#komünistler
Explore tagged Tumblr posts
birinciedazabethh · 2 months ago
Text
"Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. sonra yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü yahudi değildim. sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. sonra katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü katolik değildim. Sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı."
İnsanlar insan olmak dışında her şey oldular. Bir bebek ne yapmış olabilir size? Bir çocuk bir kadın bir kedi bir köpek ne yapmış olabilir? Nefret ve kin içinde vahşileşiyorsunuz. Ne ülkede şiddet bitti ne doğu Türkistanda zulüm ne de Filistinde soykırım. Her zaman olan masuma oldu. İyiler sustuğu için zalimler kral oldu.
10 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year ago
Text
Bugün linkedin yazdığım bir yazıma şöyle bşr yorumda bulunuldu yorum yapan kişi founder pozisyonunda, profil fotoğrafına bakınca büyük ihtimalle 60-65 lı yaşlarında, gönderimin tumblr da da paylaştığım MONDOROS yazısıydı neyse uzatmadan yaptığı yorumu yazayım “80 sene CeHaPe iktidarı sona erdi solculardan kurtulduk solculardan izin almadan işe gidemiyorduk hatta ibadet yapamıyorduk neyseki ülke bunlardan kurtuldu ümmeti cihanın yeniden lideri oldu bununlada bitmedi ihracatımız xxx TL, uçağımızı tankımızı yapıyoruz halk refah ve Huzur içinde vs vs” adam haklı kardeşlerim Menderes in AP si (Anarşist partisi) vardı 1961 de bundan memnun olmayan komünistler darbe yaptılar ülke sahada sola kaydı derken Demirel-Türkeş -Erbakan MC hükümeti var yakın tarihin siyasi aktörleri (MC-Marksist Cumhuriyet partisi üyelerinin hemen tamamı anarşik ve komünistti kalanıda sosyalist) Demirel in DP sini hatırlarsınız ( DP-devrimci parti), sonra ülke yeniden komünizm rayından çokınca sağ olsun Kenan- netekim paşa darbe yaptı ülke yeniden sol zeminine oturdu ardından Turgut Özal’ın ANAP’ı geldi hatırlayın ( ANAP- anarşizmde nitelikli anarşistleri yönetime getirme partisi, “g” harfi parti adında araya kaynamış ) sonra Demir lady solun Yılmaz savunucusu, sağdan yatsa bile mutlaka solundan uyanan kişi Tansu Hanımın DYP sini unutmayalım (DYP-devrimci yol partisi) şimdi ise ülke bu gibi zındıkların yönetiminden yani sol siyasetten kurtulmuş oldu yerli ve milli bir raya oturdu, ülke ile birlikte vatandaşlarda oturdu … ancak aklıma takılan bşr husus var 80 senedir demiş demekki bu arkadaşın CeHaPe si ve diğer anarşikleri solcu kitapsızları 1940 larda iktidar olmuş teeee 2002 ye kadar sorsan 1940 öncesinden de Abdülhamit haşemetmahap ları iktidarda diyecek … yani hepi topu 2 lobluk beynin 1,5 lobunu bu işlere harcamaya değer mi evladım… gerçi sende haklısın tarih hep yanlış yazıldı hepimiz yanlış okuduk, bilerek yanlış okuttular hepsi İncülüz uşşakları,  zaten ortada koskoca “Kuruluş Ertuğrul” gibi Meydan Larousse- Anabritanica vb tarihi yapıtlar varken başka tarihe ne gerek var. Vikipedi nın vikisi gibi maşallah… haa bu arada Aklıma takılan bir husus daha var unutturmamakta yarar var…nedir o? -> yeniden yazılan muhteşem ötesi secret tarihimize göre 24 Temmuz 1923 den bu yana gizli maddelerden çok çektik bilmiyorduk sadece yoğurt üretiyorduk herşey çok gizli idi yani “top secret” bu topik gizli maddelerde ülke petrol altın elmas kaynıyor hatta gemi tank tüp uçak halka ekmek süzme yoğurt yapabiliyoruz çok değerli madenlerimiz bile var yer altı altın nehirleri vs vs var az kaldı bekleyin uçacağız çok gazımız var, bu gizli maddeler nasıl gizleyebildiyse!? Artık yer mi Anadolu çocuğu çözdük bildik uyandık.. şimdi siz korkun İngiliz’i amerikalısı mogadişulusu Yunanlısı heleki İsrail
12 notes · View notes
nefes3534 · 2 years ago
Text
——
"İlahiyatçıyım, tarihçiyim. İslamcılar ülkeyi yeterince yönetti, gerekirse komünistler yönetsin ama adalet ve ahlak sınırları içinde. Biz adaleti, ahlakı kaybettik. İlahiyatçı olarak kendi adıma söylüyorum, insanları kandıranlara, besmele çekene dahi oy vermeyeceğim."
48 notes · View notes
sade1-adam · 2 years ago
Text
Tumblr media
19 Aralık'da ne olmuştu?..
19-26 Aralık 1978’de Aleviler ve solculara yönelik Maraş Katliamı’nın açtığı yara hâlâ kanıyor.
Kontrgerillanın organize ettiği, ülkücü militanların tetikçilik yaptığı Maraş katliamı dosyası 68 faile hiç ulaşılamadan, yargılananlar da “Özal affı” ile serbest bırakılarak kapatıldı. Resmi rakamlara göre 150 kişinin öldüğü, 176 kişinin yaralandığı katliamın kurbanlarının çoğu Şeyh Adil Mezarlığı’na topluca defnedildi. “Derin Devlet’in ilk organize eylemi” olarak anılan katliam ile ilgili birçok soru ise 36 yıl sonra hâlâ yanıtsız.
Katliam provası
1978’in son aylarında Alevi yurttaşların yoğunlukla yaşadığı Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ’da silahlı ve bombalı saldırılar sahneye konuldu.
Katliamın hazırlıklarını uzaktan izlemekle yetinen polis ve asker saldırılara son gününe kadar müdahil olamadı, her şey bittikten sonra sokaklardan ceset topladı. MİT’ten aldığı bilgilerle olaylara sol militanların yol açtığı açıklaması yapan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı istifa etmek zorunda kaldı, yerine Hasan Fehmi Güneş atandı. Güneş de katliamın asker tarafından sıkıyönetim ilanını sağlamak amacıyla kullanıldığını ifade etti. Güneş, “Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı’’ dedi.
Başbakan Bülent Ecevit de aynı şekilde olayların sıkıyönetim ilan etmesini sağlamak üzere çıkartıldığını açıklarken, sorumlu olarak da “kontrgerilla’’yı işaret etti.
‘Cennet’ vaadiyle katliam
36 yıl önce bugün Maraş, CHP Pazarcık İlçe Başkanı Memiş Özdal’a bombalı paket gönderilmesi ve nüfus sayımı iddiasıyla Alevilere ait evlerin işaretlenmesi ile gergindi. Aleviler, devrimciler, solcular, POL-DER ile TÖB-DER’i hedef alan bir saldırının hazırlıklarının yapıldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Yaklaşan yılbaşı çekilişi bahane edilerek kente gelen 26 Milli Piyango satıcısı otellere yerleşmişti. Daha sonra sokaklarda görülen yabancılar arasında Bahçelievler katliamı sanıkları Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı ve Ahmet Ercüment Gedikli’nin de oldukları iddia edildi.
19 Aralık günü “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli filmin Çiçek Sineması’nda gösterimi yapılırken kimine göre ses, kimine göre de etki gücü zayıf bir bomba patladı. Bombayı atanın daha sonra MHP Milletvekili seçilen Ökkeş Kenger’in (Şendiller) olduğuna ilişkin kuvvetli deliller ortaya çıktı ancak o gün “Bombayı komünistler attı’’ söylentisi fitili ateşledi.
Ardından TÖB-DER üyesi iki öğretmen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu 21 Aralık’ta öldürüldü. Ertesi gün öğretmenler için cenaze töreninin yapılacağı caminin içinde ve çevresinde “Alevilerin cenaze namazı kılınamaz’’ tahrikleriyle yaklaşık 10 bin kişi toplandı. Bu arada “Komünistler cami yakacak’’ dedikoduları da kentte yayıldı. 23 Aralık günü, Belediye hoparlörlerinden yayılan yalanlar, camilerde verilen vaazlar gerginliği daha da tırmandırdı. “Bir Aleviyi öldürenin mükafatı cennettir” vaadiyle azdırılan topluluk, üzerlerine kırmızı işaret konulan evlere saldırdı, sokaklarda insan avına çıktı.
Hatırlamak istemiyorlar
Dövülen, kaçmaya çalışırken de kurşunlanan Esma Suna’ya sıkılan kurşunlardan biri de doğmamış bebeğine isabet etti.
Esma Suna’nın ailesinden geri kalanların tamamına yakını Maraş’ı terk etti. Aileye ulaşma çabalarımız “O günleri hatırlamak istemiyorlar’’ denilerek karşılık bulamadı. Suna Ailesi’nin akrabalarından Salman Kartalkanat, “Yaşadıkları vahşeti unutamadılar. Hâlâ yanlarında yüksek sesle bile konuşamıyoruz. Ses yükselse o günleri hatırlıyorlar’’ diyor.
‘Aynı ilçedensiniz’
Durdu Gevher, 1981’de kapatılan TÖB-DER Maraş bölge temsilcisi. Gevher, Maraş Katliamı ardından yapılan operasyonla Mamak’a götürüldü. Adli müşavirin “Operasyonlarda toplananların genelinin aynı ilçe nüfusuna kayıtlı olması örgütlü olmalarının delilidir” beyanı ile 2 yıl hapis yattı. Avukatı Mehmet Ali Özpolat’ın “Ben de aynı ilçe nüfusuna kayıtlıyım, beni de mi tutuklayacaksınız?” savunması ile beraat ettikten 13 gün sonra yeniden arandığını öğrenince 2 yıl kaçak yaşayan Gevher Hollanda’ya iltica etti. 26 yıl sonra Türkiye’ye dönen Gevher’in ağzından katliam: “Memleket gerilimliydi ama Maraş iki katı gerilmliydi. Maraş’ta yüz yıllardır bir arada yaşarken bu 5 günde nasıl Aleviler hedef oldu diyorlar. 5 gün değil bu, Maraşlı diyor ki ‘Aleviler müslüman değil’, ‘horoz çırpındırıyor. Bir yandan da ‘Ecevit solcu, komünist’ diyor kendi kitlesini böyle inandıyor ülkücüler. Köylerde “Aleviler’in arazilerini size vereceğiz diye propagandalar yapılmış. O zaman TÖB-DER tek hedef aslında, komünist dedikleri biziz. Her gün solcular dövülüyor, saldırılıyor. Alevi karşıtı bir kalkışma değildi bu. Sloganlar hep Ecevit’i hedef alıyordu. Aleviler yok olsun diye yapılan bir şey değil çünkü Aleviler zaten “biz varız’’ demiyor idare ediyorlar. Bu olay Alevilere sonradan yöneldi.
’Kurşun gelir, ölürsünüz’
Cenazelerin Cuma namazına denk getirilmesi rastlantı değil. Baştabip işlemleri uzatıyor. Hastane önünde, bir komiserin telsizinden ‘Cami önünde kalabalıkar birikiyor, sokaklar doluyor’ sesini duyunca dedim ki “Önlem alıyor musunuz?”, “Korkmayın’’ dedi. Bizi iki saat beklettiler, kitleyi hazırladılar. Camiye yaklaşırken, bizi durdurdular, uzun süre, eklettiler. Vardık ki her taraftalar, damların üzeri, belediyenin üzeri. Cenaze tam indirilecekken, şişeler, demirler, odun parçaları yağmaya başladı. Herkes sıkıştı bir yerlere.”
68 kişi bulunamadı
19-26 Aralık tarihleri arasında süren olaylarda resmi rakamlara göre 150 kişi, tanıklara göre 500’e yakın yurttaş katledildi. Alevilere ait 200’den fazla ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi.
Savcılığın bin 350 olarak belirlediği katliamdan sorumlu olanlardan 840’ı hakkında dava açıldı. 23 yıl süren yargılama sonunda 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 357 kişi 1–24 yıl arasında cezaya çarptırıldı, 379 sanık da beraat etti. Cezalardan bir kısmı Yargıtay’da bozuldu, 1991’de Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çıkan ve hapis cezalarının 8 yıl olarak infazını sağlayan af, Maraş Katliamı sorumlularının imdadına yetişti. Ceza alanların bir kısmının cezaları yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri serbest kaldı. Katliamın asıl sorumlusu olduğu, cinayetlere işlediği iddia edilen 68 kişi ise hiçbir zaman bulunamadı. Maraş Katliamı dosyası böylece kapandı. Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu Şubat 1980’de ve Ahmet Albay da 3 Mayıs 1980’de öldürüldü.
Tanıklar konuşuyor
Salman Kartalkanat:“Buzhanede cenazeler balya gibi üst üste atılmış bir vaziyetteydi. Herkes cenazesini tanımaya çalışıyor, kiminin kolu, kiminin bacağı yok, tanıyabildiğimiz kadarıyla Suna’ların cenazesini aldık. Ev yakıldığı için onlar da yanmıştı. Defin için tabuttan çıkardığımızda kömür gibi parça parça döküldü. O acıyı anlatamam.’’
Meryem Polat:“Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı.Her şeyi talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu.”
Kamil Berk:“Devlet var’’ diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki… Sabahın ilk saatleriydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. “Allah’ını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim, Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP” diye bağırıyorlardı.”
Yeter İşbilir:“Ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği ile evin önüne geldiler. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, briket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler.”
33 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 1 year ago
Text
Tumblr media
Komünistler, yahudiler, şimdi de zenciler. Kıyamet günün yaklaştığını dostlarına haber ver. Tanrı yukarıdan bakacak ve ırklar kaynaşmasının bittiğini görecek.
Biz ne mi istiyoruz, biz güzel yüzlü bebekler istiyoruz. Kahve tenliler değil.
Ben asla asla diyorum ve son sözü klu klux klan'a veriyorum.
Mississippi Burning (1988) Alan Parker
5 notes · View notes
feminazist · 2 years ago
Note
futbol dışında ne kızdırır seni
Militaristler, Oportünistler, Emperyalistler, komünistler, seksistler, feminazistler, antisemitistler, popüleristler, psikiyatristler, Rizeliler, Gürcüler, İzmirliler, Konyalılar beni her şey kızdırır
12 notes · View notes
turkudostu61 · 2 years ago
Text
Komünistler gelince bize patates yedirecek diyen amcalar, market market dolaşıp ucuz patates arıyor.
0 notes
serhatnigiz · 4 days ago
Text
Bazı Saik'ler Üzerine Hatırlatma
Tumblr media
Ulus-üstü bölgesel tekno-tekellerin (ve onlara eklemlenmiş sanayi-tekellerinin) hakimiyetine dayalı gloktokratik-emperyalizm çağında minoktokratik UKKTH’ci siyaset geçerli bir program değildir. Aksine minoktokratik UKKTH’cilik EKKTH’nin (emeğin kendi kaderini tayin hakkının) engellenmesinin mini bir programı haline dönüşmüştür.
Dolayısıyla, sözde kendisine “komünist” diyenler minoktokratik UKKTH’cilik sebebiyle nesnel olarak komünizme ihanet etmekten de kurtulamamışlardır.
Yıllardır bu ihaneti, korkudan değil, takiyecilikten ve makyevelizmden dolayı yaptıkları ise artık tescillenmiş bir durumdur.
Türk ve Kürt komünistlerinin emekleri ve ödedikleri bedeller üzerine inşa edilmiş olan anti-komünist Kürt siyaseti, hedef şaşırtma görevi üstlenerek, Türkiye’deki ve Kürdistan’daki devrimci kitle tabanının sisteme zorla entegre edilmesi politikasında önemli bir payanda ayağı olmuştur.
Birde bunun üzerine liberal tasfiyeci çizgi legal alanda güçlenerek komünizm davasına daha da çok nasıl ihanet ederiz yarışı içine girmiş, bu süreçte sistem tarafından önü açılan (güncel bağlamda) “DEM çizgisi”, tıpkı “CHP çizgisi” gibi sistemi ayakta tutan bir basınç pompası işlevi rolü üstlenmiştir.
Bu sayede Kürt ve Türk komünistlerinin kitle içerisindeki hatırı sayılır gücü ve özellikle 80 öncesindeki popülaritesi yerle bir edilerek sosyalizm mücadelesi önemli bir ölçüde sekteye uğratılmıştır.
Yedek lastik politikası ihanetçi kesimlerin yıllardır süre giden temel politikası ola gelmiştir.
“Ya Türkçüsün ya Kürtçüsün” denilerek ya da “biri olmaz ise diğer taraftasın” denilerek komünistler zorla kimlik siyasetine angaje edilmeye çalışılmıştır. Başka bir deyişle, komünistler kimlik siyasetinin payandası haline getirilmek istenmiştir. Bu payanda haline getirme politikası “düşman kardeşler” olan Kürtçü-temsiliyetizm ve Türkçü-temsiliyetizm eliyle gerçekleştirilmiştir.
Eskimiş minoktokratik dünyadan günümüze bir kambur olarak kalan UKKTH programı karşısında yeni nesil protekyan komünistler somut dünyanın somut tahlilini ve bilimsel analizini yaparak bu programın tümüyle terk edilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir. Proletaryalistler ise değişen dünya karşısında somut durumun somut tahlilini yapamamanın bedelini başta “ulusal sorun” olmak üzere her türden kimlik siyasetine payanda olarak ödemekten de ne yazık ki kurtulamamışlardır.
Kaldı ki; komünistler hiçbir zaman bireysel terörizmi ya da bireysel terör eylemlerini savunmamışlardır. Dolayısıyla, komünistler bireysel terör eylemlerini de devrimci eylemler olarak hiçbir zaman lanse etmemişlerdir.
“Devrim zor yoluyla olur” tespitinden hareketle, komünistler asla zor kavramını bireysel terörizme endekslenmiş bir şekilde kullanmamışlardır. Burada ki zor kelimesi “kitlelerin/halkın/milletin zoru” manasında kullanılmaktadır. Kitlelerin zor yoluyla sistemi devirme tercihini “zor” kavramına oturtan komünistler, hiçbir zaman bireysel terörizm eylemlerini zor kelimesini deforme ederek destekleme politikası da gütmemişlerdir.
Marx ve Engels’in “anarşistlere” karşı çıkmasının en temel nedeninin bu bireysel terörizm eylemleri olduğunu bilmeyen yoktur. Örneğin, Çin’de Mao; asla bireysel terörizm eylemlerini desteklemeyerek, “kızıl yürüyüş” taktiği ve stratejisi ile birlikte kitlelerin devrim yapmasının önünü açarak, kitlelerin devrim ve zor yoluyla yeni bir sistem inşa etmesinin zeminlerini yaratarak, en azından zorun kitlelere dayanması gerektiğini gözler ��nüne sermiş, bir kere daha bu gerçeği herkese gösterebilmiştir.
Hal böyleyken; “Kürt hareketi” en başından itibaren devrimci bir programa sahip değil iken, komünistlerin bir taktik sorunu olarak gördüğü UKKTH'yi sistemle birlikte çok güzel kullanarak, bu barutu tükenmiş eski püskü komünistlere kakalayabilmesi ve yutturabilmesi, çağ dışı kalmış proletaryanist-görüşlerin ve kimlikçi-tiplemelerin aşılamamış olmasından kaynaklanmıştır.
Bu ihanetçi çizgi “devrimci zor” kavramını “düellocu mahalle kabadayılığına” ve kitlelerden kopuş “kinci-intikamcı terörizme” dönüştürerek, sistemle birlikte kitlelerin devrimci zor tercihini seçme olasılığını gerçekte tasfiye etmiştir. Böylelikle sistem bu zaaflardan yararlanarak kendisini daha otokratik ve totokratik bir konuma getirebilmiştir. Bu sayede “terör”, “terörizm”, “terör örgütü” gibi (egemenlerin ağzından düşürmediği) söylemler sistemin ve temsiliyetist-siyasetin asıl besin kaynağı haline de gelebilmiştir.
Bunda bilinçli ya da bilinçsiz olarak rolü, suçu ve günahı olanlar bugün artık konuşsalar da bir anlamı yoktur. Keza gerçekler apaçık ortadadır.
Konuşmak isteyenler de öncelikli olarak bilimsel özeleştirilerini komünistlere yakışır şekilde yapsınlar, bir şey bilmiyorlarsa da, “biz kandırıldık” diye düşünüyorlarsa da, adam gibi bilimsel eleştiri yapanların yanında durmasını da bilsinler!
Ya sistemin yanındasındır ya sistemin karşısındasındır!
Hem Kürtçü-temsiliyetizmin yanında olup hem de sistemin yanında olamazsın!
Hayat sana başka seçenek sunmaz!
Sen kendi seçeneğini yarattıkça, komünizm kimlikçi siyaset üzerinden değil, kimliksizlik siyaseti üzerinden daha da güçlü bir politika olarak var olacaktır.
Protekya komünistlerinin gözünde Kürt-glokalizmi tıpkı Türk-glokalizmi gibi glokal-emperyalist politikaların payandasıdır. Türk-glokalizmi de Kürt-glokalizmi de daha ötesi olamaz. Türk-glokalizmine ve Kürt-glokalizmine payanda olmak glokal-emperyalizme de payanda olmak demektir.
Bu ölçekte ihanetçi-tasfiyeci çizgi komünizmin anti-kapitalist ve anti-emperyalist olma programını çoktan terk etmiş durumdadır. Bu çizgiye payanda olunacak diye yeni yeni şeyler uydurmaya yeni yeni “teorik ve ideolojik icatlar” yapmaya da gerek yoktur.
Hakikat tektir. Doğru sonuç yalnızca doğru zeminden ve pratikten çıkabilir!
24.11.2024
Serhat Nigiz
0 notes
yenicagkibris · 11 days ago
Text
Bilinmeyen ülke I İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti - Kavel Alpaslan
Lisede önümüze koyulan tarih kitaplarında uzun uzun ‘Sovyetler Birliği’ndeki Türki halkların nasıl asimile edilmeye çalışıldığı’ anlatılır. Zihinsel gelişimleri bu kitaplardan bir adım öteye gidememiş tarihçilere göre ‘komünistler nice halkın dilini yasaklayıp kültürlerini ayaklar altına aldı’. Farklı dillere karşı en ufak bir geri adım atmayanlar için iddialı sözler… Sadece Türkiye’deki değil;…
0 notes
benimpencerelerim · 8 months ago
Text
AHLAKIN SOSYOLOJISI
Ahlakın Sosyolojisi
Tumblr media
BESİM F. DELLALOĞLU
14 Nisan 2022
Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır.  
Ahlaksız insan olur mu? Ya ahlaksız toplum? Bu tür sorulara cevap vermek kolay değildir. Zorluk, cevap bulmanın zorluğundan kaynaklanmaz. Öznenin kendini dâhil etmediği bir dünya için nesnel bir yargıda bulunmasının bizatihi kendisinin ahlaksızlık içermesidir asıl mesele. Dolayısıyla ahlak sorumluluktur. Kendi halinden, toplumun halinden, dünyanın halinden duyulan bir sorumluluk.
Genellikle ahlaksız insan ve ahlaksız toplum olmayacağını düşünürüz. Aslında pek de yanlış değil gibi gözükür bu değerlendirme. Çünkü eninde sonunda, iyi kötü, doğru yanlış herkesin bir ahlakı vardır. Herkes kendine göre bir ahlak evreni içinde yaşar. Ancak belli bir ahlak kavramına sahip olmak, belli bir ahlak evreninde yaşamak bir insanı, toplumu otomatikman ahlaklı yapar mı? Bence yapmaz. Çünkü meselenin ahlaklı olunup olmamasından öte, bir de sahip olunan ahlakın kalitesi sorunu vardır. Bunu tartışabilmek ise hiç de kolay değildir.
Ahlak ve Ahlakçılık
Sorumluluk içermeyen bir ahlakın ahlakçılığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Ahlakçılık ise ahlak sahibi olmayı gerektirmez. Yani bir tür sorumsuzluk ahlakıdır ahlakçılık. Ahlakçılığın nesnesi, konusu hep başkalarıdır, ötekilerdir. Ahlakçılık başkalarının olmasını istediğimiz haldir ve toplumsal iktidar ağından beslenir. Ahlakçılık çoğu zaman çoğunluğun azınlığa olan baskısıdır. İşte tam da bu nedenle ahlakçılık aslında ahlak-sızlıktır. Ahlakçılık, öznenin kendisiyle eşit görmediğine yönelttiği bir dayatmadır.
Tek kişilik bir dünyada ahlak olur mu? Aslında hayır. Doğayı, diğer canlıları ve Cuma’yı saymazsak Robinson Crusoe için ahlak ne kadar geçerlidir? Bu son cümleyi içerebileceği bütün ahlak-sızlık risklerini göze alarak yazıyorum. Meramım beşerî bir evrende ahlaka işaret edebilmek. Bu anlamda ancak iki kişilik bir evrende ahlaktan söz edebiliriz. Çünkü ahlak diğerlerine yönelik sorumluluğumuzdur. Ahlak her birimiz için ötekilere yönelik davranışlarımıza dairdir. Elbette bu ötekilere tüm diğer canlılar ve hatta doğa da dâhildir. Ahlakı, hatta giderek hukuku bir mecburiyet haline getiren aslında toplumsal hayattır. Ötekilerin varlığıdır.
Ahlak kendimize yöneltmemiz gereken bir dayatmadır. Başkalarına değil. Ahlak bir özeleştiridir. İlkelere sahip olmak ve onlara uymaktır. Öz-erklik, yani otonomi tam da budur. En azından bu noktada artık Kant’a bir şapka çıkarmanın vakti geldi sanırım! Ama genelde pek çokları tam tersini düşünür ve yaşar. Özerklik, özgürlük, bağımsızlık bazı zihinlerde birbirine karışır. Özerk birey kendine özgü ilkeleri olan ama aynı zamanda onlara mümkün olduğu kadar uyan kişidir. Pek çokları bunun ikinci kısmını biraz hafife alır. Hatta bu ilkeleri kendine uygulamak yerine başkalarından hesap sormak için kullanır. Bu nokta tam da ilkelere sahip olmanın tek başına ahlaklı olmaya yetmediğini kanıtlar. İlkelere sahip olmak ama onları başkalarına uygulamak daha önce ifade ettiğim gibi ahlak değil ahlakçılıktır.
Teist, deist, ateist, agnostik, seküler, laik olmak ahlaklılık/ahlakçılık/ahlaksızlık ekseninde hiçbir şeyi garanti etmez ya da dışarıda bırakmaz. Bu beş sıfatı kendim kabullendiğim için değil, yaşadığım toplumda kendini öyle ifade edenler olduğu ve onlara ahlaki saygım nedeniyle kullanıyorum. Teist olmak ahlaklı olmayı garanti etmez. Ateist olmanız otomatikman ahlak-sız olduğunuz anlamına gelmez. Her tercihin ahlaklı, ahlakçı, ahlak-sız formları mevcuttur tarihsel olarak. Yaklaşık 57 yıldır bu hayatın içindeyim. Kişisel tecrübelerime göre şunu net bir biçimde ifade edebilirim: Benim tanıdığım komünistler, sosyalistler genel ortalamada İslamcılardan çok daha ahlaklılardır. Türkiye’de. Ama dediğim gibi bu söylediğim benim tecrübemdir. Bunun evrensel olduğunu iddia edemem. Bu, ahlaksız ateistler, ahlaklı teistler olmadığı anlamına da gelmez. Söylediklerim ancak belli bir zaman ve mekânda, belli öznel tecrübe açısından geçerlidir.
Komünist ve sosyalistler içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre daha düşük, diğer dördünün ise daha yüksek olduğunu ileri sürmek sanırım fazla iddialı bir önerme olmaz. Aynı şekilde İslamcılar içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre diğer dördüne göre çok daha fazla olması gibi. Bir teist için çoğu zaman öyle gözükse de deist, ateist, agnostik, seküler ve laik aynı şey değildir. Bunların hepsinin kendilerine göre bir ahlak anlayışları vardır. Ancak her birinin ahlak anlayışı diğerine göre ve özellikle de teiste göre farklılaşabilir.
Ahlakın İdeolojisi Yoktur
Ayrıca genel ya da en azından geniş bir insanlık mefhumuna sahip olamayanların bir ahlaka sahip olmaları da zordur. Çünkü mahalli, yerel, ideolojik ahlak olmaz. Ahlakı sadece kendi ideolojisinden olanlardan ibaret bir evren için geçerli sayan biri aslında çok özel bir biçimde ahlak-sızdır. Kendi köyünden, dininden, mezhebinden, ideolojisinden, hayat biçiminden olmayana her şeyi reva gören de ahlak-sızdır. Kendisi dürüst olmadan herkesten dürüstlük bekleyen, kendisi demokrat olmadan toplumdan demokrat olmasını uman ahlak-sızdır. Kendi hırsızlığını başkalarının hırsızlıklarıyla meşrulaştıran da ahlak-sızdır. Başkalarının giydiklerini veya giymediklerini ahlak konusu yapmak ahlak-sızlıktır. Örneğin, sürekli olarak kadınlar hakkında yargılayıcı bir şekilde konuşan bir erkek genellikle ahlak-sızdır.
Ahlak ilkeseldir. Kategoriktir. Vicdansaldır. Ahlakın ilkesi tek kişilik bir dünyada, uygulaması ikinci kişiden itibaren gündeme gelir. Ama bütün bunlar ahlakın aynı zamanda tarihsel, sosyolojik, hatta sınıfsal bir boyutu olduğunu göz ardı etmemizi gerektirmez. Aç olana, garibana ahlak sorulmaz. Bu anlamda ahlakın bile toplumsal, ekonomik konfor talep eden bir yanı vardır. Zenginler genellikle ahlak-sızdır. Sadece zenginliklerinin kökenindeki muhtemel ahlak-sızlıklar yüzünden değil. Daha çok içinde yaşadıkları toplumun, dünyanın içerdiği sefalete rağmen geceleri rahat uyuyabildikleri için. Komşuları açken, tok ve rahat uyuyabildikleri için. Sorumsuzlukları için. Aslında dünyanın mevcut halinden fakirlere göre daha fazla sorumlu olmalarına rağmen…
Ahlak-sız Toplum
Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır. Gelir dağılımı eşitsizliği sadece iktisadi bir mesele değildir, aynı zamanda bir ahlak sorunudur.
Bir toplumda aşırı siyasallaşma, kutuplaşma var olan ahlakı da çürütür. Çünkü ahlaki ilkeyi uygulamayı layık bulduğunuz beşerî evren daraldıkça ahlaki evren de daralır. İyi olmayı sadece ailenize, yakın arkadaşlarınıza, partidaşlarınıza layık görüyorsanız ahlaktan tamamen kopmuşsunuz demektir. Bir toplumda iyilik ve kötülük ideolojik olarak kataloglanıyorsa o toplumda ahlak yoktur.
Ahlak içselleştikçe vicdan gelişebilir. Yerleşik toplumsal normların çerçevesini aşamamış bir ahlak ortamında bireysel vicdana, hatta toplumsal vicdana gerek yoktur. Bu durumda aslında bireye de gerek yoktur. Aslında böylesi bir sorumsuzluk ortamında suçun, günahın da bir anlamı kalmaz. Hukukun varlığını tescil eden kanunların varlığı değildir, sorumlu ve vicdanlı yurttaşların varlığıdır.
Sonuç olarak, ahlak üzerine konuşmak kolay, hatta cezbedici ama ahlaklı olmak zordur. Çünkü ahlak ahkâm kesmekle ilgili değil, eylemle ilgilidir. Sürekli ahlak üzerine konuşanlar genellikle en ahlaklı olanlar değildir. Ahlak üzerine konuşmaya başladığınızda, ahlakın dışına çıkma riskiniz yüksektir. Ahlakçılığa düşmeden ahlak üzerine fikir beyan etmek de oldukça zordur. Son paragrafta yapılan bütün değerlendirmelerden bu satırların yazarı da azade değildir. Ancak en azından ben bu sorunun farkındayım. Ahlak üzerine yazarken kendimle de mücadele ediyorum. Ama bu dünyada genelde ahlakın yanından geçmemiş ahlakçılar hükümran.
0 notes
militankaos · 8 months ago
Note
Anarko komünistler okul gibi yerler hakkında ne düşünüyor? Anarko komünistlerden bahseder misin bilmiyorum da
Birkaç gündür müsait olamıyorum, ondan şimdi cevap verebiliyorum. Şimdi okul gibi yerler bireylerin yıllarca haftada beş gün, neredeyse günün yarısını geçirdikleri bir mekandan ibaret. Yıllarca, ömürlerinin neredeyse yarısına denk olan bir süreç. Zorunlu eğitim konusu başka bir sohbetin konusu olsun fakat şunu söyleyebilirim ki, kişi eğitim almak istediği sürece bir şeyler öğrenebilir. Edebiyat düşünen gence türev, integral aşılamaya çalışmak balıktan uçmasını beklemek kadar saçmadır. Tabii ki toplumda, toplumu refah kılan en önemli unsurun eğitim olduğunu düşünüyorum. Ama bu eğitim zorunluluktan ve herkese tek tip eğitim vermekten çok uzak. Okullar herkese tek tip öğrenim şekli sunuyor. Oysa herkesin öğrenme kapasitesi ve öğrenme biçimi farklıdır. Okul bittiğinde kişiler, neye ilgi duyduklarını, neyi nasıl daha kolay öğrenebildiklerini bilmiyorlar. Okullarda da ceza-ödül sistemi var ve bu sistemin ne kadar kusurlu olduğunu birçok kez dile getirdim. Öğrenmek, gerçekten öğrenmek için olmalı. Geçer not almak için ezberlemek, öğrenmek sayılmaz. Okullar, kişileri bilgili göstermek amacıyla düzenleniyor. Kişileri gerçekten bilgili kılmak amacını benimseyemiyorlar. Ve hemen hemen her yerde olduğu gibi okullarda da hiyerarşik bir yapı mevcut. Öğrenciler öğretmenlerin, öğretmenler müdürlerin tahakkümü altında. Böyle bir sistemde bir şeyler öğrenebilmek daha zor hale geliyor. Bu yüzden bu düzendeki "okul" kavramını kusurlu buluyor, eğitimin sadece okullarda, üniversitelerde değil, tüm toplumda olması gerektiğini savunuyorum.
0 notes
doriangray1789 · 11 months ago
Text
İKİ YÜZLÜ BATI ( mı ? )
İRANLI AKTİVİSTLERE "nobel barış" ÖDÜLÜ (daha önce neredeydiniz iran devrimi 1979 yılında oldu. İranlı komünistler bir araya gelerek, “Tudeh (Kitleler) Partisi”ni kurdular. Tudeh Kurtuluş Konferansı 29 Eylül 1941’de Tahran’da Süleyman Muhsin İskenderî’nin liderliğinde düzenlendi. Parti “Gerici diktatörlüğe karşı özgürlükten yana tüm sınıf ve katmanların birleşik mücadelesi ” sloganını öne çıkardı. 1983’te yasa dışı ilan edilen Tudeh’in hapse atılan ve öldürülen birçok üyesi arasında deniz kuvvetleri komutanı ve çeşitli üst düzey askerî kumandanlar bulunuyordu. Siyasî tutukluların yargılanma ve idamları 1988’e kadar devam etmiştir. Bu yıllardan sonra Tudeh ve diğer solcu gruplar İran’daki varlığını yitirmiştir. Şah, koltuğunu Humeyni'ye bırakacağını bilseydi soğuk savaş yıllarındada Tudeh'e bunu yapar mıydı? ya da Afganistan'da Halk Partisi iktidarı aldığında, Afgan Kralı, zamanında ABD'nin baskısıyla açtığı medreselerde yetişen talebelerin, -TALEBAN adıyla, ülkeyi getirdiği noktayı görse! o medresleri açarmıydı? başka bir durumda Pakistanda Ziya Ülhak darbesi!? yeşil kuşağın örülmeye başladığı o yıllar... bizdeki Kenan Evren darbesi gibi.... ülkedeki "sol" un - ki kendilerinde de büyük hatalar var- durumu ortada... neyse efendim bunlar çok uzun hikayeler.... Bu Nobel Barış ödül daha önce Henry Kissinger'a da verilmişti.Siz anlayın artık.. şahsen bana verseler istemem "- ulan ben NATO NUN SOĞUK SAVAŞ artığı ideolojisine hangi hizmeti yaptımda kelebek ödüllerine dönen bu ödülü bana layık gördüler" diye düşünürüm... Neyse efendim BATININ İKİ YÜZLÜLÜĞÜNÜ TÜM ANTİ EMPERYALİST KEMALİSTLER - ATATÜRKÇÜLER BİLİR YA DA BİLMEK ZORUNDADIR (tıpkı, hedef gösterilen batıdan kastın batı hayranlığı olmadığını bilmesi bilmek zorunda olması gibi) ŞİMDİ ÇUVALDIZI KENDİMİZE BATIRALIM
Tumblr media
ÖNCE BİR GAZ VERİLDİ
👉batı bizi, bütün bir asyayı, afrikayı, latin amerikayı, dünyanın lanetlilerini, hepimizi yüzyıllardır sömürendi, geri bırakandı, kültürünü unutturup kendisine yabancılaştırandı, asimile edip kendi kültürünü ve dilini zorla dayatandı. zayıflıktan kemikleri sayılan afrikalı çocukların yüzüne konan sinekti batı, ırak'ın tepesine yağan bombalardı, ruanda'da akan kandı, bosna'ya seyirci kalandı. brezilya favelalarındaki sefaletin adıydı, vietnamlı çocuğu yakan napalm bombasıydı, filistinli çocukların bitmeyen gözyaşlarıydı. daha yüz yıl önce bizi işgal edendi batı, dünyaya adalet ve barış dağıtan imparatorluğumuzu dağıtıp üstümüzde tepinendi. bize bütün yaşattıklarının üstüne bir de utanmadan insan hakları, demokrasi filan gibi şeylerden bahsedendi, bizi maddi manevi aşağılayandı. elimizdeki her şeyi alıp bize hamburger yedirendi, tüm sefaletimizi unutturmak için bize filmlerini izletendi, bir de arsızca bu filmlerde kendisini kahraman gösterendi. daha da kötüsü, bize ezikliği öğretip kendisine özendirendi, her şeye rağmen onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yaşamak istememizi sağlayandı. hatta milyarların hikayesiydi aslında. onca nefretimize rağmen yine de onlara özeniyor, onların seviyesine çıkmak ve hatta geçmek istiyorduk, yüzyıllardır biriken bir öfkeyle yetişen kindar nesiller olarak onlardan intikamımızı alacağımız o adalet gününü hasretle bekliyorduk !!?? bekledikçe öfkemiz daha da bileniyor, daha da katmerleniyordu; - ulan birisi gelsede 21 sene onu seçsek oda batının aq - diyen bi kitle bile yaratıldı ... filmlerde onların mutluluğunu gördükçe, umursamazca dans ettiklerini izledikçe kinimiz gitgide mükemmelleşiyordu. dönüp kendimize baktıkça içimiz eziliyordu hep; kendi filmlerimizi beğenemiyor, kendi geri bırakılmışlığımızı sindiremiyor, kendimizi sevemiyorduk. bir şeyleri iki saatliğine olsun unutmak, oyalanmak için futbol izleyelim desek, ingiltere'den her maçta sekiz tane yiyorduk. bari burada onlar kazanmasın diye brezilya'yı, arjantin'i tutuyorduk hep. ne üretim, ne teknoloji, ne savaş, ne bilim, ne sanat, ne spor, hiçbir alanda onlarla baş edemiyorduk; onlar gibi film çekemiyor, onlar gibi top oynayamıyor, onlar gibi özgürce sevişemiyor, hayattan onlar gibi tat alamıyorduk.... bizimki gibi ülkelerde islamcılıktan solculuğa, solculuktan islama geçişler neden görece daha kolay ve yaygın oluyor? şu an bu durumu kavrarsan islamcıların avrasyacı/ulusalcı kesimle birçok konuda yan yana durması da daha anlaşılır oluyor. "islamcıyken, tutunacağınız tek dal olan ahlaka sarılıyordu, her şeye rağmen onlardan daha vicdanlı, daha ahlaklıydı."kazanmak kirlidir, kaybedelim insan kalırız." varsın dünya onların olsundu" sosyalist devrime inaninca da intikam günü ahiretten çıkıp bu dünyaya döndü. şimdilik kazananlar onlardı, ama elbet bir gün bizim günümüz de gelecekti. tüm ezilenlerin, tüm lanetlilerin yerinden doğrulacağı, dünyaya adaletin hükmedeceği o kutlu gün elbet gelecekti" demi??
bütün bu eskatolojik kurtuluş, diriliş, yeniden doğuş teolojisinin dünyanın köşe bucağında kalan, kapitalizmin çeperinde sürünen milyarlar açısından türlü çeşit dini veya seküler formla kendisine yer bulması, islam dünyasından tut çin'e kadar bütün kıyı coğrafyalarda kök salması şaşırtıcı değil elbette. insan vicdanı, underdog olan tarafı tutuyor tabi hep, zayıf olanın, güçsüz olanın kazanmasını istiyor bir noktada. rocky gibi imkansızlıklarla mücadele edip, kendisinden iri olan rakibini yenen kahramanların hikayelerini seviyoruz en çok. birkaç yıl önce kanaat getirdim ki, bizi en çok zehirleyen şey, bizzat bu batı düşmanlığıdır sayılan zulümlerin, adaletsizliklerin hepsinin hakikat temeli var, ancak üstüne eklenmiş ve doğrudan nedensellik kurulamayacak bir ton edebiyatla birlikte, bize köstekten başka bir anlam ifade etmiyorlar artık. her şeyi basitçe açıklayıp, bütün sorunlarımızı unutup, bütün suçu kendimizden başka atacak bir sorumlu bulmamızı sağlıyor bu edebiyat; neden yerlerde süründüğümüzü bize kırıcı olmadan açıklıyor, gururumuzu yerden toplamamıza ve başımızı dik tuttuğumuzu sanmamıza imkan tanıyor. kapitalizm dünyaya hakim olmadan önce de hiçbir coğrafyada ne adalet, ne barış, ne özgürlük, ne üretim, ne de refah vardı. .ÇÜNKÜ HERYERDE HAKİM OLAN YİNE İNSANDI.İNSAN DEĞİŞİRMİ? daha da ötesi, bu kavramların içeriğini bile büyük ölçüde batı doldurdu aslında. daha önce eşitlik ve kardeşlikle el ele tutuşup dans ederek yaşamıyorduk, birileri gelip mutluluğumuzu elimizden almadı, saksımızı kırıp soğanımızı çalmadı. bilakis, ortada hiç özlem duyulacak bir geçmiş yoktu. köleliği gayet içselleştirmiş, kadını insan saymadan, muazzam bir cehalet içinde hurafelerle yaşayıp gidiyorduk. bunları kabul etmek zor geliyor evet, afrika'da pek çok yerde kölelikten tut insan kurban etme adetinin, yamyamlıktan tut türlü çeşit saçma sapan büyü ve hurafe ile işlenen vahşetlerin büyük ölçüde batı dominasyonundan sonra ortadan kalktığını öğrenmek istemiyoruz. bizdeki köleliğin de ingiliz baskısıyla ortadan kalktığını kabullenmek incitici bir duygu. bütün bu eziyet dolu batı sömürge tarihinin ilginç çelişkileri üzerine kafa yormaktansa, kendimizi sürekli mağdur hissetmeyi tercih ediyoruz. hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı,yargı bağımsızlığı,ifade ve basın özgürlüğü, idarenin şeffaflığı, rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi, kamu ihale sisteminin şeffaflığı,vb. insanın özgürlük ve refah standartlarını belirleyen her ne varsa sadece batıda mi var? yoksa SEN HALK OLARAK ELİNDEKİ GÜCÜN FARKINDA DEĞİLMİSİN? rekabet hukukundan tut kişisel veri hukukuna kadar her şeyi hala batıdan ithal ediyoruz, onlardan öğreniyoruz, yarım yamalak uygulamaya çalışıyoruz, yarım yamalak haliyle yaşamaya çalışıyoruz. ifade özgürlüğünden tut kadına karşı şiddetin önlenmesine kadar hemen her konuda yaptığımız bir gıdım katkımız var mı? hiç bir şeyi beğenmiyorsun peki senin insanlığın ilerlemesine katkın var mı? batı ikiyüzlü de, bizim samimiyetimiz paçalarımızdan akmıyor
Tumblr media
4 notes · View notes
haytaogluyunus · 11 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ  ŞEHİT YUNUS ŞAHAN
ŞEHİT OLDUĞU TARİH: 01 OCAK 1980 ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: ESKİŞEHİR
DOĞDUĞU YER: ESKİŞEHİR MESLEĞİ: ÖĞRENCİ 22 yaşındaydı. 20.10.1958 doğumluydu.  Babası çalışmak için yurt dışına gitmişti. Birkaç yıl sonra oğlu Yunus’la eşini de yanına almıştı.  Daha sonra babasından izin alarak memleketine döndü. Yurduna döndüğünde Ülkücü mücadele içinde yer almıştı defalarca saldırıya uğradı. Babası izne geldiğinde durumu görmüş onu beraberinde götürmek istemişti. Yunus bunu kabul etmedi. Yunus’u bir defa daha sıkıştırdılar. Onu vurmak istediler. Ama silah ateş almadı. Yunus ellerinden kurtuldu. Bu olaydan bir hafta sonra tekrar denediler ve….
OLAY GÜNÜ:  24.12.1979 Tarihinde komünistler Yunus’u sıkıştırdılar. Aralarından bir tanesi silahını çekerek ateşledi ama Takdir-i İlahi silah ateş almadı.. Bundan istifade eden Yunus olay yerinden uzaklaştı. Bu olaydan bir hafta sonra, Yenidoğan mahallesi Ali Rica Caddesinde kurulan Salı Pazarında DEV-SOL militanları bıçakla saldırdı. Ağır yaralan ülküdaşımız hastaneye kaldırıldı fakat doktorların ihmali sonucu kan kaybından şehit oldu.
ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM
 ÖNEMLİ NOT: ŞEHİTLERİMİZLE İLGİLİ ELİNDE BİLGİ, RESİM OLAN VARSA YA DA DÜZELTİLMESİ GEREKEN BİRŞEY VARSA LÜTFEN BANA ÖZEL MESAJDAN YAZSIN. TEŞEKKÜRLER
0 notes
besinhaberajansi · 1 year ago
Text
İBRAHİM KAYPAKKAYA: ŞEYH SAİT MESELESİNDE DEVLETİ DESTEKLEYEN ‘KOMÜNİSTLER’ TÜRK MİLLİYETCİSİDİR!
http://dlvr.it/T02NFx
0 notes
entelektia · 1 year ago
Text
Nazi Almanyası'nda Yahudi Soykırımı
Tumblr media
Nazilerin ırkçı ideolojisinin acı verici sonuçlarından biri olan Yahudi Soykırımı, 20. yüzyılın en karanlık dönemlerinden biridir. Hitler ve Nazi rejimi, Yahudilere yönelik sistematik soykırımı planlamış ve uygulamıştır. Bu blog yazısında, Nazi Almanyası'nın neden ve nasıl Yahudi soykırımına giriştiğini anlamaya çalışacağız. Nazilerin Irk İdeolojisi Nazi lideri Adolf Hitler'in öncülük ettiği Nazi Partisi, ırkçı ideolojisi ile tanınmıştır. Hitler, insanların ırksal özelliklerinin, karakterlerinin ve yeteneklerinin doğuştan geldiğine inanıyordu. Naziler, ırklar arasında üstünlük ve aşağılık kavramlarına dayalı olarak bir hiyerarşi oluşturmuşlardı. Alman "Aryan" ırkını diğer ırklara üstün görmüş ve bu inanç, soykırımın temelini atmıştı.Nazi ideolojisi, Charles Darwin'in evrim teorisinin yanlış bir yorumunu temel alarak, "en güçlünün hayatta kalması" ilkesine dayanıyordu. Naziler, ırklar arasındaki mücadeleyi doğal bir fenomen olarak görüyor ve bu nedenle savaşları, fetihleri ve soykırımı meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Nazi Zulmünün Kurbanları Nazi rejimi, ırk ideolojisinin bir sonucu olarak belirli gruplara karşı yoğun bir zulmü başlattı. Bu hedeflenen gruplar arasında Yahudiler öne çıksa da, Nazi zulmü diğer birçok masum insanı da etkiledi. Yahudiler Naziler, Yahudileri ana düşman olarak gördüler ve onları "ırksal düşman" olarak tanımladılar. Nürnberg Yasaları ve Kristal Gece gibi antisemitik politikalarla başlayan zulüm, sonunda toplama kampları ve soykırıma dönüştü. Altı milyon Yahudi, Nazi zulmü sırasında hayatını kaybetti. Romanlar (Çingeneler) Nazi rejimi, Romanları da hedef aldı. Romanlar, ırksal temizlik politikalarının bir parçası olarak toplama kamplarına gönderildi ve büyük bir kısmı öldürüldü. Romanların acımasızca aşağılanması ve soykırıma uğraması, Nazi zulmünün geniş kapsamlı doğasını gösteriyor. Engelli Bireyler "Nazi ırk bilinci" çerçevesinde, engelli bireyler de hedeflenen gruplardan biriydi. T4 Programı adı verilen ötenazi programı, fiziksel veya zihinsel engelli bireyleri "yaşamaya değer" bulmayan Naziler tarafından öldürülmeleri için tasarlanmıştı. Polonyalılar Polonyalılar, Nazi işgali sırasında yoğun bir şekilde hedef alındı. Nazi rejimi, Polonya'nın topraklarını ele geçirme amacıyla kitlesel sürgün, toplama kamplarına gönderme ve infaz gibi yöntemlere başvurdu. Polonyalılar, Nazilerin ırk politikalarının kurbanları arasında yer aldı. Sovyet Savaş Esirleri Naziler, Sovyet savaş esirlerini savaş suçlarına dayalı ırkçı nedenlerle hedef aldı. Binlerce Sovyet savaş esiri, açlık, işkence ve öldürme yoluyla öldü. Nazi ırk ideolojisi, Sovyet savaş esirlerini insanlık dışı koşullarda tutmaya ve öldürmeye itti. Afrika Kökenli Almanlar Nazi rejimi, "Aryan" ırkının saflığını koruma amacıyla, Afrika kökenli Almanları da hedef aldı. "Rassenschande" yasaları, Almanlar ile Afrika kökenli bireyler arasındaki evlilikleri ve ilişkileri yasakladı, bu da ırksal temizliğin bir parçasıydı. Siyasi Muhalifler Naziler, siyasi muhalifleri de hedef aldı. Komünistler, sosyalistler, liberaller ve diğer politik muhalif gruplar, Nazi ideolojisine karşı çıktıkları için tutuklandı, işkence gördü ve öldürüldü. Yehova Şahitleri, Homoseksüeller ve Asosyal Bireyler Naziler, toplumlarındaki normlara uymadığı gerekçesiyle Yehova Şahitleri, homoseksüeller ve "asosyal" olarak etiketledikleri bireyleri de hedef aldı. Bu gruplar, Nazi rejiminin ırksal temizlik politikalarına direndikleri için zulme uğradı. Soykırımın Uygulanması Nazi rejiminin soykırım politikası, Nürnberg Yasaları'nın Yahudilere yönelik ayrımcılığından başlayarak sistematik bir şekilde ilerledi. Kristal Gece'nin şiddetinden gettolara ve toplama kamplarına kadar, hedeflenen gruplara yönelik zulüm aşamalı olarak arttı. Toplama kampları, özellikle Auschwitz, Sobibor ve Treblinka gibi ölüm kampları, milyonlarca insanın kitlesel gaz odalarında öldürüldüğü kara bir dönemi temsil eder. T4 Programı ile engellilerin hedef alınması, insanların ötenazi yoluyla öldürülmesiyle birlikte Nazi zulmünün vahşetini daha da derinleştirdi. Hızlandırılmış Soykırım stratejisi, II. Dünya Savaşı sırasında en karanlık dönemini yaşadı; gaz odaları ve insan deneyleri, insanlık dışı zulmün diğer karanlık yüzlerini oluşturdu. Nazi rejiminin köle emeği sistemini kurarak zorla çalıştırılan Zwangsarbeiter'lar, ağır koşullarda insan hakları ihlallerine maruz kaldı. Nazi soykırımının bu acımasızlığı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir vahşeti ve ırkçılığın insanlığa nasıl felakete yol açabileceğini gösterir. Holokost, insanlık tarihinde unutulmaz bir leke olarak kalmıştır. Nazi Almanyası'nın ırkçı ideolojisi ve soykırımı, insan haklarına, eşitliğe ve hoşgörüye vurgu yapmak adına bugünkü dünyada önemli dersler sunmaktadır. Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele, bu karanlık dönemin hatıralarını canlı tutarak, insanlığın daha aydınlık bir geleceğe doğru ilerlemesine katkı sağlayabilir. Bir daha ki sefere görüşmek üzere. Read the full article
0 notes
serguzest · 1 year ago
Text
Ulan Semih
Semih, şair bir arkadaşımızdı. Bu kafadan hafif tırlak dostumuzun muhabbetini çok severdik, ama açıkçası şiirleri pek bir halta yaramazdı. Malum, ülkede akıl-fikir ve sanat üreten her insanın sol düşünceyle bir bağlantısı var. Semih de böyleydi. Sosyalizmin içeriği ve teorik bilgisi yönünden zayıftı, o daha çok işin heyecan kısmını seviyordu. Bir barda memleketi kurtarmak, dünyanın öbür ucundaki direniş için şiirler yazmak, yürüyüşler, eylemler, sabaha kadar süren tartışmalar..
İspanya İç Savaşı, hepimizde heyecan yarattı. Dünyanın dört bir yanından gelen devrimciler, İspanya işçi ve köylüleri için, faşizme karşı savaşıyordu. Kimler yoktu ki aralarında, uzun saçlı aydınlar, inatçı komünistler.. Hemingway ve George Orwell..
Bizimki kafaya takmış, İspanya'ya gidecek. Türkiye'yi temsil eden tek aydın olarak... Kalıbımı basarım, tüm bunları, bir barda müthiş anılarını anlatabilmek için istiyordu. Bir kahramanlık öyküsü anlattıktan sonra, gömleğini sıyırır ve insanlara, kolundaki yara izini gösterir.. İsmi, Hemingway'in yanına yazılacaktı.
Savaşa gitmek istiyor, ama bizimkinde gereksiz bir heyecan ve endişe var. Höt desen üç metre zıplar.. Polisten, devletten korkar..
Bir devrimci arkadaşı, ona yardımcı olabileceğini söylemiş.. Eminönü'nden kalkan bir tekneyle önce Yunanistan'a gidecek, sonra kara yoluyla taa İspanya'ya..
İçinde panik ve endişe var ya, bir türlü karar veremiyor. Arkadaşı buna bir gün, diyelim salı günü, Eminönü'nden bir tekne kalkıyor, demiş. Parasını hazırlamış, sabah deli gibi alkol almış, zil zurna sarhoş, başka türlü çıkamayacak yola. Eminönü'ne gitmiş, limandaki tekneleri görmüş..
Bizim yarımakıllı, beyninde binbir endişe, teknelere doğru yürürken, yol üstündeki polisleri görmüş, kimlik kontrolü yapıyorlarmış. Bineceği tekneye doğru gidebilmek için, polis kontrolünden geçebilmesi gerek.  Panik olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Aslında korkmasa, hiçbir sorun yokmuş..
Heyecanla geri dönmüş, koşar adım uzaklaşmış. Evine geldiğinde, kalan şarabı da dikmiş kafasına, akşama kadar uyumuş..
Bunu sadece, bana anlatmıştı. Söz vermemi istedi, başka kimseye anlatmayacaktım. Sanat sepet taifesini pek bilmediğin için, sana anlatıyorum.
0 notes