#ileri haber
Explore tagged Tumblr posts
1worldiklim · 1 year ago
Text
Tumblr media
BİR FOTOGRAFIN HİKAYESİ
Büyük Taarruz'da düşman yenilmişti fakat hala tam olarak kaybetmiş değildi. Yunan ordu komutanı Trikupis ordusunun başındaydı ve geriye çekilip yeni bir savunma hattı kurmanın peşindeydi. Başarması halinde düşmanı Anadolu'dan atma fırsatı kaçacaktı.
Atatürk bu nedenle Yunan ordusunun kalanını imha etmek istiyordu. Böylece düşman tamamen dağılacak ve denize dökülecekti.
29/30 Ağustos gecesi saat 2 sularında Atatürk'ün kapısı çaldı.
3* Kapıyı çalan Tevfik Bey'in elinde bazı raporlar vardı. Atatürk uyanır uyanmaz Tevfik Bey'i içeri aldı. Raporlara göz attı. Rapordaki haritayı görür görmez yataktan fırladı.
Derhal üniformasını giydi ve İsmet Paşa ile Fevzi Paşa'yı çağırdı. Karargah karışmıştı.
Rapordaki haritaya göre bir Yunan birliği farkında olmadan Türk ordusuna doğru yaklaşıyordu. Atatürk bu birliğin çevrilip imha edilmesi için bazı emirler yazdırdı. Fakat aklını kurcalayan bir durum vardı.
Emirleri yazdırdıktan sonra fikrini değiştirip bizzat cepheye gitmeye karar verdi. Kafasını kurcalayan konuyu bizzat çözecekti. Fevzi Paşa kuzeydeki birliklerin başına geçecek, İsmet Paşa da merkezde kalıp genel durumu yönetecekti.
Gece vakti yola çıkan Atatürk, sabahın ilk ışıklarıyla birinci ordu merkezine vardı. Ordu komutanına yaklaşan Yunan birliği hakkında bilgi verdi. Daha sonra esir Yunan askerlerinin getirilmesini istedi.
Başkomutan sabahın köründe cephede esir askerleri sorguluyordu.
Atatürk esirlere bazı sorular soruyor ve kafasını kurcalayan konuyla ilgili cevap arıyordu. Bir kaç esir sorgulandıktan sonra sıra bir kurmay subaya geldi. Onun verdiği bir cevap sayesinde Atatürk'ün kafasındaki taşlar yerine oturdu. Şüpheleri boşuna değildi.
Haritada tespit edilen Yunan birliğinin başında Yunan ordu komutanı Trikupis ve İkinci Kolordu Komutanı Digenis vardı. Atatürk, aklını kurcalayan sorunun cevabını almış, Yunan subay istemeyerek de olsa büyük bir sırrı ifşa etmişti.
Atatürk istediği bilgiyi alır almaz emirler vermeye başladı. Yunan ordusu çevrilecek, imha edilecek ve Trikupis ile Digenis esir alınacaktı. Böylece Yunan ordusu tamamen çökertilecek, düşman denize dökülecekti.
Yunan subay olan biteni anladığında oracıkta bayıldı.
Atatürk, bu kritik muharebeyi uzaktan takip edemezdi. Derhal savaşın yaşanacağı bölgeye doğru hareket etti. Hakim bir tepeye yerleşerek takip etmeye başladı. Yunan ordusu çembere alınıyor, imha taarruzu için şartlar oluşuyordu.
Fakat Atatürk, bulunduğu tepeden savaşı tam olarak gözlemleyemeyeceğini anladı. Ateş hattına girmeye karar verdi. Nurettin Paşa bunun riskli olacağını söyledi. Fakat Atatürk kabul etmedi. İsterse kendisinin burada kalabileceğini söyleyerek yola koyuldu.
Nurettin Paşa haksız sayılmazdı. Bir başkomutanın bu şekilde ateş hattına girmesi kolay görülecek iş değildi. Oldukça riskliydi. Öyle ki, Atatürk ateş hattında ilerlerken düşman mermileri sağa sola düşüyordu.
Atatürk o kadar ilerlemişti ki düşmanla çarpışan avcı hattının bölgesine girmişti. 11. Tümen Komutanı Derviş Bey durumu öğrenince bir askerle haber gönderdi ve geri dönmelerini istedi. Atatürk "Sen bu atı ona götür, binsin de o buraya gelsin" diye emir verdi.
Derviş Bey kısa süre sonra bölgeye geldi. Atatürk "Biz buradayken topçuların geride kalması olmaz, onları bizim önümüze geçirmek lazım" dedi.
Fakat bu durumda avcı hattı ile topçu hattı bir araya gelecekti ki bu askeri açıdan riskli bir durumdu.
Derviş Bey "Paşam, şimdi de avcı hattı ile topçu hattı bir araya geldi. Bu oldu mu?" diye sordu. Atatürk'ün yapmaya çalıştığı şeyi anladı. Emri vermesini beklemeden kendisi söyledi:
"Paşam, emrederseniz, avcı hattını da ileri sürelim".
Atatürk güldü ve "Derhal" dedi.
Avcı hattına ileri emrini verecek telefon bağlantısı yoktu. Bu nedenle Derviş Bey atına atlayıp yola koyulmak istedi. Atatürk'ün yanında bulunan yaveri Salih Bey, bunun bir komutan için tehlikeli olacağını söyledi. Derviş Bey "Baksana emri kim veriyor" diyerek yola koyuldu.
Gün boyu yapılan taarruzla düşman iyiden iyiye köşeye sıkışmıştı. Atatürk de hemen bölgede harekatı izliyordu. Öğleden sonra düşman bir tepenin önünde sıkıştı.
Yunan ordusu bulunduğu yerden neyi var neyi yoksa Türk ordusunun üzerine yağdırıyordu.
Atatürk artık yapılacak şeyin göğüs göğüse çarpışma olduğunu anlamıştı. Bunun için Türk askerinin süngü hücumuna kalkması gerekiyordu. Fakat Yunan ordusunda makineli tüfekler vardı.
Yani mehmetçik makineli tüfeklere doğru süngüyle koşmak zorundaydı.
Atatürk doğru anın gün batımı olduğunu saptadı. Gökyüzünün karardığı bir dakikada taarruz emrini verdi ve Türk süngüleri düşman dolu sırtlara saldırmaya başladı. Batan güneşin son ışıklarının yansıdığı süngüler adeta bir alev gibi Yunan mevzilerine yağmaya başladı.
Kısa süre sonra Türk ordusu Yunan birliklerinin arasına daldı. Kanlı bir çarpışmadan sonra Yunan ordusu dağıldı. Artık bir ordu kalmamıştı. Bozgun halinde kaçışan bir sürüyü andırıyorlardı.
Artık sıra Fevzi Paşa'nın süvarilerindeydi. Kaçanlar süvarilere yem oluyordu.
Atatürk sabah olduğunda Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile savaşın yaşandığı yerin yakınında bir araya gelip konuştu. Yapılacak iş belliydi. Dağılan Yunan ordusu İzmir'e kadar aralıksız takip edilecekti.
"Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" emri verildi.
Yunan ordusu tüm gücüyle kaçıyor, Türk askeri kovalıyordu. Kısa süre sonra Trikupis ve Digenis esir düştü. Yunan Başkomutan Hacıanesti, olaydan habersiz şekilde Trikupis'i başkomutan vekili tayin etmişti.
Tayin haberini Trikupis'e esir çadırında bizzat Atatürk verdi.
Atatürk'ün emri doğrultusunda düşmanı kovalayan Türk askeri, Yunan ordusuna toparlanma imkanı tanımadı. Kovalamaca 9 Eylül'e kadar sürdü. O gün, dağılan Yunan ordusu İzmir'de denize döküldü.
İşgal bitmişti. Türkler kazanmıştı.
Bu büyük zaferden iki yıl sonra, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar'a gitti. Savaş alanını gezdi. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.
Atatürk'ün gözlerine, süngü taarruzuna kalkıp şehit düşen askerlerin hüznü çökmüştü.
"Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum."
42 notes · View notes
sertsiken0606 · 8 months ago
Text
Merhaba arkadaşlar ben hasan sizlere 2 itirafımı yazacağım umarım beğenirsiniz. Derya isminde biriyle Messenger üzerinden yazışıyorduk ileri gitmek istiyordum fakat bir türlü cam açmaya ikna edemiyordum. İnternet ten reklamını gördüğüm korsan yazılım programını satın aldım yine yazışırken yazılımı denedim gerçekten karşımdaki kamera açılmış ama derya nın haberi yoktu yatağa uzanmış benimle yazışıyor arada bir kendini okşuyordu haber versem bu kadar kendini göstermezdi ilerleyen dakikalarda buluşalım sevişelim ne dersin dedim beni daha tanımıyorsun belki erkeğim hatta yaşlı bir kadınım dedi bende herşeyi ne razıyım seninle birlikte olmak istiyorum dedim . Birden bana cam daveti gönderdi açtım kamerayı beni görünce 1 hafta sonra pazar günü için randevu verdi . Artık aklım fikrim pazar günündeydi kendimi işe adapte edemiyordum her akşam aynı saatte cam açıyor birbirimize mastürbasyon yapıyorduk cumartesi akşamı için sözlestik son kez camda çırılçıplak seks yapalım dedik fakat babasının 2 eşine yakalandı sanal seksimiz yarım kalmıştı telefonuna mesaj attım saat 12 de oradayım dedim ertesi gün buluşma yerimize anlaştığımız saatte gittim. Araba kiralama hizmeti veren bir firmadan araç kiralayıp beklemeye başladım saat 12 30 olmuş ve karşı kaldırımdan bana doğru geldiğini gördüm korna çalarak seslendim arabaya biner binmez uzun uzun öpüşmeye başladık bir ara hadi tenha bir yere gidelim dedi bu civarı bilmediğim için Derya nın tarifiyle ormanlık bir alana geldik kimseler yoktu arka koltuğa geçip soyundum derya da yavaş yavaş soyundu artık ikimizde çıplaktık ormanın içinde sevişmeye başladık sanki yıllardır birbirini görmemiş karı koca gibiydik 69 pozisyonuna geçtik o kadar güzel yalıyordu ki çok sürmedi boşalmaya başladım derya benim boşalmamı bekledi o sırada ben de derya yı dilimle ilk orgazmı yaşattım. Derya ıslak mendil ile vücuduna isabet eden dölleri sildi kalkmış olan yarağımı eline aldı amına sürterek oturmaya başladı. O kadar yavaş içine alıyordu ki zaten erken boşalma sorunum var tamamı gitmeden boşalacam diye ödüm kopuyordu bu arada derya zevk çığlıkları atmaya başladı benim bacaklarıma ılık ılık bir şey akıyordu elimi bacağıma attım elime baktığında pembe renkli kan gibi bir şey akıyordu elimi derya ya gösterdim bekaretlik gitti aşkım beni kadın yaptın işte dedi şok olmuştum bir ıslak mendil ile vücutuma dökülen kanı temizledim o sırada Derya nın telefonu çaldı arayan üvey annesiydi babasının trafik kazası geçirdiğini hemen hastaneye gitmesi gerektiğini söyledi.
13 notes · View notes
ekip · 1 year ago
Text
Birtakım değişiklikler
🌟 Yenilikler
Kademeli olarak getirdiğimiz bir değişiklik sayesinde artık Ateşleme gönderileri dahil tüm reklamları, tüm platformlardan rapor edebiliyorsun. Ayrıca rapor edilen reklam gözünün önünden gidiyor. Sebep olarak şu seçenekler var: aynı reklamın çok sık çıkması, arızalı olması, yanıp sönen ışıklar ya da rahatsız edici içerik barındırması, içinden bi sese göre kötü amaçlı olması 🤨
Tumblr'dan alınmış alan adlarına yönelik DNS yönetimine ileri düzey seçenekler ekledik.
Takipleştiğin/takip ettiğin kişilerden gelen etkinlik öğelerini artık, takip etmediğin kullanıcılarınkiyle aynı gruba toplamıyoruz. Mesela gönderini bissürü kullanıcı beğenmişse, takipleştiğin birinden gelen beğeni arada kaynamasın dedik. Güzel di mi?
🛠 Bakalım neler düzeltmişiz..
Masaüstü gönderi düzenleyicide, içerik uyarısı taşıyan bazı gönderileri RB'leyemiyordun, şimdi oluyor, düzelttik.
(Başka ne vardı…) RB'yle alakalı etkinlik öğesi çıkmıyordu. Bir noktada sen de "RB almıştım hani niye göstermiyo?" gibi bir endişeye gark olduysan etkinlik alanını kontrol et, şimdi çıkması lazım.
(Sonraa…) Destekçi rozetini zaten satın almış olsan bile TumblrMarket'te indirimde görünüyordu, onu düzelttik.
Bi de şey, Android'de anonim bahşişlerle ilgili etkinlik öğelerinin altında "Takipleştiniz" yazıyordu. Onu da düzelttik.
🚧 Devam eden çalışmalar
Geçen hafta bazı arkadaşlarımızın Takip edilenler akışı başa falan sarıyordu. İlginç hakaten… Uğraşıyoruz ama henüz tam çözülmedi. Hallolunca buradan haber vereceğiz.
🌱 Yakında gelenler gelecekler SUNACAKLARIMIZ
Tumblr'da bildiğiniz gibi bu hafta yine Hack Week'ti ve bakıyoruz… evet, elemanlar yine döktürmüş. Aferin ya çocuklara. Birbirinden güzel bu projelerden bazılarını @engineering blogunda (İngilizce orası) sergiliyor olacağız.
Bir sorun mu yaşıyorsun? Destek Talebi gönder, en kısa sürede sana geri dönelim!
Geri bildirimini paylaşmak ister misin? Üzerinde Çalıştıklarımız  bloguna göz at ve aklındakileri topluluğumuzla masaya yatır.
Bu gönderileri başka dillerde de takip etmek için diğer ülkelerin Ekip bloglarına göz at!
Tumblr'a direkt parasal destek olmak ister misin? TumblrMarket'e yeni gelen Destekçi rozeti seni bekliyor!
20 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 15 days ago
Text
KENDİNİ ÇOK MÜSLÜMAN OLARAK GÖREN AMA HALEN MİLLETİN İMANINI SORGULAMAYA ÇALIŞANLAR BAKIN İNANIYORUZ DEDİĞİNİZ KURAN BUNLARI DERKEN SİZ HANGİ DİNDENSİNİZ?
Yandaş ötesi televizyon kanallarının birinde Utanmadan açık ve aleni
'' Allahsız Atatürk'' diyecek kadar ileri gidenler uydurma tarih masalları ile siyasi tarih yazmaya çalışanlar . Rahmeti gazabını aşanlara yaranmak için Kendilerini Allah yerine koyup hüküm verenler.!...
Siz kimsiniz ki Bir insanın inancını sorgulayabiliyorsunuz ?
..
'''Hüküm yanlızca Allahındır.Yusuf 40. ayet
'' mutlak hakimiyeti de O'nundur. .” [Zümer/43-4]
''Tasarrufta bulunmak tamamen Allah'a mahsustur.” [İnfitar/19]
Ve Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibi yanlızca odur.(Nur 18)
SİZ KİMSİNİZ?
Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bakara 217]
Yalan söyleyenler, iftira edenler, . İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105
Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.(Hucurat 6)
Siz kimsiniz ?
Siz hangi dindensiniz ?'Ben size şah damarından daha yakınım'' diyen Allah ile kul arasında yaşananları tam olarak bilecek ve hüküm verecek?
Siz kimsiniz hangi dindensiniz?..
Kuldan utanmanmaz ,Allahtan korkmazlar !..
4 notes · View notes
by-hulusi · 1 year ago
Text
Amerika'nın New York şehrinde bir soygun sırasında hırsız banka içindeki çalışanlara bağırdı: Kıpırdamayın! para devletin, hayatınız da sizindir.
Yani herkes sessizce uzansın..
"Buna anlık akılla ikna denir "
Hırsızlar çalmayı bitirince üniversite mezunu olan en genç hırsız, ilkokul mezunu en yaşlı olan hırsıza dedi ki: Patron kaç para aldık sayalım. Liderleri olan yaşlı hırsız bozuldu ve ona dedi ki:
Aptal mısın? Bu çok para ve saymamız uzun sürer, bu gece ne kadar para çaldığımızı haberlerden
öğreneceğiz!
"Bunun adı tecrübe"
Hırsızlar bankadan çıktıktan sonra banka müdürü, şube müdürüne:
Polisi çabuk ara!
Şube müdürü ona dedi ki: Bekle 10 milyon dolar alıp kendimize saklayalım daha önce zimmetimize geçirdiğimiz 70 milyon doları da ekleyelim.
"Buna akışına yüzmek ve durumu lehine çevirmek denir"
Banka müdürü dedi ki: yani her ay soygun olsa çok iyi olur...
"Ve buna çok ileri gitmek denir"
Ertesi gün haber ajansları bankadan 100 milyon dolar çalındığını bildirdi!
Hırsızlar parayı tekrar tekrar saydılar. Her seferinde miktar 20 milyon dolardı.
Hırsızlar çok sinirlendi. 20 milyon dolar için hayatlarını riske attılar.
Banka müdürü suya sabuna dokunmadan 80 milyon dolar aldı.
Maskeli hırsız ile kravatlı hırsız arasındaki farklı bilgiydi.
"Bunun da adı bilgi altına eşittir"
Banka müdürü milyoner olduğu için gülümsüyordu. Borsadaki tüm kayıplarını bu soygunla telafi etmişti."
"Bunun adı da risk almaktır''
Gerçek hırsızlar çoğunlukla yüksek rütbeli olanlardır.
Ama "hırsız" olarak tanınanlar hep ev ve cüzdan hırsızları olacaktır..
10 notes · View notes
cehennemindibindeki · 6 months ago
Text
Son zamanlarda sürekli 4 sayısına denk geliyordum ve az önce bir hesaplama yaparken yaptığım sonuç tam 4444 çıktı.
4 sağlamlık demektir, kareyi temsil eder genelde masa gibi 4 ayağı olan eşyaları temsil eder. 4 sağlamlığı, yerinden oynatilamayacak, yipratilamayacak kadar sağlam olani temsil eder.
Dünyevi olandır, aynı zamanda 4 sayısı sürekli geldiği zaman belli sınavlara hazırlıklı olmak, hatta belki ciddi sınavlara hazırlıklı olmak gerekir. Bir şeyler geri dönüşü olmayan şekilde değişecektir. Sistem seni artık kimsenin sarsamayagi kadar sağlam birine dönüştürecek kadar büyük kayıplar ve acılar yasatacaktir. Bunlar içinde büyük acılar barındırır ama güzel dönüşleri de olacaktır. Hayat temelinden sarsilip yıkılacak fakat güzel haber, çok daha sağlam temellerle yerine oturacaktir. Bir boşluk açılırsa bu dolacaktır.
Bugun uzun zaman sonra hem biraz hava alayım moralim yükselsin hem de kızarmış tavuk alayım diye çıktım. Tavukçu kapanmış, uzun süredir girmediğim caddeye girdim. Caddede dolaşırken size daha önce çok sevdiğimi söylediğim fehu rune'unu gördüm, evden moralim çok bozuk çıktığım için belki bu bi işarettir diyerek oturdum, bir şeyler yedim, bu tabelayı kim yaptırdı ben fehuyu gördüğüm için geldim dedim. Sahibi adliyede çalışan Oğuzhan ceyhanin ileri seviye astroloji mezun öğrencisi çıktı saatlerce hem onunla hem onun arkadaşlarıyla konustuk, inanılmaz tatli insanlardı, inanılmaz tatli arkadaşlar edindim, birkaç saatin içine çok şey sigdirdik. Gökyüzüne doğru, -neden gökyüzü bilmem dua ederken hep kafam gökyüzüne donmustur- göz kırptım. "Benim için yazdığın yazgıya güveniyorum. İsyan etmiyorum. Her şeyin düzeleceğine değil her şeyin değişeceğini ve hayal ettiğimden de güzel olacağını biliyorum."
ey kademi kutlu hızır, elimi tut. yoldaşların hepsi atlı, sade ben yaya yürüyorum."
5 notes · View notes
mnsrykt · 2 years ago
Text
"Sâbık ikinci nüktede, kuvve-i zaika kapıcıdır dedik. Evet ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için israfata ve bir dereceden on derece fiata çıkmamak gerektir. Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası -Altıncı Söz'deki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası- rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin enva'ını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkınde hükmü var, makamı var."
22 notes · View notes
kosul123 · 9 months ago
Text
Üzülme kızım
Kureyşin ileri gelen müşrikleri, bir gün Kâbe dibinde oturmuş Peygamber efendimiz aleyhisselamı çekiştiriyorlardı.
Sonra da öfkeli öfkeli kendilerini suçladılar.
Biri ayağa fırlayıp;
- Bu ne haldir yahu? diye bağırdı. Üzerimize ölü toprağı mı serpildi?
Bir diğeri;
- Evet, dedi. O bizi suçluyor, tanrılar��mıza hakaret ediyor, biz susuyoruz. Olmaz böyle şey.
Üçüncüsü;
- Doğru, dedi. Ona hemen haddini bildirmeliyiz!
Tam bu sırada Efendimiz aleyhisselam teşrif etti oraya.
Tam da lafın üstüne gelmişlerdi.
Ortalık buz gibi oldu bir anda.
Bıçak gibi kesildi o konuşmalar.
Efendimiz aleyhisselam, önce Hacer-ül esvedi öptü.
Sonra tavafa başladı.
Bu sırada müşrikler ilk şaşkınlığı üzerlerinden atmışlardı.
Kendilerine gelince, Efendimiz aleyhisselama sataştılar.
Önce bir iki laf.
Sonra en ağır hakaretler.
Efendimiz aleyhisselam sükut ettikçe, hakaretlerini arttırıyorlardı.
Bunun üzerine o Server, muhteşem bir vakarla gelip karşılarına dikildiler o kâfirlerin.
O muazzam heybet ve azameti gören az önceki aslanlar(!), uyuz çakala dönmüşlerdi bir anda.
Sus pus olup korkudan titremeye başladılar.
Efendimiz aleyhisselam, açıkça meydan okudu o korkaklara:
- Ey Kureyş! Allah hakkı için söylüyorum ki, eğer iman etmezseniz, sizi koyun gibi keserim. Elimden kurtulamazsınız!
Kimsenin gıkı çıkmadı.
Korkudan yalvarmaya başladılar bu defa:
- Aman ya Ebel Kasım! Biz sana ne dedik ki? Şey yani, sen bizden birisin zaten. Sen ibadetine devam et. Biz sana nasıl karışabiliriz.
Müşrikler vurulmuşa dönmüşlerdi.
Öyle ki, ertesi gün kendilerine gelebildiler ancak.
Kendine gelen Kâbe’ye koştu yine.
İntikam alacaklardı.
- “Vay be, dün bizi nasıl da korkuttu. Bunun acısını çıkartalım” diyorlardı birbirlerine.
Başkanları seslendi o ara:
- Bu iş buraya kadar arkadaşlar. Yetti artık. Onu ilk gördüğümüz yerde öldüreceğiz, tamam mı?
- Tamam!
- Andolsun mu?
- Andolsun!
Kötü haber, hazret-i Fatıma’ya “radıyallahü teâlâ anha” ulaşınca mübarek kalbi titredi.
Üzüntüden şaşkın ve yaşlı gözlerle geldi ve nakletti bunu babacığına.
Sevgili Peygamberimiz;
- Üzülme kızım, buyurdular. Onlar bana bir şey yapamazlar.
Sonra gidip celalli bir halde Kureyşin karşısına dikildiler.
Mübarek nazarları kime isabet ettiyse, o müşrik, heykel gibi mıhlanıyordu olduğu yere.
Sonra yerden bir avuç toprak alıp saçtılar o müşriklere.
Bu topraktan kime değdi ise, o müşrik Bedir’de öldürülüp leşleri atıldı bir kuyuya.
......✍️
5 notes · View notes
herhangilerdenbiriyim · 9 months ago
Text
İNSANLIK ÖLDÜ
Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,"insanlık öldü mü?" ya da "insanlık ölür mü?" biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsada, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat insanlık aleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır. Bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu bizim gibi nefes alıp ıztırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir. İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık önce ki gece sabah karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır. Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı. Bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: merhumun cenazesi önce uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir.
Oğuz Atay
6 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year ago
Text
BOZKURT DÜŞMANLIĞI
“Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan sakının”
Türklerin; millî kültür değerlerinin en önemlilerinden biri sayılan “
Bozkurt”a karşı düşmanlık, elbette ki oldukça eski yıllara dayanır.
Ancak,
Türk olup da mankurtlaşmamış bir zümrenin Bozkurt düşmanlığı yapması oldukça yeni sayılır.
Türkler ilk anayurtlarında yaşarken, düşmanları başta varlığı olmak üzere, Türklerin her şeyine düşman iken, elbette ki kendilerine mânevî güç verdiğine inandıkları bütün kültür değerlerinin yanında Bozkurt’a da düşman idiler.
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ise, Bozkurt’u bir totem olarak gören bâzı zavallılar da, artık Bozkurt motifinin Türkler için bir değer olamayacağını ileri sürerek, onu sevenlere karşı düşmanlık beslemeye devam etmişlerdir.
Halbuki bundan önceki sohbetimizde açıkladığımız gibi Türklerde Bozkurt hiçbir zaman totem olarak alınmamış, ona tapınılmamıştır.
O sadece atalarından kalan ve millî kültür değerini ifade eden bir sembol olarak bilinmiştir.
Yine, Türkün büyük düşmanlarından birisi olan SSCB döneminin ilk yıllarında Lenin, araştırmacı tarih yazarı İlhan Bardakçı (Murat Bardakçı’nın babası) ile yaptığı bir konuşmada:
-- “Türkiye’de komünizmi yerleştirmek için önce onlara dinlerini, milliyetlerini unutturmak ve kafalarına yerleşmiş olan şu Bozkurt efsanesini söküp atmak lâzımdır” demiştir.(Dr. Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü yayını,6.Baskı,s.21,Konya-1976).
Yakın zamanlarda ise; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve 1970′lerden sonra da solun desteğinde Bülent Ecevit’in yanında bulunan özellikle Başbakanlığı döneminde bâzı kişilerce aşırı derecede Bozkurt düşmanlığı yapılmıştır.
Bunların dışında ise, kendilerini Atatürkçü gören bâzı gâfiller de bu rüzgâra kapılarak Bozkurt düşmanlığında bulunmuşlardır. Sadece örnek olarak 1974′de yaşanan hazin bir olay basına şöyle yansımıştır:
“Sene içersinde yapılan bir aramada bir ülkücü öğrencinin üzerinde Atatürk’ün zamanında basılmış olan Bozkurtlu paraların örneği bulunmuş ve bu paralar suç aleti olarak alınmıştır.”
Halbuki Atatürk’teki Bozkurt sevgisi; gelmiş-geçmiş hiçbir devlet adamında ve döneminde yaşanmamış ve O’nun bu sevgisinden ötürü de kendisine gerek yabancı ve gerekse bâzı vatandaşlarımız/yazarlarımız “Bozkurt” demişler.
Peki, Atatürk’e Bozkurt diyenler kimlerdir? İşte bunlardan sizlere verebileceğim birkaç örnek:
ATATÜRK’E BOZKURT DİYENLER
Ziya GÖKALP- 1918′de Malta zindanında iken arkadaşlarına söylediği Atatürk hakkındaki sözleri
“Mustafa Kemal Paşa Türkün efsanelerinde yaşayan Bozkurt gibi kurtarıcı bir şahsiyettir.”
Cumhuriyet gazetesi- 15 Aralık 1933,s.1-5(manşet)
Le Mois(Fr.dergi)- Cumhuriyetin verdiği haber.
Benoist Mechin- Kurt ve Pars Mustafa Kemal(kitap)
H.C.ARMSTRONG- Bozkurt (Doğrudan kitap adı).
Behçet Kemal Çağlar- Dolmabahçe’den Anıtkabire
Fazıl Hüsnü Dağlarca-
Mehmet Ateşoğlu- Atatürk’ün Türkçülüğü, Türk Yurdudergisi, C.2, S.8(290), Kasım-1960, s.39-40;
Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam (kitap)
Gülçin Çandarlıoğlu- “Türk Destanlarında Bozkurt”
Bozkurt özel sayı, 19 Mart 1968, s.11.
Lord Curson- Atatürk’ü anlattığı eserinde.
Berlin Türk Ocağı- Bozkurt Atatürk (bildiri), 19 Ocak 1974.
Genç Arkadaş(dergi)- S.1, 15 Ocak 1975, s.2.
Dr.Tahsin Ünal- Türklüğün Sembolü Bozkurt,6. baskı
Konya-1976, s.36,41,55.
Taner Ünal- O Bir Bozkurttu(kitap) İstanbul-1995.
Atillâ İlhan- O Sarışın Kurt, İstanbul-1998.
Yılmaz Öztuna- Bozkurt Nedir? Türkiye gazetesi, 26 Nisan 1999, s.1.
Yavuz Bülent Bâkiler- Bozkurt Atatürk, Türkiye gazetesi, 31.3.2001.
Yusuf Koç/Ali Koç- Türk Milliyetçi Hareketinin Lideri Başbuğ Atatürk,2.baskı, Ankara-2005,s.VII; Emekli General Veli Küçük, s.2-3.
Sami Yavrucuk- Yeniçağ gazetesi(Köşesinde birçok).
Ertuğrul Afşın- Bozkurt Atatürk Adsız dergisi,S.2,
Kasım-1972, s.5-12.
Hulki Cevizoğlu- AKP’den Farkınız Ne? Yeniçağ gazetesi, 17 Temmuz 2007, s.10.
Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu konudaki incelemelerim devam etmektedir. Onun için bu kadarlık bir açıklamayı yeterli görüyorum.
———————
(1) Millî kimliğini kaybetmişler için kullanılır. Kelime dilimize romanlarıyla ünlü Kırgız Türkü yazar Cengiz Aytmatov tarafından kazandırılmıştır.
(2) Nejdet Sançar, “Okullarımızda Bozkurt Düşmanlığı”, Ötüken dergisi, S.4, Nisan-1970, s.2.
(3) ”Bucak İlçesinde Olup Bitenler”,Bozkurt(dergi),
S.23, Ağustos-1974, s.4-5.
Tumblr media
🇹🇷🇺🇿🇹🇲🇲🇳🇦🇿🇭🇺🇰🇬🇰🇿🤘🐺𐱅𐰇𐰼𐰰🐺🤘
10 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 1 year ago
Text
Orhan Veli / Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur
Tumblr media
Sait Faik'in 1950'de yayımlanan “Mahalle Kahvesi“ kitabından yola çıkan Orhan Veli Kanık, yazarın anlatım biçimi ve seçtiği kahramanlar konusunda yöneltilen eleştirileri ele alıyor. Faik'in ileri bir dil anlayışına ulaştığını, bununla birlikte zaman zaman çok savruk yazdığını söylüyor.
Yaşı 40'ı geçti. Geçti ya 15 yıldan fazla bir zamandan beri adı Genç Hikayeci diye anılır. Bizim de hala Genç Şair diye anıldığımız gibi. Geçelim...
Neyi anlatmaya çalışacağım? Sait Faik'i mi? Buna pek lüzum yok sanıyorum. Öyle ya, adı sanı duyulmadık bir yazar değil ki. Onu, Yaprak okuyucularının hepsi tanır. Bu çabam olsa olsa, onun yeni çıkmış bir kitabından haber vermiye yarıyacak. “Eh, işte söyledin söyliyeceğini, bir de kitabın adını ver, yeter” diyeceksiniz. Bir bakıma doğru. Bu kitaptaki hikayelerin özellikleri de eski hikayelerdeki özelliklerden pek farklı değil. Ama ne yapılım ki adet olmuş, bir kitaptan bahsederken birkaç da söz söylemek gerek. Yalnız, bu iş, Sait Faik'den bahsedildiği zaman tehlikeli bir iş olabilir. Güçtür çünkü Sait hakkında konuşmak, hoşlanmıyabilir. Kendisi de bir hikayesinde yazmış ya “Hikayelerimi beğenmezler, üzülürüm, beğenirler kızarım” diye. Öyledir, gerçekten.
Bir cümlesini anlamak için uzun uzun düşündüğüm olur
Ama bırakalım biz onun hırçınlıklarını bir yana da bildiğimizi okuyalım. Gerçi Sait'i sevenler, beğenenler çoktur, bununla beraber sevmiyenler, beğenmiyenler de yok değildir. Mesela derler ki: “Çok savruk. Yazdığını okumuyor. Bir yazar, okuyucunun karışısına çıkarken, kendisine biraz çeki düzen verir. Okuyucuya biraz saygı gösterir. Mecburdur buna.” Sait Faik için söylenen sözlerin, daha doğrusu kütülemek için söylenenlerin galiba en haklısı bu. O savrukluğu Sait'de zaman zaman ben de görüyorum. Bir cümlesini anlıyabilmek için uzun uzun düşündüğüm oluyor. “Şu cümleyi şöyle kursaydı daha iyi ederdi” dediğim oluyor. Oluyor ya, bir yandan da biliyorum onun ileri bir dil anlayışına vardığını. Bir sanatkara, fesli redingotlu Babıali dilinin yakışmıyacağını anlamış bir yazar. Bir sanatkarın halkın dilinden, konuşma dilinden faydalanması gerektiğine inanmış bir yazar olduğunu biliyorum. Dili, tadı, tuzu kalmamış beylik kalıplardan kurtarmıya çalışıyor. Kelimelere değil de halk dilindeki cümle oyunlarıyla, türlü evirip çevirmelerle zenginleşmeye çalışıyor. Ama bunu her zaman beceremiyormuş, ne yapalım? Biz beceriyor muyuz sanki? O da bana kaç defa çıkışmıştır: “Böyle kelime kullanılır mu? Böyle Türkçe yazılır mı?” diye. Çoğu zaman hakkı da vardır.
Sınıfını inkar edeni sevmiyor
Bir de onun avare, başıboş bir hayat sürüşüne, kahramanlarını da hep o hayatın içinden seçişine tutuluyorlar. İyi ama ya aradığı insanı o hayatın içinde buluyorsa? Üstelik en iyi tanıdığı, en iyi anladığı insan onların arasında ise? Hem Sait Faik'i sırf bu bakımdan beğenenler de az mı? Kahramanlarından söz açtım da aklıma bir şey geldi. Bir aralık da bir yazar ona gene bu konuda, büsbütün tersine isnatlarla çatmıştı. Üniversitede edebiyat okutan, ünlü gazetelerimizden birinde de makaleler döktüren, saçı biraz uzun, aklı biraz kısa bir bayandı. Kibar bir bayandı ama! Sait Faik'in, kahramanlarını, aşağı tabaka dedikleri, ayak takımı dedikleri halkın içinden seçmesini hoş görmüyordu. Bayağı buluyordu o işi. O bayan, üşenmese de şu son kitaptaki Baba-Oğul adlı hikayeli bir okusa. Belki Sait Faik'in insanı onlar arasında aramasının sebebini bir parçacık anlar. O hikayenin konusunu okuyucularıma kısaca anlatıyım:
Bir gazete müvezzinin iki çocuğu varmış. Biri mahalle çocuğu imiş, bir türlü okumuyormuş. Öbürü kibar olmak sevdasındaymış, uslu uslu mektebine gidiyormuş, derlerine çalışıyormuş. Müveziin ümidi de o kibar çocuktaymış. Mahalle çocuğu, okuyamadığı için gazete müvezzi olmuş. Kibar çocuk okumuş, tıbbiyiyi bitirmiş, Avrupa'ya gidip gelmiş, yurda da büyük bir doktor olarak dönmüş. Dönmüş ama ne fayda? Külüstür bir gazete müvezzi olan babasını tanımamış bile. Babasına, gene, kendisi gibi gazete müvezzi olan çocuk, o okumıyan mahalle çocuğu bakmış.
Babası, öbür oğlan için “Doktor oldu ama adam olamadı” diyor, hakkı yok mu?
Sait Faik'in anlattığı kibar çocuğu da sevemiyoruz. O da sevmiyor zaten. Sevmiyor sınıfını inkar eden, ona bağlanamayan çocuğu. Bu kolay kolay küçümsenecek bir şey değil. Muhakkak ki, sınıfını inkar eden kişi, babasını inkar edenden daha kötü kişi. Az mı var böyleleri aramızda?
Sevdiği kıza bakın, hayata yaklaşımını anlayın
“Peki” diyeceksiniz, “Sait Faik o doktor çocukları sevmiyor da kimi seviyor?” Açın aynı kitabın 54'üncü sayfasını. O sayfada “Kınalıada'da Bir Ev” adlı hikaye başlıyor. O hikayede, yazar, uzaktan tanıyıp da hoşlanıverdiği bir kızdan bahsediyor. Biliyor kızın neyin nesi olduğunu ama kendi kendine şöyle tahminler yürütüyor. Diyor ki:
“Küçük, kaplamaları simsiyah kesilmiş bir ahşap evde oturduğunu sanıyorum... Evin alt katlarında kendileri oturur, üst katını yazın kiraya verirler... Arkadaşım dediğim kızın kendi başına bir odası yoktur.
Onu vapurda, ikinci mevkiin tahtaları üzerinde Rumca konuşurken dinlerim...”
Demek Sait Faik, sevdiği insanı, ihtiyar müvezzinin doktor olmuş oğluna benziyen kimseler arasından seçmiyor. Fakir fukara arasından, kara ahşap evlerde oturan, geçinebilmek için evlerinin iki odasını kiraya veren, bir saatlik vapur yolculuğunu ikinci mevkiin tahtaları üzerinde geçiren kimseler arasından seçiyor.
Şimdi meseleyi daha bir kendimize göre kapatayım. Daha doğrusu Sait Faik için kendime göre bir hüküm vereyim. Hali bir fil hikayesi vardı, körlere filin türlü yerlerini tutturmuşlar da sonra “Anlatın bakalım, nasıl hayvanmış şu fil?” demişler. Bacağını tutan “fil bir kumaştır” demiş, dişini tutan “fil bir kemiktir” demiş. Benimki de biraz ona benzeyecek. Yazıma başlarken Sait Faik'in gençliğinden, ihtiyarlığından bahsettim. Sonra da muhabbetle anlattığı kahramanlarından birinin bir mahalle çocuğu olduğunu söyledim. Mahalle çocuğu, Sait'in hikayelerinde bir – iki tane değildir. Birçoktur. Bunu onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar. Bence o, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur.
Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor.
(Orhan Veli Kanık / 15 Şubat 1950 / Yaprak dergisi, sayı: 19)
3 notes · View notes
kalemineiyibak · 2 years ago
Text
Gölgesiz
Günler, Tanrı'm; sevmeyi cebimde unuttuğum çocukluk, kalbimi yorduğum yalnızlık ve hiçbir vakit olmayanı kendime sorduğum bir farkındalık... İzbe yollara hasretini çiziyorum o'nun Tanrı'm; hançeri müdavimi olurum diye okuttuğum dualardan önce bir selâ okunuyor aşka. Senin kabul etmediğini, kalbime âmin dikteleriyle yazıyorlar. Ben, bir ötekiyim Tanrı'm; falında dahi çıkmayan siluetlerin acaba istasyonuyum. Bir ileri, iki geri, bir varlık, bin yokluk tuvali o şimdi. Başkasına karışıyor Tanrı'm, gecelerin, gündüze doyum basamağını çıkıyorlar. Ağlamak, neyi, sevdanın hangi durağında değiştirir? Kendimden yitiyorum Tanrı'm, borcumu ödeyip de aşka. Üstü çok kalıyor sevmelerin, bozuklardan şikayet, kısmetten nedamet ve bir acıdan feraset okunuyor. Alıyorsun, Tanrı'm... Kalbimi... Söküp de her bir parçasını, parça parça yok ediyorsun. Ölmek, güzel gelir kalbe bu aşkta. Bir fırça darbesi ile kalemimin savaşı hoş gelir. Acıyor Tanrı'm, polislere haber ver, bak! Kesildi, sağ yanımın hicranlı buhranı... Severdim kalbimi, onu severken. Alırken, ufak bir yanını çareye ve bir ufak hakkını da umuda bağışla, sevabı gönül kaçağım, efkarı gönül haddim olsun. Üzülme Tanrı'm, gözümün pınarından kim çok su içerse aşkı öncesinden ve acıyı gölgesinden tanır. En azından başkasına yazık olmaz. Al kalbimi, sen sev beni Tanrı'm, yıkık yolların perişan defteri sayfalara kazınır, adına zulüm der; bilmeyen ve tanımayan. Ben onu yokluğunun soylu ölümünden tanırım...
Dilara AKSOY
8 notes · View notes
cninzihni · 2 years ago
Note
Aklıma cem öğretirin kellik haber sunması geldi.
Yani ilişki derken genel kasıt olarak değil insan ilişkisi bakımından kullanılmıyor çok. Neyse ya. İçim çok rahat benim. İleri zamanda çok pişman olacak bana yaptıkları için. Bunu hissediyorum, yaşamak için de sabırsızlanıyorum.
Tatsız bir olaydı cidden kxödödmd
İçinin rahat olması önemli, olması gereken bu çünkü bence. Sana yaptıkları için pişman olması ya da olmaması da ilgilendirmemeli seni, bitmiş çünkü olay
2 notes · View notes
teneres · 2 years ago
Text
Tumblr media
İRCA - MÜRCİE
İslam ümmeti içerisinde çıkan taifelerden birisidir. İman ve amellerin iman isminin/kapsamının dışında olması görüşleriyle tanınırlar. İrcâ, Arap lügatinde ertelemek, bekletmek manasına gelir
Bir işi erteleğinde "İşi ircâ ettim" denilir. Mürcie'nin bu ismi almasının sebebi amelleri iman kapsamından ertelemeleri/çıkarmalarıdır. Aşırıya gidenleri şöyle demişlerdir: Küfürle beraber itaatin fayda vermemesi gibi imanla beraber de isyan fayda vermez.
Mürcie bu itibarla üç sınıftır:
Birinci sınıf: İmanın mücerret (soyut) kalpteki marifet olduğunu söylerler. İşte bunlar Cehmiyye ve onlara uyanlardır.
İkinci sınıf: İmanın dilin fiili (şehadet) olduğunu söylerler. Bunlar da Kerrâmiye'dir.
Üçüncü sınıf: İmanın kalbin tasdiki ve dilin sözü olarak görürler. Bu, Ebu Hanife rahimehullah ve ondan başka bazı fakihlerden meşhur olan görüştür.
Geçen görüşler için bkz. Lisânu'l-Arab, 14/311; İbn Teymiyye, el-Îmân, s.184; İmam Eşari, Makâlâtu'l-İslâmiyyin, 1/213; Şehristani, el-Milel ve'n-Nihal, 1/139; İsferâyînî, et-Tebsir fi'd-Din s.97; Abdulkahir el-Bağdadi, el-Fark beyne'l-Firak, syf. 202
Ebu Bekr el-Hallal el-Hanbeli (rahimehullah) şöyle demiştir;
Harb ibn İsmail el-Kirmâni bana şöyle haber etti: Ahmed ibn Hanbel (rahimehullah)'a "Mürcie kimdir?" diye sorulurken onun şöyle dediğini işittim: "İmanın sadece sözden ibaret olduğunu iddia eden kişidir."
|| Hallal, Kitabus Sunne, syf. 245
Harb el-Kirmani şöyle demiştir; İshak ibn Rahuye'yi şöyle derken işittim: "Mürcie o kadar ileri gitmiştir ki (onlardan) bir topluluk şöyle der olmuştur: 'Farz namazları, Ramazan orucunu, zekâtı, haccı ve bütün farzları inkâr etmeksizin terk eden kimseyi biz tekfir etmeyiz. Bunları ikrar eden bir kimse olduktan sonra onun durumu Allah'a havâle edilir.' İşte bunlar kendileri hakkında hiçbir şüphenin söz konusu olmadığı Mürcie'dir. Sonra onlar sınıf sınıftır. Bazıları "Biz kesinlikle müminleriz" deriz fakat "Allah katında" demeyiz' der, imanı söz ve amel görürler. Bunlar hakka en yakın olanlarıdır. Bir fırkası şöyle der: 'iman sözdür. Amel onun tasdikidir. Amel imandan değildir. Fakat amel farzdır. İman sözden ibârettir. Yine bunlar şöyle der: "İyiliklerimiz kabule mazhar olmuştur. Biz Allah katında müminleriz. İmanımızla Cibril'in imanı birdir."
|| Harb el-Kirmani (rahimehullah), Kitabus Sunne, 189. no'lu rivayet
Bize Abdullah b. Hubeyk tahdis etti, dedi ki: Yusuf b. Esbat'ı şöyle derken işittim: "Mürcie'ye gelince onlar şöyle derler: 'İman amel olmaksızın sözdür. Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah resûlü olduğuna şehâdet ederse şu kadar mümini öldürse, namazı, orucu, cenâbetten guslü terk etse bile Cibril'in ve Mikâîl'in imanı gibi kâmil bir imana sahiptir.
Harb el-Kirmani (rahimehullah), Kitabus Sunne, 190 no'lu rivayet
Benzeri "eş-Şeria"da (2062) Sufyan es-Sevri (rahimehullah)'tan rivayet edilmiştir.
Bize Ali b. Yezid tahdis etti, dedi ki: Bize İsme b. el-Mütevekkil tahdis etti, dedi ki: Süfyân b. Uyeyne'ye Mürcie'yi sordum. "Namazın ve zekatın imandan olmadığını söyleyenlerdir" dedi.
Harb el-Kirmani (rahimehullah), Kitabus Sunne, 191 no'lu rivayet
3 notes · View notes
tr1283 · 2 years ago
Text
LEKE-Arif Nihat ASYA
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz,
Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz.
Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür,
Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.
Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler,
Bakın etrafımızı nasıl sarıyor kızıl itler!
Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele,
Yaşamak hakkın lakin istiklalinle bile
İhtirama zaman yok, merasime ne hacet?
Size düşen daha çok vazifeler var. Evet…
Evet!.. Böyle sürerse bu eşkıya kanunu,
Müebbet felakettir milletimin sonu …..
Size selam gönderdi kırk yiğidiyle KÜRŞAD
Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! İmdat!
Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa?
Sükût neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?
Tevekkül Allah’adır zillete katlanılmaz!
Ya hayat, ya ölüm! Bunun ötesi olmaz.
Namus lekesi değil alnımdaki bu leke,
Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke
Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri,
Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri…
Mütefekkirler echel, realistler yalancı,
Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı…
Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, suçluymuşum ben meğer
Otağımda cellâtlar… Kaçmak!.. Bu neye değer!
Ne papyon kravatlı, ne rugan pabuçluyum
HALİSANE TÜRK’ÜM BEN, onun için suçluyum.
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben.
Bir intizar dinlerim şu toprağın kalbinden.
O ses der ki: -Ey oğul, yazıklar olsun sana!
Mezarımı kirleten, şu mahlûka baksana!
Baktım gafiller düşmüş hainlerin peşine
Dedim Bozkurtların yurdunda, çakalların isi ne?
Fırlamışım yayımdan, ok hedefi mutlaka bulur
Son kale, son akında, ancak böyle kurtulur.
Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır O.
Asrin adaletine, bir yüz karasıdır bu!
Arz-i endam etsinler… Mütebessim, mutantan.
Sonra da sulhseveriz, deyiversinler YALAN
Yalandır ne söyleseler, beşeriyyet namına,
Hanümanlar yıkılır, bu şerriyet namına.
Adi cinayetlerle küllenir asil yara
Can yakar, göz yaşarır, alır yürür bu sara
Sokaktan okullara, okuldan minareye
Bu kıvılcım saçarken bekçiler uyur, niye?
Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan?
Beş kıta birbirine dokunur zaman zaman
Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır
İşte bu kızıl itler, bu sayede yallanır.
İnsan denmez bir avuç yal için sürünene
İnsan denmez sesimden ürküp, dev görünene
İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere
İnsan denmez yenilen ve önde gidenlere
İnsan denmez gözyaşı döküp, ter dökmeyene
İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene
Ben şüheda nesliyim, başkaya varmaz dilim
Belki mağdurum ama asla meyus değilim.
Gök bayrak, Albayrağa bir gün çizerken ufuk
O büyük kurtuluşa yürürken çoluk çocuk
Bu nefes bu bedeni terk edip de gitsede
Ruhum at koşturacak, o büyük hengâmede.
Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu!
Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu!
Bir isyan cinnet gibi, bir gün ki kâbus gibi
Karşımda tomsonlular, Yunan gibi Rus gibi
Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri!
İleri, biraz daha, biraz daha ileri.
İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle ferman buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hâkimler veremez, hükmünü bu celsenin
Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
pazaryerigundem · 11 hours ago
Text
11 ayda 17 kilo verdi, 20 yıllık montu yeniden giydi
https://pazaryerigundem.com/haber/193311/11-ayda-17-kilo-verdi-20-yillik-montu-yeniden-giydi/
11 ayda 17 kilo verdi, 20 yıllık montu yeniden giydi
Anne Şehir Merkezi’nde spora gelen Sahra Marmara, 17 kilo vererek eşinin 20 yıl önce aldığı montu yeniden giyebilmenin mutluluğunu yaşadı
KOCAELİ (İGFA) – Büyükşehir Belediyesi’nin Anne Şehir Merkezi, Kocaeli’de yaşayan kadınların yaşam enerjisi aldığı, motivasyonlarını arttırdığı, beslenme desteği veren ve kilo problemlerine çözüm olan bir merkez haline geldi. Bu kapsamda da kayda değer başarılar elde ediliyor. Bu yılın ocak ayında Kadın Şehir ile tanışarak spora başlayan Sahra Marmara, uyguladığı diyet programıyla beraber 17 kilo verdi. Sahra Hanım hem daha sağlıklı bir yaşama kavuştu, hem de eşinin 20 yıl önce aldığı montu yeniden giyebilmenin heyecanını yaşadı.
SAĞLIKLI YAŞAMDA AZİM VE BAŞARI
Kadın ve Aile Hizmetleri Dairesi Başkanlığı Kadın Aile Hizmetleri Şube Müdürlüğü’ne bağlı Kocaeli Anne Şehir Merkezi’nde düzenli olarak spor ve diyet desteği alan Sahra Marmara, ocak ayından bu yana 17 kilo vererek büyük bir başarıya imza attı. Diyetisyen eşliğinde yapılan çalışmalarla birlikte kilo veren Sahra Marmara, merkezin sağladığı olanaklardan yararlanarak hem fiziksel hem de ruhsal olarak olumlu sonuçlar elde etti.
EŞİNİN ALDIĞI MONTU YENİDEN GİYEBİLDİ
22 yıllık evli olan Sahra Marmara, eşinin evliliğinin ilk yıllarında aldığı montu sonradan aldığı kilolar nedeniyle uzun yıllar giyemedi. Anne Şehir Merkezi ile tanışan Marmara, diyetisyen kontrolünde gerçekleşen sağlıklı yaşam adımları sayesinde eski kilosuna dönerek, montu tekrar giymebilmenin mutluluğunu yaşıyor. 20 yıl önce eşinin aldığı bu özel hediyeye yeniden kavuşmak, Marmara için sadece fiziksel değil duygusal anlamda da önemli bir başarı oldu.
  ANNE ŞEHİR SAĞLIKLI YAŞAM PROGRAMI
Büyükşehir’in Anne Şehir merkezlerinde yoğun iş hayatı ve ev işleriyle meşgul olan kadınlarımızın yaşam becerilerinin zayıflamasını önlemek ve ailelerin yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla önleyici ve destekleyici faaliyetlerle çalışmalar yürütülüyor. Anne Şehir Sağlıklı Yaşam Projesi il genelinde bulunan Anne Şehir Merkezlerinde kadınların yönetimde temsili, şehrin ekonomik, sosyal-kültürel yaşama daha aktif katılımı amacıyla fiziksel aktivite (step-aerobik, pilates, zumba, sağlıklı yaşam yürüyüşleri, obezite ile mücadele programı ve ileri yaş egzersizleri ), rekreaktif faaliyetler, eğitim hizmeti, okul öncesi sınıflar, yetişkin hobi atölyeleri, diyetisyen hizmeti, fizyoterapist hizmeti sunuluyor. Anne Şehir Merkezlerimizde bulunan Anne Yanı Sınıflarımız (okul öncesi sınıfları) ile anneler gün içerisinde etkinliklere katılırken çocuklar sınıflarda uzman eğitmenler tarafından okul öncesi eğitimiyle destekleniyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes