#kadim hukuk
Explore tagged Tumblr posts
kadimhukuk · 1 year ago
Text
Kadim Hukuk
2 notes · View notes
judasizm1 · 1 year ago
Text
Laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun sahibi olduğu ulusa ihanet edenler..
Bir yazı dizisiz için uzun bir başlık olabilir.
Adın isterseniz siz verin ama şeyh said, saidi nursi, vahdettin, batılıların desteklediği nurcular ve alt yapıları ve de pkk, hizbullah, taliban, işid vs gibi özellikle amerikanın desteklediği terör örgütlerini anlatacağım ve tabi ki de içimizdeki bopçu hainleri.. Bu hainlerin içinde milyon dolarlık zırhlı araçlar gezen tarikat ve cemaat ceo'ları da var. Adı menzil olsıun, ismailağa olsun, süleymancı olsun, veya diğerleri.. HEPSİ HAİNDİR!.. Bunlar ve bunları destekleyen hangi siyasetçi varsa HAİNDİR!... Fetöşün çocukları ile O.Ç. (operasyon çocukları) olan ortakları hiç irtibatlarını koparmamış anlaşılan; koparmış olsalardı eski fetö bankasının müdürü devletin önemli finans kurumlarının başına getirlir miydi? Olan cahil fetöcülere oldu, hak ettiler. Sırada adalet, bürokrasi ve en önemlisi ise siyasilerde.. Dün fetö vardı bugün mencizciler, süleymancılar, ismailağacılar vs vs ve alt fraksioyonları var. Ülkemizin ulus devlet olarak her bireyinin eşit olduğu bir hukuk devleti ferdi olup, haklarını kullanabileceği bir ülke için en büyük beka sorunu bop eşbaşkanıdır. Çakma dindarlar ve onların milliyetçiyim diyen köpekleri giderse ülkemiz en geç 10 yılda kendine gelebilir (Yıpranmışlığı ve yoldan çıkmış bir devletin durumunu siz düşünün!)
Amerika dünya için en büyük sorunlardan biri çünkü 70li yıllarda başlayan enperyalist amerikan şirketleri gördüler ki "ulus" devletler yayılma ve sömürgecilikte en byük engeldi. Atatürk'ün kurduğu demokrasiyle yönetilen Türkiye en büyük sorun idi. Onlar da arap yarım adasındaki feodaliteyle yönetilen ülkere gözlerini diktiler, başardılar. Yılbaşına bir kaç gün kaldı, Filistin'de Natenyahu soykırım yaparken, araplar "Noel" kutlaması yapıyor!
Filistin diye g..tünü yırtan çakma müslümanlar İsrail'e gemilerle malzeme gönderip arapların noel kutlamalarını göremiyor! Sorun bu değil aslın, asıl sorun bu riyakarlığı, sahtekarlığı, iki yüzlülüğü göremeyen halkımızda aramak lazım.
Ey cahil sürüsü, Noel ile yılbaşı aynı değildir. Batılıların kültürü yalan ve hırsızlık üzerine kurulmuştur. Noel bile onlara ait değil! Yılbaşını Hıristiyanlık dahil bir dine bağlayarak yorum yapan, fiili bir işe kalkışanlar, gerçeği bildikleri halde manipülasyon yapanlar CAHİL YOBAZDIR. Ya da BİRİLERİNİN MAŞASIDIR.
Geçen yıl bu günlerde çatıya çıkan taliban vari bir sakallı vardı, noel babasını bekliyormuş!? 😄😄😄 Yorumum: "Ne kadar inanıyorsa noel babası için çatıya kadar çıkmış'" oldu... Beyaz tv başta olmak üzere bütün yandaş tvler bu kadar tasmalarını tutanların reklamını yaparsa olacak şey böyle gerçekleşir..
Ve siz de cahillere prim veriyorsunuz. Ülkenin bu halde olmasının en büyük nedeni muhalefet partileridir. Onca SKANDAL'a rağmen hükümet el değiştirmedi. Benim siysete ve siyasetçilere güvenim SIFIR.
Uyanacak olanlar sizlersiniz. Bu devletin, ülkenin, toprakların, hastanelerin, limanların, üniversitelerin, fabrikaların vs vs hepsinin sahibi sizsiniz. Tapusu size ait olan tek şey oturduğunuz ev değil, en önemli tapu Cumhuriyettir ve sizindir o tapu. Büyük tapunuza sahip çıkmazsanız o büyük tapunun sınırları içindeki küçük tapunuz da (şahsi eviniz) bir gün hain vahdettinciler tarafından alınacak.
Keşke Yunan kazansaydı diyen deli Kadir'i ziyaret eden Diyanet Başkanını ve Fransız sever Halil Konakçı imamı aklımızda. Unutulacak kişiler değilller bunlar, Kubilay'ı şehit eden hainlerle bunların hiçbir farkı yok; HEPSİ HAİN.. Bunlar her iftiralarından sonra ÖDÜLLENDİRENLER "EN BÜYÜK HAİNDİR."
Dün çok ��nlü yurtdışı istihbarat gazeteciliği yapan bir değerli insanı kaybettik. Avrupalı bir fikir öncüsü adamla olan ropörtajıı okudum. Adam "Biz Avrupalı'ların kadim düşmanı Türk'lerdir." diyor ve sebebini de açıklıyor: Korku.. Bu yüzden Avrupa'da ilerlemenin tetikçisi oldunuz diyor. Ve bizden çok şey öğrendiklerini de itiraf ediyor (en başta mühendislik ve savaş teknikleri).
Biraz toparlayayım bu yazıyı;
12 şehit verdik. Tek sorumlusu ve her türlü desteği veren Amerika'dır. Onları devlet politikaları açısından İngilizler haricinde hiçbir ülke sevmiyor. Kuklanız Menderes ile başladığınız ama 61 müdahalesiyle sekteye uğrayan ve sonra 70 li yıllardaki çomaklarınız ve Kenan Evren gibi sizin askerlerinizle tekrar devam eden, cia ajanınız Fuller ile "Siyasal İslam" ucubenizi Özal ile yerleştirip teyyo ile temellerini güçlendirdiğiniz bu yoz ve İslamiyeti değiştirme çabanız (Adnan Oktar, Menzilciler, Nurcular, İsmailağacılar, Süleymancılar ve diğerleri) son bulmak üzere. Devlet bürokrasisindeki zayıf karakterli kişileri bir takım bop saltanatına yakın vakıflarca cebren ve hile ile kendi tarafınıza çekmiş olabilirsiniz. Merak etmeyin, önce onlar konuşacak, sonra siz...
Özgürlüğün bedeli vardır, yine öderiz. Peki siz hazır mısınız?
"Yurtta sulh, cihanda sulh"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜK
11 notes · View notes
pazaryerigundem · 3 months ago
Text
Bakan Yerlikaya: Terör örgütleri ile bir olunmaz, şehri emin terör yandaş olamaz!
https://pazaryerigundem.com/haber/191131/bakan-yerlikaya-teror-orgutleri-ile-bir-olunmaz-sehri-emin-teror-yandas-olamaz/
Bakan Yerlikaya: Terör örgütleri ile bir olunmaz, şehri emin terör yandaş olamaz!
Tumblr media Tumblr media
Şanlıurfa’da ‘Türkiye’nin Huzuru’ toplantısını gerçekleştiren İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Terörle iltisaklı olanlardan hesap sormak bizim vazifemizdir” diyerek Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasına yönelik değerlendirmesinde, “Şehrin emini terör yandaşı olamaz. Terör örgütleri ile bir olunmaz” dedi.
ANKARA (İGFA) – İçişleri Bakanlığı, Şanlıurfa’da ‘Türkiye’nin Huzuru’ toplantısını gerçekleştirdi.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, insanlık tarihinin ilk izlerine ev sahipliği yapan toprakların kardeşliğin, birlikteliğin ve ortak geçmişin simgesi olduğunun altını çizerek, “Mezopotamya’nın kadim kültürünü ve mirasını barındıran Şanlıurfa kardeşlik diyarıdır. Buradan yükselen kardeşlik ruhu bizi bir arada tutan en güçlü bağlardan biridir. Bin yıllık geçmişimizde Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Laz demeden omuz omuza mücadele ettik; aynı ekmeği bölüştük, aynı türküyü söyledik. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın liderliğinde inşa ettiğimiz Büyük ve Güçlü Türkiye, mazlumların da mağdurların da umududur” diye konuştu.
Bakan Yerlikaya, İçişleri olarak, şehir şehir, cadde cadde, sokak sokak memleketimizin her yerinde huzurun ve güvenin hâkim olması için gece gündüz demeden canla başla çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceklerini belişrterek, terörle mücadelenin de büyük bir kararlılıkla sürdürüleceğini söyledi.
pic.twitter.com/zsRIsWIlyv
— Ali Yerlikaya (@AliYerlikaya) November 1, 2024
TERÖRÜN SİYASETİ OLMAZ
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması ve belediyeye kayyum atanmasıyla ilgili de isim vermeden yaptığı değerlendirmelerde Bakan Yerlikaya, “Şehrin emini terör yandaşı olamaz, terörün siyaseti olmaz, sadece mücadele edilir.” dedi
Belediye kanunda belediye yöneticilerinin terör üyesi olmaları durumunda karşı karşıya kalacakları durumun açık olduğuna vurgu yapan Bakan Yerlikaya, “Dünyada terörden en çok canı yanan milletler arasında ilk sırada bizim milletimiz geliyor. Hangi partiden olursa olsun terörle arasına mesafe koyan, milli duruş sergileyen, bu bela ile amasız fakatsız mücadele eden belediye başkanlarının başımızın önünde yeri var. Terörle iltisaklı olanlardan da hesap sormak bizim vazifemiz. Terör örgütleri ile bir olunmaz. Şehrin emini terör yandaşı olamaz. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve bu devletin bir sahibi var o da aziz milletimizdir. Terörün siyaseti olmaz; terör ile sadece mücadele edilir. PKK gibi taşeron örgütler Türkiye’nin gücünü hazmedemeyenlerin oyunudur. birliğimizi hedef alan hainlerdir. Yaptıkları terör eylemi bunu gözler önüne sermekte. Türkiye Cumhuriyeti bu topraklarda yaşayan her bir vatandaşımızın devletidir” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
eszpek · 4 months ago
Text
adalet istenci ve suçluluk psikolojisi
Adalet Kavramı Üzerine Düşünmek
   Adaletle birlikte temel olarak gün yüzüne çıkan, hak hukuk güç eşitlik özgürlük güven vb. kavramlara etraflıca baktığımızda; adalet isteğinin insanda neyi karşıladığı, neyi “örtmek” ya da neyi “sağlamak” amacıyla yaşamın bir parçası olarak belirdiği, içsel bir gereklilik olarak kendiliğinden mi zuhur ettiği yoksa bir kavram olarak belli bir eğilime yön vermek amacıyla dışsal bir dayatma olarak mı kurulduğu soruları ekseninde düşünmek faydalı olacaktır.
   Bu araştırmada adaletin büyük kurum ve başlıklarla olan ilişkilerinin tanımları ve sonuçlarıyla ilgili değil, “istenç” bağlamında adaletin şemsiyesi altına aldığı tüm bu duyum ve kavramların kökünde yatan güdülenmeleri anlamaya çalışacağım. İnsan teki adaleti neden ister? Adalet zaten isteklerin ve güdülerin içinde kaynaşık olarak hüküm sürmemekte midir? Adalet elde edilecek, hak edilecek ya da dağıtılacak bir olgu mudur? Bizim ne ölçüde dışımızda ne ölçüde içimizde konumlanacaktır? Kişisel midir, toplumsal mıdır? Kişisel olan ne ölçüde bağımsız bir kişisellik taşır? Adaletin eksiksiz sağlandığı bir dünyada adalet isteği yerini neye bırakacaktır? Böyle bir dünyada herkes bu adaleti hissedip özümseyebilecek midir, adalet kavramına gereksinim duyulacak mıdır? Adalet gerçekten elde edilebilir mi? Tüm çağlar ve toplumlarda geçerli sabit bir istek midir? Ne ölçüde iktidar aygıtlarının içine eklemlenmiştir? Adalet insandan çalınmış mıdır? Ondan bir kavram olarak bahsedebiliyor olmamız onu içkin bir şekilde yaşayamıyor oluşumuzun göstergesi midir? Nesnel olmakla yükümlü adaletin, öznel talepleri nereye ve nasıl oturtacağını kim nasıl belirleyecektir? Ve izlek olarak belirlediğimiz suçluluk psikolojisi, adalet istencinin tam olarak neresinde durur ve onu ne gibi anlamlara doğru taşır?
    Modern İktidar ve Adalet İlişkisi
   Öncelikle hak ve hukuktan söz etmeli. Arapça kökünden hakim, hakem, mahkum, mahkeme, muhakeme, hüküm kelimelerini türetebildiğimiz bu kavram; bir sınamadan, saptamadan, yargıdan, kanıdan, tanıdan, yaptırımdan, doğruluktan, kazanımdan, x’e göre y olmak durumundan, hakkın niceliğinden söz ederek, iktidar olgusundan ayrılamaz bir bölgede konumlanır. Ortada bir ayıklama, sayma, sağlama, sınama, sorma işlemi vardır. Muktedir olan, hükümdar olan, iktidar olan, kadir ve kadim olan, hakim olan, hakkı olan, mahkum edilen, hakir görülen, hükmü verilen, hüküm giyenlerden söz açılmış olunur.
   Bu kadar çok kavram özelinde ağlaşan, nesnelerini yaratan bir sistem, nasıl bir iddiayla kendisini ortaya sürer? “Adaletin sağlayıcıları”ndan söz ederken, ona etfettiğimiz kutsiyet boyutunun değiştiği çağlar arasındaki farklılıklara eğilmek bize ne anlatabilir? Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabındaki bu farklarla ilgili şu soruna odaklanır:
  “İktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa vurduğu, gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sistemden mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş, bir yandan iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine, adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan, gizli cezalandırmaya doğru olan bir hareketle belirlenmektedir.Kendini öne çıkartan iktidar bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.”
  İktidarın sinsi ve derinlikli bir örgütlenme olarak her türlü toplumsal ilişkide kendisine alan bulduğunu düşünen Foucault’nun bu paragrafında vurgu yapılan modern iktidar, adalet sağlayıcılığı konusunda da bireyler üzerinde benzer bir örgütlenme ve çarpıtma yoluna gitmiştir. Michel Foucault ile Noam Chomsky’nin “iktidara karşı adalet” başlığı özelinde yaptıkları tartışmayla ilgili, Taylan Doğan şöyle bir aktarımda bulunuyor:
   “Konu, muhalif bir toplumsal mücadelenin kendini nasıl meşrulaştırdığıdır.Bu noktada Michel Foucault; proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelede adaletin, -daha adil bir dünya tasarımının- aslında iktidar mücadelesindeki tarafların kullandığı söylemin unsurlarından biri olduğunu iddia eder. Kendi başına adalet -üstelik mutlak adalet- toplumsal mücadelenin meşruluğu için başvurulması pek doğru olmayan bir kavramdır. Eğer proletaryanın mücadelesi haklıysa bu onun bütün sınıfları ortadan kaldıracak biricik sınıf olmasından kaynaklanır. Bir başka deyişle; haklılığı tarihten gelir; soyut bir adalet kavrayışından değil. Noam Chomsky bu görüşe şiddetle karşı çıkar. Proletaryanın ya da başka herhangi bir ezilen sınıfın mücadelesi sonunda ayrıcalıklı bir bürokrasinin oluşmasıyla sonuçlanacaksa bunu savunamayız der. Bizim bir mücadeleyi haklı görüp katılmamıza yol açan, sahip olduğu daha adil ve eşitlikçi toplum tasarımıdır. Şiddet de dahil kullandığı araçlar ancak bu temelde haklı gösterilebilir. Bu nedenle Chomsky, mutlak değilse de göreli bir adalet kavramına başvurmayı toplumsal mücadelenin olmazsa olmaz koşulu sayar. Gerçekte insan doğası kendini geliştirme, yaratıcılık ve adalet gibi nosyonları içinde barındırmaktadır. Ama içinde yaşadığımız toplumsal yapı, sistematik olarak bu yönlerimizi bastırır ve bizi pasifize eder. Bu açıdan bakıldığında, Chomsky'ye göre, muhalif toplumsal mücadeleler gerçekte insanın doğasında bulunan dayanışma ve adalet arayışının özgürce hayata geçebileceği koşulları yaratma mücadelesidir.”
   Bu iki farklı görüşte görüşün bağdaştığı ortak nokta, adaletin artık salt saf bir içsel bir gereksinim olmaktan çıktığı, iktidarın yerleşikliğini sağlamlaştıracak ve onu boyutlandıracak bir araç haline dönüştüğünün altının çizilmesidir. Foucault çift kutuplu düşünen modern algıda muhalefetin adalet talebini de yeteri kadar masum bulmaz. İnsanın tabiatından koparılmış ve bir kavram olarak erk tarafından dıştan kurgulanmış adalet fikrinin; yine iktidarın izleğinden sözde haklılık ve meşruluk zeminleri oluşturularak iktidardan talep edilmesi, ne şekilde olursa olsun iktidar��n karmaşık ve sinsi yapısını daha da beslemekten öteye gidemeyecektir.
   Adalet hakkında yapılan bir sempozyumda konuşan Doğan Göçmen felsefeciler arasında da yaygın olan günlük anlayışa dayalı adalet düşüncesini tersine çevirmek gerektiğini belirterek bu durumdan bahseder. Göçmen, adalet kavramının ne olduğunu anlatabilmek için onu insan ilişkileri içinde ele almak gerektiğini belirtip felsefenin paradokslarından birini formüle eder:  “Adaletçi değil kurtuluşçu, özgürlükçü bir düşünür olan Marx'ın Kapital'in üçüncü cildindeki bir belirlemesine göre ‘doğal adalet’ yoktur. Marx'a göre, aynı yapıtın birinci cildinde belirttiği gibi, 'hak' ve  'doğanın değeri yoktur'. Bu düşünceye dayanarak 'insanın da değeri yoktur' denilebilir. Bu şu demektir: doğa ve insan değer kategorisiyle ölçülemez. O halde dünyada bugün ne oluyorsa, bütün ilişkiler adildir.” Göçmen'e göre adalet, güçler kavgasının durumunun belirlenmesinden başka bir şey değildir. Güçler dengesi değişince buna göre adil olanın da sınırları yeniden belirlenir.
   İktidar bireyin vicdanından çaldığı adalet tanımını bireye yeniden pazarlama yoluyla kendisini yüceleştirmek için, araçlarını ve aygıtlarını işleterek bireye güdülendirici bir tahakküm kurar ve düzeneğin işlemesini izler.
    Suçluluk Psikoljisi: Modern İktidarın Tahakkümü Altındaki Bireyin Adalet İstenci
     Sacher Masoch’un Takdimi kitabında Gilles Deleuze, şöyle bir denklem kurar:
    “Bize mazohizmde asıl döven kişinin baba olduğu söylendiğinde, şunu da sormalıyız. Öncelikle dövülen kimdir?  Baba nerede gizlenmiştir? Öncelikle dövülende gizli değil midir? Mazohist suçluluk duyar, kendini dövdürür ve cezasını çeker; ama hangi suçtan dolayı ve ne için? Onda minyatür hale getirilen, dövülen, alay edilen ve aşağılanan tam olarak baba imgesi değil midir? Cezasını çektiği şey, babayla olan benzerliği, babaya benzemesi değil midir? Mazohizmin formülü aşağılanan baba değil midir? Bu yüzden baba dövenden çok dövülen olacaktır.”
    “Suçluluk duygusunun mazohizmde çok önemli bir yeri vardır, ama bir kılıf fenomeni olarak, çoktan dönmüş bir suçluluğun mizah duygusu olarak, suçluluk orda artık çocuğun baba karşısındaki suçluluğu değil, babanın kendisinin ve çocuktaki benzerliğinin suçluluğudur”
     İstencimizin adalet ile intikam kavramları arasında nerede durduğunu düşündüğümüzde, aslında ayrımın belirsizleştiği, iktidarın oyduğu deliklerin mazohist isteklerle dolarak düzeneği yeniden ürettiği görülür. Kişi adaleti elde ettiğinde ne tür bir duygu yaşamaktadır? Onu neden ‘elde etmek’ istemektedir? Terazinin karşı kefesine koyduğu bireyi yargılarken, aslında tam olarak neyi yargılamakta, neyin cezalandırılmasını arzulamaktadır? Bernad Williams’ın Hakikat ve Hakikatlilik Üzerine isimli kitabında bu soruları boyutlandıracak bir görüşten bahsedilir. Williams burda Nietzsche’nin “Hakikatin ne kadarına katlanabilir insan?” sorusunu gündeme getirir. Adalet insanlığın “temel bir hakikate” katlanamadığı için ürettiği bir kavram olabilir mi? İnsanlık onun elde elimesinden sadist bir zevk alıyorsa, buna odaklandığımızda: bu sadistliğin kaynağı da kendisinde gizlediği bir şeyi, ona bedeninin parçalanmasını imleyen bir hakikati saptırmak için başkasındaki bu imi yıkmak istiyor oluşu olabilir mi? Hakikatin katlanabildiğimiz kadarı, elimizde kalan hakikat kırıntısı bugünkü dünyanın adalet tanımının içini dolduruyor. Yalan söyleme, örtük ilişkiler, saptırma, cezalandırma, cezalandırılma, bunlardan haz duyma, bir başkasını mitleştirme ve mite saldırarak kendisini yaşamsallaştırma ve örtük karakter kurguları yaratma çağımızda saf sevgiyle, adalet istenciyle, insanlıkla örtülmüş durumdadır. Çağımızda bir görüntü olarak her yere sinmiş, psikanalizce biçimlendirilmiş baba imgesi, insanları ödipal üçgenin içinde boğmaktadır. Foucault iktidarın her yerde olduğunu söylüyordu, Deleuze babanın aynı zamanda dövülen de olduğunu hatırlatıyordu. Adalet içten gelen bir hak talebi olmaktan, kalbe dayanmaktan çıkıp ödipal bir oyun haline gelmiştir. Oyunun tarafları sürekli oyunu beslemekte, sahneler kurmakta, katharsisler yaşamak için çeşitli kurgular düzmektedir.
M. P. Baumgartner: “Hayat, her gün, çatışmayı inkâr etme, asgariye indirme, sınırlama ve ondan kaçma çabalarıyla doludur. İnsanlar karşılaşmalardan kaçınırlar ve yaraların deşilmesinden ya da nelerin yanlış olduğunu belirleyen kurallar koyulmasından çok rahatsız olurlar.” der. Modern dünyada birey ölümü saklamak, örtbas etmek için sürekli oyunlar kurar. Adalet de bu oyunların bir parçası haline gelmiş, kurumsallaşmış, her yere sızmış ve bir hakikat sahnesi kurarak belki de hayatın karşısında ölümü cezalandırmak (sindirmek) amacıyla karşısına ittiği rakibine kırbaçlar vurmaktadır. Peki bu darbelerle gerçekten içimiz rahatlamakta mıdır? Bu cezalandırma arzusu günün sonunda hayatı mahkum eden, onu ayrılmaz dostundan koparıp sakatlayan ve yaşantıyı “ölü bir hayata” çeviren trajik bir güdüye dönüşmekle bizi eksiltmekte, güçsüz kılmaktadır daha ziyade.
0 notes
hetesiya · 10 months ago
Text
“Hukuk sisteminin içine yerleşmiş bir olgu olarak soykırım” Ermeni soykırımı ve Ermenilere karşı uygulanan politik, ideolojik ve… | Instagram
instagram
“Hukuk sisteminin içine yerleşmiş bir olgu olarak soykırım”
Ermeni soykırımı ve Ermenilere karşı uygulanan politik, ideolojik ve ekonomik şiddet, sadece Ermenilere karşı işlenmiş barbarlık gösterilerinde değil, aynı zamanda Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde çıkarılmış bir dizi normal ve sıradan hukuk metinlerinde gizlidir.
Bu minvalde soykırım, sadece fiziki imha anlamına gelmemektedir. Hatta daha ileri giderek iddia edebiliriz ki, Ermenilerin fiziki olarak imha edilip edilmediklerinin bir ayrıntı gibi durduğu bir olgu ile karşı karşıyayız. Sürgün ve imha sürecinde ne kadar Ermeninin ölmüş olduğu veya ne kadarının hayatta kalmış olduğu ikincil bir sorundur; önemli olan, Ermenilerin kadim vatanlarındaki izlerinin tümüyle yok edilmesidir.
0 notes
yavuzbay-fan · 1 year ago
Text
ANLAYANA  (1/3)
ATATÜRK: "SIR.?"
BAŞKENT KÂDİM DEVLET:
13 EKİM
Şeriat ve Hakikati;
Gönüllerde buluşturan,
Pîr-i Türkistan,
Hoca Ahmet YESEVÎ Hazretlerinin..
Ulviyetli KABRİ.
Lillah-il FATİHA..
DÜŞÜNMENİN GERÇEĞİNDE;
Türkiye Devlet’i Cumhuriyeti’nin..
Başkenti neden Ankara olduğunu?
Bir düşünüp araştırdığımızda ise..!
“Kadim” OLAN,
DEVLET’İN,
Kudsi temellerini kurduran..
BİR,
“Milli Güç”-“Milli Şuur”-"Milli Merkez"
Olma-Olması-Olabilmesi-Olduğu;
Mutlak, Elbet ve Gerçektir.   
OSMANLI DA..
ANGARA (ENGÜRİYE)
'Kadim Devlet, Kadim Başkent'
1354’te Gazi Süleyman Paşa'nın..
(Rumeli Fatihi olan Veliaht Şehzade)
Ankara’yı feth ederek..
Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır.
Ehli Müslüm’in;
Cihat-o Ekber yolunun devamında..
Süleyman Paşa’nın Kardeşi;
1. Sultan Murad HAN,
TARAFINDAN,
ANKARA YI..
Bu sefer kesin şekilde almıştır.
NASIL? BİR KADİM;
Türk-İslâm mevcudiyeti,
Devlet-i Âliye'NİN..
Bakiyesine sahipliğine olduğumuz,
İspat-i Şayandır.
Beka Mevcudiyetimizin şahlanacak,
Asli Kudsiyet kapıları DA..
BU İlahi-yat kapılarıdır.
Ve O Kapıların Ardındaki;
“SIR”lı MÜBAREK TÜRKİYE;
Kadim, Kudret, Vakur'dur.  
TÜRKLÜĞÜN;
>Âbideler DE..
“Türk milleti işitin”
Denirken,
>Hitab DA..
“Ey Türk gençliği”
DİYE,
Söze başlanmaktadır.
Bütünleşmenin sağlandığı,
En kapsamlı müessese İSE,
DEVLET'TİR.
İhyâ edilmesi gereken İSE,
SİSTEM'DİR.      
İBRETLİKTİR Kİ!
Yaklaşık 1300 yıl öncesinden,
Bu güne seslenen..
Bilge Kağan ve Kül Tigin’in;
Mesajları İLE..
ATATÜRK’ÜN;
Gençliğe Hitabesin DE..
Asırlara damgasını buran,
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'NİN,
Muktedir; Şanlı; Kadim;
Varlıkta Şekillenen..
KUTLU Mesajlar Arasında..
Önemli paralellikler vardır.
Geçmişten Alınanlardan..
"MİLLÎ"
Gelecekten İstenenlerde..
"BEKA"
ÖZ/ÖZDEN birbirinin aynıdır.
Her iki yerde DE..
Sosyal bütünleşme ve dayanışmanın,
Hayatî önemine işaret edilmekte,
'VAR'
Olmanın temel şartın DA..
"MİLLİ RUH"
Olarak sayılmaktadır.
Bütünleşme ve dayanışmanın,
Merkezine İSE..
'Milliyetçilik ve Türkçülük'
Şuuru yerleştirilmiştir.
İŞTE!
BU GERÇEKLERİN TECELLİSİN DE..
Ankara Merkez Toprakların DA..
Bulunma, Konaklama, İkamet.
İdari, Merkezi Konum Üzerinde..
MİLLÎ DEVLET;
Mevcudiyetinin Temelleri;
Oğuz. Bozok. Üçok.
Kayı. Yörük. Türkmenlerin..
Fikri, Zikri ve İdeali merkezidir.
KÂDİM TARİH;
Sadece,
Geçmişte NE olduğunu değil,
Aynı zamanda..
Gelecekte Ne olacağını anlatır.
BU TOPRAKLARIN;
Asıl ve Asil sahipliliğinde..
MİLLÎ MİSÂK-I TOPRAKLARI DA..
TÜRKLERİN;
"İkinci yurdu" Değildir.
BU KUDSİYETLİ TOPRAKLAR;
"Türklerin Anayurdu"dur.
ANADOLU DA..
Bundan 8 bin yıl önce DE..
TÜRK Devletlerinin var olduğu,
TÜRK TARİHİ;
Belgelerle kendini İspatlamıştır.
ANAYURT DA..
Yaşayan 8 bin yıllık dev bir,
Türk Sahipliliği tarihi çıkmaktadır!
SONRASINDA,
Aka’ların, Sümerler'in ve Eti’lerin,
TÜRK olduklarının mirasçısıyız.
İŞTE!
BU MİLLÎ RUH DA..
DEMEK OLAN,
“Kuva-i Milliye Ruhu”
Temsil eden bir Meclistir.
Batı emperyalizmi ve sömürgeciliğinin,
TÜRK MİLLETİ'Nİ,
 Esir etmek istemesi İLE..
Vatanın değişik yerlerinde..
“Müdafaa-i Hukuk” Adı altında..
MİLLÎ dernekler kurulmuş.
MİLLİ direniş odaklarının,
Dağınık, Güçsüz olduğu bir dönemde..
Gazi Mustafa Kemal PAŞA,
Samsun’a çıktı.
MİLLÎ irade hedefin DE..
“Kuva-i Milliye’yi amil, irade-i milliyeyi"
Hakim kılmak’tı.   
UNUTMAYALIM!
TEK ve Hâkim OLAN,
C.C. ALLAH Yüceliğinde..
'Devlet-i Aliyye'
Yeniden Bir Türk Devleti
CİHAD uğruna yol alanları,
Özellikle ve Öncelikle..
İSTİKLAL VE İSTİKBALİN;
"BAŞ"-"ŞEHİR" Olması,
Mevcudiyetinde..
GAZİ PAŞA'YI..
ANKARA’YA göndermiştir?     1/4..
STRATEJİTÜRK
0 notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
🗣️ Veryansın
Göçük altındayız.
Ülke mezarlık olmuş.
Holdinglerin, siyasetin, sermayenin, bankaların, tarikat ve cemaatlerin, inşaat şirketlerinin ve medya denen rezilliğin enkazının altında kalmışız.
Cumhuriyet herkese hukuk önünde eşitlik verdiği halde ülkede birilerine kimse dokunamaz olmuş.
Kendini üstün sanan birkaç kendini bilmeze ait değil bu vatan, bu devlet ve bu kadim ulus.
Biz kimsenin kulu ve kölesi değiliz.
Biz kimsenin müşterisi de değiliz.
Tek adam dayatmasına kimse dokunamıyor, holdinglere, tarikat ve cemaatlere kimse dokunamıyor. Halkı sürekli aldatan siyaset ve medyaya kimse dokunamıyor.
Cumhuriyetin savcıları kimseye dokunamıyor.
Ey insanoğlu enkaz altındayız.
Üzerimize bir tek deprem olup evimiz çöktüğünde ölümü bekliyoruz.
Kurtulmak istiyorsanız bu enkazı kaldırın.
Sürekli enkaz üreten zihniyetlere yetki vermekten ve onlardan çare beklemekten vazgeçin.
Us ve duyuncunuza ne oldu?
Gözünüze, kulağınıza ne oldu?
İnsanlığınıza ne oldu?
İnancımıza ne oldu? Bu topraklarda böyle bir din anlayışı var mıydı? Bunu neden satın alıp sahiplendiniz ve sahipleniyorsunuz?
Cumhuriyet yok olduğunda hiçbirimiz bu enkazın altından kalkamayacağız.
Cumhuriyeti enkaza döndürmek istiyorlar.
Devlet sizsiniz. Geçici yetkisi olan hiç kimse devlet değildir.
Aklımızı mı yitirdik?
Görevlerini sürekli ihmal ve bu ihmali normalleştirmek üzerine kurulu bir dayatma ile bize dayatanlar cumhuriyete, vatana ve ulusa ihanet etmektedirler.
Üzücü olan durum şahsi çıkarını, tarikatını, cemaatini, holdingini, partisini, inşaat şirketini, bankasını ve medyasını vatanından ve ulusundan daha çok seven ve üstün tutarak bize ihanet edenlerin içimizde yaşıyor ve bizim gücümüzü bize karşı kullanma cüretini sonlarını düşünmeden göstermiş olmalarıdır.
Bizim bela çekmeye artık sabrımız tükenmiştir.
] Önder KARAÇAY [
1 note · View note
diroknas · 3 years ago
Text
Milliyet ve Vatandaşlık
Devlet ve vatandaşlık düşüncesi birbirine merbut iki kelimedir. Bir devletin sınırları içerisinde, o devletin hukuk sistemine bağlı olarak hayatını devam eden halkların bütününe vatandaş denir bunun sıfat tanımına da vatandaşlık denir. Vatandaşlık bir devletin sınırları içerisinde yaşayıp ve o devletin kurumlarıyla bağımlı olarak yaşayan kişilere yurttaş veya vatandaş denir. Fakat bazı ülkeler özellikle milliyetçilik düşüncesi üzerinde tesis edilen devletler bunu ırki bir kavram olarak algılayabilirler. Bir insan Alman vatandaşı olabilir fakat Alman olmayabilir. Bir insan Rus vatandaşı olabilir. Fakat bu kişinin Rus olduğu anlamına gelmez. Bunu elbetteki daha farklı örneklemelerle zenginleştirebilir. Fakat konunun dağılmaması için sadece bu şekilde birkaç örnek verilmekle iktifa edilmiştir. Bütün dünyada vatandaşlık tanımı yukarıda vermiş olduğumuz örnekler çerçevesinde belirtilirken Türkiye'de ırki bir tanıma oturtulmak istenmiş ve bu durum başarısız olmuştur. Kültürel olarak güçlü olmayan bazı halklar devletin kendileri için tanımış oldukları tanımı kabul ederlerken daha kadim kültürlere sahip olan halklar ise vatandaşlık tanımını devletin her türlü baskı ve yıldırma politikalarına rağmen kendilerine giydirilmiş olan bu deli gömleğini reddetmiş ve buna karşı bir savunma mekanizması geliştirmeyi tercih etmişlerdir.
TDK'ya göre vatandaşlık tanımı yurttaşlık olarak kabul edilirken bunu tanımlama içerisinde farklı bir tanım ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Örneğin yurttaşlık da aynı topraklar üzerinde yaşayan kişiler olarak kabul edilmektedir fakat kelime içerisinde tanımlarken "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" şeklinde tanımlamayı uygun görmüşlerdir ki bizce bu tanım uygun da değil sağlıklı da değil. Çünkü bu tanıma göre vatandaşlık o topraklarda kader birliği yapan kişilerin birlikte yaşadıkları toprak bütünü iken TDK bu bağlamın dışında farklı tanımlamayla bütün sair ırkları Türk ırkına indirgemekle diğer ırkları kendi içerisinde eritmek gibi bir amacı üstlendiği anlaşılmaktadır. Oysa Türklük farklı bir kavramdır. Nitekim Türklük ırki bir durumu tanımlarken vatandaşlık ise aynı toprak üzerinde yaşayan vatandaşların kader birliğidir de denilebilir. Bu cihetle düşünüldüğü zaman Türkiye'nin vatandaşlık tanımındaki amacı kendi toprakları içerisinde yaşan diğer halkları Türk milleti adı altında asimile edip onları kendi öz kültür ve ırklarından tamamen uzaklaştırmaktır. Osmanlı Devletinin bir bakiyesi olarak kurulan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti", Anadolu topraklarında yaşayan diğer unsurların kimisini yıldırmak kimisini ise gönül rızasıyla Türk ırkı içerisinde eritmiştir. Fakat bu yıldırma politikalara karşı sert bir direniş gösteren Kürtler, genç cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte onlar üzerinde uygulanmaya koyulan asimilasyon politikasına karşı sert bir direniş sergilemişlerdir. O süreçle birlikte başlayan mücadele günümüzde hala karşılıklı devam etmektedir. Devlet Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan tüm yurttaşları Türk olarak kabul etmek isterken Kürtler bu uygulamaya karşı sert tepkiler vererek kesinlikle reddetmektedirler. Günümüz dünyasında asimilasyon politikaları yeryüzünde artık silinmek üzereyken devletin süregelen bu politikalarını Kürt halkı üzerinde devam etmeye çalışması elbetteki bir insanlık suçudur. Çünkü uluslararası hukuk normlarına göre hiç kimse zorla kültür, din ve dil gibi doğuştan gelen haklar üzerinde bir baskı yapamaz ve onları zorla baskıyla değiştirme hakkına sahip değildir. Fakat maalesef hukuk normlarının düzgün bir şekilde çalışmayan geri kalmış ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde bu baskı unsurları sürekli gündemde olup ve insanlar üzerinde baskı kurmak suretiyle din, mezhep, dil ve ırk değiştirmeleri yönünde bir politika uygulamaktadırlar.
Kürtler, Selçukluların Anadolu topraklarına gelmeleriyle birlikte Türk ve Kürtler aynı coğrafyayı beraber paylaşmışlardır. Kürtlerin Anadolu'daki varlıkları şüphesiz Türklerden binlerce yıl öncesine gitmektedirler. Türklerin Müslüman olması Kürtlerin onları desteklemesine ve onların egemenliklerini kabul etmelerindeki en önemli araçların başında gelmektedir. Fakat Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bütün Kürt hakları ortadan kaldırılmış, Kürt halkının kendi dil, edebiyat, tarih, müzik ve folklor gibi maddi ve manevi kazanımları yasaklanmış ve Kürtlere ait olan her türlü kazanımlar Türklere ait kılınmaya çalışılmış ve bu şekilde Kürt kültür ve ırkı Türkleşme potasında eritilmeye çalışılmıştır. Günümüzde dahi hala Kürtçe müzik ve tiyatrolar yasak ve Kürt araştırmaları üzerindeki baskılar devam etmekte ve buna mukabil Kürtler bütün bu ağır baskılara rağmen kendi çaba ve imkanlarıyla sahip oldukları maddi ve manevi kazanımlarını muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Bütün dünya ülkelerinin kendi topraklarında unutulmaya ve yok olmaya yüz tutmuş olan eski gelenek, görenek, dil ve kültürleri yeniden canlandırmaya çalışırlarken Türkiye'de Kürtler ve onların gelenek, görenek, dil, tarih ve edebiyatları üzerine uygulanan bu baskıların devam etmesi gerçekten geri kalmışlığın açık bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Kürtlerin kendilerini içinde buldukları ve sahip oldukları haklarını savunduklarına inandıkları siyasi partilerinin devlet, medya ve sair siyasi partiler tarafından sürekli olarak baskı altında tutulmaya çalışılması aslında Kürtler üzerinde uygulanan baskıların açık bir göstergesidir. Her gün medyada Kürtler ve Kürt partileri ekranlarda tartışılmakta olduğu halde karşılarında bir tane dahi Kürtleri temsil eden birinin olmaması bu ülkenin demokrasisi ve insan haklarının nasıl bir durumda olduğunun açık bir örneğidir. Kürtlere hakaretler ve nefretler edilirken bir kişinin bile "ya bir tane Kürt getirelim bakalım ne talep ediyorlar" gibi en basit bir soruyu dahi sormamaları elbetteki bu ülke inanının Kürtlere ve Kürt haklarına bakış açılarını göstermektedir. Toplumun her kesiminde Kürtlerin hak taleplerine karşı sadece militarist ve milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmaları şüphesiz ki durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Kürt meselesinin çözümünün nasıl bir karmaşanın içinde olduğunu göstermektedir. İsviçre merkezli bir araştırmanın raporlarına göre dünya üzerinde bulunan yetmiş beş milyon Kürdün otuz beş milyonu Türkiye vatandaşıdır. Bu kadar kalabalık bir nüfusun kendi kültür, dil ve geleneklerinden koparıp başka bir kültür ve dil ailesine bağlamak ya da öyle kabul etmek şüphesiz insan doğasına ve hayatın olağan akışına ters bir durumdur.
Sonuç olarak başka bir ırka mensup bir grubun sahip olduğu her türlü maddi ve manevi kazanımlarını reddetme politikalarıyla yok saymak ne vicdani ve ne de ahlaki bir durumdur. İnsanların kabul etmediği bir şeye zorla bağlamak şüphesiz ki elbise üzerindeki yamaya benzer ve oraya ait olmadığı için sürekli bulunmuş olduğu yerde sırıtır ve ortaya hiç hoş olmayan durumlar gelebilir.
4 notes · View notes
kadimhukukburosu-blog · 5 years ago
Text
Kadim Hukuk İle Her Daim Davaları Kazanın!
Ceza avukatı, kişilerin özgürlüğü hem de kamu güvenliğini ilgilendiren en hassas konularda savunma mekanizmasının daha etkin bir şekilde kullanılması için uğraşır. Kişinin özgürlüğü her şeyden değerli olup, bu değeri savunmak adına sizlere geniş çaplı hizmet sunmaktayız.
 Niteliksel olarak ceza davalarına giren avukatlar ağır ceza avukatı olarak tanımlanır. Ceza avukatları esasında her avukatın yaptığı gibi kişinin haklarının savunulmasına yardımcı olmaktadır. Fakat kişilerin özgürlüğü çok önemli bir konu olmasından dolayı ceza avukatı olarak bizler çok hassas bir görev üstlenmekteyiz. Ankara ceza avukatı olarak sizlere Türkiye’nin en güvenilir hizmetlerini sunmaktayız.
 Güvenlik Soruşturmaları Ve Arşiv Araştırmaları
 657 sayılı devlet memurları kanununda devlet memuru olmak isteyen kişilerin taşıması gereken genel ve özel şartlar düzenlenmiştir. 2018 yılında bu kanunda yapılan düzenlemeyle devlet memuru olmak isteyen her kişi için güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olması şartı getirilmiştir.
 Eğer sizlerde devlet memuru olmak istiyorsanız bütün aşamaları geçtikten sonra işe başlamadan önce güvenlik soruşturması ile karşılaşacaksınız. Yapılan güvenlik soruşturmanız olumlu veya olumsuz sonuçlanabilir. Olumlu sonuçlanırsa devlet memuru olmak için herhangi bir engeliniz kalmamaktadır. Fakat olumsuz sonuçlandığında bunun sebebi sizlere bilgilendirilmemektedir. Bunun için herhangi bir itiraz yolu da bulunmaz. Tek yapabileceğiniz işlem idari yargı da idari işlemin iptali talepli dava açılmasıdır. Bu işlemleri daha rahat bir şekilde yapabilmeniz için bizlerle iletişime geçip hukuki destek ve danışmanlık alabilirsiniz.
1 note · View note
ssblog33 · 5 years ago
Text
COVID19 VİRÜSÜNÜN İŞ YERİ KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİLERİ
COVID19 VİRÜSÜNÜN İŞ YERİ KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİLERİ
  COVID19 VİRÜSÜNÜN İŞ YERİ KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİLERİ
  Yazan: Av. Ferhat GEBEŞ Kadim Hukuk&Danışmanlık Kurucu Ortağı
  İlk kez 2019 senesinin Aralık ayında Dünya’da görülen ve 2019-nCoV olarak adlandırılan Corona virüsü ya da Covid19 virüsü nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından 12/03/2020 tarihinde pandemi ilan edilmiştir. Ülkemizde de 11.03.2020 tarihinde ilk corona virüs vakıasının…
View On WordPress
0 notes
zekiyuncuoglu · 3 years ago
Photo
Tumblr media
TÜRK DÜNYAMIZA ÖNEMLİ DUYURU❣️ Çok Yakın Bir Tarihte Türkiye Mərkəzle Global Ölçekte Tertemiz, Nitelikli En Az 350'nin Üzerinde Akademisyen, Yüksek Askeri Rütbelerle Sahada ve Masada Büyük Kahramanlıklar Destanları Yazmış Emekli Komutanlar; Hukuk ve Tıp Alanında Üstatlarımız; Orta, Büyük Ölçekli Tüccar, Sanayici, Girişimci; Birçok Teknik Alanda Başarılı İlim, Bilim, Spor, Eğitim, Sağlık, Tarım, Elektronik, Sanat - Edebiyat - Sinema - Tiyatro; Basın Yayın Alanında Kişiler ve Tesislerinin de Bulunacağı Gibi Türk Halkının Her Kesiminden Yeterli, Yetenekli Kişilerinden de Oluşacak ve Dünyada Muhtemelen Böylesi İlk Olacak POLİTİKA/CILAR ÜSTÜ, HEDEFİ TURAN, İLKELERİ KADİM TÜRK TÖRE VE GELENEKLERİ OLACAK OLAN, TESTLERDEN GEÇMİŞ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDAN TERTİP; İLKİN FEDERASYON ÇOK KISA SÜREDE DE DÜNYA ÖLÇEĞİNDE KONFEDERASYONA DÖNÜŞMESİ ALT YAPISININ DA BİTMEK ÜZERE OLDUĞU BİR GÜÇLÜ BİRLİĞİN RESMİLEŞMESİNİN, MENGÜ TEŃRİ'NİN KUT VERMESİ İLE DUYURUSUNU YAPACAĞIMIZI İLAN ETMEKTEN ONUR DUYARIM❣️ ELBETTE BÜYÜK TÜRK BİRLİĞİ HEDEFLİ ÇOK GÜZEL ÇABALAR İÇERİSİNDE OLAN STK' LAR VARKEN, AMAÇ DIŞI HATTA TÜRKLÜK VE TÜRKÇÜLÜK - ATATÜRKÇÜLÜK ADI ALTINDA AHLAKSIZCA, KİRLİ İŞLER HATTA YASA DIŞI İŞLERLE TÜRÜG BUDUNUMUZ ONURSAL DEĞERLERİNE KARŞI DÜŞMANLIK İÇİNDEKİ İÇ VE DIŞ KARANLIK GÜÇLERİN TEŞVİKLERİ, İMKANLARI İLE İHANETÇİLERE PARAVAN BİRÇOK STK VEYA KURULUŞ, VAKIFLARA DA DUR DEMEK KADAR; ELBETTE ANA HEDEF TÜRKLERİN TURAN ÜLKÜSÜNE ULAŞMASI YOLLARINI VE ZAMANINI KISALTMAK, EMİN KILMAK KORUMAK OLACAKTIR❗ BÖYLESİ BİR YAPILANMADA GÖREV ALMAK İSTEYECEK REFERANSLARI GÜÇLÜ, MAZİSİ TEMİZ, GEÇMİŞİNDE BU UĞURDA BAŞARILI ÇABALAR İÇİNDE OLAN, MANKURTLARLA MÜCADELE KARARLILIĞINDA OLAN HER BÖLGE - ÜLKE'DE KİŞİLERİMİZİN [email protected] adresine kısa özgeçmişlerini, daha evvel görev aldıkları kuruluş - kurumları ve hedefleri, beklentilerini, Kızılelma - Turan, Atatürk Çizgisini, Anlayışlarını varsa projelerini de ekleyecekleri anlaşılır, özet açıklamalı bir elektronik posta işetmelerini rica ederiz. 15.06 2022 #ZEKİYÜNCÜOĞLU ☣️ #KÖKTÜRÜGMANAS 🌀 #DÜNYA_TÜRK_BİRLİĞİ_ORTAK_HEDEF_PLATFORMU_TÜRKİYE☣️ #KADİM_TÖRECİ_ÖZ_GELENEKÇİ_KÖKTUĞ_ATANMIŞLARI 🌀 https://www.instagram.com/p/Ce1ZmHZKlMS/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
malummedya · 3 years ago
Text
HDP’li Başaran: Kadınlara geri adım attıramayacaksınız
ANKARA – Kobanê Davası’nda yargılanan 13 kadın siyasetçiye ilişkin açıklama yapan HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, iktidara “Bu ülkenin en kadim problemlerini yargı eliyle görünmez kılma çabanızdan vazgeçin” çağrısında bulundu.    Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi, kadın ve hukuk örgütleriyle birlikte Kobanê Davası’nda yargılanan 13 kadın siyasetçi için Sincan Cezaevi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pazaryerigundem · 7 months ago
Text
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
https://pazaryerigundem.com/haber/180650/bursada-provokatif-paylasima-gozalti/
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
Tumblr media
Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
BURSA (İGFA) – Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, konuyla ilgili açıklamayı sosyal medya hesabından duyurdu.
Bursa’da provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıklayan Vali Demirtaş, “Telegram ve sosyal medya platformlarında “Arapları Yıldırma” vb. isimlerle gruplar oluşturarak vatandaşlarımızı kin ve düşmanlığa sevk edecek şekilde provokatif söylemlerle Bursamızda huzur ve güven ortamını bozmaya yönelik paylaşımlar yapan F.K. adlı hesap yöneticisi şahıs yakalanarak gözaltına alınmış olup Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile koordineli şekilde adli işlemleri devam etmektedir. Bu şekilde provokatif faaliyetlere kesinlikle müsamaha gösterilmeyecektir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu ifade eden Vali Demirtaş, paylaşımında şunları kaydetti:
“Güvenlik güçlerimiz suç ve suçlularla mücadelesini kararlılıkla devam ettirmektedir. Bursamız tarih boyunca farklı kültür ve milletlerden insanların bir arada barış içinde yaşadığı, hoşgörü ve kardeşliğin simgesi olmuş kadim bir şehirdir. Toplumumuzdaki huzur ve güvenliği sağlamak hepimizin ortak görevidir. Hiçbir gerekçe şiddeti mazur gösteremez. Bu nedenle herhangi bir provokasyona kapılmadan yasalara ve insani değerlere uygun hareket etmeye davet ediyoruz. Şehrimizde huzuru ve güveni sağlamak adına emniyet güçlerimizin çalışmaları kararlılıkla devam etmektedir.Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Tumblr media Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
loveseva · 3 years ago
Text
Yuvarlak bir dünyayı, onun düz olduğuna inananların eline bırakırsanız;
Onlar o varsaydıkları düzlükte sizi de, demokrasiyi de, adaleti de, özgürlükleri de silindir gibi ezer geçer her şeyi gerçekten dümdüz ederler.
İnançlılar, başörtüsünün ya da içki içmemenin ya da Batı müziği dinlememenin, dans etmemenin, şarkı söylememenin ve daha bir sürü çağdaş davranışa karşı tepkinin dini bir zorunluluk olduğuna “inanabilirler”.
Bu demektir ki o inançlılar;
Bilinen koca uygarlık tarihinin içinde çok küçük bir dilimi oluşturan dinler tarihi diye bir tarih olduğunu hiç bilmemektedirler.
Pagan dönemlerden, çok tanrılı çağlardan ve tek tanrılı çağlara geçişten bihaberdirler.
İnancın da canlılar gibi bir evrim geçirdiğini hiç öğrenmemişlerdir.
Tanıdıkları tek bir tanrının ebedi ve ezeli olduğuna “inanma” dogmasında saplanıp kalmışlardır. Tanıdıkları o tek bir tanrının fikren hiç olmadığı zamanlarda da yeryüzünde insanların yaşadığını, inanç kültürünün zamanla oluştuğunu, dönüştüğünü ve hâlâ da dönüşmekte olduğunu akılları almamaktadır.
Onlar kadim bir hikâyenin son kaç yüzyıllık parçasının, bilgiyle, akılla, mantıkla işi olmayan ve cehaleti marifet sayan, fikri güdümlü müritleridir.
Onlara kadın haklarını, insan haklarını, çocuk haklarını anlatamazsınız.
Sanatın, bilimin insanlık için değerini ispatlayamazsınız.
Onları demokrasinin gerekliliğine ikna edemezsiniz.
Onlara düşünce özgürlüğünün olmazsa olmazlığını kabul ettiremezsiniz.
Onlar...
Hiç şaşmaz, iktidarı ele geçirdikleri anda başınıza acımasız bir cehalet ve şiddet savunucusu kesilirler.
Çağdaşlığa derhal savaş açar; cehalete methiyeler düzerler.
Ve kendinden menkul bir hakla, kendileri gibi olmayan herkesi bazen mecazen bazen de fiilen kesip biçmeye başlarlar.
Şu anda, yıllar içinde sosyal medyada yaptığı politik ve sosyal paylaşımlar yüzünden hakkında davalar açılan sayısız aydın ve endişeli insan peş peşe savcılığa çağırılıyor.
Tutuklanmaları ve meçhule kadar içeride kalmaları, herkes biliyor ki tek bir adamın iki dudağı arasından çıkacak kelimelere bağlı.
Dilini, kendisine yapılan çağdaş ve özgür bir hayata davet önerilerini “işkence” addedecek kadar hileli kuran o iki dudak, hiç kapanmıyor.
Bir onu, bir bunu devamlı hedef gösteriyor.
Hem halka, hem de hukuka.
Ve linç başlıyor.
Sosyal medya o iki dudağın arasından çıkan isimlerin üzerine çullanıyor.
Savcılar hâkimler emir eri gibi hemen o insanların peşine düşüyor.
Korkunç bir sürek avı.
“Başörtülü hanımların” çektikleri “acı”lar üzerine bir devlet politikası inşa eden ve bu politikanın ardına saklanarak iktidara gelen güçlerin ele geçirdiği bu güzel ve yalnız ülke, artık dev bir hapishane.
Başında da;
En son konuşanı susturana kadar öğrenci, sanatçı, ev kadını, politikacı, gazeteci, genç, yaşlı ayırt etmeden her muhalifi “terör örgütüne” yardım ve propaganda yapıyor diye etiketleyen;
Devleti yıkmaya yeltendi diye damgalayan;
Halkı isyana teşvik etti diye işaretleyen;
İnanca saygısızlık yapıp kin ve nefret suçu işledi diye parmakla gösteren;
Astığı astık, kestiği kestik bir gardiyan.
Anayasa, hukuk, demokrasi, adalet ve özgürlük...
Hepsi ama hepsi artık eski bir yalan.
Mine Söğüt
0 notes
cerazza · 6 years ago
Link
Kitapsız hayat çekilmez oldu
      Öyle nadir bir cümle aslında
'Kitapsız hayat çekilmez oldu
' nereye çekersem gider o tarafa. Bir dindar tarafından kötü bir hayatın eşiği, bir materyalist tarafından sorgucu bir abdal tarafından çok bilgili oldu sanırım. Cahile cuhalaya bile gideri var bu sözün işte öyle bir söz söyledi hayata...
Kitap görseli
Öyle özlü bir söz de hemen şak diye yazasım geldi aslında ... '
Kitapsız yaşamak kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır
.'  işte bu özlü söz dünyaya en büyük etkenin kitap olduğunu aks etmiştir. Kitaplar bir çok bilgi ve sırrı içinde barındıran yegane varlıklarımızdır.
Kitaplar
sayesinde bir çok olay ve yaşanmışlıklar kayıt altında tutulabilir bu sayede geçmiş geleceğe ayna olabilir diye bakıyoruz. Bir çok semavi din kitaplarla bildirge vermiş suküneti sağlamış ve bir çok okul kitaplar sayesinde dünya işlerine yarayacak bilgiyi delil olarak tutmuştur. Yazı bulunduğundan beri bir çok şekilde tasvir edilip insanlar arasında bir anlaşma ve yardımlaşma için kullanılmış harika bir nesnedir. Kitaplar sayesinde öğrenmek için yaş sınırı olmadığını anladık 300 yıl önce yazılmış bir kitap bugüne yol gösteriyorsa, geçmişten geleceğe iz bırakan olayları tanık olarak anlatıyorsa hem yaşayanları hem yaşanan hikayeleri vurguluyorsa o toplum yükselmenin yolunda olduğunu görebiliriz. Kadim medeniyetler Mısır medeniyeti gibi yazıyla bir çok hüküm, karar ve hukuk dayanışması yapmışlardır. Bu sayede birlik beraberlik ve akıl çağına kitapla girilmiştir. Geleceğe gelecek olursak geçmişten bu güne kimya fizik harita dinler için bir çok kitap varlığını sürdürmekte fakat bugün Kitaplar karmakarışık bir hal almış durumda, Kitap dersek aklımıza Roman yada hikaye kitapları gelmekte bunları okumak kötü demiyoruz  hayal dünyamızı renklendirmek için Roman ve hikayeler gerekli yazılardır işte bunların yanında farklı kitap tarzları
Tarih
örneğin okunursa bilgi hazinemizin daha ileri olacağına inanıyorum . Günümüzün en büyük eksikliği Tarih kitapları okunması gerektiği eksikliğidir. Bulunduğumuz coğrafya bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve son dönemlerde yaşanan tarihsel vaakalar nedeniyle bir çok tarihi bildi boş bırakılmıştır. Okumanın en başta geliştirilmesi gereken yer bizce Anadolu Tarihi ve Anadolu Edebiyatı olarak tamamlanmalıdır.
Tarih araştırmalarında Kitap üzerine bir çok eylem yapıldığını fark edebilirsiniz. Büyük medeniyetler büyük kütüphaneler oluşturarak bilginin önemine değer vermişlerdir. Büyük bir medeniyet olmak istiyorsanız kitap değerine değer vermek gerektiğini unutmamak gerekir. Günümüzde en büyük eksiklik tekrar tekrar söylüyoruz Kitap okumamaktır. Okuduğumuz kitapları öğretici ve eğitici olarak seçmemizden kaynaklıdır. İnsanlar bilgilerini diğer kişilere aktardığı gerçekliği her zaman vardır öğrenen insan öğretecektir. Bu özlü sözlerden yola çıkarak bir başka konu Annelerin yani kadınların okuması yönünde ki hassasiyet olacaktır. Akıllı kadınlar akıllı toplum oluşturmanın anahtarıdır.
Bu yazıda Kitap okumanın değerinden bahsedilmiştir.
#ersince
#kitaplar
Tumblr media
1 note · View note
kadimhukukvedanismanlik · 3 years ago
Text
Atatürk’e Karşı Hakaret Suçu ve Cezası
Mustafa Kemal Atatürk aleyhine işlenen tüm suçlar, 5816 sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” hükümleri ile kapsamındadır. Atatürk’e hakaret suçu ve cezası bu kanun kapsamında cezalandırılır. Kanunda; söz, yazı veya çeşitli fiiller ile işlenebilen iki farklı suç tipine yer verilmiştir:
Atatürk’ün hatırasına hakaret suçu,
Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip etme, kırma, bozma veya kirletme suçu.
Atatürk’e hakaret suçu en çok internetten sosyal medya (twitter, twich, facebook, instagram ve web sitesi vb.) üzerinden işlenmektedir. 5816 sayılı kanunun 25.07.1951 yılında kabul edilmesiyle beraber, ulu önderi ve maneviyatını korumak için gerekli çalışmalar yapılmış ve Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun olarak yürürlüğe konmuştur. Atatürk’e hakaret suçu, ülkenin aşağılanması ve değerlerinin hiçe sayılması anlamına da gelmektedir.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” – Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, sözü ile birlikte Kadim Hukuk ve Danışmanlık olarak, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun hükümleri uyarınca düzenlenen Atatürk aleyhine olan suçlarını anlatacağız. Mustafa Kemal ATATÜRK; Türk asker, devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Atatürk, 29 Ekim 1923’ te cumhuriyetin ilanının akabinde cumhurbaşkanı seçilmiş, 1938’ deki ölümüne dek dört dönem bu görevi yürütmüştür. Kadim Hukuk ve Danışmanlık olarak ilkelerini yaşatmaya ve yolunda yürümeye çalışmaktayız.
https://kadimhukuk.com.tr/makale/ataturk-aleyhine-islenen-suclar-cezalari/
Tumblr media
0 notes