#kardiyovasküler hastalıklar
Explore tagged Tumblr posts
Text
COVID Increases Your Risk of New-onset Type 2 Diabetes
COVID INCREASES YOUR RISK OF NEW ONSET TYPE 2 DIABETES In our quest for a comprehensive understanding of the consequences of COVID, we are well aware that this viral infection possesses a multifaceted nature, capable of impacting much more than just the respiratory system. COVID is not merely a contagious respiratory tract infection; It is now crystal clear that it is a multi-systemic disease…
View On WordPress
0 notes
Text
EKG Neden Çekilir? Kalp Sağlığında Elektrokardiyografinin Önemi
Elektrokardiyografi (EKG), kalp sağlığını değerlendiren temel bir testtir. Kalbin elektriksel aktivitesini kaydederek, kalbin normal fonksiyonlarını ve olası anormalliklerini tespit etmeye yardımcı olur. Kalp hastalıkları, dünya genelinde ölüm oranlarının yüksek olduğu hastalıklar arasında yer alır, bu nedenle erken teşhis büyük bir önem taşır. EKG, kalbin her atımında elektriksel impulsların nasıl hareket ettiğini kaydeder ve bu sayede kalbin çalışma düzenine dair önemli bilgiler sunar. Kalp ritmi bozuklukları, kalp krizi veya diğer kardiyovasküler hastalıkların teşhisinde EKG kullanılarak doktorlar, hastanın kalp sağlığını değerlendirebilir.
Kalp hastalıklarının semptomları genellikle belirgin olmayabilir, bu da hastaların sağlıklarını ihmal etmelerine neden olabilir. EKG, bu tür durumları erken aşamalarda tespit etmeye yardımcı olan bir yöntemdir. Aynı zamanda sporcuların kalp sağlığını izlemek, hipertansiyon gibi durumlardan kaynaklanan kalp sorunlarını saptamak ve bazı kalp hastalıklarının tedavi sürecini izlemek için de EKG kullanılır. EKG'nin rutin kullanımı, kalp hastalıklarının yayılmasını önlemek ve tedavi süreçlerini başlatmak için kritik bir öneme sahiptir.
Bunun yanı sıra, EKG çekilmesi, aniden gelişen şiddetli göğüs ağrısı gibi acil durumlarda da gereklidir. Kalp krizi veya başka bir kalp sorunu şüphesi ile hastaneye başvuran bir kişi için EKG, doktorlara hızlıca kalbin elektriksel aktivitesini değerlendirme ve tedavi planı oluşturma imkanı tanır. Bu test, kalp sağlığında sorun olabilecek her türlü durumu en kısa sürede tespit ederek, hastanın hayatını kurtarmak için kritik bir araçtır. Peki, EKG neden çekilir?
EKG Nedir ve Nasıl Çekilir?
EKG, kalbin elektriksel aktivitesini ölçen ve kaydeden bir testtir. Bu işlem, vücudun çeşitli noktalarına yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla yapılır. Elektrotlar, kalbin elektriksel uyarılarını algılar ve bu uyarılar, bir cihaz aracılığıyla kaydedilir. EKG testi sırasında hastanın derisi üzerine yerleştirilen elektrotlar, kalbin her atımında ortaya çıkan elektriksel sinyalleri toplar.
Bu sinyaller, bir kağıda veya ekrana grafiksel olarak yansır, bu da doktorların kalbin ne kadar sağlıklı çalıştığını anlamalarına yardımcı olur.
EKG çekimi, ağrısız ve genellikle hızlı bir işlemdir. Test sırasında hastanın, kalp ritmini etkileyebilecek dış faktörlerden (örneğin stres, egzersiz, ağır yemekler) uzak durması gerekebilir. Elektrotlar, genellikle hastanın göğsüne, bacaklarına ve kollarına yerleştirilir. Bu elektrotlar, kalbin elektriksel impulslarının doğru bir şekilde kaydedilmesi için doğru bir yerleştirme gerektirir. EKG testi genellikle 5-10 dakika içinde tamamlanır ve hastalar genellikle testi herhangi bir rahatsızlık hissetmeden geçirebilirler.
Zoncare EKG cihazları, kalbin elektriksel sinyallerini algılayıp, bu verileri analiz eden sistemlerdir. Cihazlar, vücuttaki elektrotlar aracılığıyla alınan elektriksel veriyi kaydederek bir ekran veya yazıcıda görüntüler. Elektriksel sinyallerin şiddeti ve yönü, kalp kaslarının ne kadar sağlıklı çalıştığını gösteren önemli veriler sunar. EKG, genellikle klinik ortamda, hastanelerde veya sağlık merkezlerinde profesyonel sağlık çalışanları tarafından yapılmaktadır. EKG’nin doğru sonuçlar verebilmesi için, elektrotların doğru yerleştirilmesi ve cihazın doğru şekilde kalibre edilmesi gerekir.
EKG Hangi Cihazlarla Çekilir?
EKG, özel olarak tasarlanmış cihazlarla yapılır. Bu cihazlar, kalbin elektriksel sinyallerini alarak bu verileri anlamlı bir biçimde kaydeder ve grafiksel olarak sunar. Günümüzde kullanılan EKG cihazları, teknoloji açısından oldukça gelişmiş ve hassasiyet açısından yüksek doğruluk sağlayacak şekilde üretilmektedir. EKG cihazları, genellikle taşınabilir ve sabit modeller olarak ikiye ayrılmaktadır. Taşınabilir cihazlar, acil durumlar veya hastaların evde sağlık hizmeti aldığı durumlarda kullanılırken, sabit cihazlar hastanelerde veya kliniklerde yaygın olarak tercih edilmektedir.
Günümüzdeki EKG cihazları, dijital teknolojiyi kullanarak kaydedilen verilerin analiz edilmesini kolaylaştırır. Bu cihazlar, hastaların kalp sağlığına dair çok daha hızlı ve doğru bilgi sunar. Elektriksel sinyallerin doğru bir şekilde kaydedilmesi için cihazın kalitesi oldukça önemlidir. Fatih Medikal, EKG cihazları konusunda güvenilir ve profesyonel seçenekler sunarak, sağlık kuruluşlarının doğru ve hızlı teşhis koymasına olanak tanımaktadır. EKG cihazları, genellikle birçok özellik barındırır ve kullanımı oldukça basittir. Ayrıca, sonuçlar hızlı bir şekilde ekrana yansıtılır, bu da acil durumlar için büyük önem taşır.
Gelişmiş EKG cihazları, sadece kalp hastalıklarını tespit etmekle kalmaz, aynı zamanda kalp fonksiyonlarını detaylı bir şekilde analiz etme imkanı tanır. Bu cihazlar, doktorların hastaların genel sağlık durumları hakkında daha kapsamlı bilgi edinmelerine olanak sağlar. EKG cihazlarının kullanımındaki bu hassasiyet, tedavi süreçlerinin doğru ve verimli bir şekilde yürütülmesini sağlar.
Kalp Hastalıklarının Teşhisinde EKG’nin Rolü
Kalp hastalıkları, genellikle belirgin semptomlar göstermeyebilir, bu da hastaların durumu fark etmelerini zorlaştırır. EKG, bu hastalıkların erken dönemde tespit edilmesini sağlayarak, tedavi sürecinin başlatılmasına olanak tanır. EKG, kalbin ritmi ve elektriksel aktivitesindeki anormallikleri tespit edebilir, böylece kalp hastalıklarının teşhis edilmesinde önemli bir rol oynar. Örneğin, kalp krizinden sonra ortaya çıkan kalp kası hasarını belirlemek için EKG kullanılır. Ayrıca, kalp ritmi bozuklukları (aritmiler) gibi durumlar da EKG ile tespit edilebilir.
EKG'nin kalp hastalıklarının teşhisindeki rolü, hastaların yaşam kalitesini artırmak için oldukça büyüktür. Kalp hastalıkları, erken teşhis edilmediklerinde daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. EKG, bu hastalıkları erken aşamalarda tespit edebilme yeteneği sayesinde tedaviye başlanmasını sağlar. Özellikle kalp krizi riski taşıyan hastalar için EKG, kritik bir testtir. EKG sonuçları, doktorlara doğru tedavi yöntemlerini belirlemede yardımcı olur. EKG, kalp sağlığının izlenmesinde de önemli bir araçtır. Bu test, kalp hastalıklarının tedavi süreçlerini izlemek, tedaviye yanıtı değerlendirmek ve hastaların durumlarını takip etmek için de kullanılır. EKG sonuçları, tedaviye başlanmasından sonra kalp sağlığının nasıl değiştiğini gösterir. Bu nedenle, EKG'nin rolü sadece teşhis değil, aynı zamanda tedavi süreçlerinin izlenmesinde de büyük önem taşır.
EKG Sonuçları Nasıl Değerlendirilir?
EKG sonuçları, uzman doktorlar tarafından detaylı bir şekilde değerlendirilir. EKG grafiği, kalbin elektriksel aktivitesinin bir kaydını içerir ve bu kayıttaki anormallikler, kalp hastalıklarının belirtileri olabilir. Normal bir EKG sonucu, kalbin her atımının düzgün ve eşit bir şekilde gerçekleştiğini gösterir. Ancak herhangi bir anormallik, kalp ritminin düzensiz olduğunu veya kalp kasında hasar oluştuğunu gösterebilir. EKG sonucunda ortaya çıkan herhangi bir anormallik, doktorun daha ileri tetkik ve tedavi planları oluşturmasına yardımcı olur.
EKG sonuçları genellikle P dalgası, QRS kompleksleri ve T dalgası gibi ana unsurlardan oluşur. Bu dalgaların her birinin şekli ve sırası, kalbin normal işleyişine dair bilgi verir. EKG testi, kalp hastalıklarının yanı sıra, elektrolit dengesizlikleri, ilaç etkileri ve diğer sağlık sorunlarını da gösterebilir. EKG sonuçları doğru bir şekilde analiz edilirse, bu hastalıkların önlenmesi ve tedavi edilmesi çok daha kolay hale gelir.
Sonuç olarak, EKG, kalp hastalıklarının teşhisinde ve tedavisinde vazgeçilmez bir araçtır. EKG cihazları, doğru sonuçlar elde edilmesi için büyük bir öneme sahiptir ve Fatih Medikal, kaliteli EKG cihazları ile sağlık sektörüne önemli katkılar sunmaktadır. EKG sonuçları doğru şekilde değerlendirildiğinde, kalp sağlığı üzerinde etkili çözümler üretilebilir.
0 notes
Text
Kalp Hastalıklarında Radyoloji: 4 Görüntüleme Yöntemi Dünya genelinde kardiyovasküler hastalıklar, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. Read the full article
0 notes
Text
Sağlıklı Yaşam İçin Meyve ve Sebze Tüketimi
Dünya Sağlık Örgütü, günde en az 400g (veya 5 porsiyon) sebze-meyve tüketimini öneriyor. Bu miktar, kanser ve kardiyovasküler hastalıklar gibi riskleri azaltabilir. Meyve ve sebzeler, sağlıklı beslenmenin temel taşlarıdır. Vitamin, mineral, su ve lif açısından zengin olan bu besinler, her yaşta sağlıklı yaşam ve doğru beslenme alışkanlıkları için tüketilmelidir. Öne Çıkan Noktalar Günde en az…
0 notes
Text
Kalp Sağlığı?
Kalp Sağlığı: Günümüzdeki Önemi ve Korunma Yollar Kalp sağlığı, genel sağlık durumumuzu etkileyen önemli bir faktördür ve kalp hastalıkları, ölüm nedenleri arasında en önde gelenlerden biridir. Bu çalışmada, günümüzde kalp sağlığının önemi ve korunma yolları ele alınacaktır. Kardiyovasküler hastalıklar, dünya genelinde önemli bir halk sağlığı sorunu olup, erken önlemler alınmadığı takdirde…
0 notes
Text
Kardiyovasküler Sağlığı Geliştirmenin Önemi ve İpuçları Nelerdir? Kardiyovasküler Sağlığı Geliştirmenin yöntemleri sayesinde daha zinde ve sağlığınızdan korkmadan yaşayabilir, hayatınıza bu yönde şekil verebilirsiniz. Kardiyovasküler sağlık, kalp ve damarların sağlıklı bir şekilde çalışmasıyla ilgili olan genel bir kavramdır. Kalp ve damar sistemi, vücudun dolaşımını sağlar ve oksijenli kanı organlara ve dokulara taşırken, oksijensiz kanı da akciğerlere geri... https://www.begonya.com/kardiyovaskuler-sagligi-gelistirmenin-onemi/?feed_id=200123&_unique_id=66fed3320f9e8
0 notes
Text
“Ani kardiyak ölüm ve kalp krizi riskine dikkat”
Uzm. Dr. Mustafa Yaşan, ani kardiyak ölümlerin en sık nedeninin tanı konulmamış kardiyovasküler hastalıklar olduğunu vurguladı. Türkiye’de her yıl yaklaşık 70 bin kişi ani kardiyak ölüm nedeniyle hayatını kaybediyor. Çocuklarda doğuştan kalp hastalıkları, erişkinlerde ise koroner arter hastalığı bu ölümlerin başlıca sebepleri arasında yer alıyor. Ani kardiyak ölüm, semptomların başlamasından sonra bir saat içinde ani bilinç kaybı ile ortaya çıkan, kardiyak nedenlere bağlı bir ölüm olarak tanımlanıyor. Dr. Yaşan, kalp krizi sırasında genellikle ilk semptomun göğüs ağrısı olduğunu ve bu ağrının diğer bölgelere yayılabileceğini belirtti. Kalp krizi geçiren hastaların acilen sağlık kuruluşuna başvurmasının kritik olduğunu ekledi. Yüksek kolesterol, hipertansiyon ve diyabet gibi risk faktörlerine dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Yaşan, düzenli hekim kontrollerinin önemine de değindi. Ayrıca, Covid aşılarının kalp hastalıkları üzerindeki olumlu etkileri üzerine yapılan araştırmalara dikkat çekti. Ani kardiyak ölümleri önlemek için toplumsal düzeyde kalp masajı eğitimleri ve acil durumlarda kullanılabilecek kardiyak şok cihazlarının yaygınlaşması gerektiğini belirtti. Bu sayede, hastaların acil servislere ulaşmadan önce hayati organlara kan akışının sürdürülmesi sağlanabilir. Read the full article
0 notes
Text
Kalp Sağlığına Dair Yanıltıcı Diyet Mitleri ve Gerçekler
Sıcak Yağların Kalp Sağlığı Üzerindeki Etkisi: Gerçekler ve Yanılsamalar
Son yıllarda yapılan araştırmalar kalp sağlığı ile beslenme arasındaki ilişkiyi yeniden sorgulamaktadır. Özellikle, doymuş yağ (SFA) alımının kalp hastalığı ile olan bağımsız ilişkisi üzerine yapılan incelemeler bu konuda dikkat çekici bulgular sunmaktadır.
Doymuş Yağlar ve Kalp Hastalığı İlişkisi: Yeni bir derleme, doymuş yağ alımının kalp hastalığı ile bağımsız bir ilişki göstermediğini ortaya koymuştur. Bu bulgu, uzun süredir var olan diyet-kalp hipotezine ters düşmektedir. Doymuş yağların kan kolesterol seviyelerini artırarak kalp hastalığına yol açtığına dair yaygın inanış, artık sorgulanmaktadır.
Klinik Deneylerde Tasarım Hataları: Amerikan Kalp Derneği’nin (AHA) 1961 yılında önerdiği doymuş yağların azaltılması ve bunların yerine çoklu doymamış yağların (PUFA) tüketilmesini teşvik eden çalışmalarda tasarım hataları tespit edilmiştir. Bu hatalar arasında, yağ dışındaki besin değişkenlerinin kontrol edilmemesi ve yüksek PUFA gruplarında trans yağ kısıtlamalarının hesaba katılmaması bulunmaktadır.
PUFA ile ��kame: SFA’nın PUFA ile değiştirilmesinin faydalı olmayabileceği vurgulanmaktadır. Doymuş yağların azaltılması kolesterol düzeylerini düşürse de, bu önerilerin dayandığı deneylerin metodolojik eksiklikler taşıdığı ifade edilmektedir.
Epidemiyolojik Çalışmalar: Prospective Urban Rural Epidemiology (PURE) gibi epidemiyolojik çalışmalar, doymuş yağ tüketiminin kalp krizi ve kardiyovasküler hastalık mortalitesiyle bir ilişkisi olmadığını göstermektedir. Hatta bazı araştırmalar, doymuş yağların total mortalite ve inme riskinde düşüşle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Güncel Konsensüs: Bu yeni bilgiler, beslenme uzmanları arasında küresel bir konsensüse ulaşmakta ve doymuş yağların kardiyovasküler hastalıklar üzerindeki etkilerinin olmadığı yönünde birleşmektedir. Yirmiden fazla inceleme makalesi, bu konuda mevcut tavsiyelerin gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Sonuç olarak, doymuş yağ alımının kalp hastalığı ile bağımsız bir ilişki göstermediği bilgisi gün geçtikçe daha fazla kabul görmektedir. Yapılan araştırmalar, daha önceki beslenme önerilerinin güvenilirliğini sorgulamakta ve yeni bir bilimsel anlayışa yol açmaktadır. Okuyucuların bu konudaki bilgilerini güncellemeleri önemli bir adım olacaktır. Daha fazla bilgi için lütfen medihaber.net adresini ziyaret edebilirsiniz.
Sıcak Yağlar ile Soğuk Kalp: Kalp Sağlığında Şaşırtan Gerçekler!
0 notes
Text
Eksozom Tedavisi
Eksozomlar, hücrelerin dışarıya salgıladığı küçük veziküllerdir ve hücreler arası iletişimde önemli bir rol oynarlar. Çeşitli biyolojik moleküller içeren eksozomlar, proteinler, lipitler, RNA ve DNA parçacıkları gibi hücrelerden alınan bilgi taşıyıcıları olarak işlev görürler. Eksozomlar, vücuttaki hücreler arasında mesaj taşıyarak, çeşitli biyolojik süreçlerin düzenlenmesine yardımcı olurlar. Bu küçük veziküller, bağışıklık yanıtlarının düzenlenmesi, hücre yenilenmesi ve hastalıkların yayılımı gibi önemli süreçlerde kritik bir rol oynarlar.
Eksozom tedavisi, son yıllarda tıp alanında büyük ilgi gören bir yenilik olarak ortaya çıkmıştır. Bu tedavi yöntemi, eksozomların hücreler arası iletişimdeki rollerini kullanarak, çeşitli hastalıkların tedavisinde yeni bir yaklaşım sunar. Eksozom tedavisi, özellikle kronik hastalıklar, bağışıklık sistemi bozuklukları ve doku yenilenmesi gibi alanlarda umut verici sonuçlar göstermektedir. Eksozomlar, doğal hücrelerden elde edildikleri için, biyouyumlu ve biyobozunur özelliklere sahiptirler, bu da onları güvenli ve etkili bir tedavi aracı haline getirir.
Eksozom tedavisinin başlıca uygulama alanlarından biri, doku ve organ yenilenmesidir. Bu tedavi, eksozomların içerdiği büyüme faktörleri ve diğer biyolojik moleküller sayesinde, hasarlı dokuların onarılmasını ve yenilenmesini teşvik eder. Özellikle ortopedik rahatsızlıklar, cilt hastalıkları ve kardiyovasküler hastalıklar gibi alanlarda eksozom tedavisinin olumlu etkileri gözlemlenmiştir. Ayrıca, eksozomlar, bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde de önemli bir rol oynayarak, otoimmün hastalıkların tedavisinde potansiyel bir çözüm sunmaktadır.
Eksozom tedavisinin bir diğer önemli uygulama alanı ise kanser tedavisidir. Eksozomlar, kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını durdurmak için kullanılır. Bu tedavi yöntemi, kanser hücrelerine spesifik olarak hedeflenmiş eksozomların kullanılması sayesinde, sağlıklı hücrelere zarar vermeden etkili bir tedavi sunar.
Sonuç olarak, eksozomlar ve eksozom tedavisi, modern tıpta çığır açan gelişmeler arasında yer almaktadır. Eksozomların hücreler arası iletişimdeki rolleri ve biyolojik süreçlerdeki etkileri, onları çeşitli hastalıkların tedavisinde potansiyel bir araç haline getirir. Gelecekte, eksozom tedavisinin daha da yaygınlaşması ve yeni uygulama alanlarının keşfedilmesi beklenmektedir.
1 note
·
View note
Text
Kahve Tüketiminin Sağlık Üzerindeki Etkileri
Yeni bir araştırma, kafein seviyelerinin vücut yağ oranını etkileyebileceğini ve bu durumun tip 2 diyabet ile kardiyovasküler hastalıklara yakalanma riskini belirleyebileceğini ortaya koydu. Kahve İçmenin Yenilikçi Faydası İsveç’teki Karolinska Enstitüsü ile Birleşik Krallık’taki Bristol Üniversitesi ve Imperial College London’dan gelen araştırma ekibi, yüksek kafein seviyelerinin vücut…
#Araştırma#Bristol Üniversitesi#Imperial College London#kafein#Kahve#kardiyovasküler hastalıklar#Karolinska Enstitüsü#Sağlık#tip 2 diyabet#vücut yağ oranı
0 notes
Text
COVID-19 'un Tip 2 Diyabet Gelişimi Üzerindeki Etkileri
COVID-19 TİP 2 DİYABET RİSKİNİZİ ARTIRIYOR Bilim dünyası COVID-19 ‘un nihai sonuçlarına dair kapsamlı bir arayışın peşine düşerken, bu viral enfeksiyonun solunum sisteminden çok daha fazlasını etkileyebilen çok yönlü bir doğaya sahip olduğunu çok iyi biliyoruz. COVID-19 ‘un sadece bulaşıcı bir solunum yolu enfeksiyonu değil; aynı zamanda Tip 2 Diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, böbrek, beyin…
View On WordPress
0 notes
Text
Kronik Yorgunluk Sendromu Nedir?
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/kronik-yorgunluk-sendromu-nedir.html
Kronik Yorgunluk Sendromu Nedir?
Kronik Yorgunluk Sendromu Nedir?
Her insan zaman zaman gerek iş-okul hayatı gerek diğer etmenler neticesinde mental ve fiziksel olarak yorgunluk hissedebilir. Bu durum sık sık olmadığı sürece ve kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemediği sürece oldukça doğaldır. Ancak bazı insanlar bu yorgunluk halini sürekli olarak hisseder, ruhsal ve fiziksel olarak sürekli yorgunluk hissederler. Bu durum Kronik yorgunluk sendromu nedir? sorusunun cevabı olarak adlandırılır.
Reklam ( Kronik Yorgunluk Sendromu )
Beyaz lahana Mucizesi
Kahve Ve Çaya Dikkat
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) nedir?
En güvenilir doğum kontrol yöntemleri
Kronik yorgunluk sendromu olarak adlandırılan bu durum yalnızca yorgunluk olarak nitelendirilmemeli. Çünkü bu durum 6 aydan daha fazla süren bir süreçte kişinin ev, iş ve okul yaşamını önemli bir ölçüde etkiler ve kişinin şiddetli bir yorgunluk hissetmesine neden olur. Bu hastalarda dinlenme ve uyku yorgunluğun geçmesinde etkili olmamaktadır. Bu durumda ekstra egzersiz ve hareketlilik yorgunluk seviyesini en üst seviyeye çıkartmaktadır.
Kronik yorgunluk sendromu çeken kişiler genellikle sürekli mutsuz ve yorgun hissediyorum şeklinde ifadelerde bulunur. Bu hastalar günün her anını yorgun ve mutsuz olarak geçirirler. Bu kişiler yataktan çıkıp tekrar yatağa girene kadar geçen süre içerisinde sersemlik, konsantrasyon bozukluğu ve yorgunluk gibi belirtiler gösterirken aynı zamanda anksiyete ve depresyon gibi ruhsal problemlerle baş etmeye çalışırlar.
Kronik yorgunluk sendromu her iki cinsiyette ve her yaşta görülebilmektedir. Ancak en çok görüldüğü yaş ve cinsiyet 40-50 yaş aralığındaki kadınlardır. Bu kişilerin önemli bir bölümü hafif ve orta şekilde kronik yorgunluk çekerken azımsanmayacak kadar kişi şiddetli olarak bu durumu yaşamaktadır. Şiddetli hastalar tüm hastaların %25’ini oluşturmaktadır.
Kronik Yorgunluk Neden Oluşur?
Kronik yorgunluk pek çok sebebe bağlı olarak görülebilmektedir. Bu sebepler genellikle kişinin enerjisini dolaylı olarak etkilemektedir. Kronik yorgunluk sendromuna neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir;
Bağışıklık sisteminin zayıflaması
Yetersiz enerji alımı
Beyin ve sinir sisteminin anormallikleri
Kardiyovasküler sistem rahatsızlıkları
Gen
Mevcut hastalıklar
Serotonin ve kortizol hormonu seviyeleri gibi etmenler kronik yorgunluk için zemin hazırlayabilmektedir.
Kronik Yorgunluk Sendromunun Tedavisi Nasıldır?
Kronik yorgunluk sendromunun kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak çeşitli tıbbi ilaçlar ve rehabilitasyon yöntemleri ile bu durumdan kurtulmak mümkündür. Kronik yorgunluk sendromu yaşayan kişiler en çok uyku problemleri ile karşı karşıyadır. Bu noktada doktor kontrolünde uyku ilaçları kullanımına başvurulabilir. Kullanılacak dozu doktor tarafından belirlenen bu ilaçlar kişinin uyku eksikliğini tamamlayarak yorgunluklarının geçmesini sağlar. Ayrıca bu hastalarda başka problemler de ortaya çıktığından antideprasanlar, diazepamlar ve kas gevşetici ilaçlar da kullanılabilir.
İlaç tedavisinin yanı sıra çeşitli uygulamalar da kronik yorgunluk ile baş etmede kullanılabilmektedir. Örneğin kişi yapmaktan hoşlandığı enerji gerektirmeyen aktiviteleri yaparak, sevdikleriyle iletişime geçerek, meditasyon ve fizik tedavi gibi yöntemlere başvurarak kronik yorgunluk ile baş edebilir. Unutulmaması gereken en önemli nokta bu durumun geçici olduğu ve zamanla düzelebilecek olduğudur.
0 notes
Text
Hipertansiyon yaşı 20'ye indi!
https://pazaryerigundem.com/haber/171097/hipertansiyon-yasi-20ye-indi/
Hipertansiyon yaşı 20'ye indi!
Atar damarlardaki kan basıncının çok yüksek olması anlamına gelen hipertansiyon tüm dünyada ve Türkiye’de kardiyovasküler hastalıklar için en yaygın risk faktörü olmaya devam ediyor.
İSTANBUL (İGFA) – Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre; dünyada 1.5 milyardan fazla kişi hipertansiyon hastası. Türkiye’de de neredeyse her 3 kişiden 1’ine hipertansiyon (140/90 mmHg veya daha yüksek) tanısı konuyor. Üstelik yapılan son çalışmalar hipertansiyonun 20 yaş grubundaki genç yetişkin popülasyonda, hatta çocuklarda bile giderek yaygınlaştığını gösteriyor.
Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alper Karakuş, hiçbir yakınması olmasa da kan basıncının çocukluktan itibaren düzenli olarak ölçülmesi gerektiğine dikkat çekkti.
Hipertansiyonun önlenebilir bir hastalık olduğu ve her yaşta görülebildiğinin unutulmaması gerektiğini kaydeden Doç. Dr. Alper Karakuş, “Dolayısıyla kardiyovasküler hastalık riski yüksek olan çocuklarda, anne veya babasında hipertansiyon olan çocuklarda, yine kilolu veya obezite sorunu olan ve hareketsiz yaşam tarzına sahip gençlerde yılda en az bir kez kan basıncının kontrol edilmesi son derece önemlidir” dedi.
Doç. Dr. Karakuş, hipertansiyonun genç yaşlarda görülmesine yol açan etkenleri anlatarak, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
AŞIRI TUZ TÜKETMEK
Fazla tuz içeren fast food tarzı gıdaların ve aşırı işlenmiş ürünlerin sık sık tüketilmesi hipertansiyonun daha erken yaşlarda görülmesine neden olabiliyor. Yapılan araştırmalara göre, günde 5 gramdan fazla tuz tüketen kişilerin hipertansiyona yakalanma riski daha yüksek. Türkiye’de genel popülasyonda yapılan SALTURK çalışmasında, günlük tuz tüketimi yaklaşık 15 gram olarak saptandı. Hipertansiyon tanısı olan hastaların ise çok fazla tuzlu yiyeceklerden kaçınmaları ve günde 2 gramın altında kalmaya çalışmaları gerekiyor.
OBEZİTE
Çağımızın önemli bir sorunu olan ve genç nüfusta, hatta çocuklarda bile görülme sıklığı hızla artan obezite de hipertansiyona neden olan önemli bir etken. Sağlık Bakanlığı verileri, ülkemizde erişkin nüfusun yaklaşık yüzde 65’inin ideal değerlerin üzerinde bir vücut ağırlığına sahip olduğunu bildiriyor. Yapılan araştırmalar yüksek vücut kitle indeksi (> 25 kg/m2) veya geniş bel/kalça oranına (>0,85) sahip kişilerde hipertansiyon riskinin 3 kat artığını gösteriyor.
HATALI BESLENME ALIŞKANLIĞI
Gençlerde görülen yüksek tansiyonun bir diğer önemli sebebi, sağlıksız beslenme ve çabuk tüketilen besinlere (fast food) kayan yeme alışkanlığı. Yapılan çalışmalar, işlenmiş besinlerin, doymuş veya trans yağ oranı yüksek yiyeceklerin, rafine şekerin ve yine gençlerin beslenmelerinde daha az meyve ve sebzeye yer vermelerinin hipertansiyondaki sayısal artışla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alper Karakuş, “Yüksek tansiyon hastalarının ağırlıklı olarak sebze ve meyve, daha az yağlı besinler, tam tahıl ve sebze kaynaklı proteinler tüketmeleri çok önemlidir” diyor.
HAREKETSİZ YAŞAM
Gençlerde egzersiz eksikliği de hipertansiyon gelişimine yol açabilen bir başka önemli etkeni oluşturuyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alper Karakuş, yürümek, koşmak, yüzmek ve ağırlık kaldırmak gibi güç artıran fiziksel aktivitelerin yüksek tansiyonu önlemeye ve düşürmeye yardımcı olduğunu belirterek, “Dünya Sağlık Örgütü haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta aerobik egzersiz (veya haftada 75 dakika şiddetli aerobik egzersiz) ile haftada en az 2 gün güç geliştirme egzersizleri yapılmasını önermektedir” bilgisini veriyor.
TÜTÜN ÜRÜNLERİ KULLANMAK
Sağlık Bakanlığı verileri; 15 yaş ve üzerindeki gençlerin yaklaşık yüzde 27’sinin aktif sigara içicisi olduğunu bildiriyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alper Karakuş, malign hipertansiyon olarak adlandırılan çok yüksek seviyelerdeki hipertansiyonun sigara tüketimiyle doğrudan ilişkisinin ortaya konduğuna işaret ederek, “Özellikle, hipertansiyonu olup sigara içenlerde malign hipertansiyona yakalanma riskinin sigara içmeyenlere göre 5 kat daha fazla olduğu kanıtlanmıştır. 2019 yılında yayınlanan Türk Hipertansiyon Uzlaşı raporu sigarayı bırakmanın kardiyovasküler riskini azaltmada en etkili önlemlerden biri olduğunu vurgulamıştır” diye konuşuyor.
ALKOL TÜKETİMİ
Yaygın inanışın aksine, kronik etanol tüketimi kan basıncını düşürmediği gibi erkekler için günde 20–30 gram ve kadınlar için 10–20 gram etanolün aşılması kardiyovasküler sorunların gelişme riskinin daha çok artmasıyla sonuçlanıyor. Araştırmalar, hipertansiyon tanısı olan gençlerde yüzde 54 oranında alkol tüketimi olduğunu gösteriyor.
ANKSİYETE
Gözlemsel çalışmalara göre, genç yetişkinlerde anksiyete tanısı sonrasında hipertansiyon gelişme riski daha yüksek. Otonom mekanizmalardaki değişikliklere daha uzun süre maruz kalmayla açıklanan bu durum, hipertansiyon tanısı alan genç hastalarda anksiyetenin erken tespitine ve yönetimine dikkat çekiyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Konya Uzman Cinsel Terapist
📌Cinsel uyarılma bozukluğu kişinin cinsel aktivite için gerekli olan uyarılma düzeyini sağlayamamasıdır.📌Bu bozukluğun nedenleri karmaşıktır ve aynı anda birden çok faktör etkili olabilir.📌Stres, depresyon, kaygıbozuklukları, ilişki problemleri gibi psikolojik faktörler,📌Diyabet, hormonal dengesizlikler, nörolojik bozukluklar, kardiyovasküler hastalıklar gibi fizyolojik faktörler,📌Bazı ilaçların,…
View On WordPress
0 notes
Text
Koenzim Q10: Hücresel Enerji Üretimi İçin Takviye
Koenzim Q10 (CoQ10), vücudun enerji üretiminde hayati bir rol oynayan güçlü bir bileşiktir. Hücrelerin enerji merkezleri olan mitokondrilerde bulunur ve enerji üretimini destekleyerek, hem genel sağlık hem de performans için kritik bir katkı sağlar. Ben Tomris, bu yazıda, Koenzim Q10 hücresel enerji üretimi için takviye hakkında bilgiler vereceğim.
Koenzim Q10 Nedir?
Koenzim Q10 Nedir Koenzim Q10, ilk olarak 1955 yılında Festenstein ve ekibi tarafından kalp kasındaki mitokondriden izole edilmiştir. 1958 yılında ise Dr. Karl Folkers tarafından kimyasal yapısı aydınlatılmış ve fermantasyon yöntemi ile üretilmiştir. Ubikinon adıyla da bilinen bu molekül, "ubiquitous quinone" ifadesinden türemiştir ve tüm hücrelerde bulunduğu için “her yerde bulunan” anlamına gelir. Koenzim Q10, vücutta doğal olarak üretilen, yağda çözünebilen bir antioksidan olup benzokinon grubuna aittir. Koenzim Q10, üç farklı yöntemle üretilebilir: mikroorganizma fermantasyonu, hayvan dokularından ekstraksiyon ve kimyasal sentez. Ancak hayvan dokularından elde edilen yöntem oldukça maliyetlidir ve yaygın olarak tercih edilmez. İnsan vücudunda koenzim Q10'un etkili olabilmesi için, tüketilen gıdalardan yeterince emilmesi gerekir. Emilim oranı kişisel faktörlere göre değişkenlik gösterir; beslenme alışkanlıkları, yaş, cinsiyet, hamilelik ve emzirme durumu bu faktörler arasında yer alır. Koenzim Q10, ince bağırsaklarda emilir ve ardından diğer dokulara taşınır. Yağda çözünebilir bir bileşik olduğu için yağla birlikte alındığında emilim oranı artar. İlginizi Çekebilir; Doğal Enerji İçin En İyi Meyve ve Sebzeler
Koenzim Q10’un Faydaları Nelerdir?
Koenzim Q10, mitokondriyal solunum zincirinde rol oynayan ve enerji üretimi için kritik bir moleküldür. Eksikliği, metabolik enerjinin azalmasına yol açabilir. Peki, "Koenzim Q10 ne işe yarar?" sorusunun yanıtı nedir? İşte Koenzim Q10'un başlıca faydaları: - Güçlü Antioksidan Etki: Koenzim Q10, özellikle indirgenmiş formuyla, serbest radikalleri nötralize ederek hücre hasarını önler. Antioksidan özelliği sayesinde E vitamini ve selenyum gibi diğer antioksidanların etkilerini artırır. - Hücre Koruyucu: Hücrede protein, yağ ve DNA gibi önemli moleküllerin oksidasyonunu önler, bu sayede bu moleküller fonksiyonlarını sağlıklı bir şekilde yerine getirebilir. - Hücre Yenilenmesini Destekler: Apoptozis yani hücre ölümü sürecini engelleyerek hücrelerin sağlıklı kalmasını sağlar. - Kalp ve Damar Sağlığını Destekler: Koenzim Q10, nitrik oksit üretimini destekleyerek damarların genişlemesine yardımcı olur, bu da hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalıkların önlenmesine katkı sağlar. Ayrıca, kalp yetmezliği olan hastalarda kalp dokusundaki Koenzim Q10 seviyeleri genellikle düşüktür, bu nedenle kalbin pompalama işlevini iyileştirici etkileri olabilir. - Nörodejeneratif Hastalıklar Üzerinde Etkili: Koenzim Q10’un antioksidan etkisi, Alzheimer ve Parkinson hastalıklarında görülen oksidatif stresin olumsuz etkilerini hafifletebilir. Aynı zamanda bu hastalıklardaki mitokondriyal bozuklukları düzeltici etkileri olduğu da bilinmektedir. - Fibromiyalji Tedavisinde Yardımcı: Kronik yorgunluk, kas ağrısı ve uyku problemleriyle karakterize fibromiyalji hastalığı, mitokondriyal bozukluklar ve Koenzim Q10 eksikliği ile ilişkilendirilir. Bu nedenle Koenzim Q10 takviyesi, bu hastalığın belirtilerini hafifletebilir. - İnfertilite (Kısırlık) Üzerindeki Etkisi: Koenzim Q10, sperm fonksiyonlarını ve hareketliliğini artırarak kısırlık tedavisinde olumlu etkiler sağlar. - Bağışıklık Sistemini Güçlendirir: Bağışıklık sistemini destekleyerek hastalıkların önlenmesine yardımcı olur. Oksidatif stresi azaltarak diyabet gibi kronik hastalıklarda da fayda sağlayabilir. - Migren ve Diğer Kronik Rahatsızlıklar: Serbest radikaller ve inflamatuar bileşikler, migren gibi hastalıklara neden olabilir. Koenzim Q10’un antioksidan ve anti-inflamatuar özellikleri, migren semptomlarını hafifletebilir. - Yaşlanma Karşıtı Etkiler: Koenzim Q10, yaşlanma sürecini yavaşlatma potansiyeline sahiptir ve genel hücre sağlığını destekler. - Ağız Sağlığına Katkı: Diş çekimi sonrası yara iyileşmesini hızlandırıcı etkisi vardır ve ağız kuruluğunun giderilmesine yardımcı olur. Koenzim Q10, vücuttaki enerji üretiminden hücresel korumaya kadar birçok önemli fonksiyonu olan hayati bir moleküldür. Gerekli olduğunda takviye olarak alınarak birçok sağlık problemine karşı destekleyici rol oynayabilir.
Koenzim Q10 Eksikliği ve Sonuçları
Yaşlanma, stres, yetersiz beslenme ve bazı sağlık koşulları Koenzim Q10 seviyelerinde düşüşe neden olabilir. Bu eksiklik, hücresel enerji üretimini olumsuz etkiler ve sonuç olarak kronik yorgunluk, kas güçsüzlüğü, bağışıklık sistemi zayıflığı gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Ayrıca, kalp rahatsızlıkları, yüksek tansiyon, diyabet gibi durumlar da Koenzim Q10 seviyelerinin azalmasına neden olabilir. Bu tür durumlarda Koenzim Q10 takviyesi, enerji seviyelerinin artmasına ve genel sağlığın iyileştirilmesine katkıda bulunur. İlginizi Çekebilir; Enerji Artırıcı Doğal Yağlar
Koenzim Q10 Takviyesi Nasıl Kullanılmalı?
Koenzim Q10, genellikle takviye olarak alınabilir ve vücutta doğal üretimi azaldığında eksikliği gidermek için idealdir. Takviyeler, genellikle yumuşak jel kapsül formunda bulunur ve vücudun emilimini artırmak için yağlı bir öğünle birlikte alınması tavsiye edilir. Dozaj: Genellikle günlük 100-200 mg Koenzim Q10 takviyesi önerilir. Ancak kalp sağlığı sorunları veya kronik yorgunluk gibi durumlar için bu doz, doktor tavsiyesi ile artırılabilir. Düzenli Kullanım: Koenzim Q10 takviyesi düzenli kullanıldığında etkili sonuçlar verir. İlk etkiler genellikle birkaç hafta içinde fark edilirken, tam sonuçlar için uzun süreli kullanım gerekebilir. Yan Etkiler: Koenzim Q10 genellikle güvenlidir ve yan etkileri nadirdir. Ancak bazı kişilerde mide rahatsızlığı, baş ağrısı veya bulantı gibi hafif yan etkiler gözlemlenebilir. Bu tür yan etkiler yaşanırsa dozajın düşürülmesi faydalı olabilir.
Koenzim Q10 Takviyesinin Farklı Kullanım Alanları
Koenzim Q10 sadece enerji üretimi için değil, aynı zamanda çeşitli hastalıkların tedavi sürecinde de kullanılmaktadır. Migren tedavisinde, yaşlanma karşıtı ürünlerde ve nörolojik hastalıkların destekleyici tedavisinde önemli bir rol oynar. Migren Tedavisinde: Koenzim Q10’un migren ataklarını azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir. Migren hastalarında enerji üretimindeki dengesizlikleri gidererek baş ağrısı sıklığını ve şiddetini azaltır. Nörolojik Hastalıklar: Parkinson ve Alzheimer gibi nörolojik hastalıklarda da Koenzim Q10 takviyesinin olumlu etkileri gözlemlenmiştir. Beyindeki hücrelerin enerji üretimini artırarak bu tür hastalıkların ilerleyişini yavaşlatmaya yardımcı olur. Koenzim Q10, hücresel enerji üretimi için vazgeçilmez bir bileşendir ve vücut sağlığı için kritik öneme sahiptir. Enerji seviyelerinin artırılması, kalp sağlığının desteklenmesi, cilt sağlığının korunması ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gibi birçok fayda sunar. Düzenli Koenzim Q10 takviyesi ile genel sağlık durumu iyileştirilebilir ve yaşlanma süreci yavaşlatılabilir. Enerji üretimini destekleyen bu güçlü bileşen, her yaştan birey için önemli bir takviye seçeneğidir. İlginizi Çekebilir; Doğal Enerji İçin Bitkisel Çaylar Enerji Veren Doğal Atıştırmalıklar Spirulina: Doğal Enerji ve Besin Deposu Read the full article
0 notes
Text
Noodle Nedir? Hazır Noodle Zararları ve Sağlığımıza Etkisi
Noodle, genellikle un, su ve bazen yumurta ile yapılan bir tür hamurdan yapılan yemektir. Bu hamur genellikle ince şeritler halinde kesilir ve çeşitli biçimlerde olabilir. Noodle, dünya genelinde birçok kültürde farklı şekillerde hazırlanarak tüketilen bir besindir. Günümüzde hızlı yaşam temposu, beslenme alışkanlıklarını da etkilemiş ve birçok kişi hazır gıdalara yönelmiştir. Bu hazır gıdalar arasında sıkça tercih edilenlerden biri de noodle olarak bilinen çabuk pişen makarna ürünleridir. Noodle, genellikle un, su, yumurta ve tuz gibi basit malzemelerden yapılan, hızlı bir şekilde pişirilebilen ve çeşitli soslar veya baharatlar ile lezzetlendirilen bir tür makarnadır. Ancak, bu pratik gıda ürününün sağlık üzerindeki etkileri konusunda dikkatli olunması gerekmektedir. Hazır Noodle'ın Zararları: - Yüksek Miktarda Şeker ve Tuz İçerir: Birçok hazır noodle ürünü, yüksek miktarda şeker ve tuz içerir. Aşırı şeker tüketimi obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi sağlık sorunlarına yol açabilir. Aynı şekilde, yüksek tuz içeriği hipertansiyon riskini artırabilir. - İlave Edilmiş Koruyucu Maddeler: Bazı hazır noodle ürünleri, raf ömrünü uzatmak ve ürünün dayanıklılığını artırmak amacıyla kimyasal koruyucu maddeler içerebilir. Bu maddelerin uzun vadeli sağlık etkileri konusunda endişeler bulunmaktadır. - Düşük Besin Değeri: Genellikle düşük kaliteli karbonhidratlar ve sınırlı miktarda protein içeren hazır noodle ürünleri, sağlıklı bir beslenme için gerekli olan vitamin ve mineralleri yeterince sağlamaz. - Trans Yağ İçeriği: Bazı hazır noodle ürünleri trans yağ içerebilir. Trans yağların aşırı tüketimi, kalp hastalıkları riskini artırabilir. - Yüksek Kalori İçeriği: Hazır noodle, genellikle yüksek kalorili bir gıdadır ve aşırı miktarda tüketildiğinde kilo artışına neden olabilir. Hazır Noodle'ın Sağlığımıza Etkileri: - Hızlı ve Pratik Bir Seçenek: Yoğun iş temposu nedeniyle zamanı sınırlı olan bireyler için hazır noodle, hızlı ve pratik bir beslenme seçeneği sunar. - Ekonomik Olabilir: Hazır noodle, genellikle düşük maliyetli bir beslenme seçeneği olabilir, bu da bütçe dostu bir alternatif sunar. - Çeşitli Lezzet Seçenekleri: Farklı soslar ve baharatlar kullanılarak hazır noodle çeşitli lezzetlere sahip olabilir, bu da monoton bir diyeti zenginleştirebilir. Ancak, bu avantajlara rağmen, hazır noodle'ın sağlıklı bir diyetin yerine geçmemesi ve dengeli bir beslenme programının bir parçası olarak tüketilmesi önemlidir. Ayrıca, beslenme uzmanlarına danışarak ve ambalaj etiketlerini dikkatlice okuyarak daha sağlıklı alternatifleri tercih etmek önemlidir.. Read the full article
0 notes