Tumgik
#islam tarihinde bugün
mirzablogg · 3 months
Text
Tumblr media
LANETLİ SAKİFE EHLİNİN HİLAFETİ GASP ETMESİ, İSLAM TARİHİNDE YANLIŞLARA, YIKIMLARA SEBEP OLMUŞTUR
Lanetli Sakife Ehlinin Hilafeti gasp Etmesi; İslam tarihini değiştirecek yanlışlara, Yıkımlara, Katillamlara, Zulümlere, Fitneye sebep olmuştur.
Ona Feda Olum İmam Hüseyin'in (as) şehadeti biliyoruz ki, Allah'ın emri iledir.
Muhammed bin Kesir, Ebu Abdullah'dan (İmam Cafer Sadık (as) şöyle rivayet etmiştir: "Vasiyet gökten Mühürlü Olarak Muhammed'e (saa) yazılı olarak inmiştir. Cebrail (as) dedi ki: Ey Muhammed (saa)! Bu senin Ehl-i Beyt'in yanında bulunup ümmetine yönelik olan vasiyetindir."
Resulullah (saa) buyurdu: "Hangi Ehl-i Beyt'im ey Cebrail?" dedi.
Cebrail (as) Dedi ki: "Allah'ın seçtiği zat, Ali (as) Hasan, Huseyin ve onun soyundan Olan Dokuz İmam. Bunlar Peygamberlik ilmini Senden miras alırlar. Tıpkı İbrahim'in bu ilmi miras bırakması gibi? Peygamberlik ilminin mirası Ali'nin (as) ve onun sulbünden gelen Senin zürriyetine aittir. Vasiyetin üzerinde mühürler vardı. Ali ilk mührü kaldırdı ve içinde yazılı bulunan vasiyetler doğrultusunda amel etti.
Hasan (as) şehid olunca Hüseyin (as) üçüncü mührü açtı ve orada şöyle yazılı olduğunu gördü: Savaş öldür! Sen de öldürüleceksin! Bir topluluğu da kendinle beraber şehadete ulaştırmak için götür. Onlar için seninle beraber olmalarından başka şehit düşme imkânı yoktur."
Bugüne kadar savaşarak İslam adına Seyyidi Şühada (şehit düşenlerin efendisidir İmam Hüseyin (as).
Allah'ın emri ile şehadete yürümüş ve kanı ile sadece Kerbela toprağını boyamamış, gök kırmızıya boyanmış, gök ehli onun yasını tutmuş bir şehittir O?
Cemalettin Yaldır
Tumblr media
13 notes · View notes
etaali · 1 month
Text
Tumblr media
"Filistin direnişi" imzasıyla İslami Cihad'ın askeri kanadı olan Kudüs Tugayları tarafından gönderilen mesajda şu ifadelere yer verildi:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
"Onlarla savaşın, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin bir topluluğun kalplerine şifa versin." (Tevbe: 14)
Lübnan, İslami Direnişi’ndeki sevgili Mücahit kardeşlerimiz
Allah'ın selamı, bereketi ve rahmeti sizinle olsun
Selam olsun Hizbullah Genel Sekreteri Sayın Seyyid Hasan Nasrallah'a, selam olsun şehitlere ve yaralılara, selam olsun yere saplanmış dağlar gibi sabit duran sabırlı mücahitlere. Dağlar yerinden oynar; ama onların ayakları kıpırdamaz.
Sevgili kardeşlerimiz:
Vallahi sizler, en iyi kardeşler, en iyi destekçiler, en vefalı insanlar, en dürüst ve samimi direnişçilersiniz.
On ayı aşkın süredir, karşınıza çıkmaktan korkan bu düşmana karşı verdiğiniz mücadeleyi, sabrınızı, en değerlilerinizi sunarak yaptığınız fedakarlıklarınızı görüyoruz.
Gazze’nin çamurunda saplanan, Siyonist subay ve askerlerin başını döndüren mücahitlerimizin saldırı ve pusularından kaçmak ve kurtulmak için her gün liderlerine yalvaran bu aptal ve yenilmiş düşman, sizinle nasıl karşı karşıya gelip savaşabilir?
Sevgili kardeşlerim:
Bu mesajı, size Gazze'nin kalbinden; çatışmaların, mücadelelerin ve savaşların tozu dumanı içinden; sabırlı ve kararlı mücahit halkımızın acılarının ortasında, ümmetin ve insanlığın tarihinde dönüm noktası olan; uzakların ve yakınların ihanetine tanıklık ettiğimiz bu anlarda gönderiyoruz.
Gazze Şeridi'nin cadde ve sokaklarında dehşete düşmüş olan bu düşman, Sayın Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah'ın (Allah onu korusun) da belirttiği gibi, örümcek ağından bile daha zayıftır ve bugün diken üstünde -günler, geceler ve sahada- acı verici bir korku ve bekleyiş içinde bulunuyor.
Düşman tahminlerinde ve hesaplarında hata yapmıştır, Allah'ın izniyle sizin görevinizi en layıkıyla yerine getirteceğinizden eminiz.
İslami İran'dan Arap Suriye'ye, onurlu Irak'tan İslam ve Arap tarihine Filistin’e ait olmanın en güzel anlamını kanla ve barutla kazıyan aziz Yemen'e kadar Direniş Ekseni’ndeki kardeşlerimizin en etkili çabalarını ve cihadını göreceğiz.
Ey kahraman savaşçılar, Hayber kapısını yeniden açmak için ilerlemenin ve İsrail’i yok etmek için çalışmanın zamanıdır.
Sonuç olarak:
Ey Mescid-i Aksa Tufanı’nda bizimle omuz omza sabrımızı
ve onurumuzu paylaşanlar, size şunu söylüyoruz: "Mutlaka zafer yakındır".
Bunu cesur Gazze’deki ve yiğit Batı Şeria’daki kahraman mücahitlerimizin fedakarlıklarının bereketiyle gördük.
Zafere ve sevgili Filistin’in tüm topraklarının ve kutsallarının özgürlüğüne kavuşmasına kadar sabredin.
Allah emeklerinizi, sabrınızı ve fedakarlıklarınızı kabul etsin
Bu bir cihattır; cihat ise ya bir zaferdir, ya da şehadettir.
Filistin direnişindeki kardeşleriniz
20 Ağustos 2024
5 notes · View notes
onderkaracay · 2 months
Text
Tumblr media
🎯 Müslüman Kardeşler Macerasının Sonu 🎯
Yıl 1928 Mısır'da Müslüman kardeşler adı altında bir dinci ideoloji örgüt kurar.
Ortadoğu ve çevresi ihanet topraklarıdır. İnsanlığa zulüm eden bütün çabalar dünyaya bu topraklardan dinler veya ideolojiler aracılığıyla yayılmıştır.
Müslüman kardeşler adı altında dinci ideolojinin amaçlarını ve ilişkilerini tam zamanı geldiği için anlatmaya çalışacağım.
Bu örgütün kurulma sebebi Osmanlı imparatorluğu parçalanır bu coğrafyada bir tek Mustafa Kemal Atatürk Anadolu topraklarında Türk insanlık devrimini yapar.
Dil devrimi, kadınlar ile ilgili devrimler dine karşı bir devrim gibi gösterilmesini dinci bir ideolojiye dönüştürmek isterler. Anadolu üzerinde planları olanları Türk insanlık devrimi çok rahatsız eder.
Her coğrafya ve her toplumun farklı gerçekleri var.
Çok klasik bir sözdür coğrafya kader diye bilinen söz.
Oysa coğrafyanın kader olduğu kadar o coğrafyanın üzerinde yaşayanlar da o coğrafyanın kederi olabilir.
Bağımsızlık marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un tarih ile ilgili tarihi sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum.
✓ Tarih ders alınmış olsaydı tekerrür etmezdi.
Osmanlı sonrası devrim ile kurulan Mustafa Kemal Atatürk zamanında ki Türkiye Cumhuriyeti için bir müddet devrime muhalefet adına Mısır da kaldıktan sonra ülkemize dönen Mehmet Akif Ersoy Türk devrimini övmüş ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.
Görkemli tüm kazanımlar aldatıcıdır.
Demo-krasi arap dilinde sürekli koltuk ve makamda kalmak anlamına gelir.
Her ziyniyetin demokrasi anlayışı farklıdır.
Bu sebeple demokrasi söylemleri dönektir. Niyeti okunamayan demokrasi söylemleri tehlikelidir.
Ortadoğu demokrasi anlayışı dinci sömürü niyeti taşır. Makam ve yetkiyi sürekli bu niyeti yaşatan zihniyetlere teslim etmek ister.
Batı demokrasi anlayışı da bundan farklı değildir. Maddi zenginliği birileri çıkarına koruyan zihniyetlerin makam ve yetki almasını ister.
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası bu iki niyetin işbirliği yaptığı tarihtir.
Dinci ideolojiyi benimseyen, muhafazakar milliyetçi ideolojiyi benimseyen tüm ideolojiler bu anlamda Türk-İslam sentezi adı altında Müslüman kardeşler dinci ideoloji ile laiklik devrimine karşı mücadeleye giriştiler.
28 Şubat öncesi ülkemiz ideolojisini benimseyen Erbakan bu anlamda Libya'da Kaddafi'yi ziyaret etme amacı bu örgütün lideri benim havası içinde gitti.
Bir çadır tiyatrosu yaşandı ve Kaddafi Erbakan'a yardımcısı gibi davranınca orada rezil olup gelmişti.
Sonrasında sermaye asker ortaklığı 28 Şubat yaşandı kendi içinden yeni bir müslüman kardeşler ideolojisini doğurdu.
Bop projesinin eşbaşkanı ülkemizi bu yolla yönetmeye başladı.
2011'de arap baharı başladı Ortadoğu ve Batı sömürge çetesi yeni bir temizliğe başladı.
Mısır'da Müslüman kardeşler kaybetti. Tunus kaybetti. Libya'da müslüman kardeşler ve batı çetesi operasyonu ile devrimci Kaddafi tuzağa düşürüldü ve öldürüldü.
Bugün hala Libya iç savaşı bitmiş değil. Bitecek gibi de değil.
Her toplumun ve coğrafyanın gerçekleri farklıdır. Libya'da devrim lideri Kaddafi'nin politikası yeniden hakim olmadan orada huzurlu bir yaşam mümkün değildir.
Gelelim asıl konumuz bize.
Bugün gelinen noktada dine en büyük zararı dini siyasete alet eden ideolojilerin verdiği gerçek ile karşı karşıya kaldık.
Arap baharı sonrası planlanan Türk Mevsimi çalışmaları batı çetesi tarafından yönetiliyordu.
Sermaye adına bu projeyi Bilderberg adına Mustafa Koç üstlenmişti. 21 Ocak 2016 tarihinde deşifre ettiğim için yaşamını bir ibret sonucu kaybetti.
Suriye'de ki politika da Türk Mevsimi amacına hizmet etmeye yönelik bir sömürgeci ve dinci ideoloji ortak projesiydi.
Mültecilerin ülkemize getirilmesi, 15 Temmuz ile rejimin sürekli makam ve yetki demorsasisi adı altında 1950 tarihinde başlayan ihanetin bir devamı ortaklığa dönüştü.
Bop projesi hangi niyete hizmet ediyorsa sermaye ve dinci ideoloji ortaklığı da aynı amaca hizmet ediyordu.
Dış siyaset us, duyunc ve mantık sorumluğu gerektiren bir alandır.
Sonunu düşünmeyen her çaba bedel ödemek zorunda kalır. O bedeli ödemek istemeyen zihniyet ise o bedeli hile ile topluma ödettirmeye kalkar.
Darbe yapar, yaptırır, savaşa sürükler iç savaşı kendini kurtarmak adına tercih eder.
Bugün yaşanan tüm gelişmeleri bu doğrultuda değerlendirmek gerekir.
Türk devrim tarihinin üç yüz yıllık bir geçmişi vardır.
Yetmiş beş yıllık bir yıkım mücadelesi olan niyetin geldiğimiz sorunlara baktığımız zaman bu devrime yenilmiş olduğu gerçeğini değiştirecek bir gücü ve iradesi kalmamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk ve Türk insanlık devrimi yeniden kazanmıştır.
Anadolu'nun farklı ideolojik faaliyetler ile Türk ulusuna düşmanlık eden siyasi parti ve ideolojilere ihtiyacı yoktur. Anadolu ve Türk ulusunun birlik, beraberlik ve toprak bütünlüğünü koruyacak iradeye ihtiyacı vardır.
Ne mutlu Türküm diyene.
Önder Karaçay
2 notes · View notes
aykutiltertr · 14 days
Video
youtube
Nazende Sevgilim - Nalan Altınörs ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 3/4 Semai...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/ukJLgz7gMy4 ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Nazende Sevgilim - Nalan Altınörs ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 3/4 Semai Vals Beste Bekirof) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤    https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupPEkl-kdu1Vql8sovrdF07_ ➤ ESER ADI                : NAZENDE SEVGİLİM - DEĞDİ SAÇLARIMA BAHAR KÜLEĞİ ➤ SÖZ GÜFTE            : İslam Seferli ➤ BESTE - MÜZİK      : Bekirof ? Cihangir Changirova? ➤ USÜL                       : 3/4 SEMAİ VALS ➤ MAKAM - DİZİ        : HİCAZ - MAJÖR ➤ ARANJÖR              : ? ➤ ENSTRÜMANLAR : PİYANO, YAYLI GRUP KEMAN, KANUN ➤ KİMLER OKUDU    : NALAN ALTINÖRS ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   : LİDER MÜZİK Nalan Altınörs ‘Nazende Sevgilim’ Resmi Müzik Videosu. (1995) Official Audio of ‘Nazende Sevgilim’ by Nalan Altınörs. (1995) Nalan Altınörs ‘Sırası Mı Şimdi’ tüm dijital platformlarda! Söz • İslam Seferli Müzik • Cahangir Cahangirov   mi? bBekirof mu? Yapım • Lider Music Company                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU B        C          B     Em           B Değdi saçlarıma bahar gülleri B              C           B    Em        B Nazende sevgilim yâdıma düştün Em  Am    C     B     C           Em Sevenin bahtına bir güzel düşer Em                             B Sen de tek sevgilim aklıma düştün C                              Am             B           Nazende sevgilim yâdıma düştün   x2 B              C         B       Em         B Gözlerim yoldadır, kulağım seste B              C             B      Em        B Ben seni unutmam en son nefeste Em  Am    C     B         C          Em Ey ceylan bakışlım, ey boyu beste Em                           B Gurbette sevgilim aklıma düştün C                               Am          B               Nazende sevgilim yâdıma düştün     x2 B           C            B       Em           B Sensiz dağ yoluna çıktım bu seher B           C        B         Em     B Öksüz kumru gibi güller lâleler Em  Am   C     B      C         Em Sen niye yalnızsın sordular eller Em                            B   Gurbette sevgilim aklıma düştün C                               Am          B             Nazende sevgilim yâdıma düştün    x2 Nalan Altınörs Doğum Mine Nalan Altınörs 20 Mart 1961 (63 yaşında) Ankara, Türkiye Tarzlar Türk Sanat Müziği Etkin yıllar 1983–günümüz Nalan Altınörs (d. 1961, Ankara) Türk şarkıcıdır.[1] Eğitimini Ankara ve İzmir'de tamamladı. 1981'de TRT tarafından Türkiye genelinde açılan sınavı kazanarak birçok Türk Müziği sanatçısının yanı sıra Ferit Sıdal (Türk Müziği nazariyatı), Kutlu Payaslı (repertuvar), Yılmaz Yüksel ve Ahmet Hatipoğlu (solfej) ile eğitim gördü. İki yıllık staj döneminden sonra 1983'te İzmir Radyosu'nda ses sanatçısı olarak göreve başladı ve 1992'de bu görevinden ayrıldı. Bugüne kadar sayısız konser veren Nalan Altınörs'ün repertuvarında genellikle neo-klasik eserler bulunmakta ve seslendirdiği besteciler arasında Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Dramalı Hasan, Şükrü Tunar, Yesari Asım Arsoy ve Avni Anıl'ın besteleri önemli bir yer tutmaktadır. Sanatçı toplam altı albüm çalışması yapmış,[2] yurt içinde ve yurt dışında pek çok konser vermiştir. Kaynakça ^ "NALAN ALTINÖRS -". ankara.ktb.gov.tr. 16 Haziran 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 16 Haziran 2024. ^ "Nalan Altınörs - Albümleri". turkuk.biz. 24 Temmuz 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Temmuz 2023. gtd Klasik Türk müziği şarkıcıları Ahmet Çalışır · Ahmet Özhan · Ahmet Üstün · Gaye Su Akyol · Alâeddin Yavaşca · Ali Osman Akkuş · Aslı Hünel · Ayla Gürses · Aylin Vatankoş · Ayşe Mine · Ayşe Tunalı · Behiye Aksoy · Bekir Sıdkı Sezgin · Belkıs Özener · Sibel Can · Deniz Kızı Eftalya · Dilek Türkan · Ebru Gündeş · Eda Karaytuğ · Sibel Egemen · Emel Sayın · Ender Doğan · Bülent Ersoy · Esra İçöz · Faruk Tınaz · Gönül Akkor · Gaye Aksu · Gönül Yazar · Hâfız Burhan · Hâfız Post · Hamiyet Yüceses · Seçil Heper · Hüner Coşkuner · İnci Çayırlı · İsmet Yazar · Kâmuran Akkor · Kutlu Payaslı · Mediha Demirkıran · Mehmet Başdurak · Melihat Gülses · Meral Mansuroğlu · Meral Uğurlu · Metin Milli · Mine Koşan · Yılmaz Morgül · Mualla Gökçay · Mualla Mukadder Atakan · Muazzez Abacı · Muazzez Ersoy · Mustafa Keser · Mustafa Sağyaşar
0 notes
edebisblog · 2 months
Text
KUDÜS'ÜN ÖNEMİ
İslam tarihinde ilk kıble, yeryüzünde Kâbe’den sonra inşa edilen İkinci Mescit ve Müslümanlar açısından yeryüzündeki harem alanlarından üçüncüsüdür. Kudüs, dünyadaki 3 büyük inanç (Yahudilik, Hristiyanlık, İslamiyet) açısından merkezi bir kutsallığa sahiptir.
Kronolojik olarak Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet açısından birçok özelliğe sahip olan Kudüs, tarihin her döneminde çekiciliğini muhafaza etmiştir.
Dünyaya etki eden büyük devletler Kudüs’e mutlaka sahip olmak istemişler ve orayı kontrolleri altında tutmak için mücadeleler gerçekleştirmişlerdir.
Kudüs, Müslümanların kalplerinde özel bir yere sahiptir;
Kur’an-ı Kerim’e göre kutsal topraklardır:
“Ey halkım Allah’ın sizlere tahsis ettiği kutsal topraklara girin” (Maide,22)
Kur’an-ı Kerim’e göre bereketli topraklardır:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Hz. Muhammed s.a.v.) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (c.c.) noksan sıfatlardan münezzehtir; O (c.c.) gerçekten işiten, görendir.” (İsra, 1)
“Süleyman’ın (a.s.) faydalanması için de, bereketli, kutsal kıldığımız topraklara doğru, onun planlamasına göre kasırga gibi şiddetli esen rüzgârı verdik. Her şey bizim ilmimiz, irademiz, planımız dâhilinde gerçekleşmeye devam etmektedir.” (Enbiya, 81)
Mübarek Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mekândır. Mescid-i Aksayı ziyaret tavsiye edilmiş ve orada kılınacak namazlara 500 kat daha fazla sevap vaat edilmiştir.
Filistin ve Kudüs toprakları birçok peygamberlerimizin doğum ve yaşam yeridir. Kur’an-ı Kerim’de adları geçen Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Lût (a.s.) Hz. İsmail (a.s.) Hz. İshak (a.s.), Hz. Yakub (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. Dâvûd (a.s.), Hz. Süleyman (a.s.), Hz. Salih (a.s.), Hz. Zekeriyya (a.s.) Hz. Yahya (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) bu toprakları kendine mesken edinmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) Kudüs’ü (Mescid-i Aksa’yı) ziyaret etmiştir.
Filistin ve Kudüs, İsrâ’nın yani gece yolculuğunun ülkesidir. Zira Allah Teala Mescid-i Haram’dan yola çıkan Hz. Muhammed’e varış noktası olarak Mescid-i Aksa’yı belirlemiş ve Hz. Peygamber oradan Mirac’a yükselmiştir. Allah (c.c.) böylece hem Filistin ülkesini, hem de bütün peygamberleri bir araya getirip Hz. Muhammed (s.a.v.)’in arkasında namaz kıldırdığı Mescid-i Aksa’yı onurlandırmıştır. Bu aynı zamanda peygamberlerin taşıdığı tevhit mesajının sürekliliğine, peygamberlerin mirasına, imamlığa ve Allah kelamının İslam ümmetine yüklediği sorumluluğa işaret etmektedir.
Doğal olarak Müslümanların kalpleri bu bereketli, kutsal topraklara bağlıdır ve onlar bu topraklar için canlarını vermeye hazırdırlar.
Yahudiler açısından;
M.Ö. İsrail kralı Hz. Davut’un bu şehri Birleşik İsrail Krallığı’nın başkenti olarak ilan etmesi,
Hz. Süleyman’ın Mescid-i Aksa’yı (Yahudilere göre “Tapınağı”) Tapınak Dağı’nda (Mescid-i Aksa’nın üzerinde kurulu olduğu yer) yapması,
Burak Duvarı’nın (Yahudilerin Batı Duvarı veya Ağlama Duvarı) bu şehirde bulunması. Bu duvar Yahudilerin dünyadaki en kutsal alanıdır, kıble olarak da kullanılır.
Mesih’in buraya ineceğine inanılması,
Cennet ve cehennemin Kudüs’te kurulacağına inanılması. (Bunun için Zeytin Dağı’ndaki kutsal Yahudi Mezarlığı bulunmaktadır)
Hristiyanlar açısından;
Hz. Meryem (a.s.)’ın bu topraklarda ailesiyle birlikte yaşaması,
Hz. İsa (a.s.)’ın Kudüs’te Hak dini ve esaslarını o dönemin sapıtmış Yahudi mensuplarına tebliğ etmesi,
Hz. İsa (a.s.)’ın hayatının son bölümünü bu topraklarda geçirmesi, (Hristiyanlar’a göre yargılanması, işkence edilerek öldürülmesi, sürüklenmesi ve bugün Kıyamet Kilisesi olarak da bilinen yerde gömülmesi ve oradan göğe yükselmesi,
Mesih’in tekrar Kudüs şehrine gelmesi ve Cennetin Krallığı’nı Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerde kurulacak tahtın üzerinde ilan etmesi,
Hristiyanlar’ın hac mekânının Kudüs’te bulunması
Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
pazaryerigundem · 2 months
Text
Başkan Sami Er, ‘10 Muharrem Aşure Günü İftar Programı’na katıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/183818/baskan-sami-er-10-muharrem-asure-gunu-iftar-programina-katildi/
Başkan Sami Er, ‘10 Muharrem Aşure Günü İftar Programı’na katıldı
Tumblr media
Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Sami Er, Malatya Büyükşehir Belediyesi tarafından İnderesi Tabiat Parkında organize edilen ‘10 Muharrem Aşure Günü İftar Programı’na katıldı. Düzenlenen iftar programında Başkan Sami Er birlik, beraberlik ve kardeşlik mesajları verdi.
MALATYA (İGFA) – 10 Muharrem’de düzenlenen Muharrem İftar Programına Büyükşehir Belediye Başkanı Sami Er’in yanı sıra Malatya Vali Yardımcısı Bilal Basrı, Yeşilyurt Belediye Başkanı İlhan Geçit,  Malatya İl Müftüsü Ramazan Dolu, Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Vakfı Genel Başkanı Hasan Meşeli, basın mensupları, STK temsilcileri ve vatandaşlar katıldı.
Tumblr media
“MUHARREM AYININ 10. GÜNÜ KURTULUŞ GÜNÜDÜR”
Muharrem ayının öneminden bahseden Malatya İl Müftüsü Ramazan Dolu, “Böylesine güzel bir günde bizleri bir araya getiren Malatya Büyükşehir Belediye Başkanımız Sami Er’e hassaten teşekkür ediyorum.  Bugün burada Muharrem ayı iftarını yapmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Muharrem ayının, Aşure Günü’nün İslam tarihinde çok önemli bir gün olduğunu biliyoruz. Muharrem ayının 10. Günü kurtuluş günüdür. Hz. Nuh’un, Hz. Musa’nın ve beraberindekilerin kurtuluş günüdür. Tarihe baktığımız zaman 10 Muharrem aydınlığa kavuşmanın, tehlikeli bir sudan geçerek kurtuluşa ermenin, fırtınalı sulardan selamete eren geminin kurtuluş günüdür. Bu vesileyle tutulan oruçlarımız kabul olsun. Aşuremiz, Muharrem ayımız kutlu olsun” ifadelerine yer verdi.
Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Vakfı Genel Başkanı Hasan Meşeli, iftar programında emeği geçen herkese teşekkür ederek, “İnsanlık tarihinde eşi benzeri ender görülmüş yüce insanlar, çare kapılarının kapandığı ve sevgi rüzgârlarının tamamen kuruduğu sanılan zamanlarda Allah dostları Nebiler ve Veliler insanlık âlemine birer armağan ve kurtarıcı olarak gelmişlerdir. Muharrem ayı Hz. Hüseyin İmam Efendimizin ve 72 şühedasının 10 Muharrem 680 tarihinde Kerbela’da Emevi Halifesine biat etmediği gerekçesiyle katledilmesinin 1344 yılının hüzünlü bir manzumesidir.
Bu ayda yapılan ibadetlerin,  hayır ve hasenetlerin Yüce Allah’ın huzurunda kabul edilmesini niyaz ediyorum. Bu güzel günü organize eden Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve Valimize teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Malatya Vali Yardımcısı Bilal Basrı ise, “Bizleri böyle güzel bir organizasyonda bir araya getiren başta Büyükşehir Belediye Başkanımız ve kıymetli ekibine şükranlarımız sunuyorum. Muharrem ayının dünya üzerinde barış, sevgi ve mutluluk getirmesini temenni ediyor, tuttuğumuz oruçların Yüce Allah tarafından kabul edilmesini niyaz ediyorum” şeklinde konuştu.
“10 MUHARREM BİZİM VE TOPLUMUMUZ İÇİN BARIŞIN, ADALETİN VE HUZURUN SEMBOLÜ OLSUN”
Muharrem ayının tarihinden anekdotlar veren Başkan Sami Er,  böylesine güzel günlerin kıymetinin bilinmesi gerektiğine vurgu yaptı. Başkan Sami Er,  “10 Muharrem Müslümanlar ve toplumumuz için çok önemli bir gün. Bugün baskıya ve zulme başkaldırı günü. Bugün adaletsizliğe ve haksızlığa başkaldırı günüdür. Tarihimize baktığımız zaman Muharrem ayında birçok olaylar yaşanmıştır. Fakat bizim aklımıza ilk gelen Kerbela’da Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendimizin başına gelenler, Hz. Hüseyin Efendimiz ve ehlibeytinin zulme uğraması, katledilmesi aklımıza gelir. Onların zulme başkaldırısı aklımıza gelir.
Bilindiği gibi Aşurede çeşitli renklerde ve tatlarda yiyecekler var. Bizler toplumda her zaman ‘renklerimizin, dillerimizin, dinlerimizin, meşreplerimizin farklılıkları zenginliklerimizdir’ deriz ama maalesef bunlar tarihten bu yana bizim zenginliğimiz iken bir çatışma aracı haline getirilmiştir. Her zaman hak ve batılın mücadelesi olmuştur.
Bizlerde 10 Muharrem Günü dolayısıyla çok değerli Dedelerimiz ve STK temsilcilerimiz ile toplandık. Hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugünün her zaman bizim ve toplumumuzun için barışın, adaletin ve huzurun sembolü olsun” dedi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 13 MART (1952)
TÜRK İSLAM AYDINLARINDAN
ÖMER RIZA DOĞRUL’UN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Ömer Rıza Doğrul (1893, Kahire - 13 Mart 1952, İstanbul), Türk siyasetçi.
Aslen Burdurlu olup Mısır’a yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğdu. El-Ezher Üniversitesi Dini İlimler Fakültesi mezunudur. Mısır El-Alem ve Al Şa'b Gazeteleri Türkçe çevirmenliği ve yazarlığı, Tasvîr-i Efkâr Kahire muhabirliği, Tasvîr-i Efkâr ve Sebîlü'r-Reşâd gazeteleri muharrirliği ve çevirmenliği, Mercan ve Vefa Sultânîleri İngilizce öğretmenliği, medrese müderrisliği, Darüşşafaka İngilizce hocalığı, İkdam, Akşam, Vakit, Son Posta, Tan Gazeteleri çalışanı, Türk İslam Ansiklopedisi yayıncılığı, haftalık Selâmet Mecmuası sahipliği, Cumhuriyet Gazetesi siyaset muhabirliği ve yazarlığı, Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti başkanlığı, TBMM IX. Dönem Konya Milletvekilliği yapmıştır.
Mehmet Akif Ersoy'un kızı Cemile ile evli ve üç çocuk babasıdır. Uzun süren bir hastalık döneminden sonra İstanbul’da ölmüştür. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'ndedir.
Çalışmaları
Kur'an Nedir (1927)
Müslümanlık Nedir (1933)
Mehmed Âkif, Şahsı ve Aile Hayatı
Tanrı Buyruğu (1943)
Kanlı Gömlek (1944)
Ekber: Bir Türk Dâhisi (1944)
Cennet Fedaileri: İslâm Tarihinde Gizli ve Yıkıcı Teşekküller (1945)
İslâmın Özü ve Kur’an’ın Ruhu (1946)
Yeryüzündeki Dinler Tarihi (1947)
İslâmiyetin Geliştirdiği Tasavvuf (1948)
Hazret-i Rabiatü'l-Adeviyye (1976)
0 notes
drakifakca · 11 months
Video
youtube
Gönüllerimiz Gazze için çarparken çağın muhacirleri olan Doğu Türkistan’ı unutmayalım…
Bugün Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin kuruluş yıl dönümüdür. 12 Kasım 1933'de sancaklarına "İslâmiyet, Azadiyet, Adâlet ve Uhuvvet" yazarak, 4 ana esas üzerine bir devlet kurduklarını dünyaya ilan etmişlerdi.
Kaşgar'da 12 Kasım 1933 tarihinde kurulup yıkılan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti tekrar 12 Kasım 1944’de Gulca'da kurulmuştur. Tekrar Rus ve Çin işbirliği ile 1949 da Çin işgaline geçmiştir.
Bu nedenle, iki Uygur Cumhuriyetinin kuruluş yıl dönümü “Doğu Türkistan Milli Günü" olarak kutlanmaktadır.
12 Kasım 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ve tekrar yine 12 Kasım 1944 Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun yıl dönümü ve bu çifte cumhuriyetimiz, Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketinin meşruiyetini ve haklılığını ispatlayan yegâne tapusudur.
Bugün anavatanlarında yalnızlaştırılan ve Çin’in devasa nüfusu içerisinde “egzotik” etnik unsurlar hâline getirilen Uygur Türkleri, günümüzde dünyada örneğine pek rastlanmayan otoriter rejimlerden birinin sömürge tebaası konumundadır. Tibet ve İç Moğolistan gibi bölgelerde de benzeri uygulandığı gibi, Doğu Türkistan’da da Müslüman Türklerin yüzlerce yıllık kültürel kimliği, dili ve dini inançları tehdit altındadır.
Doğu Türkistan’da sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal haklar noktasında yaşanan insan hakları ihlalleri; keyfî tutuklamalar, işkence ve idam, Doğu Türkistanlı genç kadınların Çin’in batı şehirlerine zorla transfer edilerek ağır şartlarda çalıştırılması, işe alımlarda ve sağlık hizmetlerinde ayrımcılık şeklinde görüldüğü gibi; “iki dilde eğitim” politikasıyla Uygur dilinin tasfiye edilmesi, ibadet yasakları ve seyahat hakkının kısıtlanması şeklinde de tezahür etmektedir.
Her ne kadar Türkiye realist çıkarlarını göz önünde bulundurup Çin ile pragmatist adımlar atsa da Filistin ve Azerbaycan’da olduğu gibi Uygur Türklerinin uluslararası kamuoyunda seslerini duyurabilmeleri için daha çok mücadele vermeli, bu hak ihlallerine göz yummamalıdır. Zira Uygur Türklerinin “dost” olarak görebileceği Türkiye dışında başka bir ülke yoktur, ne yazık ki İslam dünyası da buna dahildir.
Bugün, Uygur ve diğer Türk toplulukları, Çin'in soykırımına karşı mücadelelerini sürdürmekte ve bu özel günü Doğu Türkistan Milli Günü olarak kutlamaktadır. Bu zulmün son bulacağı ve Uygur halkının özgürce yaşayabileceği Üçüncü Doğu Türkistan Cumhuriyeti, bölgenin ebedi barışı için şart olmuştur. Gök Bayrak'ın tekrar hür bir şekilde dalgalanmasını nasip etmesini Yüce Allah'tan diliyorum.
12 Kasım 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ve 12 Kasım 1944 Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin de kuruluş günleri olan 12 Kasım #DoğuTürkistanMilliGünü’nü kutluyor, esaretten bağımsızlığa giden yolun başlangıcı olmasını Cenab-ı Hakk'tan  niyaz ediyorum.
Bu vesilesiyle Doğu Türkistan mücadelesinin tüm kahramanlarını, şehit ve gazilerini saygı ve rahmetle yâd ediyorum.
Al Bayraktan Gök Bayrağa Selam Olsun!
0 notes
ibokumus · 11 months
Text
TÜRKLER ARAP BEDEVÎ KÜLTÜRÜ VE ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ TEMSİL EDEMEZLER
Türk’ü küçük gören, Türkçeyi unutturmak isteyen, Türk tarihini değil Arap tarihini öğretmeye çalışan, Türk gelenekleri yerine Arap geleneklerini topluma dayatmak isteyen, Tüm bunları kurnazlıkla “İslam” ve “Osmanlı” maskesi altında yapan düşman bir güruhla karşı karşıyayız.
Peki Arapların gözünde biz neyiz?
İslamiyet’ten önce Araplar ''Azad edilmiş kölelere'' Mevali diyordu. İslamiyet’ten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor. Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türkler geliyor. Tükler, İslamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı. Araplara göre, sonradan Müslüman olunamazdı. Müslümanlık Araplara inmiş bir din idi. Nitekim Kuran'ın ''Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, Arapça inmiş'' bir kitap olduğu, ayet ile sabittir. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşıyordu.
''Her millete bir peygamber gönderdik'' şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, ''Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir'' diye anladılar. Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler. Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslam’daki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, Arapların hışmına uğramıştır. Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler de aynı geleneği devam ettirdiler.
Kendilerine karşı çıkan İmam-ı Azam Abbasiler döneminde yeniden zindana atmışlar, 18 yıl zindanda kalmış ve zindanda vefat etmiştir.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler. Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyor.
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Hüseyin’e göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı. Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslam’a karşı durmak anlamına gelmezdi. Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir.
- 2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü ''Türkler mevalidir, İslam’ı temsil edemezler'' diye fetva verdi. Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor.
Tarihin hiç bir döneminde Araplar Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar... Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmaz!!!
Tüm bunlara rağmen kendi yüce ırkına ihanet edip, Arapları Kavmi Necip ırk olarak gören aptallar için; Arapların bize bakış açısıyla ilgili bazı başka örnekler de verelim:
İbni Sina; Türkler efendi değil köle sınıfındandır.
Kirmani de aynı görüştedir: Türkler köle olarak doğmuşlar ve öyle
öleceklerdir.
İmam Gazali… Türk’e en ağır hakaretleri uygun bulmuş olmasına karşın, bugüne dek Türk’ün en çok yücelttiği bir kişi olmuştur!
İbn Teymiye… Türkleri, İslam dinine en büyük kötülüğü yapmış olanlar arasında kabul eder: “Muhammed dinine karşı bunların (yani Şiilerin) yaptıkları kötülükler, kâfirlerin, Türklerin Frenklerin ve benzerlerinin yaptıklarından çok daha fazladır.”
Ibn al-Mukaffâ (724-759), Çinlileri, Bizanslıları, Hintlileri, Arapları, Türkleri değer ölçeğine vurur ve kıyaslar. İranlılar, büyük çapta bilim adamı yetiştirir. Çinliler sanatkardır. Vs. Türkler ise, “başkalarına saldırmak için yaratılmış yırtıcı, vahşi hayvanlardır!” Araplar ise kutsal halktır!
Ebu Süleyman al-Sicistani' (912-985), “Türkler, Araplardan çok aşağı olup tıpkı zenciler gibi hayvan niteliğinde kimselerdir.”
1 note · View note
elazigsurmanset · 1 year
Text
YÖK ve BAE Arasında İşbirliği Protokolü İmzalandı !
Tumblr media
Yükseköğretim Kurulu ile BAE Eğitim Bakanlığı Arasında İş Birliği Mutabakatı İmzalandı Yükseköğretim Kurulu Başkanı Özvar: “Mutabakatla yükseköğretim kurumlarımız arasında akademik personel ve öğrenci değişimi gibi alanlarda iş birliğini artırmayı, telekomünikasyon, elektrik-elektronik, yapay zekâ gibi önemli yükseköğretim alanlarında iş birliği yaparak bilimsel araştırmaları teşvik etmeyi hedeflemekteyiz.”
İki Ülke Arasında Yeni Ufuklar Açıldı
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Eğitim Bakanı Ahmad Belhoul Al Falasi “Birleşik Arap Emirlikleri Eğitim Bakanlığı ile Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim Kurulu Arasında Yükseköğretim Alanında İş Birliğine Yönelik Mutabakat Zaptı” imzaladı.Mutabakat zaptının imzalanması dolayısıyla Yükseköğretim Kurulunda düzenlenen törende konuşan Özvar, Yükseköğretim Kurulu olarak BAE Eğitim Bakanı Ahmad Belhoul Al Falasi ve beraberindeki heyeti ağırlamaktan büyük memnuniyet duyduklarını söyledi. Türkiye ile BAE arasındaki ikili ilişkilerin son dönemdeki hızlı gelişiminin, iş birliğinin her alanda ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdiğini ifade eden Özvar, “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Sayın Şeyh Muhammed Bin Zayed Al Nahyan’ın davetlisi olarak 19 Temmuz 2023 tarihinde gerçekleştirdiği ziyaret, iki ülke arasında yeni ufukların açılmasına vesile olmuştur. Sayın Devlet Başkanlarının belirlediği vizyon doğrultusunda, yükseköğretim alanında da iş birliğimizi güçlendirmeye yönelik somut adımlar atma kararı almış bulunmaktayız.” dedi.
İki Ülke Arasında Akademik Personel ve Öğrenci Değişimi
Bu kapsamda bugün imzaladıkları yükseköğretim alanında iş birliğine dair zaptın iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da ileriye taşınmasındaki kararlılığın bir simgesi olduğunu belirten Özvar, “Bu mutabakatla yükseköğretim kurumlarımız arasında akademik personel ve öğrenci değişimi gibi alanlarda iş birliğini artırmayı, telekomünikasyon, elektrik-elektronik, yapay zekâ gibi önemli yükseköğretim alanlarında iş birliği yaparak bilimsel araştırmaları teşvik etmeyi hedeflemekteyiz.” ifadelerini kullandı. Yükseköğretim Kurulu olarak öncü ve yenilikçi adımlarla yükseköğretimdeki kaliteyi artırmak ve uluslararası alanda etkinliği sürdürmek amacıyla bir dizi icraatta bulunduklarını anlatan Özvar, özellikle uluslararasılaşma konusunda önemli adımlar atıldığını vurguladı.
“Kültürel ve akademik iş birliklerine büyük önem veriyoruz”
“Bugün Birleşik Arap Emirlikleri ile imzaladığımız iş birliği anlaşmasında olduğu gibi, Türkiye’nin diplomatik faaliyetlerini destekleyen kültürel ve akademik iş birliklerine büyük önem veriyoruz.” diyen Özvar, son dönemde Özbekistan, Azerbaycan, Cezayir gibi ülkelerle gerçekleştirilen mutabakatlar ve uluslararası iş birliği protokolleri ile yükseköğretimde küresel düzeyde etkileşimi artırmayı amaçladıklarını vurguladı. Ayrıca, yakın zamanda İslam İşbirliği Teşkilatının önemli kuruluşlarından SESRIC ile de bir iş birliği protokolü imzalayarak Teşkilata üye ülkelerdeki öğrencilere, Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görme ve iş birliği yapma imkânı tanıdıklarını anlatan Özvar, “Bu sayede ülkemizin uluslararası alandaki kalkınma çabalarını daha da etkin ve verimli bir şekilde ilerletmeye devam edeceğiz” dedi. Türkiye’de uluslararası araştırmacıları teşvik amacıyla başlatılan projelere de değinen Özvar, ayrıca, çağın gereksinimlerini yakından takip ederek, ihtiyaçları karşılayacak nitelikte adımlar atmaya önem verdiklerini söyledi. Özvar, bu kapsamda stratejik kurum ve kuruluşlarla yakın iş birliği içinde oldukları belirterek, petrol, doğal gaz, açık deniz servisleri, harita veya geomatik mühendisliği, madencilik, tekstil ve deri mühendisliği bölümlerini seçen öğrencilere de destek sağlandığını anlattı.
BAE Eğitim Bakanı Ahmad Belhoul Al Falasi
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Özvar, “Gerek uluslararasılaşma gerekse de teknoloji alanında gerçekleştirdiğimiz icraatlarımız Türkiye’nin yükseköğretim alanında ne kadar dinamik ve geleceğe yönelik kararlı adımlar attığını göstermektedir. Bugün imzaladığımız Mutabakat Zaptı da bu hedefler doğrultusunda gerçekleştirilen önemli bir girişimi temsil etmektedir.” ifadelerini kullandı. BAE Eğitim Bakanı Ahmad Belhoul Al Falasi de konuşmasında iki ülkenin güçlü kültürel ve ekonomik bağlara sahip olduğunu belirterek, imzalanan mutabakatın yükseköğretim sistemlerini güçlendirmede ve iki ülkenin deneyimlerini artırmada önemli rol oynayacağını kaydetti. Dünyanın en kapsamlı burs programı olarak kabul edilen Türkiye Burslarının başarısının ilgisini çektiğini söyleye Al Falasi, “Yarının güçlü ve yenilikçi eğitim sistemlerini şekillendirirken birlikte çalışmayı, birbirimizden öğrenmeyi ve yeni iş birliği fırsatlarını keşfetmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Eğitimde mükemmeliyette yeni zirvelere ulaşmak için ortak güçlerimizi geliştirelim.” şeklinde konuştu. Konuşmaların ardından Özvar ve Al Falasi mutakabat zaptını imzaladı. Read the full article
0 notes
dokmimarlik · 1 year
Text
Topkapı Sarayı - Tarihin Kalbi
Tumblr media
İstanbul'un kalbinde, denizin kıyısında yükselen büyüleyici bir anıt... Topkapı Sarayı, tarih kokan duvarlarıyla İstanbul Sarayburnu'nda yükselen ve sadece bir yapıdan daha fazlasını temsil eden bir harikadır. Göz alıcı güzellikteki bu saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak anılarını ve sırlarını içinde barındıran, adeta bir zaman makinesi gibidir. 600 yılı aşkın tarihi boyunca 400 yıl boyunca devletin merkezi olarak hizmet vermiş, sadece taş duvarlarla değil, aynı zamanda imparatorluğun kalbiyle de işlemiştir. Tahtın ve ihtişamın sembolü olan bu saray, Osmanlı padişahlarının tahtlarını kurduğu, imza attığı ve dünya tarihini şekillendiren yerdir. Topkapı Sarayı'nın büyüklüğü sadece fiziksel değil, aynı zamanda tarih boyunca taşıdığı yüksek anlamla da dikkat çeker. Her bir duvar, her bir köşe, binlerce hikayenin ve yaşanmışlığın tanığıdır. Eşsiz mimarisi, her detayında gizlenmiş sanat eserleriyle ziyaretçilerini büyülerken, geçmişin izlerini günümüze taşıyan bir portal gibi durmaktadır. Gelin bu eşsiz tarihi yapıyı birlikte inceleyelim...
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Topkapı Sarayı, inşa edildiği yıllarda İstanbul'un en yüksek tepesine kurulmuş ve muhteşem bir manzaraya sahip olmuştur. Saray, mimari açıdan da dikkat çekicidir. Benzersiz olan yapı, birçok farklı dönemin izlerini taşımaktadır. İslam, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden etkiler göze çarpmaktadır. Bu farklılıkların birleşimi, saraya ayrı bir güzellik katmaktadır. Topkapı Sarayı'nın içerisinde, padişahların yaşam alanları, harem, dini ve resmi törenlerin düzenlendiği mekanlar, çalışma odaları, avlular ve bahçeler bulunmaktadır. Sarayın içine girdiğinizde, sarayın tarihine ve zengin kültürüne dair bir yolculuğa çıkmış hissedeceksiniz. Binlerce yıllık tarihin izlerini taşıyan Topkapı Sarayı, adeta bir zaman yolculuğu sunmaktadır. Ayrıca, sarayın birçok bölümünde Osmanlı İmparatorluğu'nun dönemindeki sanat eserlerini ve koleksiyonlarını sergileyen müzeler bulunmaktadır. Saraydaki müzelerde, paha biçilmez Osmanlı padişahlarına ait değerli eşyalar, mücevherler, tablolar ve el yazmaları gibi birçok tarihi eser bulunmaktadır. Bu müzeler sayesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültürünü ve sanatını daha yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz.
Topkapı Sarayı Tarihi
Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur. Dolmabahçe Sarayı gibi tek seferde tüm ek yapılarıyla beraber inşa edilmeyen Topkapı Sarayı, 19. yüzyıla kadar eklenen yapılarla genişlemiştir.
Tumblr media
Fatih Sultan Mehmet / Dök Mimarlık Topkapı Sarayı Dolmabahçe Sarayı'nın inşasından sonra hanedanın orada yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman restore edilmiştir. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir. Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecit dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilmiştir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, hazinedeki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır. II. Abdülhamid zamanında Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un pazar ve salı günleri halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi sebebiyle bu gerçekleşememiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir. 1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra Topkapı Sarayı 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet’in ilk müzesi olma özelliğini taşımaktadır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü’dür. Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken Topkapı Sarayı, İstanbul'un Tarihî Yarımada bölgesinde yer alan ve 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren tarihi eserlerden biridir. Saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul'da hüküm süren birçok padişahın ikametgahı olmuştur. Topkapı Sarayı, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edilmeye başlanmıştır ve sonraki padişahlar döneminde genişletilerek günümüzdeki görkemli halini almıştır. Saray, hem saray yapısı hem de bünyesindeki müze ile büyük bir tarihi ve kültürel öneme sahiptir. Sarayın bugün yaklaşık 300.000 metrekarelik bir alanı kapsayan kompleksi, çeşitli yapıları, etkileyici mimarisi, muhteşem koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir. Topkapı Sarayı'nın içerisinde gezintiye çıktığınızda, Padişahlar Dairesi, Harem Dairesi, Enderun Mektebi, Topkapı Sarayı Müzesi gibi önemli bölümleri ziyaret edebilirsiniz. Bu alanlarda Osmanlı saray yaşamına dair birçok tarihi eseri ve sanat eserini görmek mümkündür. Ayrıca, Topkapı Sarayı'nın bahçesi de oldukça etkileyicidir. Büyük ve güzel bahçeleri, çeşmeleri ve manzarasıyla ziyaretçilerine görsel bir şölen sunmaktadır. Bahçede dolaşırken, tarihi atmosferin ve huzurun keyfini çıkarabilirsiniz.
Topkapı Sarayı İçindeki Bölümler
Ayasofya'nın hemen yanında yer alan ve tarih boyunca birçok önemli olaya tanıklık etmiş olan Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kışlık saraylarından biridir. Bu muhteşem yapı, İstanbul'daki en görkemli eserlerden biri olup, ziyaretçilerine eşsiz bir tarihi ve kültürel deneyim sunmaktadır. Sarayın girişini simgeleyen Ayasofya tarafındaki saltanat kapısı, ziyaretçileri tarihin derinliklerine davet eder. Bu kapıdan adım attığınız anda, kendinizi zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi hissedersiniz. İleriye doğru ilerledikçe, sizi büyüleyici dört avlu karşılar. Her avlu, farklı mimari yapılarla çevrilidir ve dönemin estetik değerlerini yansıtan detaylara sahiptir. Tarihi Önem Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul'un sembolik ve tarihi bir simgesidir. Saray, Osmanlı padişahlarının ikametgahı olarak kullanılmış ve aynı zamanda idari ve siyasi işlerin yürütüldüğü bir merkez olmuştur. Ayrıca, sarayda önemli devlet törenleri ve etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. Topkapı Sarayı'nın mimari özellikleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültürel mirasını yansıtan önemli bir anıttır. Hem içerisindeki yapılar ve süslemeler hem de bahçeleri, ziyaretçilere Osmanlı döneminin ihtişamını ve güzelliğini göstermektedir. Bu nedenle, Topkapı Sarayı, hem mimari hem de tarihi açıdan büyük bir cazibe merkezi olmuştur.
Tumblr media
Topkapı Sarayı Diyagramı / Dök Mimarlık - Bâbüsselâm - Kapıağası Dairesi - Dolap Ocağı - Aşçılar Mescidi - Aşçılar Hamamı - Mutfaklar - Helvahane - Bâbüssaâde - Dış Hazine - Sadrazam Odası - Divan-ı Hümâyûn - Adalet Kulesi - Dolaplı Kubbe - Zülüflü Baltacılar Ocağı - Zülüflü Baltacılar Koğuşu - Zülüflü Baltacılar Mescidi - Zülüflü Baltacılar Külhanı - Zülüflü Baltacılar Hamamı - Zülüflü Baltacılar Dinlenme Salonu - Şal Dairesi - Raht Hazinesi - Has Ahırlar - Beşir Ağa Mescidi - Cenaze Kapısı - Mehterhane - Bâbussaâde Ağası Dairesi - Enderun Mektebi Büyük Oda - Enderun Mektebi Hamamı ve Ayak Yolları - Enderun Mektebi Küçük Oda - Hünkâr Hamamı Külhanı - Seferli Koğuşu - Fatih Köşkü Hamamı - Fatih köşkü 33-a) Fatih Köşkü Dinlenme Odası 33-b) Padişah Odası 33-c) Eyvan 33-d) Fatih Köşkü Hazine - Kilerli Koğuşu - Hazinedar Koğuşu - Silahtar Koğuşu - Arzhane - Şadırvanlı Sofa - Has Oda Mescidi - Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi) - Destimâl Odası - Has Oda Koğuşu - Ağalar Mescidi - Hünkâr Mahfili (Padişah Namazgahı) - Harem Hanımlar Mescidi - Enderun Kütüphanesi (Üçüncü Ahmed Kütüphanesi) - Arz Odası - Kuşhane Kapısı (Hareme Açılan Kapı) - Revan Köşkü - Sünnet Odası - İftariye Kameriyesi - Bağdat Köşkü - Sofa Köşkü - Hekimbaşı Odası - Esvab Odası - Sofa Mescidi - Mecidiye Köşkü - Gülhane Kapısı - Demir Kapı (Hareme Açılan Kapı) - Şadırvanlı Sofa - Karaağalar Hamamı ve Külhanı - Büyük Biniş - Karaağalar Mescidi - Karaağalar Taşlığı - Karaağalar Koğuşu - Karaağalar Ayak Yolu - Şehzade Mektebi - Dârüssaâde Ağası Sofası - Dârüssaâde Ağası Odası - Dârüssaâde Ağası Hamamı - Perde Kapısı - Nöbet Yeri - Cariyeler Koridoru - Cariyeler Hamamı - Cariyeler Mutfağı ve Kileri - Cariyeler Ayak Yolu - Cariyeler Koğuşu - Cariyeler Alt Taşlığına İnen Merdivenler - 79-a) Birinci Kadınefendi Dairesi 79-b) İkinci Kadınefendi Dairesi 79-c) Üçüncü Kadınefendi Dairesi - Hemşireler Dairesi - Cariyeler Koğuşu - Odunluk - Cariyeler Hastanesi Hamamı 83-a) Gasilhane 83-b) Çamaşırhane - Ayakyolları - Şal Kapısı - Valide Sultan Mutfağı - Hazinedar Dairesi - Valide Sultan Sofası - Valide Sultan Yatak Odası - Valide Sultan İbadet Yeri - Valide Sultan Dairesi Ana Girişi - Valide Sultan Hamamı - Hünkâr Hamamı - Sultan Birinci Abdülhamid Dairesi - Sultan Üçüncü Selim Dairesi - Sultan Üçüncü Osman Dairesi - Hünkâr Sofası - Üçüncü Murad Köşkü - Sultan Birinci Ahmed Köşkü - Sultan Üçüncü Ahmed Köşkü - Sultan İkinci Osman Köşkü - Sultan Dördüncü Mehmed Köşkü - Ocaklı Sofa - Çeşmeli Sofa - Pertevniyal Valide Sultan Dairesi - 106-a) Birinci Haseki Sultan Dairesi 106-b) İkinci Haseki Sultan Dairesi 106-c) Üçüncü Haseki Sultan Dairesi 106-d) Dördüncü Haseki Sultan Dairesi - Depo - Harem Hazinesi - Cinlerin Meşveret Yeri - Altın Yol - Kuşhane Dairesi - Kuşhane Mutfağı - Mabeyn-i Hümâyûn Dairesi - Büyük Havuz - Aslanhane İlk avluda, bahçeler ve çiçeklerle süslü geniş bir meydan sizi karşılar. Bu meydanda, Osmanlı padişahlarının törenler düzenlediği alanlar bulunur. İkinci avlu ise daha sakin ve huzurlu bir atmosfere sahiptir. Burada, sarayın harem bölümü ve birçok çeşme ve havuz yer almaktadır. Bu avluda dolaşırken, tarih ve güzellik iç içe geçmiş bir şekilde sizi sarmalar. Üçüncü avlu, Topkapı Sarayı'nın en hareketli ve canlı bölümlerinden biridir. Burada, sarayın ana binaları bulunur ve hükümet işlerinin yürütüldüğü yerler yer alır. Sarayın unutulmaz manzaralarını keşfederken, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamını hissedersiniz. Son avlu ise sarayın çevresini çevreleyen duvarlarla korunmuştur ve İstanbul Boğazı'nın muhteşem manzarasını sunar. Topkapı Sarayı, sadece bir saray değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi ve bir kültürel mirastır. Binlerce yıllık geçmişiyle, birçok farklı medeniyetin izlerini üzerinde taşır. Ziyaretçiler burada sadece tarihi yapıları ve sanat eserlerini keşfetmekle kalmaz, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşam tarzını ve kültürünü de deneyimler. Topkapı Sarayı, İstanbul'un en önemli turistik mekanlarından biri olarak ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunar. Burada gezerken tarihle iç içe bir yolculuğa çıkar, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamını keşfeder ve eşsiz bir kültürel atmosferin keyfini sürersiniz. Topkapı Sarayı'nı gezmek, İstanbul'un tarihi ve kültürel zenginliklerini keşfetmek isteyen herkes için mutlaka yapılması gereken bir aktivitedir. I. Avlu Topkapı Sarayının ilk avlusu olan ve halkın girebildiği birinci avluda (Alay Meydanı) bulunan yapılar, sarayın çeşitli hizmetlerine ev sahipliği yapıyordu. Bu yapılar arasında Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi, Darphane, Fırın, Hastane, Odun Ambarı ve Hasırcılar Ocağı gibi önemli unsurlar bulunurdu. Aya İrini Kilisesi, Bizans İmparatorluğu döneminde bir dini yapı olarak inşa edilmiş olup, sarayın içinde yer almasıyla da özel bir konuma sahipti. Yapı, zamanla çeşitli amaçlarla kullanılmış ve sarayın halka açılan yüzü olarak işlev görmüştür. Günümüzde ise kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmasıyla tanınmaktadır.
Tumblr media
1.Avlu / Dök Mimarlık Darphane, saraydaki madeni para basım işlemlerinin gerçekleştirildiği önemli bir yapıydı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan bu darphane, değerli metallerin eritilip işlendiği bir atölye olarak hizmet vermiştir. Fırın, sarayın ihtiyaç duyduğu ekmek ve unlu mamulleri üretmek amacıyla kullanılan bir yapıydı. Burada özenle seçilen tahıllar, ustalıkla işlenerek sarayın zengin sofralarını süsleyen lezzetli ekmekler ve pastalar üretilirdi. Hastane, saray sakinlerine ve ziyaretçilere sağlık hizmeti sunmak için kullanılan bir yapıydı. Burada hekimler ve sağlık çalışanları, çeşitli hastalıkların tedavi edilmesi ve sağlık sorunlarının hafifletilmesi amacıyla çaba gösterirdi. Odun Ambarı, sarayın ısınma ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan bir depo alanıydı. Sarayın büyük bir yapısı olduğu düşünüldüğünde, odun ihtiyacının da oldukça fazla olduğu anlaşılır. Bu ambar sayesinde, saray sakinleri her zaman sıcak ve rahat bir ortamda yaşayabilirdi. Hasırcılar Ocağı ise sarayın kalabalık personeli için bir konaklama ve dinlenme alanı olarak kullanılırdı. Hasır işleme sanatının yapıldığı bu ocağın yanı sıra, personelin temel ihtiyaçlarını karşılayacak dükkanlar da bulunurdu. Bu şekilde, sarayın ilk avlusunda birbirinden farklı ama önemli yapılar bulunurdu. Bu yapılar, sarayın işleyişine katkıda bulunmanın yanı sıra, halka da hizmet sunarak sarayın görsel ve işlevsel açıdan zengin bir yapıya sahip olmasını sağlardı. II. Avlu Sarayın ikinci avlusu, devlet yönetiminin gerçekleştiği mekanların yer aldığı Divan Meydanı (Adalet Meydanı)’dır. Bu büyüleyici mekanda, tarih boyunca pek çok önemli tören gerçekleşmiştir. Divan Meydanı'nın ortasında, Osmanlı İmparatorluğu'nda divan toplantılarının yapıldığı mekan olan Divan-ı Hümayun (Kubbealtı) yer alır. Burası, devletin en üst düzey kararlarının alındığı, saray bürokrasisinin toplandığı ve adaletin sağlandığı bir merkez olmuştur.
Tumblr media
2.Avlu / Dök Mimarlık Divan-ı Hümayun'a eşlik eden önemli bir yapı da Divan-ı Hümayun Hazinesi'dir. Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet hazinesinin korunduğu bu bina, muhteşem mimarisiyle dikkat çeker. Adalet Meydanı'nın bu önemli yapılarına ek olarak, sultanın adaletini sembolize eden Adalet Kulesi de göze çarpar. Adalet Kulesi, sarayın yönetici sınıfının adaleti ve hakkaniyeti temsil etme amacıyla inşa edilmiştir. Kubbealtı'nın yanında yer alan diğer yapılar arasında Harem Dairesi girişi ve Zülüflü Baltacılar Koğuşu da bulunur. Harem Dairesi, sultanın ailesinin yaşadığı bölgedir ve sarayın en gizli ve özel yerlerinden biridir. Zülüflü Baltacılar Koğuşu ise saray muhafızlarının konakladığı bir yapıdır. Bu kokulu bahçede, sultanın güvenliği ve sarayın korunması için önemli bir görev üstlenen muhafızlar bulunur. Adalet Meydanı'nın kuzeyinde ise cülus, arife, bayram ve cenaze gibi önemli törenlerin yapıldığı Babüssaade bulunur. Burası, tarihi anlamlara sahip olan ve sancakların serdarlara teslim edildiği yerdir. Babüssaade, sarayın halka açıldığı ve hükümdarın halkla doğrudan etkileşim kurduğu bir noktadır. Adalet Meydanı'nın revaklarının arkasında ise saray mutfakları ve ek hizmet binaları yer alır. Sarayda yaşayan binlerce insanın ve ziyaretçilerin beslenmesinden sorumlu olan bu binalar, muazzam bir organizasyonun parçasıdır. Burada çalışan aşçılar, hizmetliler ve diğer personel, sarayda süregelen hareketli hayatı desteklemektedir. III. Avlu Üçüncü Avlu, Enderun (iç saray) padişaha ait mekanların yanında, Sultan II. Read the full article
0 notes
Text
Teoman da Bediüzzaman'a hakverdi sonunda!
Tumblr media
Devletin dinsiz olmasının en kötü yanı ‘devletin dinsiz olması’ değildir. Devletin dinsiz olmasının en kötü yanı ‘dinsizlerin kendilerini devlet sanması’dır. Türkiye’nin de yakın tarihinde başına gelen budur. Evet. Bugün %99’unun kendisini müslüman bildiği şu diyar-ı İslam’da, İslam adına yapılmasa bile, hasbelkader İslam’a uygun verilmiş her hüküm, dinsizler tarafından şiddetle sigaya çekilir. Parmak sallanır. Hesap sorulur. ‘Tukaka’ edilir.
Kendisini devlet sayan dinsizliğin engizisyonudur aslında yaşanan. Bütün köşeler çoktan tutulmuştur. (B)okçular atış yapmaya başlar. %99 ihtimalle de o hatayı(!) yapmış hükümetlere geri adım attırılır. Zira laikliğin ‘pışpışladığı’ üzere hiçbir toplum normsuz yaşayamaz. Devlet de toplumun şahs-ı manevîsi olduğundan normsuz yapamaz. Eğer bu normlar dinin menfaatine bir şekilde şekillenmeyecekse, ister istemez, taraftarlığı dinin aleyhine olur. Arada nötr bir bölge yoktur. Aliya İzetbegoviç merhumun İslam Deklerasyonu’nda da dediği gibi “Dünyasına nizam verme hakkını mahfuz tutan İslam, sahasında, hiçbir yabancı ideolojinin faaliyet göstermesine olanak tanımaz. Bu nedenle ‘laiklik ilkesi’ diye birşey yoktur ve devletin dine ait değerleri desteklemesi gerekmektedir.”
Uygulamaya bakalım. Türkiye kurulurken anayasamızda yazılı olan “Türkiye devletinin dini din-i İslam’dır!” ifadesinin 1928’de çıkarılması, devletin nötr bir alana geçmesi şeklinde tecelli etmemiş, geçen süre dinin devletle ilgili her alandan ‘dehdehlenmeye’ çalışılmasıyla hakikatini ortaya koymuştur. Peki devletle ilgili alanlar nerelerdir? İnsanın evinin içi dahi bir yanıyla devleti ilgilendirmez midir? İşte, tam bu eşikten bakınca, İslam’ın da tıpkı sekülerizm gibi ‘hayatın tamamını istediğini’ söyleyenler isabet eder. Yani hayatın tamamını istiyorsanız müslüman olursunuz. Müslümanlık da hayatınıza girdiği anda hayatınızın tamamını Allah adına sizden ister. Siz de Allah adına hayatın tamamını istersiniz. Dolayısıyla devleti de istersiniz. Aynı şey laiklik için de geçerlidir. Laiklik de, İslam’ın ‘Allah’ın emri, Muhammed Mustafa’nın kavliyle’ istediği bütün alanları ‘Sekülerizmin emri, Mustafa Kemal’in kavliyle’ kendisine çağırır. Bu yüzden sanıldığının aksine müslüman gibi müslümanlar ile kemalist gibi kemalistler arasında ortak bir alan yoktur. Tıpkı suyla zeytinyağı gibi imtizaç etmezler. Aziz Nesin haklıdır. İmtizaç ettirebileceklerini sananlar, ikisinden birinde olup, ama samimi olarak orada bulunmayanlardır. Mesela: Teoman’ın yakın zamanda Altaylı ile yaptığı söyleşide söylediklerine gelelim:
“Türkiye laik olmalı. Eğer din devleti olursa toplum arasında uzlaşma alanı kalmıyor. Muhafazakârlar ya bu ülkeyi barışa götürecekler ya da bu ülke kan davasıyla sonsuza kadar gidecek.” Basına bu şekilde yansıyan beyanlarında Teoman samimi midir? Belki kalbinde samimiyet vardır. Fakat fikrî anlamda hesabı verilmemiş bir argümanı savunmaktadır. Sözgelimi: Laikliğin hakikaten ‘bir uzlaşı alanı’ oluşturduğu ne kadar doğrudur? Milan Kundera’nın ‘Efendilerin Barışı’ kavramlaştırması eşliğinde bakarsanız Hitler de barışçıl bir insandır. Stalin de barış istemektedir. Amerika’nın savaş çıkardığı bütün ülkelerde amacı zaten barıştır. Lakin bu barışlar acaba Hakkın veya halkın da ne istediğini sormakta mıdırlar? Herkes kendi sözüne gelindikten sonra barışçıldır. Musa aleyhisselam “Sen benim ilahımsın!” deseydi Firavun’un kavgacı bir tarafı kalır mıydı hiç? Laikliğin kendini uzlaşma zemini olarak görmesinin, en azından müslüman gibi müslümanın dünyasında, yukarıdakinden farkı var mıdır? Varsa nedir? Bana sorarsanız yoktur. Laiklik de müslümandan aynı şekilde imanını istemektedir.
Üstelik tarihsel zeminde de bir gerçeğe isabet etmiyor Teoman. Türkiye dediğimiz bölgenin varlığı yeni değil. Bin yıldır müslümanlar buralarda yaşıyorlar. (Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı bölgelerde bu tarihlerden de daha eskidir.) Bin yıldır İslam üzerine varolmuş bir uzlaşmayı Batılılaşma adına yıktıktan sonra, geçen yüzyıllık kavgayı, ‘Laiklikte uzlaşalım gitsin!’ diye bitirmek(!) biraz ‘asma köprü’ hikâyesine benzemiyor mu? Hani anlatılır: Tek insanın ancak dikkatle ilerleyebildiği bir asma köprüden iki hasım karşıya geçiyormuş. Biri önde diğeri arkada. Arkadan geleni öndekinin dönememesini fırsat bilerek yol boyunca ensesine tokat atıp duruyormuş. Gelgelelim köprünün de bir sonu var. Genişe çıkılınca mazlum intikamını almak üzere hışımla dönmüş. Hasmı hemen ellerine yapışmış: “Yolda ne olduysa oldu. Hadi öpüşüp barışalım. Hakkını helal et.”
Seçimden önce CHP’nin, seçimden sonra da Teoman gibi argümanlar dillendirenlerin, müslüman gibi müslümanlarla hali biraz buna benziyor. Tokat vurabildikleri her darlıkta ensemizi affetmediler. Ne camimize, ne ezanımıza, ne de tesettürümüze acıdılar. Dehdehleyebildikleri her yerden bizi dehdehlediler. Lakin işler değişti. Vaziyet bizim de biraz intikam alabileceğimiz genişliğe döküldü. Şimdi hemen helallik istemeye davranıyorlar. Dahası da var. Bir de “Ensenizi tokatlamamız konusunda uzlaşalım!” diyorlar. “Yoksa kavga edip duracağız.” Gülecek kadar bile dermanımız kalmıyor şaşkınlıktan arkadaşlar. Pişkinliğin bu derecesine ne denilebilir? Ancak susulur. Ama ben böyle şeyler duyduğumda Keloğlan gibi sormadan yapamıyorum: “Adaletin bu mu cazgır?”
Ve Bediüzzaman’ın neredeyse yüzyıl önce bulunduğu öngörünün haklılığını Teoman gibi kabulleniyorum: “Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir.” Evet. Enerjimizin kaybolduğu doğrudur. Evet. Gündemde çok vakit kaybediyoruz. Fakat kavgayı biz başlatmadık. ‘Allah, Allah’ diyerek aldığımız memlekete “Yallah Arabistan’a!” diyenler çöktüğü için ortalık karıştı. Bir asırdır da bu karışıklık devam ediyor. Beyne beyne enseler kızarıyor. Yakın bir zamanda da sonlanacağa benzemiyor, doğrudur. Ama haberler yine de iyi: Biz de usanası değiliz. Bitirmek isteyenlere çözümü de söylüyoruz: Anayasadan çıkarılan yerine döndüğünde sulh olmaya hazırız. Siz bir ‘Efendi Barışı’ istiyorsanız, biz de ‘Âlemlerin Efendisi’nin barışını istiyoruz, Onun da adı İslam’dır.
1 note · View note
mansetmalatya · 1 year
Text
Taşhan'ın 3 Dilde Yazılmış 803 Yıllık Kitabesi
Tumblr media
Hekimhan ilçesinde üzerinde Arapça, Süryanice ve Ermenice yazıların olduğu 803 yıllık kitabe, asırlar öncesinden günümüze Selçuklunun izlerini taşıyor. Malatya’nın Hekimhan ilçesinde Selçuklu döneminden kalma 803 yıllık tarihi Taşhan’da yer alan kitabe, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Türk-İslam tarihinde başka bir benzeri bulunmayan kitabe, Selçuklu Sultanının emri ile içinde hekimlik hizmetinin de verildiği bir hanın inşa edilmesiyle yapıldı. Taşhan’ın yapımının tamamlanmasının ardından inşatta çalışan üç farklı inancın mensubu ustanın, tek parça bir taş bloğunun üzerine kendi dillerinde ve kendi inançları doğrultusunda Selçuklu sultanını methiyelerini ve dualarını kazdığı kitabede ayrıca yapı ile ilgili bilgiler de yer alıyor. Fırat Üniversitesi Sanat Tarihi Profesörü İsmail Aytaç, ortaya çıkarılan kitabenin tarihin en önemli parçalarından biri olduğunu belirterek, “Bunları özenle koruyup gelecek kuşaklara aktarmamız son derece hayati öneme sahip” dedi. 2017 yılında dönemin Malatya Valisi Ali Kaban’ın Hekimhan ziyareti sırasında sanat tarihçisi olan dönemin İl Kültür Ve Turizm Müdürü Levent İskenderoğlu’nun kitabe ile ilgili bilgiler verdiğini hatırlatan Aytaç, sonrasında Vali Kaban’ın talimatı ile kitabe üzerinde ki yazıların tercümesinin yapıldığını söyledi. Levent İskenderoğlu’nun kitabenin kalıbını alarak iki adet kopyasını yaptığını ve ‘Malatya Vesikası’ olarak Valilik ve Kaymakamlık binasında sergilendiğini de dile getiren Aytaç, “Buna benzer çalışmaların artarak devam etmesi en büyük umudumuzdur." ifadelerine yer verdi. Hekimhan Taşhan da bulunan 803 yıllık kitabenin Türk-İslam tarihinde bir benzerinin bulunmadığını da belirten Profesör Aytaç, şunları söyledi: “Dünya’da 2 dilli kitabe çok sayıda bulunmaktadır, ancak 3 dilli kitabe çok ender günümüze kadar gelmiştir. Bunlardan en meşhurlarından birisi Mısır ve Hitit savaşını anlatan Kadeş Anlaşması’dır. Milattan önce 1285 yılında Akadca yazılmış Mısır hiyeroglif dili ve Hititçeye çevrilmişti. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde örneği var. Diğer bir üç dilde örneğimiz Letoon Antik Şehrinden çıkıp bugün yine Türkiye’de Fethiye Müzesi’nde bulunan Likçe, Aramice ve Grekçe kitabesidir. Türk-İslam dönemi için ise tek bildiğimiz kadarıyla Malatya’nın Hekimhan ilçesindeki Hekim Han’ın Barnanın girişi üzerinde yer almaktadır. Burada Süryanice, Ermenice ve Arapça olarak kaleme alınmıştır. Edindiğimiz bilgilere göre miladi 1218 yılında İzzettin Keykavus zamanında bu kervansaray inşa edilmiştir ve yaptıranda Hekim Han oğlu Selim’dir. Miladi 1660 yıllarında büyük bir onarım geçirmiştir. Buradaki kitabe bölgede yaşayan insanların dilinin tamamında yazılarak bilgi edinmeleri sağlanmıştır. Diğer önemi ise bunun Selçuklulardan itibaren Anadolu’da yaşayan bütün kültür, inançların, etnik yapıların barış içerisinde yaşamaya çalışmasıdır. Özellikle bu kitabenin günümüze kadar gelmiş olması Türk -İslam kültürünün hoşgörüsünün bir devamıdır. Çok sayıda kervansaray olan Malatya’da Sultan Hanı yapılar grubunda 8 tane örnek günümüze kadar gelmiştir. Bunların birçoğunun restorasyonu da yapıldı ve artık gümümüzde turizm amaçlı kullanılması için zemin hazırlamıştır. Bu kitabede bu turizm amaçlı çalışmalara hoşgörü anlamında güzel bir katkı sağlayacaktır." Malatya Vesikası olarak yerini alan kitabenin üzerindeki Arapça yazıların Türkçe tercümesi şöyle: “Şu günlerde bu büyük devlet, büyük merhamet sahibi, muzaffer, kalabalık orduların en büyük Mâliki, sultanların saltanatına gidiş yollarının sahibi Âlim Surur’a aittir. O aziz, vali, dünya ve dinin şerefi ve İslam diniyle Müslümanların kurtarıcısıdır. Krallarla büyük Selçuklu Sultanlarının tacı Musa’nın oğlu Nikal’in oğlu, Kılıçarslan’ın Oğlu, Keyhüsrev’in oğlu Allah’ın Aziz Edesi Ebu’l-Fetih Berkaver Buhayır İmaretinin sahibidir. O, ayıplarından kurtulsun diye Allah Teâlâ’nın Rahmetine muhtaç İlhan El-Mübarek Ebu’l-Hasan’ın oğludur. Karalar beşikler olarak devam ettiği müddetçe denizlerin sahip olduklarının emiridir” Kitabede Süryanice olarak ise şu ifadeler yer alıyor: “Bu han, 1651 yılının Ekim ayında, Malatyalı Tabip ve Arhıdyakon Abuselam eliyle tamamlanmıştır. Abuselam, Tabih ve Arhıdyakon Abdulhasan’ın oğludur. Mübarek olan oğlu Abulhasan’ın korunması için inşa etmiştir. Ölülerin keffareti adına, bunları okuyan onlar için namaz kılsın” Kitabenin üzerinde üçüncü dil olarak bulunan Ermenice yazının ise tercümesi şu şekilde: “Krisdos adına takdis edilen evlat anısı için ve onun istirahate girmesi için Ermeni Takvimine göre 1198 yılının üçüncü ebedi evi inşa edildi. Yerin ve göğün Tanrısı, başhekim Buselem’in büyük oğlu Melden’li Süryani Hekim Bulhan’a yardımcı olsun" Read the full article
0 notes
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Haarp Teknolojisi ile Deprem Üretmek
Kahramanmaraş'ta gerçekleşen depremler normal bir deprem değil.
Demografik yapısının değişmesine yol açacak bir tehdide dönüştü bu deprem. Zaten mevcut bölge göç mühendisliği ile demografik yapısı yeteri kadar değişmişti.
Bu deprem bölgesinde benim şahsi meselem diyerek hasta yatağında yurda kattığı ve ismini sırrı gereği 1936 tarihinde Hatay olarak değiştirdiği Mustafa Kemal Atatürk için çok önemli olan boyut kapısı ay hattı Hatay var.
17 Ağustos 1999 depreminde de bahsi geçen ve Amerika ve Rusya da olduğu iddia edilen Haarp teknolojisini kullanarak sinyaller gönderilerek bu deprem tetiklenmiş olamaz mı?
Bin yılın meydan okuması adı altında yapılan bir askerî tatbikatta bile bahsi geçen ülke Türkiye Cumhuriyeti ve bir deprem sonrası işgal niyeti anlatılıyor.
2010 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin hastanelerini kapatan Emasya diye geçen yetki ve olanaklarını sözde vesayeti yok etmek adına kaldıran bugün ülkemizi yöneten zihniyet değil mi?
Türk ordusuna yönelik adeta Serv sonrası alınmış kararlar gibi bir zulmü kim uyguladı.
Bugün israil denen terör yapısı gelip deprem bölgesinde sahra hastanesi kuruyor? Onların bu topraklara ayak basmasına izin vermek bile kabul edilemez? Hangi niyet ile geldiklerini bilemeyiz.
22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmeye yönelik BOP projesinin eşbaşkanı kimdi?
Bu deprem sonrası çok şeyi sorgulamaz ve gardımızı ona göre almaz isek kimin dost kimin düşman olduğunu çözmez ve gücünüzü azalta azalta bizi işgale ve savaşmadan yenme niyeti taşıyan niyetlere bu ülkeyi hediye etmiş oluruz.
Ne demişti Mustafa Kemal Atatürk;
✓ Askere düşmanlık, düşmana askerlik yapmaktır.
Bugün asker sahra hastanesi kuramıyor, çadır kentler kuramıyor, fırın kuramıyor!
Ayrıca Haarp teknolojisine karşı madem asker sayımız azaltıldı o zaman yeteri kadar bu tür saldırılara karşı ne tür bir önlem alındı ya da hiç akla geldi mi? Bilinmiyor.
Çıksın desinler o zaman Haarp teknolojisinin saldırısına karşı bizde bu tür bir teknoloji geliştirdik diye.
Akla ve bilime karşı olanların kader ve fıtrat benzeri takdiri ilahi planları ile halkı aldatarak ülke yönetenlerin böyle bir çaba göstermesi mümkün mü?
Bir kez daha uyarıyoruz. En büyük tehdit İstanbul olup Haarp teknolojisini kullanarak bu tür bir deprem üretir ise düşman nato ile yapılan anlaşma gereği ilkeyi yardım adı altında işgale bile kalkabilirler.
Kanal İstanbul projesinin bile bu niyet ile bir ilgisi var. Yunanistan kanal İstanbul projesinin öncesinde o bölge ile ilgili haritalar yayınlandığını biliyoruz.
Bu bir komplo teorisi değil gerçek. Amerika bunun çalışmalarını Tesla'nın bilgilerini çalarak yıllardır yapıyor. Ve biz 1950'den beri bu dost görünümlü düşmanı içimize sızmasına göz yuma yuma yaşamadığımız kötülük kalmadığı halde uyanmıyoruz. 15 Temmuz da Amerika işbirlikçisi bir terör örgütü tarikat ve cemaat adı altında darbe yaparak ülke yönetimini onların lehine ele geçirmek istemedi mi?
Ayrıca belirtmekte fayda var. Bu haarp teknoloji ile üretilen silah uydulardan gönderilen elektrik sinyalleri ile insan beynini de etkilemekle birlikte anormal sel su baskını ve iklimlerde de değişikliğe yol açacak çok tehlikeli bir silahtır.
İnsanlar bunu doğal olduğunu düşünerek bir düşmanın yaptığını anlamayabilir. Din ile uyuşmuş bir toplum hiç anlamaz. Kafir ilan ederler.
Bu konuda kitaplar yazıldı medyada halkın çoğunluğunun bilmediği sosyal medya da bununla ilgili sayısızca bilgi var.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurmay eğitim ve öğretimi almış değerli komutanlarının bununla ilgili bilgileri olduğunu biliyoruz.
Artık bu bilgilerin halk tarafından da bilinmesi ve sorgulamasının zamanı gelmiştir.
Ne demiştik;
Mustafa Kemal Atatürk sebebiyle Anadolu üzerinde planlarını bir asır ertelemek zorunda kalanlar Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri sayesinde bu niyetlerini sonsuza kadar unutmak zorunda kalacaklar.
Yeter ki halkımız çabuk uyansın.
] Önder KARAÇAY [
8 notes · View notes
volta-volta · 1 year
Text
Talkan, Türklerin tarih kitaplarında ve arşivlerinde yer almayan ancak diğer milletlerin yazılı tarihinde yer alan iki büyük Türk katliamından biri.
Resmi tarihte şöyle bir yanlış bilgi var; Türkler, Çin ile savaşırken Araplar yardıma gelmiş, bu sırada birbirlerine sempati beslemiş, İslamiyet’i kabul etmiştir!
Talkan ve Curcan Katliamlarında‘nda 100.000 Türk katledilmiştir, bunun yanında 50 binden fazla Türk köle ve cariye olarak pazarlarda satılmıştır.
Hz. Muhammed’in ölümüyle birlikte İslam dininde iktidar hırsı ortaya çıktı.
Mezhep ayrımcılığını kesinlikle reddeden İslam dininin iktidar çatışmaları sebeple mezheplere ayrılması tamamen Araplar’ın eseridir. Eflak Voyvodası Vlad Curcan ve Talkanda yaşanan acımasızlığı hayal dahi edemezdi. Ancak gel gör ki İslam’ı en doğru yaşayan, koruyan ve öğreten millet yine Türk’lerdir. Eğer Türkler Müslüman olmasaydı, İslamiyet bugün Arapların etnik dini olmaktan öteye gidemez, olsa olsa en fazla Hindistan’a kadar yayılırdı.
TARİHİN EN AĞIR SOYKIRIMLARINDAN BİRİ – TALKAN
Buhara’da yaşananlar diğer Türk Beyliklerinde de tesirini hissettirir. Sogd Meliki Neyzek Tarhan şehrinin yok olmaması için Kuteybe ile anlaşma yapar.
Anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır. Ancak bu tarafsızlık ve Türklerin bir araya gelememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istila edip talan etmişlerdir. İlk saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler de aynı kırımı yaşadı. Türkler örgütlü olmadığı için Arapların işleri kolaylaştı.
Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada yanlış yaptığını ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir teminat getirmeyeceğini gördü. Üstelik diğer Türk Beylerine de aldattığını anladı. Tohoristan’a döndükten sonra diğer Türk beyliklerine bir mektup yazıp uyarmaya çalışır. İlk pozitif cevap Talkan meliki Sehrek’den gelir.
Tarhan’ın düşüncelerini öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir silahlı güç ile Talkan şehrine doğru yürür. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terk eder.
Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler. Bu kırım o vakte kadar yapılanların en büyüğüdür. Kuteybe bu kırımı diğer beyliklere ibret olması için yapar. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar. Bu yolun 4 fersah (24 Kilometre.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır. Tüm bunlar hep İslam adına yapılmıştır.
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer. Erkeklerin çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alır. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar. Askerlerin yorgunluk eğlencesi olurlar. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar. Erkekleri kavga ederek can verirler. Tüm şehir yakılır. Araplar bu şehre yakılmış şehir manasında Muhtereka derler. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i abluka eder. 2 ay müddetle devamlı olarak buraya saldırır lakin bir netice alamaz.
KUTEYBE BÜTÜN KESİLEN BAŞLARI HACCAC’A GÖNDERDİ
Aynı zamanda kış yaklaşır. Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim ismindeki adamını gönderir. Muhammed İbni Selim Tarhan’ın teslim olması vaziyetinde kendisine hiçbir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin önerini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur. Komutanları ile görüşüp önerisi kabul ederler. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, çevresi hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur.
Kuteybe aynı zamanda Tarhan’ı hemen öldürmez. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar. Haccac Tarhan için, “O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der. Kuteybe önce Tarhan’ın iki erkek çocuğunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.
Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht dövüşü vardır. Kuteybe Caygan’la iş birliği yapar. Önce Havarizat ile çevresindekileri öldürtür. Arkasından Camhud melikini yenerek 4 bin civarında tutsak alırlar. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin buyruğu üzerine öldürülürler.
Bu olay, Ziya Kitapçı’nın, İslam Tarihi ve Türkler isimli kitabında aynen şöyle anlatılır;
Bu harplerden birinde, Et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe’ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir alana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını buyurmuştur.
Cebbar, zorba, vicdansız Arap komutanının çevresinin bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten sanki gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır;
“Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış perişan Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir anımsayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Yalnızca ata bile binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”
Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile iş birliği yaptığı için Caygan’ı öldürür. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.
Harzemli tanınmış Türk bilgini, Biruni Harzem’deki muasırlığın yok edilişini şu şekilde anlatır;
Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, ananelerini savunanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylelikle herşey karanlıklara gömüldü. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi ile ilgili bilinenleri artık öğrenme imkanı bırakmadı. Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür.
Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, ama gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant, abluka edilir. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.
Bu anlaşmaya göre;
1. Semerkant Araplara her yıl 2.200.000 altın ödeyecektir.
2. Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir.
3. Şehirde Cami yapılacaktır.
4. Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.
5. Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir.
Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır.
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar. Ara ara Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi direktifini verir. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz. Bu arada Haccac can verir.
Yerine gelen Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar. Tam Kasgar’ı abluka edecekken Halife Velid can verir, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile beraber 716 yılında kafası kesilerek öldürülür.
Zira Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir.
TABERİ ANLATIMLARI
Aşağıdaki pasajlar direk Taberi’nin anlatımından alınmıştır:
Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)
Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar. Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübalağa ile mal ve ganimet alıp yeniden dönüp Merv’e geldiler.
Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle bağlaşık idi. Kuteybe’nin geldiğini duyunca kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği zaman hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada sayısız Türk öldürdü.
Söylenti odur ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki erkek çocuğunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler. (Syf-344)
Kuteybe diye konuştu: – Vallahi şayet benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar vakit kalmış olsa bunu derdim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). (Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün)
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi erkek çocukları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Emretti başlarını kesip Haccac’a gönderdiler. (Syf-347)
70 sene süren Türk-Arap savaşlarının en ehemmiyetli noktaları ve sonuçları;
1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler, tarihi yapıtlar yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek 24 kilometre yol süresince ağaçlarda sallandırılmıştır.
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiçbir zaman yerine getirilmemiş, “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet ele geçirmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden bile görmemişlerdir.
10- Bu tarihi gerçekler “İslam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte, söz edilmemektedir
1 note · View note
falcibaba · 2 years
Text
Dini Açıdan Rüya Yorumları
Tumblr media
Dini Açıdan Rüya Yorumları
Tumblr media
Dini Açıdan Rüya Yorumları Dini Açıdan Rüya Yorumları insanların uyandıkları zaman ilk baktıkları yazılardır. Rüyalarda görülen olaylar, simgeler ve kişiler insanlara bir şeyler anlatır. Uyanıktan görülen rüyaların hepsini hatırlamak mümkün değildir, akılda kalan bazı görseller gerçekten bir şeyler anlatmaya çalışır. Rüyada görülen şeylerin yorumlaması pek çok kişi tarafından yapılır. İnternet ortamında birçok kaynak bulmak mümkündür. Rüyaların yorumlanması ve bir anlam ifade etmesi İslam dininde yer alır. Dini kaynaklarda yer alan yorumlar, insanların güvenini kazanmıştır. Dini Açıdan Rüya Yorumları bilgi sahibi kişiler tarafından yapılır. Geçmiş zamanlardan bugüne kadar gelen birçok rüya yorumu vardır. Zaman içinde insanların yaşantısı değiştiği için bazı yorumların yenilenmesi ya da uyarlanması gerekir. Dini olarak rüya görmenin anlamı olduğu için uzman kişiler rüyalarda görülen şeyleri yorumlar. Rüya tabirleri insanlar tarafından oldukça sık tercih edilir. Uyku sırasında görülen iyi veya kötü olayların gerçek hayatta nasıl bir yansıması olacağı merak konusu haline gelir. Hayırlı bir haber bekleyen kişiler, rüyalarında bu durum ile ilgili bazı olaylara şahit olabilir. Youtube'de ki Bağlama Büyüsü, Duası Nasıl Yapılır 2022 videomuzu da izleyebilirsiniz.
Rüya Yorumunu Kimler Yapmaktadır?
Rüya Yorumunu Kimler Yapmaktadır sorusu, güvenilir kaynak bulmak için sorulan bir sorudur. Rüyada görülen olaylar hakkında bilgi sahibi olmak isteyen kişiler, farklı kaynaklardan faydalanabilir. Rüya yorumu yapan kişiler, ilmine vakfı olan kişilerdir. Tabirci olarak bilinen kişiler, irfan sahibi kişilerdir. İslam tarihinde önemli yeri olan bazı kişiler, rüyalar hakkında tanımlamalarda bulunmuştur. Bu yorumlar üzerine eklemeler yapılarak rüya tabiri yapmak mümkündür. Rüya Yorumunu Kimler Yapmaktadır sorusu için verilecek cevap; muabbirdir. İslam dini konusunda bilgi sahibi olan kişiler, rüyalar hakkında en doğru yorumu yapabilir. İnternet ortamında bulunan bazı rüya tabirlerine inanmak yanıltıcı olabilir. Görülen rüyanın birden fazla anlamı olabilir. Kişiler, gördükleri rüyalar hakkında fikir sahibi olmak istiyorsa güvenilir kişilerden yardım alabilir. Rüya tabiri konusunda oldukça bilgili olan hocalar tarafından rüyanın yorumlanması, kişileri en doğru şekilde aydınlatır. Güvenilir ve tecrübeli hocalara ulaşma imkanı olmayan kişiler, yazılı kaynaklardan da yardım alabilir.
Rüya Görmek Neye Alamettir?
Tumblr media
Dini Açıdan Rüya Yorumları Rüya Görmek Neye Alamettir sorusu için farklı cevaplar almak mümkündür. Alimler, rüyada çeşitli hikmetler olduğunu söyler. Bazı rüyalar müjde niteliği taşırken bazı rüyalar ikaz niteliğindedir. Kuranda yer alan bilgiler doğrultusunda rüyalar hakkında yorumlar yapılabilir. Gündüz saatlerinde görülen rüyaların doğru çıkacağı ile ilgili hadisler bulunur. Rüya yorumu yapmak bir ilim işidir. Herkes rüya tabiri yapamaz, bu ilme sahip olan kişiler dışında kimsenin doğru şekilde yorum yapması mümkün değildir. İnanışlara göre kötü görülen rüyaların anlatılmaması gerekir. Rüya Görmek Neye Alamettir konusunda İslam dininden cevap almak mümkündür. İnsanların gördükleri rüyaları herkes ile paylaşmaması gerektiği konusunda bazı uyarılar bulunur. İyi veya kötü rüyaların herkes ile paylaşılmaması gerekir. Rüya yorumlamayı bilmeyen kişiler, iyi görülen rüyalar hakkında hayırlı yorumlarda bulunabilir. Ancak ilim sahibi olan kişi, rüyayı en doğru şekilde yorumlar. Kişiye iyi görünen rüyalar, başka olaylara işaret ediyor olabilir. Rüyanın doğru yorumlanması için uzman medyumdan destek almak faydalı olabilir.
Rüyalar Nasıl Şekillenir?
Rüyalar Nasıl Şekillenir hakkında araştırma yapıldığı zaman bazı hadisler ile karşılaşılabilir. Rüyaların üç kısımdan oluştuğu bilinir. İlk kısım Allah’tan gelen iyi haber, bir müjdedir. İkincisi şeytanın verdiği korku, üçüncüsü ise kişinin kendi başına konuştuğu durumlardır. Rüyalarda görülen olaylar esnasında göze çarpan her bir simge bile bir anlam ifade eder. Farklı bir dil gibi rüyaları yorumlamak mümkündür. İnsanlar üç çeşit rüya görür. Bilinçaltında bulunan, sık sık tekrar ettiği konular ilgili görülen rüyaların bir anlamı bulunmaz. Esassız olarak adlandırılan rüyalardır, insan zihninde bu rüyalar kişiler tarafından oluşturulur. Rüyalar Nasıl Şekillenir sorusu için verilecek iki ayrı cevap daha bulunur. Gerçek hayat ile iletişimi aza inmiş, dünya dertleri ile uğraşmaktan kaçınan kişiler, ruha ait olan hislerini güçlendirir. Ruhani olarak güçlenmeye başlayan kişiler, bazı perdelerin ortadan kalmasını sağlar. Her insanın sahip olamayacağı özelliklerdir, ancak bazı insanlar farklı alemleri rüyasında izleyebilir. Rüyada ilahi müjdeler olduğu zaman, kişi rüyasını oldukça net şekilde hatırlar. Bu tarz rüyaların rüya tabiri konusunda bilgili olan kişiler tarafından yorumlanmalıdır. Şeytani ruhların insanı korkutmak amacıyla gösterdiği rüyaların esası bulunmaz ve herhangi bir yorumu bulunmaz. Ayetel Kürsi İle Barışma Duası 2023 yazımızı da okuyabilirsiniz. Read the full article
0 notes