bazı sabahlar demliğe suyu doldurur ocağı yakmayı unutup, birkaç saat kaynamasını beklerdim suyun. ve hiç aklıma gelmezdi benim hata yapmış olabileceğim, suçu hep başkalarına atmak daima daha kolay gelirdi. günün ilk bardak suyuna biraz tuz atardım, tuzlu su bir şeyleri hatırlamama sebep olmazdı ama yüzümün aldığı o tuhaf şekil bana ne yapmam gerektiğini hep söylerdi. demliğin altını yakardım sonra da sadece beklerdim; belki kendime gelmeyi, belki kendimi hatırlamayı, belki kendimi suçlamayı ama suyun kaynamasını değil. suçsuzum, ben yapmadım diye haykırmayı ihmal etmiyordu kafamın içi. suçluydum, ben yapmıştım. bazı sabahlar düşünmeyi bile unuturdum, tuzlu sudan bir yudum daha. en muhtemel hâliyle gece boyu birkaç kâbusun kucağında sabahlaşmıştım, hangi kâbusun kucağında olduğumu hatırlamamam bilinçaltımın genelevden çıkma ahlaksızlığından mıydı yoksa bunda da mı suçsuzdum? sonra birkaç şarkı mırıldanırdım ki düşüncelerim dudaklarımı birbirine dikemesin. bir ileri iki ya da beş geri, ama şarkının ritmine hangisi uyuyorsa o kadar geri. hep yanlış adımlar atar her şeyi bozardım, her şeyden kastım sahiden de her şeydi ve bunu benden başka kimsenin anlamaması düşüncelerimin saçlarımı örmesinden daha gerçekçiydi. oysa benim saçlarımı yalnızca düşüncelerim örerdi
Ben çok şey kazandım bu yoldan. Tamam her şeyimi kaybetmiş olabilirim, kendimi bile. Ama yüreğim dopdolu. Peki ya sen ne kazandın? Pişmanlık mı,sevinç mi,mutluluk mu,hüzün mü,acı mı, unutamadığın hatıralar mı, yara mı yoksa yâr mı?
İnsanın kazanmak için çok çaba gösterdiği bir şeyden bu kadar acı bir şekilde kurtulmak istemesi ne garip bir hâl.Aslında taa en başından belli değil miydi çok çetin bir yol olduğu? Elbette belliydi. E bu şikayet niye o zaman,niye bu kabullenememek,niye bu isyanvâri haller? De git be nefsim ben seni adam edemedim...
Agoni şarkısında diyor ya hani; "Etle tırnak gibiydik biz, şimdi canın acımıyor mu?" diye. Cidden acımıyor senin canın, bunu kabullenememek de benim canımı daha fazla acıtıyor.
Geçmişi kabullenememek çocukluktur. Yaptıklarının sorumluluğunu alamamak çocukluktur. Eylemlerin acımasız sonuçları kucaklanmayı bekler. Büyütülmek ister. Ki bu isteğinde haklıdır. Sonuçta bizim doğurmuş olduğumuz eylemler bakılmaya muhtaçtır. Bakılmayacak ise hiç doğurulmamış olması gerekir. Unutmak, değiştirmek istemek acizliktir. Elinde bundan sonra yoksa bir şey sadece olmayanı tutmaktır gereken.
Biz bu konuda çok yeteneksiziz. Her şeyde olduğumuz gibi. Ağlamayı unuttuğum bu dönemde hala içimdeki rezil umut çıkmak istiyor. Ama hesaba katmadığı bir şey var. Ben büyüdüm. Artık onu nasıl susturmam gerektiğini çok iyi biliyorum. O kadar iyi biliyorum ki bundan nefret ediyorum. Artık kendimi kandıramadığımdan dolayı hissettiğim hüzün beni delirtiyor.
Geriye dönmek istemek, şu anda bulunduğumuz sikik durumdan kaynaklanıyor. Nihai amacımız o zamanlar değil o zamanların içindeki hatasız bizleriz aslında. Hata yapmadığımız saf kendimizi istiyoruz aslında. Yaptığımız hatalar bizi öylesine alçaltıyor ki bunun ızdırabına dayanamıyoruz.
Büyü dostum.
Büyü.
Ağla.
Üzül.
Kafanı kes.
İçindeki acı çıksın içinden.
Ama lütfen hatanın verdiği acıya dayan. Dayanmaktan başka çaren yok.
Yoksa hepimiz intihar etmesini biliyoruz.
Zihinsel intiharın yanında fiziksel intihar bir hiçtir gözümde.
Neleri hak ettiğimi geçtim çünkü ne yapsam da olmadı hiç biri ama neleri hak etmediğimi ve hak etmediğim halde neler yaşadığımı geçemiyorum. Unutamamak felaketim, kabullenememek cehennemim benim.
Vedasız biten bir hikaye, insanın kalbinde kapanmamış bir yara gibi kalır. Bir son beklerken, sessizliğin içine düşmek, geride sorular ve cevapsız kalan duygular bırakır. Ne bir veda, ne bir son söz; sadece aniden gelen yokluk, bir boşluk. Belki bir gün son konuşma olur diye düşünürsün, belki bir açıklama, bir yüzleşme. Ama zaman geçtikçe fark edersin ki o kapı çoktan kapanmıştır. Vedalaşamamak, o kişiyi bir daha asla göremeyeceğini bilerek yollarınızın ayrıldığını kabullenememek, insanın kalbine bir düğüm atar. Belki bir son olsaydı, daha kolay olurdu; belki bir veda olsaydı, bu kadar yarım kalmazdın. Ama şimdi, her şey o son konuşmanın, son bakışın eksikliğiyle dolu. Vedasız biten aşk, bir boşluğa düşmektir. Kapanmamış bir defter gibi hep aklında kalır. Kafanda sürekli kurduğun cümleler, söyleyemediğin sözler, sormak isteyip soramadığın sorular … hepsi içini kemirir. Her sabah, belki bugün bir haber alırım umuduyla başlarsın, ama günler geçer aylar geçer, hiçbir şey değişmez. Herşeyi geride bırakmaya çalışırken, aslında hiç veda etmemiş birinin gölgesiyle yaşamaya devam edersin.
İnsan bazen kaçar. İnsan neyden kaçar? Niye kaçar? Beyin neden kaçmayı tercih eder ki? Gerçekleri kabullenememek neden acı verir. Neden bi acıdan kaçma peşindeyiz. Beyin neden savunma mekanizmasını bundan kaçmaya programlamış ki. Aslında kaçmak iyi değildir hissetiğin şeylerden inandığın şeyden yaşadığın şeyden kaçmak kabullenmemek iyi değil. Şahsen öyle. Kabullenin
Ben hepimizin O'ndan, hepimizin O'na olduğu kanaatindeyim. Bu bilinçle bu insanları kabullenememek kendimde keşfettiğim bir çelişki bunun çözümü yolları arayışındayım. Ulan hangi yapbozun parçası bir diğerine senin kenarların daha keskin senin çok kenarın var senin kenarın eğri der bu yapbozun tamamlanmasında tüm parçalar birbirimize mahkumuz. Bir arada olabilsek çok güzel olacağız belli ki ondan bu kadar nefs peşine düşmemiz her parça kendi birliğinin peşinde bilmiyoruz ey nefsim diğer parça olmadan her şart ve koşulda eksiğiz Bir'e hizmet içindeyiz.
Çevremde sevgisiz ve travmatik şekilde büyüyen o kadar çok insan var ki...
"Bunları sadece sana söylüyorum" ile başlayan ve saatlerce süren, bazen insanın ağlamasına sebep olan sohbetler; insanın teselli vermeye çalışmasına rağmen teselli verememesi, bundan suçluluk duyması; o kişinin o berbat yaşama mahkum olduğunu bir türlü kabullenememek ve elinden hiçbir şey gelmeyince kendini kahretmek (insan bir şey yapamayacağını bilse de üzülmeden edemiyor)...
Aslında bu kişilerin yaşamlarından, onların değersizlik hislerine üzülmekten çok anne babalarına kızıyorum. Kızmadan edemiyorum. Bir insan evladını nasıl sevemez? Nasıl ona bağırmaya, tokat atmaya hatta bir yerlerini morartacak kadar dövmeye cesaret edebilir? Bir insan çocuğuna nasıl "GERİZEKALI! İT! DEFOL GİT! NE HALT YERSEN YE!" gibi cümleler kurabilir?
Çok da şaşırtmıyor aslında ama bu kişilerin anne babaları da sevgisiz ve travmatik şekilde büyümüşler. Elbette travmalarıyla başa çıkabilenler vardır. O kişilerin çocukları zaten güzel büyürler. Ancak bunlarla başa çıkamayanlar... Mesela alkolik olup çıkarlar. Çocuk her akşam o ebeveynin sarhoş halini görecek, hatta bazen dayak yiyecek. Hatta bazen soracak "Benim annem/babam niye akşamları yorgun" diye.
Kafam çok dolu ancak çok şey söyleyemiyorum konu hakkında. Dilim varmıyor daha doğrusu.