#iyi hoş memlekette
Explore tagged Tumblr posts
Text
TikTok da herkes yks de yerleştiği yeri paylaşıyor , işsiz gibi de tek tek bakıyorum he. Ama en çok düzceye gelecek olanlara üzülüyorum 🥲
7 notes
·
View notes
Text
https://soundcloud.app.goo.gl/JbpVX
Neden insanlar bunun en son söylenmesi gerektiğini düşünür ya da ben onların öyle düşündüğünü düşünürüm bilmiyorum. Fakat sonda söylemem gereken lafı ilk başta söylüyorum şuan demenin doğru olduğu bir anda hissediyorum kendimi. Kendi ruhunuza, bedeninize ve yaşam hikayenize sahip çıkmadığınız her anda, bunlara gelebilecek tehditleri iyimserliklerinizle susturduğunuz, daha kötülerinden kaçmak için yalnızlığın giderilebilir birşey olduğunu düşünüp sığındığınız daha az kötü olduğunu düşündüğünüz seçenekler size her fırsatta zarar verecekler. Bunun sebebi sadece sizin kendinizi korumamanız değil, hırsız da suçlu. Bunlar benim fikirlerim.
Caspian sahillerinde yaşayan ailemin buğday biçerken söyledikleri şarkılardan öğrenmedim bunları. Tazeliğini yitirmiş ekmekleri küflenmeden bir sıcak çorbaya doğramakla ilgili bir problemim de yok. Ben konuları birbirine karıştırmadan kendimi anlatıyorum. Göçmen bir fareyim. Caspian denizi sahillerinde yaşıyordu ailem. Toprak sıcakken buğday çıkıyor, soğukken deniz balık veriyor hâlâ. Ve biz güneş gördükçe ağaçlarımız ve denizlerimiz arasında yokluk içinde gelip gidiyorduk. Hakkımda hadsizce kişisel alanıma saygı duymadan çekilen belgesellerden birisinin metninde yazanlar şunlar;
"Andy bir memur. Ama kendisinden bahsettiği nadir anların birisinde kendisini dans eden ve şarkı söyleyen birisi olarak tanımladı. Yaşadığı Opium kentine yabancı bir ülkeden geldiğini iddia etmektedir. Opium kentinde dışarıdan gelenler hoş karşılanmaz. Öyle ki tüm hayat giderleri yabancılar için iki kat daha pahalıdır. Andy bu yüzden hep sıkıntılı bir ekonomik durumdadır. Opium kenti dünyanın en güzel döner kavşaklarına sahip olması ile, ve kurtlu ekmekleri ile bilinir. Fakat diğer kötü yemekler ve hayatı zorlaştıran etmenler Opium'da takdir görür. Burada yaşayan insanların çoğu Andy gibi memurdur. Ve şunu gözden kaçırmamak gerekir ki memuriyette Andy'e nazaran oldukça başarılı kişilerdir. Hangi derecedeki memurla hangi derecedeki memur aralarında nasıl bir yazışma yapacak bunu oldukça iyi bilir herkes. Okullarda da bu yazışma rutininin kuralları harici birşey öğretilmez. Ayrıca şunu da söyleyeyim Andy dışında kimse ile konuşmazlar. Çünkü bu dünyanın insanları yazışmaya herşeyden çok saygı duyarlar. Bir doktora gittiklerinde ellerinde kendi bedenlerini şikayet ettikleri bir dilekçe ile gittikleri oldukça sık görülen bir durumdur. Yalnızca Andy ile konuşmalarının sebebi konuşmayı aşağılık bir eylem olarak görmeleridir. Bu dünyada birçok kural vardır. Her bölümün konusu bu dünyanın kendi iç kuralları ile ilgili olacaktır. Andy bir yabancı olarak bu kurallarla mizahı silah olarak kullanıp bir mücadele verecektir."
Yaşadığım yerde yabancı olduğum doğru. İnsanlar sadece benimle konuşmak zorundadır bu da doğru. Hatta yaşadığım memlekette farelerin aşağılandığı da doğru. Yanlış olan şey ben bir memur değilim. Bir taksi durağında çaycıyım. Bana yol soranlardan para almam. Bir kova suyla iki gün yerleri silerim. Domuzlar beni yerleri silerken gördükçe mutlu olurlar. Yerleri silerken gözükmek ile yerleri gerçekten silmek ve yazdıklarımı silmek üç farklı şey. Faşizmin kestiği bu irtibat yüzünden bazı kelimeler anlamsız bazıları çok anlamlı. Domuzlar faşizmden mutlu. Ya sev ya terket bile demiyorlar. Benim yerleri silmemden de çok mutlular. Bu hale nasıl düştüm biliyor musunuz? Bedenimin, ruhumun sınırlarına ve yaşam hikayeme zarar veren ihtimallere yalnız kalmamak için, ve iyimserliklerimle yöneldim. Domuzlar da suçlu.
1 note
·
View note
Text
Okuyunca gözlerim doldu.. ♥️🇹🇷
FİNCANLAR
Çocukluk arkadaşıydık. Üniversitede yollarımız ayrılmıştı. Çünkü ben tıp fakültesini istemiş, O ise mühendislik tercih etmişti.
Yıllar geçti okullarımız bitti. Sonra staj yapmak için Finlandiya'ya gitti. Ardından master vs devam etti, kaldı orada.
Bir de aynı üniversitede cici bir Finli kızla tanıştı ve evlendiler.
Adı Milja'ydı.
Anlamı nazik, dost gibiymiş.
Gerçekten de öyleydi ve bizler çok sevmiş, benimsemiştik Milja'yı.
Finlandiyalı'lar da büyük aile, çok çocuk sahibi olmayı severlermiş. Peşpeşe sapsarı, çok şeker üç çocukları oldu.
Bizimki kahveyi çok severdi. Geldiğinde toptan kahve alır götürürdü.
Demesine göre çocuklar büyüdükçe onlar da kahve sever olmuşlar.
Aile tam bir fincan değil ama birer yudum tattırırlar; " büyüyünce birer tam fincan içebileceksiniz" diyerek ümit verirlermiş.
"Artık Finlandiyali, hem de hanım köylü oldun" diye takılırdık bazen bizimkine.
"Unutursun sen Türkiyeyi, adetlerimizi" dediğimizde ise; "Yok yok" derdi. "Eşim Finlandiyalı olmasına rağmen benimle tanışmadan önce Atatürk'ü, hayatını ve yeni cumhuriyeti kurma aşamalarını biliyordu" diye anlatmıştı.
Şaşırmıştım çok. " İyi ama o kadar uzakta ve fazla da diyaloğumuz olmayan bir memlekette nasıl olur da Türkiye'yi, Atatürk'ü bilebiliyorlar ki" diye sormuştum.
Dünyadaki örnek alınan en iyi eğitim modeli Finlandiya sistemiymiş. Ve okullarda kahraman bir asker, halkını esaretten kurtaran cesur bir adam ve şahane bir başöğretmen olarak bir Türk anlatılırmış.
İşte o kişi Atatürk'müş...
Yine bir sonbaharda çocukların küçük bir ara tatili olduğunu fırsat bilerek ailece Çanakkale'ye gelmişlerdi.
Ekim ayı idi! Buluştuk, tarihi yerleri iki aile bir olup gezdik. Hatta bir yerde Atatürk resmi işlenmiş kahve fincanı takımı aldı Finlandiyalı anne.
Öğleden sonra Kordon'da yemeklerimizi yedikten sonra biz büyükler kahvelerimizi sipariş ettik.
Çocuklara da meyve suyu vs sipariş edecekken büyük olan oğlan;
--"Anne bu gün kahve içecektik unutmadın değil mi?" diye sordu. Anne Milja, başını salladı ve onayladı. Sonra da anneleri, garsona dönerek, aksanlı hoş bir Türkçe ile;
--"Acaba Atatürk resimli kahve fincanınız var mı?" diye sordu. Garson şaşırmış halde biraz da çaresiz ne cevap vereceğini bilemedi.
Hatta bana kalırsa soruyu bile anlayamamıştı.
Yardım ister gibi bize baktı. Anne Milja, öyle fincan varlığından dahi haberi olmadığını anlamıştı garsonun.
Yan sandalyeye koyduğu poşeti açtı ve sarılı paketi aldı masaya koydu.
Tane tane açtı.
8 adet fincan vardı şimdi masada. Ve hepsi de Atatürk resimli, çok hoş.
Nazik bir ses tonu ile;
--"Acaba kahverimizi bu özel fincanlarda icmemiz konusunda bize yardımcı olabilir misiniz" diye gülümseyerek uzattı garsona fincanları.
Daha cümlesi bile bitmeden, garson fincanları yüklenmeye başlamıştı bile.
Masadaki hepimiz anne Milja'ya ve çocuklara bakıyorduk. Onlar ise aralarında gülümseyerek sessizce beklediler.
Baba, "bunlar kesin bir şey çeviriyorlar" dedi. Anne ve çocuklar esrarlı gúlümsemeyi devam ettirdiler. Ama konuşmadılar.
Az sonra kahveler geldi. Hepsi bol köpüklü ve harika zarif Atatürk fincanlarda. Sonra bir hareketlenme oldu. Sandalyeler telaşla gıcırtı çıkararak masadan geriye çekildiler.
Anne başta olmak üzere tüm çocukları ayağa kalktılar. Atatürk'lü fincanlardaki kahveleri ellerine alıp, adeta kadeh kaldırıp "şerefe" der gibi havaya kaldırdılar ve hepsi bir ağızdan, tatlı bir aksanla tek ses;
--"EFİENDİLAR! YARİN CUMHÜRİYETİ KURACAĞİZ !"
O an farkettim ki tarih 28 Ekimdi. Ve hepimiz bir Finlandiya vatandaşı anne ile sapsarı, tatlı üç evladı sayesinde hayatımızda en anlamlı 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI kutlanmalarından birine şahit olmuştuk.
***
Saim Acar
29 Ekim 2019.
Yattığın yer nûr, mekânın cennet olsun inşallah yüce Türk ATATÜRK, sonsuz sevgilerimle ❤❤❤❤❤❤❤
15 notes
·
View notes
Text
Okumaya üşenin diye uzattım :)
Beynimin üstünde ağırlık konulmuş da işlevlerini yitirmiş gibi hissediyorum. Sıkıldık Mus'ab, içimizden çalışmak da gelmiyor artık. Bayrama kadar sabretmek gerek sadece bayramdan sonra sınava kadar işten tamamen ayrılma kararı aldık ama sanırım şu bir kaç gün de zorlayacak bizi. Bir yol bulmalı Mus'ab bu kuyudan çıkmalıyız... Uzaklık çok kötü Mus'ab oturup konuşamamak... Ekrem Hoca'nın bana kızgın olduğunu hissediyorum ama artık ona da telefonla dert anlatmaya takatim yok. Ofiste olsak uzun uzun anlatırdım. Hoş baktığın zaman o da benimle aynı dönemde bir sürü imtihan çekti şu 5 ay içerisinde o da annesini, eniştesini ve İsmail'i kaybetti. İsmail'in gidişiyle ortaya çıkan boşluk ve karmaşayla mücadele etti. Benim istifamın doğurduğu boşluk da yük oldu üzerine.. Ama tüm bunların içinde yan yana olsaydık oturur uzun uzun anlatırdım ve bana yol gösterir bana rehberlik ederdi. Kovid beni burdan vurdu en çok. Eskiden telefonla insanlarla saatlerce iletişim kurabiliyor, mesajlaşabiliyordum. Artık yapamıyorum sabredemiyorum çok çabuk sıkılıyorum. Derdimi karşımdakinin yüzüne bakıp söylemeyi seviyorum, muhatabımı gözlerine bakıp dinlemeyi duygularını mesajın soğuk yüzünden değil yüzüne yansımasından okumayı seviyorum.
Ben buraya saçma ve boş bir post atıp gitmeye gelmiştim hoş bu da çok farklı olmadı ya yine de mektup yazacağımı düşünmemiştim.
Ben bunları yazarken kapı çaldı Mus'ab taaa uzak yollardan sen, Zeynep ve ben için gelenler varmış onları buyur ettik içeriye. Yüzümüzde koca bir tebessüm kalbimizde bir sıcaklık oldular. Hamd olsun nasibimizin güzelliğine... Biliyor musun elimde ilk kez size dair bir şeyler oldu. Daha önce Hamza'ya, Mirza'ya ve Şeyda'ya mektuplar yazmıştım. Ama ilk kez size dair bir hediye aldım. Sizin için imzalanmış kitaplarınız var siz henüz ortada yokken... Hayırla nasip olasınız, nasip oluşunuz yalnız bana, bize değil herkese göz ve gönül aydınlığı olsun. Amin🌺
Sabah arşive takıldım biraz sana yazdığım bir mektuba denk geldim ümidimin azaldığını söylemişim. Hiç olmadığı kadar uzak geliyor niyeyse hala ama biliyorsun Rahman ol der ve olur. Ummadığımız yerden gönlümüz rızıklandırılır Allahu Alem..
Masadan kalkıp koltuğa bıraktım kendimi, müziği, arka planda açtığım ne varsa kapattıp odada vantilatör dışında ses yok. Sanırım bu sessizliğe ve hareketsiz, düşüncesiz durmaya ihtiyacım varmış. Kendimi sorgularken yakaladım az önce dinleniyorum dinleniyorum geçmiyor değil mi? Peki soruyorum sana son 3 yıldır kaç gün hiçbir şeyi düşünmeden öylece boş boş takıldın. Hiç gün. Bu sene en fazla tatilimin olduğu seneydi onda da her boşluğu yl ödev vs ye ayırdın. Çıktığım tatillerde memlekette katbekat stres ve yorgunlukla döndüm. Hayatı koştur koştur yaşamak tüketti sanırım. Sahi bu hal tükenmişlik sendromu olabilir mi bak şimdi aklıma geldi. İnsanların da off tuşu olsa ve ben bi kapatsam kendimi şöyle bi 10 gün falan nasıl toparlanacağım kendime geleceğim...
Buraya hep dert yazıyorum gibi aslında iyi şeyler de oluyor. Mesela Muhammed burda iş buldu. Bu önemli bir gelişme çünkü düğünü Eylül'de ve gelin tek başına koşturmak zorunda kalıyordu. Öte yandan onun hala Sakarya'da çalışıyor olması iki aile için de sorun oluşturuyordu. Şükür çözüldü. Hayırlı kapılar açsın inşallah önlerine. Ondan hemen bir gün sonra Abdullatif iş buldu Sakarya'da o da hem benden yük aldı. Hem evdeki tartışma ve dertlerin bir nedenini ortadan kaldırmış oldu. Sevincini paylaşmak için aradığında içi içine sığmıyordu. Abla iş buldum çok şükür dedi. Verdim gazi bak yarım yamalak da olsa namaza başladın nasıl güzel kapılar açıldı bir de tam başlasan göreceksin ne hayırlar çıkacak karşına dedim :) Hak verdi.Bu büyük bir adım. Babamın muayenesinde doktor her şey çok güzel yolunda demiş. Kırığı çok güzel kaynamış yarası güzel kapanmış. Artık yatma dönemi kapandı bin şükür. Annemin çok dert ettiği gelinlik sorunu da çözüldü hamd olsun. 12 binlik gelinlikten herkesin içine sinecek 6 binlik bir gelinliğe dönüştürüldü. Ev tutuldu. Tatlı heyecanlar başladı artık. İyi şeyler de olmuyor değil Elhamdülillah.. Ha ben, ben de kenardan tüm bunları çözülmesine ve oluşuna mutlu oluyorum işte bir kenardan. Kendi içimde savruluşlardayım. Bakalım Rahman hayırlı bir kapı açacak iman ediyorum :)
18 notes
·
View notes
Text
Ucuzluk ve Gününü Gün Etme
Çok öfkeli insanlarız. Eskiden bizimkiler daha da öfkeli insanlarmış ya ... Neden bu kadar öfkeliyiz, neden bu ka dar gözü dönmüş kişileriz, soğukkanlılıkla bir işe sarılıp onu niçin sonuna kadar vardıramıyoruz? Bir arkadaşım var, çok zamandır öfke üstüne konuşuyoruz onunla.
Günlerdir, şu öfke duygusunun altından girdik, üstünden çıktık. Diyor ki, öfke bir kendine güvensizliktir. Öfke çaresizliğin arkasından gelir. Daha da ağır konuşuyor, öfke dünyayı tanımamaktan, bilgisizlikten gelir. Ben burada öfkeyi savunacak, kutsallaştıracak değilim ... Bazı yerlerde arkadaşımın düşüncesine katılıyorsam da, bazı yerlerde onunla birlik olamıyorum. Öfke büyük bir inancın sonucu da olabilir gibime geliyor. Öfke, kör bir duvarla karşılaşan, aydınlığı görmüş insanın öfkesi de olabilir.
Öfke, karmakarışıklıktan da gelebilir.
Her neyse, bizim bugünlerde işimiz öfke. Öfkeyi nere deyse kutsal bir hale getireceğiz. Öfke, işin kötüsü, moda olmaya doğru gidiyor. Öfkeli adam diye, bazı kişileri hoş görüyorlar, zıpırlıklarına sünger de çekiyorlar.
Bana kalırsa öfkemizin sebebini araştırmamız gerek.
Az sonra ben de öfkeyle konuşacağım, diyeceğim ki, şu bizim aydınların çoğu ucuzcu. Bilim adamımız ucuz cu, sanatçımız ucuzcu, politikacımız ucuzcu, emekçile rimiz ucuzcu, tüm toplumumuz ucuzcu ... Biz bir ucuzcu milletiz.
Şöyle bir bakarsak da, bütün bu saydıklarım, doğru gibi geliyor. Doğru gibi geliyor değil de, düpedüz doğru ...
Şimdilik böyle diyelim.
Bir bilim adamımız var, gitmiş Avrupalarda oku muş, bal gibi de güzelce bir dirsek çürütmüş. Doktora da vermiş oralarda. Parlak da bir usu var. Gelmiş memlekete, girmiş üniversiteye, binbir bela, savaşımla asistan olmuş, doçent olmuş, sonra da profesör olmuş. Kendisinin buraya gelmek için verdiği bir emek, harcadığı bir çaba var. Millet de ona bir şeyler vermiş olacak. Bizim bu bilim adamımız üniversitesinde iyi kötü çocuklarını okutuyor. Onlara bilgisinden bir şeyler aktarıyor. Onun ödevi öğretmek... Bilim adamının işi, biliyoruz ki; burada bitmiyor. Ondan araştırmalar, bilime yeni buluşlar katmasını da bekliyoruz. Bu bilim adamını bir sosyolog sayın ...
Öğretmekten başka ondan ne bekleyebiliriz? Örneğin, bizim yurdumuz insanlarının yaşayışı sosyoloji bakımından önemli. Avrupayla Asyanın köprüsünde, Doğu uygarlığıyla Batı uygarlığının kavşağında... Bu topraklar üstünden türlü insanlar gelmiş geçmiş, burada birtakım uygarlıklar bırakmışlar. Her geçen kendinden bir şeyler bırakmış. Ben bırakmış diyorum ya, hiçbir şeye dayan madan, bilimsel bir gerçeğe dayanmadan söylüyorum.
Elimde bilimsel hiçbir sonuç yok. Bırakmışlar mı bırakmamışlar mı bunu bize sosyoloğumuz vermeli değil mi?
Yurdumuzdaki toplum ilişkilerini bu kadar okumuş, dirsek çürütmüş bilim adamımız bize bütün çıplaklığıyla göstermeli değil mi?
İşte bize, bilimde, bunu verecek hiç kimsemiz çıkmamış. Yanlış anlaşılmasın, bu küçük bir örnek. Bilim adamlarımız, yurdumuzdaki gerçeklerle bilimsel bir şekilde uğraşmıyorlar. Hangi konuyu ele alırsan al, doğru dürüst bir kitap bulamıyorsun. Bir örnek daha vereyim, yıllardan bu yana toprak reformu, toprak reformu, diye bağırıp duruyoruz. Bu memleketin toprağının gerçeği ne, yani düpedüz toprak bilimi, şurasının toprağı şuna, şu bitkiye, şu hayvana elverişli de burası değil... Ne bileyim ben, daha bir sürü buna benzer şeyler ...
Demem o ki, yurdumuzda herhangi bir alan için, bilimsel bir araştırma yok.
Folkloru ele alalım. Folklor bilimini, ileri gitmiş toplumlarda ilkel kalmış insanların bilimi olarak tarif ederler. Belki daha doğrusu, doğa karşısındaki insanın, yüz yıllardan beri doğayla ve biribirleriyle ilişkilerinden çıkmış bilimdir, diyebiliriz. Bu bilimi coğrafya, tarih, ekonomi, sosyoloji koşulları ortaya çıkarır.
Yurdumuz insanlarının çoğunluğu hala doğanın karşısında... Folkloru da önemli... On yıldan bu yana doğru dürüst folklor araştırması yapan bir tek kişi, bir tek bilim adamı bile çıkmadı. Bir meraklı, bir meraklı bile çıkmadı. Bugünlerde bizim folklorumuzla yabancılar uğraşıyor.
Onlar da olmasalar, bu topraklar üstündeki halk uygarlığından kimsenin haberi olmayacak. Ünlü, büyük bir folklorcumuz vardı, Pertev Naili Boratav... Gerçekten büyük bir bilim adamıydı. Büyüklüğünü ben söylemiyorum.
Dünyanın bilim adamları bunu böyle kabul ediyorlar.
Çalışkandı, tek başına bizim folklor bilimimizde büyük işler başaran adamdı. Onu yurdundan ayrılmak, yabancı ellerde çalışmak zorunda bıraktık. Onu asıl kaynağından uzaklaştırdık. Bundan kim zarar etti? Biz ve dünya bilimi... Kim yaptı bunu? Millet olarak böyle bir adamın bilim kaynağından uzaklaşmasına kim sebep oldu? Bu çalışkan bilim adamımızın kaynağından uzaklaşmasına gönlümüz nasıl razı oldu? Pertev Bey gibi beş on adamımız olsa haydi neyse ne diyelim, bir tek adam olunca, bu çağda onun yapabileceğini, önümüzdeki yıllarda yapabilmek imkanı da olmayınca, bu işi nasıl yaptık? Folklor dedikleri iş, uygarlıkla zıt bir iştir. Uygarlığın girdiği yerde folklor ürünleri yaşayamaz. Şehir yakınlarındaki köylerimizde folklor ürünleri çok azalmıştır. Bu, bilimsel bir gerçektir. Pertev Naili Boratav gibi bir bilim adamı yoksa bu memlekette, birtakım ürünler gün ışığına çıkmadan yok olmaya mahkumdur. Öyleyse bu korkunç işi nasıl yaptık?
Şimdi bilim adamlarımız niçin çalışmıyorlar diye öfkeleniyoruz. Çalışan bilim adamlarımızı niçin uzaklaştırdılar diye öfkeleniyoruz. On yıldır folklor çalışmaları için Anadoluya bizden bir tek kişi bile gitmedi, bir meraklı bile gitmedi diye öfkeleniyoruz.
Türk halkı tembel, köylüsü, işçisi yeteri kadar çalışmıyor. Basını yetersiz, her şey yetersiz. Geri kalmış bir memleketiz. Elbette birçok yönümüz yetersiz olacak.
Bu Türk köylüsü niçin yetersiz? İşçisinin derdi ne?
Tembeldir, deyip işin içinden çıkıyoruz.
Bu tembelliğin, varsa, sebebini bize bilim adamları niçin söylemiyorlar? Besin yetersizliğinden mi, kötü bir gelenekten mi, toprağın yetersizliğinden mi?
Bilim adamlarının tembelliğinden, deyiveririz ... Peki bilim neden yetersiz, neden tembel?
Sanatçımız neden taklitçi? Tembelliğinden mi? Kendisini yaratma, bulma çabasına varmadan, Batıdan hazırlop!
Aydına, köylüye, bilim adamına, bilim adamlarını uzaklaştıranlara veryansın ediyoruz.
Belki bu öfke haklı bir öfke. Bir bozukluk olduğu belli.
Öfkeyi bir yana atıp da şöyle bir düşünsek ...
Bir kısımları diyor ki, bu toplum toptan bozuk. Bu, gemisini kurtaran kaptandır düzeni, bu altta kalanın canı çıksın düzeni, bu temeli sömürme olan düzen ... Bütün kötülüklerin temeli bu düzendir, diyorlar. Suçu tüm düzene yüklüyorlar.
Bana da öyle geliyor ki, öfkeyi bıraksak da, düşünüp taşınsak da, gerçekten kötü olan bu düzenden yakayı kurtarsak ... Ne dersiniz, geç kalmadan bu işe hemen başlasak mı?
Ucuz öfkelerden, ucuz yüklenmelerden, gününü gün etme yoksulluğundan, ucuz ünlerden vazgeçsek de ...
Bence vakit kalmadı ... Hiç mi hiç kalmadı. Yirminci yüzyıla gülünç olmayalım.
Ucuz kazanç, ucuz bilim, ucuz sanat, ucuz ün ... Her şey ucuza ...
Yaşar Kemal, 4 Nisan 1962
9 notes
·
View notes
Text
DOKTOR CONİ (Birinci Kısım) “Hollanda’da doğdum ben. Babam diplomattı. Çanta gibi oradan oraya taşındık durduk yanında. Yok canım, ne güzeli! Tam bir yere alışıp, birkaç arkadaş edinmiş oluyorum; hop! başka bir ülkeye. Bakma, annem yine iyi dayandı. Ev içinde de diplomasi düzeyindeydi bizimle ilişkisi. Mesela ben babama hiç “sen” diye hitap edemedim. Hiç birlikte oyun oynadığımızı falan bilmem. Bir kere bile ev kıyafetiyle görmedim onu. İlkokula başlamadan önceki yazdı, döndük biz annemle İstanbul’a. Norveç’teydik en son işte... E tabii canım, olmaz olur mu? Zordu elbet. Annem de, ben de sudan çıkmış balık gibiydik. Sonra annem dedemin yakın bir arkadaşının yanında işe başladı. Yetmedi bir de evlendi onunla. Dedem mi? Düşünsene, kızı kendi yaşında, hem de arkadaşı olan bi adamla evleniyor. Çıldırdı tabii... Sonra işte bu Refik Amca sahiden sahip çıktı bize. Bak Allah yukarıda, hakkını yiyemem. Babamdan daha çok baba oldu. Kolejlerde okudum, ne istediysem alındı. Maça bile gidiyorduk arada; gerçek baba-oğul gibi... Ama kısmetimde Türkiye’den uzak olmak varmış. Refik Amca ihracatla uğraşırdı. Taa Avustralya’ya taşınmayalım mı? Ortaokuldan sonrasını orada okudum. Kafam da basıyormuş herhalde ki hocaların yönlendirmesi falan derken tıp fakültesini bitirdim. Annem verdi kendini botoksa. Ayda bir, bir yerleriyle oynayıp duruyor. Refik Amca desen iyice yaşlanmış, bütün işi kızı yönetiyor. Zaten bu Avustralya sevdası da öyle çıktı ya. Meryem, ilk eşinden olan kızı. Annesiyle yine iş için Sidney’e gidip geldiği sıralar tanışmışlar. Çocuktu, evlilikti falan derken anlaşamayıp ayrılmışlar. Refik Amca dönmüş Türkiye’ye. Anlayacağın, o zamanlardan kalan vicdan azabı işte bizim taşınma nedenimiz... Aslına bakarsan iyiydim de ben orada. Fena kazanmıyorum, kendi evimdeyim, altımda arabam... Ama içimde bi şeyler eksikti hep. Sanki bi boşluk var, dur diyorum bu boşluğa şu gider; yok. O zaman bu; yok. Kara delik mübarek, neyle kapatmaya çalışırsam çalışayım beceremiyorum. Ot mot, işte artık ne denk gelirse... Partilerde falan takılır oldum üç beş. Sonra sıklaştı. Bi yandan kumara da sardım. Her gün oralardayım. Hastaneden çıkıp önce demleniyorum, sonra makinalara. Baktım bu böyle olmayacak. Çağırıyor da bi şeyler içimde. Dedim ben Türkiye’ye dönüyorum; memlekette yapayım mesleğimi. Denklikti şuydu buydu hallettik hepsini. Tak! Mecburi hizmette piyango Ağrı Doğubayazıt’a vurdu. Yapacak bi şey yok, el mahkum gideceğiz! Gittim gitmesine de; anadilime bile hakim değilim, ağız burun sürekli kayıyor. Lakabım oldu Coni. Coni aşağı, Coni yukarı. Ama sevdim de oraları. Beni öyle bi bağırlarına bastılar ki anam babam öyle sahip çıkmamıştır bak. Lâkin, zordu da... Her allahın günü kolu bacağı parçalanmış biri geliyordu acile. Ya bi çatışma çıkmış ya mayına basılmış. Hiçbir olay olmasa bu defa da aileler arası kavgalardan yaralananlar geliyor. Ama mutlaka geliyor. Haa, bir de kesik koldu bacaktı yetmezmiş gibi baytarlık da yapar olmuştum. Valla!.. Kaç tane buzağı elime doğdu bilsen. Şans işte. Gide gide tekinsiz zamanlarını buldum doğunun... E geldiğim kültürden de çok farklı. İçimdeki eksiği kapatayım derken, yine başa döndüm. Oralarda öyle şeylere ulaşmak daha kolaydı. Zaten artık her yolu öğrenmiştim. Baytarlık hizmetim karşılığında mal aldığım bile oldu. Hiçbir şey bulamayınca hayvanlara falan verdiğimiz ilaçlardan alıyor, yine de dumanı eksik etmiyordum kafamdan. Ee tabii, ne olacak? Sonunda açığa aldılar. Tırıs tırıs döndüm İstanbul’a. Dedem dört yıl önce vefat etmişti. Moda’da ondan kalan eve yerleştim. Tek çocuğundan olan tek torunuyum. Neyi var neyi yok bana bırakmış rahmetli. Ama bende iş yok, güç yok, yasaklıyım mesleğimi yapamıyorum. Hoş, yapabilecek olsam hangi kafayla yapacağım? Girdiğim bunalımdan çıkmak için herhangi bir amacım, bir motivasyonum zaten yok...”
1 note
·
View note
Text
T.C Şikago Başkonsolosluğu
19 Mayıs 2019
19 Mayıs 1919’un 100. yılı münasebetiyle düzenlediğimiz programın açılış konuşmasını, halen Indiana Bloomington’da yaşayan ve hayattaki en büyük halk bilimcimiz olarak kabul edilen Cumhuriyetimizle yaşıt Prof.Dr. İlhan Başgöz yapacaktı.
Kurtuluşa giden yolun hikayesini Cumhuriyetimizle yaşıt asırlık bir çınardan daha iyi kim anlatabilirdi ki?
Lakin ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunları sebebiyle İlhan hoca çok arzu etmesine rağmen aramızda olamadı.
Hazırladığı konuşmayı Başkonsolos Umut Acar okudu.
“Değerli Konuklar
Ben Cumhuriyetle yaşıtım, size anlatacaklarım yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır.
Cumhuriyet yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım,
1877 Osmanlı Rus, 1892 Yunan,
1911 Trablus,
1912 Balkan,
1914-18 Birinci Dünya Savaşı,
Nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşı...
Bu savaşlardan yalnız sonuncusu zaferle bitmiştir.
Ama bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. Vatandaştan atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini alarak bu savaş kazanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz.
Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:
Mektup saldım da varmadı,
Tel vurdum aynı gelmedi,
Alamanya harbeylesin,
Gayri kardaşım kalmadı.
Savaş yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisini tümden harap etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır.
Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur.
Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır.
Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum:
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serilir çulumuz bizim.
Evlat da babanın sözün tutmuyor,
Açım diye çift sürmeye gitmiyor,
Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,
Başımıza bela dölümüz bizim.
Benim bu gidişe aklım ermiyor.
Fukara halini kimse sormuyor.
Padişah sikkesi selam vermiyor.
Kefensiz kalacak ölümüz bizim.
Savaş yılları, Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ölüme sürmüş, onlar geri gelmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın felaket tablolarından birini unutamıyorum.
Bu tabloda Tarsus tren istasyonunda bir kadın görünür. Ordu, Kanal bozgunundan dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş, bir asker döküntüsü.
Ak saçlı bir ana, yazması omuzuna düşmüş, saçları darma dağın, bir vagondan ötekine koşarak feryat ediyor:
“Mehmedimi gördünüz mü? Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?”
Falih Rıfkı Atay diyor ki:
“Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır.
Büyüklüğü de bundandır.
16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılan Bandırma vapuru bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu.
Bu umudun adı Mustafa Kemal Paşa’dır.
Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen Paşa İstanbul’dan ayrılıyordu. Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu.
Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyordu:
“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz!”.
Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca bir şarkı söylüyorlardı:
“Güneş ufuktan şimdi doğar.
Yürüyelim arkadaşlar.”
O tarihlerde, ufuktan güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yoktur.
Tersine memleket bir zifiri karanlıktır.
Adana Fransızlar,
Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş,
Başkent İstanbul İtilaf Devletlerinin işgalinde,
Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri bulunuyor.
Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri var.
15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri İzmir’e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru ilerlemekte.
Dahası var. Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük Batılı şirketlerin elindedir.
Türkiye Cumhuriyeti bu şirketleri birer birer satın almıştır.
İzmir-Aydın demiryolu 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca öğretmenimiz ödev vermişti, sevincimizi dile getirmeliydik.
Ortaokul öğrencisi idim, ödevimin başlığı “Demir yolumuz, Bağımsızlık yolumuz.” idi.
Tütün rejisi 4 milyon Frank’a satın alınınca bu sefer ayınkacılar bayram etmişti. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir. Köylümüz yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi.
Tütün ille de bir yabancı tekele, bu tekelin biçtiği fiyattan satılacaktı.
İndirse kaçakçı sayılıyor, ya hapse atılıyor veya tütün kolcuları ile çatışıyor ve vuruluyordu.
Bir ayınkacı türküsü şöyle der:
Hacılar köyüne bastığım oldu,
Tütünümün dengi yastığım oldu,
Aman dostlar bakın benim çareme,
Tütünün tozunu basın yareme.
Cumhuriyet savaşlardan çıkıp da, ekonomik gelişmesine odaklanınca 1930 Dünya Ekonomik Buhranı patlak verir. Buhranın Türkiye’ye etkisi, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan dışsatımı vurması olur. Buğdayın kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer.
Köylü gelirinin bu kadar düştüğünü gören Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir teklifte bulunur:
“Bizim maaşlarımızla halkın geliri arasında büyük bir fark ortaya çıktı. Bu Cumhuriyet idaremize yakışmaz.
Benim maaşım dâhil milletvekili maaşlarını yüzde elli azaltalım.”
Teklif kabul edilir.
Cumhuriyet ilan edilince memlekette yatırıma harcanacak sermaye ve ekonomik hayatı idare edecek eğitilmiş insan yoktur.
Bu nedenle Cumhuriyet ekonomik kalkınmayı devlet eliyle yapmaya karar vermiştir.
Devlet sermayesi ile iki banka Etibank ve Sümerbank kurulmuş, vatandaştan birikimlerini bankaya yatırmaları istenmiştir. Devletine güvenen vatandaş da elinde avucunda ne varsa bankalara yatırdı.
Ben çamurdan yaptığım kumbarama her hafta babamın verdiği yüz paraları biriktirir, bankaya yatırırdım.
Bu ekonomik kalkınma hamlesini bir yerli malı seferberliği izlemiştir.
Biz bayramlarda ziyaretçilerimize şeker ve çikolata yerine incir ve fındık ikram ettik.
Çayı Kazova’nın kızıl üzümü ile içtik.
Çünkü şeker dışardan satın alınıyordu.
Cumhuriyet yurdun doğusuyla batısını, güney ve kuzeyini demiryolları ile birleştirmek istemiştir.
Bu bir milli savunma sorunu idi.
Atatürk diyor ki; “700 kilometre demir yolumuz var, bir kilometresi bile bizim değil.”
1932 yılında ilk tren Gemerek’e ulaştığında ben istasyonda idim. Halkın tabiri ile kara treni alkışlar ve yaşa var ol sesleri ile karşılamıştık.
Hoş bir fıkra var.
İlk tren Erzurum’a varınca belediye başkanı nutuk veriyor;
“Vatandaşlar, Cumhuriyet fabrikalar yaptı. Sanmam ki kâr edeler vallahi de zarar edirler, billahi de zarar edirler.
Otobüsler aldı, yollar düzenledi, sanmam ki kâr ederler.
Bunlar hep sizin içindir.
Cumhuriyet ayağıza kadar tren getirdi bundan sonra iki ayda gittiğimiz İstanbul’a üç günde varacağız.”
O vakit bir vatandaş sorar:
“Peki biz 57 gün ne yapacağız?”
Değerli Dinleyicilerim
Ben 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım. Size söyleyeceklerimin bir kısmına ben tanık oldum.
Bunların arasında beni çok etkileyen bir olay var.
Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında Sivas lisesinde benim bulunduğum sınıfa geldi.
Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz.
Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış.
İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz.
Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık.
Dersimiz hendese idi. (Yani geometri).
Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı.
Geçen derste müselleslerin nasıl eşit sayılacağını okumuştuk.
Saadet bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene müselles derdik. Saadet müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu.
Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve Saadet’e neden Yunan harfleri kullandığını sordu. Saadet, hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum deyiverdi.
Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi.
Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı. Bakanlık bir kitap göndermişti, onda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı.
Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine abc yazdı. Bize; “arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi.
Aradan bir hafta geçmeden abc’li yeni kitabımız geldi.
Atatürk dilin sadeleşmesine ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok önem verirdi.
Halkçılık onun inanışında kuru bir slogan değildi.
Halkın arasına karışmaktan çok hoşlanırdı.
Bir gece Atatürk kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı aramış taramışlar. Atatürk yok.
Sabaha yakın Onu Samanpazarı’nda bir kahvede, halka karışmış Zeybek oynarken bulmuşlar.
Cevat Dursunoğlu şunları yazdı:
“Mustafa Kemal Paşa Erzurum kongresine gitmektedir, yıl 1919. Ilıca köyüne varınca bir ağacın altına oturup kahve içmek isterler. Kahveler içilirken yolda bir kağnı belirir. Pılı pırtı yüklü kağnıda iki de delikanlı oturmaktadır.
Kağnıyı yetmişlik bir ihtiyar sürmektedir. İhtiyar çağrılır.
Paşa sorar:
“Baba nereden gelip, nereye gidiyorsun?”
İhtiyar:
“Çukurova’dan gelirem, Erzurum’a gidirem.”
Paşa sormaya devam eder:
“Baba Erzurum’da ortalık karışık, savaş tehlikesi var. Eşkıya tehlikesi var, niye gidiyorsun? Çukurova’da geçinemedin mi?” İhtiyar Mevlut Dayı:
“O nasıl söz paşam Çukurova verimli topraktır, insanı diksen yeşillenir. Bizim uşaklar da çalışkandır, bey gibi geçinip gidiyorduk. Ama duymuşam ki padişah Erzurum’u düşmana verecekmiş, gelmişem ki görim, kimin malını kime verir?” der.
Paşa yanındakilere der ki
“Arkadaşlar bu milletle başarılamayacak hiçbir iş yoktur.”
Değerli dinleyiciler
Size Atatürklü yıllardan unutamadığım bir olayı daha anlatacağım. 1930’lu yılların başında sanıyorum, Atatürk, gece geç vakit Mısır Büyükelçiliğini ziyaret eder.
Sabaha kadar yenir, içilir, eğlenilir.
Güneş doğarken Atatürk Mısır elçisini balkona çağırır ve şunları söyler.
“Buradan güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, esir milletlerin de birer birer kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarını elde edeceklerini öyle görüyorum.”
Atatürk'lü Cumhuriyet her zaman müstemlekecilere karşıt, küçük devletlerden yana, onurlu bir politika uygulamıştır.
Cezayirli gençler Fransız müstemlekecilere karşı kanlı bir savaş verirken ellerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıyordu.
Hindistan bağımsızlığının büyük lideri Gandi İngiliz parlamentosunda şöyle konuşuyordu:
“Haydi beni tutuklayın, ama tutuklamakla iş bitmiyor.
İşte Türkler kendi cenaze törenleri için hazırlanan tabutu istilacıların başında parçaladı.”
Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos zaferimiz üzerine şöyle diyecekti:
“Bu zafer bütün esir milletlerin zaferidir.”
İngiliz başbakanı Lloyd George, Çanakkale savaşının en büyük destekçisi idi. Türkler koca İngiliz İmparatorluğunu Çanakkale’de dize getirince Lloyd George parlamentoda şöyle konuşacaktı:
“Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa Kemal’in iradesini kıramadık, ben istifa ediyorum.”
Değerli dinleyicilerim
Ben yüz yaşına yaklaşmış bir faniyim.
Öyle zannediyorum ki İngilizce, Türkçe, Fransızca kitaplarım, makalelerim ve Amerika’da Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de, İran’da ve Türkiye’nin birçok kentinde yaptığım konuşmalarımla bu kadar güçlüklerle bana emanet edildiğine inandığım Cumhuriyete karşı görevimi yaptım...
Genç arkadaşlarım,
Atatürk Cumhuriyeti özellikle sizlere emanet etmiştir.
Onu çağdaş ve gelişmiş memleketlerin daha yücesine çıkarmak sizin çalışmalarınıza ve gayretinize bakıyor.
Bu görevi başaracağınıza ben inanıyorum.
Konuşmamı bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.”
Prof.Dr. İlhan Başgöz
T.C. Şikago Başkonsolosluğu
19 Mayıs 2019
./.
4 notes
·
View notes
Text
Bitmeyen göç...
Yine yeni ve yeniden yolculuk. Uzun uzadıya gidiyor gidiyor ve gidiyoruz. Ve galiba bu gidişler bana iyi geliyor. Gitme eylemi, gidebilöe yetisi kalbe iyi geliyor.
Yuvamıza dönüyoruz. İki aydır memlekette idik. Başlarda çok sıkıntı yaşasakta sonra alışmış, hatta zevk almaya başlamıştık. Bu süreçte anladım ki eş ile ailenin uyum sağlaması kolay bir iş değilmiş. İki tarafında müthiş bir çaba göstermesi gerekiyormuş. İlk 3 hafta cehennem gibi geçsede devamında bol sukunetli bir aile havası yaşadık. gönlümüz hoş oldu. Bu süreçte eşime bir kere daha yürekten teşekkür ettim. Onun vakarı olmasa atlatılacak bir süreç değildi. Zira annemin bir dili var gerisini anlatmama gerek yok. 😅😅
Velhasıl tatil bitti şimdi yuvamıza dönüyoruz. Şaka bir yana evimi çok özlemişim yola çıkınca daha iyi anladım. Orası sadece evim değil sevdiğim adamla yüreğime bir çatı olmuş, günlük hayatın tüm debdebelerinden beni koruyan bir sığınak olmuş. Özledim, her sabah yari tebessümle kahvaltıya çağırıp işe uğurlamayı, akşam yemek kokuları ile karşılayıp boynuna atlamayı. Velhasıl bizşn tempolu hayat yeniden başlıyor. İş güç koşturmaca...
8 notes
·
View notes
Photo
Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, düşündüm: Biz neden böyleyiz?
Aziz Nesin
╚►Sözler Gif Linki:
Aziz Nesin sözleri: 3. Bölüm (1915-1995) Namussuzluk diz boyu. Aziz Nesin İşte ömür gelmiş gidiyor. Aziz Nesin Evet, inanmaya inanmıyoruz. Aziz Nesin Günden güne ahlâk bozuluyor. Aziz Nesin Evet, insanlığımızda eksiklik var. Aziz Nesin Makam insanın başını döndürür. Aziz Nesin İnsan ya olursa diye inanıyor işte. Aziz Nesin Her gün bal, börek yese insan bıkar. Aziz Nesin Particilerden çekmediğimiz mi kaldı? Aziz Nesin Biz bu kuyruklu yalana nasıl inandık? Aziz Nesin Gerçekte zübük biziz, benim, sensin. Aziz Nesin Bunca azmanın sonu, mutlak felakettir. Aziz Nesin Yatıra matıra, türbeye, kıtıra inanmayız. Aziz Nesin Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır. Aziz Nesin Analar ne zübükler doğururmuş kardeşim. Aziz Nesin Gavur kıbleye dönmekle Müslüman olmaz. Aziz Nesin Doğru adamı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin Ben yüreği dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Aziz Nesin İnsanın nerde karnı doyarsa, orası vatanıymış. Aziz Nesin İşin kötüsü bir bok bilmediğini de bilmiyorsun! Aziz Nesin Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor. Aziz Nesin Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin ol. Aziz Nesin Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok? Aziz Nesin Yayımı kastım, okumu bastım, daha geri dönmem. Aziz Nesin Kişi aldığına göre satar, atasından gördüğünü işler. Aziz Nesin İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış. Aziz Nesin Kardeş, bu cemiyet temelinden doruğuna çürümüş. Aziz Nesin Kendine hayrı olmayanın memlekete hiç hayrı olmaz. Aziz Nesin Zübük: Kendi çıkarları için her yolu mübah sayan kişi. Aziz Nesin Olmaz, din işine politika işini karıştırmayalım, biz laikiz. Aziz Nesin İt izi kurt izine karışmış, alan belli değil, satan belli değil. Aziz Nesin Dünya kurulalı, analar böyle bir rezil daha doğurmamış. Aziz Nesin Vergini verme, rüşvetini ver; bu zaman böyle bir zaman. Aziz Nesin İnsanoğlunun yiğitliğini yol arkadaşlığında sınayacaksın. Aziz Nesin Sen bilirsin deyince kavga olmazmış, benden söylemesi. Aziz Nesin Balık baştan kokar. Koku başı sardı da kuyruğa bile geçti. Aziz Nesin Böyle bir namlı namusuzun iyiliğinin altında kalacak değiliz. Aziz Nesin Sakal koyvermekle adam, adam olmaz; keçinin de sakalı var. Aziz Nesin Her yiğidin yüreğinde bir aslan yatar. Yiğit yüreği aslan kafesi. Aziz Nesin Bu bizim insanımızda yürek yok, yürek. Ulan korkacak ne var? Aziz Nesin Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir. Aziz Nesin Bizim gibi avanaklar olduktan sonra, Zübük'ün bize ettiği az bile . Aziz Nesin İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz. Aziz Nesin Yahu, ne oluyoruz? Bu bizim insanlarımız hep dellendi mi, nedir? Aziz Nesin Bu zaman namussuz zamanı. Kimse doğruluk üzere iş görmüyor. Aziz Nesin Padişah yoksa Cumhuriyet var. Hem de demokrat bir Cumhuriyet. Aziz Nesin Hiç kendimi tutamıyorum. Çok kızgın ve çok duygulu adam oldum. Aziz Nesin Evet, korkunun çeşidi var. Kimi, korkudan korkar, kimi yiğitliğinden. Aziz Nesin "Halk bilir" diye halkı uyutmuşlar; biz de buna aptalcasına katılmışız. Aziz Nesin Bu zübüklük bizde yaşıyor. Onları birer zübük olarak yaratan bizleriz. Aziz Nesin Biz önce kendimizi kandırıp onları da bizi kandırsınlar diye zorluyoruz. Aziz Nesin Hele bir yel üfürsünde ağam harmanı ne yana savuracağımızı biz biliriz. Aziz Nesin Bunların hepsi bilir ki, bu Zübükzâde, tarihlerin yazmadığı bir namussuz. Aziz Nesin Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Aziz Nesin Bu politika ne demek arkadaşlar? Propaganda demek. Yalan dolan demek. Aziz Nesin Sevgim öylesine coşkun ki kızmaya dönmüş; olmaz ki, bu denli de olmaz ki. Aziz Nesin Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğünde bizimde bir parçamız var. Aziz Nesin Şimdilik anlıyabildiğim, Amerika, uygarlığını önce cıgarasıyla yaymaya başlamış. Aziz Nesin Herif, hükümetin gölgesine girdi mi, bu küçük yerde bir hükümet de o olur çıkar. Aziz Nesin Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, düşündüm: Biz neden böyleyiz? Aziz Nesin (-)Bizim burda kız, körpeliğini eskitti de yirmibeşi buldu mu, artık evde kaldı demektir. Aziz Nesin Delilik, bir insanı tımarhaneye götürecek kadar değilse, en sağlam dokunulmazlıktır. Aziz Nesin Doktorlar anlamadı ama ben hastayım. Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk, kırgınlık. Aziz Nesin Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Aziz Nesin Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, aramızda Zübükzâde'den yalancı dolancı var mı? Aziz Nesin Bilir misin kalabalıkta insan birbirinden utanıp din gayretine geliyor da kesenin ağzını açıyor. Aziz Nesin Şimdi eşkıyalar şehre inmiş de kanun kitabına bakıp bakıp maddeye uygun adam soyuyorlar. Aziz Nesin Söyle Nuri, söyle Kör Nuri, ben bu Zübükzâde'nin nüfus cüzdanını sahipsiz bıraksam, yeri mi? Aziz Nesin Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa bu ırzı kırığın vasfına yetmez, hangi birini anlatsak ki. Aziz Nesin Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk,kırgınlık. Ne başkaları için yaşayabiliyorum, ne kendim için. Aziz Nesin 'Korku dağlar bekler,' demişler. İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz. Aziz Nesin İnsan koltuk Sevdasına tutulmaya görsün koltuktan kalkamaz kalksa kıçı kaşınmaya başlar hemen. Aziz Nesin Ulan bu nedir imansizlar! Başka safali yer bulamadınız da mı, kabristanda içersiniz. Zift için alçaklar! Aziz Nesin Bir adam ki, ölü memuru diri ve tebdilhavalı gösterip hazineden maaş aldırtır, daha bunun nesi kalmış. Aziz Nesin Yahu,herifin alçaklığını benden iyi bilen yokken, o sözleri dinleyince içim bir hoş oldu, gözlerim sulandı. Aziz Nesin Bu adam bir kere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapamayacağı kötülük yoktur. Aziz Nesin Halk hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey sezemiyor. Bilse, sezse, bunca yıllardan beri aldatılır, kandırılır mıydı? Aziz Nesin Politika ne demek? Biri bin göstermek demek.İcabında pireyi deve,icabında deveyi pire yapmak demek. Aziz Nesin Biz halisinden Atatürkçüyüz ve Atatürk hazretlerinin izindeyiz. Öyle yatıra matıra, türbeye, kıtıra inanmayız. Aziz Nesin Bu devir namussuz devri. Kimse doğruluk üzerine iş görmüyor. Doğru adamı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin Öyle ya. Bu adam bikere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapmayacağı kötülük yoktur. Aziz Nesin Her ne çektiysek , kendi beyinsizliğimizden. Bizde bu kafa varken , bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir. Aziz Nesin Bu zaman namussuz zamanı. Kimse doğruluk üzere iş görmüyor. Doğru adamı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin Bizim başımıza her ne kötülük gelmişse , bilgisizlikten gelmiştir. Biz bilgisizlikten çok çektik , daha da çekmekteyiz. Aziz Nesin Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizlerde birer Zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin Kürsüye çıkıldı mı sen bana soversin, ben sana soverim. Siyasi patirtisi bitti mi vay kardeşim diye kucaklaşır, öpüşürüz. Aziz Nesin Son derece ahlaksız, şerefsiz, haysiyetsiz ve kalleş biriydi.Maaşlı bir eleman iken aldığı rüşvetleri yastık altında biriktirdi. Aziz Nesin Dağ eşkiyası eskidenmiş. Şimdi eşkiyalar şehire inmiş de kanun kitabına bakıp bakıp maddeye uygun adam soyuyorlar. Aziz Nesin Son günlerde ki gündemi gördükçe sıkça düşündüğüm. Yahu, ne oluyoruz? Bu bizim insanlarımız hep dellendi mi, nedir? Aziz Nesin Biliyorum çürümüş bir toplumumuz var. Nice uğraşsak da bu çürümüş toplum içinde bizler sağlam kişiler olarak kalamayız. Aziz Nesin Bizde, yok yere ahbaplığı sıkıladın da canciğer göründün mü, arkasından bir alicengiz oyunuyla kazık atılacağını cümlemiz biliriz. Aziz Nesin Yağma, talan, soygun ve vurgun etiketi oldu. Yalanlarıyla insanları kandırdı, kamplara ayırdı. Namuslu insanları birer birer harcadı. Aziz Nesin Şimdi biz yediğimiz kazıklar çıkar mı diyerek bile bile bir yalana daha göz yumuyoruz. Kazıklandıkça, insanın yalana inanası geliyor. Aziz Nesin Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübükte' te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. Aziz Nesin Derin düşüncelerin sonunda şunu anladım:Bizim Zübükzade'nin yalanlarına inanmazken inanmış görünmemiz, kumara benzer bir iş. Aziz Nesin Bu herifte bu zihin, bizlerde de bu avanaklık varken, herif istese bizim bura insanını yediden yetmişe önüne katar da davar diye güder. Aziz Nesin Biz böyleyiz, bizden ne köy olur, ne kasaba. Böyle gelmiş, böylece gideriz. Lanetlendik mi, beddua mı aldık nedir? Çilemizdir, çekeceğiz. Aziz Nesin Şu bizim adamlarımızda akıl mı var? Ben mebus olsam, kimin için olacağım? Kendim için mi, bura insanı için mi? Hiç bunu düşünen yok. Aziz Nesin Biliyorum kızıyorsundur bana. Ben de kızıyorum kendime. İçip içip körkütük sarhoş olunca gece yarısından sonra evime gelip ağlıyorum. Aziz Nesin Hayır, bize kimseler etmedi, biz bize ettik. Elin yaban kopuğunu,beyim sen şöylesin, beyim sen böylesin, diyerek zorla başımıza bey ettik. Aziz Nesin Herkes partiden çekilse de, o bibaşına bu kasabada parti kalesini kanının son damlasına kadar koruyacakmış. Allah da partiyle berabermiş! Aziz Nesin Ulan, herif bir başına devlet olmuş. İstediğini Orman Muhafaza Memuru yapar, dilediğini vali tâyin ettirir... Bu ne be... Biz hep öldük mü yoksa. Aziz Nesin Her gittiğim yerde bu zübükleri göreceğimi biliyorum . Çünkü bu zübüklük bizde yaşıyor. Onları birer zübük olarak yaratan , ortaya çıkaran bizleriz. Aziz Nesin Bu insanlar kendi felaketlerinden, mutsuzluklarından bile bir eğlence çıkarıyorlar. Kendileriyle bir güzel alay ediyorlar. Bu bir saklı intikam mı, nedir? Aziz Nesin Görmek, tekbaşına bir işe yaramıyor. Kişinin o gördüğünü alacak, benimseyecek bir düzeye yükselmesi gerekiyor. O yere yükselmedikçe, ne görse boş. Aziz Nesin Başlar, kaptıkaçtının geliş yoluna, batıya dönüktü. Ama yolu değil, havayı gözlüyorlardı. Kaptıkaçtının tozu dumanı, kendisinden çok önce havada göründü. Aziz Nesin Parayı verince ne olmaz? Onu bana bırak. Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin ol. Yahu, hakkını almak için rüşvet vereceksin. Namussuzluk diz boyu. Aziz Nesin Azrail, bu herifin canını almaya gelse, kendi canını kurtarmak için papucunun tekini bırakırdı zor kaçar. Bey, böyle bir namussuzun eşi benzeri nerde görülmüş. Aziz Nesin Zübük bir tane değil,biz hepimiz birer zübüğüz.Bizim hepinizin içinde zübüklük olmasa,bizler de birer zübük olmasak,aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin İçimden hep bağırmak geliyor. Geçenlerde Hıdırlık doruğuna çıktım. Orda kimseler yok. Dağlara bağırdım, bağırdım, ağladım... Sinirlerim bozuldu, ne oldu bana? Aziz Nesin Atatürkçü insanlara komplolar kurdu. öylesine yüzsüz, öylesine utanmaz, öylesine alçaktı ki, yolsuzluklarını ortaya çıkaranları hain, kendisini ise vatansever ilan etti. Aziz Nesin Cuma namazına gitmeleri niye, ibadet için mi? Vallaha değil. Cumadan cumaya camide buluşup avluda dedikodu yapmak için. Birbirlerini çekiştirecekler, namaz da bahanesi. Aziz Nesin Foyası ortaya çıkmaya yüz tutunca, siyasetin dokunulmazlık zırhına bürünmek istedi.Önce belediye başkanı oldu.Yağcılık yapa yapa, rüşveti her yere bulaştıra bulaştıra yükseldi. Aziz Nesin Şimdi çok iyi anladım ki; bizde zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin Yahu, o ne kepazelik, tuuu... Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükümet... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hükümet. Aziz Nesin Bu yalanlar hiç mi işine yaramaz ? Yarar. Hem de nasıl. Herif hükümetin gölgesine girdi mi , bu küçük yerde bir hükümet de o olur çıkar. Vekil gölgesine sığınınca, yanında vekil kaç para eder. Aziz Nesin Bu Zübükzade memleketimizin bir yüzkarası ama , neylersin bey , bikez mevcut bulunmuş; atsan atılmaz, satsan satılmaz. İsteristemez çekeceğiz bu namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok. Aziz Nesin Dünyada olmadık, görülmedik, duyulmadık düzen bu Zübükzade alçağında. Eğri oturup doğru konuşalım, bizim insanların hepsinin aklını toplasan, bir Zübükazade alçağının aklının ucu olamaz.Aziz Nesin Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. Gerçekte zübük biziz, benim, sensin. Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğün de bizim de bir parçamız var. Aziz Nesin Memlekette bir tek zübük ben miyim, aslında hepimizde var biraz zübüklük. Biz zübük olmaya zorlanmışız. Zübüklerden kurtulmanın birinci çaresi önce kendi zübüklüğümüzden kurtulmaya çalışmaktır. Aziz Nesin Doktorlar anlamadı ama, ben hastayım. Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk, kırgınlık.Bu umutsuzluk, ne yapmam gerekli olduğunu bilmememden geliyor. Ne başkaları için yaşıyabiliyorum, ne kendim için. Aziz Nesin Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü adamı... Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiç kimseyi de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak kendilerini kandırtmışlar. Sanki, Zübükzâde'yi zorlaya zorlaya kötü yapmışlar. Aziz Nesin Kardeş, bu cemiyet temelinden doruğuna çürümüş. Bugün bakan bakanken rüşvetsiz bir iş yaptıramıyor. Halimiz bitiktir, ahlâk sıfır... Hiç kimsenin milletvekilini dinlediği, taktığı yok. Ne var ki, biz millet vekili olduğumuzdan, alınacak rüşvette biraz indirim yapıyorlar. Aziz Nesin Gerçekten bu halkın bilip öğrenmesini istememişiz. İsteseydik, önce halkımızı bütün acı gerçekleriyle tanır, ondan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünürdük. Kendi halkımızı olduğundan üstün saymak neden? Tanrı, okuryazar bile olmayan insanlara iltimas mı yapmış? Aziz Nesin
youtube
……………………………………… ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚►Sözler Gif: https://i.ibb.co/yNr7Gcp/Analar-ne-z-b-kler-do-ururmu-karde-im-Aziz-Nesin-s-zleri-3-B-l-m-1915-1995.gif ……………………
0 notes
Text
Nereye Gidiyoruz!
YENİ HABER https://millisura.com/nereye-gidiyoruz-3678/
Nereye Gidiyoruz!
Uzun zamandır ufak tefek nedenlerle düşüncelerimi yazmayı arkalamış, kendimi sosyal medyanın derinliklerine iteklemiştim. Tam “şu konuda” yazayım dediğimde, kendimi mutlaka yazmayı öteleyecek bir nedenle karşı karşıya buluyordum. Ama kesin karar vermiş bulunmaktayım. Bundan sonra azami ölçüde okumaya ve yazmaya zaman ayıracağım. Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra yazıma başlayabilirim sanırım.
Size başımdan geçen, tanık olduğum bir kaç seyahat anımı paylaşacağım.
Bir gün Şirinevler-Avcılar minibüsüne sırtında çantası olan bir genç biniverdi. (İstanbul’da yaşayanlar bilir, bir yerden bir yere gitmek için cambaz olmalısınız. Minibüse binmek dert, seyahat etmek dert, yolcularla takışmadan gideceğiniz yere varmak dert, şöfürün iki de bir sizi aşağılayıcı davranışları ile muhatap olmak ayrı bir dert. Hele iş giriş çıkış zamanlarına denk gelirseniz harikulade güçlerinizin olması lazım. Deneyiminiz yoksa, cambaz değilseniz ve harikulade güçleriniz yoksa işiniz çok zor.)
Genç parasını uzattı ve aralarında şu diyalog geçti;
Genç: – Kaptan bir Cennet alırmısın (Cennet mahallesi)
Şöfür: – Hımmm
Genç: – Bir tane Cennet
Şöfür: – Hem cennete gitmek istiyorsun hem de parayı eksik veriyorsun!
(yolcularda gülüşmeler, kahkahalar)
Genç, bu gülüşmeler içinde parasını tamamladı ve şu muhteşem cümleyi söyledi: – Vay bee demekki bu memlekette paran yoksa cennete de gidemiyorsun.
… … …
Bir gün Güngören-Topkapı minibüsündeyim. Minibüs tıkış pıkış, nefes almakta zorlanıyoruz. Gözü doymaz şöfür habire yolcu alıyor. Arada yolculardan itiraz gelse de şöfür bildiğini yapmaktan geri kalmıyor.
Hava yağmurlu, yollar berbat, kimi yerlerde su birikintileri oluşmuş bazı yerler boş çamurlu.
İnce, zayıf, çelimsiz ve kısaboylu bir delikanlı da hemen yanımda. Eli yukarıdaki tutacaklara yetişmediği için de, düşmemek için arada bana tutuyor. Şöför, Davutpaşa sapağında bir yolcu daha almak istedi. Yanımdaki çelimsiz kısa boylu delikanlı dayanamadı. – Kaptan daha nereye kadar alacaksın nefessiz kaldık, yeter da… + Ulan sana mı soracağım? – Tabi bana soracaksın. + Ne diyorsun lan.. – Bişey demiyorum! Yeter bu kadar yolcu daha alma. + İn lan aşağıya! – Sen in lan.
Bu tartışma her ikisinin de aşağıya inmesiyle sonuçlandı.
Şöför iri yarı izbandut gibi, delikanlı sıska bücür ve çelimsiz. Yağmur o biçim yağıyor hava soğuk ve yol çamur deryası olmuş.
Şöför indi ve delikanlının yanına geldi tam elini kaldırıp tokatlayacaktı delikanlı şöfürün apış arasına bir tekme yapıştırdı ve kaçtı gitti.
Şöför bir seksen yerde. Yüzü gözü çamur içinde. Yolcularda sanki “oh oldu sana” dercesine bir tebessüm oluştu. Ne yalan söyleyeyim ben de oh demiştim.
… … …
Bir gün İstanbul-Trabzon uçağındayım. Yanımda 13-14 yaşlarında yakışıklı bir delikanlı. Muhtemelen yaz tatilini memleketinde geçirmesi için ailesi tarafından uçağa bindirilmiş. Gençle hoş bir sohbet geçirdik. Çok samimi ve içten bir çocuktu. O bana soruyor ben cevaplıyorum, ben ona soruyorum o cevaplıyor.
Yolculuğumuz sona ermek üzereydi.
Dedim ki; “Mert ben seni Allah için çok sevdim. İnşallah tekrar karşılaşırız. Kendine iyi bak.”
Mert, bana döndü ve dedi ki: “Abi bende seni Atatürk için çok sevdim.”
Şaşırmıştım o zaman Mert’i anlayamamıştım. Ama sonraları bunu idrak ettim. Bu Mert’e verilen eğitimin neticesiydi. … … …
Sevgilerimle…
0 notes
Text
Yeni Dönem, Yeni Türkçe Rap
2016 yılından bu yana değişmekte olan Türkçe Rap, sonunda maddi karşılık bulabilmesine karşın yeni sanatçılar için gereğinden fazla kompleks, problemli ve soru işaretleri barındıran bir hale geldi. Bu kompleks halin yeni sanatçıları etkilediği, gözünü korkuttuğu bu “Yeni” Türkçe Rap içerisinde, yeni sanatçılar ve prodüktörlere bir fikir olması adına yeni bir Sohbet serisi başlatmanın iyi bir fikir olduğuna kanaat getirdim. Bu başlıkta ilk yazıya gelin Şiirbaz ile başlayalım, o ne düşünüyor ? neler yapılabilir ?
Cenk : Türkiye’de “Rap Müzik Sokağı Anlatmalıdır” diye, kalıplaşmış ve “sığ” bir düşünce yapısı var. Sığ diyorum çünkü ortada bir “sokak” tanımı yok, burada sokak denen şey “Politik Erk’e Muhalefet” mi yoksa “Sosyal Eşitsizlik” mi? Bunun adına hiçbir şey konuşulmuyor. Ya da belki de sadece “Sokakta Kullanılan Dil ile yapılan Hikaye Anlatımı” mı ? Türkçe Rap’in modern dinleyici kitlesi bu üç düşünce arasında bol bol gel git yaşıyor. “Sokakta Kullanılan Dil” içerisinde kullanılan “Motor gibi Manita”yı şarkıda duyduğunda tepki gösteriyor, “Sosyal Eşitsizlik” üzerine bir parça dinlediğinde “Rap sadece bu değil, eğlence de lazım” diyor, “Muhalif” bir parça dinlediğinde Siyasi görüşü ile eleştiriyor. Bu noktada bu tabir bana yanlış ve boşlukta geliyor.
Şiirbaz : ''Sokak'' kavramının; Amerika'daki kökenlerinden,bizim topraklara maalesef pek yüzeysel translate edilmiş kavramlardan biri olduğunu düşünüyorum(freestyle ve daha sayısız hiphop kavramı gibi) Bu kültürün mental temeli atan Afrika Bambaata,Grandmaster Flash,Run DMC, Krs One,Rakim gibi zihinlerin ''sokak''ı hangi kavramda kullandıklarına dikkat eden genç ve meraklı arkadaşlar görecekler ki; bu insanların ''sokak''ı çok daha derin bir entelektüel birikimi işaret eden bir ''gerçeklik ve bununla mücadele etmeni sağlayacak bilgi'' çemberi. Bi bakıma ''madem okula gidemiyorsun,sokakta olmak zorundasın; işte burada mücadele etmen için gerekenler'' denilmek istendi Hiphop'ın üstüne inşa edildiği topluma(bkz;Biggie Smalls - Ten Crack Commandments) Bizdeyse bu sanırım ''okula gitme'' falana indirgendi,üzücü bir kayıp. ''Street intellectual'' kavramını diğer nesillere daha iyi aktarmalı. zira tek başına ''street'' de hiphop değil, tek başına ''intellectual'' da.
Cenk: Bu kafa karışıklığı, yeni başlayan insanlarda da bir zorluk yaratıyor olabilir. Sence bu yeni şekle bürünen piyasada yeni MC ve Prodüktörler ne tarz zorluklarla karşılaşabilir ?
Şiirbaz : Bence şu an en zor parkurdan geçenler ''lirisist'' olma çabasındaki çocuklar. Bu memlekette ''bişeyler söylemek'' ama öyle kenarından-köşesinden degil,gerçekten bi lirisiste yakışır şekilde birini ciğerinden yakalayarak bişeyler söylemek daima diğerlerinden daha dik bi yokuş. Kendine has olmak; eskisine nazaran daha zor,fakat içinde bulunduğumuz dönemde bunun bi kıymeti var mı,pek emin değilim; sanırım bunu benim gibi eski kafalı rapçiler takdir ediyo. Bir de en tehlikelisi olan ''illüzyon imaj'' var ki; bu en karanlık olanı. Ne zaman bu işi yapmaya hevesli bi gençle karşılaşsam; sorduğu ilk soru daima ''abi ne kadar kazanıyosunuz?'' oluyor... Bu çocuklar henüz lise çağında ve sevdikleri rapçilerin instagramında gezinirken altın kolyeler,pahalı arabalar görüyolar. Tabi ki senin-benim gibi yaşlı kurtlar bunun bir ''imaj'' olduğunu biliyoruz,fakat genç zihinler henüz bunu kavrayamıyorlar ve hayatlarını ''aa,adam iki şarkı yaptı zengin oldu,ben de olurum; siktir et dersi falan'' gibi bir yanılsama üzerine kuruyorlar. E tabi hiçbişey gerçeğin tokadı kadar can yakmıyor sonra. Bu çocuklara Türkiye'de bu işten karnını doyurmanın(özellikle kendin kalarak,onurlu bi duruşla) ne denli imkansıza yakın olduğunu söyleyince de hayal kırıklığına uğruyorlar. Sevdikleri rapçiler ''imaj''larını bozmamak için asla bunu söylemeyecekler ama; ben burdan genç arkadaşlarıma apaçık(kendini beğenmiş bla bla olmak pahasına) söylemek isterim; yok öyle bi pasta. Varsa en fazla 10-20 kişiyi gerçekten doyurur. Çok çalışman gerekecek.
Cenk: Hadi bu soruyu biraz daha genele taşıyalım, “yeni bir” isim değil, yola başlayalı zaman geçmiş. Artık bir “MC” diyebileceğimiz biri için aşılması gereken en büyük hendek nedir ?
Şiirbaz: Dünya'nın daha özgür memleketlerinde cevabım ''müzik formülü ekseninde kendini gerçekleştirmek'' olurdu,fakat Türkiye'de ''baskıya rağmen bişeyler söyleyebilmek'' demeliyim sanırım. Buradaki ''rap dinleyici''sinin öyle garip bir ikiyüzlülüğü vardır gençler. Şu ''artıg rep hep popüler yeaaa,pırotest rap yapan galmadı'' diye tweet atan abileriniz var ya? Onların hayatı ağzını açan rapçilere ''törörüst,vatan hayini'' demekle geçti,emin olun. Hiç yüklemeyin öyle yükleri kendinize. Biz yandık,siz yanmayın; Allah aşkına:)
Cenk: Yeni isimlerin birey olarak hareketten ziyade, Tayfa –Crew- Mantığı ile hareket ettiğini gözlemliyorum bir süredir. Ancak bu Tayfa mantığı Türkiye’de hala çabuk bozulan, suni bir noktada. Sence ileride bu Mantığın Türkiye’de oturması Rap Müzik için Pozitif bir gelişme mi yoksa bir engel mi olur ?
Şiirbaz : Eğer bu ''kamplaşma''ya değil,daha çok işbirliğine yol açarsa; şüphesiz biz icra edenlerin mental olarak daha gürültü-patırtıdan uzak olması ve ''sağlıklı rekabet''le gelişmesi adına hoş bi adım olur diye düşünüyorum. Maalesef yaşadığımız coğrafyada ''rekabet'' daima ''haset'' ve benzeri şeylerle karıştırılıyor. Ben daha ''demir,demiri döver''ci bi elemanım. Özellikle ''dost'' olduğum insanlara,parça yaparken ''mahvedicem olum seni'' vs.lerle sataşmayı pek severim:) Bunu zehirli duygularla yaşamadıkça; eninde sonunda yapacağı tek şey,sürekli potansiyelimizin daha uç noktalarını ortaya çıkartmak olacağına inanıyorum.
Cenk: 2010’a doğru bir bakış atalım, 2010 dönemi ve 2016 sonrası dönem arasında Müziği icra etme açısından nasıl farklar görüyorsun ?
Şiirbaz: Teknik olarak bişeylere ulaşmak,ögrenmek,edinmek çok daha kolay. Fakat aynı sebepten dolayı ''bir fark yaratmak'' da öyle. Bu çocuklar beat yapmayı,rap yazmayı,mix yapmayı aynı kaynaklardan ögreniyolar... Biz biraz daha ''kurcalayarak bul'' nesliyiz,bilirsin. Zaten bu yüzden çok farklı soundlar üretmiş olduğumuzu düşünüyorum. Konu ''müzik'' olduğunda ''mixin ille de şöyle olmalı,ille de şu drumları kullanmalısın'' falan gibi tatavalara kanmayın gençler! Kendinizi gerçekleştirin,önemli olan bu.
Cenk: 2016 sonrası dönemde oldukça yaygınlaşan “Eğlence Odaklı Rap Müzik” soundu sence Türkiye’de kalıcı olabilir mi ? yoksa bir akım mı ?
Şiirbaz: Neden olmasın? Bence her şey hakkında ''kalıcı'' bişeyler yazılabilir. Bi gece kulübünde gördüğün güzel bi kadınla sevişmek istemek hakkında da şüphesiz. Önemli olan bunu ''salla,çalkala''yla değil de,içine daha çok zeka katarak yapmak. Eş,dostla sohbette de hep bunu diyorum; şu masadaki çay bardağıyla ilgili iyi bi 16'lık yazabilirim. Mevzu konudan çok konuyu ne denli zekice,sanatçı penceresinden ve kendine has ifade edebildiğin.
Cenk : Türkiye’de dinleyici kitlesi bu “Eğlence Odaklı Rap Müzik” duruşuna korkunç bir direniş halinde, Rap dinleyicisinin bu denli “Muhafazakar” oluşu, yani 2010 öncesi sounda sadık kalma isteğinin temelinde sence ne yatıyor ?
Şiirbaz : Bu coğrafya insanlarındaki dindirilemez ''geçmişe özlem'' sanırım. İtiraf etmeliyim; bu, benim de aşamadığım lanetli bir tutku:) Seviyoruz nostaljiyi. Geçmişi hatırlamanın en yanıltıcı kısmı; onu daima öznel bir ''güzel'' yanıyla anışımız. Annemizden yediğimiz dayağı hatırlarken bile gülümseyişimizin başka bi açıklaması olamaz sanırım. 90'larda doğmuş,hayatın o ''analog'' döneminde şekillenmiş ve bu ''dijital'' çağa ayak uydurmak zorunda olan bir nesil olarak biraz kafası kırığız zaten.
Cenk: Piyasada ilerleyen MC’ler arasında bir şirketle beraber değil, kendi yolunda yürüyen ender isimlerden birisin, sence bu günümüz piyasası için optimal yol mu yoksa müziğini daha fazla insana ulaştırmak için ekstra bir çaban olacak mı ?
Şiirbaz : Müziğimi kimseye ulaştırmak gibi bi çabam yok. Çoğu başka arkadaşın bunu bir ''savunma mekanizması'' olarak kullandığının farkındayım ama,benim gerçekten umurumda değil. Ünlü olmak,alkışlanmak bla bla. Mizacım değil,öyle bi eleman değilim. Çok seviyorum fiziksel dünyada her anlamda ''sıradan'' ve ''önemsiz'' olmayı. Hatta önemsiz olmanın, özgür olmakla paralel bir ilişkisi oluşu konusunda bir hipotezim var. Şirketlere gelince; şu an bana ''istediğini yaz delikanlı,biz yayınlarız'' diyecek kadar mert bi şirket ortada yok. Şirketlerle çalışan arkadaşlarıma bakınca üzülmüyor değilim... İmzalattıkları şartlar utanç verici,köleleştirici. Ha,ciğerden hiphop seven bi şirket çıkıp ''al sana bütçe,zerre karışmıyoruz işine'' derse seve seve. 21. yüzyılda ''ifade özgürlüğü'' demek ''finansal bağımsızlık'' demek. Şu an şirketlerin rapçilerle imzaladıkları anlaşmalar ''bu albümlük karnını doyur,diğer albümde yine kapımıza gel.'' matematiğiyle ilerlemekte. E haliyle senin albümüne para veren ''eski müteahhit'' yapımcı gelip ''şunu giy,bunu deme'' dediğinde ''sanane len'' diyemiyorsun. önce para veren,sonra emir verir. Hiç bişey bedava değil. İfade özgürlüğü benim gözümde daima bir lirisistin ''namus''udur. Ben,ifade özgürlüğümden taviz vermektense 8-6 fabrikada çalışıp,haftasonları müzik yapmaya razıyım. Şirketle çalışan kimseyi yargılamıyorum,haddim degil. Herkesin kendince ihtiyaçları,asla vakıf olamayacağımız yaşam şartları var. Her kuruşu helalleridir,alın terleridir. Ama ben kendim olanı inşa etmek istiyorum. Sadece koltukta oturan birinin,hayatı boyunca benim ürettiğim şeyden,benden misli misli fazla kazanması; konu müzik olunca benim zoruma gidiyo. Ben ''yalnızca bu albümlük karın doyurmak'' istemiyorum. Ben fikri ve söylemi hür bi lirisist olarak yaşamak,ölmek istiyorum. ''mucizevi ve özgürlükçü bir şirket'' kapımı çalarsa bakılır mı? bakılır.
Cenk : Peki, Az önceki “Tek Başınalık” üzerinden devam edeyim; Türkiye’de Label olayının oturmasının senin bakış açından pozitif ve negatif yanları neler ?
Şiirbaz : Pozitif yanları kesinlikle daima yanında olduğum ve olabildiğince insanları bu yönde motive ettiğim ''sanatçı merkezli endüstrileşme'' yolu. Bunun nedeni de apaçık şu; artık bu müzik ''para'' ediyor ve eninde sonunda birileri bu pastayı yiyecek. O halde neden gerçekten bu kültürün içinden ve neyin ne olduğunu bilen birileri yemesin? Zira diğer seçenek 100 yıl boyunca pop yapımcılığı yapmış ruhsuz Unkapanı artıkları. Kan,ter ve gözyaşıyla yarattığımız şeyin; doğru ellerde ilerlediğine emin olmak zorundayız. Aksi halde tüm bu mücadele fena halde bok yoluna gidecek. Negatif yanını görmedim ya açıkçası. Özgürlüğün karanlık yanlarından korkmamak lazım. Biraz acemiyiz tabi bu konularda, ama öğreneceğiz kendi kendimize yetmeyi. Akbabaların payı gittikçe azalacak.
Cenk : Haydi o zaman son soru, Geleceğe dönük “mutlaka yapacağım” dediğin bir müzik hayalin var mı ? Varsa sence bu hayalin önündeki engeller veya imkanlar neler ?
Şiirbaz : ''Mutlaka yapacağım'' dediğim tek şey sürekli iyi bi lirisist olmak:) Bu sıralar Jadakiss'in ''ME'' parçasını dinliyorum ağzım kulaklarımda. Kırkıma da gelsem parçamda ''never had a wack verse'' demek istiyorum göğsümü gere gere:) Ben 17'imde mikrofon başına geçtiğimde aklımdaki tek soru ''lan acaba hayk,şehinşah,saian,kayra benim rapimi takdir edicek mi?'' idi ve Hiphop'a çok şükür kalemine özenerek büyüdüğüm daha bir sürü isimle tanıştım,onların sevgisine,saygısına mazhar oldum. E bir de ufaktan OG oluyoruz artık:) ki çok hoşuma gidiyor bu durum. Arada bir gözlerinde çok umut gördügüm genç insanlarla karşılaşıyoruz sokakta,kulislerde vs. işte Baneva'sıdır,Ohash'ıdır,Şam'ıdır. Hepsi sağolsun çok alçakgönüllü çok saygılı davranıyorlar ki bu genç insanlar benden çok daha ünlü. Sanırım bu insanlara ilham vermiş olmak; bi lirisist olarak milyonlarca albüm satmaktan daha kıymetli bi kıstas benim için. Tıpkı Kayra'nın ''bişeyler yapalım'' deyişinin verdiği gurur gibi... Başarı,sanıldığının aksine öznel bi kavramdır. Senin başarın rakamlar,kolyeler vs. ise saygı duyarım,benim başarım bu. Ölene dek bu genç insanların,hayran olarak büyüdügüm abilerimin,ablalarımın dinleyip gurur duydugu çok hiphop şeyler yapmaya çalışıcam. bu hayalin önündeki tek engel ''finansal bağımsızlık'' meselesi. onu aşmam gereken bi dönemdeyim. halledicez.Vaktin için teşekkür ederim,hiphop kal. daha sık podcast yap.
Şiirbaz’a asıl ben bu sohbeti gerçekleştirme fırsatı verdiği için Teşekkür ederim, Kulaklık Müziği 9’u beklerken, Şiir’in dünyasını ve bir MC’nin perspektifinden yeni Türkçe Rap’in nasıl gördüğünü anlamak adına güzel bir sohbetti. Umarım okuyucular için de keyifli bir okuma olmuştur.
Şiir’i takip etmek için : Twitter | Spotify
#türkçe rap#rap müzik#rap music#rap#hip-hop#hiphop kültürü#hiphop müzik#2pac#eminem#eko fresh#Ice Cube#Wu Tang#Rap yazıları#Rap Müzik Yazıları#Sansar Salvo#Pit10#Kamufle#Kool Savas#The Chronic#HipHop Yazıları#Hip-Hop Yazıları#BreakDans#Break Dans#Aga B#AgaB#Ezhel#Ais Ezhel#server uraz#keişan#hiphoplife
0 notes
Text
BUNUN ADINI NE KOYMAK LAZIM?
Türkiye'de ve dünya da bir sürü gelişme yaşanıyor. Hoş bunlar her zaman olur. Ancak bu gelişmeler gün gelir ortaya bir sonuç çıkartır. Biz de eğer bu sonuçları öngörememişsek başımıza her gelene razı olmak zorunda kalırız.
Biz Türkler genellikle olan biteni süzememiş ve başına geleceklere engel olamamış bir insan topluluğuyuz. Nereden çıkardın derseniz, tarih boyunca olan bitenler ve bugün yaşadığımız derin sessizlik, kafa karışıklığı, temiz bilgiyi alıp işleyememe gibi hususlar bana böyle düşündürtüyor.
Dünyanın en önemli coğrafyalarından birinde yaşadığımız ve bunun için çok ağır bedeller ödediğimiz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Ancak bunu bir türlü anlayamayıp gereken tedbirleri alamayışımızda bir gerçek... Bu iki gerçek bizi boğdukça boğuyor. Daha iyi anlamak için yüzyıl boyunca çıkan gazeteleri incelemek yeterli sanki sorunlar derin bir buzlukta imiş gibi aynen önümüzde duruyor.
Bir insan dünyaya mutlu ve başarılı olmak, sağlıklı yaşamak, gururunu korumak, toprağında huzur bulmak için gelir. Türkiye'de doğan birinin ya da dünyanın neresinde olursa olsun bir Türk anne babadan doğmuş birinin pek fazla mutlu, başarılı, sağlıklı ve huzurlu yaşadığını söylemek çok zor. Neden acaba?
Bu sorunun cevapları her bir Türk tarafından bireysel olarak verilmelidir.
Hiç bir fert öncelikle devlet, vatan ve millet için yaşamak üzere doğmaz. Aksine ilk önce kendi için yaşayacak ve kendi için yaşamayı becerirse devletine, vatanına ve milletine katkı sağlayacaktır. Siyasetin sevk ve idare ettiği devlette bunun için uygun zemin yaratacak ve kaynaklar bulacaktır. Halbuki bizde bunun tam tersi olmakta birey yani fert kendinden ziyade devlet, vatan ve millet için yaşamaya zorlanmaktadır.
Türk insanı devlet için yaşamaya zorlansa da, kutsallaştırdığımız devlet aldığı kararlar ile bireyi eğitimsiz, yoksul, kültürsüz ve sağlıksız olmasına göz yummaktadır.
O zaman insan eğer bir Türk ise dünyaya gelme nedeni olan mutlu, başarılı, sağlıklı ve huzurlu olarak nasıl yaşayacaktır? Bu sorunun cevabı; çok zordur olur!
Çünkü her şey birbiriyle bağlantılıdır. Devlet dünyaya gözlerini açan her vatandaşını mutlu, başarılı, sağlıklı ve huzurlu olmak konusunda desteklemelidir. Gördüklerimiz bizler için bunların gerçekleşmediğini göstermektedir.
Türkler her yerde yani ister Tanrı Dağında ister Anadolu'da isterse Avrupa'da yada ABD ve Avustralya'da birbirine benzer bir sorunlar yumağına dolanmışlardır. Hiç bir şeyi yani kendileri için iyi veya kötüyü ayırt edemedikleri sorunların müzminleşmiş olmasından çok net anlaşılmaktadır. Onlara doğruları gösterecek aydınlar ise samimi olduklarını kabul etsek bile çok yetersizdirler. Sorunun temelinde bir de bu vardır.
Şimdi yine her türlü bulanıklığın yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Devlet erkine yön veren siyasetin sağından soluna, şeriatçısından milliyetçisine birbirine benzediği günleri yaşıyoruz... Bu tuhaf değil mi? Türk'ün içeride ve dışarıda karşı karşıya olduğu her soruna karşı aynı dili konuşan bir iktidar ve muhalefet ile karşı karşıyayız... O zaman gerçekleri ve başımıza gelecekleri nasıl öngöreceğiz? Kim(ler) anlatacak bize bunları?
Başta söylediğim gibi bugün olan bitenler yarın sonuç verecek. Türk Milleti kendisinin önünü açacak ve yaşananlar karşısında akıl bulanıklığını ortadan kaldıracak siyasetçileri ve oluşumları göremiyor. Hep bir yanlışa "icbar edilmek" durumu var.
Osmanlı bir anda yıkılmadı ve Türkiye Cumhuriyeti bedelsiz kurulmadı! Bunu düşünmek bile bugün yaşadıklarımıza bir ışık olması gerekir...
Bugün suyumuz var ama böyle kullanmaya devam edersek yarın olmayacak... Tek kullanımlık tohumlar yarın toprağınızı körletecek ve açlığa yelken açacaksınız... Peşkeş çektiğiniz madenler ve yer altı zenginlikleri tükenince namerde bügünden daha fazla muhtaç olacaksınız... Sağlığınız için ilaç ve diğer materyalleri üretemezseniz ameliyat masalarında inleyeceksiniz... depreme tedbir almazsanız beton yığınlarının altında kalacaksınız, memleketi istila etmiş sığınmacıları geri göndermezseniz demografik yapınız bozulacak ve bugünleri mumla arayacaksınız.. memleketten kaçmanız da sorunu çözmeyecek Türk olmanız size gittiğiniz her memlekette en büyük sorun olacak...
Kimse bunlar için halkı ayağa kaldıracak bir politik söylem de geliştirmiyor değil mi?
Gelin günümüzü gün etmeyelim! Kafa bulanıklığını giderelim! Yerli ve milli aynı zamanda da bağımsız siyasetçilerle gelecek için tedbir alalım.. Artık hepimiz biliyoruz ki, gelecek çok çabuk geliyor...
Özcan PEHLİVANOĞLU
https://twitter.com/O_PEHLIVANOGLU
0 notes
Text
Xanım Mılan:Prag’da bir Diarıbekirli, ısmarlama siyasi davaların 63 yaşındaki eli kelepçeli mağduru
Lobiler, ısmarlama siyasi, ekonomik savaş ve sonuçlar. 10 yıl önce yapılan davete Nisan 2017’de evet diyebildik. Ailece İsviçre’den Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemeye başladık. Hepimizde tanımadığımız bir ülkeyi tanıma, sanat, tarih, insan emeğinin güzelliklerini sergileyen, yaşam sevinci veren Prag ve diğer şehirleri tanıma istemi dorukta sabaha doğru mutluluk rüzgarlarına kaynaklık eden Prag’a vardık.
Kısa bir şehir turu sonucu mimari ihtişamı izlemeye başladık. İnsan olarak 360 derece bakış açımız yok. İlk kez adım attığım topraklarda bir yönü izlerken diğer yöndeki güzelliği görememenin kaygısıyla bakarken en iyi şekilde görme çabası harcadım.
Paris şehrinin altı katı büyüklükte yüzey alanına serpilen, nüfus olaraksa Paris’e göre çok az sayıla bilinecek insana yuvalık yapan bu şehir med-cezir misali her yıl yüzbinlerce turiste ilham verip, heyecanlandıran, bilgi kaynağı oluyor. Öğretici, eğitici sayfalarını duvarlarında sergiliyor. Kendi bilgeliğini gizlemiyor, faydalanmak isteyenden esirgemiyor.
Doğası, tarihi binaları, bohem felsefesinin mirası dekorasyonları haklı olarak insanları kendisine doğru yöneltiyor, yönelenleri de kucaklıyor. Sadece Prag değil sürekli bilgi açlığı çekenlere, öğrenme istemini doyuramayanlara kucak açan, bu ülkede her şehir farklı bir bilgi hazinesi.
1340 larda yenilenmiş olan Marienbad adlı kaplıca şehrine girdiğimizde muhteşem bir görüntüyle karşı karşıya kaldık. Dr. Yekta’nın çek dilini öğrendiği bu şehirde bulunan tedavi merkezleri, binaların muhteşem güzellikleri ben de ne mutlu bana ki bu varlıkları, güzellikleri görme olanağına sahip olabildim, tanıdıkça, öğrendikçe yaşam güzelleşiyor duygusunu doruklara yükseltti. Bu tablo şehirde bulunmanın mutluluğu, insan, doğa sevgisi güneş ışınları gibi beni ısıtırken, bir eşarp gibi başımı sararken, bir gözlük gibi daha net görmemi sağlarken, burada öğrenim gören kişilere sunulan olanakları öğrendikçe de heyecanım benden önce şehrin merdivenleri tırmanıyordu.
Goethe’nin evine doğru ilerlerken Bethoven, Chiler, Mozart,Chopin,George Sand vb. bu şehirde yaşamış olduklarını öğreniyoruz. Üreticilikleriyle şehri zenginleştirmişler. Bize rehberlik eden bu Kürd doktor edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı bu şehirde eğitmenlerinden, şehrin yöneticilerinden öğrenmişti. Özellikle bu dalları sevmesi, öğrenmesi, gelişmesi için iteklenmişti. Atları bu şehrin kırlarında tanımış, at biniciliğini burada öğrenmişti. Burada yol haritası çiziliyor, bilgiyi kullanma, girdiği ortama uyum sağlama, bütünleşme kılavuzu eline veriliyor, geleceği şekillendiriliyor. Çok önemli bilgi olanaklarına kavuşması sağlanıyor. Kendisinin geleceğinin anahtarı olan öğrenme kapasitesi Kürd ulusunun zekasının sembolüdür. Onurla temsil eder, sözcülük yapar. Akıl tembelliğinden uzak durmayı öğrenip beynini enerjik vücuduyla bütünleştirir. Vucudundan fazla enerji tüketen beyninin her gün düzenli olarak kullanır.
Bu beyin bu olanaklar içinde koşulları değerlendirir, kendisini geliştirir. Halkının dili, kalemi, yazılı tarihi olmaya karar verir. Birey ve güzel sanatlar, birey ve doğal yaşam felsefesi bu şehrin okul sıralarında yuvadan uçmayı öğrenmeye başlayan Kürdistan isimli bu şahine enjekte edilir. O, edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı kendi kimliklerinin, dünyasının, sosyalizasyon kazandığı Diarbekir topraklarının insanlarının sesi, çığlığı olmak için değerlendirir.
O bu şehirdeki anılarını anlatırken, ben İstanbul’da bana ve bizlere yaşatılanları yeniden film şeridi gibi hatırlamaya başladım. İyi ki bu olanaklardan yararlanabilen insanlarımız olmuşlar düşüncesiyle kendisini dinledim. İstanbul’da 12 Eylül cuntasının şemsiyesi altında geçen kendi öğrencilik dönemimi, yaşadığım, üzerimde uygulanan devlet şiddetini, lise öğrencisiyken fizik hocası tarafından dövülüşümü ve bu şehirdeki öğrencilerin öğrenmeleri, gelişmeleri, uygulayıcı olabilmeleri için özellikle siyasal sistemin temsilcileri, öğretenleri tarafından iteklenmelerini, değişik alanlarda, konularda eğitilmelerini, yaşama kazandırılmalarını duydukça keşkelerle dakikaların birbirlerini kovalamalarını bile his edemedim.
Keşke kullanma olanağı bulduğunuz o olanakların %5 ine bende sahip olabilseydim ve gençlik dönemimi Selimiye, Metris cezaevlerinin hücrelerinde değil de sizin yaşama olanağı bulduğunuz böyle öğretici, eğitici, geliştirici bir ortamda ve itekleyici, öğrenme aşkını vücuda enjekte eden koşullar içinde geçirebilseydim, dedim. Güzelliklerin çirkin görüntülerle yer değiştirmemeleri için yönümü suyun sesine doğru çevirdim. Anı yaşamak, değerlendirmek kötüyü kovmak, etkisini sıfırlayabilmek güzelleştirici etkiyi şahlandırıyordu.
Dünya Kürd Ögrenciler Birliği’nin üyesi ve burslusu olarak Çekoslovakya’ya adım atan Dr. Yekta bütün olanaklardan yararlanabilmiş, şiir, müzik, resim, heykel, mimari, tiyatro gibi insanları estetik yönden besleyen, büyüten, zenginleştiren, zevk duygusunun filizlenmesini, çiçek vermesini sağlayan sanatları uygulanan yerlerde tek tek ve geçmişe yönelik özlem dolu anılarıyla gülümseyerek anlatırken ben her heykelin, her resmin anlamını çözmeye, detayları gözden kaçırmamaya çalışıyordum.
Ben de heyecan ve hayranlık birbirlerini çekiştirip ön sırayı kapmaya çalışırlarken nisan ayında yuvalarını bekleyen, alanlarının sınırlarını belirleyen kuşların ötüşleri bana huzur veren Demis Roussos’nun sesini kulaklarıma taşıyorlardı. Yüzey, hacim, mekân sanatları deryası olan bu şehir, bu güzelliği kucaklayan parklarıyla, ormanlarıyla “beni örnek al, memleketinde de uygulanabilir, niye olmasın?” ıslığını kulaklarıma doğru itekliyordu. O itekledikçe ben kendisine doğru yaklaşıyordum. Ben bu şehri güzel sanatların merkezlerinden biri olarak kabul ettim. Çünkü o kendisini kabul ettirdi.
II. Dünya Savaşı’na kadar Çekoslovakya Alman ve Yahudileri tarafından yaşanılan bu şehir de marangozluk, demircilik, dülgerlik mesleklerinde uzmanlaşan insanların güzel sanatlara yönelik yetenekleri her biri bir anıt olan binalarda sergileniyor. Onlar el işlerini ruh ve duygu dünyalarıyla harmanlayıp, besleyip kendi cennetlerini oluşturmuşlar. Zevk alarak çalışmış, eserlerini seyretmiş, seyirciler oluşmasına zemin hazırlamışlar. Bizler ülkelerini inşaya aday halklara da örnek kentler, yerleşim birimleri olarak bırakmışlar. Onlar, yaşanılan yer, yerleşiklerin yaşam tutkuları, güzel sanatlarla yaşamı hoş kılma, çevreyi pozitif enerji merkezlerine çevirme, doğa, eşya ve canlılar arasındaki uyumu, dengeyi bozmama açısından da liderliği ellerinde tutmuşlar.
Bu şehirde çocuklarım ve Dr. Yekta arasındaki diyalog, bilgi sunma yarışı bana hoş anlar yaşattı. Özellikle askerlik, tarih, din ve siyaset alanında bilgi sahibi olan büyük oğlum Avrupa imparatorlukları, tek Tanrı’lı dinlerin bu topraklarda kök salmaya başlamaları konusunda bilgi kutusunu açıp düşüncelerini heyecanla ilmiklerken, kuş ötüşlerinin şemsiyeleri ve su şırıltılarından oluşan uyum arasında bizlere sunarken Dr. Yekta Çek Cumhuriyeti’nin geçmişini hatırlattı ve son 27 yıllık süreci bir tanık, yaşayan olarak konulara göre örneklemelerle bizlere aktarıyordu. Onlar bilgi tazelerken bir yandan da bazı konularda karşı çıkışlar, diretmeler yaşanıyordu. Doktorun “Sizin yaşadığınız şehir bunun yanında köy gibi kalıyor.” demesi üzerine büyük oğlum “İsviçre’de imparatorluk mirası yok. Dağlar bariyer oluşturmuşlar.
Yaşam çok zormuş. Oranında farklı zenginlikleri mevcut.”la cevap veriyor. Gece karanlığında, baharın sembolü gür bir yağmur altında Prag şehrine dönüyoruz.
Dr. Yekta kişilik olarak canlı bir kütüphane. Hemen her konuda değerlendirme yapabilecek kapasiteye, bilgi birikimine sahip. Beyinsel tembellikten çok uzak bir birey. Şakaları, iğnelemeleri, anlatımları dalgaların kumları dövüşleri, varlığı bütünleştirmeleri misali sürekli yer ve renk değiştirtiyor. Ben öğrencilik dönemini, sonrasını sormuyorum. Sorularımla rahatsız etmek istemiyor, özel ve mesleki yaşamının kapılarını çalmak istemiyorum. Misafirlik sürecinde oluşacak tanımayla, güvenle kendisinin açıklamalar yapmasını bekliyorum. Sınırlar içinde kalmayı tercih ediyorum.
Bireysel tanıma bir aşamaya vardıktan sonra Çekoslavakya’daki Gustáv Husák stalinist rejiminin Saddam Hüseyin karşıtı Güney Kürdistan’lı (Iraklı) Kürd öğrencileri Irak’a teslim etmeye başlaması üzerine Şubat 1975’de Prag’daki İsveç Büyükelçiliği’ni basarak büyükelçilik binasında yapılan açlık grevini organize eden iki Kürd öğrenciden biridir.
Güney Kürdistan içerikli siyasi faaliyetlerinden dolayı, Irak’ta Kürdlere yönelik uygulanan zulümlere karşı eylemci olması sebep olarak gösterilerek öğrenciliği bittiğinde Çekoslavak’ya dan çıkarıldığını, o tarihte oğlu Alan’ın bir buçuk yaşında olduğunu, Çekoslavakya Almanı olan eşinin Çekoslavak’ya dan çıkmasına izin verilmediğini, kendisinin girişinin yasaklandığını, diğer siyasi Kürd öğrencilerde yaşanılan “ailelerin parçalanması” gelişmesinin kendisine de yaşatıldığını, oğlu Alan’ın babasız büyüdüğünü açıkladı.
O konuştukça ben bu siyasal sistemin Kürdlere yönelik uygulamalara kayıtsız kalışlarını düşünmeye başladım. Irak rejimini protesto eden Kürdlere sınırdışı uygulaması, ailelerin bölünmesi….Kendisinin Fransa’da tanıştığı ikinci eşinin, kızı Zilhan’ın annesinin de Alman olduğunu, daha sonra Almanya’ya yerleştiğini açıkladı. Siyasal gelişmeler üzerine eski rejim yıkılmış geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştır. O, 1989 Aralık ayında yeniden Çekoslovakya sınırlarından içeriye girebiliyor, oğlunu görebilme imkanına kavuşuyor.
Siyasal sistemin değişiminden sonra 1.1.1993’de ülkenin adı Çek Cumhuriyeti olur. Yeniden yaşamaya başladığı bu ülkede siyasal bir Kürd olarak, bir iş adamı olarak sıkıntı yaşamaya başlar. Eski rejim yıkılmış, yeni rejim tam anlamıyla oturmamıştır. Geçiş döneminde insanlar oluşan sele kapılmamak için çaba harcarlar. Geçmiş siyasal kimliklerini gizlemek zorunda kalırlar. Kapitalizmin at şahlandırmaya başladığı memlekette cadı avı misali Kominist düşünceye sahip insan avına çıkılır. Gizlemeyi başaran yaptırımlardan kendisini kurtarabilir. Dünün rejiminin kahramanları işsiz kalmaya, değersizleştirilmeye başlanırlar. Korku atını şahlandırır.
Siyasal sistemin değiştirildiği dönemde O bir doktor olmanın yanı sıra iş adamı olarak yaşamaya karar vermiştir. Beyin ve beden tembeli olmayan bu Amedlinin iş ilişkileri, kapasitesi Kürdlerin ekonomik anlamda gelişmemeleri, ticareti öğrenmemeleri, sermaye birikimi sağlamamaları için çaba harcayan T.C. yöneticilerini rahatsız eder. Canları alınacak “Kürd iş adamları” listesini hazırlatanlar sadece T.C. sınırları içindekileri değil, dışındakileri de tespit ettirirler. O da “tehlikeli kürd sermaye sahibi” listesinde bulunan isimler arasına alınır.
T.C. vatandaşı bir Çerkez kendisini öldürmekle görevlendirilir. Doktor iş yerinde infaz edilecektir. Plan uygulamaya konulur görevli kişi doktorun yanında çalışan doktorun bir yakınına yaklaşmaya onunla dost olmaya başlar. Süreç içinde iş randevu almaya kadar ilerler. Randevu alıp idare binasına gelen öldürme adayı odanın kapısında silah doğrultmaya başladığı anda orada bulunanlarca etkisiz hale getirilir. Doktor bilgi vermeye devam ederken “Bununla içiçe, bağlantılı olarak Çek polisi içinde görevli bir birime bağlı polislerce de bana yönelik olarak siyasal, ekonomik, psikolojik, fiziki şiddetler uygulandı.” açıklamasında da bulundu.
O geçmişini kısaca anlattıktan sonra son cümle olarak halen rahat olmadığını, sıkıntılarının devam ettiğini, can güvenliği bulunmadığını söyleyip “Çek Cumhuriyeti’nde hukuk halen gerekli olan yerine oturmadı” belirlemesinde bulundu. Ben kendisini dinlerken 1990 ve özellikle Turgut Özal’ın öldürülmesiyle başlatılan Kuzey Kürdistan’daki şiddeti, infazları, T.C. metropollerindeki aydın-entelektüel, iş adamı, gazeteci, avukat infazlarını düşünüyor ve yakından tanıdığım öldürülen insanların resimleriyle yüz yüze kalıyordum.
Oğlu Alan’ın yetim büyüdüğünü belirtmişti. Ya kızın Zilhan’la gereken dönemleri birlikte yaşayabildiniz mi sorum üzerine “hayır” cevabını verdi. O, rejim değişimi sürecinde özel olarak düzenlenen komplolarla “tehlikeli sermaye sahibi iş adamı” listesinde yer alan biri olarak Eylül 1994’de hapse atıldığını, Alman olan eşinin yoğun baskı altında kaldığını, baskılardan dolayı mesleğinden istifa ederek Berlin’e oradan da Fransa’ya geçtiğini, 1994–1997 yılları arasında tutuklu kaldığını, ceza evindeyken de boşanmak zorunda kaldıklarını açıkladı. 3 yaşında olan Zilhan’da babasız kalır.
Özel olarak görevlendirilen bir kişinin 21.1.2015’de evine girdiğini, kendisinin dışarda olduğunu, kendisini bekleyen katil adayının alkol sevici-müptela olduğunu ve evde bulunan alkollerden içmesi sonucu sarhoş olduğunu, kendisi eve döndüğünde bu kişinin iki tabanca ve bir hançerle kendisine doğru yöneldiğini, alkolün etkisinden dolayı amaçladığı eylemi gerçekleştiremediğini vurguladı. Bu kişinin daha öncede çok sayıda suç işlediğini, bu suçlardan dolayı gereken şekilde cezalandırılmadığını, Çek Cumhuriyeti’nin güvenlik birimlerinde yer alan bazı kesimlerce kullanıldığını ve korunduğunu vurguladı.
Kendisinin katil adayı ve onu yönlendirenler hakkında şikayetçi olup dava açtığını, bu konudaki davasının devam etmekte olduğunu, davanın tümüyle kendi aleyhine dönderildiğini, kendisini öldürmek amacıyla gelen kişinin değil, kendisinin cezalandırılmak istendiğini belirtti. Tanımadığım bir ülke, değişen siyasal sistem, geçiş süreci, oturmaya başlayan yeni bir rejim, rejimin yasaması, yürütmesi, yargısı, kolluk kuvvetleri, mahkemeleri, uygulamalar…O yaşadıklarını, kendisine yönelik uygulamaları, yapıla bilinecekleri açıkladıkça ben şaşkınlık geçiriyordum. Şaşkınlığım bizzat gelişmelere tanık olduğum 29 Nisan gecesi şahitliğe dönü��tü.
Nasıl mı?
28 Nisan gecesi 21.05 civarlarında çalan zille Dr. Yekta’nın ses tonu yükselmeye başladı. “Tutuklamaya geldiler” dedi. Hızla inip dış kapıyı açmak için ilerledi. Ben şaşkınlık yaşamaya başladım ve hemen odalardan birine girip doktorun arkadaşı olan gazeteci bayana haber verdim. Tanımadığım bir üniforma içindeki kişiler ikinci kapıdan içeri girmişlerdi. Dr. Yekta önleyici tedbir olarak yalnız olmadığının anlaşılması için aşağıdan yukarıya doğru bana seslendiğinde kendisini cevaplayıp, telefonda konuşmaya devam ederek aşağı indim. Gelen tim mensuplarından bir kesimi aşağıda beklerken üçü hızla üst kata çıktılar. Ben ve doktor da merdivenleri koşar adım çıktık. Bayanla konuşmaya devam ediyordum ve telefonu polis şefi olduğunu fark ettiğim kişiye doğru uzattım. Gazeteci bayanın polislerle konuşmasını sağladım. Almaya gelenler beni görmüş, umursamaz tavrımı izlemiş ve şaşkınlıklarını da gizlemeye çalışıyorlardı.
Niye mi?
Çünkü onlar doktorun evde yalnız olduğunu düşünüyorlardı. Benim orada olmamla istedikleri şekilde davranamayacaklardı, plan bozulmuştu. Hem ordaydım hem doktorun arkadaşı bayanı, çek bir gazeteciyi haberdar etmiştim. Dr. Yekta’nın evi Prag şehrine 20 km. uzaklıkta ve ormanlık bir alanda. Doktor orada bulunan evinde yalnız yaşıyor. Bizim arabamız bahçedeydi. Perşembe günü öğleden sonra araba bahçede görülmemişti. İsviçre’ye gidilmişti. Cuma günü bende işlerimle uğraşmış ve evden çıkmamıştım, görülmemiştim. Evde bulunan dinleyici cihazlardan birisini dinleyici olduğunu anlamadan çöpe atmış, diğerini de doktorun tanıması sonucu alıp incelemiş, pillerini çıkarmış devre dışı bırakmıştık, ev dinlenemiyordu. Perdeler çekili içerisi görülmüyordu. Doktorun yalnız olduğundan eminlerdi. Kendisini alıp götürecekler hiç kimse bu gelişmeden haberdar olmayacaktı.
Niye gece karanlığında geldiler?
Şehirden uzak ormanlık alanda, yakın komşu olmayan bir yerde, karanlık ortamda, evde veya ev dışında zehirleme yapılabilinir, bir kalp krizi geçirmesi sağlanabilinir, yol kenarına terk edilecek aracında kriz geçirmiş olarak bulunabilinirdi. Kim, hangi tanıklarla neyi ispat edebilirdi? Gece karanlığı geride tanık ve iz bırakmadan faaliyet göstermek için en uygun ortamdı. Ki doktor bu tarz sıradan izsiz öldürülmeler üzerine kendisinin daha önce uyarıcı makaleler yazdığını, “İfade” adlı kitabında da konuya yer verdiğini açıkladı.
Çekya da mahkemeye gitmeyene yönelik işlemler nasıl yapılıyor?
Çek Cumhuriyeti Suriye, Mısır, Somali değil. Avrupa şartlarında normal olmayan bir gelişti. Daha önce de 1 kez mahkemelere çağrılan doktor işleyişi biliyor. Görevli kendisini arıyor, randevu alıyor, mahkeme binasına gidip mahkemeye çağrı metnini alıyor. Bu kez durum çok farklıydı. Komandolar görevlendirilmişler, bazıları bahçe duvarını aşarak içeri girmişler, bazıları dışarda beklemişlerdi. Sadece üstünü değiştirmesine müsaade edildi.
Ben doktorun bayan arkadaşının polislerle yaptığı konuşmadan sonra telefonu kapattım. Polislerden biri bana kartını göstererek “Kriminal polis” dedi ve benim kimlik kartımı istedi. Odaya dönüp pasaportumu alıp getirip eline verdim. Onlar kimlik bilgilerimi kaydederlerken ben mesleğimi açıkladım. Prag’da bahar serin değil soğuk geçiyor. Doktora kalın giyinmesini tavsiye ettikten sonra polisleri izlemeye aldım. “Kriminal polis” diyen kişi kütüphane bulunan odanın kapısından hızla içeriye doğru yöneldi. Ben de peşi sıra kendisini izlemeye aldım.
Birkaç gün önce dinleyici “böcek” cihazı bulduğumuz tarafa doğru dikkatle bakıyordu. O bakış bana merakın nedenini hatırlattı. Dinleyiciyi bulmuş, yerleştirildiği yerden çıkarmış, açmış, pillerini kenara koymuş, bilgi göndermesini engellemiştik. O kişiyse bir bileni, belki de yerleştiren olarak göz atıyordu. Dinleyiciyi bulduğumuzda doktor “Polisler gelip buralarda beklediklerinde, dolaştıklarında ben resimlerini çekiyordum. Oysa dinleyici içerdeymiş. Onlar ona yönelik görevlerini yapıyormuşlar.” demişti.
Doktor hızla giyinmişti, salona geldi ve gözlerimin önünde elleri kelepçelendi. Ellere vurulan kelepçe Kürd onurunun, dik duruşunun, kurumayan özgürlük çiçekleri serpiştiricisinin, sürekli filiz veren ağacın köküne tuzlu ayran dökmeye benziyordu. İçimde oluşan tepkiyi, sorularımı, his dünyamı perdeleyerek onları izliyor, amaçlar ve bedeller, bilinçli tutkular ve sonuçlar, halkı ateş çemberinde yaşayan cesur yüreklere reva görülenler, yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız dedim. Tutkularımızın gerçeğe dönüşmemeleri için maaşlı olarak bizlere karşı caydırıcı güç olmayı görev kabul eden, Kürd “dînemê”lerden rahatsız olanların kelepçelerinin yetenekli vücudun bileklerine takılışlarına şahidim, gözlerimi ayıramıyorum diyerek zaman kaybetmeden yapmam gerekenleri düşünüyordum.
İngilizce görevi devr aldı ve dillerini bilmediğim polislere doktoru nereye götürüyorsunuz sorusunu sorup, merkezinizin adresini verir misiniz isteminde bulundum. Gerçekleştirdiğim telefon konuşması sonucu kendilerinin evde oldukları anlaşılmıştı. Gizlenme imkanı yoktu, itiraz edemediler. İsteğim kabul gördü. Pasaportumu inceleyen kişi adresi yazıp bana doğru uzattı. Ben uygulamayı izleyen bir Kürd olarak gözlerimin önünde hareket eden kısacık bedene, kalın bileklere, 11 yaşındaki bir çocuğun ellerine sahip olan o parmakların hünerlerinden, o beynin üretiminden rahatsız, tedirgin olan karar vericilerin felsefelerinden tümüyle rahatsız olmaya başladım.
“Bedenimi hücrenize tıkayabilirsiniz ya ruhumu ve düşüncemi nasıl esir alabileceksiniz? Buna gücünüz yetmez. Herşey halkımın da diğer halklar gibi devlet sahibi olabilmesi için.” diyen insanlarımızın haykırışları, oğlunun cansız bedeni Kasaplar deresine “Newala qeseban” doğru sürüklenen Kürd ananın karnına vurarak “10 Metin daha doğuracağım” kararlılığı, cesareti, Amerika kıtası yerlilerinin işgalci beyaz adma “Güneşi, suyu, havayı nasıl satın alabilirsiniz?” Diyen görüntüleri birbirlerine halkalandılar.
Bu insana, kelepçe takılan Kürd bilgesine yönelik ağıtımı, baş eğmeyen “Diarbekir Keko” suna “dînemêr”ine yönelik direniş parçamı içimde yazmaya başladım. Ey halkım, ey insanım dünyanın en zeki, en becerikli, yetenekli, onurlu, dürüst, paylaşımcı, sosyal, suçsuz, mazlumların koruyucusu, kollayıcısı, öğretici ışığı, eğitici gönüllüsü de olsan devletsiz kaldığın sürece hırpalanacak, aşağılanacak, itilip kakılacak, sürüklenecek, hisleri doyurulmadığı için, normal çocukluk, gençlik süreçleri yaşamadığı için aşağılık duyguları içinde kıvranıp kurban arayan, eziyet etmekten, itip kakmaktan zevk alan, insani değerlerden uzak şekillenen, boğalara ok saplamak için gün sayan düşünce yoksullarının hedeflerinden kurtulamayacaksın.
Ne kadar zeki, ne kadar yetenekli, ne kadar üretici, ne kadar insancıl, ne kadar şiddet karşıtı olursan ol değersiz, kimliksiz “ayak altı” insan muamelesi görmeye devam edeceksin, efendi değil köle muamelesine layık görüleceksin kelimelerini zincirleyip 400 metre karelik evin duvarlarına doğru savurdum.
İnsansız evde duvarda asılı duran Kürdistan bayrağıyla göz göze geldim.
Doktor merdivenlerden inerken, bahçe kapısından çıkana kadar istemlerini son derece içten ve duyacağım ses tonuyla bana anlatmaya, açıklamaya, yapmamı beklediği işleri izah etmeye devam etti. Biz Kürdistan adlı damarlarla beslenen ağacın farklı yönlerde meyve sunabilen dallarıydık. Bir ulusun aynı lehçe ve farklı dini anlayışlarına sahip insanlarının evlatları, aynı siyasi, ekonomik, sosyal amaçların sahipleriydik. Koçkıri’den Farqin’e, oralardan İsviçre ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemiş, amaçlarından dolayı sürgün yaşamlara mecbur olmuş bedel ödeyen “dînemêr, dînejin”larıydık.
Ben aynı kimlikleri, amaçları paylaşan, ortak hedefleri olan, eğilmeyen kişiliğini önemseyen, halkının kalkanı olan yönünü destekleyen, savaşçı yanına gülümseyerek bakan, pozitif berraklıkta yüzmesini alkışlayan, bağımsızlık halayında yan yana zılgıt çeken, siyah derili olupta beyaz maske takmayan, sorumluluklardan, görevlerden kaçış için bahaneler aramayan bu bilenimin “Halkım insana yaraşır muamelelere layık. Ruhum özgür topraklarımda yer değiştirmeli” cümlesini evetleyen biriydim ve tek tanık olarak o anda oradaydım. Gözaltı, kelepçe, üniformalarla evlere giriş bizlere yabancı görüntüler değillerdi. Sıradanlaşan günlük yaşamların alerjik biberleriydiler.
Işıklar evden uzaklaştığında telefonumun kapağını kaldırıp bir gün önce balkonunda soğuk rüzgârın sarmaladığı çam kokularını koklarken, kuşların konçertolarını dinlerken kahvesini yudumlayarak anlattığı geçmişini hatırlayıp düşünmeye başladım. Yakın arkadaşı Çek bayanı yeniden arayıp, yazılan adresi fotoğraflayıp kendisine gönderdim. Avukatı ve Çek basınını haberdar etmesini istedim. Çok az İngilizce bilen bayanla dil sorunu yaşıyorduk. Bir yakınımı arayıp o bayanla kontak kurmasını Almanca dilinde isteklerimi aktarmasını sağladım. Diğer yandan farklı ülkelerde yaşayan meslekten iki Kürdü aradım. Kürd medya elemanlarının durumdan haberdar edilmelerini, bazı kişilerin iletişim adreslerinin verilmesini rica edip, doktorun Almanya vatandaşı olmasından dolayı alman yetkililerin de bilgilendirilmelerini talep ettim. Zamanla yarışıyordum.
Bir yandan ben bir yandan bir yakınım telefon ve e-maillerle haber ulaştırma, bilgi alma işlemleriyle uğraştık. Konuşmalarım, yazışmalarım devam ederken saat 24’e doğru hızla çalan dış kapının sesiyle bilgisayarımdan uzaklaştım. Balkona çıktığımda polislerin arasında bulunan doktoru gördüm. Kendisi evin kapısını açmamı istedi. Aşağı indim, hızla içeri girdiler ve iki kişi üst kata çıktılar. Bu kelepçeli getiriliş beni şaşırttı. Şimdimi arama yapacaklar sorusuyla onları izlemeye başladım. Doktor benden telefonunu, ilaçlarını istedi. İlaçları yerleştirmiş olduğum kutuyu uzattım.
Telefonu ararken biryandan da kendisiyle konuşuyordum. Avukatlarından birinin telefon numarasını, Kamışlo’dan olup doktorun kendisine master yapma olanağı sunduğu, 2 yıl doktorla birlikte kalan Kürd gencinin iletişim numarasını, kızının kimlik bilgilerini aldım. Psikolojik destek olacağını, geceyi daha rahat geçirme olanağı sağlayacağını bildiğim içim Doktora Kürd medyasını ve Prag’da yaşayan arkadaşını durumdan haberdar ettiğimi açıkladım. Gülümseyen gözlerle bana cevap verdi.
Kendisine konu nedir, bunlar niye geldiler, niye kelepçelendiniz sorularını sordum.
Kendisini öldürmek isteyen kişi hakkında dava açtığını, davanın aleyhine çevrildiğini, kendisinin suçlu muamelesi gördüğünü açıkladı. Hastanede yattığı için mahkemeye gidemediğini, doktor raporlarını hakime, mahkeme başkanına ve mahkeme idare müdüresine yattığı hastane odasından e-maillerle ilettiğini buna rağmen gitmeyişinin gerekçe gösterilerek gözaltı kararının alınmış olduğunu bu uygulamaya tabii tutulduğunu belirtti. Bu açıklama beni hem şaşırttı hem de rahatlatmaya yetti.
Bir Avrupa ülkesinde “Kriminal polis” o ülkede mal mülk sahibi olan, kaçma imkanı sıfır olan tanınmış bir Kürd şahsiyetini kelepçeleyerek mahkemeye götürmek için baskın yapmıştı!? Dr. Yekta Prag’dan kaçma istemi olan birisi değildi. 2 avukat tarafından savunuluyordu. Evinin basılması, kelepçelenerek götürülmesi gereken bir ölüm sevici, insanlık veya savaş suçları işlemiş her an kaçma ihtimali olan bir zanlı ya da suçlu değildi. Görüntü beni rahatsız etmeye devam etti. Ah devletsizlik demeye devam ettim.
O evinin, arabalarının, özel eşyalarının anahtarlarını bana teslim edip, isteklerini, beklentilerini yeniden sıralayarak, vurgulayarak elleri kelepçeli olarak evden çıkarılmayı beklerken gözlerime bakıyordu. Polislerin arasında olan kendisine tebessümle bakıp, yaklaşıp üç kez öptüm ve sorun yok, rahat ol, yoldaşım yanındayım dedim. Dış kapıya doğru götürülürken yalnız değilsin, yalnız kalmayacaksın, gereken her şey yapılacak emin olmalısını özellikle ekledim.
Ne kadar tutabilirler soruma “Ne olacağını ne yapacaklarını bilmiyorum, bu ülkede hukuk yok, halen yerleşmiş değil. Daha öncede iftiraya uğradım, 2,5 yıl yatırdılar. Uzun süre tutabilirler, kısa sürede de bırakabilirler. Beni hedefe koyan bu ülkede bulunan T.C.yle bağlantılı özel bir güç.” Açıklamasını ekledi. Bir yandan onunla konuşurken diğer yandan Kürd cesur yürek olmanın bedeli topraklarımızda da Avrupa ülkelerinde de kelepçedir. Yaşadık, yaşıyoruz, öyle görünüyor ki yaşamaya devam edeceğizle devam ettim.
Doktor niye eve getirildi ve ilaçlarını almasına izin verildi?
Bayan arkadaşı doktorun değişik sivil mesleklerin doruklarına yerleşmiş, oralarda görev yapan arkadaşlarına onun götürüldüğü merkezin telefon numarasını ulaştırmış, onlarda orayı aramaya başlamış ve kendisiyle ilgili bilgi istemeye başlamışlardı. Bu aramalar sonucu rahatlıkla yenebilecek bir lokma olmadığına karar verip, eve getirip ilaçlarını almasına müsaade etmişlerdi. Doktor yeniden kelepçeli olarak götürüldü. Bense ey halkım kendi cesur yüreklerini korumalı, en uzun süre verimli kalabilmeleri için gerekeni yapabilmelisin. Cesur yüreklerin korkutulmaya, sindirilmeye çalışılıyor, kendilerine bedel ödettiriliyor sen de etkileri en aza indirmelisin, Paris 9 Ocak 2013 çift devletli cinayeti unutma cümleleriyle daha rahat bir şekilde içeriye girip yeniden bilgisayarımın başına dönüp e-mailler ve telefonla bilgi aktarmaya devam ettim.
En azından gözaltıyla ilgili bilgi sahibi olabilmiştim. Kendisini içerde tutabilecekleri süre ve kendisinin yapılmasını istediği işler beni düşündürmeye devam ediyorlardı. Ben Prag’a ilk kez gelmiş bir yabancıydım. Bilmediğim bir dil, tanımadığım insanlar…Ertesi sabah gelen bir mesajla avukatının durumdan haberdar olduğunu öğrendim. Yapmam gereken şeylerin listesini yapmaya çalışırken saat 10 civarında telefonumun çalmasıyla mahkemeye çıkarıldığını ve serbest bırakıldığını öğrendim.
Kendisinin korumaya aldığı, okuttuğu Kamışlo’lu gençle gece görüşmüş ve eve gelmesini istemiştim. O da eve varmıştı. Birlikte Prag merkeze gidip doktoru karşıladığımızda fazlasıyla yorgun olduğunu gördük. Çek gazeteci arkadaşı mahkeme salonuna gitmiş, her konuda kefil olmaya hazır olduğunu belirtmişti ve yanında bekliyordu. Birlikte eve doğru dönerken doktor götürüldüğü merkezlerden, hücrede geçen saatlerden bahsetti. Eve vardığımızda bilgisayarını açıp Kürd medyasında yer alan haberleri, facebook sayfalarındaki değerlendirmeleri, kendisini tanıyanların yaptıkları yorumları okumaya başlayınca 12 saat boyunca kendisine yaşatılanların etkilerinin yüzünde oluşturduğu yorgunluk desenlerinin silindiklerini, gözlerindeki ışıldamanın yeniden doruğa doğru tırmanışa geçtiğini izlemeye başladım. Zehirin panzehiri dayanışma, sevgi, emeğinin değerini bilen, kendisinin mücadelesini onaylayan, benimseyen sayfalara pozitif hislerle nakışlanan cümlelerdi.
O gözaltına alınmadan 1 hafta önce 8–9 ay önce facebook sayfasına yerleştirdiği İran’daki idamları anlatan bir karikatür neden gösterilerek 1 ay facebook kullanamama cezası alması sağlandı. Bahçede bulunan İsviçre plakalı araç gitmişti. Evde kimsenin olmadığı, kendisinin yalnız olduğu düşünülerek 21 Nisan da verilen karardan bir hafta sonra cuma akşamı gözaltına alınmıştı. 1 Mayıs da tatildi, dört gece hücrede tutma olanağı doğuyordu.
Bu insanın sürekli huzursuz, rahatsız edilmesinin, evine böcek yerleştirilmesinin, hücrelere atılmasının, hapsedilmesinin, iftira kampanyalarının mağduru olmasının, enerjisini, zamanının iftiraları çürütmek için geçirmesinin, suçsuzluğunu ispatlamak için büyük boyutlu harcamalar yapmasının gerçek nedenlerini doktorun 29.4.2017 tarihli aşağıdaki anlatımlar ortaya koyuyor.
Dr. Uzunoğlu Eylül 2015’de Nesrin Abdullah’ın Çek Cumhuriyeti’nde düzenlenen Orta Avrupa Güvenlik toplantısına davet edilmesini, vize alınmasını sağlamış ve 2 gün yetmişin üzerinde NATO generalleriyle Rojava ve Kürdistan sorununu karşılıklı tartışılmasını sağlamıştır. Bu toplantı Rojava’lıların yani YPG, YPJ’nin NATO generalleriyle ilk temasları ve Pentagon YPG, YPJ ilişkisinin bu günkü düzeye varmasının başlangıcıdır. Bu ziyaret sırasında Nesrin Abdullah Çek Cumhuriyeti’nin bütün devlet kurumları tarafından kabul edilip (İçişleri, milli savunma vb.) aynı zamanda Çek parlamentosunun bütün partilerinin fraksiyonlarıyla görüştürülmüştür.
Orta Avrupa’nın en ünlü hanedanlığının başı ve aynı zamanda Çek Cumhuriyeti’nin muhalefet partisinin başkanı, HRW Helsinki İzleme Komitesinin kurucusu olan kişiyle makamında yapılacak görüşmeye gidildiğinde, T.C. Prag Büyükelçisi o makamın kapısında şahsen Dr. Yekta’nın ve N. Abdullah’ın o makama girişlerini engellemek için jandarma gibi kapıda beklerken görülür.Dr. Yekta eliyle onu itekleyerek N. Abdullah’la o makamın kapısından içeri girebilir.
2015 yılında Bağdat’ın çıkardığı çok büyük boyutlu sorunlar aşılarak Başur’a en fazla mühimmat Çek Cumhuriyeti’nden gönderilir. Çek Cumhuriyeti 10.000.000 nüfusuyla 2015 yılında Kürdistan’a en fazla askeri mühimmat gönderen ülke olmuştur.
Aynı yılda Mesrur Barzani Çekya da ağırlanır. 2016’nın yardım kapsamını görüşebilmek için Dr. Uzunoğlu Kürdistan parlamentosundan bir delegasyonu 20 Aralık 2015’de Çekya ya davet ettirir. Tahminleri aşan boyutta siyasi ve askeri şahsiyetlerle görüşmelerden sonra 2016’nın Kürdistan’a yardım kapsamı sabitleştirilir. 21 Aralık 2015’de Çek Cumhurbaşkanlığı’na yapılan saygı ziyaretinden sonra Dr. Uzunoğlu cumhurbaşkanlığı sarayı önünde dün gece kendisini tutuklayan aynı polislerce yani “kriminal polis” Kürd delegasyon heyetini gözleri önünde kaçırılır. Devam eden saatlerde Çek Cumhuriyeti’nin parlamento savunma komisyonuyla görüşülecektir.
Doktorun bu olayda zarar görmeden yani öldürülmeden kurtulmasını sağlayan olanak şanssa uluslararası diplomatik kurallara göre delegasyonla birlikte bulunan, eşlik eden Çek Cumhuriyeti Erbil/Hewler Başkonsolosluğu’nda görev alan bir kişinin olmasıdır. O kişi olayı hemen Çek Cumhuriyeti’nin Bağdat Büyükelçisi’ne iletiyor. Ki o kişi Uzunoğlu’nun kadim bir dostudur ve zaman kaybetmeden harekete geçme becerisi gösterir. Bağdat’ın haberdar edilmesiyle Bağdat doğrudan Çek Dışişleri bakanını arıyor. Çek Dışişleri bakanı da içişleri bakanını arıyor. Polise yapılan müdahaleyle 9 saat alıkonulan ve Çek Cumhuriyeti sınırları içinde araba içinde gezdirilen Uzunoğlu Almanya sınırındaki bir kasabada arabadan atılır.
O, dostlarının yardımıyla yeniden Prag’daki Hilton oteline vardığında Kürd delegasyonu mensuplarının bavullarıyla oteli ve Çek Cumhuriyeti’ni terk etmek üzere olduklarını görür. Durumu, gelişmeyi onlara anlatarak saldırganların amaçlarına ulaşmamaları için programın devam ettirilmesi gerektiğini belirtip, Kürdistan için kapsamlı yardımın imzalanmasını sağlar. Yapılan tüm girişimlere, şikayetlere rağmen cumhurbaşkanının doğrudan olayın üstüne gitmesine rağmen Çek polis teşkilatı içinde yer alan bu gurup halen Uzunoğlu’na yönelik olarak girişimlerini, saldırılarını devam ettiriyor…Son gözaltı da bu girişimlerden biridir. Evde elleri kelepçelenerek götürülmek, 1 geceyi pis bir hücrede geçirmek.
29 Nisan günü nöbetçi olan deneyimli hâkim suçlamalara, belge olarak önüne sürülen dosyadaki kağıtlara bakınca başını ellerinin arasına alıp “Olamaz, bu nedenlerle mi gözaltına alındınız? diyerek tepki gösterip, avukatın savunma cümlelerini dinleyip, doktorun serbest kalmasına karar verip, kendisine “dava açma hakkınız var.” der.
Ismarlama siyasi savaşın mağduru olan bu Kürd:
— Yekîtîya Xandekarên Kurd Li Dinyayê beşa Ewrupa/Dünya Kürd Öğrenciler Birliği’nin Avrupa Birimi üyesidir. –Sınır tanımayan doktorlar adlı silahlı çatışma, salgın hastalık, doğal afet durumlarında etkilenen, mahrum olan insanlara acil yardım hizmeti veren uluslararası bağımsız tıbbi insanı yardım kuruluşunun kurucularındandır. –Kürd ve Çek PEN’lerinin üyesidir. –Yaptığı çeviriler ve yazdıklarıyla 40 kitabın basılmasını sağlamış, makaleleriyle binlerce insanı aydınlatmış bir yazar ve çevirmendir. –10 sene Çek Cumhuriyeti başbakanlığı yapmış, iki dönem de cumhurbaşkanlığı yapmış olan bir çekle ortak “Çek Cumhuriyeti’nin ekonomik perspektifleri” adlı kitabı yazma becerisi gösteren bir yetenektir. –1994’den itibaren kendisine yaşatılanlardan, yapılanlardan yılmayıp, teslim olmayıp, gösterdiği dirençten, verdiği mücadeleden, medeni cesaretten dolayı Çek Cumhuriyeti’nde “Harta 77” adıyla dağıtılan ülkenin en prestijli ödülünü “František Kriegel» alan ilk yabancıdır. –Siyasi sığınma başvurusunda bulunduğu Alman devletinin vatandaşıdır. –Alman devletinin vatandaşı ve bütün bilinciyle, enerjisiyle, zamanıyla, olanaklarıyla halkının yanında yer alan bir rêzan, kılavuz bir siyasetçidir. –Ateş çemberi içine gitmekten çekinmeyen, Avrupalı siyasileri alıp Rojava’ya gidip durumu bizzat yerinde gören, gösterendir. –“Kobani düştü düşecek.” diyenlere cevaben Kobani’ye gidip, Kobani’de direnişi örgütleyenleri Çek Cumhuriyeti’ne davet ettirip en üst makamların görevlileriyle yüz yüze görüştürendir. -Kürdlerin Prag şehrindeki tek kişilik orduları, medya aracılığıyla doğrudan bilgilendirmeyi üstlenen bilgisayarlı savaşçısıdır.
Doktorun şahsında biz Kürdlerin çıkarmamız gereken ders:
O kelepçe sadece Dr.Yekta adlı Kürd’e takılmadı. Kürd halkına takılmıştır. Çünkü ulusal kurtuluş amaçlı, bağımsızlık içerikli çabalar harcayan bu insan sahip olduğu özgürlük tutkusunun bedelini ödemiştir, ödemektedir. Avrupa ülkelerinde yaşayan her Kürd yurtseveri aynı sonuçları yaşamaya hazır bir adaydır. Ki geçmişte onlarca kişi aynı şekilde bedeller ödediler, halen hapis yatanlar mevcutlar.
Kürdün devleti olmadığı sürece, bir devlet şemsiyesi altında yaşamadığı sürece, ulusal kurum ve kuruluşlarınca hakları savunulmadığı sürece Kürd sahiplenilemeyecek, kollanamayacak, korunamayacaktır. Kürd bağımsızlığı karşıtı kişi ve kurumların mensuplarınca rahatça ezilebilinecek, etkisiz hale getirilecek, hücrelere tıkılacak canlı olarak görülecektir. Bir devlet tarafından korunan vatandaş kolayca bir başka devletin görevlisinin aşağılayıcı uygulamalarına maruz kalmıyor. Devlet bariyer, koruyucu kalkan ve zırhtır.
Devletsiz Kürd damarlarından beslenemeyen bir ağaç gibi kurumaya, üretim dışı kalmaya, güçlü bir rüzgarda baş aşağı olmaya mahkumdur. Bireysel direnişler çok fazla dayanıklık, direnç, enerji, zaman, maddi güç istiyorlar.
O, Kürdistan bağımsız devletinin vatandaşı bir Kürd olsaydı Kürdlerce emeğinin, çabalarının, geçmişinin, amaçlarının değeri bilinerek korumaya alınır, ödüllendirilirdi. Olmadığı içinde bu düzeyde kabiliyet sahibi, üretici, uluslararası alanda son derece verimli bir Kürd şahsiyeti, kabına sığmayan dahiyane beyin, yüreği halk sevgisiyle çırpınan Diarbekirli bir davetle mahkemeye çağrılma yerine evinde elleri kelepçelenerek götürülüyor ve hücreye atılarak psikolojik ve fiziki uygulamaya maruz kalıyor. Ismarlama siyasi davaların kelepçeli mağduru yapılıyor.
Kürdlere çağrı:
17 yaşında Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlayan, kariyer sahibi olan, Kürd ulusunun tanınması, yüzyıla göre gelişme sağlaması için yıllarını veren bu insanımız için kürd medyası sayfalarını açmalı.
Haziran ayının son günlerine ertelenen mahkeme gününde yalnız bırakılmamalı.
Yaşanılan, bulunulan ülkelerin medyalarına yönelik bilgilendirme yapılmalı.
Dr.Yekta Uzunoğlu niye hedef alındı?
BENIM ANNEM
Çok genç yaşta Fransa Kürd Enstitüsünün ve Almanya Kürd Enstitülerinin ortak kurucusudur. Tıp doktoru olarak Almanya’da Kürd halkını korumuştur.
Zeki olup parasal imkanları olmadığı için okuyamayan Kürd gençlerini Çek Cumhuriyeti’nde getirip okutmuş, okutmaya devam etmektedir.
Rojava yerle bir edilirken evinde oturup seyirci olmamış, Kobani’ye gidip direnişde yer alanlarla yan yana durmayı başarmıştır.
Rojava direnişinde yer alan Kürd güçlerinin temsilcilerini Çek Cumhuriyeti’ne davet ettirip diplomasi faaliyetlerinin sağlanmasını başarmıştır.
Çek basın mensuplarından bir gurubu Kürdistan’a götürüp gerçekleri yerlerinde görmelerini sağlamıştır.
Rojava’nın ihtiyacı olan malzemelerin bu ülkeden gönderilmelerini sağlamıştır.
Kürdistan dışında yaşayan Kürd entelektüellerinin gövdeyle bütünleşmesine, gövdeyi beslemesine karşı olanlar onu korkutup sindirme, teslim alma faaliyetlerini kesintisiz devam ettiriler. Kürd izolasyonunun-yalnızlaştırmasının devamını sağlamak isteyenler, geçmişde Kürdün sesini boğanlar halkaları kıran, delen Kürdleri vurulacak hedeflere yerleştiriyorlar. Savaş mağduru yaptığı Kürdü yıkımla, yakmakla, açlıkla, salgın hastalıkla teslim alma proğramları yapanlar bu proğramların başarısız kılınmalarına tahammül edemiyorlar.
Kendi ulusunun mensupları için insani yardım seferberliği yapan sınır tanımayan doktorların kurucularından olan Kürdü, ölüm oranlarını azaltmayı hedefleyen bu insanımızı üretim dışı bırakmak için kiralık elleri devreye koyuyorlar. Dr. Yekta’nın faaliyetleri, amaçları Kürdleri mezara gömdüklerini, asimile etmeyi başardıklarını düşünenlerin onun fermanını yazmaları, evine öldürme görevlisi göndermeleri için yeterli nedenleri oluşturmaktadırlar.
Kendisinin isimlendirmesiyle “Çek derin devleti”nin kendisine yaşattıklarını “İfade” adlı kitabında toplar ve yayınlar.
Almanca da yayınlanan “İfade”nin kapağı.
Gelişmeleri, kendisine yönelik uygulamaları açıklayan Uzunoğlu’nun bizzat kaleme aldığı yazılar Ocak 2017’de “İslamistlerin Çekya’daki Troya atı” adlı diğer kitabında toplanır ve çekçe yayınlanır.
Şubat 1975’de 22 yaşında bir genç olarak Prag’daki İsveç Büyükelçiliği’ni basmıştı.Prag şehrindeki İsveç büyükelçiliği binası.
Prag şehrinden bir kesim.
Kürdistan parlamentosundan bir delegasyonu 20 Aralık 2015’de Çekya da.
Bu resim çekildikten 2 dakika sonra doktor kaçırılır.
Yazıyı kaleme alan: Xanım Mılan
Seve Evin Çiçek
07.05.2017
0 notes
Text
Samsun’da bir kınalı
18.02.2022 Cuma
Samsun
Samsun da bir gün başlamıştı o an. Uyandı Gani. Yüzünü yıkadı, ustünü değiştirdi, dişlerini fırçaladı, ütülü gömleği yoktu gömleğini ütüledi. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmak için kapıya elini attı baktı ki anahtarı üzerinde değil döndü anahtarını yanına aldı ve çıktı. Bir adım attı bir sonraki adımını attı. Ganinin Samsunda Selahiye mahallesinde bir evi vardı. Aslında o evi yıkık harabe bir halde iken satın almıştı. Sonra kendi dekoru ile koyu yeşil bir boya çekti evine merdivenlerini tazeledi içeriyi ahşap döşemelerle süslendirdi. Tahta pazar kasalarından tabureler ve raflar yaptı. Birkaç gaz lambası ile odasına ışık verdi. Bir şömine yaptı evine. Birkaç tomruğu giydirerek baza haline getirdi üzerine bir mekan yatağı koyarak kendine yatak yaptırdı. Eskilerden kalma iki müzik çalar vardı elinde. Biri sadece fm sistemini kullanan manuel ayarlı 3 bant alıcısı olan eski bezli radyolardandı. Diğeri ise biraz daha yeni model olan kasetçalar radyo idi. Bir de pikap ı vardı elinde. Ha sayılır mı bilmem bir de wolkmen kullanıyordu 90 lı yılların popüler müzik aletlerinden. Bir arabası vardı Gani nin 1970 lerin amerikan model hayaleti. Biraz pahalı bir araçtı. Ama değerdi o araç için. Ona kızım derdi. Kapıdan çıkmadan dut ağaçlarının ayrılmış dallarından yapılmış askılığı. İç duvardalrında çam ağaçlarının yüz yapraklarından kaplama vardı. Oturduğu yere karakol sokak diyorlardı. Gani o mahalleyi seviyordu az çok. Çünkü komşuları ile arası çok iyiydi. Gani arabasının yanına geldi. Kontağı çevirdi kapıyı açtı. Sonra marşa bastı. Aracı çalışır vaziyette bir müddet bekletti ve devam etmeye başladı. Hayaleti çok seviyordu. Çarşıya iniyordu Gani saat daha sabah 6 yı gösteriyordu. Birazcık açtı Gani. Bu saatte paça iyi giderdi üstüne bir de köfte. Hiç beklemedi Gani zaten bekleyecek vakti yoktu. Çifte hamamlar caddesine girdi zaten adından ötürü paçaçı diye bir lokanta vardı üzerinde girdi içeriye. Selamını verdi ustaya. "Abim az paça sonra porsiyon köfte rica edeceğim sizden" diyerek seslendi. Çorbasını içti hemen ardından geldi porsiyon köfte, köftesini yedikten sonra. Baktı etrafına, Usta tekti daha."Abim iki çay alda biraz sohbet edelim da" dedi. Usta gülümsedi"Olur valla yeğen"dedi. Çayları aldı iki büyük bardakta. Geldi Gani nin yanına. Gani: - Abim ismini bağışlarmısın bana Usta: - Ali yeğenim - Ali abi bende Gani. Şu ara cadde de ileride köşede satılık bi dükkan var mış. iki katlı kimindir bilirmisin. - Valla yeğen adı çamur amma kendi mülaim bi Arif ağa var yaşca da epey var. Onundur derler bende tam bilmem şahsen ama nerde sorsan gösterirler. - Bu gün konuşacağım abi. Oda açacağımda. - Ne odası? - Abi ben mühendisim unkaphanı varya ilerde orda bürom var. Ama burayı açacağım fakiri fukarayı doyuruyom bir hayır duasını alayım diye. Oda dediğim aslında çay ocağı. İki katlı ya üç kişi ayarlayıp birini ocağa bırakacağım ikisi garson işte. Diyecem kendi paranızı çıkarın yeter bana. Gerisi fazla kazanç olur. Yukarıdaki odayıda dedim ya gençlere ayarlıyacam ben gençlerden para istemyorum. Sokakta gezip harama bakacaklarına oturup beni sevaba soksunlar. Onlara hocalar getirip sohbetler verdireceğim. Yeri gelecek ben konuşacağım. Bu vatanın evlatlarıyız biz onlarda öyle. Neticede bir sıkıntısı olan varsa bilirim en azından yardım ederim hiç olmazsa. - Yeğen sen kimsin? Nerelisin niye yapıyon bunu yanlış anlamada sen manyak mısın? - (küçük bir tebessüm ile) dayı ben hayrına yapacağım bunları. 3 yıldır burdayım ben 3 yıldır buranın insanıyla geçindim bir. İkincisi benim dedem derki ocağın tüter her bir şekilde tütsün, amma o ocakta misafirin olmazsa o tüten duman boşadır. Benim kaç yıldır ocağım tütmektedir dayı ama hep bana olmaz bu iş. Bana ihtiyacı olan çok insan var. O gençler pırıl pırıl. Onlara biz destek olmazsak kim olacak. - Valla yeğenim gine sen bilirsin ama. Ben deyim akıl işi değil senin yaptığın. Hepsi bi yana çamurun mekanı şimdi yok yoksul ocağı olacak ha. Vay anasını. Derken telefon çalar arayan Arif abi. Gani müsade ister - Müsadenle Ali dayı. Ben iznini istiyeyim. - Müsaade senin yeğen gine gel. Arif abi: - Evaldım alacan mı dükkânı. - Alacağım Arif amca nereye geleyim? - Ben dükkânın önündeyüm evladım birazdan geçeceğim kahve haneye. - Geldim amca hemen. Gani Arif amcanın yanına gider. Gittiği yer çıktığı çorbacının arkasındaki sokakta bir boş dükkandır. - Evladım gel bir daha bak istersen. - Olur dayı da gerek yok sen buraya ne kadar istiyon. Ben direk işi bitirip gitmek istiyom. - Evladım benim parayla pek işim olmaz bu yaz bi oğlan everecem. Düğün masraflarını bilirsin az çok. Bir de ev istemiş gelin kızımız neyse. Uzun lafın kısası 200'e anlaşalım. - Dayı uzatmaya gerek yok gel sen hele seninle bi yere oturalım orda konuşalım. Ayak üstü de olmaz şimdi. - Olur evladım gel şurda ileride çay ocağı var geçek. Gani biner hayalete Arif amcayı bekler. Arif amca yavaş yavaş adımlar atarak gelir biner arabaya. Gani marşa basar ve çalıştırır yeniden aracını. Sonnra bir kere daha basar gaza. İleride Arif dayının söylediği yere sürer aracını. - Dayı iyi dedin fiyatı ne senin zararın da ne de benim kârımda. - Oldu diyon yani yeğen bu iş. - Oldu emmi oldu. - Hayırlı olsun o zaman yeğen. - Dayı parayı akşam elinde bil. Şimdi notere gidelim satış için belgeler falan var ya halledelim senle. - Olur yeğen o da olur hele çayını iç. Gani ordan kalkınca Arif amca ile notere gider sonra tapuya akşama kadar bi koşturma yaşarlar. Akşam bankaya gider parasını çeker 200 bin TL aslında iyi bir paradır. Bu para tabi Gani nin kendi memleketine göre iyi bir paradır. Samsun için ise çok az bir değere sahiptir. Ne satan zarar eder ne alan kar. Parayı teslim eder. Gidip tapuyu devir ederler. Ve saat daha öğleden sonra 4 tür. Arif mca ya dönüp der ki. - Emmi bi kebap nasıl gider şimdi? - Valla yeğen sen demesen ben diyecedim hayırlı olsun ne zaman yiyoz diye. - Hadi emmi gel şu ilerde var bi tane. Geçerler sahil kıyısındaki kebapçıya. İkiside bir buçuk porsiyon kebep yerler. Sonra elinde dükkânın tapu kayıtları yla gani bakar etrafa. Çamur sorar. - Evlat sen bu dükkânı aldın iyi hoş ta ne yapacan. Emmi bilinmi evvelden aş evleri vardı memleketin yok yoksul gelip karnını doyurur işsize iş aşsıza aş verirdi. İşte böyle bi hayıra vesile oldun sen. - Valla evladım ben memlekette ne olsa inanırım şimdi demek aş evi ha. - He emmi aş evi. - Neyse hayırlı uğurlu olsun tekrardan. Güle güle kullan dükkânı. - Eyvallah emmi. Eyvallah. Gani arabasına biner dayıyıda alır dükkânının ilerisinde dayının evi vardır. Oraya bırakır dayıyı. Sonra dükkâna döner saat 5 buçuk olmuştur. Bakr bi etrafa. Hayal eder dükkânı. Merdivenin altında kazanı kuracaktır. Yerler savan kazanın atlı yüksek muşamba olacaktır. Duvarları açık kahverengiyle boyayıp camii duvarlıklarından döşeyecektir duvarlara. Sonra duvara un kapanhanından aldığı duvar halılarını asacaktır köşeli köşeli. On oniki tane sedir alacaktır motifli halıyastık ve minderler alacaktır dükkâna. Sedirlerim üstüne serecektir bu yastık ve minderleri. Tam ortasına soba kuracaktır. Sobanın üstünde bir güğüm olacaktır her daim. Masaları ahşap eski masalar olacaktır. Yeni pek bişey kullanmayacaktır Gani. Çünkü o eskiyi sever. Üst kata gelince üst kat ta halı olacaktır. Yerler zaten parkedir. O halıya ayakkabısız basılacaktır kapının üzerine bir tane baş eğdirecek kadar tahta çakacaktır. Kapı yeşil boyalı olacaktır. Üst kattaki lavabonun sevivesi inecek hatta şadırvandaki abdesthane kadar olacaktır çünkü orda namaz kılınacak namaz kılınması için de abdest alınacaktır. Üst katın pencereleri sürgü pencere olacaktır. O pencerelere eski babaannesinin evinden kalma perdeleri asacaktır. Üst katta sedir duvarı kaplayacaktır. Orda bir ocak olacaktır. Orda bir ocak olacaktırki her kesin karnı doysun. O ocak sönmeyecektir. Orada sürekli gençler, yaşlılar, yaşıtlar sohbet edecektir. Sonra orada da bir adet soba olacaktır. Ama bu fırınlı soba olacaktır. Şimdiden görmüştür milleti. Etrafına gelenlerin kimler olacağını. Bakmıştır sağına soluna. Gençler toplanmış kendisinin elinde müzekkin nüfus ve marifet name. Gençler sokakta uyuşturucu kullanmıyordur. Gençler odada ocakta edeb öğrenip ahlak kazanıyordur. Sonra evsizler vardır orda onlar ocağa her geldiklerinde evi gibi sahip çıkıyordur. Etrafına gençlerin aileleri gelip teşekkürler ediyordur. "ipe sapa gelmez oğlum hoca oldu Allah senden razı olsun. Bir tek oğlum vardı o da ne dediğimi tutar ne ettiğime meğil ederdi Allah senden razı olsun evladım." Diyen insanları görmüştür şimdiden. Artık bir yerden başlamak lazımdır. Bu gün esas iş yerine gitmemiştir daha. Bi görünmek lazımdır dükkân küser yoksa Ganiye. Kapıyı kilitler arabasına biner ve hayal dolu bakışları devam ederek un kapanına doğru yol alır. Bürodan içeri girince Mehmet, Veli bilgisayar başında projenin tamamlanması için uğraşıyorlardır. Melek ise kahvesini almış o da bilgisayarın başına gidiyordur. Selamın aleyküm der herkese Mehmet ile Veli selamını alıp biraz tebessüm ederek bakarlar Gani ye. Merakla sorar Gani: - Hayır, olsun beyler n'oldu? Melek: - Abi sana söyleyecektik bizim geçen ayki projenin hak edilişi biraz tahminimizden fazla geldi. İlk defa oldu biz de anlamadık - Olur, Melek olmıycak bi şey değildiki. Hem o kadar uğraştık o proje için biliyorsun. Mehmet bir hışımla atlar artık dayanamaz: - Abi esas mevzuyu söylemedi Melek bombayı duymadın sen. Bekle oooooo, abi hani şu dronu aldık ya - Ee. - Abi samsunun fotogrametrik haritasını istemişler. Ve tahmin et bu gün ilk firma olarak neresi arandı. - Şaka yapma Mehmet valla yorgunum sinirimi senden çıkarmayım. - İnanmıyo ya. Abi ben ciddiyim hem de öyle bi şey oldu ki inanmazsın. - N'oldu Mehmet hadi söyle inanacağım. - Abii ihalenin fiyat aralığı belli. 2 milyonla 3 milyon arası. - Abicim canım benim güldük eğlendik bitti uzatma. - Abi niye inanmıyosun ya. Ben ciddiyim! Ama sen dur (bilgisayardan proje ihalesini açar Mehmet ve Gani nin yüzüne bakar.) bak abi bana inanmıyorsan buna inanırsın. Gani projeyi inceler bakar şöyle bi. Ekibe döner. Ekipte hiç konuşmayan biri vardır Veli. O işin olmayacağını anlamış olsa ki susuyordur. Gani Veli ye sorar. - Veli sen niye susuyon. Veli baştan bildiği için orda şov yapma sırası gelmiştir kendisine. - Beyler bu istenilen haritanın ölçeği 1/10 000 ila 1/5 000 arası yani bu da demek oluyorki. Yerden 3,5 km ile 5km arası uçuş bizim dronumuz yerden en fazla 1,5km yükseğe çıkar yani neticede bizim bu projeyi yapabilmemiz imkânsız değil biz ölçeği önce büyük alır sonra küçültürüz fakat bu en az bizm 3 ayımızı alır. Projenin hak edilişi bize iyi yansımaz. Alıycanız işin özeti bu. - Veli aslında yapılır ya ben şu numarayı bi arayayım. Bakalım süre bakımından ne kadar istiyorlar. Beyler bu tür şeyler bir anda karar verilecek şeyler değil hem Amasyanın haritasını çıkarırken az mı çile çektik Allah aşkına bi düşünün. Yok, uçuş izni yok hava tahmin raporları ben ömrümde bu kadar çile çekmedim. Hepsi bitti bir de yazılım hataları çıktı. Öyle çektiğimiz çileye değmediği sürece uğraşmam ben rezil iş beyler. Hem o kadar da paraya ihtiyacımız yok olsa belki. - Ee abi sen şu alacağın dükkân var dı onu ne yaptın. - O iş halloldu beyler. Şimdi gençleri toplamak kaldı. Bu sokaktaki gençleri etrafıma toplayıp onları sokaktan çekeceğim. O bana yeter. - Abi bizi ihmal etmede. - Ekip burdayken gözüm arkada kalmıyor. Size güveniyorum beyler. Zaten işi de biz çıkarıyoruz geri ihaleyi de biz alıyoruz haksız mıyım? - Orası öyle abi. - Neyse beyler gün ola hayır ola. Bu arada karnı aç olan var mı? Ekip tamamı el kaldırır. Gani kimseye sormaz ne yiyorsunuz diye. "Hadi beyler kapatıyoruz bu günlük buraya kadar." Ekibi alıp gider bi restorana. Garsona rica eder. Masayı donatır. Millet bayram eder. Akşam çökünce şehre milleti evine bırakır. Sonra kendi yapacak bi şey bulamaz. Lâdik e yola çıkar Gani. Lâdik şehre uzaktır baya bi ama gidecektir o gün. Ladikte biri vardır ziyaret etmesi gereken. Seyyid Ahmed-İ Kebîr Er-Rufâî Hazretleri. O ki rıfai kolunun ilk tanıklarındandır. Kimilerine göre Seyyid Ahmed Rufaî'nin torunu kimilerine göre talebesidir lakin mühim olan o kutlu yolun bir neferidir neferden ziyade bir komutanıdır. Kabre geldiğinde bir selam verir, baş eğip müsaade ister, oturur yanına. Ve konuşur o mezar taşı ile. "Yüzlerce yıl önce açtığınız yoldan kör kütük gitmeye çalışıyorum kusurlarımı bağışlasın rabbim. Ben etrafıma hayırlı bir insan olmak istiyorum pirim. Ben o çocukları sokakta görmek istemiyorum pirim. Ben evlenemiyorum pirim. Yapamıyorum olmuyor. Kimseyi sevemiyorum. Söyle pirim illaki evlat dediğin öyle kanından canından mı olacak? Ben her çocuğa babalık yapamaz mıyım? Mutlu bir yuvadan yana gülmedi yüzüm en azından şu gençler güldüremez mi beni? Bana bilmediğim babalığı yaşatamaz mı? Söyle pirim sen söyle ben mi hata ediyorum boşuna mı çekiyorum bunca cefayı? Pirim ben kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. Boşuna mıydı pirim bunca eziyet? Boşunamıydı yıllardır beklemem? Ben kimi beklerdim pirim o kimlere gitti? Pirim ben kimseye bakamam benim verdiğim sözler var. Ben dedim ben senden başkasına bakmam dedim duymadı. Şimdi ne onun bana bakaacak yüzü var ne de benim onu alacak kudretim. Evli olduğu halde ben hala umudumu kesemedim pirim hata bende mi? Pirim ben bilmem kız nasıl sevilir ben beceremem kız nasıl sevilir. Ben kimseyi üzemem pirim. Bile isteye kimsenin kalbini kıramam. Beni kırdıkları gibi kimseyi kıramam pirim. Yardım et ya Rabbim, himmet eyle pirim." Der. Gani gözyaşı dökerek karanlıkta sağ elini kalbinin üzerine koyar. Sol eli boşlukta sallanır. Bulutların gözüne toz kaçmıştır. Yağmur yağmaya başlar. Yavaş yavaş kalkar Gani. Yağmurda sallanarak yürüyüp arabasına biner. Ganinin arabasında her zaman bir semaver olur, bir de nargilesi. Issız izbe bir yere gitmelidir o gece. Ladik merkeze uzaktır saat 11 olmuştur. Gani samsun ladik arasında bir yer bulup çeker arabasını bir ağacın altında yakar semaverini közlerini atat nargilesinin çayını demler, nargilesini hazırlar. Bir nefes çeker, bir yudum alır çayından. Dertli dertli bakar Ankaraya doğru. Ve gine konuşur kendi halinde"beni yaktın Ankara. Hakkım sana haram olsun. Beni yaktın Ankara. Sevdiğimi benden aldın Ankara. Şimdi ne yurdum kaldı ilerde ne de yuvam kaldı elimde. Beni yaktın Ankara. Beni doğmadan öldürdün Ankara. Şimdi ne sen bana yar olursun, ne de ben sana yaren. Niye be Ayşem? Niye kıydın bana? Ne ah bıraktın heğbende ne cefa hepsini aldın sırtına. Niye be Ayşem niye kıydın bana?" ve gine gözyaşı döker. Gani hem nargile yi içer hem de ardendan sigara yakar. Gani sigarayı bırakamaz bu gidişle. Gani hüzün ve kasveti de bırakamaz bu gidişle. Saat 12 gibi çıkıp kavak belediyesine yola çıkar Gani. Kavak nasıl bir yer pek bilmez fakat yorulmuştur Gani. Bir otel bulup orda geceyi geçirmek için girer ve o gün artık bitmiştir Gani için.[i]
[i] Gani yarınlarını düşünürken birileri onun dününde takılı kalmıştır artık aradaki zaman konuşur Ne Gani konuşur bildiğini ne de ona konuşur bilenler yaptıklarını.
5 notes
·
View notes
Text
prefader :
İyi geceler Can. 03:10
Anony-2odmmae :
İyi uykular.03:10
Anony-2odmmae :
Çok isterim.03:10
Anony-2odmmae :
0tto hesap adım. Sıfır ile.03:09
prefader :
Fırsat olursa yüzyüze bile laflarız03:09
Anony-2odmmae :
Elbette.03:09
prefader :
Beni takibe al, denk gelince yazalım karşılıklı03:09
prefader :
İyi oldu konuşmamız.03:09
prefader :
Ne demek ben teşekkür ederim. Dolu bir insansın, ne güzel bak.03:08
Anony-2odmmae :
Sohbet için teşekkürler.03:08
Anony-2odmmae :
Elbette.03:08
Anony-2odmmae :
Anlıyorum. Saat geç oldu.03:08
prefader :
O yüzden müsaadeni rica edeceğim.03:08
prefader :
Temizlik falan yapıcam03:08
prefader :
Ev işi çok, haftasonu malum03:08
prefader :
03:08
prefader :
Yarın da perdeleri falan yıkamam lazım03:08
prefader :
Benim yatma vaktim geldi03:07
prefader :
lafını balla bölüyorum03:07
prefader :
Can'cım03:07
Anony-2odmmae :
Polonya'ya sempatim var fakat bilgim pek yok.03:07
prefader :
Mantıklı03:07
Anony-2odmmae :
İsveç bu nedenle tercih edeceğim ülkeler arasında ilk sıralarda.03:07
prefader :
Kan çekerler adamdan kannn 03:06
prefader :
İsveç'te yap bakalım aynını nasıl oluyor03:06
Anony-2odmmae :
Evet.03:06
prefader :
Silah kontrolünün minimum olduğu ülke.03:06
prefader :
Yurtdışı dediğin de ABD bu arada03:06
prefader :
Bırak polisi sokağa inen çakala icazet vermiş, daha ne olacak?03:05
prefader :
Ya daha adamlar sivilleri mobilize ediyorlar. Vatan meselesi oldu mu sivilin silahlı müdahalesi meşru sayılıyor03:05
Anony-2odmmae :
Elinde silah bile olsa bal altından vurmadığın sürece hakkında soruşturma açılıyor mesela. Yurt dışında böyle değil.03:04
prefader :
Metni kim takıyor?03:04
prefader :
Bu senin araştırman yazılı metne dayalı03:04
prefader :
Öyle gibi görünüyor da03:04
Anony-2odmmae :
Sonuç olarak bizde çok daha az yetkin ve çok daha denetimli polisler.03:04
Anony-2odmmae :
Hukuki ve görevsel durumu araştırdım, yurt dışındaki yetkiyi ve hukuku da biraz araştırdım.03:03
prefader :
Senin gibi birinin polis olmasını çok çok tercih ederim ben03:03
prefader :
Valla bak03:03
prefader :
Polis ol bence de03:03
prefader :
Bakma bizim de sicilimiz temiz değil03:03
Anony-2odmmae :
Ben polis olacaktım, düşüncem bu yöndeydi.03:02
prefader :
Adam bomba değil bir şey değil, 2 defa aranmış03:02
prefader :
Elinde bıçak vardı eyvallah ama bacağına sıkıp indirseydiniz03:02
prefader :
Keza kürt bir genci çıplak şekilde koşarken öldürdüler03:02
prefader :
Orada dikiliyordu03:01
prefader :
Alevi bir vatandaş cemevinin önünde kafasından vurulup öldürüldü03:01
prefader :
Bakma sen ben sistem içerisinde yer bulabilen insanlarız03:01
prefader :
Valla o silah kullanımı dediğin şey bence gayet te abd ile aynı03:01
Anony-2odmmae :
Polis şiddeti bizde de yoğun olsa da silah kullanımı çok yaygın değil.03:01
prefader :
Hadi bi aykırı slogan at bakalım03:01
prefader :
Türkiye'yle kıyasla?03:00
Anony-2odmmae :
Evet.03:00
prefader :
Polisin icraatı di mi bu?03:00
prefader :
Gördüm sanırım bunu ben03:00
Anony-2odmmae :
Öylece duran bir adamı yere serdikten sonra yerde olduğu halde göz göre göre kurşun yağmuruna dizip hiçbir bahaneye ihtiyaç duymamaları mesela.03:00
prefader :
O mesela çok iyi yaşadı02:59
prefader :
Kalıcı olarak02:59
prefader :
Benim bu ayın 24'ünde son 3 yıldır orada yaşayan bi arkadaşım dönüyor02:59
Anony-2odmmae :
Özellikle ABD ile ilgili çok iğrenç şeyler gördüm.02:59
prefader :
O zaman sıkıntı çkmezsin02:58
prefader :
Mecbur "Ben gelicem ama nasıl yaşayacağım falan belli" diyebilmen lazım02:58
prefader :
Belli ki bu adam gelirse birilerini gaspedecek diyorlar. Durduk yerde kendi vatandaşına uç uca yeten sosyal güvenlik ve işsizlik sigortasını da sana akıtmazlar.02:58
prefader :
Bi yetenek altın bilezik yok02:57
prefader :
Yani orada tanıdık yok02:57
prefader :
Yalnız ilgili ülkenin göçmen kriterlerine göre iyi puan alman lazım02:57
prefader :
Hiçbirşey olmaz02:57
Anony-2odmmae :
ABD'deki ve benzeri ülkelerdeki polis baskısı, şiddeti ve ırkçılık da göz korkutuyor.02:57
Anony-2odmmae :
Bu ve lisan sorunu olmasa ben de gitmek taraftarıyım artık.02:56
prefader :
Haklı02:56
Anony-2odmmae :
Babam kesinlikle ben yaşamam, yaşayamam diyor, güven de duymuyor doğal olarak.02:56
prefader :
Hele ki biri severken öbürü dövüyorsa hepten imkansız.02:55
prefader :
Tek taraflı aşk zor02:55
prefader :
Yoksa vatan matan sadakat falan02:55
prefader :
Hevesliyim ama anamı babamı da kayırıyorum02:55
Anony-2odmmae :
Yurt dışında yaşamak hakkında ne düşünüyorsun?02:54
prefader :
:/02:53
prefader :
Bi çay koy de içip geberelim02:53
prefader :
Sonuç02:53
prefader :
Birinin pisliği öbürünün pısırıklığının bahanesi oldu02:53
prefader :
Zaten sandıkta bari geri adım atın diyenler dinlenmedi. Hoş, uyaran kimselerin hepsi de hakkaniyetli adamlar da değildi02:53
prefader :
Kimse örgütlenemez de bu memlekette artık.02:52
prefader :
Ama dibimizde öyle bir ortadoğu örneği sivrildi ki02:52
prefader :
Çaresizliğin kitlelerce paylaşılması sonucu patlama noktasına varılan durumlar var02:52
prefader :
tarihte biriki kırılma noktası var02:52
Anony-2odmmae :
Bu konudaki en sinir bozucu şey çaresizlik.02:51
Anony-2odmmae :
Kesinlikle 02:51
prefader :
Bil ki ne olduğumu söylüyorsam işte o değilim. Özellikle o dediğim şey değilim.02:50
Anony-2odmmae :
Yok. Hiçbiri yok özünde. Kendi koydukları bir isim bu.02:50
prefader :
İş şuna evrildi:02:50
prefader :
Ilıman nerede?02:50
prefader :
Sosyalizm nerede?02:50
prefader :
İslam nerede?02:50
prefader :
Ya Ilımlı İslami Sosyalizm diyorsun da02:50
prefader :
Ya diyorum ya, bu insanın kokuşmuşluğu ile alakalı. Sen "ben hiçbir bedel için kendimi bozmam, böyle iyiyim." diyip tamah etmesen, kim seni olduğun yerden kımıldatabilir ki?02:49
Anony-2odmmae :
Bir yandan serbest piyasa ile devam ediyoruz sözde, yatırım vb eylemlerin önü açık, liberal bir tavır; bir yandan "Ilımlı İslam Sosyalizmi" deniliyor, haddi hesabı olmayan ölçülerde vergi alınıyor. Hiçbir standarta uymayan bir politika söz konusu.02:49
prefader :
Durana vuralım kaçanı tutalım. Memleketin havası suyu bu oldu.02:48
prefader :
Piyasa serbestken daha çok götürebiliyorsak bırak serbest olsun. Piyasaya çullanabiliyorsak bırak çullanalım.02:47
Anony-2odmmae :
Gerçekten de yok, evet.02:47
Anony-2odmmae :
Ekonomi politikalarımız liberal desen değil, sosyal demokrat desen değil, herhangi bir tanıma, kalıba sığmayan, "kafama göre" mottosu ile devam eden bir politik düzen.02:47
prefader :
Aynı sistem yine. Herkes tutabildiğine...02:47
prefader :
02:46
prefader :
Nesini tanımlayacaksın...02:46
prefader :
Yok ki02:46
Anony-2odmmae :
Ben ülkemizin ekonomi politikalarını da hiç tanımlayamıyorum.02:46
prefader :
Kus tükür millet uğraşsın...02:46
prefader :
Hele ki liberalizmi muhafazakarlıkla, üst akıllarla sosa bulayabiliyorsan02:46
prefader :
Belinde kuvvet olan kerkinir...02:45
prefader :
Liberalizm böyledir02:45
prefader :
Aksini kanıtlayamazsın.02:45
prefader :
Biri bunu o makama koyduysa "hakkı olduğu için."02:45
prefader :
Sorsan yıllardır da dirsek çürütmüş02:45
prefader :
"Bana ne lan, herkes tuttuğuna" kavramına daha 14 yaşında vakıf olmuş.02:45
prefader :
Adam oraya gelene kadar daha liselere giriş sınavında bile birilerinin kafasına basıp yola çıkmış02:44
prefader :
Profesörün bunu diyebilmesi ironik ama yine "olağan".02:44
prefader :
Ama yargılamak ve cezalandırmak var ya, ferasetine sığınılan kesime değil de, o feraset kelimesini ağzını yaya yaya zikreden namussuza müstehak işte.02:44
Anony-2odmmae :
Bir profesörün bunları diyebilmesi çok ironik bir durum değil mi?02:44
prefader :
Eleştirmekse eleştiririm de. Kendi ailem bunun güzel örneği. Tenkit ettiğim çok olmuştur.02:43
prefader :
Ben cahillerin ferasetine güvenmiyorum zaten.02:43
Anony-2odmmae :
Bence bu çok doğru değil, zira akıl ile statü çoğunlukla örtüşmüyor, özellikle ülkemizde. "Ben cahil insanların ferasetine güveniyorum, Türkiye'nin geleceği için cahil nesil lazım" diyen bir profesör ülkemizde var olabiliyorken özellikle.02:42
prefader :
Bu fırsat ve imkanlara sahip olan kesimle inanılmaz büyük kavga içerisindeyim02:41
prefader :
Hadi avama diyecek yok, onun ne bakmaya mecali ne görmeye gözü var02:41
prefader :
Sen ben bunları görüp akıl edebiliyorsak, benim anladığım, bunların bariz meseleler olması lazım02:41
prefader :
Olağan insanlarız02:40
prefader :
Yahu ne sen profesörsün ne ben filozofum.02:40
prefader :
Hem de nasıl.02:40
Anony-2odmmae :
Kesinlikle fakat kitlesel olarak azınlıktayız gördüğüm kadarıyla.02:40
prefader :
Sağ sol hiç farketmez, bunlara çok taptıkları demokrasi gereğince, kimliğine bakmaksızın sağlam bi sopa çekmek lazım.02:39
prefader :
Ben nefretle doluyorum.02:39
prefader :
Sen üzülebilecek kadar incelik sahibisin yine.02:39
Anony-2odmmae :
Üzüntü verici.02:38
prefader :
02:38
prefader :
şaşırtıcı mı bu?02:38
prefader :
Tezgah yine onların, yonttukları adamlar yine kendileri gibiler.02:38
prefader :
Eğitimin aklını kim tasarlamış?02:38
Anony-2odmmae :
Gitmesi günümüz yetiştirme ve eğitim biçimiyle namümkün görünüyor.02:38
prefader :
Zira bir zerre incinmektense öz anasını bile beller bu şerefsizler.02:37
prefader :
Bu insan modelinin ne dediği ve düşündüğü hiç önemli değildir. Derhal gitmesi gerekir.02:37
prefader :
Bunlara liberalizmi ve demokrasiyi ver, saniyesinde oportunizme evirip, herkes tuttuğuna ve gücünün yettiğine der önlerine gelene çökerler.02:36
prefader :
Bunların eline sosyalizmi ver, ondan diktatörlük yaratır. Sınıflılığı, sınıfsızlık amacının içerisinden yeniden inşa eder.02:36
prefader :
Eski insan işte02:36
prefader :
Zira hayata dair kanun ağırlığında idealler atayıp sonra bunun dışında kalan herşeyi anomali olarak etiketledikten sonra üzerinde operasyon yürütmek gibi dertleri olan insanlar02:36
prefader :
Aslında iki taraf ta aynı adam işte.02:35
Anony-2odmmae :
Anlıyorum seni, endişen olmasın.02:35
Anony-2odmmae :
Katılıyorum.02:35
Anony-2odmmae :
Bir kesim dogmatik, fanatik bir yardakçılık yaparken diğer kitle doğrudan kişisel sebeplerde saldırıyordu.02:35
prefader :
Bu memlekette silinip gitmesi gereken çoooooooook adam var.02:35
prefader :
Sanma ki sadece Şengör'ü hedef alıyorum02:34
Anony-2odmmae :
Olay sonrası kısım beni daha şaşırtan bir nokta olmuştu. Bu sözlerden sonra tartışan iki tarafın da birbirlerinden beter kitleler olması bilinç düzeyini en açığa vuran kısım bence.02:34
prefader :
Bok yeme meselesinin fizyolojideki karşılığı gibi işte.02:33
prefader :
Sadece kötülük yapmakla kalmaz, kuramsal olarak kötülüğü olağanlaştırır.02:33
prefader :
Hele ki bunlar vasat olmanın ötesinde farkındalık sahibi kimselerse... Zira bu adamların varlığı anomi kaynağıdır.02:33
prefader :
Militan ateizminden tut, pozitivizmine kadar, tüm ortasınıfı ve ulus kimliğini modernizmin olağan çıktıları olarak topluma dayatan adamların derhal tarihten, fikirleri ile birlikte silinmesi lazım.02:32
prefader :
Kastı beni zerre ilgilendirmiyor zira özü yamuk olan bir şey, doğru tecelli edemez.02:32
prefader :
kastetmese bile yaydığı şey hastalık ve derhal kesilmesi lazım02:31
prefader :
Bunu kanserli bir kol olarak düşün.02:31
prefader :
Öyle bir adamın bu konuda sürçme lüksü yok.02:31
Anony-2odmmae :
Söyleminin vehametini fark edemediğini ve bu nedenle eğitime katkılarından dolayı asılmaması gerektiğini düşünüyorum fakat aynısını Nişanyan için söyleyemem.02:31
prefader :
Söz konusu mevzunun gerçekliğinin ötesinde, tartışmadaki indirgemecilik benim tüylerimi diken diken ediyor02:30
prefader :
Burada kürtçülüğün doğruluğunu ve olayın gerçekliğini tartışmıyorum bu arada.02:30
prefader :
Bu adamları komple asmak lazım02:29
prefader :
Modernizm bunun yatağı, pozitivizm meşruiyet kaynağıdır.02:28
prefader :
Ama pozitivizmin ruhu budur zaten02:28
Anony-2odmmae :
Celal Şengör orada işkence kavramını fizyolojiye indirgeyip psikolojik işkence olgusunu yok saydı. Düşünme biçimini bu şekilde kısıtlayarak bakış açısının eksikliğini fark edemediğin davranışlarından anlaşılır düzeyde.02:28
prefader :
Buradaki incelikli ve kasıtlı sığlığı ve tartışmanın boka kilitlenmiş olmasını, zamanımızın insanının, değişemeye olan isteksizliğine ve değişmesini emreden tüm düşünceleri çarpıtmaktaki maharetine borçluyuz02:27
prefader :
Hayır, bu eylemin amacı aşağılamaydı ve genel geçer norm bok yemenin kötülüğü konusunda kanaat kıldığı için bok yediler. Kendilerine bayram şekeri ikram edilmesi toplumsal normun dışındaki büyük bir ayıp olsaydı, o zaman tabu gereğince onlara bayram şekeri yedirilirdi02:26
prefader :
İnsanlar eylemin amacını bırakıp, bokun yenilebilirliğini tartışmaya başladılar02:25
prefader :
Bu ilk başta kürtlere bok yedirilmiş olmasından patladı02:25
prefader :
Misal Celal Şengör'ün bok yeme tartışması02:25
prefader :
Ama günümüz isnanı, elindeki her fikri bedel ödemek için değil, alacaklı pozisyonunu güçlendirmek ve kazanmak için kullanmayı, tüm fikirlerin ruhu ile takas etmeye hevesli olduğundan, sorunlar asla çözülmeyecektir.02:25
prefader :
Eğer işin ruhuna inecek olsa -ki bu aslında onun biricik benliğinin merkezinden beslenebilir ve yaşantısıyla desteklenebilir ancak- o zaman tüm fikir ve sistemleri müspet şekilde kullanabilirdi02:24
Anony-2odmmae :
Buradaki bıçak ve ütü öznelerini proleterya diktatörlüğü olarak sembolize ediyorum ve katılıyorum.02:24
prefader :
Herşeyin ruhuna ve amacına yabancı, tamamen pratiğine odaklı ve kuramsal detaylarına takıntılı bir şekilde bağlı bir nihilistler ordusudur bu zamanın insanı02:23
prefader :
Onun eline ütü verirsen, gömlek düzleyeceği yerde, gider komşusunun kafasını ezer.02:22
prefader :
Onun eline bıçak verirsen ekmek yerine komşusunu keser02:22
prefader :
Şu anki insanın elinde yozlaşmayan hiçbir düşünce kalmadı02:22
prefader :
Hayır ve evet02:22
Anony-2odmmae :
Sence sosyalizm bir alternatif kabul edilebilir mi?02:21
prefader :
Çocukluğunda yaşadığın irili ufaklı hayal kırıklıkları okulda isteksizliğe, okuldaki isteksizlik ise hayatta başarısızlığa dönüşür. Kapitalizmin üzgünlere ayıracak zamanı yoktur ve sindirip atar böylelerini bu yüzden.02:21
prefader :
Aidiyet meselesi tamamen yitirişle ilgili.02:20
prefader :
Türkiye'nin en pislik orta sınıfı bizim nesilde neşet etti.02:20
Anony-2odmmae :
90'ların bitim döneminlerinde doğmuş olmam bana ironik geliyor. Atari ile büyüyüp tuşlu telefon kullanmış, PSN 1 ile başlayıp 2 ve sonrasını görmüş, Beş Hececileri ve öncesini okumuş biri olarak 2000'li yıllara ait hissetmiyorum kendimi.02:20
prefader :
Kazanmakta olan insan, elbet neyi yanlış yaptığını merak etmeyi de terk edecektir. Kendisine çalışması ve rekabette hırslı olması gerektiği telkin edilen, iyi kötü şu anki iktidarın görece iyi günlerinde konum edinmiş bu pislikler, asla ellerindekinden şüphe duymazlar, hak görürler kendilerine her şeyi. Zira zorla da olsa, kazanılmıştır bunlar.02:19
prefader :
Lanet bir güruh işte.02:17
prefader :
Kaybetmek yazmaz bizim nelin kitabında, kaybedene acımak da yazmaz.02:17
prefader :
Fırsatçılığına fırsatçı, kahramanlığına kahraman, kaba tabirle ne bu dünyasından ne ahiretinden caymayan, şerefsizliğine şerefsiz, iyiliğne iyi, fırsatçılık abideleri...02:17
prefader :
Y kuşağına tam denk düşmüyor ama Y kuşağının akıl hocaları genelde bizim nesilden çıkar.02:16
Anony-2odmmae :
Y kuşağı oluyor sanırım?02:16
prefader :
79-89 kuşağı başa beladır.02:15
prefader :
Herkesin açığını görüp sömürmeye müsait bir kuşak bizimki. En çirkini, en tehlikelisi.02:15
prefader :
Sizin nesil pek de şanslı değil zira son köşe başları benim neslimin çakallarınca kapatılmış durumda. Ve benim neslim hem eskilerle hem de yenilerle temas halinde.02:15
prefader :
Şalteri kapadım aslına bakarsan. Yaşın da getirdiği bir şey olsa gerek.02:14
prefader :
Evlenmek, yuva kurmak, olağan çalışan durumunda bir hayat sürmek falan.02:14
prefader :
Ki bunlar lüks düşkünlüğü şeklinde falan değil02:14
prefader :
Ben hayatımda bir amaç kurgulamakta zorlanmıyorum zira klişe bir şekilde materyalist kaygıların hayatımı işgal etmesine izin verdim.02:13
prefader :
Bana sorarsan da varoluşsal kaygılar çok arka planda geliyor aslına bakarsan.02:13
Anony-2odmmae :
Temel sorunum yalnızlık sanırım. Ötesinde bir şey yok. Varoluşsal kaygılar hariç.02:13
prefader :
Ve çalışırsan, sıkıntılarının bir kısmı hafifleyebilir.02:12
prefader :
Ama şehrin yuttuğu hayatın tükettiği insanların bir araya gelmesi iyi bir şey.02:12
Anony-2odmmae :
Aksine ben teşekkür ederim.02:12
Anony-2odmmae :
Estağfurullah, düşünmen bile incelik.02:11
prefader :
Affına sığınıyorum bu konuda.02:11
prefader :
Şimdilik hiçbirşey diyemiyorum.02:11
prefader :
Onu zaman gösterir zaten.02:11
Anony-2odmmae :
Bir beklentim yok. Olursa iyi olur, olmazsa da olur.02:10
prefader :
Yani teklif oradan geldi, oraya takılan insanları tanırım, sahibi de yakınımdır.02:10
prefader :
Fanzini de Ekmek Teknesi'nde çıkarıcaz galiba.02:10
prefader :
Ya da en azından çalışmak istersen yardımcı olabilecek birileriyle irtibatlandırabilirim seni02:09
prefader :
Ama belki iş falan bile ayarlanabilir.02:09
prefader :
Ümitlendirmek istemiyorum boşa02:09
Anony-2odmmae :
Sanırım.02:09
prefader :
Gençmişsin ya.02:09
Anony-2odmmae :
97 doğumluyum.02:08
Anony-2odmmae :
Memnun oldum Ozan.02:08
prefader :
Gençsin sanırım?02:08
prefader :
Memnun oldum Can.02:08
prefader :
Ozan ben de02:08
Anony-2odmmae :
Can.02:08
prefader :
İsim neydi bu arada?02:08
prefader :
Etlik02:08
prefader :
Ayvalı'da yaşıyorum ben.02:08
Anony-2odmmae :
Ankara'nın neresinde yaşıyorsun?02:07
prefader :
Arada uğrarım oraya.02:07
prefader :
Ataç 2 Sokak'ta Ekmek Teknesi diye bir mekan var02:07
Anony-2odmmae :
Oldukça hoş olurdu sanırım.02:06
prefader :
Yazılarını bir fanzinde değerlendirmek istersen, belki bir şeyler ayarlayabilirim.02:06
prefader :
Bir gün buluşalım seninle02:05
Anony-2odmmae :
Ankara.02:05
Anony-2odmmae :
Globalizmin nasıl bir hegemonya olduğunu, bunun kent yaşamını Kaliforniya sendromu oluşturacak biçimde nasıl etkilediğini, toplumsal değerlerin yitip çıkara dayalı, ben merkezci, daha bireysel ve doğal olarak daha yalnız ve mutsuz bir hayat oluşturduğunu ifade etmiştim.02:05
prefader :
Hangi şehirde yaşıyorsun?02:03
Anony-2odmmae :
Son yazımda buna ilişkin konuları ele almıştım fakat taslak olarak duruyor henüz.02:02
prefader :
Buna nasıl başkaldırmıyoruz ben de bunu anlamıyorum.02:01
prefader :
Şimdi çok daha fazlası. Para bir ontolojik nesne artık. Ve güçlü olmanın ötesinde, direkt varolmak demek.02:01
prefader :
Para eskiden güçtü. Güçlü olmak demekti.02:00
prefader :
2-) Yalnızlaşıyor ve sıkışıyorsun.02:00
prefader :
Bu zeminden düştüğün ve yitiriş hikayesinin öznesi olduğun anda, 1-) Kendi aklına kaçıp dervişleşmeye başlıyorsun02:00
prefader :
Çünkü herkes ama istisnasız herkes, varlığını maddi zemin üstünde sürdürüyor.01:59
prefader :
günümüz dünyasında yoksulluk, yalnızlığın ana taşıyıcısı iken, varsıllık, sahteliği tartışmaya açık olarak yine de sosyal teması sağlıyor. önüne gelen rasgele birine bir bira ısmarlayabilecek ve bunu sürekli yapabilecek olsan, hakiki dostlarının sayısı bile artardı.01:59
prefader :
Bariz şekilde kişiye uzuv ekliyor. Daha önce yapamadığı şeyleri yaptırtıyor, gidemediği yerlere götürüyor, olamadığı birini oldurtuyor. Derinlerde seyreden çok daha acıklı bir sıkışmışlığı bir süreliğini sürpas edebilecek alt yapıyı sunması açısından, para ve maddi güç, insana hareket ufku açıyor.01:58
prefader :
Öyle bir sistem ve gerçekliğe öyle sinmiş ki, para kişi için gayet reel bir düzlem yaratabilecek güce ulaşmış artık.01:57
prefader :
Ne alakası var dersen01:57
prefader :
Zira dünya onun karşısında son kez kaybetmiş. Bu saatten sonra ya komple maluptur, ya da savaş komple değişecek ve kapitalizm son bir kez yenilecektir.01:56
prefader :
Ben çalışmaya başladıktan sonra kapitalizmi daha iyi anladım.01:56
Anony-2odmmae :
Hayır.01:56
prefader :
Çalışıyor musun?01:56
Anony-2odmmae :
Liseden sonra hayır.01:55
prefader :
Okuyor musun?01:55
Anony-2odmmae :
Şahsen monofobik olmak için fazla yalnız biriyim; cephesi için savaşıp arkasını döndüğünde yalnızca boşluk bulan bir asker gibiyim, savaşın ortasında yapayalnız.01:54
Anony-2odmmae :
Belki yazmaya karar veririm diye "cut" yaptım.01:54
prefader :
Silmeseydin keşke.01:54
Anony-2odmmae :
Aslında böyle bir şey yazmıştım biraz önce, düşünüp sildim.01:54
prefader :
Cılız bir ordu. Ordu da denmez, ekseriyet sessiz gerillalar.01:53
prefader :
Yeni bir insan üretemeyen zaman içerisinde, eski insanın sıkıştırmasının fırlattığı, gören ve gördüğünden incinen kalbi kırıklar ordusu.01:53
prefader :
Zira bizler çağın kırık kalbiyiz 01:52
Anony-2odmmae :
Ailemin muhafazakar olmaması haricinde sanırım çok aynıyız.01:52
prefader :
Cevabım budur.01:51
prefader :
işin kötüsü, kendim gibi yalnızlara da katlanamıyorum, sefalet görmek midemi bulandırırken, neşe ve dışadönük insanlar da sinirlerimi hoplatıyor. Bir ucubeyim doğrusunu istersen. Nefret tartıp nefret biçen biri oldum. Böyle ne kadar yaşanır bu bir merak konusu.01:50
prefader :
Bunun da son bir kaç aydır farkındayım. Eskiden yalnızlık olağan gelirdi. Artık bunun ne bir tercih ne de katlanılabilir bir sığınak olduğunu düşünmüyorum. Bu kesif bir yabancılaşma hali.01:49
prefader :
Onun dışında, evet, alabildiğine yalnızım. Belki de bu yalnızlık bir gün sonum olacak.01:49
prefader :
Yakın çevrem toplamda 2 kişidir01:49
prefader :
Ailemi severim. Ama beni birrrrr zerre anlamazlar. Onlar benim çocuğum gibidir, yetiştirdikleri insanı tanımaktan fersahlarca uzakta yaşayan ve kendi olağan kederleriyle başa çıkmaya çalışan, olağan kaygıları taşıyan fukara ve muhafazakar kimseler.01:48
Anony-2odmmae :
Yalnız biri misin? Arkadaşların, samimi olduğun insanlar, yakın bir çevren ya da ailenle yakınlığın var mı?01:47
prefader :
Sor, çekinme.01:47
prefader :
Sonrası basit, Shakespeare'in dediği gibi: "Olmak ya da olmamak."01:47
Anony-2odmmae :
Sormak istediğim yeni sorular doğuyor aslında.01:47
prefader :
Bir yerden sonra çelişkiler ayrı, onları görmek ayrı bir katlanılmaz gelir.01:46
prefader :
Karanlığa düşmek pek kolaydır. Hele ki kafasına ölü toprağı düşmemiş insanlar için... Düşündükçe bakar, baktıkça çelişki görürsün.01:46
prefader :
Yargılamadan ve samimice temenni ediyorum; umarım yaşıyor olursun 01:45
Anony-2odmmae :
Sanırım senin yaşlarında epeyce öyle biri olacağım, eğer yaşıyor olursam.01:45
prefader :
Özellikle de artık her gülünç şeyi bir kenara bırakıp tamamen kendisini hacamat etmek ve kendisiyle dalga geçmek konusunda inat eden insanlarda.01:44
prefader :
En keskin kahkahaları umudun tamamen bittiği noktalarda duydum hep.01:44
prefader :
İçerisi dışarıdan daha karanlıksa, dünyanın hâli, insana pek çarpık ve gülünç gelir zira.01:43
prefader :
Kederlerle meşgul bir akıl elbet mizah sızdırır.01:42
Anony-2odmmae :
Hoş buldum efen*im.01:42
prefader :
01:42
prefader :
Güverteye hoş geldin.01:42
Anony-2odmmae :
Çevremdeki insanların beni tanımlama biçimlerine göz atarsak pek eğlence insanı olmamakla beraber kaba, sinirli, komik ve derin düşünceli, genel anlamda takıntılıyım.01:42
prefader :
Geniş de olsa katı sınırları olan biriyim galiba 01:40
prefader :
Su olma işini umarım bir gün becerebilirim ama şu halimle ben baya baya 50'lik maşrapayım sanırım 01:40
prefader :
Karşındaki insanın sana olan aşkını da bununla ölçebilirsin aslında. Kim olduğunun ne kadar umursandığını, senin ondaki izinden anlarsın. Önüne gelen çayın yanında şeker yoksa, ve senin çayı şekersiz içmen, karşındakinin malumuysa, o zaman bir derece daha samimiyet mevcut oluyor.01:40
Anony-2odmmae :
Kendimi esprili biçimde Bruce Lee'nin anlatımı ile tanımlıyorum: "bardak olma, su ol."01:38
prefader :
Yıllarım bu dediğine inanmakla geçti. Bİr zaman sonra oturmuş alışkanlık ve huyların olduğunu seni gözlemleyen başkalarından öğrenince bu hâl geçiyor 01:38
Anony-2odmmae :
Doğrusu hayat hakkındaki bilgi merakımın temel sebeplerinden biri de nasıl biri olduğumu bilmemem.01:37
prefader :
Eğer duygusal biriysen film sende kesin iz bırakacak.01:37
Anony-2odmmae :
İzlememiştim, merak uyandırıcı, izleyeceğim.01:37
prefader :
Her zamanki gibi iddialı değilim tabi. Özellikle bilen biri karşısında 01:36
prefader :
İlüzyon doğası gereği kurgu değil midir aslında? Algıdaki boşlukların yapay olarak doldurulması... Haliyle ben şüphe merceğinden geçmemiş her bilginin kurgu olmaya bir adım yaklaştığını düşünüyorum.01:36
Anony-2odmmae :
Tıpkı dönem ilüzyonlarının büyü sanılması gibi.01:35
Anony-2odmmae :
Bence bilgi şüphesiz olur fakat meraksız olmaz, doğru bilgi ise şüphesiz olmaz.01:35
prefader :
Derek Jarman tarafından çekilmiş çok güzel bir filmi var Wittgenstein'ın. Tavsiye ederim izlemediysen.01:35
prefader :
Kaynağı nedir onu bilmiyorum. Ama genel olarak epistemolojide kabul ediliyor zaten bu sanırım.01:34
prefader :
Wittgenstein'ın kendisi.01:34
prefader :
Bunu Wittgenstein'ın filminde söylüyordu karakter.01:34
prefader :
Şüphe olmadan bilgi olmaz zaten.01:34
Anony-2odmmae :
Şüphe kullanışlıdır.01:33
prefader :
Ama evet, değişim esastır.01:33
prefader :
Sadece araya şüphe karıştırmaya çalışıyorum kasıtlı olarak.01:32
prefader :
O yüzden dediğini onaylamaya yatkınım.01:32
prefader :
Yanlış bir analoji olabilir evrim burada.01:32
prefader :
Ha sentez, tamamen tezden birebir bir ruh taşır mı onu bilemem.01:32
prefader :
Diyalektik meselesi. Bir tez, konumunu kaybedebilir ama bu onun sentez içerisinde bir pay işgal etmediği anlamına da gelmez.01:31
prefader :
Üyeler körelir ama yokolmazlar, işlev yitimiyle beraber, kalıtımda taşınır ve tekrar keskinleşecekleri zamana kadar latent bir şekilde varlıklarını sürdürürler01:31
prefader :
Evrimsel açıdan bakmak lazım buna.01:30
Anony-2odmmae :
O zaman fikrimi güncelliyorum: genel olmayan, özgül olan her bilgi zamanla önemini büyük ölçüde kaybediyor.01:30
prefader :
Her bilgi için bu doğrudur diyemem, bu ucuz bir kaçış olsa da 01:29
prefader :
Kaşığı tutmayı da öğreniriz zamanla 01:28
Anony-2odmmae :
Fakat her bilgi zamanla önemini yitirmiyor mu?01:28
Anony-2odmmae :
Sanırım.01:28
prefader :
Yani bu bilginin de önemini bir süre sonra yitirmesi zaten.01:27
prefader :
Bunun bir durak sonrası da abzürdizm, yanılmıyorum değil mi?01:27
prefader :
Bu işin varoluşçu aşaması sanırım01:27
prefader :
Katılıyorum.01:26
Anony-2odmmae :
Hayatın bireysel olarak ardışık ve kitlesel olarak eş zamanlı sonuç, eylem, amaç ve yöntemlerin deviniminden ibaret olduğunu, temel amaç veya sonucun var olup olmadığını bilmediğimizi düşünüyorum.01:26
Anony-2odmmae :
Benim cevaplarım daha basit sanırım.01:24
prefader :
Öğrenecek şeyler var hayatta, mâlum 01:23
prefader :
Sen cevapla bir de istersen.01:23
prefader :
Teşekkür ederim 01:23
Anony-2odmmae :
Tatminkar bir yanıt ve bir o kadar manidar bir son söz.01:23
prefader :
01:22
prefader :
İnsan yanıldığını görmeden ölmezmiş.01:22
prefader :
01:22
prefader :
Son bir söz01:22
prefader :
Haaa01:22
prefader :
Evet sanırım bunu anladım.01:22
prefader :
Ha kişinin özünü ne etkiler dersen, kurallar değil, yıkımlar etkiler -bence-. Bu yönüyle hayat bir yitiriş hikayesini barındırmak zorundadır. Yoksa şüpheye ve yadırgamaya yer kalmaz. Bu da felaketin başlangıcıdır, hem de herkes adına.01:21
prefader :
İnsan ne olursa olsun fenalıklarla iştigâl halindedir ve eğer iyi / ahlâkî / doğru / hakkaniyetli davranış, içten gelmiyor, benliğin özünden neşet etmiyorsa, hiçbir mekanizma onu o kişinin içine zerkedemez. Yine de bildiğini yapacak ve buna "iyi" demeye devam edecektir. Sözün özü, erdem dediğin şey, bir miktar incinebilmeyi zorunlu kılar. Kazanma olgusunda ��dîce bir şeyler vardır. -Bana sorarsan eğer...-01:20
Anony-2odmmae :
Klavye, pardon.01:19
Anony-2odmmae :
"""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""01:19
prefader :
Çok idealist gelebilir şu an söyleyeceklerim. Emin ol eleştiri ve yargıya tamamen açığım, bunu es geçme lütfen.01:18
Anony-2odmmae :
Mesela davranışlar hakkında, insanlar hakkında, toplum hakkında ve genel anlamda yaşam hakkında ne öğretti hayat?01:18
prefader :
Düşüneyim.01:17
prefader :
01:17
prefader :
İnsan sorar da en zorunu mu sorar...01:17
Anony-2odmmae :
Bu yaşam sana ne öğretti?01:17
prefader :
Neyi referans aldığına göre değişir 01:16
prefader :
Eh.01:16
Anony-2odmmae :
Uzunca bir süredir yaşıyorsun.01:16
prefader :
Yaşıma göre çok çocuğumdur ben.01:16
prefader :
Evet.01:16
Anony-2odmmae :
33 yaşındasın?01:16
prefader :
01:16
prefader :
Sorabilirsin pekâlâ.01:16
Anony-2odmmae :
Sana bir soru sormak için yazdım.01:16
prefader :
Ne açıdan?01:15
Anony-2odmmae :
Aslında sana yazmamın ardındaki sebep de bir meraktı.01:15
prefader :
Verdiği cevapların da hakkaniyetini ve tutarlılığını tartışmıyorum, bilenler elbet benim gördüğümden fazlasını görüyordur 01:15
prefader :
Yine de üfürmüş olmayayım tabi 01:14
prefader :
Kalanında cevap verebiliyordu ama, Totem ve Tabu ampirik olarak çürütülmüş bir kitap sayılabilir sanırım01:14
prefader :
Haklı olarak aynı zamanda01:14
prefader :
Antropologlarca01:14
prefader :
Özellikle Totem ve Tabu çok eleştirildi01:13
Anony-2odmmae :
Psikanaliz adında kesinliğine dair hiçbir şey olmayan düşünceler, alakalı-alakasız bağlantıların kurucusu.01:13
prefader :
Eleştiriye de pek kapalıdır paşam.01:13
prefader :
Tutucu diyebileceğimiz biri zaten.01:13
Anony-2odmmae :
Freud şüphesiz sıra*dışı biri fakat felsefe ve psikolojiden çok daha uzak düşüncelere sahip bir insan aslında.01:12
prefader :
Orada Wittgenstein'ın bahsi de geçti. Dil mevzusunda, doğal olarak 01:11
prefader :
Fakat Freud'dan Lacan'a atladığımda, Lacan'ın ilhamlarından biri olan Saussure'e denk geldim01:11
prefader :
Kaldırabileceğim cinsten değildi.01:11
prefader :
Wittgenstein'a da ilgi duydum ama Tractatus'a falan girmedim.01:11
prefader :
Sıkı bir Freud'cuyumdur ama sevdiğimden, savunularının doğruluğu konusunda inatçı değilim01:10
prefader :
Eskiden ben de çok okurdum.01:10
Anony-2odmmae :
Özellikle ilgilendiğim filozoflar sanırım en çok Kant ve Wittgenstein.01:10
prefader :
Özellikle ilgilendiğin bir filozof vardır sanırım?01:09
Anony-2odmmae :
Filozofları okur, felsefe konu kapsamında sayılacak olguları, kavramları sorgular ve düşünürüm.01:09
prefader :
Felsefe kısmını biraz açman mümkün mü?01:08
prefader :
Çağın en nadir mahsûllerinden biri.01:08
prefader :
İşte dolu bir insan.01:08
prefader :
Oo01:08
Anony-2odmmae :
Yazılımla, edebiyatla, felsefeyle ve yaşamın pratik ve teorik yönleriyle ilgileniyorum ya da ilgilenmeyi deniyorum.01:07
prefader :
Var mıdır ilgi duyduğun ter akıttığın bir şeyler?01:06
prefader :
Konuların neler?01:06
prefader :
Neler yaparsın hayatta?01:06
Anony-2odmmae :
İyiyim, teşekkür ederim.01:06
prefader :
Sen nasılsın?01:06
prefader :
01:05
prefader :
İkinci tekil kullanmakta sorun yok.01:05
prefader :
teşekkür ederim, iyiyim.01:05
Anony-2odmmae :
Nasılsın(ız)?01:05
prefader :
Merhaba.01:05
Anony-2odmmae :
Merhaba.01:04
0 notes
Text
Yoksa metal yorgunu mu oldunuz Binali Bey?
BAŞBAKAN Binali Yıldırım şöyle bir şey söyledi geçen gün: “Ergenekoncular, Balyozcular sırasını savdı... FETÖ’cülere görevi devretti.” * Şu işe bakın hele! Yıl olmuş 2017... Ve ülkemizin başbakanı Binali Yıldırım, resmen ve alenen “Zaman gazetesi başyazarı” gibi konuşuyor. * Binali Bey...
- Sanki Ergenekon’un, Balyoz’un en başından en sonuna kadar FETÖ kumpası olduğu ortaya çıkmamış gibi... - Sanki başta Zekeriya Öz olmak üzere bu soruşturmaları yürüten tüm savcı ve polislerin FETÖ’cü oldukları ortaya çıkmamış gibi... - Sanki Ergenekon’la, Balyoz’la Türk Silahlı Kuvvetleri’nde FETÖ’cülere yer açıldığı ortaya çıkmamış gibi... Hâlâ Ergenekon diyor, hâlâ Balyoz diyor. * Ama aynı Binali Bey’e... “Madem FETÖ’cü polis ve savcıların yürüttükleri Ergenekon ve Balyoz operasyonları gerçek... O zaman aynı FETÖ’cü polis ve savcıların yürüttükleri 17/25 Aralık operasyonları için ne diyeceksiniz?” diye sorsak... Verecek cevap bulamaz. * Binali Bey... Binali Bey... Galiba sizde metal yorgunluğu başladı. Tatile falan mı çıksanız? PARTİ KURMAK İSTEYENLERE TAVSİYELER - PARTİNİZE gelmeyecek isimleri, “partimize gelecek” diye lanse etmekten vazgeçin... Yalanlandıkça cilanız silinir. * - “Kurduk, kuruyoruz” falan diye konuyu uzatmayın. Burası Türkiye... Kervan yolda düzülür. * - Elitleri falan bir tarafa bırakın... Gösterişinizi bile ahaliyle yapın. - Meydan okumadan, ezber bozmadan, dikkat çekmeden, fark yaratmadan... Hiçbir şey yapamazsınız. * - Medyadan medet ummayın... Hatta mümkünse anti-medya olun. * - Amerika, Almanya, İngiltere falan... Alayını bir tarafa bırakın... * - Sağlam partide sağlam teşkilat olur... Önceliğinizi teşkilatlara verin. * - Adı büyük kendi küçük eski siyasetçileri bir tarafa bırakın... Kelin merhemi olayını unutmayın. YENİ SİYASİ HAREKET İŞTE BÖYLE BİR ŞEY OLACAK
BURSA’da bir grup muhafazakâr, milliyetçi, liberal, sosyal demokrat ve sosyalistbir araya gelip bir açıklama yaptı. Kendilerine “Farklıyız, Birlikteyiz, Biz Türkiye’yiz Girişimi” adını veren grubun verdiği mesajlar şunlar: * - Derin kutuplaşmadan kaygı duyuyoruz. - Bir arada yaşama kültürüne sahibiz. - Farklılıklarımız ayrışma değil zenginlik kaynağıdır. - Huzur, demokrasi, barış ve hukuk önünde eşitlik istiyoruz. * Size bir şey söyleyeyim mi? Yeni bir siyasi hareket çıkacaksa... İşte böyle bir şey olacak. ATALAY, ATİLLA
KOMEDYEN Atalay Demirci FETÖ’den tahliye edildiyse...
Komedyen Atilla Taş neden FETÖ’den tahliye edilmiyor? * Mesele komiklikse... Atilla Taş, Atalay Demirci’den daha komik. BU YIL KURBANIMI LÖSEV’e bağışlayacağım. Çünkü LÖSEV, bağışladığım kurbanla... LÖSEV’e kayıtlı lösemi ve kanser hastalarına et ve et ürünleri yardımı yapıyor. Maddi imkânları kısıtlı lösemi ve kanser hastaları için protein yönünden zengin bir besin tüketmeleri çok önemli. BENDEKİ KREDİSİ SONSUZ OLAN 10 KİŞİ BİR: Celal Şengör... İKİ: Ara Güler.. ÜÇ: Nuri Pakdil... DÖRT: Burhan Kuzu... BEŞ: Mustafa Denizli... ALTI: Sinan Meydan... YEDİ: İlber Ortaylı... SEKİZ: Gülriz Sururi... DOKUZ: Yılmaz Büyükerşen... ON: Nilüfer Göle... VALELERE KIYMAYIN EFENDİLER VALENİN teki şerefsizlik yaptı diye vefakâr ve fedakâr valelerimizin tümünü töhmet altında bırakmaktan vazgeçelim. Unutmayalım ki... Valelerimizin büyük çoğunluğu, ekmek paralarını kazanmak için çalışan güzel insanlardır. 17 AĞUSTOS’U ÇOKTAN UNUTTUK UNUTMASAYDIK... O günden beri toplanan ve akıbeti belirsiz “deprem vergileri” olgusuyla baş başa kalmazdık. UNUTMASAYDIK... “Toplanma alanlarına nasıl oldu da AVM’ler yapıldı” sorusunu sormak zorunda kalmazdık. BÜYÜKADA İDDİASI ÇÖKÜYOR ÖNCE Yıldıray Oğur, dört başı mamur kapsamlı bir yazıyla çökertti. Ardından da Nagehan Alçı benzer bir çökertmeye imza attı. * Sonuç? Büyükada’da bir otelde toplantı yapan insan hakları savunucularının “casusluk” suçlamasıyla tutuklanması davası galiba kaçınılmaz bir biçimde çökmekte. DIŞ POLİTİKA ŞİİRİ MERKEL abla aksileştikçe İranlı kumandan sevecenleşiyordu Trump bastıkça imzayı silahlara Putin bir abide olup parlıyordu Esed’in Esad’laşmasına bir santim kala Barzani Berzeni’ye dönüşüyordu. KAFAMDAKİ DELİ SORU SUUDİ Arabistan’ın Bodrum’u ya da Çeşme’si neresi acaba? GAZETELERE ŞÖYLE BİR BAKINCA HÜKÜMET yanlısı gazetelerin dünkü manşetlerine şöyle bir bakınca... “Şu Kemal Kılıçdaroğlu bir tutuklansa... Memlekette bütün işler düzelir” demek durumunda kaldım. Hay bin kunduz! İŞİTİNCE ÇILDIRTAN CÜMLELER - İSTANBUL büyük bir depremle sarsılacak, hazırlıklı olun. * - Depremle yaşamaya alışmalıyız. * - Her an 7’nin üstünde deprem olabilir, önlem alın. * - Deprem konusunda bilinçlenmeliyiz. MESİH’SE HASAN Mezarcı’yla polemiğe giriştim ya... Bizim komşunun küçük oğlu... “Abi, iyi hoş da ya adam gerçekten Mesih’se... Hapı yuttun” dedi. * Olaya hiç bu açıdan bakmamıştım. İKİ ŞARKI ÖNERİYORUM - GÜLDEN Karaböcek’ten KIR ÇİÇEKLERİ... * - Esengül’den UZAKLARDA ARAMA... * Dinleyin, Allah razı olsun diyeceksiniz. Hürriyet - Ahmet Hakan Click to Post
0 notes