Tumgik
#korkunç şehir
kalansonkauaikusu · 2 months
Text
Abi kendi isteğinizle nasıl İstanbulu sevip okumaya falan gidiyorsunuz korkunç bir şehir gibi geliyor bana
25 notes · View notes
amezhu · 1 month
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
220. BÖLÜM - Beyaz İmparator yaşam ve ölüm bilmecelerini gizlice kuruyor -
Xie Lian yumruklarını sıktı, nefesi düzensizleşiyordu.
Bir cümle. İnanılmaz gibi geliyor, hatta gülünesi, ama hiç gülmedi.
Guoshi, “Bu canavarların yanında daha fazlası var. Ekselansları, şehir duvarından düşerken senin kurtarıp Kutsal Kraliyet Köşküne getirerek beni şaşkına çevirdiğin o çocuğu hatırlıyor musun?”
“…”
Xie Lian anında geri çekildi ve hızla Hua Cheng’e bir bakış attı, “hatırlıyorum. Ne olmuş o çocuğa? Dedin ki o…”
“Yalnızlığın Yıldızı!” Guoshi haykırdı.
Karanlık bir şekilde konuştu, “O zamanlar, sadece o küçük çocuğun kötülüğün özüyle çok yoğun bir şekilde kaplandığını, inanılmaz derecede anormal olduğunu hissettim. Ancak ocaktaki diğer üç kişiyle yüzleştikten sonra, ocağın sadece canavar üretmekle kalmayıp aynı zamanda lanetleyebildiğini de öğrendim. Tıpkı servetinizi dağıtabildiğiniz gibi, ocak da biriktirdiği talihsizlikleri dağıtabilir ve serbest bırakıldıktan sonra her yere saldırırlar."
"O küçük çocuğun doğumu zaten son derece tehlikeliydi; eğer kaderi şanslıysa şansların en iyisi olurdu; eğer kötüyse talihsizliklerin en kötüsü olurdu. Doğduğu gün, muhtemelen dağıtılan tüm talihsizlikleri özümsedi ve bu yüzden bu kadar korkunç oldu. Ortaya çıktığı anda tüm TaiCang Dağı neredeyse onun tarafından yerle bir ediliyordu!"
Xie Lian dinledikçe daha da telaşlandı ve yavaşça başını çevirerek Hua Cheng'e baktı. Belli ki kendi meselelerini konuşuyorlardı ama Hua Cheng'in ifadesi değişmedi, onun yerine Xie Lian'a gülümsedi.‌ ‌
Guoshi sözlerine şöyle devam etti: "Normal şartlar altında, bu çocuğun ebeveynlerinin erken ölmesi gerekir, eğer ölmezlerse, o zaman bu çocuktan tiksinirler veya onu terk ederler. Sonsuz istismara maruz kalır, bu yüzden aslında ebeveynlerinin ölmesi daha iyi olur. Ayrıca, on sekiz yaşından sonra yaşayamaz ve etrafındakilerin ölmesine, ayrılmasına, talihsizliklere maruz kalmasına neden olur, sanki Felaketin kendisi yeniden doğmuş gibi. Bu yüzden o zaman size ondan çabucak kurtulmanızı, yaklaşmamanızı söyledim..."
Xie Lian daha fazla dinleyemedi, "Usta! ...Lütfen daha fazla konuşmayalım."
Guoshi kafasını salladı,‌ “Duracağım. Sana sadece ocağın ne kadar korkunç olduğu ile ilgili örnek veriyordum.”
Xie Lian ne diyeceğini bilmiyordu ama Hua Cheng kıkırdadı, “Göründüğü kadar korkunç değil, ama Guoshi, okumalarında gerçekten oldukça doğru.”
“…”
Xie Lian muhtemelen Hua Cheng’in on sekiz yaşından sonra gerçekten yaşamadığını düşününce elleri hafiften titredi. Tam o sırada bir el ona uzanarak ellerini Xie Lian’ın ellerinin üşümüş sırtına nazikçe koydu.
İkisinin eli de eşit derecede soğuktu, ama birbirlerine değdikleri anda ısınmışlardı.
“Seni sınamak için her zaman sana bilmeceler hazırlıyordu.” Dedi Guoshi, “XianLe’nin insan yüzü hastalığı ilk soruydu. Cevabına göre, insan yüzü hastalığını YongAn’a karşı saldığın sürece geçecektin. Seni sürgün etmekle kalmaz, hatta örtbas etmene yardımcı olur ve seni gerçekten güvenilir varisi haline getirir, cennetin zirvesine ulaşmak için bir adım atarken ona karşı iki adım atardı. Ama sen yanlış cevap verdin."
"Sürgün edildiğin dönemde, sizin için başka bir bilmece hazırlamış olmalıydı ancak yine ona tatmin edici bir cevap vermedin, bu yüzden yükseldiğin anda hemen geri gönderildin.”
Solgun, gülümseyen maske Xie Lian’ın alında canlandı, bir süre durduktan sonra sessizce konuştu, “O sürgün benim kendi isteğimdi.”
Hua Cheng cevap verdi, “Gege, güven bana. Sen istemeseydin bile seni geri göndermek için binlerce yol bulurdu.”
“Ama yüzü olmayan beyazı da o yenmişti.” Dedi Xie Lian.
“Ama ölmedi.” Dedi Hua Cheng.
“O halde neden bu kadar belaya katlandı?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki yüzü olmayan beyaz seni öldürebilirdi.” Dedi Guoshi, “Ama, istediği seni öldürmek değildi. Aslında, zaten söyledim, o senden hoşlanıyor ve ölmeni hiç de istemez. Seni sadece her zaman olmak istediği şeye çevirmek istiyor.”
Hua Cheng da ekledi, “Seni öldürmek onu amacına ulaşmayacaktır. Eğer o halde ölseydin, asla değişmeyecektin ve o da bunu daha az kabul edemezdi. Ama yüzü olmayan beyazın seni bu kadar kolay bırakması için hiçbir sebep yoktu ve bunu çözmenin Cennet Savaş İmparatoru'nun kötülüğü ortadan kaldırmak ve seni tehlikenin eşiğinden kurtarmak için ölümlüler diyarına inmesinden daha iyi bir yolu var mıydı? Bununla birlikte, ona daha da güvenir ve minnettar olurdun. Ama iki kez başarısız oldu, çok sinirlenmiş olmalı."
"İkinci kez sürgün edildiğinde ve ölümlüler diyarına sürüklendiğinde, sizi yavaşça 'eğitmek' için sayısız fırsatı oldu, fikrini değiştirene kadar yavaşça bekledi." Dedi Guoshi "Gözlemlerime dayanarak, ilk başta zaten sakinleşmişti, ancak bu sakinlik son zamanlarda bozuldu" dedi.‌ ‌ ‌
“Bunun nedeni üçüncü yükselişindi.”
“Eğer çürümüş çamurdan bir su birikintisi olsaydın, o zaman ne olursa olsun. Ama sen, senin için planladığı her şeyi tamamen görmezden gelip bu hale geldikten sonra bile, sahiden üçüncü kez yükselebilmiştin ve hala öncekiyle aynı, tamamen değişmemiş şekildeydin… seni gördüğünde ne düşündüğünü bilmiyorum ama seni sınamak için kesinlikle daha fazla bilmeceler hazırlayacağını hissettim.
"Sonradan yaptığı her şeyi görünce bu apaçık ortada.” Dedi Hua Cheng, “Gege, geçmişi iyi düşün, Üçüncü kez yükseldikten sonra ne oldu?”
Xie‌ ‌Lian‌hemen harekete geçti, biraz düşündükten sonra konuştu, “İlk olay Yu Jun dağıydı. Kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamak. Başlangıçta hayalet damadı bulamadım ve yolun yarısında bir çocuk şarkısıyla bana rehberlik eden cenin ruhuydu. Sanıyorum ki onun emri altındaydı. Ama onun o olayda bana yardım ettiğini düşünmüştüm.”
“Görevi tamamlamana yardım ediyor, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Doğrudan sonuç kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamaktı ama dolaylı sonuç neydi?”
Xie Lian risk aldı, “…Arı kovanına çomak sokmak, General Pei’nin eski sevgili, ona biraz bela açmak?”
“Bu küçük bir bilmece olarak düşünülebilir, bence.” Dedi Guoshi, “Eğer General Pei’yi gücendireceğini biliyorsan neden hayalet damadını halletmek için başka yol bulmayasın ki? Mesela General Pei’yi gizlice haberdar edip meseleyi bastırtmak, Juan Ji’nin küçük bir alanda kendi başına bir şeyler yapmasına izin verip ve kontrolden çıkmasını engellemek falan.”
Xie‌ Lian terledi, “Pekala… Dürüst olmak gerekirse, bunun General Pei ile bir ilgisi olduğunu öğrenmem uzun zaman sonra oldu. O sırada kadın hayalet rehineler alıyordu ve o kadar çok insan vardı ki, yaydaki okun atılması gerekiyordu. Herhangi bir şeyin birilerini rahatsız edip etmeyeceğini düşünecek zaman yoktu."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege, o sırada zaten bir karar vermiştin o zaman."
Analiz etmeye devam etti, "İkinci olay, boş kabuklu bir kukla PuQi Tapınağına geldi ve sizi Banyue Geçidine çekti. O kuklayı ilk kimin gönderdiğini atlayalım. Bu olayın sonucu ne oldu?"‌
“General Küçük Pei sürgün edildi ve General Pei’nin adamlarından biri gitmiş oldu.” Xie Lian cevap verdi.
“Gege, bu iki olaydan sonra, General Pei’nin gücünü zayıflatarak ona büyük bir yardım etmiş oldun ve aynı anda Pei Ming'i tamamen gücendirdin.” Dedi Hua Cheng, “Ve kendini hiç de göstermedi, bütün kinler sana geldi ve sen yine de ona minnettar olmak zorundaydın.”
“…”
Hua Cheng ekledi, “Eğer yanılmıyorsan, bu sekiz yüz yıl boyunca seni izlemeyi ihmal etmedi. Gege, muhtemelen senin bir ara YongAn’ın Guoshisi olduğunu ve Lang Qian Qiu’yı eğittiğini biliyordu ama yine de Lang Qian Qiu’yı seninle göreve gönderdi. Benim bakış açıma göre bu tamamen kötü niyetle yapıldı.”
Guoshi şaşırdı, “Bir saniye bekle? Ekselansları, sen YongAn’a gidip Guoshi mi oldun? Daha önce Lang Qian Qiu’yı eğittin mi?”
“Evet…” Xie Lian cevapladı.
“Sen Guoshi Fang Xin miydin???” Guoshi sorguladı.
“En… bir önemi mi var?” Xie Lian sordu ve kısa bir açıklama yaptı. Guoshi cevapladı, “Eğer bunu biliyorduysa, sana karşı çok öfkeli olmalı.”
 Hua Cheng devam etti, “Boş lafların efendisi davasında, Gege başta sen buna dahil olmak istemedin ama sonunda yine de içine çekilmiştin, şükürler olsun ki çok derinine inmedin. Kuzey denizindeki yüzlerce balıkçının cennet musibetine doğru sürüklenmesi Kara Su ya da Shi Wu Du’nun işi değildi, ama bu ikisinin dışında bunu yapabilecek kim var?”
Xie Lian ancak her olay açıkça ortaya çıktıktan sonra şunu fark etti, geri döndükten sonraki her attığı adım belki de Jun Wu tarafından belirlenmiş ve yakından izlenmişti.
Hua Cheng kollarını bağladı, “Bunu yapmasının nedeninin bir yandan sapkın zihniyetinden dolayı sana bilmeceler sorarak hangi yolu seçeceğini test etmek ve senin için açtığı yoldan gideceğini ummak; diğer yandan da muhtemelen seni o cennet mensuplarının güçlerini kesmek için bir kılıç olarak kullanmak olduğunu düşünüyorum."
"Önceki cennet hanedanın cennet mensupları onun zihninde son derece karanlık bir psikolojik gölge bırakmış olmalı. Son derece tetikte, her şey üzerinde mutlak kontrole ihtiyaç duyuyor, kimsenin gücünü ve statüsünü tehdit etmesine izin vermiyor ve hiçbir cennet mensubunun ona yetişmesine izin vermiyor. Ve sanırım..."
Xie Lian da aynı kısımlar üzerinde düşünüyordu, "Ne?"
Hua Cheng devam etti, “Shi Wu Du, Shi Qing Xuan’ın kaderini değiştirdi, Kara Su da soruşturmak için gizlice cennete sızmıştı, o cidden bunu bilmiyor muydu?”
Xie Lian da bunu düşündü.
En yüksek sandalyede oturan Jun Wu gerçekten hiçbir şey bilmiyor olabilir miydi? Pek mümkün değil.
Ling Wen’in elinden geçen tüm raporlar ve tomarlar doğrudan doğruya kendisi tarafından inceleniyor olmalı, yani eğer herhangi bir sahtecilik olsaydı, gerçekten bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmez miydi?
Belki de baştan beri fark etmişti ama Su Ustasının o anki durumu onu tehdit etmediğinden açığa çıkartmamıştı. Eğer ifşa etseydi ve Su Ustası sürülseydi o zaman yeni bir Su Ustası yükselirdi. Yeni Su Ustasının ele geçirilecek kadar büyük bir davranışı ya da ihlali olmayabilirdi.
Su Ustası böylesine iğrenç bir suç işlemiş, neredeyse dünyayı kandırmış ama yıllarca huzur içinde yaşamış, ancak cennet sarayına hükmetmeye başladığında açığa çıkmış ve He Xuan tarafından kafası koparılmıştı.
Jun Wu, Su Ustası'ndan kurtulmak istiyorsa, kendi ellerini kullanmasına hiç gerek yoktu. Sadece Su Ustası'nın giderek daha çirkin, kibirli ve korkusuz hale gelmesini sessizce izlemesi gerekiyordu ve Shi Wu Du hoşgörü çizgisini aştığında, kaderi değiştirme meselesi He Xuan'a sızdırıldı.
Elbette He Xuan gidip kendisinin ve ölen ailesinin intikamını alacaktı.
Hua Cheng, “Ona gelince, milyonlarca hayaleti bir yüce doğsun diye ocakta topluyor, bu da muhtemelen…”
Xie Lian, yanına geldi ve şöyle dedi, “Dengeyi sağlamak için.”
“Evet.” Dedi Hua Cheng, “Bir yandan, kötücül Yücenin ölümlüler diyarında ortalığı kasıp kavurmasından zevk alıyordu diğer yandan da bu canavarlar ölümlüler diyarını kasıp kavurdukça dua eden insanlar olacaktı.”
İnançlı yapanlar olduğu sürece tanrıların ruhsal gücü her zamankinden daha da güçlü olacaktı.
Guoshi iç çekti, “Ocak her kapılarını açtığında biz dördümüz bunu durdurmak için giderdik ama her seferinde başarılı olduk. Bu kez işler daha da… daha da kontrolden çıktı.”
"WuYong'un o kederli ruhları, küçük bir kısmını öldürdü, çoğunluğunu Mesafe Kısaltma rünü ile uzaklaştırdı, sonra kendisi bazı şeyleri incelemek ve yok etmek için geride kalırken diğer herkesi gönderdi. Seni bulmaya gideceğimi düşündü, bu yüzden TongLu Dağı'nın icabına baktıktan sonra oraya koştu ve eminim ki önce beni yakaladı."
"İşlerin artık böyle devam edemeyeceğini düşündüm. WuYong Krallığı yeniden ortaya çıkmıştı ve onun yüksek ihtiyatıyla, büyük olasılıkla cennet alemindeki hanedanı yeniden değiştirmenin zamanı gelmişti. Hepiniz hiçbir şeyden şüphelenmemeye devam ederseniz, er ya da geç hepiniz temel olarak Cennet Başkenti'nin altına gömüleceksiniz. Feng Xin'in HongJing'i getirmesi tesadüf oldu, bu yüzden elimden gelenin en iyisini yaptım. Başlangıçta, ruhani güçleri gittikçe güçlenmişti ve HongJing artık yüzündeki şeyleri yansıtamıyordu. Ancak o üç dağ ruhuyla daha yeni savaştığı için, insan yüzleri tekrar aktif hale geldi."
"Hemen hemen her şeyi anlattım. Sormak istediğiniz başka bir şey var mı, Majesteleri?"‌
Xie‌ ‌Lian‌ ‌Hua‌ ‌Cheng‌ konuştuğunda hâlâ dalgındı, “Benim var. Guoshi, hala WuYong dilini hatırlıyor musun?”
“WuYong krallığı uzun zaman önce unutuldu ve artık kimse dili veya bir kelimesini kullanmıyor, bu yüzden ben ve üç arkadaşım uzun zamandır yeni bir şeyler öğrenmiştik, aksi halde ekselanslarının ne yapmayı planladığı ölçemezdik ve o canavarlar ve yaratıklarla uğraşmak oldukça acılı olurdu. Dil hala hatırlansa da çok nadir kullanılıyor olabilir.” dürüstçe söyledi, “Ben de onu kullanmayı gerçekten istemiyorum.”
Xie Lian hatırladı, o sırada Guoshi dağ ruhuna "Ekselansları kurtarılamaz", "Neredeyse uyandı" dediğinde, aslında ondan bahsetmiyordu ve Lang Ying'i ele geçiren ve iyileşmek için güçlerini emmeye çalışırken öldüren yüzü olmayan beyazdan bahsediyordu.
İnsan kelimeleri kusan Ceset Yiyen Fareler için, anılarını ona bulaştıran olası adayların sayısında gerçekten bir isabet vardı, aslında iki isabet vardı: Jun Wu ve yüzü olmayan beyaz.
Ve on bin tanrı mağarasının içinde Feng Xin ve Mu Qing’in taklit kuklalarını yapmak yüzü olmayan beyaz için hiç de zor değildi, çünkü Jun Wu onları çok iyi tanıyordu.
“O… her zaman benim WuYong veliaht prensinin kendisi ya da onun ruhunun bir parçası olduğumu düşünmeye yöneltti.” Dedi Xie Lian.
“Tabii yapar.” dedi Guoshi, “WuYong’un varlığı daha fazla saklanamayacağından XianLe’nin veliaht prensi ile WuYong’un veliaht prensini kim görse çok benzediklerini düşünürdü, yani bu, her şeyi sana yönlendirmek için mükemmel bir çözümdü. Bunun yanı sıra, sen kendinden, hakiki kalbinden, hareketlerin ve düşüncelerinden şüphe ettikçe seni istediği yöne yönlendirmek onun için kolay olurdu.”
“Eğer ‘ben WuYong’un veliaht prensiyim’ diye düşünürsen onun kaderini tekrarlama ihtimalin daha fazla olur. Tedbirli bir şekilde senin de onun seçtiği yolları seçmeni umarak seni yönlendiriyordu, yani ikinizin yolları bir şekilde benzer olmaya mahkum değildi.”
“İkinizin de bu kadar benzer olmanıza ama farklı yollarda yürümenize tahammül edemiyordu."
Uzun bir süre sonra Hua Cheng konuştu, “Zaten söylemiştim, birbirlerine hiç de benzemiyorlar.”
Guoshi ona döndü, “Sen, genç adam, senin sorunun ne?”
Xie Lian şaşırmıştı ve düşündü, ‘Ne sorunu?’
Guoshi kendini daha fazla tutamadı ve kollarını sıvayarak Hua Cheng'e kasvetli ve ağır bir ses tonuyla konuştu: "Sabahtan beri bunu söylemek istiyordum. Sen genç adam, neden gülümsemen hiç de samimi değil? Sırf Yüce Hayalet Kral olduğun için bana karşı kaba davranabileceğini düşünme. Elbette Yüce Hayalet Krallar nadirdir ama benim kaç yaşında olduğumu biliyor musun? Elbette benim gibi bu yaşta bir ihtiyar daha nadirdir."‌
“…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı.
Xie Lian alnını ovuşturdu, “Ah, usta, San Lang'ın kaba olduğu söylenemez, o sadece…” O, başkalarına sahte bir şekilde gülümsemeye fazlasıyla alışmıştı.
Guoshi Hua Cheng’e el işaretleri yaparak gelmemesini söyledi ve Xie Lian’ı kenara çekerek ciddi bir şekilde konuştu, “Ekselansları, gördüm.”
“Ha?” Xie Lian sordu, “Neyi gördün?”
“O devasa ilahi heykelin tepesinde.” Dedi Guoshi.
Devasa ilahi heykel? Tepesinde ne oldu ki? Xie Lian bir süre düşündü ve aniden aklı buğulandı.
Ruhsal güç ödünç almıştı!
Xie Lian durmadan öksürüyordu, “Hayır… sadece ruhsal güç ödünç alıyordum… hayır, aslında sadece ruhsal güç ödünç almak değildi, sadece şey olur diye…”
Guoshi'nin sesi daha da kasvetli hale geldi, “Ekselansları, neler oluyor? Uzun zamandır xiulian uyguladığınız ve kadınlardan uzak durduğunuz için... yollarınızı değiştirmiş olabilir misiniz?"
"..." Xie Lian elini çılgınca salladı, "BÖYLE BİR ŞEY DEĞİL!"
 Guoshi şüpheliydi, "O zaman... doğuştan gelen bir özellik olabilir mi? Şey... hiç fark etmedim. Hm... tamam, bu tarafınız kesinlikle ona benzemiyor... "
Xie Lian, “???BEKLE!? ÖYLE DE DEĞİL!”
Guoshi bir nefes aldı ve içini çekti, "Korkmayın Ekselansları, size herhangi bir konuda ders verecek değildim. Uzman olmadığım bir konuda size rehberlik edecek değilim. Ayrıca, zaten bu kadar şeyi atlattınız, endişelenecek ne kaldı? Kendiniz mutlu olduğunuz sürece erkek ya da kadın fark etmez."
Xie Lian alnını o kadar ovuşturdu ki kızarmıştı, kısık sesle şöyle dedi, “En… çok mutluyum.”
Bununla birlikte, Guoshi asık suratlılığa kafa karışıklığını da ekledi, “… Sekiz yüz yıl aradıktan sonra, Yüce bir Hayalet Kral'ı nasıl buldun?”
Xie Lian şaşırdı, Guoshi, “Sana kötü bir zevkin olduğunu söylemiyorum, kötü değil, eminim büyük kızlar ve küçük hanımlar senin tipini beğenmektedir. Ama sana diyeyim Yüce Hayalet Kral çok saldırgandır. Ekselansları, her şeyi baştan sona düşünmelisin, tamam mı? İnsanlar sana tutunmayı sevdiklerinde, onları terk etmeyi unutabilirsin.”
“Ah, usta, bekle…”
“Bu konuda kesinlikle haklıyım. Sana söylüyorum, Bu Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un görünüşüne bakılırsa, talihinin bükülmüş, çarpıtılmış bir şekilde şiddetli olduğunu söyleyebilirim, her dağ bir diğerinden daha yüksek, kötülüğün özü boğucu bir şekilde bunaltıcı, pratik olarak ... "
Hua Cheng hemen arkalarındaydı ve tembelce, "Yalnızlık Yıldızı gibi, değil mi?" dedi.
Xie Lian zaten umutsuzca Guoshi'nin konuşmasını engellemeye çalışıyordu ama yine de başaramadı, bu yüzden yüzünü kapattı ve sessizce Hua Cheng'in arkasına geçti. Hua Cheng gülümsedi ve kolunu Xie Lian’ın etrafında dolayarak kaşlarını kaldırdı, "Gülümsemem kesinlikle oldukça samimiyetsiz, ama adamın yüzüne karşı kendisinin Yalnızlık Yıldızı olduğunu, Felaketin yeniden doğduğunu, talihsizliklerin en kötüsü, anne ve babasının öldüğünü ve on sekiz yaşından sonra yaşayamayacağını söylemek - bu pek hoş değil, değil mi?"
“?”
Guoshi’nin gözleri yavaşça açıldı, “… Sen, o?”‌
9 notes · View notes
guzyazi · 9 months
Text
influenza salgını?
Bundan bir ay önce falan, Göztepe'deki şehir hastanesinde çocuk cerrahı olan akrabamızın yanına gittik. Yanındaki 4 asistanla yavrumu epey incelediler. Akrabamız, her şeyin yolunda olduğunu ama korkunç bir salgının başladığını, eve kimseyi kabul etmemem gerektiğini söyledi. birkaç gün sonra dağhan vücudunu kırgın hissetti. Hiçbir yer korona testi yapmıyor olsa da onların şirketindeki doktorlar hâlâ yapıyor. Bebeğimiz var diye öğle yemeğinden sonra doktora uğramış. Doktor test yapmış ve korona pozitif çıkmış. Çarşamba günüydü, eve geldi. bir odaya yerleşip kendini izole etti. Bebem 42 günlük falandı, evde annem, abim falan da vardı, abim risk grubundaydı. Akşam bebemi annemden kucağıma aldığımda ateş hissettim. Ölçtüm 38,5. Ben koronadan korkmam ateşten korktuğum kadar. Hemen hastanemize gittik. Pendik Medicalpark. Yazıyorum ki korona için gitmeyin.
Abim çocuk acil hasta kabule "Bebek korona olabilir" diye gittiğinde panikledi oradakiler. "Biz korona bakmıyoruz" dediler. Ya ben her şeyimi bu hastanede yaşadım 1 yıldır. Nasıl böyle yüzüstü? falan diye hayal kırıklığı içindeyim. "Karşımızda Yüzyıl Hastanesi var oraya bir bakın isterseniz" dediler. Oraya gittik. Allah kimseyi oraya düşürmesin bakın. Hijyen sıfır, çalışanlar müthiş kaba, hastane basık, çok kalabalık, sıra gelmiyor, pahalı... Neyse epey bekledikten sonra muayeneye girdik, yine biz korona bakmıyoruz cevabını aldık. En azından şehir hastanelerinin bakabildiği cevabını verebildi bize hekim bey. Kalktııık, Lütfü Kırdar'a...
Çocuk acil tertemiz. Nispeten tenha. İzolasyon odaları nefis. Yenidoğan önceliği var. İşler hızlı ilerliyor. Aklınızda olsun ben sevdim. Neyse testler, tetkikler, sabahlamak, buhar tedavisi derken bebemin korona testi öğlen pozitif çıktı. Eve geldik, ilk iş annemleri evlerine (500 km uzakta) gönderdim. Annem, abim, ben hasta olmaktan kurtulamadık tabii. İnanılmaz hızlı yayılan ve kimseyi atlamayan bir salgındı bu. Biz korona olduğumuzu eşimin şirketi sayesinde biliyorduk. Yoksa artık hiçbir yer test yapmıyor. Bebemin doktoruna hastalığı atlattığında muayeneye gittiğimizde "Korona olduğunu nereden biliyorsunuz ki?" dedi ve eşime, bebeme test yapılmasına çok şaşırdı.
Kısacası şu an influenza salgını diye dolaşan şey muhtemelen korona. Bunu bize pozitifi açıklayan doktor söyledi. Bizimkine de test, baba pozitif çıktığı için yapılmış. Direkt hasta gelene korona testi yok yani. O nedenle influenza denip geçiliyormuş. Bilemem.
Tek bildiğim, bu hastalığın ciğerde başta olmak üzere bedende uzun vadede ne bedeller çıkaracağını bilmiyoruz. O nedenle çok dikkatli olun. Evinizi havalandırın, hava temizleyici alın, temiz beslenin, bitki çayı için, çok su için, buharlı banyolar yapın, kapalı ortamlarda sosyalleşmeyin, sigara dumanından uzak durun, yolda yürürken sigara içip dumanını size yollayanların koronadan bağımsız ağzına çarpın. Hepimize çok geçmiş olsuuun.
12 notes · View notes
aynodndr · 1 month
Text
Ömür dediğimiz sadece belirli bir zaman parçası değil ki! İçinde her şey var; sevinç, keder, aşk, nefret, saadet… Kahramanlık, korkaklık, açlık, tokluk ve ölüm… Ve elbette taşıyacağı kadar yük.
Şaşılacak şey!
İnsan nasıl taşır bunca yükü?
Taşır...
Sadece taşımaz, biriktirir ve unutmaz.
Bazısı:
“Güzel hayat isteyen güzel insanlar biriktirsin” der Cemal Süreya gibi.
Bazısı Sabahattin Ali gibi unutmaz:
“Gözlerimden öptü,
Ellerimden öptü, ellerimden…
Avuç içlerimden öptü.
Unutabilir misin şimdi?
Ben ölsem unutmam!”
Unutmak hafızanın hatırlamak kalbin işidir. Bu yüzden bir kamçı gibi şaklar Zarifoğlu’nun dizeleri:
“ Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları,
bir dehliz kadar karanlıktır bazıları,
Konuşurlar,
İsterler,
Susarlar...
Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi ev, meslek, iş, para, geçim diyerek, düşünün şimdi bir de
şehirlerde kasaba ve köylerde
başını eğmiş kalbiyle söyleşen bir kişi olduğunuzu…”
Söz, sükûttan fırlayan bir ok gibi çıkar Ahmet Arif’in kaleminden:
“…Ne alnımızda bir ayıp,
Ne koltuk altında
Saklı haçımız,
Biz bu halkı sevdik.
Ve bu ülkeyi…
İşte bağışlanmaz,
Korkunç suçumuz…”
A. Muhip Dıranas cevap verir uzaktan:
“Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan,
Lavanta çiçeği kokan kederleri...
Hoyrattır bu akşam üzerleri
Ey unutuş, kapat artık pencereni..."
Kadim tarihin başlangıcından ses verir H.İ. Dinamo:
“Aradığım fazla değil...
Bir lokma ekmek kapısı.
Ne ebediyetin yapısı,
Ne cennetin lokantası…”
H.H.Korkmazgil, Kavel işçisinin arasındadır. Beyazıt Meydanından seslenir:
“…Sokaktayım,
Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor.
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim,
Uy anam anam,
Haziran'da ölmek zor!”
Ve Ahmet Haşim
“…Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicranımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım…”
Koroya Cemil Meriç katılır.
“Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek.
Biz, ölüm, dudaklarım..."
3 notes · View notes
oylesarhosollsammki · 2 months
Text
Tumblr media
Şehir kalabalıktı trafik korkunç ve dolunay
6 notes · View notes
lovelyyfluff · 3 months
Text
Başarısızlar | 1 - Uykucu
<Yazın başları. Ensemble Square'de bir oda.>
Tumblr media
Aira: —Uyan.
Aira: —Hey, uyan diyorum...!
Tumblr media
Hiiro: ...?!
Aira: Ha?!
Hiiro: ...? ...?
Hiiro: Neredeyim? Sen kimsin?
Hiiro: Yoksa... bir idol müsün?
Hiiro: ...Hayır, galiba yanıldım. İdol değilsin.
Tumblr media
Aira: Ha? Bence gayet de idol sayılıyorum...
Aira: Daha tam uyanamadın mı? Tatlı rüyanı böldüğüm için üzgünüm...
Aira: Ama... koluma bak. Aşırı sıkı tutuyorsun. Canım acımaya başladı!
Aira: Bana böyle gücünü göstermek istemeni anlarım, fakat kolum morarsın istemiyorum. Yani beni bırakır mısın?
Hiiro: ...? Ah! Affedersin!
Hiiro: Gerçekten özür dilerim! Amacım canını yakmak değildi. Yaptıklarım için içtenlikle özür diliyorum!
Tumblr media
Aira: Aha, o nasıl konuşma öyle? Geçmişten gelmiş birine benziyorsun. Hayran kaldım*♪
* ç.n. Aira'nın sloganlarından biri olan "I love" japoncada "Airabu" şeklinde telaffuz edilir. Aira hikaye boyunca sevdiği şeyleri belirtmek için bu kelimeyi kullanır. İsmine yapılan göndermeyi bozmak istemediğimden "Hairan kaldım" şeklinde çevirmeye karar verdim.
Hiiro: Love? Ayrıca konuşma şeklim kulağa yanlış geliyorsa üzgünüm. Şehir hayatına daha alışamadım, ama memleketimden ayrılmadan önce biraz araştırma yapmıştım.
Aira: Anladım~ Özür dilemene gerek yok. Endişelenme♪
Aira: Her neyse, kolumu bırakabilir misin?
Hiiro: Um, tekrardan özür dilerim.
Hiiro: ...Zayıf gibisin. Düzgün yemek yiyor musun?
Aira: Hm? Biraz seçiciyimdir. Ayrıca ne yediğime dikkat ediyorum...
Aira: Yinede kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği yemeye dikkat ediyorum.
Hiiro: Öyleyse iyi! Yemek yemeden yaşayamazsın. Bunu şehirdeki herkes bilmiyor mu zaten? Hahaha♪
Aira: (Hm... Bu niye böyle davranıyor...? Çok tuhaf biri...! Ama bu odada olduğuna göre o da idol olmalı.)
Tumblr media
Aira: (Daha önce hiç karşılaşmadım. Yeni mi geldi? Normalde idoller hakkında tüm bilgileri takip ederim... ama onu ilk defa görüyorum.)
Aira: (Belki de idol falan değildir? Yanlışlıkla buraya gelmiş olabilir mi?)
Aira: (Rüya görürken hiç bir idolün ağzından çıkmayacak şeyler söylüyordu nasıl olsa...)
Aira: ("İdollerin sonunu getireceğim", "Tüm idolleri yok edeceğim"... Hmm, nasıl bir rüya bu?)
Aira: (Çok merak ettim. Belki sorsam cevap verir.)
Aira: Hmm, sen—
Hiiro: Ah, az daha unutuyordum! Adım Hiiro Amagi. Hiiro ismim, Amagi de soyadım!
Hiiro: Senin adın ne? Haha, düzgün konuşmalar kendini tanıtmakla başlar.
Aira: Eh? Şey... Ben Aira Shiratori. Daha ne olduğunu tam kavrayamasam da tanıştığımıza memnun oldum.
Hiiro: Um! İsmin Aira Shiratori! Asla unutmayacağım! Ne güzel bir isim!
Hiiro: Burada tanışmak kaderimizde varmış... Umarım iyi arkadaşlar olabiliriz♪
Tumblr media
Aira: Eh? A-Arkadaş mı? Yani, istemediğimden değil ama... neden?
Hiiro: ..."Hayır" mı?
Aira: Eh?! Yok canım! Ama anlamıyorum! Daha yeni tanıştık, niye aniden benimle yakınlaşmaya çalışıyorsun?
Aira: S-Sen... hayranım falan mısın?
Hiiro: ? Hayır, sadece arkadaşlığın en değerli hazine olduğunu düsünüyorun! Ne kadar değerli şeylere sahipsen o kadar iyi—sence de öyle değil mi, Aira?
Aira: Ah, hemen de ilk ismimi rahatça söylemeye başladın. Neyse, önemli değil.
Tumblr media
Aira: Kırsal bölgelerden geldiğini mi söylemistin? Şehirde böyle aşırı dost canlısı davranamazsın.
Aira: İnsanlar seni "ihmalkar" biri sanar... Herhalde bu yüzden buraya çağrılmışsındır. Biri senden rahatsız olmuştur.
Hiiro: ? Ne dediğini tam anlamadım. Daha detaylı açıklar mısın?
Aira: Ah, internette bir söylenti var... anlatamam. Gerçek değilse aptal durumuna düşerim ama.
Aira: Ayrıca sesli söylersem gerçek olacağından korkuyorum.
Hiiro: Nasıl yani? Şehirde işler böyle mi yürüyor?
Hiiro: Öyleyde gerçek olması için sesli söyleyeyim. Sen ve ben arkadaşız...✩
Tumblr media
Aira: Yok yok! Deme öyle! Alt tarafı ismimizi söyledik, onun dışında hâlâ yabancıyız!
Aira: Off... Neden bilmiyorum, ama seninle konuşmak çok yorucu...
Hiiro: Um, çoğu kişi öyle diyor! Neden acaba, sadece normal konuşuyorum!
Hiiro: Her neyse, yani hayır diyorsun... Aira, ne olursa olsun benimle arkadaşım olmaz mısın?
Hiiro: Bu korkunç! Kalbim kırılmış gibi hissediyorum!
Aira: Aman, çok sinir bozucusun! İyi tamam, arkadaşın olurum! Ne kadar inatçısın!
Tumblr media
Hiiro: Cidden mi? Arkadaşım olmak istiyorsun! Çok sevindim!
Hiiro: Ah, Aira, arkadaşım! Tanıştığımıza çok memnun oldum!
Hiiro: Lütfen idolleri yok ederken bana katıl...♪
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
2 notes · View notes
musfika-hanim · 4 months
Text
hergün karşıma köpek saldırısına uğrayan çoluk çocuk, yaşlı birinin haber videosu çıkıyor. hayatım boyunca köpeklerden hiç korkmadım kucağıma almayı dokunmayı sevmem ama yanlarından geçmekten, yanıma yaklaşmalarından korkmadım hiç. kedi öyle değil mesela, kedinin yanıma yaklaşması çok korkutur, bir evde kedi varsa onla aynı ortamı paylaşamam benden uzak olsun isterim çünkü gerçekten kalbim titriyor o derece tırsıyorum. bu izlediğim video ve haberlerden sonra köpeklere de güvenim kalmadı ve en büyük korkum Allah muhafaza çocuğum okula falan giderken karşısına çıkmaları. onlarla baş etmek, üzerinden def etmek için yanımızda sopa vs bir şey mi taşıyalım napalım. yani hayvanlar da bizim hayatımızın bir parçası eyvallah da bunlar artık canımıza kast edecek kadar gözü dönmüş hale gelmişler ve hangi yolla azaltılmaları, şehir merkezlerinden uzaklaştırılmaları gerekiyorsa o yapılsa artık. insanlar çok korkunç travmalar atlatıyor bu saldırılardan dolayı ve Allah korusun hepimiz için de tehlike arzediyor.
3 notes · View notes
yalnzardc · 1 year
Text
Hicr sr.
Bu mübarek Sûre, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. 99 ayettir.
özellikle İbrahim, Lût, Şuayp, Salih Aleyhimüsselâm'ın menkibelerine dair beyanları içermektedir. Hicr denilen ülkenin inkârcı halkının başına gelen ilâhi azabı bildirmekte olduğu için kendisine böyle "Hicr Sûresi" adı verilmiştir.
Hicr denilen yer, Arap yarımadasının kuzey batı tarafında Medine-i Münevvere ile Berrüşşam arasında eski bir şehrin kalıntısı olan bir beldedir. Burası, Semut kavminin yaşamış olduğu bir vâdiden ibarettir.
44. Onlar için yedi kapı vardır. Herbir kapı için onlardan ayrılmıs birer gurup vardır.
44 - Tefsirlerde yazıldığı üzere o azap yurdunun yedi tabakasına = derekesine şu adlar verilmiştir. Cehennem, Lezza, Hutame, Saîr, Sakar, Cehim, Haviye bunlardan birinci tabakada günahkâr olan müminler geçici olarak azap göreceklerdir. İkinci tabaka, Yahudilere, üçüncü tabaka, Hıristiyanlara, dördüncü tabaka, sabiilere, yani yıldızlara tapanlara, beşinci tabaka, mecusilere, altıncı tabaka inatçı müşriklere, yedinci tabaka münafıklara aittir. Bu tabakalardan her biri kendisinden evvelki tabakaya nisbetle daha fazla bir azap merkezi durumunda bulunmaktadır.
67 - hz Lût Aleyhisselam'ın ikamet ettiği şehir kavminin beldelerinden olan Şezum şehriydi.
74 - Lût kavmi böyle üç çeşit azaba uğratıldı. Bu azapların birinci çeşidi: Korkunç bir ses idi, ikincisi, yurtlarının altüst olması idi, üçüncüsü de üzerlerine taşların yağıdırılmış bulunması idi.
Tumblr media
7 notes · View notes
leyl-emsal · 5 months
Text
bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
ne bu şehir kalacak
ne bu duygusuz sürü
bu korkunç kalabalık
her vapur seni getirecek bana
bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
kapılar sana açılacak
senin için söylenecek şarkılar
şiirler senin için yazılacak
her evde bir resmin
her meydanda bir heykelin olacak
ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
kopup ötelerden, ötelerden
yalnız bana geleceksin
bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin
5 notes · View notes
Text
"herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes ölsün, ben hariç, her şeyin sahibi benim"
böyle diyordu sevgisizlik ülkesinin yönetmeni adı tam da buydu, sevgisizliğin ülkesi orada koca yürekli kentlerin üstüne zincir kusan masum dileklerin düşmanı bir zalim yaşardı diye anlatmaya başlayacaklar onun hikâyesini
karanlıktan emir almış bir zalim kötülük yanlısı, gri düğmesi olan bir kelimeye benziyordu diyecekler, nasıl biriydi diye sorulduğunda
gözden düştüğü zamanlarda kuş yuvasına sinsice sokulup üstüne sardığı anlamsızlığı patlatır ve havaya uçardı kırlangıçların şöleni orası birden korkunun başkenti olurdu
gökyüzüyle ilişkisi kesilirdi gövdesini arayan çocukların bir çocuğun gövdesini araması ah! nasıl anlatılır imla hatası yapmadan hayretler içinde; bunları yapan bir insan mıydı? bunları yapan bir insan mıydı? diye şaşırıp kalacak karıncaların kurtardığı çocuklar
ve senfonizm durağında gülümsemesi yarım kalanlar diğerine; sen git ben sonraki düşle dönerim diyordu bir sürü düş gelip geçti akşama kadar dönmedi
sonra her yere baktılar hiçbir dükkânda gün ışığı kalmamıştı gün ışığının kalmaması hissi dolaşıp durdu sevgisizlik ülkesinin sokaklarında
herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes ölsün ben hariç takılıp kalmıştı cesetçalarda bu sözler
doymak bilmeyen iri iri evlatları vardı bankalardan oyuncaklar yapan evlatları oda oda kutuları, bina bina kumbaraları bütün bunlara laf edene işaret parmağını peygamber gibi sallıyor direnenleri içeri tıkıyor daha fazla direnenleri öldürüyordu birazcık kaybeder gibi olduğunda “benim baş örtülü bacılarım” ile başlayan cümleler kurup yırtıyordu son anda işinin çakalıydı sevgisizlik ülkesinin yönetmeni
her şey o kadar acı, o kadar korkunç ve o kadar komik ki; “külümse” diyorum öfkeme öyle ki “g” harfi çalınmış bu cesur kelime bir gün yaraları iyileşmiş olarak elinde kral bükücü mızrağıyla gelecek kapısını çalacak bu cüce ruhlu yönetmenin kim o diye sorduğunda; ben geldim diyecek senin sonsuz yalnızlığın, tanıdın mı?
öykü hemen bitmeyecek öykü hemen bitmeyecek çünkü bu daha ön ölüşme
(Bu öyküde geçen karakter, ülke, şehir ve mekan isimleri tamamen hayal ürünü olup gerçek kişilerle bir ilgisi yoktur.)
19 notes · View notes
styx-stygein · 1 year
Text
Bayadır gelmiyordum buraya. Yazacak gücüm bile kalmamıştı o yüzden gelemedim. Buraya gelmediğim zaman diliminde güzel şeyler de oldu korkunç şeyler de oldu. Bir süre enerjin yerindeydi daha doğrusu manik dönemlerindeydim. O zaman diliminde buraya gelmek istemedim. Depresif döneme geldiğim zamandaysa yazacak gücüm olmadığı için gelemedim buraya şu an hangi dönemdeyiz bilmiyorum. Sadece çok yorgunuz.
Kalbim kırık,ruhum yaralı, zihnim ise acımasız
Kurtulmak istediğim bazı şeyler var güzel sevgilim. Yaşadığım ev,nefes aldığım şehir gibi. Yapmacık ve yalancı ailem gibi. Nasıl hissettiğimi bile bilmiyorum artık. Geceleri uyumuyorum,eğlenecek şeyler yapamıyorum yapsam bile saatler sonra tekrar yorgun ruh halime bürünüyorum. Gece çöktüğü zaman sigaramı yakıyorum ve şarkı eşliğinde yıldızları izliyorum bazen onlarla konuşuyorum dertleşiyorum. İçimde büyük bir acı var. Kalbimin acımasına alışığım ama artık ruhum acıyor ve buna katlanamıyorum.
Yorgunum güzel sevgilim. Sağım uçurum solum cehennem ve ben arafta birinin beni itmesini ya da geri çekmesini bekliyorum. İten ya da çeken olmazsa uçurumun kenarından bedenimi serbest bırakacağım. Bedenim düşerken ruhum tanrının huzurlu kollarına yükselecek.
Güzel geceler sevgilim
-Hodbin
Tumblr media
5 notes · View notes
nefes3534 · 2 years
Text
Gece uyku uyuyamadım sinirden..
İki saat falan uyku ile duruyorum, (Haluk levente yapılan karalamadan dolayı)
Sabah erken saatlerde bu depremzede çocuğun yanına gittim İş yerine fabrikaya.dışarda çalışıyorlar müteahhidin işindeler fabrikaya bağlı değiller. İşçinin banyosunu kullandırmıyormuş godumun gavadı.dolap falanda vermemişler halletmeye çalışıyorlarmış neyse...
Aracı çektim bi 10/15 dakika izledim bunları.cafer abi var ustaları usulca yanına gittim bunların, kaynak makinasını aldım gözlüğü taktım kaynak yaptım iki dakika.
Cafer usta diyor ;"aha usta geldi"..:))
Elemanlara simit poğaça falan getirdim ustam bi ara verirsen bi kahvaltı yapsınlar birazda sohbet edelim izin verirsen dedim Cafer ustaya okey verdi,.çektim elemanları yemekhaneye.
Bu dünkü eleman, depremzede arkadaşa çok üzülmüştüm dün teyzemlere geldiğinde.hal ve hareketleri çekingen tavırları hiç aklımdan çıkmadı gün boyu.konuşmak istedim açıkçası poğaça/simit bahane.
Ortamı yumuşatma konusunda bir marka olduğum için, anında açıldı zaten çocuk.
Nasıl buranın havası H**** n beğendin mi Ankara'mızı ?dedim;
"Gülümsedi çok soğuk" dedi sadece...
İçine içlik falan giymen gerekir dışarda çalışıyorsunuz varmı, tedarik edeyim mi diye sordum; " eşofman giyiyorum içlik olarak sağolasın"dedi.
Sonra laf lafı açtı, nasıl kurtulduklarını falan sordum.
Elbistan'dan geldi bu arkadaşımız, iki katlı evleri varmış, annesi babası ve bir tane kızı var mış.
Eşinden ayrılmış iki sene önce anne-babası ile baba evinde ikamet ediyorlarmış.
"Depremi hissedince herkesi balkona çıkardım, burada ölmektense, bacağımız kırılır en fazla atlayın dedim ve önden annemle kızımı attım balkondan, babamın kalbi var onu sırtladım merdiveni kullandım" diye anlattı.
Bana bi gülme geldi tövbest.....
Ya dedim madem merdiveni kullandın,annenle kızını neden balkondan attın? diye sordum.
O panikle inan o kadar korkunç ki,inan ne yaptığını bilmiyorsun dedi..
tabi bu arada güldürdüm gülümsedi..
Etkisinden çıkamıyor bir noktaya kitleniyor bakışları sürekli olarak.
Konuşurken yüzüne bakamıyor karşındakinin gözlerini kaçırıyor ve garip bir hali var.
Diksiyonu düzgün, düzgün konuşuyor ekseriyetle soru sorumadıkça konuşmuyor.
Bilmediği bir ortam bilmediği bir şehir, doğal olarak temkinli davranıyor ve insanları tanımaya çalışıyor.
İçlik aldım iki çift dönüşte, kuzenle gönderecem..sabah ve akşam ayazı meşhurdur Ankara'nın..
Elimden geldiğince destek olmak istiyorum ona,elemanın o mağrur duruşu silinmiyor gözümden. bilmiyorum ama beni çok acıttı her hali..😔
16 notes · View notes
deliamamavi · 1 year
Text
artık gerçekten canım istemiyor. günlerdir yazı yazacak enerjiyi bile bulamadım içimde. kimseyle konuşasım yok fakat gideceğim için asla yalnız bırakılmıyorum. her gün arkadaşlarım buluşmak istiyor, oysa tek bir dostuma ve ona sarılıp saatlerce içimi dökmeye ihtiyacım var. herkes veda ediyor, kimse bilmiyor ki, ben vedalardan nefret ederim. birkaç dostuma veda etmeyeceğim. sarılacağım ve ''geldiğimde görüşürüz'' diyeceğim. vedaları kendimden uzak tutmak istiyorum. çünkü veda edemeyecek kadar da yorgunum. kimseye ''hoşçakal'' diyesim yok. hoşçakallar can yakar. ''kendine iyi bak'' da saçma geliyor bana. ''ihtiyacın olduğunda yanında olamam, sen kendi kendine bak'' demekle eşdeğer değil mi? valizimi hazırlarken yoruluyorum. gitmek korkutuyor beni. gitmek acıtıyor. gitmek iyileştirecek ama iyi olmayı bile bilmiyorum. yeni olan her şey çok korkunç gelir bana. yenilik risktir. yeni bir hayat, yeni bir şehir, yeni insanlar, yeni okul ve en kötüsü, yepyeni bir yalnızlık... vedaların ve gitmenin, iyileşeceğimi bilmenin ve kötü olmaya alışmanın yükü omuzlarımdayken, nasıl halsiz olmayayım?
4 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 2 years
Text
BİR GENÇ ADAMA... HAKÎM HERAKLİT'E...
YILDIZLARA VE AŞKA DAİRDİR...
I
Şehir
uzakta.
Genç adam
ayakta.
Akıyor şehirden geçen nehir
genç adamın ayakları dibinden.
Genç adam
piposunu çıkarıyor cebinden
Bakıyor akar suya
aranıyor kibriti.
düşünüyor Heraklit'i,
düşünüyor büyük hakîm Heraklit'i genç adam...
Kim bilir belki böyle bir akşam,
böyle bir akşam,
Heraklit alnını
yeşil gözlü zeytinliklerde akan
suya eğdi
ve dedi:
<<- Her şey değişip akmada,
bu hâl beni hayran bırakmada..>
Heraklit, Heraklit; ne akıştır bu!.
ne akıştır ki bu, dalgalarında
dağlıdır alnı en mukaddes putun
kızgın demir damgasıyla sukutun.
Gebedir her sukut bir yükselişe.
Ne mümkün karşı koymak
bu köpürmüş gelişe..
Heraklit, Heraklit!.
akar suya kabil mi vurmak kilit?
Şehir
uzakta.
Genç adam
ayakta.
Akıyor şehirden geçen nehir
genç adamın ayakları dibinden.
Genç adam
kibritini çıkarıyor cebinden
yakıyor piposunu.
II
Dikine mustatil bir apartımanın
Perdesiz pencereler.
en üst katında
dört köşe bir oda.
Pencerelerin dışında yıldızlı geceler.
Genç adam
alnını dayamış cama.
Ben, romanın muharriri
diyorum ki genç adama:
- Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..
Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
Delikanlım!.
onları göremezsin belki bir daha...
Belki beni anladın,
belki anlamadın.
Kesiyorum sözümü.
İşte kapı açıldı
geldi beklenen kadın..
<<- BEKLETTİM Mİ?»
Ama zarar yok..>>
«<- ÇOK...
Kadın
yakaladı genç adamı
Genç adam
elinden.
yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine...
Işıklı bir deniz dibi gibi
başlarında, sağda, solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor..
Sallanıyor ayakları
sallanıyor ayakları...
DUDAKLARI
Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım...
seeeeev
sevebildiğin kadar...
Nazım Hikmet Ran | Benerci Kendini Niçin Öldürdü ?
BİRİNCİ KISIM
BİRİNCİ BAP
16 notes · View notes
aynodndr · 10 months
Text
Ömür dediğimiz sadece belirli bir zaman parçası değil ki! İçinde her şey var; sevinç, keder, aşk, nefret, saadet… Kahramanlık, korkaklık, açlık, tokluk ve ölüm… Ve elbette taşıyacağı kadar yük.
Şaşılacak şey!
İnsan nasıl taşır bunca yükü?
Taşır...
Sadece taşımaz, biriktirir ve unutmaz.
Bazısı:
“Güzel hayat isteyen güzel insanlar biriktirsin” der Cemal Süreya gibi.
Bazısı Sabahattin Ali gibi unutmaz:
“Gözlerimden öptü,
Ellerimden öptü, ellerimden…
Avuç içlerimden öptü.
Unutabilir misin şimdi?
Ben ölsem unutmam!”
Unutmak hafızanın hatırlamak kalbin işidir. Bu yüzden bir kamçı gibi şaklar Zarifoğlu’nun dizeleri:
“ Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları,
bir dehliz kadar karanlıktır bazıları,
Konuşurlar,
İsterler,
Susarlar...
Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi ev, meslek, iş, para, geçim diyerek, düşünün şimdi bir de
şehirlerde kasaba ve köylerde
başını eğmiş kalbiyle söyleşen bir kişi olduğunuzu…”
Söz, sükûttan fırlayan bir ok gibi çıkar Ahmet Arif’in kaleminden:
“…Ne alnımızda bir ayıp,
Ne koltuk altında
Saklı haçımız,
Biz bu halkı sevdik.
Ve bu ülkeyi…
İşte bağışlanmaz,
Korkunç suçumuz…”
A. Muhip Dıranas cevap verir uzaktan:
“Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan,
Lavanta çiçeği kokan kederleri...
Hoyrattır bu akşam üzerleri
Ey unutuş, kapat artık pencereni..."
Kadim tarihin başlangıcından ses verir H.İ. Dinamo:
“Aradığım fazla değil...
Bir lokma ekmek kapısı.
Ne ebediyetin yapısı,
Ne cennetin lokantası…”
H.H.Korkmazgil, Kavel işçisinin arasındadır. Beyazıt Meydanından seslenir:
“…Sokaktayım,
Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor.
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim,
Uy anam anam,
Haziran'da ölmek zor!”
Ve Ahmet Haşim
“…Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicranımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım…”
Koroya Cemil Meriç katılır.
“Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek.
Biz, ölüm, dudaklarım..."
3 notes · View notes
yasayamiyorum · 2 years
Text
Adana'da Saat 04:17 uykudan inanılmaz şiddetli bir sarsılmayla uyandık tüm ailem ile. 1,5 dakika boyunca sallanmaya devam ettik 6. Katta. Şiddeti anlatamam, o anki korkuyu anlatamam, çaresiz 1,5 dakika boyunca ölümü beklemeyişi anlatamam hiç bitmiyecek hiç geçmicek gibiydi. Deprem durduğunda tüm o bağırışlar içerisinde aşağı indik yağmur ve soğuk zaten vardı. Bir camiye sığındık tüm semt. Sabah 8 e kadar camide durduktan sonra tekrar çıktık apartmana evimize, babam bitti dedi 99 depremini hatırlayıp artçılar olur küçük küçük merak etmeyin dedi. Öyle olmadı saat 13,24 de bir kez daha yakalandık yaklaşık 30 saniye sürdü aynı korkunç şiddetle. Size o anı maalesef anlatamam, yere çöküp ölümü kabullenişimizi hissettim bu çaresizliği empati yaparak kimse anlayamaz. Deprem durduğunda tüm o çığlıklarla, aceleyle, korkuyla aşağı indik. Camiye girdik ve yakınlarımızı aradık bizi almaları için. Anneannemlerin evlerine geldik biraz da olsa güvenli olduğunu düşündüğümüz müstakil bir ev burası. 5 gün oldu ama uyuyamıyoruz, midemiz, psikolojimiz, her şeyimiz altüst. Uyusakda 1 saate bir kalkıp kontrol ediyoruz ve geri uyumaya çalışıyoruz. Evimize nasıl giricez bilmiyoruz, girsek yine olursa eğer ölürüz biliyoruz ama mecburuz buna, hayatımız o ev bizim. Arkadaşlarımız, akrabalarımız enkaz altında. Dün kendime gelip yardıma gittim yemek, barınma, erzak ne olursa elimizden ne geliyorsa yapmaya çalıştık. Yollar, binalar bomboş o eğlenceli adana koca bir hayalet şehir artık. Gündüzleri biraz yatışıyoruz psikolojik olarak ama akşam olunca tedirginlik yeniden nüksediyor hepimizde. Geceleri Işıl ışıl olan koca binalar kapkaranlık hepsi bomboş terkedilmiş. Arkadaşlar size bu çaresiz ölümü bekleyişi anlatamam, hayatımız boyunca da bu çaresizlik, tedirginlik devam edecek biliyorum. Ama içimi artık dökmem gerekliydi beni anlarsınız biliyorum ama empati yapamazsınız yapmanızıda hiç istemem. Ben ve ailem fiziksel olarak iyiyiz onun dışında her anlamda kötüyüz.
6 notes · View notes