#korkunç şehir
Explore tagged Tumblr posts
biyosfer · 26 days ago
Text
dedem kendini bildim bileli kırsalda yeşilliklerin arasında, ormanlık hatta belki dağlık bir bölgede bir tepede kendi küçük evinde yaşamak isterdi. sahil kasabalarına, kendi bahçelerinde kendi küçük seraları olan, yetiştiricilik yapan, bitkilerine çocuğu gibi bakan insanların videolarını izlerdi. sıkılınca çıkıp dağda, ormanda yürüyüş yapabilmenin hayalini kurardı, izleyip izleyip iç çekerdi hep. (geçmiş zaman ile konuşmama aldanıp öldü sanmayın bu arada, sadece görüşmeyi kestik, o yüzden) bunu az biraz anlayabilsem de o kadar heyecanlanmasını ya da üzülmesini, tüm gün bunları izlemesini, izlediği ve okuduğu dizi-film-kitap evrenlerinde bu şartları karşılayan hayatlara tanık olunca derin derin iç çekmelerini anlayamazdım, ta ki şu geçtiğimiz 1-1,5 yıllık süreci yaşayana kadar. bir sürü şey yaşandı. gerek küçük bir şehire taşınmak olsun, gerek bizce yeterince merkezde olan ama yerel halkın "çok uzaktasınız" diye tepki verdiği yeni şehirleşen bir mahalleye taşınmak olsun birçok şey bakış açımı değiştirdi. bu süreçte enesle ilişkimiz daha da ciddiye bindi, evlenmeyi zaten hep düşünüyorduk ama artık kendi aramızda öylece hayalini kurduğumuz bir şey olmaktan çıktı, ailelerimiz de evlenmemizi istemeye başladı. nikah tarihi konuşuldu vs vs. böyle olunca biz enesle resmen 35 yıllık evli, emekli çift gibi köy evi hayali kurmaya başladık ahsdshjfsjh bir sürü detay konuştuk, hayal ettik. daha önümüzde yıllar olmasına rağmen heyecanlanıp evlere baktık, köyleri araştırdık. şehirden köye göç etmiş kişilerin videolarını izledik. doğa içeriklerini daha sık tüketmeye başladık vs. derkeeen..... ben bir baktım bunun hayali ile iç çeken kişi ben olmuşum. heyecanlanan, sabırsızlanan, şehirden iyice nefret edip sahil kasabalarını, dağları, ormanları düşleyen biri olmuşum. ben bir baktım ki dedem olmuşum... o kadar şaşırdım ki :')
hiçbir zaman büyük şehir insanı olmadım, hep demişimdir özellikle istanbuldan neffffret ederim, ama hiçbir zaman da köyde yaşamayı ciddi anlamda düşünüp hayal etmemiştim. önceden korkunç ve çok izole gelen şimdi öyle güzel geliyor ki. bunun en büyük sebebi ise enes. yol/yer yanınızdaki güzelse güzel oluyor gerçekten. yalnızlıktan, kimsesizlikten çok korkarım ben, "köy çok uzakta kalıyor, insanlara nasıl ulaşacağız" diye düşünür çekinirdim ama yanımdaki kişi enes olunca varsın enesle yalnız olayım diye düşünmeye başladığımı fark ettim. sıcaktan eriyeceksem enesle eriyeyim, soğuktan donacaksam onunla donayım, böceklerle uğraşacaksam onunla uğraşayım, toza toprağa bulanacaksam onunla bulanayım. yanımda enes varken huzursuz şehir bile sıcak hissettirebiliyorsa kendi başına da sıcak hissettiren bir yerin nasıl hissettirebileceğini hayal bile edemiyorum. bir evi yuva yapan şey içinde kiminle olduğun gerçekten ve ben enesle gittiğim her yerin bana yuva olacağına inanıyorum, öyle olacağını biliyorum. 17 yaşında aşık olduğum kişi ile 23. yaşımıza doğru ilerliyoruz, yaşımız çok büyük olmasa da yaşadığımız şeyin çocuksu bir aşk olmaktan çıkalı çok olduğunu biliyorum. yaşlanmayı istemiyorum ama enesle yaşlanmayı istiyorum. benim bıdı bıdı konudan konuya atlayarak konuşmalarımın, enesin hiç bitmeyen ve bolca terim içeren felsefe/sosyoloji sohbetlerinin, en ufak şeye kahkahalarla gülüp yere yatışlarımızın, var olmayan yemekler uydurup her seferinde yediğimiz en iyi şey olduğunu iddia edişlerimizin, bazen hiçbir şey yapmadan öylece vakit öldürüşümüzün hatta saatlerce brbirimizle konuşmasak bile birbirimizin yanımızdaki varlığına şükredişimizin bitmesini istemiyorum. birbirimizin yüzüne bakıp atlattığımız şeyleri görmeyi, ellerimizi öperken aslında birbirimizin emeğini ve sabrını öpüşümüzü, çirkin/darmadağın olmuş halimizi görünceki gülmelerimize gizlediğimiz minnettarlığı ve hissettiğimiz ayrıcalığı çok seviyorum. bazen durduk yere ayağa kalkıp uzun uzun sarılışımızı çok seviyorum. bulaşık yıkama kavgası etmeyi, çayı/kahveyi kim yapacak kavgası etmeyi, markete kim gidecek kavgası etmeyi...böyle ufak tefek, önemsiz şeyler üzerine kavga etmeyi çok seviyorum mesela. iletişim kuramadığımız için huzursuz hissetmek ve hissettirmek yerine, güven problemleri sebebiyle çıkan kavgalar yerine, yalnız hissetmek yerine, önemli konularda uzun kavgalar edip ağlamak kırıp dökmek yerine kafaya takacak büyük bir problem olmadığından var olan ufak pürüzlere takılmayı seviyorum. bize dair her şeyi o kadar seviyorum ki.....aşkı seviyorum gerçekten. yer yer acı verici ya da zorlayıcı olsa da hiç aşık olmamış olsaydım nasıl bir hayatım olurdu, nasıl birine dönüşürdüm hayal edemiyorum. aşka inanın arkadaslar🥹
19 notes · View notes
kalansonkauaikusu · 7 months ago
Text
Abi kendi isteğinizle nasıl İstanbulu sevip okumaya falan gidiyorsunuz korkunç bir şehir gibi geliyor bana
25 notes · View notes
amezhu · 6 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
220. BÖLÜM - Beyaz İmparator yaşam ve ölüm bilmecelerini gizlice kuruyor -
Xie Lian yumruklarını sıktı, nefesi düzensizleşiyordu.
Bir cümle. İnanılmaz gibi geliyor, hatta gülünesi, ama hiç gülmedi.
Guoshi, “Bu canavarların yanında daha fazlası var. Ekselansları, şehir duvarından düşerken senin kurtarıp Kutsal Kraliyet Köşküne getirerek beni şaşkına çevirdiğin o çocuğu hatırlıyor musun?”
“…”
Xie Lian anında geri çekildi ve hızla Hua Cheng’e bir bakış attı, “hatırlıyorum. Ne olmuş o çocuğa? Dedin ki o…”
“Yalnızlığın Yıldızı!” Guoshi haykırdı.
Karanlık bir şekilde konuştu, “O zamanlar, sadece o küçük çocuğun kötülüğün özüyle çok yoğun bir şekilde kaplandığını, inanılmaz derecede anormal olduğunu hissettim. Ancak ocaktaki diğer üç kişiyle yüzleştikten sonra, ocağın sadece canavar üretmekle kalmayıp aynı zamanda lanetleyebildiğini de öğrendim. Tıpkı servetinizi dağıtabildiğiniz gibi, ocak da biriktirdiği talihsizlikleri dağıtabilir ve serbest bırakıldıktan sonra her yere saldırırlar."
"O küçük çocuğun doğumu zaten son derece tehlikeliydi; eğer kaderi şanslıysa şansların en iyisi olurdu; eğer kötüyse talihsizliklerin en kötüsü olurdu. Doğduğu gün, muhtemelen dağıtılan tüm talihsizlikleri özümsedi ve bu yüzden bu kadar korkunç oldu. Ortaya çıktığı anda tüm TaiCang Dağı neredeyse onun tarafından yerle bir ediliyordu!"
Xie Lian dinledikçe daha da telaşlandı ve yavaşça başını çevirerek Hua Cheng'e baktı. Belli ki kendi meselelerini konuşuyorlardı ama Hua Cheng'in ifadesi değişmedi, onun yerine Xie Lian'a gülümsedi.‌ ‌
Guoshi sözlerine şöyle devam etti: "Normal şartlar altında, bu çocuğun ebeveynlerinin erken ölmesi gerekir, eğer ölmezlerse, o zaman bu çocuktan tiksinirler veya onu terk ederler. Sonsuz istismara maruz kalır, bu yüzden aslında ebeveynlerinin ölmesi daha iyi olur. Ayrıca, on sekiz yaşından sonra yaşayamaz ve etrafındakilerin ölmesine, ayrılmasına, talihsizliklere maruz kalmasına neden olur, sanki Felaketin kendisi yeniden doğmuş gibi. Bu yüzden o zaman size ondan çabucak kurtulmanızı, yaklaşmamanızı söyledim..."
Xie Lian daha fazla dinleyemedi, "Usta! ...Lütfen daha fazla konuşmayalım."
Guoshi kafasını salladı,‌ “Duracağım. Sana sadece ocağın ne kadar korkunç olduğu ile ilgili örnek veriyordum.”
Xie Lian ne diyeceğini bilmiyordu ama Hua Cheng kıkırdadı, “Göründüğü kadar korkunç değil, ama Guoshi, okumalarında gerçekten oldukça doğru.”
“…”
Xie Lian muhtemelen Hua Cheng’in on sekiz yaşından sonra gerçekten yaşamadığını düşününce elleri hafiften titredi. Tam o sırada bir el ona uzanarak ellerini Xie Lian’ın ellerinin üşümüş sırtına nazikçe koydu.
İkisinin eli de eşit derecede soğuktu, ama birbirlerine değdikleri anda ısınmışlardı.
“Seni sınamak için her zaman sana bilmeceler hazırlıyordu.” Dedi Guoshi, “XianLe’nin insan yüzü hastalığı ilk soruydu. Cevabına göre, insan yüzü hastalığını YongAn’a karşı saldığın sürece geçecektin. Seni sürgün etmekle kalmaz, hatta örtbas etmene yardımcı olur ve seni gerçekten güvenilir varisi haline getirir, cennetin zirvesine ulaşmak için bir adım atarken ona karşı iki adım atardı. Ama sen yanlış cevap verdin."
"Sürgün edildiğin dönemde, sizin için başka bir bilmece hazırlamış olmalıydı ancak yine ona tatmin edici bir cevap vermedin, bu yüzden yükseldiğin anda hemen geri gönderildin.”
Solgun, gülümseyen maske Xie Lian’ın alında canlandı, bir süre durduktan sonra sessizce konuştu, “O sürgün benim kendi isteğimdi.”
Hua Cheng cevap verdi, “Gege, güven bana. Sen istemeseydin bile seni geri göndermek için binlerce yol bulurdu.”
“Ama yüzü olmayan beyazı da o yenmişti.” Dedi Xie Lian.
“Ama ölmedi.” Dedi Hua Cheng.
“O halde neden bu kadar belaya katlandı?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki yüzü olmayan beyaz seni öldürebilirdi.” Dedi Guoshi, “Ama, istediği seni öldürmek değildi. Aslında, zaten söyledim, o senden hoşlanıyor ve ölmeni hiç de istemez. Seni sadece her zaman olmak istediği şeye çevirmek istiyor.”
Hua Cheng da ekledi, “Seni öldürmek onu amacına ulaşmayacaktır. Eğer o halde ölseydin, asla değişmeyecektin ve o da bunu daha az kabul edemezdi. Ama yüzü olmayan beyazın seni bu kadar kolay bırakması için hiçbir sebep yoktu ve bunu çözmenin Cennet Savaş İmparatoru'nun kötülüğü ortadan kaldırmak ve seni tehlikenin eşiğinden kurtarmak için ölümlüler diyarına inmesinden daha iyi bir yolu var mıydı? Bununla birlikte, ona daha da güvenir ve minnettar olurdun. Ama iki kez başarısız oldu, çok sinirlenmiş olmalı."
"İkinci kez sürgün edildiğinde ve ölümlüler diyarına sürüklendiğinde, sizi yavaşça 'eğitmek' için sayısız fırsatı oldu, fikrini değiştirene kadar yavaşça bekledi." Dedi Guoshi "Gözlemlerime dayanarak, ilk başta zaten sakinleşmişti, ancak bu sakinlik son zamanlarda bozuldu" dedi.‌ ‌ ‌
“Bunun nedeni üçüncü yükselişindi.”
“Eğer çürümüş çamurdan bir su birikintisi olsaydın, o zaman ne olursa olsun. Ama sen, senin için planladığı her şeyi tamamen görmezden gelip bu hale geldikten sonra bile, sahiden üçüncü kez yükselebilmiştin ve hala öncekiyle aynı, tamamen değişmemiş şekildeydin… seni gördüğünde ne düşündüğünü bilmiyorum ama seni sınamak için kesinlikle daha fazla bilmeceler hazırlayacağını hissettim.
"Sonradan yaptığı her şeyi görünce bu apaçık ortada.” Dedi Hua Cheng, “Gege, geçmişi iyi düşün, Üçüncü kez yükseldikten sonra ne oldu?”
Xie‌ ‌Lian‌hemen harekete geçti, biraz düşündükten sonra konuştu, “İlk olay Yu Jun dağıydı. Kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamak. Başlangıçta hayalet damadı bulamadım ve yolun yarısında bir çocuk şarkısıyla bana rehberlik eden cenin ruhuydu. Sanıyorum ki onun emri altındaydı. Ama onun o olayda bana yardım ettiğini düşünmüştüm.”
“Görevi tamamlamana yardım ediyor, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Doğrudan sonuç kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamaktı ama dolaylı sonuç neydi?”
Xie Lian risk aldı, “…Arı kovanına çomak sokmak, General Pei’nin eski sevgili, ona biraz bela açmak?”
“Bu küçük bir bilmece olarak düşünülebilir, bence.” Dedi Guoshi, “Eğer General Pei’yi gücendireceğini biliyorsan neden hayalet damadını halletmek için başka yol bulmayasın ki? Mesela General Pei’yi gizlice haberdar edip meseleyi bastırtmak, Juan Ji’nin küçük bir alanda kendi başına bir şeyler yapmasına izin verip ve kontrolden çıkmasını engellemek falan.”
Xie‌ Lian terledi, “Pekala… Dürüst olmak gerekirse, bunun General Pei ile bir ilgisi olduğunu öğrenmem uzun zaman sonra oldu. O sırada kadın hayalet rehineler alıyordu ve o kadar çok insan vardı ki, yaydaki okun atılması gerekiyordu. Herhangi bir şeyin birilerini rahatsız edip etmeyeceğini düşünecek zaman yoktu."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege, o sırada zaten bir karar vermiştin o zaman."
Analiz etmeye devam etti, "İkinci olay, boş kabuklu bir kukla PuQi Tapınağına geldi ve sizi Banyue Geçidine çekti. O kuklayı ilk kimin gönderdiğini atlayalım. Bu olayın sonucu ne oldu?"‌
“General Küçük Pei sürgün edildi ve General Pei’nin adamlarından biri gitmiş oldu.” Xie Lian cevap verdi.
“Gege, bu iki olaydan sonra, General Pei’nin gücünü zayıflatarak ona büyük bir yardım etmiş oldun ve aynı anda Pei Ming'i tamamen gücendirdin.” Dedi Hua Cheng, “Ve kendini hiç de göstermedi, bütün kinler sana geldi ve sen yine de ona minnettar olmak zorundaydın.”
“…”
Hua Cheng ekledi, “Eğer yanılmıyorsan, bu sekiz yüz yıl boyunca seni izlemeyi ihmal etmedi. Gege, muhtemelen senin bir ara YongAn’ın Guoshisi olduğunu ve Lang Qian Qiu’yı eğittiğini biliyordu ama yine de Lang Qian Qiu’yı seninle göreve gönderdi. Benim bakış açıma göre bu tamamen kötü niyetle yapıldı.”
Guoshi şaşırdı, “Bir saniye bekle? Ekselansları, sen YongAn’a gidip Guoshi mi oldun? Daha önce Lang Qian Qiu’yı eğittin mi?”
“Evet…” Xie Lian cevapladı.
“Sen Guoshi Fang Xin miydin???” Guoshi sorguladı.
“En… bir önemi mi var?” Xie Lian sordu ve kısa bir açıklama yaptı. Guoshi cevapladı, “Eğer bunu biliyorduysa, sana karşı çok öfkeli olmalı.”
 Hua Cheng devam etti, “Boş lafların efendisi davasında, Gege başta sen buna dahil olmak istemedin ama sonunda yine de içine çekilmiştin, şükürler olsun ki çok derinine inmedin. Kuzey denizindeki yüzlerce balıkçının cennet musibetine doğru sürüklenmesi Kara Su ya da Shi Wu Du’nun işi değildi, ama bu ikisinin dışında bunu yapabilecek kim var?”
Xie Lian ancak her olay açıkça ortaya çıktıktan sonra şunu fark etti, geri döndükten sonraki her attığı adım belki de Jun Wu tarafından belirlenmiş ve yakından izlenmişti.
Hua Cheng kollarını bağladı, “Bunu yapmasının nedeninin bir yandan sapkın zihniyetinden dolayı sana bilmeceler sorarak hangi yolu seçeceğini test etmek ve senin için açtığı yoldan gideceğini ummak; diğer yandan da muhtemelen seni o cennet mensuplarının güçlerini kesmek için bir kılıç olarak kullanmak olduğunu düşünüyorum."
"Önceki cennet hanedanın cennet mensupları onun zihninde son derece karanlık bir psikolojik gölge bırakmış olmalı. Son derece tetikte, her şey üzerinde mutlak kontrole ihtiyaç duyuyor, kimsenin gücünü ve statüsünü tehdit etmesine izin vermiyor ve hiçbir cennet mensubunun ona yetişmesine izin vermiyor. Ve sanırım..."
Xie Lian da aynı kısımlar üzerinde düşünüyordu, "Ne?"
Hua Cheng devam etti, “Shi Wu Du, Shi Qing Xuan’ın kaderini değiştirdi, Kara Su da soruşturmak için gizlice cennete sızmıştı, o cidden bunu bilmiyor muydu?”
Xie Lian da bunu düşündü.
En yüksek sandalyede oturan Jun Wu gerçekten hiçbir şey bilmiyor olabilir miydi? Pek mümkün değil.
Ling Wen’in elinden geçen tüm raporlar ve tomarlar doğrudan doğruya kendisi tarafından inceleniyor olmalı, yani eğer herhangi bir sahtecilik olsaydı, gerçekten bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmez miydi?
Belki de baştan beri fark etmişti ama Su Ustasının o anki durumu onu tehdit etmediğinden açığa çıkartmamıştı. Eğer ifşa etseydi ve Su Ustası sürülseydi o zaman yeni bir Su Ustası yükselirdi. Yeni Su Ustasının ele geçirilecek kadar büyük bir davranışı ya da ihlali olmayabilirdi.
Su Ustası böylesine iğrenç bir suç işlemiş, neredeyse dünyayı kandırmış ama yıllarca huzur içinde yaşamış, ancak cennet sarayına hükmetmeye başladığında açığa çıkmış ve He Xuan tarafından kafası koparılmıştı.
Jun Wu, Su Ustası'ndan kurtulmak istiyorsa, kendi ellerini kullanmasına hiç gerek yoktu. Sadece Su Ustası'nın giderek daha çirkin, kibirli ve korkusuz hale gelmesini sessizce izlemesi gerekiyordu ve Shi Wu Du hoşgörü çizgisini aştığında, kaderi değiştirme meselesi He Xuan'a sızdırıldı.
Elbette He Xuan gidip kendisinin ve ölen ailesinin intikamını alacaktı.
Hua Cheng, “Ona gelince, milyonlarca hayaleti bir yüce doğsun diye ocakta topluyor, bu da muhtemelen…”
Xie Lian, yanına geldi ve şöyle dedi, “Dengeyi sağlamak için.”
“Evet.” Dedi Hua Cheng, “Bir yandan, kötücül Yücenin ölümlüler diyarında ortalığı kasıp kavurmasından zevk alıyordu diğer yandan da bu canavarlar ölümlüler diyarını kasıp kavurdukça dua eden insanlar olacaktı.”
İnançlı yapanlar olduğu sürece tanrıların ruhsal gücü her zamankinden daha da güçlü olacaktı.
Guoshi iç çekti, “Ocak her kapılarını açtığında biz dördümüz bunu durdurmak için giderdik ama her seferinde başarılı olduk. Bu kez işler daha da… daha da kontrolden çıktı.”
"WuYong'un o kederli ruhları, küçük bir kısmını öldürdü, çoğunluğunu Mesafe Kısaltma rünü ile uzaklaştırdı, sonra kendisi bazı şeyleri incelemek ve yok etmek için geride kalırken diğer herkesi gönderdi. Seni bulmaya gideceğimi düşündü, bu yüzden TongLu Dağı'nın icabına baktıktan sonra oraya koştu ve eminim ki önce beni yakaladı."
"İşlerin artık böyle devam edemeyeceğini düşündüm. WuYong Krallığı yeniden ortaya çıkmıştı ve onun yüksek ihtiyatıyla, büyük olasılıkla cennet alemindeki hanedanı yeniden değiştirmenin zamanı gelmişti. Hepiniz hiçbir şeyden şüphelenmemeye devam ederseniz, er ya da geç hepiniz temel olarak Cennet Başkenti'nin altına gömüleceksiniz. Feng Xin'in HongJing'i getirmesi tesadüf oldu, bu yüzden elimden gelenin en iyisini yaptım. Başlangıçta, ruhani güçleri gittikçe güçlenmişti ve HongJing artık yüzündeki şeyleri yansıtamıyordu. Ancak o üç dağ ruhuyla daha yeni savaştığı için, insan yüzleri tekrar aktif hale geldi."
"Hemen hemen her şeyi anlattım. Sormak istediğiniz başka bir şey var mı, Majesteleri?"‌
Xie‌ ‌Lian‌ ‌Hua‌ ‌Cheng‌ konuştuğunda hâlâ dalgındı, “Benim var. Guoshi, hala WuYong dilini hatırlıyor musun?”
“WuYong krallığı uzun zaman önce unutuldu ve artık kimse dili veya bir kelimesini kullanmıyor, bu yüzden ben ve üç arkadaşım uzun zamandır yeni bir şeyler öğrenmiştik, aksi halde ekselanslarının ne yapmayı planladığı ölçemezdik ve o canavarlar ve yaratıklarla uğraşmak oldukça acılı olurdu. Dil hala hatırlansa da çok nadir kullanılıyor olabilir.” dürüstçe söyledi, “Ben de onu kullanmayı gerçekten istemiyorum.”
Xie Lian hatırladı, o sırada Guoshi dağ ruhuna "Ekselansları kurtarılamaz", "Neredeyse uyandı" dediğinde, aslında ondan bahsetmiyordu ve Lang Ying'i ele geçiren ve iyileşmek için güçlerini emmeye çalışırken öldüren yüzü olmayan beyazdan bahsediyordu.
İnsan kelimeleri kusan Ceset Yiyen Fareler için, anılarını ona bulaştıran olası adayların sayısında gerçekten bir isabet vardı, aslında iki isabet vardı: Jun Wu ve yüzü olmayan beyaz.
Ve on bin tanrı mağarasının içinde Feng Xin ve Mu Qing’in taklit kuklalarını yapmak yüzü olmayan beyaz için hiç de zor değildi, çünkü Jun Wu onları çok iyi tanıyordu.
“O… her zaman benim WuYong veliaht prensinin kendisi ya da onun ruhunun bir parçası olduğumu düşünmeye yöneltti.” Dedi Xie Lian.
“Tabii yapar.” dedi Guoshi, “WuYong’un varlığı daha fazla saklanamayacağından XianLe’nin veliaht prensi ile WuYong’un veliaht prensini kim görse çok benzediklerini düşünürdü, yani bu, her şeyi sana yönlendirmek için mükemmel bir çözümdü. Bunun yanı sıra, sen kendinden, hakiki kalbinden, hareketlerin ve düşüncelerinden şüphe ettikçe seni istediği yöne yönlendirmek onun için kolay olurdu.”
“Eğer ‘ben WuYong’un veliaht prensiyim’ diye düşünürsen onun kaderini tekrarlama ihtimalin daha fazla olur. Tedbirli bir şekilde senin de onun seçtiği yolları seçmeni umarak seni yönlendiriyordu, yani ikinizin yolları bir şekilde benzer olmaya mahkum değildi.”
“İkinizin de bu kadar benzer olmanıza ama farklı yollarda yürümenize tahammül edemiyordu."
Uzun bir süre sonra Hua Cheng konuştu, “Zaten söylemiştim, birbirlerine hiç de benzemiyorlar.”
Guoshi ona döndü, “Sen, genç adam, senin sorunun ne?”
Xie Lian şaşırmıştı ve düşündü, ‘Ne sorunu?’
Guoshi kendini daha fazla tutamadı ve kollarını sıvayarak Hua Cheng'e kasvetli ve ağır bir ses tonuyla konuştu: "Sabahtan beri bunu söylemek istiyordum. Sen genç adam, neden gülümsemen hiç de samimi değil? Sırf Yüce Hayalet Kral olduğun için bana karşı kaba davranabileceğini düşünme. Elbette Yüce Hayalet Krallar nadirdir ama benim kaç yaşında olduğumu biliyor musun? Elbette benim gibi bu yaşta bir ihtiyar daha nadirdir."‌
“…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı.
Xie Lian alnını ovuşturdu, “Ah, usta, San Lang'ın kaba olduğu söylenemez, o sadece…” O, başkalarına sahte bir şekilde gülümsemeye fazlasıyla alışmıştı.
Guoshi Hua Cheng’e el işaretleri yaparak gelmemesini söyledi ve Xie Lian’ı kenara çekerek ciddi bir şekilde konuştu, “Ekselansları, gördüm.”
“Ha?” Xie Lian sordu, “Neyi gördün?”
“O devasa ilahi heykelin tepesinde.” Dedi Guoshi.
Devasa ilahi heykel? Tepesinde ne oldu ki? Xie Lian bir süre düşündü ve aniden aklı buğulandı.
Ruhsal güç ödünç almıştı!
Xie Lian durmadan öksürüyordu, “Hayır… sadece ruhsal güç ödünç alıyordum… hayır, aslında sadece ruhsal güç ödünç almak değildi, sadece şey olur diye…”
Guoshi'nin sesi daha da kasvetli hale geldi, “Ekselansları, neler oluyor? Uzun zamandır xiulian uyguladığınız ve kadınlardan uzak durduğunuz için... yollarınızı değiştirmiş olabilir misiniz?"
"..." Xie Lian elini çılgınca salladı, "BÖYLE BİR ŞEY DEĞİL!"
 Guoshi şüpheliydi, "O zaman... doğuştan gelen bir özellik olabilir mi? Şey... hiç fark etmedim. Hm... tamam, bu tarafınız kesinlikle ona benzemiyor... "
Xie Lian, “???BEKLE!? ÖYLE DE DEĞİL!”
Guoshi bir nefes aldı ve içini çekti, "Korkmayın Ekselansları, size herhangi bir konuda ders verecek değildim. Uzman olmadığım bir konuda size rehberlik edecek değilim. Ayrıca, zaten bu kadar şeyi atlattınız, endişelenecek ne kaldı? Kendiniz mutlu olduğunuz sürece erkek ya da kadın fark etmez."
Xie Lian alnını o kadar ovuşturdu ki kızarmıştı, kısık sesle şöyle dedi, “En… çok mutluyum.”
Bununla birlikte, Guoshi asık suratlılığa kafa karışıklığını da ekledi, “… Sekiz yüz yıl aradıktan sonra, Yüce bir Hayalet Kral'ı nasıl buldun?”
Xie Lian şaşırdı, Guoshi, “Sana kötü bir zevkin olduğunu söylemiyorum, kötü değil, eminim büyük kızlar ve küçük hanımlar senin tipini beğenmektedir. Ama sana diyeyim Yüce Hayalet Kral çok saldırgandır. Ekselansları, her şeyi baştan sona düşünmelisin, tamam mı? İnsanlar sana tutunmayı sevdiklerinde, onları terk etmeyi unutabilirsin.”
“Ah, usta, bekle…”
“Bu konuda kesinlikle haklıyım. Sana söylüyorum, Bu Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un görünüşüne bakılırsa, talihinin bükülmüş, çarpıtılmış bir şekilde şiddetli olduğunu söyleyebilirim, her dağ bir diğerinden daha yüksek, kötülüğün özü boğucu bir şekilde bunaltıcı, pratik olarak ... "
Hua Cheng hemen arkalarındaydı ve tembelce, "Yalnızlık Yıldızı gibi, değil mi?" dedi.
Xie Lian zaten umutsuzca Guoshi'nin konuşmasını engellemeye çalışıyordu ama yine de başaramadı, bu yüzden yüzünü kapattı ve sessizce Hua Cheng'in arkasına geçti. Hua Cheng gülümsedi ve kolunu Xie Lian’ın etrafında dolayarak kaşlarını kaldırdı, "Gülümsemem kesinlikle oldukça samimiyetsiz, ama adamın yüzüne karşı kendisinin Yalnızlık Yıldızı olduğunu, Felaketin yeniden doğduğunu, talihsizliklerin en kötüsü, anne ve babasının öldüğünü ve on sekiz yaşından sonra yaşayamayacağını söylemek - bu pek hoş değil, değil mi?"
“?”
Guoshi’nin gözleri yavaşça açıldı, “… Sen, o?”‌
15 notes · View notes
guzyazi · 1 year ago
Text
influenza salgını?
Bundan bir ay önce falan, Göztepe'deki şehir hastanesinde çocuk cerrahı olan akrabamızın yanına gittik. Yanındaki 4 asistanla yavrumu epey incelediler. Akrabamız, her şeyin yolunda olduğunu ama korkunç bir salgının başladığını, eve kimseyi kabul etmemem gerektiğini söyledi. birkaç gün sonra dağhan vücudunu kırgın hissetti. Hiçbir yer korona testi yapmıyor olsa da onların şirketindeki doktorlar hâlâ yapıyor. Bebeğimiz var diye öğle yemeğinden sonra doktora uğramış. Doktor test yapmış ve korona pozitif çıkmış. Çarşamba günüydü, eve geldi. bir odaya yerleşip kendini izole etti. Bebem 42 günlük falandı, evde annem, abim falan da vardı, abim risk grubundaydı. Akşam bebemi annemden kucağıma aldığımda ateş hissettim. Ölçtüm 38,5. Ben koronadan korkmam ateşten korktuğum kadar. Hemen hastanemize gittik. Pendik Medicalpark. Yazıyorum ki korona için gitmeyin.
Abim çocuk acil hasta kabule "Bebek korona olabilir" diye gittiğinde panikledi oradakiler. "Biz korona bakmıyoruz" dediler. Ya ben her şeyimi bu hastanede yaşadım 1 yıldır. Nasıl böyle yüzüstü? falan diye hayal kırıklığı içindeyim. "Karşımızda Yüzyıl Hastanesi var oraya bir bakın isterseniz" dediler. Oraya gittik. Allah kimseyi oraya düşürmesin bakın. Hijyen sıfır, çalışanlar müthiş kaba, hastane basık, çok kalabalık, sıra gelmiyor, pahalı... Neyse epey bekledikten sonra muayeneye girdik, yine biz korona bakmıyoruz cevabını aldık. En azından şehir hastanelerinin bakabildiği cevabını verebildi bize hekim bey. Kalktııık, Lütfü Kırdar'a...
Çocuk acil tertemiz. Nispeten tenha. İzolasyon odaları nefis. Yenidoğan önceliği var. İşler hızlı ilerliyor. Aklınızda olsun ben sevdim. Neyse testler, tetkikler, sabahlamak, buhar tedavisi derken bebemin korona testi öğlen pozitif çıktı. Eve geldik, ilk iş annemleri evlerine (500 km uzakta) gönderdim. Annem, abim, ben hasta olmaktan kurtulamadık tabii. İnanılmaz hızlı yayılan ve kimseyi atlamayan bir salgındı bu. Biz korona olduğumuzu eşimin şirketi sayesinde biliyorduk. Yoksa artık hiçbir yer test yapmıyor. Bebemin doktoruna hastalığı atlattığında muayeneye gittiğimizde "Korona olduğunu nereden biliyorsunuz ki?" dedi ve eşime, bebeme test yapılmasına çok şaşırdı.
Kısacası şu an influenza salgını diye dolaşan şey muhtemelen korona. Bunu bize pozitifi açıklayan doktor söyledi. Bizimkine de test, baba pozitif çıktığı için yapılmış. Direkt hasta gelene korona testi yok yani. O nedenle influenza denip geçiliyormuş. Bilemem.
Tek bildiğim, bu hastalığın ciğerde başta olmak üzere bedende uzun vadede ne bedeller çıkaracağını bilmiyoruz. O nedenle çok dikkatli olun. Evinizi havalandırın, hava temizleyici alın, temiz beslenin, bitki çayı için, çok su için, buharlı banyolar yapın, kapalı ortamlarda sosyalleşmeyin, sigara dumanından uzak durun, yolda yürürken sigara içip dumanını size yollayanların koronadan bağımsız ağzına çarpın. Hepimize çok geçmiş olsuuun.
12 notes · View notes
aynodndr · 6 months ago
Text
Ömür dediğimiz sadece belirli bir zaman parçası değil ki! İçinde her şey var; sevinç, keder, aşk, nefret, saadet… Kahramanlık, korkaklık, açlık, tokluk ve ölüm… Ve elbette taşıyacağı kadar yük.
Şaşılacak şey!
İnsan nasıl taşır bunca yükü?
Taşır...
Sadece taşımaz, biriktirir ve unutmaz.
Bazısı:
“Güzel hayat isteyen güzel insanlar biriktirsin” der Cemal Süreya gibi.
Bazısı Sabahattin Ali gibi unutmaz:
“Gözlerimden öptü,
Ellerimden öptü, ellerimden…
Avuç içlerimden öptü.
Unutabilir misin şimdi?
Ben ölsem unutmam!”
Unutmak hafızanın hatırlamak kalbin işidir. Bu yüzden bir kamçı gibi şaklar Zarifoğlu’nun dizeleri:
“ Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları,
bir dehliz kadar karanlıktır bazıları,
Konuşurlar,
İsterler,
Susarlar...
Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi ev, meslek, iş, para, geçim diyerek, düşünün şimdi bir de
şehirlerde kasaba ve köylerde
başını eğmiş kalbiyle söyleşen bir kişi olduğunuzu…”
Söz, sükûttan fırlayan bir ok gibi çıkar Ahmet Arif’in kaleminden:
“…Ne alnımızda bir ayıp,
Ne koltuk altında
Saklı haçımız,
Biz bu halkı sevdik.
Ve bu ülkeyi…
İşte bağışlanmaz,
Korkunç suçumuz…”
A. Muhip Dıranas cevap verir uzaktan:
“Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan,
Lavanta çiçeği kokan kederleri...
Hoyrattır bu akşam üzerleri
Ey unutuş, kapat artık pencereni..."
Kadim tarihin başlangıcından ses verir H.İ. Dinamo:
“Aradığım fazla değil...
Bir lokma ekmek kapısı.
Ne ebediyetin yapısı,
Ne cennetin lokantası…”
H.H.Korkmazgil, Kavel işçisinin arasındadır. Beyazıt Meydanından seslenir:
“…Sokaktayım,
Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor.
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim,
Uy anam anam,
Haziran'da ölmek zor!”
Ve Ahmet Haşim
“…Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicranımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım…”
Koroya Cemil Meriç katılır.
“Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek.
Biz, ölüm, dudaklarım..."
3 notes · View notes
oylesarhosollsammki · 7 months ago
Text
Tumblr media
Şehir kalabalıktı trafik korkunç ve dolunay
6 notes · View notes
lovelyyfluff · 7 months ago
Text
Başarısızlar | 1 - Uykucu
<Yazın başları. Ensemble Square'de bir oda.>
Tumblr media
Aira: —Uyan.
Aira: —Hey, uyan diyorum...!
Tumblr media
Hiiro: ...?!
Aira: Ha?!
Hiiro: ...? ...?
Hiiro: Neredeyim? Sen kimsin?
Hiiro: Yoksa... bir idol müsün?
Hiiro: ...Hayır, galiba yanıldım. İdol değilsin.
Tumblr media
Aira: Ha? Bence gayet de idol sayılıyorum...
Aira: Daha tam uyanamadın mı? Tatlı rüyanı böldüğüm için üzgünüm...
Aira: Ama... koluma bak. Aşırı sıkı tutuyorsun. Canım acımaya başladı!
Aira: Bana böyle gücünü göstermek istemeni anlarım, fakat kolum morarsın istemiyorum. Yani beni bırakır mısın?
Hiiro: ...? Ah! Affedersin!
Hiiro: Gerçekten özür dilerim! Amacım canını yakmak değildi. Yaptıklarım için içtenlikle özür diliyorum!
Tumblr media
Aira: Aha, o nasıl konuşma öyle? Geçmişten gelmiş birine benziyorsun. Hayran kaldım*♪
* ç.n. Aira'nın sloganlarından biri olan "I love" japoncada "Airabu" şeklinde telaffuz edilir. Aira hikaye boyunca sevdiği şeyleri belirtmek için bu kelimeyi kullanır. İsmine yapılan göndermeyi bozmak istemediğimden "Hairan kaldım" şeklinde çevirmeye karar verdim.
Hiiro: Love? Ayrıca konuşma şeklim kulağa yanlış geliyorsa üzgünüm. Şehir hayatına daha alışamadım, ama memleketimden ayrılmadan önce biraz araştırma yapmıştım.
Aira: Anladım~ Özür dilemene gerek yok. Endişelenme♪
Aira: Her neyse, kolumu bırakabilir misin?
Hiiro: Um, tekrardan özür dilerim.
Hiiro: ...Zayıf gibisin. Düzgün yemek yiyor musun?
Aira: Hm? Biraz seçiciyimdir. Ayrıca ne yediğime dikkat ediyorum...
Aira: Yinede kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği yemeye dikkat ediyorum.
Hiiro: Öyleyse iyi! Yemek yemeden yaşayamazsın. Bunu şehirdeki herkes bilmiyor mu zaten? Hahaha♪
Aira: (Hm... Bu niye böyle davranıyor...? Çok tuhaf biri...! Ama bu odada olduğuna göre o da idol olmalı.)
Tumblr media
Aira: (Daha önce hiç karşılaşmadım. Yeni mi geldi? Normalde idoller hakkında tüm bilgileri takip ederim... ama onu ilk defa görüyorum.)
Aira: (Belki de idol falan değildir? Yanlışlıkla buraya gelmiş olabilir mi?)
Aira: (Rüya görürken hiç bir idolün ağzından çıkmayacak şeyler söylüyordu nasıl olsa...)
Aira: ("İdollerin sonunu getireceğim", "Tüm idolleri yok edeceğim"... Hmm, nasıl bir rüya bu?)
Aira: (Çok merak ettim. Belki sorsam cevap verir.)
Aira: Hmm, sen—
Hiiro: Ah, az daha unutuyordum! Adım Hiiro Amagi. Hiiro ismim, Amagi de soyadım!
Hiiro: Senin adın ne? Haha, düzgün konuşmalar kendini tanıtmakla başlar.
Aira: Eh? Şey... Ben Aira Shiratori. Daha ne olduğunu tam kavrayamasam da tanıştığımıza memnun oldum.
Hiiro: Um! İsmin Aira Shiratori! Asla unutmayacağım! Ne güzel bir isim!
Hiiro: Burada tanışmak kaderimizde varmış... Umarım iyi arkadaşlar olabiliriz♪
Tumblr media
Aira: Eh? A-Arkadaş mı? Yani, istemediğimden değil ama... neden?
Hiiro: ..."Hayır" mı?
Aira: Eh?! Yok canım! Ama anlamıyorum! Daha yeni tanıştık, niye aniden benimle yakınlaşmaya çalışıyorsun?
Aira: S-Sen... hayranım falan mısın?
Hiiro: ? Hayır, sadece arkadaşlığın en değerli hazine olduğunu düsünüyorun! Ne kadar değerli şeylere sahipsen o kadar iyi—sence de öyle değil mi, Aira?
Aira: Ah, hemen de ilk ismimi rahatça söylemeye başladın. Neyse, önemli değil.
Tumblr media
Aira: Kırsal bölgelerden geldiğini mi söylemistin? Şehirde böyle aşırı dost canlısı davranamazsın.
Aira: İnsanlar seni "ihmalkar" biri sanar... Herhalde bu yüzden buraya çağrılmışsındır. Biri senden rahatsız olmuştur.
Hiiro: ? Ne dediğini tam anlamadım. Daha detaylı açıklar mısın?
Aira: Ah, internette bir söylenti var... anlatamam. Gerçek değilse aptal durumuna düşerim ama.
Aira: Ayrıca sesli söylersem gerçek olacağından korkuyorum.
Hiiro: Nasıl yani? Şehirde işler böyle mi yürüyor?
Hiiro: Öyleyde gerçek olması için sesli söyleyeyim. Sen ve ben arkadaşız...✩
Tumblr media
Aira: Yok yok! Deme öyle! Alt tarafı ismimizi söyledik, onun dışında hâlâ yabancıyız!
Aira: Off... Neden bilmiyorum, ama seninle konuşmak çok yorucu...
Hiiro: Um, çoğu kişi öyle diyor! Neden acaba, sadece normal konuşuyorum!
Hiiro: Her neyse, yani hayır diyorsun... Aira, ne olursa olsun benimle arkadaşım olmaz mısın?
Hiiro: Bu korkunç! Kalbim kırılmış gibi hissediyorum!
Aira: Aman, çok sinir bozucusun! İyi tamam, arkadaşın olurum! Ne kadar inatçısın!
Tumblr media
Hiiro: Cidden mi? Arkadaşım olmak istiyorsun! Çok sevindim!
Hiiro: Ah, Aira, arkadaşım! Tanıştığımıza çok memnun oldum!
Hiiro: Lütfen idolleri yok ederken bana katıl...♪
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
2 notes · View notes
musfika-hanim · 9 months ago
Text
hergün karşıma köpek saldırısına uğrayan çoluk çocuk, yaşlı birinin haber videosu çıkıyor. hayatım boyunca köpeklerden hiç korkmadım kucağıma almayı dokunmayı sevmem ama yanlarından geçmekten, yanıma yaklaşmalarından korkmadım hiç. kedi öyle değil mesela, kedinin yanıma yaklaşması çok korkutur, bir evde kedi varsa onla aynı ortamı paylaşamam benden uzak olsun isterim çünkü gerçekten kalbim titriyor o derece tırsıyorum. bu izlediğim video ve haberlerden sonra köpeklere de güvenim kalmadı ve en büyük korkum Allah muhafaza çocuğum okula falan giderken karşısına çıkmaları. onlarla baş etmek, üzerinden def etmek için yanımızda sopa vs bir şey mi taşıyalım napalım. yani hayvanlar da bizim hayatımızın bir parçası eyvallah da bunlar artık canımıza kast edecek kadar gözü dönmüş hale gelmişler ve hangi yolla azaltılmaları, şehir merkezlerinden uzaklaştırılmaları gerekiyorsa o yapılsa artık. insanlar çok korkunç travmalar atlatıyor bu saldırılardan dolayı ve Allah korusun hepimiz için de tehlike arzediyor.
3 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years ago
Text
"herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes ölsün, ben hariç, her şeyin sahibi benim"
böyle diyordu sevgisizlik ülkesinin yönetmeni adı tam da buydu, sevgisizliğin ülkesi orada koca yürekli kentlerin üstüne zincir kusan masum dileklerin düşmanı bir zalim yaşardı diye anlatmaya başlayacaklar onun hikâyesini
karanlıktan emir almış bir zalim kötülük yanlısı, gri düğmesi olan bir kelimeye benziyordu diyecekler, nasıl biriydi diye sorulduğunda
gözden düştüğü zamanlarda kuş yuvasına sinsice sokulup üstüne sardığı anlamsızlığı patlatır ve havaya uçardı kırlangıçların şöleni orası birden korkunun başkenti olurdu
gökyüzüyle ilişkisi kesilirdi gövdesini arayan çocukların bir çocuğun gövdesini araması ah! nasıl anlatılır imla hatası yapmadan hayretler içinde; bunları yapan bir insan mıydı? bunları yapan bir insan mıydı? diye şaşırıp kalacak karıncaların kurtardığı çocuklar
ve senfonizm durağında gülümsemesi yarım kalanlar diğerine; sen git ben sonraki düşle dönerim diyordu bir sürü düş gelip geçti akşama kadar dönmedi
sonra her yere baktılar hiçbir dükkânda gün ışığı kalmamıştı gün ışığının kalmaması hissi dolaşıp durdu sevgisizlik ülkesinin sokaklarında
herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes önündeki yalnızlıktan yesin herkes ölsün ben hariç takılıp kalmıştı cesetçalarda bu sözler
doymak bilmeyen iri iri evlatları vardı bankalardan oyuncaklar yapan evlatları oda oda kutuları, bina bina kumbaraları bütün bunlara laf edene işaret parmağını peygamber gibi sallıyor direnenleri içeri tıkıyor daha fazla direnenleri öldürüyordu birazcık kaybeder gibi olduğunda “benim baş örtülü bacılarım” ile başlayan cümleler kurup yırtıyordu son anda işinin çakalıydı sevgisizlik ülkesinin yönetmeni
her şey o kadar acı, o kadar korkunç ve o kadar komik ki; “külümse” diyorum öfkeme öyle ki “g” harfi çalınmış bu cesur kelime bir gün yaraları iyileşmiş olarak elinde kral bükücü mızrağıyla gelecek kapısını çalacak bu cüce ruhlu yönetmenin kim o diye sorduğunda; ben geldim diyecek senin sonsuz yalnızlığın, tanıdın mı?
öykü hemen bitmeyecek öykü hemen bitmeyecek çünkü bu daha ön ölüşme
(Bu öyküde geçen karakter, ülke, şehir ve mekan isimleri tamamen hayal ürünü olup gerçek kişilerle bir ilgisi yoktur.)
19 notes · View notes
leyl-emsal · 10 months ago
Text
bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
ne bu şehir kalacak
ne bu duygusuz sürü
bu korkunç kalabalık
her vapur seni getirecek bana
bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
kapılar sana açılacak
senin için söylenecek şarkılar
şiirler senin için yazılacak
her evde bir resmin
her meydanda bir heykelin olacak
ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
kopup ötelerden, ötelerden
yalnız bana geleceksin
bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin
5 notes · View notes
styx-stygein · 2 years ago
Text
Bayadır gelmiyordum buraya. Yazacak gücüm bile kalmamıştı o yüzden gelemedim. Buraya gelmediğim zaman diliminde güzel şeyler de oldu korkunç şeyler de oldu. Bir süre enerjin yerindeydi daha doğrusu manik dönemlerindeydim. O zaman diliminde buraya gelmek istemedim. Depresif döneme geldiğim zamandaysa yazacak gücüm olmadığı için gelemedim buraya şu an hangi dönemdeyiz bilmiyorum. Sadece çok yorgunuz.
Kalbim kırık,ruhum yaralı, zihnim ise acımasız
Kurtulmak istediğim bazı şeyler var güzel sevgilim. Yaşadığım ev,nefes aldığım şehir gibi. Yapmacık ve yalancı ailem gibi. Nasıl hissettiğimi bile bilmiyorum artık. Geceleri uyumuyorum,eğlenecek şeyler yapamıyorum yapsam bile saatler sonra tekrar yorgun ruh halime bürünüyorum. Gece çöktüğü zaman sigaramı yakıyorum ve şarkı eşliğinde yıldızları izliyorum bazen onlarla konuşuyorum dertleşiyorum. İçimde büyük bir acı var. Kalbimin acımasına alışığım ama artık ruhum acıyor ve buna katlanamıyorum.
Yorgunum güzel sevgilim. Sağım uçurum solum cehennem ve ben arafta birinin beni itmesini ya da geri çekmesini bekliyorum. İten ya da çeken olmazsa uçurumun kenarından bedenimi serbest bırakacağım. Bedenim düşerken ruhum tanrının huzurlu kollarına yükselecek.
Güzel geceler sevgilim
-Hodbin
Tumblr media
6 notes · View notes
nefes3534 · 2 years ago
Text
Gece uyku uyuyamadım sinirden..
İki saat falan uyku ile duruyorum, (Haluk levente yapılan karalamadan dolayı)
Sabah erken saatlerde bu depremzede çocuğun yanına gittim İş yerine fabrikaya.dışarda çalışıyorlar müteahhidin işindeler fabrikaya bağlı değiller. İşçinin banyosunu kullandırmıyormuş godumun gavadı.dolap falanda vermemişler halletmeye çalışıyorlarmış neyse...
Aracı çektim bi 10/15 dakika izledim bunları.cafer abi var ustaları usulca yanına gittim bunların, kaynak makinasını aldım gözlüğü taktım kaynak yaptım iki dakika.
Cafer usta diyor ;"aha usta geldi"..:))
Elemanlara simit poğaça falan getirdim ustam bi ara verirsen bi kahvaltı yapsınlar birazda sohbet edelim izin verirsen dedim Cafer ustaya okey verdi,.çektim elemanları yemekhaneye.
Bu dünkü eleman, depremzede arkadaşa çok üzülmüştüm dün teyzemlere geldiğinde.hal ve hareketleri çekingen tavırları hiç aklımdan çıkmadı gün boyu.konuşmak istedim açıkçası poğaça/simit bahane.
Ortamı yumuşatma konusunda bir marka olduğum için, anında açıldı zaten çocuk.
Nasıl buranın havası H**** n beğendin mi Ankara'mızı ?dedim;
"Gülümsedi çok soğuk" dedi sadece...
İçine içlik falan giymen gerekir dışarda çalışıyorsunuz varmı, tedarik edeyim mi diye sordum; " eşofman giyiyorum içlik olarak sağolasın"dedi.
Sonra laf lafı açtı, nasıl kurtulduklarını falan sordum.
Elbistan'dan geldi bu arkadaşımız, iki katlı evleri varmış, annesi babası ve bir tane kızı var mış.
Eşinden ayrılmış iki sene önce anne-babası ile baba evinde ikamet ediyorlarmış.
"Depremi hissedince herkesi balkona çıkardım, burada ölmektense, bacağımız kırılır en fazla atlayın dedim ve önden annemle kızımı attım balkondan, babamın kalbi var onu sırtladım merdiveni kullandım" diye anlattı.
Bana bi gülme geldi tövbest.....
Ya dedim madem merdiveni kullandın,annenle kızını neden balkondan attın? diye sordum.
O panikle inan o kadar korkunç ki,inan ne yaptığını bilmiyorsun dedi..
tabi bu arada güldürdüm gülümsedi..
Etkisinden çıkamıyor bir noktaya kitleniyor bakışları sürekli olarak.
Konuşurken yüzüne bakamıyor karşındakinin gözlerini kaçırıyor ve garip bir hali var.
Diksiyonu düzgün, düzgün konuşuyor ekseriyetle soru sorumadıkça konuşmuyor.
Bilmediği bir ortam bilmediği bir şehir, doğal olarak temkinli davranıyor ve insanları tanımaya çalışıyor.
İçlik aldım iki çift dönüşte, kuzenle gönderecem..sabah ve akşam ayazı meşhurdur Ankara'nın..
Elimden geldiğince destek olmak istiyorum ona,elemanın o mağrur duruşu silinmiyor gözümden. bilmiyorum ama beni çok acıttı her hali..😔
16 notes · View notes
deliamamavi · 1 year ago
Text
artık gerçekten canım istemiyor. günlerdir yazı yazacak enerjiyi bile bulamadım içimde. kimseyle konuşasım yok fakat gideceğim için asla yalnız bırakılmıyorum. her gün arkadaşlarım buluşmak istiyor, oysa tek bir dostuma ve ona sarılıp saatlerce içimi dökmeye ihtiyacım var. herkes veda ediyor, kimse bilmiyor ki, ben vedalardan nefret ederim. birkaç dostuma veda etmeyeceğim. sarılacağım ve ''geldiğimde görüşürüz'' diyeceğim. vedaları kendimden uzak tutmak istiyorum. çünkü veda edemeyecek kadar da yorgunum. kimseye ''hoşçakal'' diyesim yok. hoşçakallar can yakar. ''kendine iyi bak'' da saçma geliyor bana. ''ihtiyacın olduğunda yanında olamam, sen kendi kendine bak'' demekle eşdeğer değil mi? valizimi hazırlarken yoruluyorum. gitmek korkutuyor beni. gitmek acıtıyor. gitmek iyileştirecek ama iyi olmayı bile bilmiyorum. yeni olan her şey çok korkunç gelir bana. yenilik risktir. yeni bir hayat, yeni bir şehir, yeni insanlar, yeni okul ve en kötüsü, yepyeni bir yalnızlık... vedaların ve gitmenin, iyileşeceğimi bilmenin ve kötü olmaya alışmanın yükü omuzlarımdayken, nasıl halsiz olmayayım?
4 notes · View notes
ismail-imkurbanim · 2 years ago
Text
Habib-i Neccar kıssası (Yâ-Sîn Suresi)
13. Rasûlüm! Onlara şu şehir halkının hâlini misâl olarak anlat: Hani onlara elçiler gelmişti.
14. Önce onlara iki elçi göndermiştik. İkisini de yalanlayınca, biz de üçüncü bir elçiyle onları destekledik. Üçü birlikte: “Ey insanlar! Gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
15. Şehir halkı: “Siz de tıpkı bizim gibi birer insansınız. Rahmân’ın bir şey indirdiği falan yok; siz ancak yalan söylüyorsunuz” dediler.
16. Elçiler şöyle karşılık verdiler: “Rabbimiz biliyor ki, biz kesinlikle size gönderilmiş elçileriz.”
17. “Bize düşen Allah’ın mesajını tam olarak, açık ve anlaşılır bir şekilde size ulaştırmaktır.”
18. Şehir halkı: “Biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer dâvanızdan vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlayarak öldüreceğiz ve bizim elimizden size çok acıklı bir azap dokunacak” diye tehdit ettiler.
19. Elçiler de cevâben: “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye mi böyle tepki gösteriyorsunuz? Aslında siz sınır tanımayan, Allah’ın verdiği kabiliyet ve imkânları boşa harcayan bir toplumsunuz!” dediler.
20. Derken, şehrin tâ öbür ucundan bir adam (Habib-i Neccar olduğu söylenir) koşarak geldi. Ayağının tozuyla şunu söyledi: “Ey kavmim! Gelin, bu elçilere uyun!”
21. “Uyun, yaptıklarına karşılık sizden hiçbir ücret istemeyen ve bizzat kendileri de doğru yolda olan bu güzel insanlara!”
22. “Hem ben, niçin beni kendime has özelliklerle yoktan yaratana kulluk etmeyeyim? Sonunda siz de O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.”
23. “Ben hiç O’ndan başka ilâhlar edinebilir miyim? Çünkü Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve hiçbiri beni kurtaramaz.”
24. “Kaldı ki, başka ilâhlar edinecek olursam, o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine yuvarlanmış olurum.”
25. “Doğrusu ben, sizi de yaratan ve yaşatan Rabbinize iman ettim; öyleyse gelin beni dinleyin!”
Fakat o zalim halk, Habib-i Neccar’ı dinlemediler:
26. Öldürülmek üzereyken ona: “Buyur cennete!” denildi. O ise: “Keşke” dedi, “keşke kavmim bilseydi”;
27. “Rabbimin beni bağışladığını ve beni husûsî ikrâmına mazhar olan kullarından kıldığını!”
28. Onun şehâdetinin ardından kavmini helâk için gökten bir ordu indirmedik, indirmeye gerek de duymadık.
29. Yalnız korkunç bir çığlık onlara yetti; hepsi bir anda cansız yere düşüp, söndü gittiler.
Yâ-Sîn Sûresi
6 notes · View notes
istanbulsondakikanet · 2 days ago
Text
İstanbul Başakşehir'de Yolda Kayan İETT Otobüsü Kaza Yaptı
Tumblr media
İçindekiler
- Olayın Detayları: Başakşehir’de İETT Otobüsü Kazaya Karıştı- İETT Otobüsü Neden Kontrolden Çıktı? - Otobüs Kazası Sonrasında Yaşananlar - Olayda Yaralanan Yolcuların Durumu - Başakşehir’de Trafik Aksaması - Yol Güvenliği ve Kazaların Önlenmesi İçin Ne Gibi Tedbirler Alınmalı? - Otobüs Kazaları ve Ulaşımda Alınacak Önlemler - İstanbul’da Toplu Taşıma Güvenliği Nasıl Artırılabilir? - Sonuç: Başakşehir’deki Kaza, Trafik Güvenliğini Yeniden Gündeme Getirdi
Olayın Detayları: Başakşehir’de İETT Otobüsü Kazaya Karıştı
İstanbul'un Başakşehir ilçesinde, sabah saatlerinde yaşanan korkunç bir kaza, şehir içi ulaşımda büyük aksamalara yol açtı. İETT’ye ait bir otobüs, yolda kayarak kontrolden çıktı ve kaza yaptı. Otobüs, önündeki araçlarla çarpışarak devrildi. Olay anında otobüste bulunan yolcular büyük panik yaşadı. Neyse ki kazada can kaybı yaşanmadı, ancak birkaç yolcu hafif yaralandı ve olay yerinde büyük bir yoğunluk oluştu.
İETT Otobüsü Neden Kontrolden Çıktı?
Başakşehir ilçesinde sabah saatlerinde meydana gelen kazanın nedeni henüz net olarak belirlenemedi. Ancak, uzmanlar, kazanın nedeni olarak yolun kaygan olmasını ve otobüsün hızını gösteriyor. Havanın soğuk olması ve yağışın etkisiyle yolun kayganlaşması, araçların güvenli sürüşünü zorlaştırdı. İETT otobüsünün, bir anda kayarak kontrolden çıkması, trafik kazasına neden oldu. Yolculardan bazıları, otobüsün hızının fazla olduğunu belirterek, olayın önceden tahmin edilebileceğini ifade etti.
Otobüs Kazası Sonrasında Yaşananlar
Kazanın ardından olay yerine hemen sağlık ekipleri ve polis ekipleri sevk edildi. Yaralılar, ilk müdahalelerin ardından çevredeki hastanelere kaldırıldı. Başakşehir'de trafikte yoğunluk oluşurken, çevre yolunda alternatif güzergâhlar kullanıldı. Kazanın meydana geldiği alanda, otobüsün devrilmesi nedeniyle yol bir süre trafiğe kapandı. Ekipler, otobüsü kaldırarak yolun tekrar açılmasını sağladı.
Olayda Yaralanan Yolcuların Durumu
Kazadan dolayı birkaç yolcu hafif yaralanırken, sağlık ekipleri hızla olay yerine intikal etti. Yaralılar, ambulanslarla çevredeki hastanelere sevk edildi. Şu an itibariyle, yaralıların durumlarının ciddi olmadığı bildirildi. Otobüsün devrilmesi sonucu büyük bir panik yaşanırken, olayda daha büyük bir felakete yol açılmadığı için büyük bir rahatlama yaşandı.
Başakşehir’de Trafik Aksaması
Başakşehir’de meydana gelen otobüs kazası, sabah saatlerinde yoğun trafiğe neden oldu. Kazanın ardından, çevre yolları ve alternatif güzergâhlar kullanılarak ulaşım sağlandı. Özellikle işe giden vatandaşlar, bu kazadan ötürü büyük bir mağduriyet yaşadı. Trafik ekipleri, otobüsün kaldırılması ve yolun temizlenmesi ile birlikte trafikteki aksaklıkları gidermeye çalıştı.
Yol Güvenliği ve Kazaların Önlenmesi İçin Ne Gibi Tedbirler Alınmalı?
Başakşehir’de yaşanan bu kaza, İstanbul'da ulaşım güvenliğini yeniden gündeme getirdi. Özellikle kış mevsiminde, yolun kaygan olması nedeniyle birçok trafik kazası meydana geliyor. Bu kazaların önlenmesi adına yetkililer, yol güvenliği ve trafik tedbirlerine daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, toplu taşıma araçlarının bakımlarının düzenli olarak yapılması, sürücülerin hız limitlerine uyması, yolcuların güvenliğini tehlikeye atacak davranışlardan kaçınması önem arz ediyor. Toplu taşıma sistemlerinin daha güvenli hale getirilmesi için İETT ve diğer belediye yetkililerinin gerekli önlemleri alması gerektiği vurgulanıyor.
Otobüs Kazaları ve Ulaşımda Alınacak Önlemler
Otobüs kazaları, özellikle büyükşehirlerde sıkça yaşanan trajedilerdir. İstanbul gibi büyük bir şehirde, yüzbinlerce insanın toplu taşıma araçlarıyla seyahat ettiği göz önüne alındığında, bu tür kazaların önüne geçebilmek için çeşitli önlemler alınması önemlidir. Yetkililer, otobüslerin ve diğer toplu taşıma araçlarının periyodik bakımlarının yapılması, sürücülerin eğitimi ve trafik kurallarına uyulması gibi tedbirlerin kazaların önüne geçebileceğini belirtiyor.
İstanbul’da Toplu Taşıma Güvenliği Nasıl Artırılabilir?
İstanbul'daki toplu taşıma sisteminin daha güvenli hale getirilmesi için birçok öneri gündeme geliyor. Otobüslerin, metro ve tramvay hatlarıyla entegre bir şekilde çalışması, hatlarda daha fazla denetim yapılması ve sürücüler için özel eğitimlerin verilmesi bu öneriler arasında yer alıyor. Özellikle kış aylarında, yolun kaygan olması ve hava koşullarının etkisiyle, toplu taşıma araçlarının güvenliği daha da önem kazanıyor. Bu sebeple, otobüslerin kış lastikleriyle donatılması, hız limitlerine uyulması ve yolcuların emniyet kemerlerini takmaları konusunda bilinçlendirme çalışmalarının artırılması gerektiği düşünülüyor.
Sonuç: Başakşehir’deki Kaza, Trafik Güvenliğini Yeniden Gündeme Getirdi
İstanbul Başakşehir’de meydana gelen bu otobüs kazası, İstanbul’daki toplu taşıma araçlarının güvenliğinin önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Kazada can kaybı yaşanmadığı için şanslı sayılabiliriz, ancak bu tür kazaların önlenmesi için daha fazla önlem alınması gerektiği ortada. Hem sürücüler hem de yolcuların güvenliğini sağlamak için trafik denetimleri ve yol güvenliği konusunda daha fazla tedbir alınmalıdır. Read the full article
0 notes
aynodndr · 1 year ago
Text
Ömür dediğimiz sadece belirli bir zaman parçası değil ki! İçinde her şey var; sevinç, keder, aşk, nefret, saadet… Kahramanlık, korkaklık, açlık, tokluk ve ölüm… Ve elbette taşıyacağı kadar yük.
Şaşılacak şey!
İnsan nasıl taşır bunca yükü?
Taşır...
Sadece taşımaz, biriktirir ve unutmaz.
Bazısı:
“Güzel hayat isteyen güzel insanlar biriktirsin” der Cemal Süreya gibi.
Bazısı Sabahattin Ali gibi unutmaz:
“Gözlerimden öptü,
Ellerimden öptü, ellerimden…
Avuç içlerimden öptü.
Unutabilir misin şimdi?
Ben ölsem unutmam!”
Unutmak hafızanın hatırlamak kalbin işidir. Bu yüzden bir kamçı gibi şaklar Zarifoğlu’nun dizeleri:
“ Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları,
bir dehliz kadar karanlıktır bazıları,
Konuşurlar,
İsterler,
Susarlar...
Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi ev, meslek, iş, para, geçim diyerek, düşünün şimdi bir de
şehirlerde kasaba ve köylerde
başını eğmiş kalbiyle söyleşen bir kişi olduğunuzu…”
Söz, sükûttan fırlayan bir ok gibi çıkar Ahmet Arif’in kaleminden:
“…Ne alnımızda bir ayıp,
Ne koltuk altında
Saklı haçımız,
Biz bu halkı sevdik.
Ve bu ülkeyi…
İşte bağışlanmaz,
Korkunç suçumuz…”
A. Muhip Dıranas cevap verir uzaktan:
“Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan,
Lavanta çiçeği kokan kederleri...
Hoyrattır bu akşam üzerleri
Ey unutuş, kapat artık pencereni..."
Kadim tarihin başlangıcından ses verir H.İ. Dinamo:
“Aradığım fazla değil...
Bir lokma ekmek kapısı.
Ne ebediyetin yapısı,
Ne cennetin lokantası…”
H.H.Korkmazgil, Kavel işçisinin arasındadır. Beyazıt Meydanından seslenir:
“…Sokaktayım,
Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor.
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim,
Uy anam anam,
Haziran'da ölmek zor!”
Ve Ahmet Haşim
“…Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicranımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım…”
Koroya Cemil Meriç katılır.
“Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek.
Biz, ölüm, dudaklarım..."
3 notes · View notes