibi ‘mesih kompleksi’ taşıdığına inandığımdan... Aynı ruh durumunun Öcalan’da da bulunduğunu düşünüyorum. Hâlâ da bu fikrim değişmedi. İkisinin de dünyaya bu pencereden baktığına inanıyorum. O nedenle çözüm sürecinin başında “Bu sorunu çözse çözse Öcalan ve Erdoğan gibi iki güçlü lider çözer” dedim. Abilerimden, ablalarımdan eleştiriler aldım. Benim kılavuzum; ne olursa olsun süreç denilen makinenin bir biçimde çalışır vaziyette kalmasıydı. Evet, aksayabilirdi, yanlış yola sapabilirdi, uzayabilirdi ama bir şekilde makine çalışmalıydı. Yani görüşmeler sürmeliydi. Hesaplayamadığım şey, dünyadaki birçok Ortadoğu uzmanı gibi, Suriye’deki savaşın gidişatı ve orada olanların çözüm sürecini ciddi biçimde değiştireceği idi. Taşlar yerinden oynadı. PYD’nin güçlenmesi, Rojava’nın ve Kobani’nin kantonlaşması, PKK’nin IŞİD’le savaşması PKK’yi dünya nezdinde farklı bir noktaya taşıdı. Bu arada Erdoğan’ın hırsı, tarihe geçmekten bir tür ‘iktidarı elinde tutma’ aracına dönüştü. Çözüm sürecinin ‘içeride ve dışarıda’ işine yaramadığını düşündü. PKK de Suriye’de kazandığı meşruiyeti, 7 Haziran’da HDP’nin oy oranına kattı ve bir güç sarhoşluğuna savruldu. Öcalan oyun dışı kaldı. Sonuçta benim en önem verdiğim olgu olan makinenin çalışır durumda kalması mümkün olmadı. Erdoğan’ın hırsını ‘çözmek’ için kullanacağı varsayımımda yanıldım. O yazıma acı acı bakmam bu nedenledir. Çözüm sürecinde yapılan en büyük hata neydi? Bana göre eğer süreci hapisteki bir liderle yürütme kararı verildiyse yapılması gereken mutlaka bir üçüncü kişinin devreye sokulması idi. Yani denetleyici bir organ oluşturulmalıydı. Bu da hem IRA, hem ETA hem de Güney Afrika’da son derece önemli görevler üstlenen uluslararası tarafsız bir sivil yapıdır. Verilen sözler tutulmadığında, örneğin hükümet gerekli yasaları çıkarmadığında, parlamentoda ilgili komisyonları kurmadığında, yahut PKK güçlerini Türkiye’den çekmediğinde tarafsız bir yapının müdahale etmesi hayat kurtarıcı olurdu. Basının da ciddi baskı altında olduğu ve 4. kuvvet görevini ifa edemediğini düşünürsek böyle bir denetleyici kurumun varlığı şarttı. Yokluğunun bedelini işte sürecin sona ermesi ve iki tarafın da birbirini suçlaması çıkmazıyla ödedik. AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının, çözme biçiminin ona has olmadığını söylüyorsunuz. Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in yahut ordu komutanlarının sorunu hep aynı tarzda çözmeye çalıştıklarının, bunun bir devlet geleneği olduğunun da altını çiziyorsunuz. Kürt siyasi hareketi her seferinde nereye takılıyor ya da oradaki gelenek ne? Türkiye devletinin en büyük hatası Kürt sorunuyla ilgili masaya oturduğunda daha doğrusu iletişime geçtiğinde konuya silahsızlanma ile başlaması. Elbette amaç insanların ölmemesi. Ama silahsızlanma bir barış müzakeresinin amacı değil, doğru kurgulandığında sonucu olacaktır. Halbuki Türkiye devleti masaya PKK’nin silahsızlanması nasıl sağlanır diye oturuyor. “Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur, bunu nasıl çözeceğiz” diye kurgulamıyor görüşmeleri. Kürt siyasi hareketi de bu kurguyla kavga ederek hataya düşüyor. Masayı demokrasi zeminine itelemek yerine silahı konuşmaya devam ediyor. Dikkat edin, Kürt siyasi hareketi de son dönemde Kürtlerin haklarından söz etmemeye başlamış, hükümetin retoriğine izole olmuştu. Ateşkesi sonlandırmak da bu izolasyonun maliyetli bir sonucu oldu. Karşı tarafta yanlış olarak gördüğü her şeyi yapar hale geldi. Ve her sefer olduğu gibi özerklik konusunu iyi anlatamadı. Bu Kürt siyasi hareketinin kendi içinde de çözemediği, farklı görüşlerin çarpıştığı bir konudur. Özerklik meselesinden kastın ne olduğu, bunun hangi aşamada konuşulabileceği noktalarında Kürt siyasi hareketinin etraflıca bir stratejisi olduğunu düşünmüyorum. Bu bir dert. Demirtaş’ın da varlığını kabul ettiği bir dert. Yaşadığımız son ayları düşünürsek... Herkesin dilinde “hiç bu kadar kötü olmamıştı” cümlesi. Kitapta kronolojik olarak sıralanan dokuz bölüm var, bitirince bir kez daha görüyoruz ki aslında yıllardır değişen bir şey yok. Kitabın da tarif ettiği gibi “Kürt sorunu demek fasit bir daire demek.” Peki, biz niye hiç bu kadar kötü olmadığını düşünüyoruz? Çünkü canımız yanıyor. Şehirlerimiz güvenli değil. İnsanlar yer değiştiriyor. İnsanlar ölüyor. Ama bu tür krizleri -kitapta da belirttiğim gibi- daha önce de yaşadık. Bu bir umut kaynağı. Her zaman müzakere sürecinin yeniden başlayacağına dair bir umut var demektir. Öte yandan, aynı yanlışların sürekli devam etmesi de bir bıkkınlık yaratıyor. Bu kez ne değişecek de barış gelecek sorusunu kafalara çakıyor. Güven bu tür süreçlerde anahtar unsurlardan biri. Kitapta apaçık görülecek bu fasit daire en çok taraflar nezdinde güveni zedeliyor. Bugünü diğerlerinden ayıran moral bozucu bir durum daha var elbette. O da kendi kendilerine örgütlenen ve şehirlerde silahlarıyla dolaşan gençler... PKK’de silah kullanma ‘yetkisi’ bugüne dek sadece Kandil’deki merkezdeydi. Artık PKK yöneticilerinin çok da kontrolünde olmayan bir silahlı gençlik fenomeni var. Yeni bir sürecin başlaması ne kadar uzarsa, bu gençlerin kopuşu hızlanacak. Bu kopuş hem Batı’dan, hem de Kandil’den olacak. Beni asıl endişelendiren budur. Ki bu endişenin Kandil tarafından da dillendirildiğini gördük. Çözüm süreci şu an buzdolabında! Geleceğine dair ne düşünüyorsunuz? Tekrar başlarsa muhatapları kimler olacak ya da olmalı? Ben tekrar başlayacağını düşünüyorum. Şu anda çatışma hali sürüyor ama bir anda sona erebilir. Çünkü sürdürülebilir bir politika değil bu. Hükümet bir anda HDP ile medeni bir diyaloga girebilir. Başbakan Davutoğlu’nun inisiyatifine kalsa bunun gecikmeden olabileceği görüşündeyim. Ama tabii yönetim ne kadar onun elinde bunu henüz bilemiyoruz. Şimdilik PKK’yi en güçsüz haline getirip masaya çekme gibi bir akılla hareket ediliyor. Bunun Kürt bölgesinde yarattığı travma ve güven bunalımı hesaba katılmıyor. Hükümetin ilk etapta HDP’siz bir opsiyonu da değerlendireceği, kendine göre ‘makbul bulduğu’ Kürtleri devreye sokabileceğini sanıyorum. Umarım bu, bazı çevrelerin dillendirdiği gibi HüdaPar çizgisiyle olmaz. Çünkü yürümesi mümkün değil. Yapılması gereken bu kez mutlaka uluslararası bir sivil yapının devreye sokulması, Öcalan ve Kandil ile aynı anda görüşülmesi ve HDP’nin bir biçimde sürece dahil edilmesi. Çünkü HDP hâlâ Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı şehirlerde birinci parti. İlk etapta görüşmeleri yürütme işi HDP’ye verilmese de sürecin bir aktörü olarak dahil olması Kürtleri ikna etmek açısından son derece önemlidir.
BARIŞ BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ Kürt Sorununun Çözüm Süreci 2010-2015 Ezgi Başaran Doğan Kitap, 2015 352 sayfa.
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/cozum-sureci-tekrar-baslayabilir-43032
0 notes
Text
Sırrı Süreyya Önder Anlatıyor-3: HDP, Demirtaş'a sahip çıkıyor mu, yeni film projeleri ve “ülkeye şeriat gelir mi?"
0 notes