#köy serüveni
Explore tagged Tumblr posts
birnevilavinia · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugünü gezi ilan edildi..
16 notes · View notes
sillagen · 5 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Altı gunluk bayram serüveni dump. Hislerin tercümesi, anlar falan. İlk fotoğraf müsaadenizle bu coğrafyada bayram vakitleri kadın olmak ile serzeniş. İkinci ise sevdiğim ikindi vakitleri " iyi ki yaşıyorum elhamdülillah" diyerek bağlandığım vakitler. Üçüncü malum kabak tatlım, Dördüncü ise sevdiğim Kahramanmaraş'ın firik dediğimiz yaş tarhanasi ve ceviz çok severim, Beşinci bizim kebaplar, Altıncı söz tam ben tam, Yedinci hayatımı şu ara hapis olarak almış kitaplar,Sekizinci ise ah ah Mahmut Makal'ın 1848-49'da köy öğretmeni olarak tuttuğu notlarda halkın hâlâ değişmemesi ve bir köy sahibi anneye sahip olan benim yıllar boyunca fikirleri ve zihniyet aynı olması ah ah. En son tatlıya bağlar gibi Füsun Önal gibi " geçer geçer bunlar da geçer üzme tatlı canını bunlar da geçer" diyerek bağlıyoruz.
26 notes · View notes
ramazanserdar · 7 months ago
Text
KEPEKLER’DEKİ DEĞİŞİMİN MİMARLARI…
Kepekler köyüne bu aralar gittiniz mi bilmiyorum.
Gitmediyseniz yolunuzu bir düşürün derim.
Bodrum’un mavi sularından Kepekler’in yeşil çimenlerine,
Diğer bir deyişle ata topraklarına dönüş yapan okul arkadaşım Solmaz ve eşi Erden Furat’ın köylerini güzelleştirmeye yönelik çabalarını görünce en az benim kadar mutlu olacaksınız.
Yaşadığı köye katkıda bulunmanın,
Bir işe yaramanın,
Hep birlikte bir iş yapmanın,
İmece usulünün güzelliklerinin ve…
Yerel kalkınmanın nasıl bir avuç gönüllüyle gerçekleştirildiğine şahit olacaksınız.
Solmaz Furat, 1935 ile 1939 genel seçimlerinde 5. ve 6. dönem Balıkesir Milletvekili olan, Kepekler Köyü'nün kurucu ailesinden Rahmi Selçuk’un kızı.
Solmaz ve Erden çiftinin öncelikli hedefi köylerini geliştirmeyi hedefleyen bir dernek kurmaktı.
Ben ilk köye gittiğimde her ikisini de âtıl durumda olan bir binayı dernek binası olarak kullanılmak üzere, ellerinde boya fırçalarıyla boyasını badanası yaparken bulmuştum.
Geçtiğimiz günlerde dernek binasının açılışını yaptılar.
Derneğin bir odasını müze haline getirmişler.
Kepekler köyünün tarihi geçmişi düşünüldüğünde, müzede sergilenen tarihi eşyaların, fotoğrafların ülke genelinde bile çok ilgi çekeceğine eminim.
Dernek bünyesinde dikişi nakış kursları, temel elektronik, grafik tasarımı, üç boyutlu yazıcı, el işleri, ahşap boyama, öğrencilere Türkçe dersleri gibi çok değişik branşlarda kurslar düzenleyecekler.
Özellikle üç boyutlu yazıcı ve grafik tasarımı eğitimini Erden Furat verecek.
Ve bir de yelken kursu var...
Yelken kursu ne alaka diyorsanız Erden Furat’ın Bodrum’da gemi kaptanı olduğunu belirteyim.
Bodrum’dan köye getirdiği yelkenlisiyle, Bodrum havasını Kepekler’e taşımış bile…
Dernek binasının bir odası da “Kepekler Yelken Kulübü” olarak düzenlenmiş.
Yani Susurluk'un yelkencilik serüveni Kepekler'den başlıyor.
Ben ilk kursiyer olarak yelken kursuna ve kulübe şimdiden kaydımı yaptırdım…
Dernek başkanlığını üstlenen Solmaz (Selçuk) Furat’a köyüyle ilgili hayallerini sorduğumda şöyle cevap verdi;
“İlk aşamada köyün ana caddesinde bulunan evleri boyayacağız.
Belirlediğimiz bir sokağı ışıklandırıp, ‘Sevgi Yolu’ olarak düzenleyeceğiz.
Sonbahar ve ilkbahar olmak üzere yılda iki kez festival organizasyonu yapacağız. Çamlık bölgesini karavan turizmine açmak istiyoruz.
Yapacağımız etkinliklerde elde edeceğimiz geliri köyümüz hanelerine eşit olarak dağıtmayı planlıyoruz.
Yapacağımız tüm faaliyetlerde köyün sakinleri ile ortaklaşa karar vereceğiz. Köyümüzün eski muhtarı Aydın Şeren ile yeni muhtarı Taner Akabey’e de bizlere verdiği ve verecekleri destek için şimdiden çok teşekkür ediyorum…”
Kepekler köyü, Solmaz ve Erden Furat'ın vizyoner bakış açısıyla, özverili çalışmalarıyla hayallerin gerçeğe dönüştüğü örnek bir köy oluyor…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note · View note
postmodernhekimdervish · 4 years ago
Note
selamünaleyküm abla. mezun olduktan sonra köyde pratisyen hekim olarak mı çalıştın? daha sonra tusa girdin mi adli tıp istiyordun diye hatırlıyorum. bu süreçlerden ve neden bu şekilde ilerlediğinden bahseder misin? bir de aile hekimliği hakkında görüşlerin neler? devamını diğer sorularda sorayım artık...
Ben acil hekimiydim. Önce büyük bir ilçede başladım göreve. Orada talihsiz ve ağır bir mobbinge uğradım, daha yenisin dediklerimizi yapmazsan cprlık hastana kimse yardım etmez kalırsın ortada gibi vahim bir tabloyla karşılaştım sonra il sağlık müdürüne gidip durumu açıkladım sadece ücra bir köyde yer olduğunu ve tek hekim çalışıldığını söylediler ama ben kabul ettim. Köy dediysem artık köylerde acil yok tabi ki eskiden köymüş ilçeye çevirmişler. Köylerde sadece asm var aile hekimi olarak çalışılıyor. Ben acil hekimiydim. Sözleşmeli hekim kadrosuna geçme gafletinde bulunduğum için ve sözleşmeli bir hekim kendi hastanesi dışında bir yerde en fazla 3 ay çalışabilir olduğundan -ki kanunda öyle bir şey yok aslında, kadro yeni dhy atamasıyla dolmuştu o hastane- beni ya kadroma yada şehir hastanesine çekeceklerini söylediler. Şehir hastanesi günlük 2bine yakın hasta aldığı için üstelikte kıdemli iş bilen bir doktorun oraya gitmesi işlerine geldi tabi. Ben uzun süre orda çalıştım aslında her yerde uzun süre çalıştım. Ama şehir hastanesi serüveni bambaşka. Şehir hastanesi kendi potansiyelimi görmemi sağladı tansiyonum 60 e düşüp bayılsam dahi doktorluğumun en güzel zamanlarıydı. Direkt aile hekimliği kadrosuna hiç geçmedim. Çünkü kadromun olduğu hastane her nedense(!) hep PDC oranı yüzde seksenin altındaydı. (Yalan tabi kıdemli doktorlar aile hekimliğine geçip acili bırakmasınlar diye DHY kadrosuna kapasite üstü sayı doktor açığı var gibi gösteriyorlardı. Ben böyle şerefsiz bir yapılanmayla sonrasında hiç karşılaşmadım.) Sonrasına gelecek olursak pandemi dönemi pek çok doktoru filyasyon ekibine çektiler. Ben de öyleydim. Filyasyon ekibi tsm ye bağlı oluyor. Tsmde o dönem ASM(aile hekimliği) poliklinik ve fiyasyonu beraber yürüttük. Aile hekimliği oldukça basit, insanın doktorluğunu öldüren hastaların yamyam gibi rapor almak için doktoru bir dövmediği kaldığı, seni adam yerine koymadıkları saçma sapan bir yer. Ben o dönem evlenmiştim zaten hayalim istifa edip TUS çalışmaktı. İstifaları kapattılar. Üç kuruşa gençliği sömürme sisteminden başka bir şey değil pratisyenlik ve asistanlık. Ben sevmem aile hekimliğini, olmadım da. (Aldıkları maaş ve ek gelirler bir cerrahi asistanın iki katı ama. Genelde iş bilmez yada acilden artık intihar edecek tipler geçerdi oraya. ) İstifalar açılır açılmaz da istifamı ettim, TUS çalıştım adli tıp kazandım. Daha da çalışıyorum adli tıp kurumuna geçip sağlık bakanlığı ve YÖK rezaletinden kurtulmak için. Onu dışında bu iş bunlarla bitmiyor tabi 657 kanun, 4924 kanun, YÖK kanunları, istifaları, hastane geçişleri, getirileri, götürüleri...şimdi bi de iş hekimi oldum iş kanunları... ataması, eş ataması geçişi gaydırı gubbak cemilem yani. Anlat anlat bitmez. İşin düştükçe öğreniyorsun zaten.
5 notes · View notes
maho0326 · 4 years ago
Text
Şairin ölümünün 31’ inci yılında sevgi ve saygıyla anıyoruz...
Cemal Süreya: Şairin hayatına ve şiirine dahil edilmeyenler
Cemal Süreya Alevi/Kürt-Zaza bir ailenin ilk çocuğu olarak 1931 yılında Erzincan’da dünyaya gelir. Nüfus kayıtlarında adı-soyadı Cemalettin Seber’dir...
Tumblr media
Cemal Süreya (1931-1990), “Şairin Hayatı Şiire Dahil” başlıklı yazısında genel olarak sanatta, özellikle de şiir sanatında otobiyografik ögelerin ağırlıklı bir yeri olduğunu söyler. Şiir okuyucusunun  “şairin yapıtına yansımamış hayat bölümü ile de ilgilendiğini ve bunu yapıtın bir parçası saydığını” belirtir. Sanat yapıtının oluşum ve alımlanma süreçlerinde otobiyografik olanın rolüne açıkça vurgu yapan Cemal Süreya’nın bize verdiği bu ��ipucu”nun kendi yapıtları ile ilgili çalışmalarda yeterince değerlendirildiğini söylemek zordur. Bu eksiklik bilhassa şairin Alevi/Kürt-Zaza kimliği bağlamında kendini göstermektedir. Süreya’nın Dersimli olduğu, “Dersim Olayları” öncesinde ailesi ile beraber Batı’ya sürgün edildiği ve yaşamının son dört-beş yılına kadar Alevi/Kürt-Zaza kimliği ve sürgünlüğü hakkında şaşırtıcı bir ketumluk gösterdiği konuyla ilgili kimi yayınlarda belirtilmekle birlikte yeterince üzerinde durulmamış, bu açıdan şairin hayatı ile yazarlık serüveni arasındaki bağlantı gereğince irdelenmemiştir.[1]
Bu yazı Süreya’nın hayat hikayesini böyle bir perspektiften yeniden okumayı amaçlıyor. Ana düşüncesi, Süreya’nın kamusal alanda paylaşmaktan sakındığı Dersimli geçmişi ve sürgünlüğünün yaşamındaki kimi önemli kararları ve yazarlığını ilk bakışta hemen görülemeyecek derinlikte etkilemiş olduğudur. Süreya egemen yazın dünyasında kendini bir yazar olarak var etmeye çalışırken Dersimliliği ve sürgün yaşantısından belli ki rahatsızlık ve sıkıntı duymuş, bu konulardaki hassasiyeti yazarlık serüvenini, edebî uğraşlarının sırasını, içeriğini etkilemiş ve şekillendirmiştir. Süreya’nın Dersimli kimliğini öne çıkarmamış, hatta uzun süre bastırmış olması, şiirinin genelde halk edebiyatı, özelde Alevi kültürü ile olan alışverişini de perdelemiş ve büyük ölçüde gözardı edilmesine yol açmıştır. Oysa yakından okunduğunda Süreya’nın şiirinin bu kültürel ve edebi kaynaklardan genelde düşünüldüğünden daha fazla beslenmiş olduğu görülmektedir.
Tumblr media
Sürgün ve Annenin Ölümü
 
Cemal Süreya Alevi/Kürt-Zaza bir ailenin ilk çocuğu olarak 1931 yılında Erzincan’da dünyaya gelir. Nüfus kayıtlarında adı-soyadı Cemalettin Seber’dir. 1956 yılında şiirlerini Cemal Süreya adıyla yayımlamaya başlar ve o  zamandan beri edebiyat çevrelerinde ve medyada bu adla bilinir.
Ataerkil bir ailenin ilk çocuğu olarak Süreya’nın mutlu bir ilk çocukluğu olur. Küçük Süreya ve ailesi, Seber ailesinin öbür üyeleriyle beraber Erzincan’da aynı evde yaşarlar. Süreya’nın büyük amcası Memo’nun idare ettiği taşımacılık işleri ile geçinen geniş Seber ailesinin hem ekonomik durumu, hem de amca Memo’nun şehrin ileri gelenleriyle arası iyidir. Erzincan’daki bu mutlu hayat, Süreya altı yaşındayken sona erer. Çünkü valilik büyük amcası Memo’nun Erzincan’ı derhal terk etmesini ister. Bugünkü Erzican’ın bir bölümünü de kapsayan Dersim bölgesinde “Dersim Olayları” nın ilk hareketlenmelerinin görüldüğü 1937 yazında amca Memo’ya sürgün kararı tebliğ edilir. Amca Memo’nun ya da Seberler’in “isyana” katılmak suçundan sürgün edilip edilmedikleri belli olmamasına rağmen onlar da bölgeden göç ettirilen Alevi-Zaza ailelerden biri olur. Süreya’nın babası, ağabeyi Memo ile beraber Bilecik’e giderken, Süreya’nın küçük amcası ve halası İstanbul’un yolunu tutar. Süreya, sürgünlüklerini başlatan o tren yolculuğunu yıllar sonra şöyle hatırlar:
Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk  izlenimleriyle besleniyor belki. Anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.[2]
Süreya’nın köy diye hatırladığı yer, yaklaşık on yıl yaşayacakları Bilecik şehridir. Buraya  yerleşmelerinden kısa bir zaman sonra Süreya’nın annesi ölür. Erken yaşta kaybetmesine rağmen Süreya’nın “şiir itisini aldığı” insan annesidir. Masal ve halk hikâyeleriyle Süreya’daki halk edebiyatı sevgisinin tohumlarını atan kişi de yine annesidir. Süreya’nın halk edebiyatına ilgisi okumayı öğrendikten sonra artarak sürer. Evde ilk bulduğu, döne döne okuduğu Alevi çevrelerde bulunan dinsel kitaplardır. Bunlardan bilhassa unutamadığı, “en az yüz kere” okudum dediği kitap Hazreti Ali Cenkleri’dir. Zamanla okudukları çeşitlense de Süreya’nın Aleviliğin popüler kaynaklarına, özellikle de Hazreti Ali Cenkleri’ne olan ilgisi hayatı boyunca sürer. 1980’lerde yayımlanan günlüklerinde kendini Hazreti Ali uzmanı olarak gördüğünü, hatta cenk hikâyelerinin yeniden yazımı için Cem Yayınevi ile anlaştığını söyler. Ancak Süreya bu ve benzeri projelerini hayata geçir(e)memiştir.
Annesinin tersine, edebiyatçı kişiliğinin oluşmasında babasının Süreya üzerinde pek fazla bir etkisi olmamış görünmektedir. Babası annesinden yirmi yıl daha fazla yaşamış olsa da Süreya’nın onunla sınırlı bir ilişkisi olmuştur. Bunun iki ana sebebi vardır. Birincisi, Süreya’nın babası uzun yol kamyon şoförü olduğundan zamanının çoğunu evinden uzakta geçirmiştir. Süreya ile babasının ilişkisini sınırlayan ikinci neden ise Süreya’nın okul durumudur. 1939-1942 yıllarında Süreya İstanbul’da yaşamış ve ilkokula burada başlamıştır. Bu süre zarfında İstanbul’da halasının yanında kalırken kız kardeşleri Ayten ve Perihan, Bilecik’te babasının yanındadırlar. Süreya’nın gidişinden bir süre sonra babası ve kız kardeşleri de İstanbul’a taşınır. Ancak ailenin İstanbul’daki hayatı uzun sürmez. Çünkü Cemaller İstanbul’a sürgünlüklerini tamamlamadan, izinsiz gelmişlerdir. Bu durum polis tarafından fark edilince tüm aile tutuklanıp Sansaryan Han’da bir gece alıkonur, sonra da jandarma eşliğinde Bilecik’e geri gönderilir. Süreya bu yüzden İstanbul’da başladığı ilkokulu Bilecik’te tamamlamak zorunda kalır.
Tumblr media
1944 yılında, Süreya ilkokulun son sınıfındayken babası yeniden evlenir. Üvey anne, Cemal’e ve kız kardeşlerine hayatı zindan edecektir. Süreya bunu mektuplarının birinde şöyle anlatır:
Bir keresinde, hiç unutmam, aynanın arkasındaki zehiri kazımış, ısıttığı suyun içine atarak, bana, hadi yıkan, demişti. İrkilmiştim. Biraz ellerimi ıslatmış, onu da başka suyla yıkamış, işkence suyunu da çaktırmadan dökmüştüm. Bu kadın, kardeşim Perihan’ın, hamam tasıyla ayak kemiğini kırmıştır. Ayten ise, korkusundan kaç kez evden ormanlara kaçmıştır.[3]
Tacizkar üvey annesinden uzaklaşmak için Süreya 1944 güzünde Bilecik ortaokulunun yatılı kısmına başlar. Ortaokuldan sonra, bu kez lise için yeniden İstanbul’a gelir. 1947-1950 arasında Haydarpaşa Lisesi’ne devam eder. Üvey annenin eziyetlerine maruz kalmamak için yaz tatillerini Bilecik yerine İstanbul’da geçirir. Süreya’nın anılarından anlaşıldığı üzere, şiirsel duyarlılığın oluşmasında öz annesiyle olan yakın ilişkisinin ve onu çok erken yaşta kaybedişinin rolü büyüktür. Çocukluk yıllarında halk edebiyatı ve Alevi kültürü ile tanışmasına vesile olan annesinin, sürgünlüklerinin ilk yılında ölmesi ve akabinde kendisinin ve kardeşlerinin yaşadığı üvey anne zulmü Süreya’nın hayatının en tramvatik yaşantısı ve “şair oluşunu en çok etkileyen örselenme” olduğu söylenebilir.[4]
Tumblr media
Annenin kaybıyla acısı katmerlenmiş sürgünlük yılları, Süreya’nın yazarlık evreninin oluşumunda, duygusal, sanatsal ve entelektüel reflesklerinin biçimlenişinde güçlü etki yapmıştır. Küçük Cemal için ailesinin etnik-dinî kökeni ve zorunlu göç olgusu herkesten gizlemeye çalıştığı derin bir “utanma” ve “acı” kaynağı olur. Ancak küçük Cemal bu aile sırlarını gizlemede her zaman başarılı olamaz. O ne kadar gizlemeye çalışsa da sırlarını öğrenip onunla alay edenler, hor görenler çıkar. Mesela, Süreya Bilecik Ortaokulu’ndayken bir öğretmeni inatçılığı nedeniyle “Kürt damarı tuttu,” bir arkadaşı da “sümüklü Kürt” diye Cemal’e bağırır ve bu durum onun bütün gün ağlamasına sebep olur. O ne kadar gizlerse gizlesin adı çoktan konmuştur: “Kürt Cemo!”[5]
Ortaokul yıllarında küçük Cemal’in etnik ve dinî kökeni konusunda tam ve net bir bilgisi olduğunu varsaymak güç olsa da, boynundaki “sürgün” yaftasının onun için derin bir üzüntü ve kafa karışıklığı kaynağı olduğuna şüphe yoktur. Nitekim ortaokul yıllarında babaannesiyle arasında geçen bir konuşmayı 1980’lerde şöyle hatırlayacaktır:
Şimdi çok sevdiğim sürgün sözcüğü beni allak bullak ediyordu. Bir gün büyükanneme sormuştum: “Neyiz biz?” diye. Bir şey anlamadı. “Sürgün ne demek?” diye yineledim. Sürgün “menfi” demekmiş, “menfa”ya gönderilenlere “menfi” denirmiş. Bir an aklıma Yavrutürk dergisindeki bir tefrika geldi: “Bir Göçmen Çocuğun Anıları.” “Göçmen miyiz yoksa biz?” diye soruyu değiştirdim. “Evet, işte buldun, göçmeniz biz” dedi. Rahatlamıştı. Ondan sonra kendimi bir süre göçmen olarak düşündüm.[6]
Bu tür olumsuz çocukluk yaşantıları Süreya’nın Dersimli kimliği ve sürgünlüğü konusunda ağzını sıkı tutma eğilimini kuvvetlendirir. Bu ağzı sıkılık Süreya’nın üniversite öğrencisi olduğu 1950’ler, iş hayatında olduğu 1960’lı, 1970’li yıllarda da devam eder. Öyle ki  çocukluğuna dair böylesi anılarını Muzaffer İlhan Erdost ve Vecihi Timuroğlu gibi çok yakın arkadaşlarına bile anlatmaz. Erdost’un tanıklığına göre Cemal Süreya doğum yeri hakkındaki sorulara “Erzincanlıyım” şeklinde kısa bir cevap verip daha fazla konuşmaya istekli görünmez.[7] Süreya ancak memuriyetten emekli olduktan sonra, 1984’de dergilerde yayımlamaya başladığı günlüklerinde çocukluğundan, Dersimli kimliğinden söz edecektir. Süreya’nın günlüklerinde bu konulara değin yazdıkları yakın arkadaşlarının söylediklerini teyit eder niteliktedir. Bu da bize Cemal Süreya’nın üretken olduğu yetişkinlik yıllarının neredeyse tamamında Dersimli, dolayısıyla Alevi/Kürt-Zaza kimliği ve ailesinin sürgün deneyimden dolayı derin bir rahatsızlık ve sosyal dışlanma korkusuyla yaşadığını düşündürmektedir.[8]
 
Tumblr media
Memuriyet, İlk Şiirler ve Üvercinka
 
Süreya liseyi üstün başarı ile bitirdiğinden istediği fakülteye girmeye hak kazanır. 1950 yılında başladığı Mülkiye’nin maliye bölümünden 1954 yılında mezun olur. Ortaokul ve lisede olduğu gibi üniversiteyi de parasız yatılı okur. 
Üniversiteden mezun olur olmaz 1954 yılında ortaokul aşkı Seniha Nemli ile evlenir. 1955’te ilk görev yeri Eskişehir’de bir kız çocukları olur. 1955 güzünde Eskişehir’den İstanbul’a yardımcı maliye müfettişi olarak atanır. İstanbul’a yerleşmesiyle edebiyat çevrelerinde ve etkinliklerinde daha sık görünür olmaya başlar; ancak bu durum ailesini ihmal etmesine de yol açar. 1958 yılında ayrılan çift, yedi yıl sonra resmî olarak boşanır.  
İlk şiirlerinin üzerinden çok geçmeden Süreya’nın şiir yazıları da dergilerde boy göstermeye başlar. 1950’lerdeki şiir yazılarında Süreya özellikle kendilerinden önceki kuşağın şairleri ile bir hesaplaşma, aynı zamanda kendine, kendi kuşağına bir yer açma çabası içindedir. Süreya’nın bu ilk yazıları, daha sonraki yazılarının da değişmez özelliklerinden olacak analitik düşünme, ele aldığı konuları tarihselleştirmeye dikkat ve her zaman somut örnekler verme gibi özellikleriyle öne çıkar. “Yeni” şiirin geleceğine dair duyduğu iyimserlik ve kuşaktaşlarını destekleyici, çoşkun tavrı da bu yazıların bir diğer özelliğidir.       
1950’lerden aramızdan ayrıldığı 1990 yılına kadar Süreya, dolaşımdaki şiiri yakından takip etmeye dikkat etmiştir. Şiir çevrelerinden birçok isim Süreya’nın bu çabasını ve okudukları üzerine yazdığı ufuk açıcı şiir yazılarını takdir etmiştir. Örneğin, şair-eleştirmen Yücel Kayıran, Süreya’yı kırk yıl boyunca “Türk şiirinin koruyucusu ve gözeticisi” olarak selamlamakta ve 1950-1990 arası Türk şiirindeki etkili rolünü “Süreya faktörü” şeklinde nitelendirmektedir.[9] Benzer biçimde günümüz şiir eleştirisinin en önemli isimlerinden Orhan Koçak da Süreya’yı II. Yeni şiir akımının en etkili kuramcısı olarak görür.[10] İkinci Yeni şiirinin kurucu metinlerinden sayılan Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” adlı yazısı 1956 yılında yayımlanır. II. Yeni Şiir akımının sembol eseri kabul edilen ve Yeditepe Şiir Ödülü’nü alan ilk şiir kitabı Üvercinka ise 1958 yılında çıkar.[11]
Dönemin egemen edebiyat ve entellektüel çevrelerinde kendine hızla bir yer açmadaki tüm bu başarısına rağmen Cemal Süreya ailesinin tarihi ve etnik-inançsal kimliği konusunda duyduğu anksiyeteyi uzun yıllar üzerinden atamaz. Bu anksiyete Süreya’nın hem yazarlık hem de iş hayatında kendini gösterir. Sözgelimi, genç bir şairin/yazarın ilk yapıtına kendi hayatından, bizzat yaşadıklarından birşeyler koyması yaygın bir pratik olsa da şaşırtıcı bir şekilde Süreya’nın ilk şiir kitabında bu tür kolayca tanınan özyaşamsal unsurlara rastlanmaz. Nitekim Süreya ilk kitabına alacağı şiirlere karar verirken bu tür ögeler içeren en az bir tanesini, 1953 yılında bir dergide yayımlanan “Güllüm Kuşak” adlı, üvey annesiyle ilgili şiirini kitabına almaz.[12] Süreya’nın ikinci şiir kitabında da çocukluk ya da ilk gençliğine dair gönderme ya da imgelere yer yoktur.
Etnik-inançsal kimliği ve sürgünlüğü konusundaki suskunluğunu Süreya, önce şiirlerinde olmak üzere ancak 1960’ların ikinci yarısında bozacaktır. Süreya’daki bu tavır değişikliğinin memuriyetten istifa edip serbest yazar ve çevirmen olarak çalışmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkmış olması dikkate değer. Bu zamanlamadan Süreya’nın Dersim’e dair suskunluğunun kısmen memuriyetiyle ilgili olduğu, “sakıncalı” kimliğinin ve sürgünlüğünün iş yerinde bilinmesinin onu zor durumda bırakabileceği endişesiyle bağlantılı olduğu sonucu çıkarılabilir. Nitekim Süreya’nın yakın arkadaşlarından Vecihi Timuroğlu da bunu doğrulamış, Süreya’da Kürt ve Alevi olmasından dolayı memuriyeti boyunca hep bir tedirginlik gözlemlediğinin altını çizmiştir.[13]
Aslında Süreya’nın Dersimli/Alevi kimliğinden duyduğu tedirginlik, Aleviliğin konuşulmasının bile tabu olduğu o yıllarda  birçok Alevinin hiç de yabancısı olmadığı bir varoluş hâlidir. Süreya’da bu tedirginliğin iş hayatına girmeden çok önce, üniversitenin birinci yılında yaptığı bölüm tercihinde bile etkili olduğu görülmektedir. Üniversite yıllarından arkadaşı Muzaffer İlhan Erdost’un akıl yürütmesine göre Süreya, mezuniyet sonrası devlette çalışacaklar için sıkı özel güvenlik soruşturmaları gerektiren kamu yönetimi ve uluslararası ilişkiler bölümlerini bilerek seçmemiş, bunlar yerine bu tür soruşturmaların yapılmadığı maliyeyi tercih etmiştir.[14] Süreya’nın üniversiteyi bitirir bitirmez Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başlamış ve memurluk hayatında müfettişlik, darphane müdürlüğü gibi makamlara gelebilmiş olması bölüm seçiminde isabetli davrandığının kanıttır.
 
Tumblr media
Papirüslü Yıllar ve Otobiyografik Şiirler
 
Süreya Eskişehir’deki görevinin sonunda girdiği sınavı geçerek 1958 sonbaharında maliye müfettişi ünvanını kazanır. Bu ünvanla o tarihten Temmuz 1959’a kadar İstanbul dışında turnelere çıkar. Temmuz 1959-Aralık 1960 arasında yedeksubay olarak Ankara’da askerliğini yapar. Askerdeyken fark derslerini vererek Ankara Üniversitesinden ikinci derecesini (hukuk) alır. 
1960’lı yıllarda bir şiir kitabı ve iki şiir antolojisi yayımlamış olmakla birlikte Süreya’nın bu yıllardaki en önemli başarısı dört yıl boyunca (Haziran 1966- Mayıs 1970) çıkardığı aylık edebiyat dergisi Papirüs’tür.[15] Aslında Süreya kendi dergisini çıkarmayı 1960 ve 1961’de iki kez dener; ancak bu denemeleri kısa ömürlü olur. Dergi sahibi olmak hayalini nihayet üçüncü denemesinde gerçekleştiren Süreya bu sefer Tomris Uyar (1941-2003) ve Ülkü Tamer (1937- ) ile işbirliği yapar. Derginin beyni Süreya olduğundan ve Uyar ile Tamer’in bir süre sonra dergiyi bırakmalarından dolayı derginin yönetimi tamamen Süreya’ya kalır ve dergi Süreya’nın adı ile özdeşleşir.         
Süreya’nın ikinci şiir kitabı Göçebe 1965 yılında çıkar ve 1966 yılı Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü alır. Kitabın adı Süreya’nın o yıllarda müfettiş olarak sık sık çıktığı iş gezilerini çağrıştırır. Fransa’da geçirdiği bir yılı da sayarsak, İstanbul’dan uzakta olmanın esinlendirdiği şiirler denebilir bu kitaba.[16] Gerçekten de kitapta beliren anlatıcı-ben, sevdiklerinden uzakta, yalnızlığından yakınan, hüzünlenen biridir. Bu şiir kişisi Süreya’nın Üvercinka’sındaki hercai, mutlu İstanbul boheminden çok farklıdır. İki kitap arasındaki ortak nokta ise her ikisinde de henüz Süreya’nın çocukluğuna, doğduğu yere, ailesinin sürgün deneyimine değinen veya gönderme yapan şiirlerin yokluğudur. Bu “yokluk” durumu Süreya’nın Papirüs’te yayınladığı şiirlerle değişecektir. Papirüs’te çıkan bu şiirler 1973’deki üçüncü kitabında da yer bulacaktır.
Süreya’nın yazarlık serüveninde 1960’lara damgasını vuran Papirüs’te yayımladığı yazılarını dört ana başlıkta toplayabiliriz. Birinci grupta, yüzde sekseni Süreya’nın kaleminden çıkmış derginin başyazıları vardır.[17] Bu başyazılardan Süreya’nın dönemin entelektüel  çevrelerinin başat ideolojisi olan sol düşünceye ve sosyalizme olan sempatisi açıkça görülmektedir. Sözkonusu yazıların büyük kısmı, Cumhuriyet dönemindeki entelektüel yönelimler ve o günlerin yaygın ifadesi ile “aydın” profili üzerinedir. Süreya’nın bu yıllarda şair kimliğinin yanı sıra kendini bir aydın olarak kabul ettirme çabasının izdüşümü olan yazılardır bunlar. 
Papirüs’te çıkan yazılarından “Türk Yazarının Halklaşması” başlıklı olanı Süreya’nın ideolojik duruşu hakkında açıklayıcı niteliktedir. Bu yazısında Süreya, Behçet Necatigil’in Edebiyatçılar Sözlüğü’nün sistematik bir okumasını yaparak şu sonuca varır: Türk yazarının profili Cumhuriyet’in kurulmasından sonra geçen onyıllarda önemli bir biçimde değişmiştir; zengin, İstanbullu ailelerden gelen yazarların sayısı azalırken, onların yerini  Anadolulu, taşra kökenli, düşük ya da düşük-orta ekonomik seviyeli ailelerin çocukları almaktadır. Yazının genel havası, kendisinin de toplumun alt tabaklarından gelen bu yeni yazar grubuna mensubiyeti  konusunda Süreya’nın güçlü bir farkındalığa sahip olduğunu hissettirir. Öyle görünüyor ki Süreya kendi geçmişi konusunda açıkça konuşmaktan imtina etse de, içinden çıktığı çevre ile arasına katılmaya uğraştığı İstanbul’un ana akım edebiyat çevreleri arasındaki sosyo-kültürel kopukluk ve hiyerarşi hakkında düşünmekte, bir anlamda kendi yaşadığı sosyal mobilizasyonu Türkiye toplumunun uzun tarihsel tecrübesi içerisinde bir yere oturtarak anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bu noktada, derginin çıkarılmasında beraber çalıştığı Uyar ve Tamer’in daha şehirli ve elit bir sosyal çevreden geldiği hatırlanmalı. Uyar ve Tamer dönemin en prestijli liselerinden olan Robert Koleji mezunudurlar. Süreya’nın dergiyi gittikçe artan sayıda, çoğu toplumun düşük sosyal tabakalarına mensup, yeni yükselen genç yazarlara açmasının Tomris Uyar’ın dergiden kopuşunu hızlandırdığı söylenebilir.[18]
Süreya’nın Papirüs’teki ikinci grup ürünleri şiirleridir. Bu şiirlerin çoğu Süreya’nın sürgün tecrübesi, doğduğu yer, içine doğup yetiştiği kültür ve coğrafyadan beslenen veya esinlenen şiirlerdir. Bu özellikleri ile sözkonusu şiirler Süreya’nın şairlik macerasında bir “otobiyografik dönem”e işaret eder. Süreya doğduğu, çocukluğunun geçtiği yerdeki hayatın çetinliklerini ve annesini erken yaşta kaybedişini Doğu-Batı karşıtlığı ekseninde suçlayıcı bir dil kullanmadan şiirleştirir. Şiirlerdeki anlatıcı-ben olumsuzluk ve güçlükleri aşmış ve bu yüzden kendisiyle gurur duyan biridir; bu anlamda sözkonusu otobiyografik ögelerin politik bir mercekten geçirildiği söylenebilir. Kitabın en ilginç şiiri, Papirüs dergisinin ilk sayısında yayımlanan, Süreya’nın “Dersim Olaylarını” ve bu konudaki duruşunu sezdirdiği yayımlanmış ilk ve tek şiiri olan “Beni Öp Sonra Doğur”dur. Bu şiir adeta Doğulu bir mağdurun (anlatıcı-ben Süreya), Batı’nın (Cumhuriyet elitlerinin) Doğu’ya (Dersim bölgesi) kendini dayatması ile ilgili bir iç hesaplaşması gibidir. Üzerine bir “karabasan” gibi çöken bu dayatılmışlık halinin yarattığı tüm yarılmalara ve acılara rağmen anlatıcı bu olumsuz yaşantıların üstüne sünger çekmeye ve yeni bir başlangıç yapmaya istekli görünür.[19]
Cemal Süreyya’nın şiir külliyatı içerisinde bu dönem halk edebiyatı ve Alevi kültüründen ögelerin kullanımı açısıdan da bir zirve noktasıdır. Her ne kadar ta ilk kitabı Üvercinka’da bile bu meyanda bazı izler tespit edilebilse de bunlar çok siliktir. Örnekse, bu kitabın aynı adlı şiirindeki şu dizeler Alevi-Bektaşi edebiyatının şathiye şiir geleneğini akla getirir: Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma/ Yatakta yatmayı bildiğin kadar/ Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler. Aynı kitapta Süreya, “Kızılırmak” adlı bir Orta Anadolu türküsünden Kızılırmak parça parça olaydın dizesini ödünç alıp, küçük bir değişiklikle Kızılırmak parça parça olasın biçiminde “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” adlı şiirinde kullanır. Ancak Süreya’nın Papirüs dönemindeki şiirlerinde özellikle Alevi kültürü ile olan alış-verişi çok daha belirgindir. Süreya’nın bu dönem şiirlerindeki Aleviliğe yönelik göndermeleri kimi zaman On İki İmamlardan Ali, Hasan, Hüseyin ile Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’ın adlarını zikredecek kadar açık, kimi zamansa bilenin anlayacağı türden daha kapalı ama aynı zamanda daha derindendir. Örnekler üzerinden konuşursak, “Yüreğin Yaban Argosu” adlı şiirinde Süreya, âşık edebiyatındaki bade içme rüya motifine atıfla annesini şiir sanatında ilk “ustası” ya da el aldığı “pirî” olarak kurgular. “Yunus ki Süt Dişleriyle Türkçenin...” adlı şiirinde Süreya babasının ölümününden haberdar oluşuyla üstü kapalı olarak Pir Sultan’ın kızı Sanem’in babasının idamını öğrenişi arasında paralellik kurar. “Vakit Var Daha” adlı şiirinde ise Hz. Ali’nin cenazesinde kendi tabutunu taşıdığı söylencesini şöyle şiirleştirir: Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi/ Üçü de Ali: deve, deveyi çeken, tabutun içindeki. Bütün bu örnekler Süreya’nın Alevi inaç ve kültürüne yüzeyselden öte bir aşinalığı olduğunun da işaretleridir.
Süreya’nın Papirüs’te yayımladığı, üçüncü gruba dahil ettiğimiz yazıları şiir eleştirileridir. Bu eleştiri yazıları, Süreya’nın 1950’de yayımladığı aynı tür yazılarından daha uzundur. Çoğu modern Türk şairlerinin eserleri ile ilgili, değerlerini bugün bile koruyan ufuk açıcı yazılardır. Kurtuluş Kayalı’ya göre bu yazılar “dipnotlu akademisyen yapıtlarından kesinlikle daha az bilimsel değil[dir]”[20] Süreya bu yazılarını daha sonra Şapkam Dolu Çiçekle (1976) adlı kitabında bir araya getirir.  
Süreya’nın kendi dergisini çıkarma tutkusu, eski yeni ayrımı yapmadan başka dergiler üzerine yazılar yazması ile el ele yürümüştür. Bu sonuncular Süreya’nın Papirüs’teki yazılarının dördüncü grubunu oluşturur. Süreya’ya göre Türk edebiyatı asıl olarak dergilerde gelişen bir edebiyattır. Edebiyat dergilerini dikkate almadan Türk edebiyatını anlamanın ve çalışmanın zor olduğuna inanır. Dahası, Cumhuriyet dönemindeki edebiyatçı ve aydının tarihsel gelişimi Süreya’ya göre en iyi dergilerden izlenebilir. Türkiye’de üniversitelerde edebiyat sosyolojisinin daha yeni filizlenmeye başladığı bu yıllarda, Süreya’nın bu tür sorularla edebiyat dergileri üzerine yoğunlaşması önemlidir.
Süreya’nın dergilere yönelik sistematik ilgisi bir anlamda Papirüs’teki editörlük işini ne kadar ciddiye aldığının bir göstergesidir. Süreya editör olarak bu çalışkan tutumunun semeresini almıştır. Papirüs o yıllarda birçok yazar, şair, özellikle de gençler tarafından bir buluşma, tanışma platformu olarak benimsenir. Bu da Süreya’nın yazın çevrelerindeki ilişkilerini artırmış, adının ve ününün yayılmasına katkı yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında yazarın otobiyografik döneminin Papirüs’lü yıllarıyla örtüşmesinin tesadüfi olmadığı, bunun o dönemde genişleyen çevresi, yayılan ünü ve buna paralel olarak artan özgüveninin bir yansıması olduğu söylenebilir.
 
Tumblr media
Hayat Gaileleri ve Gazete Yazıları
 
İkinci eşi Zuhal Tekkanat’ın da işaret ettiği gibi, 1960’lar şair ve eleştirmen Süreya’nın en verimli ve en parlak dönemi olur. Yazarlık serüvenindeki bu iyi gidişe koşut olarak özel hayatı da yolundadır. Tomris Uyar ile iki yıl süren ilişkisinden sonra 1967 Ağustos’unda Zuhal Tekkanat ile evlenir. Kasım 1969’da bir erkek çocukları olur. Ancak 1970’lerin başlarında Süreya, hem özel hayatında hem işinde hem de Papirüs’te ciddi sıkıntı ve sorunlarla karşılaşır.
Önce çok sevdiği dergisinin yayınına son vermek ve memuriyete geri dönmek zorunda kalır. Ancak yeni bir pozisyona atanmak için bir yıldan fazla beklemesi gerekir. Memuriyetteki bu ikinci dönemi on bir yıl sürer (Eylül 1971- Şubat 1982) ve bu süre içinde atandığı mevkiler, biri hariç ya İstanbul’da ya da Ankara’dadır. 1975 yılının başında Süreya ikinci eşinden ayrılıp Güngör Demiray ile üçüncü evliliğini yapar ve İstanbul’a, Darphane’ye müdür olarak atanır. Bu mevki Süreya’nın hem statü hem de maaş bakımından memurlukta geldiği en üst nokta olacaktır. Ancak 1975’in sonuna doğru üçüncü evliliği de Darphane’deki görevi de sona erer. 1976’nın başında ikinci eşi ve oğluna geri döner. Yeni görev yeri Ankara’dır. Oğlu ve karısı İstanbul’da yaşadığı için Ankara-İstanbul arasında gidip gelir. 
Süreya’nın 1970’lerdeki tek yeni ürünü uzun olmayan dergi ve gazete yazılarıdır. Bu yıllarda uzun süreli yoğunlaşma ve araştırma gerektiren Papirüs’te yayınladığı türden yazılara zamanı yoktur. Türkiye’de gittikçe kutuplaşan ve şiddet sarmalına dolanan politik hayat da Süreya’yı daha temkinli hareket etmeye zorlamış olabilir. Bu kısa yazıların büyük bir bölümü güncel sanat ve kültür etkinlikleri üzerine, Süreya’nın sevdiği bir ifadeyle “izlenimler”dir. Kitap, dergi tanıtım yazıları yine çok yazdığı konular arasındadır. Gazete yazıları da (Politika, 1975-76; Aydınlık, 1979-80 yılları arasında) benzer konuları işler. Bunlardan başka Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesinde bazı yazıları çıkar. Süreya 1970’lerde biri çok kısa süreli olmak üzere iki derginin de (Oluşum, 1974-78; Türkiye Yazıları iki sayı, 1977) editörlüğünü yapar.  
Süreya’nın kültür ve sanat çevrelerinde daha çok tanınması ve bürokrasideki kariyeri başka değişik fırsatlar da doğurur. Mesela 1976-78 yılları arasında Kültür Bakanlığı Kitap Alım Komisyonu’nda üye olarak görev alır. TRT’nin televizyon yayıncılığında tekel olduğu yıllarda bir edebiyat programı hazırlayıp sunar.[21] Süreya bu tür değişik işler, memuriyeti ve fırtınalı özel yaşamından şiire pek fazla zaman ayıramamış görünür. Nitekim bu dönemde dergilerde yayımladığı az sayıdaki şiirini ayrı bir kitapta toplamak yerine, Uçurumda Açan başlığı ile 1984’de yayımlanan toplu şiirler kitabında yer verir.           
Süreya’nın 1970’lerde yaşadığı önemli bir olay, göç ettirilmelerinden kırk bir yıl aradan sonra ilk kez doğduğu ve altı yaşına kadar yaşadığı Erzincan’ı ziyaretidir. Bu kısa ziyaret iş (teftiş) amaçlıdır. İlk çocukluğunun geçtiği yerleri ziyaretinin Süreya’nın etnik ve inançsal kimliği ve ailesinin sürgünlüğü konularında uzun süren suskunluğunu nasıl ve ne derece etkilediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak Süreya 1980’lerde emekli olup yazmaya daha çok zaman ayırdıkça, 1970’lerin hızlı ve inişli çıkışlı yaşamından uzaklaşır. Hayatının daha istikrarlı ve yavaş bir akış yakaladığı bu son on-yılında Süreya hem “aile sırlarını” ifşa etmeye başlar hem de şaheseri sayılabilecek “portreler”ini  yayımlar.        
 
Tumblr media
Portreler ve Aile Sırlarının İfşası     
 
Süreya yirmi beş yıla yaklaşan memuriyetinden Şubat 1982’de emekli olur ve İstanbul’a yerleşir. 1980’lerin başlarından ölümüne kadar Birsen Sağnak ile beraber yaşar. İkinci eşi Tekkanat’a göre oğulları Memo’nun yarattığı rahatsızlıklar sayılmazsa, 1980’ler Süreya’nın en sakin on yılıdır. 1988 yılında Süreya bir gün arayla iki şiir kitabı yayımlar ve bu yapıtları ile 1989 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne layık görülür. Süreya bu yıllarda çeşitli dergilerde, ölümünden sonra iki ayrı kitapta toplanacak ve daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlayacak çok sayıda makale de yayımlar. Ayrıca bir süre sol düşünce ve pratiğin tartışıldığı Saçak adlı bir derginin kültür ve sanat bölümünü hazırlar; bu Süreya’nın künyesinde sol ve sosyalist olarak tanımlanan bir dergide ilk görev alışıdır.
Toplu makalelerinin yayımlandığı kitaplarından ilki, Süreya’nın 1984’den itibaren önce Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri dergilerinde çıkan edebiyat günlüklerini içerir. Ölümünden sonra Günler adıyla kitaplaşan bu günlükler Süreya’nın sanat/edebiyat konularındaki değerlendirmelerinin yanısıra ailesi, çocukluğu, dostları ve memuriyetten ve edebiyat çevrelerinden tanıdıkları hakkında anılarını da içerir. Dersimliliğine ve ailesinin sürgün deneyimine dair ilk ifşaatlarını da bu günlüklerinde yapar. Günlüklerin birinde bir yerde şöyle yazar: “Gevezeyim, ama her şeyi anlatmam. Ve bazı şeyleri bir gün mutlaka anlatırım.”[22] Bu, Süreya’nın 1980’lerdeki “ifşacı,” gittikçe artan rahat tavrını en güzel özetleyen ifadedir.
Süreya’nın ikinci kitabı kamuoyuna mal olmuş bir dizi politikacı, sanatçı ve sporcunun, her biri bir sayfayı biraz aşan portrelerinin toplamıdır. 99 Yüz adıyla çıkan bu kitaptaki portreler önce haftalık haber dergisi 2000’e Doğru’da yayımlanır (Ocak 1987- Ocak 1990).[23] Portreler kitabının Süreya’nın külliyatında özel bir yeri vardır. Kimilerince Süreya’nın şaheseri sayılabilecek bu yazılarında Süreya, Tomris Uyar’a göre hayatının en büyük iki tutkusu “siyaset ve şiiri” ustaca harmanlamıştır. Düzyazı formunda olsa bile bu yazıların dili Süreya’nın şiirindeki dilden pek farklı değildir. Portresini çıkardığı kişilerin toplumdaki algılanışlarını sadece birkaç yüz sözcükle başarılı bir şekilde anlatabilmedeki yeteneği şiirden edindiği kelime ekonomisiyle açıklanabilir. Çarpıcı benzetmeler ve metaforlar da bu yazıları “şiirleştiren” başka bir unsurdur. Bu yazılar aynı zamanda Süreya’nın iç siyaset ve popüler kültür hakkındaki uzun süreli ilgisine ve derin bilgisine de tanıklık eder.  
Süreya’nın kendisi de yazdığı portrelerin adını ve ününü edebiyat çevrelerinden ötelere taşıdığını kabul eder. Bu konudaki başarısı ile ilgili olarak çekingen ya da utangaç değildir; hatta portreleri hakkında şiirlerine yönelik değerlendirmelerine kıyasla kendinden çok daha emin bir dille konuşur. “Türkiye’nin en iyi portre yazarı benim” der. Bu yazıları şiiri ile karşılaştırdığında, “şiirimden sonra ikinci zirveyi bu yazılarımla yaşadım” yargısında bulunur.
Tumblr media
Süreya’nın bu dönem düzyazılarında gözlemlenen, bir yandan gittikçe siyasallaşan tavrı, diğer yandan kişisel geçmişine yönelik artan rahatlık eğilimi 1988 yılında yayımlanan Sıcak Nal ve Güz Bitigi adlı şiir kitaplarında da devam etmiştir. 80’lerin Süreya’sına damgasını vuran bu açıklık ve gittikçe siyasallaşan duruşun memurluktan emekli olması ile doğrudan ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Nitekim Süreya’nın 1980’lerdeki bu tavrı, 1960’larda memuriyetten istifa edip Papirüs’ü çıkardığı ve şiirinde “otobiyografik dönem” olarak adlandırdığımız dönemle bir benzerlik arz etmektedir. Öyle görünüyor ki Süreya devletteki işinden ayrıldığı dönemlerde Dersim sürgünü ailesine ilişkin otosansürünü yumuşatmıştır. Süreya’nın artan ifşaatçılığında 1980’lerde İkinci Yeni’nin edebiyat çevrelerinde tekrar gündeme gelmesi ve bu akımın öncülerinden biri olarak kendisine gösterilen ilgi ve saygı ve buna bağlı olarak Süreya’nın özgüvenindeki yükselişin de etkisi olmuştur. Bu artan özgüveni onu kişisel hikayesine dair sırlarını okuyucusu ile paylaşması yönünde cesaretlendirmiş olmalıdır.
Cemal Süreya’nın kendi kişisel hikayesine yönelik artan açıklığı aynı zamanda ilerleyen yaşlarında bir tür geriye bakış ve geçmişle hesaplaşma halidir. Ölümünden iki yıl önce yayımlanan en son şiir kitabı Güz Bitigi’nde, edebiyat günlüklerindekine benzer geriye dönük bir duyarlık buluruz. Günlüklerde gördüğümüz sürgünlük, göçebelik, yerleşik hayatın kaybettirdikleri gibi temalar şiirlerinde de yankılanır. Anlatıcı-benin geçmişine bakıp bir çeşit hayat muhasebesi yaptığı kitabın açılış şiirinde Süreya şöyle der: “Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiştik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.” Sürgünlük deneyiminin göçmenliğe ve yavaş yavaş ezik bir konformize dönüşmesi Süreya’da alttan alta bir teslimiyet ve kırgınlık yaratmış gibidir. Bu sürecin sonunda geride bırakılanlar ve bastırılanlar –ki buna Dersimlilik ve sürgünlüğün ağır yükü de dahil olmalıdır—derin ruhsal anksiyeteler olarak Süreya’nın duygu dünyasını şekillendirmiş ve şiirinde yansımalarını bulmuştur. Güz Bitiği’nde kitabındaki “Piri Reis” adlı şiirin şu dört dizesi bu yansımalardan olsa gerektir: “Ben atımı böyle dört sürüyorum ya/ Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi? (...) Bir şey var, ancak makilerin orada söyleyebilirim,/ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”
Tumblr media
[1] Yazarın ayrıntılı hayat hikayesi için bkz. Feyza Perinçek ile Nursel Duruel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil (İstanbul: Can, 2008). Her ne kadar Perinçek ve Duruel kitaplarının önsözünde Süreya’nın “hayatıyla şiiri arasındaki bağı daha görünür” kılmayı amaçladıklarını belirtmiş olsalar da bizim burada bahsettiğimiz konulara yeterince değinmemişlerdir.
[2] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları (der.) Erdal Öz (İstanbul: YKY, 2005), s. 85.
[3] Alıntılayan Zuhal Tekkanat, Dostlarının Kaleminden Cemal Süreya’nın Portresi (İstanbul: Yön, 1998), s.19.
[4] Yusuf Alper, Psikodinamik Açıdan Cemal Süreya ve Şiiri (İstanbul: Özgür, 2008), s. 89.
[5] Perinçek & Duruel, Cemal Süreya: “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, s. 30, 31. 1990’ların başındaki Aleviliğin yeniden keşfine kadar, toplumun geniş kesimince Alevilerin tamamının ya da çoğunun etnik olarak Kürt olduğu varsayıldığından, özellikle belli bölgelerde Kürt olmak Alevi olmayı da içeriyordu. Dolaysıyla küçük Cemal’in bu şekilde aynı anda hem etnik hem inançsal kimliği açısından horlandığı düşünülebilir.
[6] Süreya, Günler, s. 300-301.
[7] Perinçek & Duruel, Cemal Süreya: “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, s. 66.
[8] Dersimli kimliği konusunda bir fikir vermesi bakımından Süreya’nın Dersimli yakın arkadaşı Vecihi Timuroğlu’nun sözlerine kulak verebiliriz: “Her şeyden önce bir Dersimli olduğumu düşün. Devletin gölgesini duyumsasam korkarım! Yasa denen şeyin ne olduğunu çok iyi bilmeme karşın, “yasa” denen şeylerden korkarım.” Tekkanat, Dostlarının Kaleminden, s. 77. Süreya’nın “Aleviliği ve Kürtlüğü hakkındaki” ketum tavrına 1980’lerde genç bir şair olarak edebi toplantılarda birinci elden tanık olanlardan biri de Haydar Ergülen’dir, bkz. Haydar Ergülen, “Cemal Süreya’nın Treni,” Vedat Akdamar ve Zuhal Tekkanat (haz.), Cemal Süreya Yirmi Yaşında (İstanbul, Artshop, 2010) içinde, s. 69.
[9] Yücel Kayıran, Felsefi Şiir: Tinsel Poetika (İstanbul: YKY, 2007), s. 406-407.
[10] Orhan Koçak, “Uzun Denklem: Oktay Rifat’in Şiirinde Folklor ve Modernizm,” Defter, (Yaz 1999), s.169.
[11] Üvercinka, 1959 yılı Yeditepe Şiir Ödülü’nü Arif Damar’ın İstanbul Bulutu ile paylaşmıştır. Cemal Süreya’nın bu ilk kitabı halen Türkiye’de en çok okunan şiir kitapları arasındadır. Bugüne kadar sayısız baskısı yapılan Üvercinka’nın, ilk yayınlanışının ellinci yıldönümünü kutlamak için YKY tarafından 2009 yılında özel bir baskısı yapılmıştır. Ayrıca Üvercinka’nın tamamı, bir dizi açıklayıcı makale ve not ile beraber Abbas Karakaya ve Donny Smith tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve 2010 yılında, ABD’de, Indiana Üniversitesi Türkiyat Çalışmaları Serisi içerisinde yayımlanmıştır.
[12] Şiirin tıpkı basımı Mehmet Can Doğan tarafından Kitap-lık dergisinin Mart 2006 tarihli sayısında yapılmıştır, s. 6.
[13] Vecihi Timuroğlu ile özel görüşme, 12 Temmuz 2007, Ankara.
[14] Erdost, Muzaffer İlhan, Üç Şair: Nâzım Hikmet-Cemal Süreya-Ahmed Arif (Ankara: Kurtuluş, 1994), s. 59.
[15] Cemal Süreya’nın bu yıllarda yayımladığı kitaplar şunlardır: Göçebe (İstanbul,de, 1965); Mülkiyeli Şairler Antolojisi (İstanbul: Ekin Basımevi, 1966); ve 100 Aşk Şiiri, (İstanbul: Gerçek, 1967).
[16] Kasım 1961- Ocak 1963 arasında Süreya Fransa’da meslek içi eğitim görür. Türkiye’ye dönükten sonra iki yıl daha müfettiş olarak çalışır ve 1965 Temmuz’undaki istifasına kadar sık sık iş seyahatlerine çıkmak zorunda kalır.
[17] Bu yazılar ölümünden sonra bir kitapta toplanmıştır: Cemal Süreya, Papirüs’ten Başyazılar, der. Zuhal Tekkanat, (İstanbul: Cem, tarihsiz).
[18] Tomris Uyar, “Papirüs’teki Günler,” Papirüs’ten Başyazılar, s. 9.
[19] Süreya’nın üçüncü kitabına ad olarak da verdiği bu şiirin şimdiye kadar neredeyse sadece son iki dizesi “okunmuş” ve Freud’un Oidipus karmaşasının bir tezahürü olarak yorumlanmıştır. Her ne kadar bu son iki dize böyle bir yoruma müsaade etse de, şiirin geri kalan ya da bu iki kapanış dizesinden önceki yirmi dizesi hakkında hiçbir yorum yapılmamış ya da bu psikanaltik okumanın şiirin tamamına nasıl uygulanacağı irdelenmemiştir. Hayli kapalı ve sembolik olan bu şiirin tamamının “Dersim Olayları” dolayımında politik bir okumasının ayrıntıları için doktora tezimin üçüncü bölümüne bakınız: Abbas Karakaya, “A Poet’s Life is Included in His Poetry”: Cemal Süreya and the Politics of Poetry (Doktora tezi, Indiana University, 2010).     
[20] Kurtuluş Kayalı, Türk Kültür Dünyasından Portreler (İstanbul: İletişim, 2002), s. 13.
[21] Muzaffer Buyrukçu, Sayılı Günler (İstanbul, Çağdaş, 1986), s. 58. Buyrukçu program hakkında, hangi yıllarda yayınlandığı dahil başka bilgi vermemiştir.  
[22] Süreya, Günler, (İstanbul. YKY, 1996), s. 414.
[23] Kitabın tam ismi şöyledir: 99-yüz: İzdüşümler/Söz Senaryosu, (İstanbul: Adam, 2004)
https://t24.com.tr/haber/cemal-sureya-sairin-hayatina-ve-siirine-dahil-edilmeyenler,221298
9 notes · View notes
onderdenizcavuslar · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Zühre
Karamesutlu'da doğmuş. 1952 ya da 1953 senesi o zamanlar nüfus memurluğuna doğar doğmaz kayıt imkanı yok, köy yerlerinde hayat da güç. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir ailenin ilk çocuğu başka bir deyişle ilk kızı. Karamesutlu neresi diyenler olur muhakkak. Trakya'nın birbirine benzeyen yüzlerce köyünden biri. Köy halkı, Sultan 2. Abdulhamid Han zamanında, Bulgaristan'ın Lofça ilinin Karahasan (Aleksandrovo) kasabasından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda 1879 yılında göç ederek Sultan 2. Abdülhamid'in kendisine ait olan, şehzadeliği döneminde ticaretle uğraştığı ve hayvan ticaretinde kullandığı bugünkü topraklara yerleşmiş. Babaeski'ye bağlı. Kırklareli il sınırlarında.
Zühre, Kırklareli'nin babaeski ilçesine bağlı Karamesutlu köyünde yaşama gözlerini açtığı sıralar, menekşe gözlü yıldız Elisabeth Taylor, bugün Londra’da yapılan bir düğünle Michael Wilding’le evlenmiş, Frankfurt’ta sis ve yağış nedeniyle bir uçağın iniş sırasında düşmesi sonucu 44 kişi ölmüş, .Orson Weiles’in Othello adlı filmi Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kazanmış, Birleşmiş Milletler savaş uçakları, Kuzey Kore’deki hidroelektrik santrallerini bombalamışlar. Amerikan Hava-kuvvetleri’ne bağlı bir nakliye uçağının Washington’da düşmesi sonucu havacılık tarihinin en büyük kazası meydana gelmiş 1952'de ve 84 kişi hayatını kaybetmiş. Gazeteci ve yazar Ercüment Ekrem Talu'ya Fransız "Légion d'honneur" nişanı verilmiş. .Türkiye ile ABD arasında telefon görüşmelerine başlanmış ilk o sene. Berlin ikiye bölünürken, Napoli'de yapılan Avrupa Güzellik yarışmasında Türk güzeli Günseli Başar birinci olmuş. Et ve Balık Kurumu üretime başlamış. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Türkiye’de CHP’nin 27 yıllık iktidarının kapandığı; 10 yıllık Demokrat Parti döneminin ikinci senesinin yaşandığı yılmış 1952.
Zühre'yi biricik annesi bebeklikten okul çağına kadar binbir itina ile büyütmüş. Buna karşılık olarak, ilkokul yaşlarından itibaren sabahtan öğlene okul sıralarında, öğleden sonraları da tarlada ana ve babasına yardım ederek geçirmiş çocukluğunu Zühre.
Sıcak yaz ayları güneşin altında, kara kışları da Trakya'nın kuru soğuğunda ailesine katkıda bulunarak henüz daha çocukken büyümüştür. İlkokulda en hüzün veren anısını anlattığında gözlerinden iki damla erdem düşer insanın. Soğuk bir kış sabahı ısınmak için ellerini sınıfın içindeki kömürlü sobanın yakınına yanaştırmış ovalayarak ısınmaya çalışırken arkasından birinin onu ittirmesiyle elleri sobaya yapmışmış cayır cayır sıcak soba üstünde elleri yanmıştır.
Genç kızlığı dönemine denk gelir, ailenin ilk erkek çocuğu doğmuştur. Baki adını evin babası koymuştur. Baki kara bir oğlan çocuğu, hayatının büyük bir bölümünü zorluklarla geçirecek olmasını bilmeden açmıştır dünyay gözlerini. Günlerini Baki'ye bakmakla ve okul dışında tarlada çalışarak geçiren Zühre'nin ikinci erkek kardeşi Fahri'de bir kaç yıl sonra dünyaya gelmiştir. Fahri deli dolu bir genç olacaktır sonraları. Zühre'nin yükü ağırdır. Okulu bırakmış. Annesine tarlada yardım etmeye ve kardeşlerine bakmaya devam eder. Baba, Alpullu Şeker Fabrikasında çalışır o sıralar. İstanbul'da yaşayan amcası o esnada Çavuşlar aile reisi Recep ile tanışır.
Recep Zühre'nin amcası Basri ile mesailerde sohbeti ve dostluğu pekiştirir. Sohbetlerin birinde evlilik çağına gelen oğlundan bahseder. Baş göz etsek, yaşı da geldi der. Var mı tanıdığın diye de sorar. Basri'de abisinin biricik kızı Zühre'den bahseder. Evlilik çağına gelmiştir Zühre çünkü. Tarlada, çocuk bakmada ve yemek, temizlik, evi çekip çevirmesi anlayacağın Recep Kardeş elinden her iş gelir der Basri. Recep'in aklına yatmıştır. Helal süt emmiş, elinden her iş gelen bir gelin adayı hayalinde canlanıverir oğlu için: Basri'ye tez vakit tanıştıralım gençleri der.
İstanbul taşı toprağı altın şehirdir. Basri ilk fırsatta köye gider ve abisine durumu açar. Abisi eşine durumu açar. Ve annesi biricik kızına bu kısmeti ana kız duygusallığında iletir. Zühre'nin çocukluk genç kızlık serüveni ailesine yardım ederek tarlalarda yaz kış demeden çalışarak evin hayvanlarına bakarak yeri geldiğinde otlatıp yeri geldiğinde süt sağarak ve iki erkek kardeşini bakıp büyütmekle geçmiştir. Zühre bu kısmetle tanışmak ister.
İlk fırsatta anasıyla birlikte amcasında bir süre kalmak üzere soluğu İstanbul'da alır. Basri yeğeninin geldiğini haber eder Recep'e. Recep de oğluna. Sonra görüşme ayarlanır. Hasan ile Zühre ilk bir pastanede buluşurlar. Zühre çekingen ve ürkektir. İlk kez bir erkekle görüşecektir. Hasan da heyecanlıdır. Makedonya'nın Üsküp şehrinden göç edip İstanbul'un Zeytinburnu ilçesine yerleşen ve okulu bitirip çalışmaya başlayan genç adam için bu izdivaç için erken olsa da, babasının kararı bir emirdir. Pastanede sütlaçlar yenir, çaylar içilir ve sonra Ayhan Işık ve Gülistan Güzey'in başrollerini oynadığı ve yer bulmanın zor olduğu kapalı gişe oynayan Kanun Namına filmine giderler. Heyecan dolu bir filmdir. Ayhan Işık Hasan'ın idolü olur sonrasında. Ve o sinemada ilk kez köylü güzeli Zühre'nin elini tutar Hasan.
Hikaye böyle başlar. Evlenirler. Kıbrıs Barış harekatı sonrası. İki çocukları olur. Acı tatlı yıllar. Çocuklarının doğumuyla her şeye kol kanat germeye çabalayan iki çift yürek. Bu başka bir yazı konusu olacak. Ancak 1952'de başlayan hikaye, 2008 yazında bir sağlık ocağındaki doktorun yüzünüz çok beyaz, betiniz benziniz atmış bir tahlil yaptırın demesiyle dönüşü olmayan bir yola girer. Zühre, tansiyon, halsizlik filan beklerken testler sonucu kanser olduğu ortaya çıkar.
Ameliyat der doktorlar. Ağlaya ağlaya çocuklarından eşinden ve sevdiklerinden kopacak korkusuyla operasyonu olur. Bağırsakları alınmış karnına verilmiştir. Güzeller güzeli Zühre için her şey normale dönmeye, gezmeye dolaşmaya ve evin yemeklerini yapmaya başlamışken dikişleri patlar bir bayram arefesi ve tekrar hastaneye kaldırılır.
Bir ambulansla evinden alındığında evine son kez bakar gibi dalgın gözlerle sedyede lambaları acı ile yanıp sönen araca konur. Akşamına iğnelerle bir nebze toparlayan Zühre, sık sık terlemesini acildeki yaşlı bir teyze ile paylaşır. Ah be teyzecim der terliyorum buraya geldiğimden beri yaşamak istiyorum çocuklarım eşim burada beni bekliyorlar ben kimseye böyle yük olmak ister miyim, iyileşmek istiyorum ama bunlar ecel terleri der.
Doktorlar her şey kontrol altında dediği için aile eve geçer. Telefon gelir gece yarısı fenalaştı Zühre Hanım diye. Acilen yola çıkar eşi ve çocukları.Yoğun bakıma alınmıştır. Saatler geçmek bilmez. Hastane. Yoğun bakım kapı önü. Bir kadın doktor kapıyı açar. Filmlerdeki dizilerdeki gibi. Nasıl annem diyecek olan genç adamın konuşmasına fırsat vermeden üzgün bir vücut dili ve ses tonuyla kadın doktor maalesef der, kaybettik hastamızı. Başınız sağ olsun.
O genç adam yani bendim. Hayat artık anlamsız hale geldi o geceden beri, tüm kemiklerimin kırılmasından daha acı verici bir şeydi, tam da uçurumdan düşmek gibiydi. Peki Zühre kim miydi, Zühre, benim annemdi.
-Önder Deniz Çavuşlar
Instagram: www.instagram.com/onderdenizcavuslar
150 notes · View notes
mehmetkali · 3 years ago
Text
#bidünyamacera Afrika serüveni başladı https://ift.tt/3A0gz5c
İstanbul Gedik Üniversitesi spor bilimleri bölümünden 36 yaşındaki Asil Özbay, kadınların özgürce yaşayabileceğini göstermek için motosikletiyle üç kıtada onlarca ülkeyi turladı.
Salı günü, Afrika kıtasının güzelliğini vurgulamak ve Türkiye’de okumak isteyen başarılı Afrikalı öğrencilere burs sağlamak için turuna başladı.
Kenya’dan Arab News’e verdiği demeçte, “Bu sefer sadece bir gezi değil, aynı zamanda kendini keşfetme ve fedakarlık yolculuğu çünkü muhtaç Afrikalı öğrencilere burs vermeyi planlıyorum” dedi.
19 yıldır motosiklet kullanan İstanbullu akademisyen, motosikleti “tutku ve özgürlük kaynağı” olarak tanımlıyor.
Eşsiz deneyimini insanlarla paylaşmak için dünya çapında nadiren ziyaret edilen ve izole edilmiş bölgeleri aradı.
Bir yıl sürecek bir belgesel projesinin parçası olarak, motosikletiyle 16 Afrika ülkesini tek başına dolaşarak Afrika’yı “bir kadının gözünden” gözler önüne sermeyi planlıyor.
Özbay, motosiklet kullanımının “erkekler dünyasının bir parçası” olduğu konusundaki klişelere meydan okumayı umduğunu, insanlara kadınların güçlendirilmesi konusunda ilham vermeyi ve gelişmekte olan ülkelere eğitim konusunda örnek teşkil etmeyi umduğunu söyledi.
Uzun yolculuklar, insanların sorumluluk duygusu geliştirmelerine, iç seslerini dinlemelerine ve problem çözme becerilerini artırmalarına yardımcı oluyor” dedi.
Afrika’daki ilk durağı Kenya ve Uganda, Ruanda, Tanzanya, Etiyopya, Burundi ve Zambiya üzerinden yaklaşık 30.000 kilometre seyahat etmeyi planlıyor.
Özbay, pansiyonlarda kalacağını ancak daha güvenli bölgelerde çadır kuracağını söyledi.   
Afrika serüveni sırasında dijital içerik üretecek ve köy yaşamını ve geleneklerini gösteren belgeseller çekecek.
Deneyimlerini şimdiden sosyal medya hesabı üzerinden paylaştı.
“Hayallerinizi ertelemeyin. Tek başına seyahate çıkabilen bir kadın olarak, erkekleri ve kadınları dünyanın keşfedilmeye değer olduğunu göstermeye teşvik etmek istiyorum” dedi. 
“Belgesellerim ile ülkeler arasında bir köprü görevi görerek, dünyanın dört bir yanındaki keşfedilmemiş ve saklı kültürleri göstermeye yardımcı oluyorum.”
“Bir insan bir şeyi tutkuyla yapmak isterse, onu hiçbir şey durduramaz” diye ekledi.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/35UOrCA via IFTTT
0 notes
corumhdf · 4 years ago
Text
Birleşerek ve öğrenerek ilerlemenin öncü kuruluşu olan Anadolu’da bir aydınlanma serüveni olan Köy Enstitüleri'nin yolundan ilerleyen bir federasyon olarak Köy Enstitüleri'nin 81. yıldönümü kutlarız.
Çorum Hitit Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı
İbrahim YOLLU
Tumblr media
0 notes
webdijital · 5 years ago
Text
İnternette bilgiye ulaşma ve bilgiyi kullanma
Tumblr media
Ademoğlunun bilgiye erişme serüveni
Küreselleşmenin arttığı dünyanın adeta global bir köy haline geldiği 21. yüzyılda internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. İnsanoğlu hayatı boyunca düşüncelerini,fikirlerini veya kişisel kabiliyet ve becerilerini göstermek karşısındakine ifade etmek ister.
Bilgiye ulaşmak eskisi kadar kıymetli mi?
Tarihin ilk çağlarından itibaren gerek savaşlarda gerekse çarşı,pazar ve panayırlarda kendilerini ifade ettiklerine şahit oluyoruz. Bu insanın fıtratının bir parçasıdır. Çağımızda ise bunun en kolay yolu internettir. İnsanlar internet ortamında tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlı bilgi alışverişine maruz kalmaktalar. Artık günümüzde internette bilgiye ulaşmak problem değil. Elimizdeki mobil cihazlarla bir kaç saniyede aradığımız bilgiye ulaşabiliyoruz.
Peki asıl ihtiyaç nedir?
Eğitici, öğretici, geliştiren bilgi Artık insanı eğiten, toplumda iş, statü, para kazanmasını sağlayan bilgi internette herkesin aradığı bilgi haline geldi. Hepinizin de bildiği gibi bugün milyonlar hatta milyarlarca üyesi bulunan sosyal paylaşım sitesi ve mobil uygulamalar bulunmaktadır. Gelişen teknoloji ve endüstri 4.0 devrimi bizleri öyle bir noktaya getirdi ki artık okullarda verilen eğitimler hiçbirimize yetmiyor. İnternette var olan sıradan bilgiler işimize yaramıyor. Bu nedenle insanları eğiten, geliştiren yeni beceriler kazandıran içerikler her zaman kıymetli olacaktır. Read the full article
0 notes
barkoturktv · 5 years ago
Text
Akşener'den 'Saray'a giden CHP'li' yorumu
Tumblr media
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener, siyaset gündemini uzun süre meşgul eden 'Saray'a giden CHP'li' tartışmalarına ilişkin, "Gerçeklerin bir gün mutlaka gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu var. Kim kimin kaynağı, siyaset kurumunu kim kirletiyor öğreneceğiz. " dedi.  Akşener'in açıklamalarından satır başları şöyle:
Tumblr media
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuşuyor. Akşener’in açıklamalarından satır başları şöyle: Dün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günüydü. Böyle bir günde kadınlara yapılan müdahale ve parti standımıza yönelik saldırı iktidarın kadına yönelik şiddetle mücadelede ne kadar samimiyetsiz olduğunu gözler önüne serdi. Ayrıca Kayseri İl teşkilatımıza yönelik taşlı saldırıyı esefle kınıyorum. Bunlar şu nedenle oluyor. Her bir çirkinlik hukuk karşısında herhangi bir hukuki yaptırımla karşılaşmadığı için böylesine namert tavır ve davranışlara sahne oluyor. Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. İktidarınızda kimse güvenli değil. İktidarınızda hiçbir kadın ve çocuk birilerinin saldırmayacağından emin değil. Sabah işine gidip akşam evine dönerken taciz, tecavüz ve şiddete maruz kalmayacağından emin değil. Hukukun üstünlüğü önce size lazım olur ve görürsünüz ki o çakallar size sahip çıkmazlar. Anadolu’da bir söz var: Köpeksiz köy bulup değneksiz gezmek. Bunlar takipçisi olacağız. Biz üstümüze düşeni yapacağız. Herhangi bir sonuç alacak mıyız ? Hayır. Ama biz bunun üstüne gideceğiz. Demirden korksak trene binmezdik. Alıştılar başka anaların çocuklarıyla kabadayılık yapmaya ama bizi yolumuzdan alı koyamazlar. İYİ Parti kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın karşısında olmaya devam edecek. Bizim için güçlü Türkiye huzurlu kadınlarla mümkündür. "BU KARARI HANGİ VİCDANLA ALDILAR" Pazar günü 24 Kasımdı. Bir öğretmen olarak başta Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal olmak üzere tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum. Türkiye’nin geleceği için göğsünü teröre siper için şehit olan öğretmenlere selam olsun. Bu kutsal mesleği seçip atanamayan genç öğretmenlere selam olsun. Sizlere sözümdür. İYİ Parti iktidarında haklarınız teslim edilecek. Öğretmenlerimiz bize “yeşili sev, doğayı koru” derdi. Bu hayatın bugünü ve yarınını korumayı öğütleyen bir mesajdı. Bu mesajı alamayan iktidar ve küçük ortağı bir doğa katliamına imza attı. Özelleştirilen 15 termik santrallere baca filtre takılması için süre vermişti. Şimdi de filtre takmayan santrallere 2,5 yıl ek süre verdi. Havanın suyun bozulmasını, toprağın dengesinin bozulmasını sağlayan bu kararı hangi vicdanla aldılar. Çanakkale’de, Silopi’de, Soma’da, Zonguldak’ta, Orhaneli’nde yavrularımız zehir solumaya devam edecek. Bu karara evet oyu verenler, sizin torunlarınız yok mu? Allah sizleri ıslah etsin. Evlatlarımızın sağlığı için bu yasayı takip edeceğiz. Doymak bilmez heveslerin kirlettiği alanlardan biri de siyaset. "KİM KİMİN KAYNAĞI ÖĞRENECEĞİZ" Son günlerde CHP’yi merkez alan bir tartışma yaşanıyor. Muhalefet partilerinin sağlığıyla zerre ilgilenmeyen yandaş medyanın tavrı ilgimi çekti. Gerçeklerin bir gün mutlaka gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu var. Kim kimin kaynağı, siyaset kurumunu kim kirletiyor öğreneceğiz. Siyaset milletin huzuru için yapılır. İYİ Parti için bu yanıyla ilgilidir. Biz vatandaşın derdine sebep olanları. Vatandaşın sırtına yeni yükleri bindirenlerle ilgileniyoruz. Kimin kiminle görüştüğünü vatandaşa dokunuyorsa dikkat deriz. Bizim siyaset anlayışımızda ikbal hesaplarıyla dümen çevirmek yoktur. "KİM SARAY'A GİTTİ DE..." Madem Saray’a gidenleri konuşuyoruz, Kim Saray’a gitti de Erdoğan’ı ikna etti de santral bacalarına filtre takılmasını engelledi onu merak ediyorum. Saray’a kim gitti de Sayın Erdoğan’ı elektiriğe, doğalgaza yüzde 70 zam yapmasına ikna etti onu merak ediyorum. Saray’a kim gitti de Sayın Erdoğan’ı Tank Palet Fabrikası’nı Katarlılara satmaya ikna etti onu merak ediyorum. Saray’a kim gitti de Sayın Erdoğan’ı teröristi devlet televizyonuna çıkarmayı ikna etti onu merak ediyorum. "ÜLKENİN KADERİNİ UCUBE BİR SİSTEME BAĞLADILAR" İktidara geldiklerinde bir lira olan mazot 6,60 lira oldu. İktidara geldiklerinde bir ton yemin fiyatı 780 lirayken 4 kat artmış. Benim çiftçim nasıl ayakta kalıyorlar onu merak etmiyorlar. Mesele vatandaşım olunca havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Boş işlerle, kumpaslarla uğraşmayın. Türkiye’nin en büyü şanssızlığı 17 yıldır vizyonsuz bir iktidar tarafından yönetilmesidir. Ülkenin kaderini ucube bir sisteme bağladılar. Tarımı geliştirmek için kıllarını bile kıpırdatmadılar.  Tarımda ithalata muhtaç, ekonomide yabancının parasına muhtaç, dış politikada Trump’a, akılda, fikirde damada muhtaç bir ülke…  İşte Türkiye böyle bir ülke haline geldi. Köylü milletin efendisidir diye başlayan tarım serüvenimiz 5 müteahhidin başını çektiği beton serüveni ile son buldu. Millet dedik mi kızıyorlar. Son 10 yıldır bu softa bizim değil. Amerikan pirincinden yapılmış pilava kaşık sallıyoruz. Son 10 yılda çiftçi sayımız yüzde 38 azaldı. Tarımsal üretimde dünyanın en büyük ikinci ülkesi olan Hollanda kadar tarım alanını kaybettik. Read the full article
0 notes
samosanborucu · 6 years ago
Text
ÇYDD ve Hristiyan Misyoner Türkan Saylan Gerçeği
https://samosan.com/cydd-ve-hristiyan-misyoner-turkan-saylan-gercegi/ adresinde yayınlandı
ÇYDD ve Hristiyan Misyoner Türkan Saylan Gerçeği
Tumblr media
TÜRKAN SAYLAN KİMDİ?
Tumblr media
Herhangi bir biyografiye “doğum tarihi” ile başlamak esastır! Ancak bu seferki istisnai bir durum… Zira Türkan Saylan’ın hayatına etki eden olaylar zinciri “doğum” ile başlamıyor.
Annesinin hamile olduğunu anlamasıyla başlıyor! Saylan hayatını anlattığı “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabında annesinin Müslüman oluşunun ani öyküsünü şöyle anlatıyor: “Annem bana hamile kalınca Müslüman oluyor. İngilizcesinden Kur’an’ı okuyor. İyi bir Türk gelini olabilmenin tüm koşullarını yaratmaya çalışıyor. Örneğin oruç tutardı. Biz hiçbirimiz evde oruç tutmazken o tutardı.”
Anlaşılıyor ki Saylan’ın annesi gayr-ı müslim. Bu bir şey demek değil. Ancak kendisi ne henüz belli değil.
Zaten resmi bilgiler de bu “tenakuzu” yansıtıyor. Saylan 13 Aralık 1935 günü İstanbul’da dünyaya geldi.. Ve fakat annenin Müslüman ismi aldığı ��kesin” tarih 1936. Yani Saylan’ın hayatına ilişkin anlattıklarını “kılpayı” teyit ediyor.
Muhtemelen valide hanım, hamile kaldığını anlıyor, ama “doğurana kadar bekleyeyim” diyor ve sanırız Soyadı Kanunu’na da denk düştüğünden isim o zaman değişiyor.
Ama 1936 yılının kesin olduğunu tekraren söylemek lazım. Zira kaynak sadece Nüfus İdaresi değil! Milli İstihbarat Teşkilatı da aynı kanaatte. Bilmeyenler “ne alaka” diyebilir, geleceğiz.
Bir kişinin etnik veya din kimliğinin önemi var mı derseniz… Bir kişinin yok. Ama bu kişinin var.
Efendim tam kayıt şu… Profesör Türkan Saylan’ın annesi hanımefendinin künyesi, Raber Ragman ve Mina Verlig kızı, 1324 (1908) Bermingen İngiltere doğumlu ve Katolik Hıristiyan “Lili Mina Raiman” olduğunu gösteriyor. Ancak kendi beyanlarına göre annesi Lilly “İsviçreli”. Burada kesin bir bilgi yok.
Dediğimiz gibi 1936 yılında ismini Leyla olarak değiştiriyor. Prof. Saylan’ın mesleği -malum- hekimlik. Hevesine erken başlıyor. 12 yaşında.
Daha ortaokuldayken köy hekimi olmaya karar veriyor. Yıllar boyunca Türkiye’yi karış karış gezerek cüzzam hastalığını yok etmeye çalışırken hayatı öğreniyor ve gördüğü gerçeklere asla sırtını çeviremeyeceğini de anlıyor.
Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak büyüyen ve kardeşlerine hem annelik hem de ablalık yapan Saylan’ın sorumluluk bilinci belli ki yıllardan yadigâr. İki evlilik yapıyor… Kişiliğine ilişkin ilk karinelere buradan ulaşmak mümkün… “İlkinde dokuz yıl evli kaldım. Eşim belli bir düzeyde kalmak isteyen biriydi, öyle kaldı. Benimse kendimi geliştirme hırsım vardı. Onun beklentisi ev hanımı olmamdı. Anne de oldum, iş kadını da, ev kadını da. Bir tek o tablonun içinde eş bulunduramadım. İkinci eşimden de boşandım. Bir erkeğin her dakika yanımda olup beni sevmesini seçmedim. Bu bir tercih meselesiydi…” Tabii kocaları da dinlemek lazım ama bu alternatif biyografi Saylan’a ait! Doktorluk vesilesiyle Türkiye’yi karış karış gezerken, bir sivil toplum hareketi başlatması gerektiğini fark ediyor. Biz burada bir satır yazıp geçiyoruz ama bu içsel evrim öyle kolay olmuyor. Binbir eziyet var öyküde.
Kendi dilinden anlatmak en iyisi; “Tıp fakültesi öğrencisiyken evlendim, 23 yaşında ilk çocuğumu doğurdum, tüberküloz geçirdim, ameliyatlar oldum, çocuklarımı büyüttüm. İki yıl çelik korse takarak okula gittim. Yani tıp fakültesini girdiğimden 10 sene sonra bitirdim. Uzmanlığımı kimsenin sevmediği deri ve zührevi hastalıklar konusunda yaptım. Bu konuda ihtisas yapan Türkiye’nin yedinci kadınıydım. İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi’nde çalıştım. Orada hiç tanımadığım işçi kesimiyle tanıştım. Aslında orada bir üniversite daha bitirdim diyebilirim. Bir günde 100 hasta bakardık.”
Anlaşılıyor ki sadece ruhi bir olgunluk serüveni değil, bir sınıf bilince edinerek de büyüyor Türkan Saylan. Esasen anlı şanlı akademik kariyeri “Prof” unvanını taşımasına rağmen akademik hayattan pek haz etmiyor.
“Akademik kariyeri hiç sevmiyorum. Hâlâ bir cübbem yoktur. Oradaki o küçük çatışmalar hoşuma gitmiyor.”
Saylan küçük çatışmaları sevmiyor. Büyükleri sevip sevmediğini ilerleyen zaman gösterecek. Fakat daha önce Saylan’ın mesleki hayatında çektiği sıkıntılara değinmek gerekiyor.
Saylan çok çalışıyor, erinmiyor, iğrenmiyor, hastanenin tozundan kirine, hastanın yatağından yarasına kadar hepsini kontrol ediyor. Yara sarmayı çok seviyor. Hastalarına iğnelerini bile kendisi yapıyor.
Fakat bu sıralarda kafasını cüzzama takıyor. Bir yurtdışı burs buluyor ve “ana” vatanı İngiltere’ye gidiyor…
1957’de evlenmiş, iki oğlan çocuk annesi olmuştur. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan iki torunu vardır. 1976’da dönüyor. Ve cüzzam işini üstlenmek istiyor.
İstanbul Lepra Hastanesi kuruluyor. O zaman Türkiye’de kayıtlı 10 bin cüzamlı kişi var. Ve hastalıkla mücadelesine başlıyor. Dünyadan ve Türkiye’den cüzamı silme konusunda büyük başarı sağlıyor ve Gandhi Ödülü’nü kazanıyor. Böylece hekimlik akıp geçiyor.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiştir.
Nihayet 21 yıllık başhekimlik hizmetinden sonra 2002 yılında emekli oluyor “Türkan hoca”.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliğiyle görevlendirilmiş ve bu görev Şubat 2007’de bitmiştir. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı oldu .  Tabii bu yaşama hallice rahatsızlıklar da eşlik ediyor. Göğüs kanserinden kurtulduktan sonra karaciğerindeki rahatsızlık nedeniyle de tedavi gördü.
Ankara ve İstanbul’da Cumhuriyet Mitingleri düzenledi. Yani ulusalcı bir çizginin toplumsal önderliğini yapacak bir kadın…
Madalyon döner…
Buraya kadar bir “Cumhuriyet Kadını”nın biyografisini okudunuz… Karşınızda hayatını hastalara adamış başarılı bir hekim, sosyal konulara duyarlı bir insan, hayatı çetin dalgalarla yoğrulmuş, evliliklerinde bile huzuru bulamamış, keskin hastalıklarla yiğitçe mücadele etmiş bir dava kadını…
“Başkanlığını Profesör Doktor Türkan Saylan’ın yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği hakkında, Atatürk İlke ve İnkılâplarını kalkan olarak kullanıp, birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiç bir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini sivil toplum kuruluşları birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutulmuş ve Dernekler Kanunu 62 ve 85/2 maddesine muhalefetten 5 Şubat 2001 tarihinde Maltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yapılmıştır.”
Bu sert ithamlarla dolu satırlar Milli İstihbarat Teşkilatı, İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzasıyla 24 Nisan 2001 tarihinde Başbakanlığa gönderilen iki sayfalık yazıdan alınmıştır… Yani devletin istihbarat kurumunun resmi belgesidir.
Profesör Türkan Saylan’ın bu metin hakkındaki görüşü de -o zamanlar- şudur; “Bahsedilen olay adaletin önünde bir konu. Bir görüş vermiyorum. İleride kitaplarımda bu konuyu anlatacağım”.
29 Nisan 2001 tarihli yorumsuz bir gazete metni daha… “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) yöneticileri hakkında bölücülük yaptıkları gerekçesiyle dava açıldı. İl Emniyet Müdürlüğü, Defterdarlık ve Vergi Dairesi yetkilileri, İstanbul Valisi Erol Çakır’ın izni ile bir soruşturma yaptı. Soruşturma sonucunda 18 ayrı nedenden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu, yöneticilerle ilgili dava açıldı. Beyoğlu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, ÇYDD yöneticilerine yönelik en büyük suçlama ise ‘bölücülük’ suçlaması. Bölücülük dışında ÇYDD hakkında, eksik mal bildirimi, depremden toplanan paraları borsaya ve repoya yatırmak, yurtdışından izinsiz para transferi ve gayrimenkul bildiriminde usulsüzlük suçlamaları var.”
İlginç değil mi? Aslında bu iddiaların doğru olup olmadığı çok önemli değil. Bunlar devletle Saylan arasındaki konular. Aklanmış ya da bu iddialarla yaşamak zorunda kalmış olması bu metnin konusu kesinlikle değil.
TÜRKAN SAYLAN’IN ÇOK TARTIŞILAN SÖZLERİ
youtube
İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi’nde ‘Türkiye’mizin çağdaşlaşma sürecinde laiklik’ konulu toplantıda konuşan Saylan’ın entelektüel kalitesine ilişkin notlar, konuşmayı haberleştiren metinden izlenebiliyor.
“Biz Türkler hep akın etmişiz; yakıp yıkmışız, başkalarının yaptıklarını yakıp yıkmışız. Şimdi kendi yaptıklarımızı yıkıyoruz. Nedir bu alışkanlık. Biz yakıp yıkmak için var değiliz. Biz yaratmak, geliştirmek ve çağın üstüne geçmek için varız.”
“Türkiye’nin bölünmesine, ırkçılığa yönelmesine, binlerce yıl öncesinin Arap ve İran âdetlerinin gelmesine karşıyız. Çocuklarımızın sıra üstünde namaz kılmasını değil bale yapmasını istiyoruz. ”
Konuşmasında Gençlik Korosu’nu yöneten müzisyenin isminin Muhammed olmasından yakınan Saylan, “Gençlik Orkestrası’nı yaratan ve yöneten arkadaşımızın ismi Muhammed. Düşünebiliyor musunuz buradaki ironiyi?” yorumunu yaptı.
Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler nedeniyle Türkiye’yi zor günlerin beklediğini savunan Saylan, seçime katılacak partilerin sembolleri ile dalga geçti. Saylan şunları söyledi: “İnsanlar okuma yazma bilmesin ki parmak bassınlar. Seçim kâğıtları at, eşek, arı ve kuşlarla dolu. Bilinir ki okuma yazma bilmeyen çoğunluktadır ve onlar ancak parmak basarak oy verirler. Onların ağaları, tarikat reisleri çağırır ve biz ata, eşeğe, arıya ya da kuşa oy vereceğiz derler. Böyle bir topluluk nasıl kalkınır? Böyle bir topluluk cahil bırakılmıştır. Bizi yönlendirmek isteyenlere, bizi koyun sananlara karşı dikkatli olalım. Bu ülkedeki insanları siyah-beyaz diye ayırmak, vatansever veya vatan sevmeyen hain diye ayırmak kimin haddine'”
Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta metnin içeriği değil. Üslubu. Saylan açık bir nefretle konuşuyor. Oysa Türkiye’de sözü dinlenir onlarca aydın aynı düşünceleri, sadece ülkedeki farklılıkları lezzet saymak, farklılıklardan nefret üretmemek adına çok daha medeni bil dille savunuyor.
Aslında sadece bu “dil” insanları siyah-beyaz olarak ikiye ayırıyor!
Ancak ikiye ayrılan sadece bu değil. Kamuoyu Saylan’ı “iki yüzüyle” tanıyor. Birincisi ilk başka anlattığı Saylan ikincisi ise bu iddia ve üslubun sahibi Saylan. Peki ama gerçek Saylan kim veya hangisi?
O zaman Saylan’ın yaptığı “işe” bakalım… Ayinesi iştir kişinin cümlesinden hareketle.
Saylan’ın başkanı olduğu ÇYDD, bütün faaliyetlerini Türkiye’nin hallice firmalarının bağışlarıyla yürütür. Bunda bir beis yok. Esasen dernekler böyle çalışır.
Peki bu firmalar hangileri? Danone, Metro Grosmarket, Turkcell, TNT Ekspres, Ericsson, Finansbank, İş Bankası, Mercedes-Benz vs… Fark etmiş olmalısınız. Çoğu yabancı sermayeli.
Ve yine hepsi biliyor olmalı ki Türkan Saylan ve dernek, “Atatürkçü gençler yetiştirme” misyonu taşıyor. Boynumuzun borcudur… Soru şu… Bu yabancı şirketler, kendilerine en çok karşı çıkan kesimlerin sözcülüğünü yapan bir derneğe niçin yardım yapar?
Veya tersten bakarsak… Yabancı sermayeyi “işgal güçlerinin sermaye ordusu” olarak gören bir ÇYDD, bunlardan nasıl destek ister?
BİZİM İSTEMEDİĞİMİZ ŞEYİN OLMASI MÜMKÜN DEĞİL  Türkan Saylan, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması yönündeki kanun çalışmalarına karşı çıkarak, “Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye’de olması mümkün değil.” dedi Darbeciler tarafından idam edilen eski Başbakan Adnan Menderes’i hatırlatan Saylan, “Menderes ne dedi? ‘Odunu koysam mebus yaparım. Siz isteseniz şeriatı bile getiririz’ dedi. Bunlar geçmişte olan şeyler. Ne oldu sonuçta? Onlar ne oldu?” sözleriyle üstü kapalı tehditte bulundu. Saylan, Kardelenler Projesi ile kızların eğitim alması için çalışmakla başörtülü kızların okula girmesini engellemek arasında bir tezat olmadığını savundu. Üniversitede başörtüsüne karşı sonuna kadar savaşacaklarını söyleyen Saylan, “Bu savaş demokratik yollarla olacak. İkincisi sivil itaatsizlik denen çok çağdaş yöntemlerle olacak.” dedi. Dışarıda Türkiye’nin örnek ülke görüldüğünü anlatan Türkan Saylan, başörtüsü serbestliğini ‘asla gerçekleşmemesi gereken bir durum’ olarak niteledi. Saylan, “Bu uygun bir şey değil. Çoğunluğu sahip diye anayasayı nasıl değiştirebilir? Hele MHP’nin payandalığını hiç affetmiyorum. Nerelerden nerelere kadar geldik.” diyerek kanun çalışmasına tepki gösterdi. PKK’LILARA BURS VERDİ İDDİASI ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’la ilgili sanal ortamda çok sayıda zincir e-posta dolaşıyor. ÇYDD’nin PKK’lı öğrencilere burs verdiği, bölücülük yaptığı gibi iddiaları içeren metin, binlerce kişinin e-posta adreslerine ulaştı. Gerçekliği bilinmiyor
Saylan hakkında daha birçok yazılmış ama dillendirilmemiş hakikaten inanılmaz iddia manzumeleri mevcut. Bunların hiçbirini yansıtmıyoruz.
Dediğimiz gibi bizi Saylan’ın alternatif biyografisi, yani aynaya baktığında kendi yüzünü nasıl gördüğü daha çok ilgilendiriyor.
Saylan, bu ülke insanlarının ezelden beri önem atfettiği manevi değerleri, kutsal saydıkları sözkonusu olduğunda saldırganlaşıyor. Zerafetten yoksunlaşıyor. Kibirli bir nefrete dönüşüyor. Bilim adamına ve bir bayana yakışmayacak şekilde kabalaşıyor.
“’Din’i, ‘dogma’ olarak kodlayan ve bilimsel bulmadığı için reddeden Saylan, Muhammet isminden rahatsızlık duyduğunu uluorta söyleyebiliyor.” Bu benzeşmenin bilim insanının ağzından çıkmasını garipsemiyor. 
‘Bu ülkede başörtüsü sorunu yoktur’ diyerek, (dikkat; ‘başörtüsüne karşıyım’ değil!) gayet despot bir bakış açısıyla bir fikri değil, yaşayan kanlı canlı insanları yok sayıyor.
Bale ile namazı karşılaştırıyor ve bundan bale lehine bir çağdaşlık ölçütü çıkarıyor! (Dikkat ‘namaza karşıyım’ değil!) Bilim, biri sanat biri ibadet konusu iki eylemi kıyaslayabilir mi?
O halde apriori bir benzeşme de biz yapalım… Biri Ankara’da biri İstanbul’da “garip” iki kadın, Nur Serter ve Türkan Saylan, yalın biçimde “Cumhuriyet ilkelerine bağlı biz”lerin dili olabilir mi?
Biri ruh çağırma ritüellerinde kendin geçip üç peygamberden birinden uhrevi mesajlar alarak geldiği makamdan mitinglere davet ediyor bizleri, biri de, bilim ve ilimsel bakış terazisini çoktan şaşırmış, misyonerlik iddiaları, yabancı firmaların büyük paralarla desteklediği kimliğini ayakta tutmaya çalışarak, “bizden” olup olmadığı bile meçhul bir aidiyetle “namaz yerine bale” diyor…
Askerin bildirisinden sonra ADD ve ÇYDD’den miting kararı Genelkurmay’ın 27 Nisan 2007 tarihli gece yarısı bildirisinde dile getirdiği ‘teröre karşı kitlesel eylem yapılması’ çağrısı üzerine Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) miting yapma kararı aldı. DTP’liler Türkan Saylan’a sahip çıktı Cumhuriyet mitinglerinin düzenleyicilerinden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı (ÇYDD) Başkanı Türkan Saylan’a ‘terör örgütü uzantısı’ olarak suçlanan Demokratik Toplum Partisi (DTP)’den ilginç bir destek geldi. DTP lideri Ahmet Türk, Saylan’ın çizgisini çok beğendiklerini vurgularken, “Türkan Saylan’ın söylemlerini her zaman önemsiyoruz” dedi. Geçtiğimiz aylarda ADD’den istifa eden Üsküdar Şube Başkan Yardımcısı Asuman Özdemir, Saylan’ın PKK’ya destek niteliğinde çalışmalar içinde olduğunu savunmuştu. Cumhuriyet mitinglerinin organizatörü Türkan Saylan, ulusalcı kesimden sonra terör örgütü PKK’yla aynı tabanı paylaşan DTP’den de tam destek aldı. Ahmet Türk, Milliyet Gazetesi’nden Devrim Sevimay’a verdiği röportajda Saylan’a övgüler yağdırdı. Cumhuriyet mitinglerinde demokrasi vurgusunun eksik olduğunu belirten Türk, “Ama biz Türkân Saylan’ın çizgisini çok beğendik. Zaten Türkân Saylan’ın her zaman söylemlerini önemsiyoruz. Çünkü her türlü antidemokratikliğe karşı duran bir anlayışı var. Biz mantığın önde tutulduğu bütün söylemleri destekliyoruz” diye konuştu. Ahmet Türk, seçimlerle ilgili de ilginç bir iddiada bulundu. ‘Gerçek bir demokratik seçim’ yapılması durumunda AK Partiyi geriletebilecek tek partinin DTP olduğunu savunan Türk, “O yüzden kimse sanmasın ki bize baskı yapılınca oylar MHP’ye, CHP’ye dağılır diye… Bize gelmeyen oy mutlaka AKP’ye gider” iddiasında bulundu. Yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD’nin PKK’nın siyasallaşmasına katkı sağladığını savunan Özdemir, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ‘Kardelenler Projesi’ adı altında İstanbul’a getirilen kız öğrenciler, DTP kadro açığını karşılıyor. ÇYDD’nin Kandilli Kız Lisesi gibi yerlerde okuttuğu kızlardan bazılarının akrabaları hâlâ dağlarda Türk askerine kurşun sıkıyor. ÇYDD’nin yetiştirdiği kızlar Güneydoğu’da Kürtçülüğün, PKK’nın daha çok sivilleşmesine hizmet eder hale geldi” iddialarına yer vermişti.  29 Mayıs 2007 ÇYDD- ÇEV burs verirken fişliyordu Müfettişler hazırladığı raporda Gülseven Yaşer’in kişisel çıkarları için vakfı zarara uğrattığı da dile getirilmiş; vakfın, yurtdışından topladığı bağışlar için Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’ndan izin almadığı tespit edilmişti. Vakıfta ele geçen mülakat formlarındaki şu bilgiler hafızalara kazınmıştı: “C. H.; Alevi, hemen verilmeli. M. Ş.; Kürt ve akıllı çocuk, olumlu. A. O.; tarikatlara inanıyor, olumsuz. S. Ç.; ihtiyacı var, ancak bana gerici gibi göründü. A. A.; resmen takiyye yapıyor. Ç. A.; Fethullah Hoca hayranı, ret.”
“Türkan Saylan bizi Hristiyanlığa çağırıyor” Saylan’ın, “Haydi Kızlar Okula” kampanyası başta olmak üzere birçok kampanyayı Van merkezli örgütlediği biliniyor. Şehrivan gazetesine konuşan birçok genç, Türkan Saylan ekibinin kendilerini Hıristiyanlığa çağırdığını anlatıyor… Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, öğrencilere ÇYDD adına burs sağlıyor, ev bulmalarına yardımcı oluyor. Şehrivan gazetesinin görüştüğü bu öğrencilerden biri olan C.K. şunları söylüyor: “Bize ödenen ev kirası ve bir miktar para desteği ile kimilerine borçlu kaldık veya öyle hissettik. Tanımadığımız hocalar eve gelerek Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar ve CD’ler verip, konuşmalar yaptılar. Eğitimimiz bitene kadar bize maddi destek vereceklerine, doktora için Amerika’ya göndereceklerine söz verdiler. Başka bir öğrenci M.K. ise şunları anlatıyor: “Üniversitede misyonerlik çalışmaları var. Fakir aile çocukları okuyabilmek için istemeyerek bunların tuzaklarına düşüyor. Bana yapılan aylık 150 dolar burs teklifini kabul etmedim.” 22 Ekim 2005
Genelkurmay ve MİT raporu: ÇYDD misyonerlik yapıyor 
Terör örgütü PKK üyesi öğrencilere burs vermekle suçlanan Gülseven Yaşer’in başkanlığını yaptığı ÇEV ile Prof. Dr. Türkan Saylan’ın başkanı olduğu ÇYDD’nin Hıristiyan misyonerliği yaptığı ileri sürülüyor. MİT İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzalı 24 Nisan 2001 tarihinde hazırlanan ve basına sızan rapora göre, ÇYDD ve ÇEV vakıfları misyonerlik faaliyetlerinin Türkiye ayağını oluşturuyor. Bu iki vakıf misyonerlik faaliyetlerini organize eden Dünya Kiliseler Birliği’nin ülkemizdeki temsilcisi durumundaki Amerikan Board şirketi tarafından destekleniyor ve finanse ediliyor. 1830’lu yıllardan beri ülkemizde faaliyet gösteren Amerikan Board adına Türkiye’de faaliyet gösterdiği belirtilen Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın mütevelli heyetinin başında ise ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer’in eşi Yaşar Yaşer’in bulunduğu anlatılıyor. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’ın annesi olan Lilimina Raiman’ın 1936 yılında Leyla ismini aldığına değiniliyor. ÇEV ve ÇYDD’nin faaliyetleri ile ilgili MİT raporu ilk olarak 2005 yılında ‘misyonerlik’ haberi yapan Üsküdar Gazetesi’nin sahibi Adnan Odabaş’ın davalık olmasıyla gündeme gelmişti. Türkiye’de Protestan Misyonerliği yapan ve Türkan Saylan’la işbirliği yaptığı ileri sürülen Sağlık Eğitim Vakfı (SEV), haberle ilgili Üsküdar Adliyesi’ne tazminat davası açtı. Dava sürerken Odabaş, SEV’in Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlı Amerikan Board ile ilişkili olduğunu ve Türkiye’de faaliyet gösterdiğini savundu. Bu iddialar üzerine Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, MİT’ten bilgi istedi. ÇEV’in ikinci başkanı Eruygur 2 Mayıs 2005 tarihinde mahkemeye cevap gönderen MİT, Odabaş’ın iddialarını doğruladı. MİT’in verdiği bilgileri değerlendiren mahkeme, SEV’in tazminat talebini reddetti. Ergenekon davasının 2. iddianamesinde, ÇYDD ve ÇEV’in sanık Orgeneral Şener Eruygur tarafından kurulan Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun talimatıyla oluşturulan Ulusal Birlik Hareketi Sivil Toplum Kuruluşları Platformu ile birlikte hareket ettiği ileri sürülüyor. Adnan Odabaş, Nisan 2005’te yayınlanan ‘Dikkat Misyoner Geliyor’ isimli kitapta SEV, ÇEV ve ÇYDD’nin işbirliği içerisinde çalıştığını anlatırken de ÇEV’in 2. başkanının Ergenekon davasından tutuklu Orgeneral Şener Eruygur olduğuna dikkat çekmişti. Genelkurmay’a bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın hazırladığı raporda da ÇYDD ve ÇEV’in Dünya Kiliseler Birliği’nden yüklü miktarda para yardımı aldıkları belirtildi. Raporda, vakıfların üst düzey yöneticilerinin vakfa yapılan yardımları burs adı altında kendi yakınlarına havale ettikleri, yurtdışında faaliyet gösteren yasadışı örgütlerden bağış adı altında para aldıkları şeklinde iddialar yer alıyor. Özellikle Amerikan Protestan mezhebini yaygınlaştırmaya çalışan yabancı kuruluşlar ile aralarındaki para akışının miktarları tarihleriyle birlikte veriliyor. MİT: Atatürk’ü kalkan olarak kullanıyorlar MİT’in değerlendirmelerinde ÇYDD’nin, Atatürk ilke ve inkılaplarını kalkan olarak kullanıp birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiçbir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini Sivil Toplum Kuruluşları Birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutuldukları açıklanıyor. Örgütlenmenin depremzedelerin zor durumlarını suistimal ederek misyonerlik faaliyetlerinde bulunduklarına da dikkat çekiliyor.
Başörtüsü ve sakala karşı ÇYDD’yi kurduk
Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi’nin profesör eşi Aysel Ekşi, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazısında Türkiye’deki cami sayasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda, Türkiye’nin her geçen gün İran’a benzediğini iddia eden Aysel Ekşi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD) kurma kararını “başörtülü ve sakallı” insanların sayısındaki artışa bağladı. “…Kuşkusuz hepimiz her yerde mantar gibi artan camileri, Kur’an kurslarını, tezgâhlardaki sayısız din kitaplarını, sokaklardaki örtülü kadın ve sakallı erkeklerin bolluğunu, örtünen kadınların ‘sohbet’ adı altında eğitildiğini görüyorduk” diyen Ekşi, ÇYDD’yi kurmaya gerekçesini şöyle anlattı:
 “Benim gibi duyarlı arkadaşlarımı aradım, bir süre ne yapabileceğimizi tartıştık, en doğru yolun bir dernek çatısı altında toplanmak olduğuna karar verdik ve 1989’da ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurduk. Bunu, akademik çevreden iş dünyasına, binlerce kadının katıldığı Çağlayan Meydanı’ndaki ‘Laiklik Yürüyüşü’ izledi. Her fırsatta konuşmacılar çağırıp toplantılar düzenledik, Anıtkabir’e gittik, toplumun dikkatini laiklik kavramına ve dinin siyasallaşması konusuna çekmeye çalıştık.”
En Yakınındaki Adam Konuştu
Evi polis tarafından arandıktan sonra ulusalcı-Kemalist çevrelerce ‘ulusal kahraman’ ilan edilen Türkan Saylan, vefat ettikten sonra da bazı basın-yayın organlarında ve televizyonlarda ‘İyilik meleği’, ‘özgürlükçü’, ‘fakir kızları okutan iyiliksever bir kadın’, ‘kendini eğitime adamış çağdaş Türk kadını’ gibi sıfatlarla kamuoyuna sunuldu. Ulusal-Kemalist çevrelerin ‘iyilik meleği’ Türkan Saylan ile ilgili olarak Vakit, Saylan’ı ‘en iyi kendilerinin tanıdıklarını’ söyleyenlerden daha fazla tanıyan bir isimle konuştu. O isim, Türkan Saylan ile ilgili tüm gerçekleri bize anlattı.
ZENCİR’İN İLGİNÇ HİKÂYESİ Küçük yaşta anne-babasını kaybetmiş ve Ardahan İmam Hatip Lisesi’nde okumuş olan Adnan Zencir, 1997’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazandığında, buruk bir mutluluk yaşamıştı. Çok sevdiği bir bölümde okuyacak olmasının verdiği sevince rağmen, içinde bulunduğu ekonomik şartların kötü olması, bu sevinci yarıda bırakıyordu. Türkiye’nin en doğusundaki illerden biri olan Ardahan’dan İstanbul’a gelmiş olan Zencir, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve Türkan Saylan tarafından üniversiteye ‘jurnalcilik’ için yerleştirildiğini söylediği İ.O. isimli kadınla tanışır. İ.O. ile tanıştıktan kısa bir süre sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs almaya başlayan Zencir, ÇYDD’nin en çok güvendiği kişilerden biri olur. İşte hikayenin bundan sonraki bölümünü Adnan Zencir’in kendi ağzından veriyoruz.
“VİCDANIMIN SESİNE KULAK VEREREK KONUŞMAYA KARAR VERDİM” Zencir, Saylan’ı en iyi tanıyan üç kişiden biri olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “Ülkeyi ÇYDD ve Saylan’ın sürüklediği yeri çok iyi takip ediyordum. Vicdan azabı çekiyordum. Ülkede son yaşanan olayları görünce, özellikle devlet erkanından bazı kimselerin Türkan Saylan’ın cenazesine katılarak, Saylan’ı bir ‘milli kahraman’ olarak değerlendirmesi beni çok üzmüştür. Ben Türkan Saylan’ı, medyada yazan çizerlerden çok daha iyi tanıyorum. Çünkü Saylan’ın en yakınında bulunmuş üç kişiden biriyim. Her şeyden önce yok olup giden, özbenliğinden koparılmaya çalışılan Türk gençliği için vicdanımın sesini duyarak konuşmaya karar verdim.”
ALEMDAROĞLU VE SAYLAN’IN ÜNİVERSİTEYE YERLEŞTİRDİĞİ İ.O. İSİMLİ KADIN Zencir, Saylan ile tanışma sürecine giden yolun İstanbul’da başladığını belirterek, “Ben aslen Ardahanlıyım. Annemi ve babamı çok küçük yaşta kaybettim. İlk ve orta öğretimi kendi çabamla tamamladım. Ortaöğretimi Ardahan İmam Hatip’te okudum. Sonra İstanbul’a gittim ve üniversiteyi kazandım. Maddi sıkıntı içerisindeydim. Birkaç arkadaşımın tavsiyesiyle İ.O. isimli bir bayanla tanıştım. Bu bayan zamanla beni çok sevdi. Sırp kökenli bir bayandı. Kendisi bizatihi Kemal Alemdaroğlu ve Türkan Saylan tarafından Edebiyat Fakültesi’ne konuşlandırılmış, kamu çalışanı olup olmadığı belli değildir. Kendisine bir oda verilmiş. Tek bir misyonu vardı bu bayanın.. Örtülü öğrencileri yoldan çıkarmak, onları özünden çıkarmaktan başka hiçbir işi yoktu. Onların başından o örtüyü çıkarmak için bir savaş veriyordu. Aynı zamanda inançlı gençleri, inançlarından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hiçbir akademik unvanı yoktu. Araştırmalarım sonucu bu bayanın, aynı zamanda hoşuna giden gençlerle birlikte olduğunu gördüm” diye konuştu.
“BENİM KİTAP KURDUM SENSİN ÇYDD BİR YANA, SEN BİR YANA” Zencir, Saylan’la tanışmasını ise şöyle anlattı: “Ben İ.O. sayesinde Türkan Saylan’la tanıştım. Benim çok parlak bir geleceğim olacağını söyledi ve bana burs sağladı. 1999’da Türkan Saylan ile tanıştım. Saylan ile kısa zamanda bir yakınlık oldu. Beni çok sevdi. Paylaşmadığı birçok şeyi benimle paylaşırdı. Bana zaman içerisinde Hıristiyanlık mucizeleriyle ilgili, Batılılaşmayla ilgili kitaplar verdi.”
“DEPREM İÇİN GELEN BAĞIŞLAR, PKK’LILARA VERİLDİ” Zencir, 1999 depremi dolayısıyla gelen bağışlar konusunda ise şu çarpıcı açıklamalarda bulundu: “1999 depremiydi. Saylan beni aradı ve ÇYDD merkezine gittim. Bunu yaşamım boyunca hiç unutmayacağım. Anadolu’dan ve Avrupa’dan çok fazla bağış geliyordu. Saylan, birçok kişiye benim elimle para verdi ve bu paraların hiçbir kaydı yoktu. Bu para verilen kişiler ise DHKP-C ve PKK sempatizanı kişilerdi. Bu beni çok etkilemişti. Gelen bağışların hiçbir kaydı yoktu. Buna çok içerledim. Çünkü burs verilen kişiler, polisle sürekli çatışan, ellerinde satırlarla dolaşan sabıkalı kişilerdi.”
“GİT SANA TALİBAN BURS VERSİN” “Yine hiç unutmayacağım bir an var ki; her düşündüğümde vicdan azabı çekiyorum. Türkan Saylan’ın odasında konuşurken, örtülü bir bayan içeri girdi. Ben bayanı tanıyordum, Edebiyat Fakültesi’nden bir bayandı. Annesi-babası yoktu, çok yoksul bir öğrenciydi. Saylan’ı görür görmez ağlamaya başladı, kendisinden burs istedi, aç olduğunu söyledi. Hiç unutmuyorum. Saylan ona dedi ki; ‘Eğer açsan, git Taliban sana para versin, sana ekmek versin..’ Kızcağız o odadan ağlaya ağlaya çıktı. O an benim aklımdan hiç silinmiyor. Zihnime kazınmış bir şekilde duruyor. Kendi kendime o zaman şunu düşündüm. “Nerede o hümanist kadın. Nerede bu gördüğüm kadın.”
“SEN ÇYDD’NİN BAŞINDA OLACAKSIN” Zencir, ifşaatlarına şöyle devam etti: “Saylan’la dostluğumuz ilerlerken, bana kendisinin yanımda olmamı, yakın bir zamanda ÇYDD’nin başında olmamı istedi. Benim bu yüzden derneğin tam karşısındaki bir eve yerleşmemi istedi. Saylan’ın beni yerleştirdiği evde, Karl Marx, Che Guevara ve Lenin posterleri vardı.”
“POLİSLE ÇATIŞANLAR BİZİM EVE SIĞINIYORDU” “Bu öğrencilerle yaşamaya başladıktan sonra yemeklerimizi Pera Palas Oteli’nden yemeye başladık. Bu kişilerden biri PKK sempatizanıydı, diğeri ise DHKP-C’liydi. Çünkü bu kişilerle 8 ay beraber yaşadım. 1 Mayıslarda, marjinal solun önemli günlerinde molotof kokteyli atanlar, o eve sığınıyordu ve ben tedirgin oluyordum. Bu yüzden korkmaya başladım.”
“GİZLİ GİZLİ NAMAZ KILAR, ORUÇ TUTARDIM” “Ben bu kişilerle tartışmaya girdim. Düşünceleriyle hayat biçimleri konusunda tartıştım. Sonuçta ÇYDD’nin evinde kalıyorlardı. Ben gizli gizli namaz kılar ve oruç tutardım. Çünkü bu kişiler namaz ve oruca karşı nefret doluydular. ÇYDD, devletin sahibi olarak kendisini tanıtan bir vakıftı ama en önemli kişileri devletin altını oyan kişilerdi…”
“BANA KİTAB-I MUKADDES’İ HEDİYE ETMİŞTİ” “Saylan bana birçok kitap hediye etmişti. Bunlardan biri de Kitab-ı Mukaddes idi. Bana Yehova Şahitleri’ni öğrenmemi ve bunu diğer öğrencilere anlatmamı söylerdi. Onun tek amacı, özellikle Anadolu’da geri kalmış dediği çocukları, ya da onun deyimiyle ‘dişi beyinleri’ özünden kopararak, tam bir Batılı gibi yetiştirmekti. Bunun için benim Batılı din değerlerini çok iyi öğrenmemi tavsiye ederdi. Katıldığım toplantılarda Saylan’ın en çok üzerinde durduğu konulardan biri de Doğu ve Güneydoğu’dan gelmiş kız çocuklarına burs vererek, bunları Batılılaştırmak ve Kuleli Askeri Lisesi’nde okuyan öğrencilerle tanıştırmaktı. Bunu sık sık aralarında konuşuyorlardı.”
Defol git! Sana Taliban burs versin…
“Saylan, zaman içerisinde beni o eve yerleştikten sonra İngilizce kursuna gönderdi. Deniz Yıldızları diye bir programları vardı. Oraya katıldım. Emre Kongar sürekli ders verirdi. Zaman içerisinde İ.O. benden şüphelenmiş ve araştırma yapmış. Çünkü bu kişi Alemdaroğlu ve Saylan’ın muhbiriydi. ÇYDD’den kimlerin niçin para aldığını takip ediyordu. Ben Edebiyat Fakültesi’nde yapılan etkinliklere katılmayınca, benim hakkımda bir araştırma yapmış. İ.O. niçin oradaydı, kimse bilmiyordu o zaman. Arkasından Cumhuriyet gazetesinin birkaç yazarı ve yanımda kalan öğrenciler de benim hakkımda araştırma yapıp, rapor halinde Türkan Saylan’a vermişler. Bir gün DHKP-C’li olan kişi bana ‘Hoca seni Vakıf’tan istiyorlar’ dedi ve ben de vakfın merkezine gittim.
“TARİKAT OKULUNDAN TANRI BİLE OLSA GÖRMEK İSTEMİYORUZ” “İçeri girdiğimde Türkiye’nin etkili isimlerini gördüm, oradaydı. Cumhuriyet gazetesi yazarları, üniversitelerde ders veren akademisyenler, Türkan Saylan, herkes bana bakıyordu. Meğerse bunlar ÇYDD’nin mütevelli heyetiymiş. Türkan Saylan ise ayakta tir tir titriyor ve kıpkırmızı olmuştu. Cumhuriyet yazarı olan kişi bana ‘Sen nasıl aramıza girebilirsin. Sen yarın belki de ÇYDD’nin genel başkanı olacaktın. Sen İmam Hatip mezunusun, bize niye söylemedin’ dedi. Ben de ‘İnsanlar Anadolu lisesinden mezun olduklarında da size söylüyorlar mı’ diye cevap verdim. O ise ‘Sen tarikat okulundan mezun olmuşsun. Tarikat yuvası bir okuldan Tanrı bile olsa aramızda görmek istemiyoruz. Sen Nur cemaati içerisinde kalmışsın. Nurcuların dershanelerine gitmişsin. MİT’in mi, yoksa tarikatların mı ajanısın?’ dedi. Ben de, ‘Siz milletin gözünde halkı seven aydın insanlar olarak görülüyorsunuz ama Anadolu’nun ücra köşesinden gelmiş annesiz-babasız büyümüş birini dışlıyorsunuz. Ben ne tarikat, ne de MİT’in ajanıyım. Ben mağdur bir öğrenciyim ve buradan da cüzi miktarda bir burs alıyorum’ dedim.”
“SAYLAN KIPKIRMIZI KESİLMİŞ, TİR TİR TİTRİYORDU” “Orada kıpkırmızı kesilmiş olan Saylan, beni başka bir odaya çağırdı. Saylan beni her zaman bir anne gibi sevmişti o ana kadar. Haftada üç gün yanına gitmesem sitem ederdi. Bana ‘Sen nasıl bu okuldan (İmam Hatip okulu) mezun olursun?’ diye sorunca, ben de konumumu anlattım ve bu durumun çok bağnaz olduğunu, beni devletin, sistemin düşmanı olarak görürken, aynı zamanda da PKK’lılara burs verdiklerini söyleyerek, ‘Onlardan daha mı tehlikeliyim’ diye sordum.”
“ÇATALI YERE FIRLATARAK ‘DEFOL GİT’ DİYE BAĞIRDI” “O anda çok kızan Saylan, ‘Git tarikatlar sana burs versin. Evi de hemen terk ediyorsun. Bir daha yanıma gelmeni ve görmeni de istemiyorum’ dedi. Ertesi gün evden ayrılacaktım ama öncesinde kahvaltı yapacaktım. Benimle birlikte kalanlar okula gitmişti. Kahvaltı edeceğim sırada Türkan Saylan geldi. Ben ağzıma zeytin alacakken, elimdeki çatalı alıp yere fırlattı ve ‘Defol git Taliban’ diye bağırdı. O ana kadar beni çocuğu gibi seven ve bana birçok kitap hediye etmiş insanın bir anda bana karşı nasıl bu kadar kinlendiğini görmek, beni kötü etkiledi. Oysa ben ülkemi, milletimi seven, değerlerine bağlı, Atatürk’e büyük saygı duyan ve ona bağlı bir insandım, hala da öyleyim.”
DOĞRULUĞU BİLİNMEYEN BİR HİKAYE.. “Merhaba ben KH. Güvenlik nedeniyle soyadımı, oturduğum ili ve okuduğum üniversite hakkında bilgi vermek istemiyorum ama memleketim Van’dır. Üniversite son sınıfta okuyorum. 2 gün önce medyadan ÇYDD’ye karşı Ergenekon operasyonun yapıldığını öğrendim. ÇYDD ile ilgili bir kısım medyada eğitim gönüllüleri oldukları ve öğrencilere burs sağladıkları, özellikle kız çocuklarının eğitimi için çaba harcadıkları yazıyordu. Bir kısmında da ÇYDD’nin misyonerlik faaliyetlerinin MİT ve Genelkurmay raporlarıyla sabit olduğu haberleri vardı. Ben de bir ara ÇYDD’den burs almış birisi olarak bu ÇYDD’nin gerçek yüzünün ortaya çıkması için bilgi verme ihtiyacı hissettim ve bu maili göndermeye karar verdim. Ben Van’da liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanıp geldiğim de maddi durumumuz kötü olduğu için çok zorluk çekiyordum. Aynı sınıfta okuduğumuz bir arkadaşım vardı. O ÇYDD’den burs alıyordu bende onun gibi alabilir miyim diye onunla konuştum. O da bana sen doğulusun sana kesin verirler diyerek cesaretlendirdi. Ben de onların bulunduğumuz yerdeki şubelerine gidip görüşmeye karar verdim. Hakikaten beni çok sıcak karşıladılar. Sen merak etme sana her türlü yardımı yapacağız, para, kalma konusunda bize güven dediler. Bir süre sonra bana bir ev gösterdiler burada kalabilirsin dediler ve burs da bağladılar. Evde kızlarla erkekler beraber kalıyorlardı hatta odalar da bile karma şekildeydi. Evde 5 kişi kalıyordu. Evin 3 odası vardı, 2 oda da kızlı erkekli kalınıyor diğer kalan küçük odada da bir kız yalnız kalıyordu ancak zaman zaman eve farklı erkeklerle geliyor ve beraber kalıyorlardı. Çok gece onların kahkahalarından ve gürültülerinden uyuyamadığımı bilirim. Evde temizlik anlayışı pek yoktu. Zaten herkes kafasına göre takılıyor istediği zaman girip çıkıyordu. Ben de bir kızla aynı odada kalmaya başladım. O da doğuluydu. Onu iki yıl öncesi alıp oraya getirmişler ve burs vermeye başlamışlar. Yani iki yıldır onlarla berabermiş. Kız bana hiç aklından bir şey geçirme benim gözüm dışarıda dedi. Tabi bu durumlar benim aile yapıma tersti. Verdikleri bursun bir kısmını sosyal etkinlik için kesiyorlar ve katılmak zorundasın diyorlardı. Parti gibi yapılan ve kırmızı şarap içilen bu etkinliklerde, sohbet grupları kuruluyordu. Bu gruplarda konuşmalara geçilmeden önce, Filipeliler, Markos diye biten ve numaraların okunduğu metinler okunuyordu. Sanki böyle din dersi gibi sohbetler oluyordu ama ben ilk zamanlar onları pek anlamıyordum. Taki 5. Toplantıda bunların İncil’in bölümleri olduğunu ve oradan bir şeyler anlattıklarını anladım.  Ben bazen memleketten kalma alışkanlık cumalara giderdim. Cumaya gittiğimi fark eden kız arkadaşım yani oda arkadaşım benden bir süre sonra rahatsız olmaya başladı ve galiba başkalarına söyledi. Daha sonra baskılar başladı ve bunu bırakmamı aksi takdirde bursu keseceklerini ve evden çıkaracaklarını söylediler. Ben maddi olarak çok zor durumda olduğumu benim kimseye bir zararımın olmadığını neden böyle davrandıklarını anlayamadığımı söyledim ancak onlar kararlılardı. Çok zor durumda olduğum için tamam dedim ve bundan sonra cumaya filan gitmeyeceğimi söyledim. Ben böyle söz verdikten sonra bursu kesmediler ancak tam güvenemedikleri için bazen cuma zamanlarında beni çağırıyorlar, görüşmek istiyorlar, böylece beni kontrol etmiş oluyorlardı. O sene böyle gitti.  İkinci sene yine evde kalmaya devam ettim ve bursumda devam ediyordu. Gittiğim ilk sene ramazan geçtiği için oruçla ilgili bir sorun olmamıştı ama ikinci sene ramazan geldiğinde yine bursu kesecekler korkusuyla oruç tutmayı aklımdan bile geçiremedim. Maddi olarak onlara ihtiyacım olduğu için onların her dediğine evet demek durumunda kalıyordum. Ben böyle davranırken bir gün Van’dan teyzem enişteyle beraber tedavi için buraya geleceklerini ve benim eve de uğrayacaklarını söylediler. Ben direk yok diyemedim ama kabulde edemiyordum. Gelmemeleri için çarem yoktu, engelleyemedim. Teyzemler gelip onlarda teyzemleri gördüklerinde şok oldular, buz kesildiler. Teyzem bizim oralardaki normal kadınlar gibi kapalıydı. Ancak bundan onlar hiç hoşlanmadılar ve iki gün sonra senin bize faydan olmaz, sen bize uygun değilsin diye beni evden çıkardılar ve bursumu da kestiler.  İşte ÇYDD’nin gerçek yüzü budur. Ne eğitim meraklısı ne de yardımseverdirler. Kendi amaçları için insanların zaaflarından faydalanarak kendi amaç ve hedeflerine ulaşmaya çalışan bir dernektir. Bunu da şundan biliyorum. Hemen hemen ayda bir okuduğumuz okuldaki hocalar ve öğrenciler ile ilgili tüm bilgiler bütün teferruatıyla yazılırdı. Bunlar odasında tek başına kalan o kız arkadaşımız organize ederdi. Bu kız hiçbir kural tanımazdı, hatta ben cumaları bıraktıktan sonra ödül olarak olduğunu anladım, benimle …. Cumhuriyet yürüyüşlerine gitme işini de o ayarlıyordu. Şehir dışına giderken otobüs bileti için falan biz para vermiyordu. Zaten böyle harcayacak kadar durumumda iyi değildi. Ayrıldığım sene o mezun olmuştu, o … sonra ben ona ilgi gösterince bana, orada kal ben kaymakam karısı olacağım dedi. Bazen kendimden utanıyorum. Ama o zaman maddi olarak çok zor durumdaydım. Mecburdum. Ben kimsenin kötülüğünü istemedim. Onlardan korkmuyorum. Çünkü korkak olduklarını biliyorum. İsmimi yazmıyorum çünkü bu defterin kapanmasını istiyorum. Ama bunların çirkin yüzünü herkes bilmesi lazım. Bu mailimi yayınlarsanız, halka yarar sağlamış olursunuz. Gençler içinde bulundukları zor durumlardan dolayı tuzağa düşürülmesinler.”
KAYNAKLAR: http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=19701 http://www.saatlimaarif.com/detay.asp?ContentID=3386 https://www.memurlar.net/haber/74326/cydd-den-porno-kitap-savunmasi.html https://m.habervaktim.com/news_detail.php?id=67387 https://www.yenisafak.com/amphtml/gundem/basortusu-ve-sakala-karsi-cyddyi-kurduk-269716
0 notes
mobil13com-blog · 5 years ago
Text
İnternet Olmadan Oynamak İçin En İyi 30 Çevrimdışı iPhone Oyunları
Yeni haber paylaştı! https://www.mobil13.com/internet-olmadan-oynamak-icin-en-iyi-30-cevrimdisi-iphone-oyunlari-21115.html
İnternet Olmadan Oynamak İçin En İyi 30 Çevrimdışı iPhone Oyunları
Bu kılavuzda en iyi çevrimdışı iPhone oyunlarının bir listesini paylaşacağız. İnternet bağlantısı olmadan iPhone, iPad veya iPod touch’ınızda oynayabileceğiniz eğlenceli oyunlar . Günlük metroya gidip gelmek, uçmak ya da ormanda el değmemiş bir yerde bir tatil yapmak için bu oyunların WiFi erişimine ihtiyacı yok. İnternet bağlantınız veya cep telefonunuz yoksa, bu heyecan verici oyunları yine de oynayabilirsiniz.
Bugünlerde hemen hemen her mobil oyun çalışması için bir tür veri bağlantısına ihtiyaç duyuyor. İşte Pokémon GO yeni canavarlar yaratıyor. PUBG’da savaşmak için internete ihtiyacınız var ve Clash of Clans köyünü yükleyen de bu. Ve çoğu WiFi ya da verilere ihtiyaç duyarken, çevrimdışı çalışabilecek diğer bağımlılık yapan oyunlar da var.
Çoğu akıllı telefon sahibinin hücresel veri planı var ve çoğu yerde 4G LTE alıyor. Ancak, her zaman durum böyle değil. Bu oyunlar çocuklar için verdiğiniz bir veri planı olmadan iPad kullanıcıları veya eski iPhone için mükemmeldir.
En İyi Çevrimdışı iPhone Oyunları
İnternet olmadan Fallout: Shelter veya Grand Theft Auto gibi eğlenceli oyunlar oynayabilirsiniz. Veya Kraino, Minecraft, Altos Adventure ve daha fazlasının tadını çıkarın. Bu Solitaire, Plants vs Zombies, Bejeweled, Angry Birds oyunlarının tümü ve Subway Surfers gibi popüler oyunlara ek olarak.
Bununla birlikte, listemiz muhtemelen hiç duymadığınız veya çevrimdışı çalıştığını bilmediğiniz harika oyunlar da içermektedir. Kesim İpi, Badlands, Ölü Tetik 2, Jetpack Joyride, Pac-Man 256, Crashlands veya Komik Balıkçılık dahil. Toplamda, kesinlikle keyif alacağınız 20 oyun bulduk. Herkes için küçük bir şeyimiz olduğundan emin olmak için her türden başlıklar ekledik.
Her oyun hakkında bilgi ve bunları indirmek için linkler aşağıdaki slayt gösterimizde. Bunların belirli bir düzende veya türde olmadığını unutmayın. Sizin için ilginç olan şeyleri seçin ve bugün veya bir sonraki tatilinizde deneyin. En iyi çevrimdışı iPhone oyunlarıyla bu listeyi yıl boyunca sürekli güncelleyeceğiz.
Minecraft
Listemizdeki ilk oyun, bugün hala inanılmaz popüler olduğu için söylenmeden sürüyor. Minecraft hala her yerdeler. Oyun, her gün farklı platformlarda milyonlarca insan tarafından zevk alıyor.
“Cep Sürümü” adı verilen mobil versiyon, kızımın evden her çıktığımızda hemen hemen oynadığı oyun. İnternet bağlantısı olmadan mükemmel çalışır ve ilerlemenizi ve tüm dünyayı yerel olarak iPhone veya iPad’inize kaydedebilirsiniz.
Arkadaşlarınızla kurmak için çok oyunculu oyunlara katılamayacağınızı unutmayın. Hepiniz aynı uçakta veya araba yolculuğunda yerel bir ağda değilseniz. Bu oyun tanıtım gerektirmiyor. İndirin, bir dünya oluşturun ve hayal edebildiğiniz her şeyi yapın. İmkanlar sonsuzdur.
Minecraft Pocket Edition’ı indirin
  Fallout Shelter
Milyonlarca sevilen başka bir oyun ise Fallout Shelter. Hala en popüler konsol oyunlarından biri. Oyuncular yüzlerce saat boyunca zevk alabilir ve her dakikasını sevebilirler.
Bahse girerim herhangi bir fanın muhtemelen cep telefonunda Fallout: Shelter oynadığı söylenebilir. Ama WiFi olmadan çalıştığını biliyor muydun? Bu uçakta tadını çıkarmak için mükemmel bir oyun. Fallout Shelter, köy inşa edip herkesi mutlu ettiği SimBuilder oyunlarına benzer. Ancak bu, dünya yıkıldıktan sonra bir yeraltı sığınağında gerçekleşir. Popüler konsol oyununa benzer, ancak birçok yönden açıkça farklıdır. Tüm söylenen ve yapılan, Fallout Shelter, herkesin zevk alabileceği son derece popüler bir mobil oyun.
Fallout Shelter’ı indirin
  Monument Valley
Monument Valley’i severim. İnsanların hem Android hem de iOS’ta sevdiği ödüllü bir oyun. Ayrıca Monument Valley 2’yi tavsiye ediyoruz. Grafikler aynı anda basitken net, keskin ve güzel.
Aynı zamanda sizi strese sokacak ve sakinleştirecek bir bulmaca çözme oyunu. Bu, uçarken gerginseniz veya sadece zaman geçirmek istiyorsanız, rahatlamak için harika bir yoldur. Aslında stresli değil, ama her seviyede yenmek isteyeceksiniz. İmkansız mimarileri yönetin ve yavaş ama kesin bir şekilde prensesin eve dönüş yolunu bulmasına izin verin. O zaman sen kazandın.
Son hafızada herhangi bir oyundan daha fazla ödül kazandı ve iyileşmeye devam ediyor. İkinci sürümün büyük hayranlarıyız, ancak seyahat ederken hala orjinalini çalıyorum.
  Monument Valley indirin
  Cut The Rope
  Birçok insanın gerçekten zevk aldığı ya da birkaç yıl önce yaptığı bir başka oyun ise Cut The Rope. Her yaştan insan için eğlenceli ve en son sürüm henüz en iyilerinden. Çocuklar bu oyunu çok severler, ancak küçük olanlar biraz sinirlenebilir ve yardıma ihtiyaç duyabilir.
Birden fazla oyun çıkardılar ve Cut The Rope: Zaman Yolculuğu benim yeni favorim. Oyun mekaniği bir patlama ve grafikler de oldukça sevimli. Küçük Om-Nom çocuğu, eski aile üyelerine şekerlerini beslemek için yardımınızla zamanda geriye yolculuk yapıyor. Sanırım buna bir puzzle oyunu diyebilirsin, ama gerçekten emin değiliz. Sadece WiFi olmadan çalıştığını ve sizi eğlendireceğini biliyorum. Evet, Crashlands’ı da dene.
İndir Halat
Grand Theft Auto
Kim bazı eski moda Grand Theft Auto’yu sevmiyor? PC veya konsolda Grand Theft Auto franchise hayranıysanız, neden onları iPhone’da çalmıyorsunuz? Neyse ki bizim için Rockstar Games, dördü veya beşini mobil cihazlara taşıdı. Ve daha da iyisi, çoğu internet veya WiFi olmadan çalışıyor. Evden çıkmadan önce veya internete sahip olduğunuz yerden önce büyük oyun dosyalarını indirmeyi unutmayın. Bunları önceden indirmelisiniz.
Grafikler, konsol sürümleriyle aynı olduklarını ve kontrollerin de fena olmadığını göz önüne alarak gerçekten çok iyi. Çoğu sözde Bluetooth denetleyici desteği yok. Vice City, San Andreas ve diğerlerini deneyin ya da hepsini indirin.
Çok fazla yer kaplıyorlar, ancak önce indirirseniz, bir yolculuğa çıkarken veya bir uçuş sırasında saatlerce şehirlerde tahribata yol açabilirsiniz. Arkadaşça bir hatırlatma olarak, bunlar çocuklar için en iyi oyun değil.
Grand Theft Auto indirin
  Alto’s Adventure
Şimdi Grand Theft Auto’dan tamamen farklı bir şey için. Henüz denemediyseniz Alto’nun Serüveni oyna. Orijinali veya ikincisi Alto’nun Odyssey’i.
Bu oyun basitçe söylemek gerekirse, bir patlama. Alto bitmeyen bir koşucu yandan kaydırma oyunudur ve çabucak bağımlısı olacağınız bir oyun. Bunu New York City’e seyahat ederken kullandım ve yapabildiğiniz zaman oynamanızı öneririz.
Madeni para toplamaya ve güzelce hazırlanmış bir dünyada Llama’dan kaçmaya çalışan sonsuz bir snowboard yolculuğuna çıkacaksınız. Grafikler ne kadar basit göründüğü göz önüne alındığında oldukça şaşırtıcı. Sözümüzü söyleme, kendin dene. Grafik ve müzik tek başına indirmeye değer.
Alto’nun Macera indirin
Ridiculous Fishing
Gerçek hayatta balık tutmayı sevmeseniz bile, bu oynamaya değer bir oyun. Gülünç Balıkçılık, bu eşsiz rahat sanat eserine, eğlenceli bir oyuna ve ebeveynlerin ve çocukların zevk alacağı zekâya sahiptir.
Eski 8 bit tarzı göz önüne alındığında bu oyun harika grafiklere ve seveceğiniz mükemmel bir film müziğine sahip. Billy the Fisherman ile birlikte takip edin ve internete sahip olmadığınız zamanlarda bile bu klasik oyunun tadını çıkarın.
Ridiculous Fishing indirin
Plants vs. Zombies 2
PvZ zamana karşı durduran bir oyundur. İster Facebook’ta, ister bilgisayarda, ister iPhone ve iPad’inizde oynatabilirsiniz. Aynı eğlenceli ve bağımlılık yaratan bir deneyim.
Zombies 2 vs Plants, Google’ın Android’de WiFi’i olmayanlar için kendilerinin önerdiği ilk oyundur. Sonuç olarak, iPhone kullanıcıları için bir araya getirdik.
Eğer bu oyunu daha önce hiç oynamadıysanız, son 5 yıldır nerede olduğunuzu bilmiyoruz. Amaç, bahçenizi çimlerin içinde yürürken gelen zombilere karşı korumaktır. Seviyenize yardımcı olacak, saldırmaya çalışırken zombileri vuracak, kiraz bombaları ve daha birçok şeyi yapacaksınız. Eğlenceli, bağımlılık yaratan, aynı zamanda zombilere karşı koştuğunuz ve her şeye yeniden başlamak zorunda olduğunuzda sinir bozucu. Her iki şekilde de, bu seyahat ederken benim Go-Go oyunlarımdan biri.
Plants vs. Zombies 2 İndir
Kraino
Aynı zamanda hem eğlence hem de nostalji arıyorsanız, Kraino’ya bakın. Evet, bu yeterince yaşlandıysanız, çocukluğunuzdaki aynı oyundur. Bu orjinal “platform” tarzı oyunlardan biridir ve bir patlama.
En azından geçmişten bir patlama. Mobil versiyonda sadece altı seviye alırken, hepsi oynamaya değer. Sıkıldığınızda oyun almak ve oynamak kolaydır ve internet olmadan çalışır. Bazı kontrol noktalarından geçin, sonra patronla savaşın.
Kraino indir
  Bejeweled
Bu oyun asla ölmeyecek (Angry Birds ve Candy Crush gibi) ve milyonlarca insan için go-go oyunu olmaya devam ediyor. Büyükannem dinsel olarak oynuyor ve tek değil.
Bejeweled, bir zamanlar Facebook’un her yerinde milyonlarca bağımlı olan klasik bir ünvandı. Ve yeni, benzersiz veya özel bir şey olmasa da, çılgınca popüler ve seyahat için mükemmel. Herkesin sevdiği klasik versiyonu veya yeni Bejeweled Blitz’i oynayabilir ve becerilerinizi gerçekten test edebilirsiniz.
Bejeweled indir
  Smash Hit
Smash Hit, internet olmadan oynamak için sadece eğlenceli bir oyun değil, aynı zamanda en iyi genel ve 2016’nın en addicting oyunları için listemize girdi. Evet, biraz eski ama yine de harika bir oyun. Ve bunun nedeni eğlenceli, rahat, bağımlılık yaratan ve zorlayıcı. Açıklamak zor ve resim pek söylemedi, ama sadece bu oyundan gerçekten zevk alacağınızı biliyorum.
Bir internet bağlantısına ihtiyacınız olmayacak ve kısa sürede seviyeden sonra camın üstünden ve çarpma seviyesinden geçeceksiniz. Sonsuza dek ilerleyen Temple Run veya Subway Surfers’ı düşünün. Sadece bununla birlikte, daha zor seviyelere ilerledikçe camları ve diğer nesneleri toplara atarsınız. Açıklaması zor ama bana güven. Bu oyunu oynamak isteyeceksiniz.
İndir Smash Hit
NCIS: Hidden Crimes
Benim gibiyseniz ve televizyondaki tüm saçma CSI ve NCIS programlarını seviyorsanız, en son NCIS: Ubisoft’tan Gizli Suçlar’ı indirmek isteyeceksiniz.
İlk ipucunu ararken Gibbs, Abby ve tüm mürettebata katıl. Bulduktan sonra, tam olarak aradığınızı bulana kadar bir sonrakini aramanız gerekir. Eğlen, suçları çöz, şovdan gerçek anların tadını çıkar ve hatta bir NCIS ajanı ol.
Cinayet ve casusluk suçlarını araştırın, ancak dikkatli olun, uygulama içi satın alma işlemlerine gerçekten hızlı bir şekilde birkaç dolar harcayacaksınız. Oyun başlangıçta ücretsizdir, ancak ek içerik ve daha fazla bölüm için ödeme yapabilirsiniz ve muhtemelen ödeyeceksiniz. Çok eğlenceli. Bu oyun çevrimdışı çalışıyor, bu yüzden bir dahaki sefere seyahat ederken bir dene. Sadece seni korkutmasına izin verme.
NCIS’i indirin
  Subway Surfers
İşte başka bir klasik. Subway Surfers, TempleRun’a benzeyen sonsuz bir koşucudur ve daha önce gördüğünüze eminim. Ya da zaten oynayın. Yaklaşan metro trenlerinden kaçarken, olabildiğince hızlı koşar ve koşarsınız. Size geliyorlarsa veya pistlerde durdularsa, onlardan kaçınmanız gerekir. Ya da bir trenin üzerinden atlayıp yol boyunca bazı güçlendirmeler kazanın. Bu başka bir eski oyun, ancak harika çevrimdışı çalışan bir klasik.
Bu basit bir oyun ama saatlerce süren eğlenceli ve her yaştan çocuğun zevk alabileceği kadar kolay. Subway Surfers, çocukları sakin bir havada sakin ve eğlenceli tutmak için mükemmeldir. Trenlerden kaçarken gerçek sörf için yeni bir Hover-boardu bile var. Henüz oynamadıysanız, bunu kesinlikle tavsiye ediyoruz.
Subway Surfers’ı indirin
Pac-Man 256
Sıradaki PAC-MAN. Evet, bu oyun hala buralarda ve hala oynamak çok eğlenceli. 2015 yılının sonlarında, geliştiriciler mobil cihazlar için Pac-Man 256’yı piyasaya sürdü ve bu harika. 2018’de olduğumuzu biliyorum ama yine de seviyorum. Bu oyun yıllardır yıllardır sürüyor ve aynı temel kurallar geçerli. Giriş yapmasına gerek yok. Ve evet, “aksaklık” a dikkat edin.
Pac-Man 256, 2015 sonunda en yüksek puan alan oyunlardan biriydi ve hala bir yolculuğa çıkarken kesinlikle oynamaya değer. Bu internet olmadan bile gayet iyi çalışacak birçok harika oyundan biri.
PAC-Man 256’yı indirin
  Two Dots
Hiç İki Nokta duydunuz veya oynadın mı? Değilse, denemek istersiniz. En azından bulmaca oyunlarından hoşlanıyorsanız. Dots basit tasarımıyla tonlarca ödül kazandı, ancak heyecan verici ve bağımlılık yapıcı bir oyun. Seni emecek, bu yüzden dikkatli ol.
Two Dots, ödüllü oyun “Dots” un halefidir. Bir noktayı diğerine bağlayın, olasılıklar sonsuzdur. Bu bağlı noktaları seviyeler geçmek için kullanacak ve her türlü eğlenceli aktiviteyi yapacaksınız. Açıklaması zor ama bana güven, bu oyunu indir. Oynamak, ömür boyu ücretsiz ve hızlı indirmeye değer. Ancak, güçlendirici kutular son zamanlarda benim için mahvetti.
Two Dots İndirin
    Sims
Sims’i unutamayız. Bu, çocukluklarında birçok insanın oynadığı oyunlardan biridir. Ve eğer bir Millenial iseniz, şimdi hepimizin uğraştığı şeyden zevk alma şansınız.
Sims Free Play tam olarak göründüğü gibidir. Bir aile veya tüm bir mahalle oluşturmanıza olanak tanıyan tamamen ücretsiz (çevrimdışı) bir oyun. Orijinal “simülatör” oyunu. Bu sürümle yapabileceğiniz uygulama içi satın alımlarınız var, ancak oyun oynamak için para gerektirmiyor. Yine de bir yerde para harcayacağından eminiz.
Öyleyse, bir ev inşa et, insanlarla doldur (sims) ve internet olmadan bile bu oyunun sunduğu her şeyin tadını çıkar. Bazı alışverişler siz çevrimiçi oluncaya kadar çalışmaz.
Sims İndir
  Stack
  Nedenini bilmiyorum ama bu oyundan gerçekten hoşlanıyorum. Sonunda saatlerce eğlendirilmek istiyor, ancak aynı zamanda bırakma noktasında hayal kırıklığına uğramak istiyorsanız, bu sizin için. Cidden, bu son derece bağımlılık ilginç bir oyun.
Oyun çok basit. En azından ilk başta. Temel olarak, hepimizin çocukken oynadığı oyunlara benzer bir kulede blokları istiflemektesiniz. Aradaki fark, blok ekranda ileri geri gider ve bunu zorlaştırır. Damlalarını tam doğru zamanlaman gerekecek. Grafikler güzel, sesler düzgün ve oyun oldukça akıcı.
Her ne zaman bir bloğu tamamen mükemmel ve hizalı bir şekilde bırakmazsanız, bir sonraki küçülür. Sonunda, bulutlar kadar yükseğe yığılmış devasa bir kuleye minik bloklar düşürmeye çalışacaksınız. Gittikçe daha hızlı, daha zorlayıcı ve sinir bozucu oluyor. Aptal ve çok ortalama geliyor, ancak geliştiriciler bu güzel zorlu ve eğlenceli bir oyun yaptı. Dünya rekoru için yarışabilir ya da sadece kendinizi eğlendirebilirsiniz. Nedenini bilmiyorum, ama bu oyun bana endişe veriyor ve hoşuma gitti!
Stack indir
    Dead Trigger 2
Dead Trigger 2, mobil cihazlar için en iyi nişancı oyunlarından biri. Birkaç yaşında olsa bile. PUBG değil, ama olmaya çalışmıyor. Tonlarca misyon, silah ve heyecanla zombi birinci şahıs nişancı. Bu oyun sadece son derece eğlenceli değil, aynı zamanda grafikler çok etkileyici.
Zombi hazinelerinin peşinde koşan korkutucu ve stresli anlarla başa çıkabildiğiniz sürece, Dead Trigger 2’yi seveceksiniz.
DT2 sürekli güncellenen ve çok oyunculu modda sürekli değişen bir oyun olsa da, çevrimdışı çalışıyor. Beni şaşırttı, az söylemek. Her güncelleme yeni içerik ekler, böylece hiç bir zaman eğlenceniz tükenmez.
Şimdiye kadar, Dead Trigger 2’nin 33’ün üzerinde benzersiz konumu veya seviyesi, 55+ silahı, 600 farklı oyun senaryosu ve sürekli güncellemeleri var. Cidden, bu dönem en iyi çevrimdışı atıcılar biridir.
Dead Trigger 2’yi indirin
  BADLAND
Dostum, bu oyundan gerçekten hoşlanıyorum. Bu muhtemelen bu listedeki en sevdiğim oyunlardan biri. BADLAND sadece güzel, harika ve eğlenceli bir oyundur.
Oynadığınız karakterin bir silueti ile, ters çevrilmiş güzel grafiklere sahip. Arka planlar ve manzara, herkesin takdir edebileceği güzel sanat eserleridir.
Oyundaki küçük siyah bulanık karakterlerden birini (veya düzinelerce) kontrol etmek için ekrana dokunun veya basılı tutun ve kötü alanlarda ilerleyin. Yılın oyunu, en iyi grafik, en iyi oyun ve diğer birçok ödül kazandı. Şey, birkaç yıl önce oldu. İkinci versiyon da oldukça iyi fakat farklı bir geliştirici ekibi tarafından hazırlandı. Her iki durumda da her ikisini de indirin ve her yerden keyfini çıkarın. Pişman olmayacaksın.
BADLAND indir
Dream League Soccer
Günümüzde giderek daha fazla oyun geliştiricisi, sürekli bir internet bağlantısı olmadan oyunların mükemmel olabileceğini fark ediyor. Diğerleri gibi, Dream League Soccer da WiFi ile daha iyi,% 100 gerekli değil.
Hala zorlu bir futbol (ya da futbol) liginde oynayabilir, tüm mevsimin tadını çıkarabilir ve sürekli internete bağlanmadan takımınızı geliştirebilirsiniz. Evet, başkalarıyla daha fazla seçenek, zorluk, yönetme aracı ve yarışma var, ancak isterseniz kendi başınıza oynayabilirsiniz.
Altı bölüm ve yedi farklı kupa serisi var, bu yüzden bir hayal ekibi kur, biraz dayanıklılık kazan ve Dream League Dünya Kupasını kazan.
Dream League Soccer İndir 2019
Merge Dragons
Yaz tatilimde kabine bir aile üyesi oyun oynarken telefonlarına atlamaya devam etti ve birkaç soru sorduktan sonra Merge Dragons’a bağımlı olduğunu öğrendim! İnternet olmadan oynayabileceğiniz eğlenceli ve heyecan verici bir iPhone oyunu.
Merge Dragons’ta, bir adadaki küçük bir köyle başlarsınız ve sonunda onu şeylerle ve ejderhayla dolu gelişen bir alana büyürsünüz. Bulutların üzerindeki mistik bir toprak, bulunduğunuz yerde, öğeleri büyütmek, daha büyük ve daha iyi ejderhalar yapmak ve daha fazlası için farklı unsurları birleştirmek ve karıştırmak.
Açıklaması zor ama görevler, sihir, köylüler, ejderhalar ve bu oldukça heyecan verici oyunda her türlü mistik şeyler var. Tatile gidecekseniz veya oynamak için bir şeyler istiyorsanız, bir deneyin.
Merge Dragons
  Candy Crush
Burada benimle kal. İnternet olmadan Candy Crush oynayabileceğini biliyor muydun? Çoğu insan bunu anlamıyor. Oyunu indirip biraz evde oynadığınız sürece, tatildeyken geri dönebilirsiniz.
Tek sorun, fazla ilerleme kaydedememeniz ve özel bölümlerden bazıları aynı şekilde çalışmayacak. Bununla birlikte, normal WiFi ve internet dünyasının dışındayken, aslında Candy Crush oynayabilirsiniz.
Candy Crush indir
Plague Inc.
Zombi kıyameti veya The Walking Dead tipi teması olan oyunların çoğu, hayatta kalmaya çalışan insanlarsınız. Bu eğlenceli olsa da, yüzlerce oyun gördük. Veba Inc tamamen farklı bir şeydir.
Bunun yerine, vebadasınız ve amaç ölümcül virüsten kaçmaya çalışmak yerine insanları enfekte etmek ve yok etmektir. Her yerde veya seviyede mümkün olduğunca çok insanı enfekte etmeli ve öldürmelisiniz ki bu oldukça ilginçtir.
Oyunda bulaşıcı bir kullanıcı arayüzü, eğlenceli grafikler ve ilerledikçe daha da zorlaşan zorlu seviyeler var. Yani, oyunu indirin, çevrimdışı veya tatile gitmek ve insan ırkının bütün kıtasını çıkarmak.
Plague Inc.’i İndirin 
  Football Manager 2018
Eğer büyük futbol hayranıysanız (Futbol, ​​tamam) Football Manager 2018’i seveceksiniz. Hazır olduğunuz tüm favori kulüpler ile kendi takımınızı oluşturabilir ve yönetebilirsiniz. Herkesi döv, suçunu topla ve biraz oyun için sahaya vur.
Football Manager Touch 2018 hemen hemen her cihazda çalıştığı için istediğiniz zaman istediğiniz yerde kazanabilirsiniz. Bunun iPhone, Android veya PC olup olmadığı. WiFi olmadan bile takımını yönet.
17 ülke ve büyük liglerin tümü ile spordaki en büyük takımların patronu olabilirsiniz. Bugün bir deneyin.
Football Manager 2018’i indir
Alto’s Odyssey
Alto’nun Odyssey’nin tanıtıma ihtiyacı olduğundan şüpheliyiz. Eğer öyleyse, önce Alto’s Adventure’ı indirip oynamak istersiniz. Bunlar, kayan kaydırmalı sonsuz koşu aksiyonu macera oyunudur. Evet, bir araya getirilen birçok tür, bu kadar bağımlılık yaratan şeylerin bir parçası.
Bu unvanların her ikisi de bir ton ödül kazandı ve oynamak inanılmaz derecede eğlenceli. Alto’nun Odyssey’i, Adventure’ın arkasındaki bütün fikri değiştiriyor ve sizi yeni bir dünyaya götürüyor. Hala eğlenceli, heyecanlı ve aynı zamanda zorlu. Dağların ve çöl manzaralarının tepelerindeki bu sonsuz kumlama yolculuğunun tadını çıkarın. Bazı öğeler ilk önce WiFi gerektirir, ancak bir kez oyununuz olduğunda ve bunu her yerde oynayabileceğiniz her şey.
Alto Odyssey indir
Crossy Road
Sonra, herkesin zevk alabileceği basit ama zarif bir oyun yapmak istedik. Crossy Road, ailenizin muhtemelen çocukken oynadığı oyundur. Ya da yetişkinseniz, çocuk ya da genç olarak sevdiğiniz bir oyun.
Crossy yollar aynı eğlenceyi akıllı telefonlarımıza getiriyor. Bu sonsuz koşucu arcade oyunu basittir. Karşılaşmadan yolu geçmeye çalış. Caddenin karşısına olabildiğince hızlı bir şekilde geçmeye çalışırken 8 bitlik bir tavuk oynuyorsunuz. Frogger gibi, ama farklı.
Birkaç farklı oyun modu var, ancak varsayılan oyun harika çevrimdışı çalışıyor.
Crossy Road İndir
Table Tennis Touch
Seni bilmiyorum ama, Ping Pong Masa Tenisi olarak da bilinen süper eğlenceli. Eğer bir Ping Pong şampiyonuysanız veya olmak istiyorsanız, bu yaz iPhone veya iPad’iniz için bu addicting ve heyecan verici oyunu alabilirsiniz.
Masa Tenisi Dokunmatik ilk başta interneti gerektirir ve liglere katılmak ve başkalarıyla rekabet etmek istiyorsanız, çok yetenekli ve oynanabilir bir çevrimdışı modu vardır. Temel olarak, masa tenisi tamamen internet olmadan tadını çıkarabilirsiniz. Daha sonra, tatildeyken evde ya da otelle bağlantınız olduğunda daha fazlasını yapın.
Table Tennis Touch İndirin
Criminal Case
Suç ve dramaları seviyorsanız, NCIS türü şeyler veya Bone Collector gibi, iPhone, iPod veya iPad’iniz için Criminal Case’i seveceksiniz.
Bu iPhone oyunu harika çalışıyor ve bir karakteri kişiselleştirmek, suça ortak olmaktan sonra şehirdeki tüm suç mahallerini araştırmaya ve incelemeye başlayacaksınız.
Geriye kalan ipuçlarını veya olayları analiz edebilmek, hedefler bulmak, sonra şahitleri ve şüphelileri sorgulamak, bu oyunu bu tarzdaki birçok kişiden daha iyi hale getiriyor. Oyunun tamamının çevrimdışı çalışması gerçekten etkileyici. Dedektif ol.
Criminal Case İndirin
  Real Racing 3
Real Racing 4’ü beklemeye devam ederken, Real Racing 3’ün çok büyük bir bölümünü çevrimdışı olarak gerçekten internet olmadan oynayabileceğinizi vurgulamak istedik. Evet bu doğru. 
Muhtemelen bu oyunu oynamış olsanız da, muhtemelen 2013’te çıkan mobil cihazlar için en iyi yarış oyunu, başka bir dönüş daha vermeyecek. Oyunu yükledikten SONRA otelinizde veya evinizde harita, parça ve araba indirmeniz gerekir, ancak bir kez yapın ve tatil, seyahat veya uçak yolculuğu sırasında yarışacaksınız. Yarışların çoğu internet gerektirmiyor. 
Bildiğiniz gibi, Real Racing 3’ün 18 gerçek dünya bölgesinde 40’tan fazla devresi var. Dünyanın en büyük üreticilerinden bazılarının 210+ güçlü süper araba ve yarış aracından bahsetmiyorum bile. Öyleyse bir Porshe, Ferrari, hatta bir Bugatti’ye atlayın ve bazı köşeleri fermuarlayın.  
Hangman
Son slaytımızda herkesin takdir edebileceği bir oyun önermek istiyoruz. Bakarsanız, App Store’da onlarca farklı “Hangman” türü veya varyasyonu bulacaksınız, ancak çoğu iyi değil. 
Aşağıya bağladığımız şey, orijinal Hangman oyununun klasik bir sürümüdür. Çevrimdışı olarak tadını çıkarabileceksiniz, grafikler harika ve kelime haznenizi tek veya iki oyuncu modunda test edebilirsiniz. Eğlenceli, ücretsiz ve çevrimdışı çalışıyor. Bir yolculuğa çıkarken eğlenin ya da kardeşlerinizi sinirlendirmek için bunu oynayın. 
Hangman’ı indirin
Bu listeye ekleyebileceğimiz eğlenceli ve yeni oyunlar arıyoruz. Çevrimdışı çalışan bir oyundan hoşlanıyorsanız, bize bir yorum yazın. Aksi takdirde, daha fazlasını bulduğumuzda bu listeye ekleyeceğiz. 
0 notes
sizekitap · 6 years ago
Text
Köy Esintileri
Köy Esintileri Yenal Ünal Gece Kitaplığı
Bu eser, tarih incelemeleriyle birlikte, bu türde geleneği ve çağdaşlığı bir arada yaşatmayı, kırsal kesimden şehre uzanan bir hayat serüveni içinde yaşadığımız duyguları ve hayat tecrübelerini düşündürmeyi, milli edebiyatın tesiri altında şiir geleneğimize küçük çapta da olsa bir katkı sağlamayı gaye ediniyor.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/siir/koy-esintileri/
0 notes
istandistmag · 6 years ago
Text
Mühürlü Zarf’taki Hayatlar
Pürlen Kıyat Karakuş’un yeni kitabı Mühürlü Zarf İnkılâp Kitabevi’nden çıktı. Roman üç kuşağın yaşamının izinden acıları, umutları ve aşkları anlatıyor…
Pürlen Kıyat Karakuş,  paralel kurgu tekniğiyle yazdığı romanda yarattığı kahramanları yakın tarihimizin gerçekleri içine ustaca serpiştirip, üç toplumun yollarını şaşırtıcı bir kurguyla birleştirirken, acıları, umutları ve aşkları da tarihle harmanlıyor… Üç kuşağın yaşamının aktarıldığı roman günümüz dünyasına da ayna tutuyor.
1963 yılının 20 Aralık günü Kıbrıs’ta polisin açtığı ateşle iki genç hayatını kaybeder ve o tarihten itibaren Kıbrıs, tarihinin en belirsiz günlerini yaşamaya başlar. Yüzlerce köy saldırıya uğrayıp yüzlerce insan yaşamını yitirir. Oysa adada yüzyıllardır birlikte yaşayan Rumlar ve Türkler arasında kurulmuş dostluklar, yaşanmış ve yaşanmakta olan aşklar vardır.
Tarih 24 Aralık’ı gösterdiğinde silah sesleri bu kez Binbaşı Nihat İlhan’ın evinden geliyordur. Anne Mürüvet İlhan kendisini ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan’ı kurşunlara hedef olmaktan kurtaramaz. Böylece kanla anılan tarihlere Noel’de eklenmiştir artık: Kanlı Noel.
Türkiye Kıbrıs’a harekâta karar verdiğinde tarih bu kez 20 Temmuz 1974’tür. Bu harekâtta uçağı düşen Kartal Tan’ın yitirdiği hafızası bugün için yitirilen tarihsel ve toplumsal bir hafızadır aynı zamanda. Oysa harekâttan hemen önce savaş pilotu Kartal Tan’a Türk Silahlı Kuvvetlerince teslim edilen mühürlü zarf, tüm sır perdesini aralayacak nitelikte olsa da Yorgo Rouvas tarafından yıllarca gizlenir…
Ana kahraman Yıldız’ın anneannesi Firdevs Toygun’un oğullarını kaybettiğinde ruhunu hastane odasında terk ediş hali, şimdi kızı Hüma’nın eşini kaybetmesiyle tekerrür eder. Baba Cemal Toygun bu yaşananları kaderin bir cilvesi olarak algılamasa da kızının yaşadıklarını torununun da yaşamasına çareler arar. Ancak sanki karısının başlattığı hata, bir kara büyü gibi kızına aktarılmıştır.
Bugünden geçmişe açılan pencereden hem dönemin olaylarını hem de üç kuşağın yaşamını aktaran bir roman örgüsüyle karşılaşacaksınız. Hüma Tan ve kızı Yıldız’ın astral bedende geleceğe yaptıkları yolculukları da içine alan bu örgüde üç kuşağın aşklarını, acılarını, umutlarını okuyacaksınız…
Pürlen Kıyat Karakuş 
1969 İzmir doğumlu yazar üniversite eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde tamamladı. Mezun olduktan sonra uzun yıllar uluslararası dış ticaret ile uğraşan firmalarla çalıştı. Yazar, iş deneyimi süresince 30’dan fazla ülke, bir o kadar da şehirde bulundu. Bu durum onun yaşamını şu cümlelerle dile getirmesine neden oldu:
“Bir beyaz bir siyahiydi tenim. Bir tekti bir hepti dinim. Çok dil işitip azını kullandım. Bedenimdi asıl dilim. Kimi zaman kazandım kimi zaman kaybettim. Kâh alkışlandım kâh yerildim. Sonunda tek bir şey anahtarım oldu. Hayat gerçek eşitliği hepimize tek bir yaşam sunarak vermişti. Ben de bu tek yaşamda seçimimi, her ne olursa olsun gülümseyip devam etmekten yana kullandım.”
Yazar, 13 yıllık yurtdışı bağlantılı iş serüveni sona erince eşiyle birlikte yatırım danışmanlığı firması kurdu ve uzun yıllar bu işle uğraştı. Çocuk Kalp Vakfı gönüllüsü olan yazar, oğlu ve eşi ile birlikte yaşadıklarından yola çıkarak kalp hastalıklarıyla savaşan diğer ailelerin gerçek yaşam hikâyelerini bir kitapta topladı ve böylece yazma eylemine başladı.
2013 Ocak ayında raflarda yerini alan, Benim Küçük Kalbim adlı kitabın ardından ilk romanı Kırmızı Gece’yi kaleme aldı. 2016 yılında çıkan bu roman,  insanoğlunun varoluşuna dair pek çok alana temas ediyor. Yazar roman karakterlerini canlandırırken insan psikolojisine dair pek çok analizi; ayakları yere basan bir bilgiyle sunarak karşıt anlayışları bir arada barındırıyor. Kurduğu stratejik yapıda ve örgüde kahramanlarını sağlam ve kanlı canlı tutmayı başararan yazar, kadın erkek birlikteliğinin çok önemli bir konusunu okura heyecanla taşıyor. Yazarın bilgi veren ama aynı zamanda muzip ve feminen üslubu, Kırmızı Gece’nin kısa sürede geniş okur kitlesine ulaşmasını sağladı. Kahramanlar Sadece Masallarda Olmaz adlı eseri, Benim Küçük Kalbim adlı denemesinin genişletilmiş haliyle 2017’de okur ile tekrar buluştu.
Yazar, eşi Sönmez Karakuş, oğlu Doruk Karakuş ve kedisi Kali’yle birlikte İstanbul-Kemer arasında bir yaşam sürmektedir.
Arka kapak;
Kartal Tan pilot olmanın heyecanına Hüma Toygun ile yaşadığı aşkın coşkusunu da eklemiş, dünyaya gelen kızına gökyüzüne olan sevgisini çağrıştıran Yıldız adını koymuştu. Hüma Tan ve kızı Yıldız, 21 Temmuz’da dünyaya gelen Kartal Tan’ın doğum günü için hazırlık yaparken Ankara’da 20 Temmuz’da gerçekleşecek harekâtın son hazırlıkları yapılıyordu. Hüma Tan’ın operasyondan habersiz uykusuz geçirdiği geceye Yıldız’ın rüyasından feveranla uyanması huzursuzluğu eklenmişti. Henüz gün doğmamış, şafak karanlığı hükmünü sürüyordu.
Kızı Yıldız’ı sakinleştirip uyuttuktan sonra usulca kalkarak mutfağa giden Hüma Tan için o gece karar gecesiydi. Hayatında en çok sevdiği kişiye dair verdiği kararlar. Az önce Yıldız’ın, “Anne, babamın uçağı düştü. Aşırı rüzgâr, her yandan yağan mermiler vardı,” diye haykırışı sabaha kadar kulaklarında çınlamıştı. Oysa kızı sabah uyandığında hiç olmadığı kadar mutlu olmalıydı. Öyle ya, babasının doğum günüydü. Ev süslenecek, pasta yapılacak, hediye almak için alışverişe çıkılacaktı.
Az sonra koridordan gelen ayak seslerini duydu. Saatine baktı. Henüz sabah altı bile olmamıştı. Yıldız yerde bağdaş kurmuş, gözlerini ovuşturuyordu. Anne kızın bakışları birleşti. Yıldız, “Lütfen anne, babamı bul!’’ dedi fısıldar tonda. Kadın donakaldı.
Yıldız kıpır kıpır dudakları, titrek sesiyle ikinci rüyasını anlatırken kapı tıklar gibi oldu. Hüma Tan’ın bakışları kızından kapıya doğru yönelirken yüzündeki ifade açık bir kitap gibi okunuyordu; kireç rengine dönüşmüş bir beniz, donuk gözler ve gergin dudaklar…
Bir süre sonra kapı bir kez daha tıkladı. Yıldız annesine dehşetle baktı. Kapı artık tıklanmıyor, zil ürküten bir tonda çalıyordu. Apartmanın koridorundan duyulan acı çığlık, sütle dolu bardağın yerde tuzla buz oluşu, Yıldız’ın kapıya fişek gibi fırlaması. Geceliğin etekleri savrularak kapıya doğru fırlayan küçük kızı havada yakalayan Hüma Tan…
Yıldız çırpınıyor, Yıldız haykırıyor, Yıldız sönüyordu…
Peki Kartal Tan’a ne olmuştu? Yıldız’ın rüyasında gördüğü vizyon ne kadar gerçekti?
Üç nesile uzanan; aşk, mücadele ve tarihle harmanlanmış çarpıcı bir roman.
Pürlen Kıyat Karakuş, Mühürlü Zarf, İnkılâp Kitabevi, Roman, 240 Sayfa, İstanbul 2019
Yayıma hazırlayan Bülent Ulus
Kapak uygulama Rüveyda Kul
Sayfa tasarım Şevval Ulusoy
      The post Mühürlü Zarf’taki Hayatlar appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/muhurlu-zarftaki-hayatlar/
0 notes
gulnarhaberleri-blog · 6 years ago
Text
Ulaşılan Her Çocuk, Geleceğe Bir Işık
Gülnar Haberleri Yeni Bir Haber Yayınladı... https://www.gulnarhaberleri.net/ulasilan-her-cocuk-gelecege-bir-isik/
Ulaşılan Her Çocuk, Geleceğe Bir Işık
Şehir merkezi ve ilçelere uzak yerleşim birimlerinde yaşayanları, özellikle de çocukları kitaplarla buluşturmak için yola çıkan Mersin Büyükşehir Belediyesi Gezici Kütüphanesi, kilometrelerce yol kat ederek, çocukların hayal dünyasına ulaşıyor.
Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak, kitaplara ulaşım imkânı zor olan çocukları kitaplarla buluşturmak isteyen ve ‘Bir damla mürekkep bir milyon kişiyi düşündürebilir’ sözü ile yaklaşık 3 yıl önce yollara düşen Gezici Kütüphane, 89 bin 78 kişiye ulaştı.
Çoğunlukla kütüphanesi olmayan ve çocukların kitaplara ulaşamadığı ilçe ve köylere giderek, genç dimağları kitaplarla buluşturan Gezici Kütüphane, her geçen gün daha çok insana ulaşıyor. Gezici Kütüphane için gidilen her köy yeni bir durak, ulaşılan her çocuk yeni bir dünyanın kapısı haline geliyor.
26 bin ödünç kitap
Çocukların en güzel şekilde yetişmesi, özgüvenli, bilinçli ve donanımlı olması için yeni projeler geliştiren Büyükşehir Belediyesi, Gezici Kütüphanede ödünç verdiği kitaplarla da bahaneleri ortadan kaldırıyor. Şimdiye kadar 26 bin 49 kitabın ödünç verildiği Gezici Kütüphane, en ücra köylerdeki çocuklara ışık oluyor.
Ayrıca Gezici Kütüphanenin tek hedef kitlesi çocuklar değil. Yalnızca köylerde kitaba ulaşamayan çocuklara değil, okullara huzurevine, cezaevi ve kreşlere de giderek kitap ulaştıran Gezici Kütüphane, geniş hedef kitlesi ile okumanın yeri ve yaşı olmadığını gösteriyor. Düzenli olarak huzurevi, cezaevi ve kreşlere giden kütüphane şimdiye kadar yaklaşık 400 okula giderek, binlerce öğrenciye ulaştı.
Merkez kütüphane 31 bin kişiye ulaştı
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, 2015 yılına kadar bünyesinde bir kütüphanesi bile bulunmayan Büyükşehir Belediyesi’nden, yılda 16 binden fazla insana ulaşan bir kütüphane serüveni başlattı. Kütüphane açmakla kalmayan Büyükşehir Belediyesi, kendi bünyesinde oluşturduğu kültür yayınları tarafından basılan kitapları kütüphanede okuyucular ile buluşturdu. Her yaş grubundan vatandaşın yararlanabildiği Merkez Kütüphanesi’nde 14 bin 379 kitap yer alıyor. Kurulduğu günden bu yana 31 bin 82 kişi de kütüphaneden yararlandı. 6 bin 61 kitabın ödünç verildiği kütüphaneden ders çalışmak için sessiz bir ortam arayan öğrenciler de yararlanabiliyor.  
0 notes
guncelpdfindir-blog · 6 years ago
Text
Deli Memedin Türküsü
Deli Memedin Türküsü Mahmut Makal, bir simgesidir Köy Enstitülerinin. Onların neden kurulduğuna, neler yaptığına ve kapatılmasalardı yurdumuza neler getireceklerdi? Bütün bu sorulara en güzel yanıt, son günlerde Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün bir dergisinde örnek insan gösterilen Mahmut Makal’ın serüveni ve kişiliğidir. Mahmut Makal, bir Orta Anadolu köy çocuğudur. Bizim Köy’de gerçekçi bir dille anlattığı “karanlık, yoksul, unutulmuş” köy ortamından, Cumhuriyet’in eğitim kaldıracı Köy Enstitülerinin kurtarıcı elleriyle alınmış, uyandırılmış, eğitilmiş, kendi toplumsal koşullarının eleştiricisi, bu geriliği, yoksulluğu yenecek bir ordunun öncüsü haline getirilmiştir. Bu serüven, Mahmut Makal’ın serüveniyle birlikte, Köy Enstitülerinin de başından geçenleri deyimler. Köy Enstitülerinin ülküsü, işte, karanlıklar, gerilikler içinde yaşayan milyonlarca köy çocuğundan, eğitim yolu ile uyanmış, eleştirici ve öncü Mahmut Makal’lar yaratmaktı. Mahmut Makal, nasıl, Köy Enstitülerini seven, onlara inananlar için olumlu bir simge ise, bir ters açıdan Köy Enstitülerini yeren, onlara karşı çıkanlar için de olumsuz bir simgedir. Makal, uyandırılmak istenen “Bizim Köy”le, uyutulmak istenen “Bizim Köy” arasındaki temel çelişkiyi, Türkiye’deki tarihsel-toplumsal çatışmayı en güzel belirleyen bir simgedir. Köy Enstitüleri, “Bizim Köy”ün yazgısını değiştirmek için açılmıştı. “Bizim Köy”ün yazgısını değiştirmek istemeyenlerce kapatıldı. Makal, “Bizim Köy”ün gerçeğini söyleyerek, o yazgıyı değiştirmek isteyenlere ışık tutmuştu. Çektiği çile, Anadolu köylüsünün çektiği çile yanında hiç kalır. Neden ki, Makal, çilesinin bilincine varmıştı Köy Enstitülerinde. Bilinç bir yerde bütün çileleri kutlu kılar. Hem çile çekmek hem de neden çile çektiğini bilmemek, Köy Enstitülerinin penceresi kapatılınca, Anadolu köylüsünün içine düştüğü karanlık gerçek budur. Ceyhun Atuf Kansu (Varlık dergisi)
Deli Memedin Türküsü
0 notes