#içtihat
Explore tagged Tumblr posts
Text
"Selef-i sâlihîn, âlimleri ve onlardan sonraki tâbiîn'den olan hayr ve hadis ehli ve fıkıh ve içtihat ehli âlimler ancak güzellikle zikredilmelidirler. Kim ki onları kötülükle zikrederse o kişi hak yolunun dışında demektir."
İmam Ebu Cafer Tahâvî, el Akîdetü't Tahâviyye
16 notes
·
View notes
Note
Hamira çok üzülmek günah mıdır? Günahımıza ve halimize çok üzülmek günah mı? Bir diğer sorum da kadere tedbir alınabilir mi? Geçmişte olan herşey kader midir, seçim midir?
Esselam.
Öncelikle şunu belirteyim bir şeye günah, sevap helal haram dememiz için nasslarla sabit olması veya içtihat olması lazım o yüzden bir hüküm belirtemem ama şunu söyleyeyim bir şeyin 'çok, fazla' olanından sakınmamız gerekiyor. Yani yemek yemek helal ama fazlası sıkıntı, sevmek helal ama haddi aştı mı azap vs vs. Hadislerde de geçtiği üzere bize her konuda mutedil olmamız emredilmiştir.
Hadis, zühd kitaplarına bakın günah için ağlamanın, üzülmenin fazileti ile ilgili çok fazla rivayet bulursunuz ama nasıl bi üzülme, ağlama? İnsanız günah işleyebiliriz gayet normal ama günahın bizde asılı kalması sıkıntı. Büyük günahlardan birisini işleyen bir insan düşünün; pişman olmuş, mahcup olmuş, böyle bir şey yaptığı için sürekli kendisine kızıyor hatta öyle kızıyor öyle üzülüyor ki, sürekli depresif bir modda geziyor, üzüntüsü yüzünden elini kolunu kaldıracak hali yok o yüzden de devamlı yatıyor. Sizce bu üzüntü o insan için hayr mıdır? Yoksa bir başka insan daha düşünün ki, işlediği büyük günahtan dolayı yine aynı şekilde pişman mahcup olmuş ama bu üzüntü onu dini konusunda daha da hırslandırmış. O günahından tevbe etmiş Allah'ın da tevbesini kabul etmesini umuyor, Allah adına bir hayat yaşamak için kendisine söz veriyor ve hayatındaki hayrları çoğaltmak için azmediyor. O günahından da kimseye bahsetmiyor, bu durum daha hayrlı değil midir sizce? Pasif bir üzüntünün ne dünyamıza ne de ahiretimize faydası vardır. Bizi dinimiz hususunda azme sevk etmeyen, Kitab'ı anlamaya, sünneti temsil etmeye yöneltmeyen düşünme bizim için yüktür. O yüzden günahlarımız için üzülelim elbette ama bu üzüntü bizim imanımızı arttırsın. Rasûlullah aleyhisselamın yaptığı şu duayı da dilimizden düşürmeyelim: “Geçmişin üzüntüsünden, geleceğin kaygılarından (sıkıntılarından) Sana sığınırım.“(Buhari, 6369)
Diğer meseleye gelince itikadi mezheplerin sayfalarca delillerini savunduğu mevzuyu burada açıklamamı istiyorsunuz :) uzatmadan açıklayayım inşaallah.
Kardeşim Rasûlullah aleyhisselam İbn Abbas radıyallahu anh'a vasiyetinde şöyle diyor: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).” (İbn Hanbel, I, 293; Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
De ki: "Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim Mevlamızdır." Müminler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar. | Tevbe, 51
Kader için aldığımız tedbir de kaderdir :) ki şöyle bir şey var kime karşı tedbir alıyoruz? Her şeyi bilen, bizi bizden daha iyi bilen bir Rabbimiz varken onun takdirinden kime sığınacağız? Haşa. Toplum içinde yaygın ama yanlış olan kader anlayışı da kaderin her şeyin Allahtan geldiği bizim etkisiz olduğumuzdur evet doğru her şey Allah'tan lakin bize bir irade veren de Allah. Zaten kader, Allah'ın bizim yapacaklarımızı önceden bilmesidir. Her şey O'nun ilminde. Mesela küfre düşen bir insanın durumunu Allah bildiği için onun şakilerden(kıyamette bedbaht olanlar) yazdı yoksa o Allah yazdığı için şakilerden olmadı. İsteye isteye bile bile kendi iradesiyle isyana yöneldi. Yani biz fiillerimizden mesulüz. Acizane tavsiyem kader mevzusunu fazla kurcalamamanız. Selametle.
والله أعلم..
13 notes
·
View notes
Text
Süleyman Özer hocanın aktardığına göre Büyük İslam Alimi(!) İmam Gazzali şöyle diyormuş kitabında:
Adamın biri peygambere sordu:
“Ey Allah'ın Resulü! Cennettekiler cinsel ilişkiye girebilecek mi?”
İki cihan serveri Hz. Muhammed şu şekilde cevapladı:
...
“Cennete giren her bir kişiye, sizin gibi sıradan 70 erkeğin cinsel gücü verilecek. Cennette her erkeğe beş yüz huri, dört bin bakire kadın ve sekiz bin dul kadın verilecektir. Bunların her biri, onun dünya hayatı kadar süre boyunca onunla ilgilenecek, hoşnut edecek. Cennette alım ve satımın olmadığı, kadın ve erkeklerden oluşan pazarlar olacak. Bir erkek bir kadınla beraber olmak isterse, hemen olacaktır. Huriler ilahi saflıkları ile "bizler en güzel hurileriz ve şerefli kocalara aitiz" diye şarkılar söyleyecekler…İmam Gazzali: İhyâ-u Ulûm-id-Dîn. 4/541.}
....
Yaygın söyleme göre; İslam'da içtihat kapısı bu İmam Gazzali ile kapanmıştır.
İyi ki de kapanmış.
Yoksa bu gibi, Müslümanları UÇKUR ile kandıran cahil din adamları yüzünden İslam Dini büsbütün SAVAŞMA ve SEVİŞME dini olup çıkacakmış.
Çalışmak, bilgi üretmek, medeniyet yaratmak diye bir kaygıları hiç yokmuş bu adamların...
Ömer Sağlam
4 notes
·
View notes
Text
Ahmet Sonuç'a Selahattin Demirtaş'ın Annesine Yönelik Hakaret Nedeniyle Para Cezası
Ahmet Sonuç’a Para Cezası Tanınmış yayıncı Ahmet Sonuç, diğer adıyla Jahrein, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş‘ın annesiyle ilgili yaptığı bir paylaşım nedeniyle idari para cezasına çarptırılmıştır. Sonuç, duruşmada yaptığı savunmada, “Sadece 3 harften oluşan yorumumun suç oluşturduğuna dair bir içtihat bulunmamaktadır” ifadelerini kullanarak cezanın haksız olduğunu…
#Ahmet Sonuç#Antalya#Avukat#beddua#Hadi Cin#Hakaret#Jahrein#Mahkeme#para cezası#Selahattin Demirtaş#Sosyal Medya
0 notes
Text
Boksör yumruğunun cezası anne terliğinden daha az
https://pazaryerigundem.com/haber/180567/boksor-yumrugunun-cezasi-anne-terliginden-daha-az/
Boksör yumruğunun cezası anne terliğinden daha az
Toplum içerisinde savunma ve dövüş sporu profesyonellerinin el ile yaptığı müdahalelerin silah sayıldığına yönelik iddialar zaman zaman gündeme geliyor. Peki sporcu yumruğu silah sayılıyor mu?
BURSA (İGFA) – Toplumda bilinenin aksine profesyonel dövüş sporcularının attığı yumruk hukuki açıdan silah olarak sayılmazken ebeveyn tarafından çocuğa atılan terlik, silahla yaralama suçunu doğuruyor.
Konuya ilişkin değerlendirmede bulunan Avukat Ömer Sefa Canata, “Silah, saldırı amacı ile üretilmemiş olsa dahi kesici, delici veya bereleyici herhangi bir etki bırakma gücüne sahip olan aletlerdir. Dolayısıyla terlik de bereleyici bir etki bırakması nedeni ile silahtır. Silahla yaralamanın cezası bir buçuk yıldan dört buçuk yıla kadar hapis cezasıdır.” dedi.
Ömer Sefa Canata, sosyal medya kullanıcıları arasında zaman zaman gündeme gelen lisanslı sporcuların el ile yaptıkları vuruşların silahla yaralama suçu olduğuna yönelik yorumların şehir efsanesinden ibaret olduğunu söyleyerek bu konuda herhangi bir düzenleme ya da içtihat bulunmadığını ifade etti.
Mahkemeler daha önce pet şişe, saksı ve çanta gibi nesneleri de silah olarak kabul etmişti.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Orhan Ayber Suçlanmasaydı, 6 Şubat Depreminde Daha Az Kayıp Verirdik
✍🏻 Kemalist İlkay
https://www.gundemarsivi.com/orhan-ayber-suclanmasaydi-6-subat-depreminde-daha-az-kayip-verirdik/
Bilirsiniz, hukuk hem vuku bulmuş olanın muhakemesini yapar hem de sonradan vuku bulacaklar için bir “altyapı” niteliğindedir.
Birinci derece ve İstinaf Mahkemeleri, nihayetinde Yargıtay; soruşturmanın derinleştirmesi talebini ret etti.
Yargıtay kararı ile hüküm sabit olunca eldeki bütün delillerin de imhasına karar verildi. Bu da, sonradan yapılan tadilat nedeniyle oluşan hasarın depremde yıkım ile illiyet bağının araştırılması uygun görülmedi demek. İçinde bulunduğumuz hafta, Güneydoğu illerimizin genelinde yıkılan binalar ve can kayıpları nedeniyle birinci derece mahkemelerde duruşmalar yapılıyor.
Peki bu karar neticesinde o mahkemelerde yargılanan, binalarında tadilat yapanlar bu içtihat kararından istifade etmeyecek mi? Peki bundan sonra konut olarak tasarlanan ve inşa edilen binaları otele dönüştürmek isteyen mülk sahipleri bu karardan cüret alıp, nasılsa yıkılırsa suç da mühendise yıkılır diye tadilatlarına hız vermeyecek mi?
*
Başa sarıyorum, olayı bilmeyenler için…
İki blok aynı kişilerin sorumluluğu ile aynı malzemelerden yapılmış, bir apartmanın kolonu (site sakinleri tarafından izin verilerek) yıkılmış, diğerinin kolonlarına dokunulmamış! En önemli detay ise, kolonu kesilen apartman yıkılırken; kolonlarına dokunulmayan apartman sapasağlam duruyor.
Saygıdeğer Orhan Ayber’in davasında, kolonu kesmenin apartmanın yıkılmasında etken olduğu hususu eğer dikkate alınsaydı ve kolonu kesilen binalar araştırılıp önlemler alınsaydı, soruyorum: 6 Şubat depreminde kaybettiğimiz insan sayısı bu kadar çok olur muydu? Ve elbette, hayat kurtaran bir maliyeti olacaktı…
Hangi mühendis apartmandaki inşaat görevini tamamladıktan sonra bilgisi olmadan yapılan şeylerden sorumlu tutulur?
Hala neden o hedef alındı, neden bir günah keçisi olarak abim seçildi, anlayamıyorum ve ben hala uyuyamıyorum.
“Savcı Anıl Tokgöz’ün 7 Haziran 2021 tarihli İddianamesinin bir yerinde Yağcıoğlu Apartmanı yerine yıkılan başka bir yapı olan ‘Yılmaz Erbek’ yazılı. Benzer bilirkişi hataları diğer raporlarda da var.”*
Değişen yönetmeliklere göre değerlendirilmeyen projelerden mühendisler sorumlu tutulamaz, eğer sorumlu tutulmuşsa burada yargısız infaz olmaz mı? (Tüm cehaletimle soruyorum!)
Olay bu kadarla kalmıyor; yani kolonun kesilmesine göz yuman mülk sahipleri, kolonun kesilmesine izin verenler mahkemece sanık olarak yargılanmaları gerekirken adalet ne yazık ki sadece Orhan Ayber’i suçlu buldu. Sizlere Orhan Ayber’in arkadaşı inşaat yüksek mühendisi olan Sayın A. Muzaffer Tunçağ‘ın yazısından alıntıyla bu davaya bilir kişi tarafından da bakmanızı öneriyorum.
“1975 yılında çıkan Deprem Yönetmeliğini en son 2018 Yönetmeliği ile karşılaştırma hatasına düşülmüş. Birçok yerde kopyala-yapıştır yönteminin kolaycılığına kaçılmış. Öyle ki Savcı Anıl Tokgöz’ün 7 Haziran 2021 tarihli İddianamesinin bir yerinde Yağcıoğlu Apartmanı yerine yıkılan başka bir yapı olan ‘Yılmaz Erbek’ yazılı. Benzer bilirkişi hataları diğer raporlarda da var. En basitinden yıkımın parça parça ettiği betonlardan numune alıp değerlendirme yapmak ne kadar bilimsel, sorgulanmaya değer. Tamamı piyasa koşullarından uzak akademisyenlerden oluşan bilirkişilerin binanın yapıldığı tarihte hazır beton bulunmadığına işaret etmemesi, suçu yalnızca ‘fenni mesul’de görmesi de başka bir tuhaflık değil mi?
Önemsediğim diğer eksik bir değerlendirme de aynı kişi tarafından projesi yapılmış yandaki A Blokun neden yıkılmadığına bir açıklık getirilmemesi… Aynı şekilde hesapta 19,2 cm. çıkan sargı donatısı aralığının 20 cm. yazılmasının yıkım nedeni sayılması da bilirkişilerin yaklaşımı konusunda tereddüt doğuruyor.
Adalet makamının, Orhan Ayber’e ceza vermeden önce, Özal’dan bu yana sık sık kaçak yapılaşmaya af çıkaranları, sorunlu alanları imara açanları, kalitesiz yapı malzemelerinin satışına izin verenleri, İMO’nun her şantiyeye bir mühendis isteğini dikkate almayanları, inşaat yerine gitmeden ‘imzacılığı’ adeta teşvik edenleri göz ardı ederek inşaat zincirinin en korumasız halkası olan mühendisleri suçlu ilan etmesi ne derece insafa sığar?
Hepsinin ötesinde Orhan Ayber’in yıkılan binadaki 23 numaralı kolonun daha sonra kesildiği savının hiç dikkate alınmadığından hareketle, yiten canların yarattığı duygusal havaya kapılmadan, yeniden yargılama yapmak en hakkaniyetli çözüm olacaktır.
Orhan Ayber cevabı alınmamış soruların da aydınlanacağı ortamda yeniden yargılanmalıdır.”
Hiçbir mühendis bilinçli taksirle ölüme neden olmak için eğitim almaz. Orhan Ayber suçsuzdur!
Binanın yıkılmasından asıl sorumlular cezalandırılmalıdır. (Tüm kalbimle temennimdir!)
Depremde yakınını kaybedenlere sabır diliyorum, umarım ülkemizdeki tüm binaların yıkılmas��ndan sorumlular hak ettikleri cezaları alırlar! (Günah keçisiz…)
*
Depremden sonraki ilk dava ile ilgili haberlerden alıntılarla devam ediyorum:
İzmir’de 30 Ekim 2020’de meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki depremde yıkılan Yağcıoğlu Apartmanı B Blok’ta 11 kişi hayatını kaybetmiş, 7 kişi yaralanmıştı. Bu olayı o dönem haberleri izleyen herkes hatırlayacaktır, kolonu bilir kişilere sormadan yıktıkları ortaya çıkmıştı ya, Sayın Orhan Ayber bu olaydan sorumlu tutuluyor.
Sayın Orhan Ayber’in eşi Sayın Aysel Ayber o apartmanın müteahhitti olan Şerafettin Ağar hakkındaki yorumlarında çok saygın ve çok dürüst biri olduğu yönde. Dava ilk açıldığında Şerafettin Bey kendisini şöyle savunmuş:
“Hayatını kaybeden vatandaşlara rahmet, yaralılara da şifa dilerim. Apartmanın yapılmasında hiçbir kusurum yok. 40 yıllık müteahhitlik hayatımda 251 bina yaptım. Hiçbiri yıkılmadığı gibi hiçbirinde çatlak bile yok. Örnek müteahhit olmak için uğraştım. Yağcıoğlu’nda A blok ayaktayken B blokun yıkılması tesadüf değildir. Bina dış etmenler sebebiyle yıkılmıştır. Kolon kesilmesi nedeniyle bina yıkıldı, bunu yapanlar hakkında suç duyurusunda da bulundum. Sosyal medya hesabımdan depremden önce 1999 önce yapılan binaların yıkılıp, yeniden yapılması gerektiğini belirtmiştim çünkü o binalar 1975 yılı deprem yönetmenliğine göre yapıldı. Suçlular kolonları kesenlerdir. 11 aydır cezaevindeyim ve sağlık sorunlarım var. Tahliyemi talep ediyorum.”
Sayın Orhan Ayber ise ilk savunmasında:
“1975 yönetmenliğinde nervürlü demir kullanma zorunluluğu yoktu. 1999’da Marmara depreminden sonra kullanımı zorunlu hale geldi. Beton kalitesini tutturmak kolay değildi çünkü hazır beton yoktu. Beton ihtiyaçlarını belirli gruplar karşılıyordu ve hiçbirimizin denetleme imkanı yoktu. 2000 yılından sonra hazır betona geçildi. Yağcıoğlu Apartmanı, yapıldıktan sonra çeşitli depremler olmasına rağmen binada çatlak bile oluşmadı. Kolon kesme olayından haberdar değilim. Muhtemelen ben istifa ettikten sonra olmuştur. 1999 yılında görevden ayrıldım.”
Müşteki avukatlarının, binanın yapımı sırasında bodrum katında su olup olmadığını sorması üzerine Ayber, “Zeminde biriken suları gördüm. İnşaat yapılırken de su vardı. Biriken suyu pompayla çektirdim. Müteahhide de bilgi verdim ama belediyeye bildirmedim” yanıtını verdi.
Müşteki avukatlarının, depremde yıkılan diğer binalara göre Yağcıoğlu’nda üst katta oturanların can kaybının fazla olmasının nedenini sorduğu Ayber, “Bina, 23 numaralı kolon ve perdenin kesilmesi sebebiyle yıkılmıştır. Kolonların zayıflığı söz konusu değildir” dedi.
Dere yatağına imar izni veren belediye yetkilileri, ülke yöneticileri sorumlu olacak değil ya! (Diplomalıların günümüzde hedef olma modası da bi bitmedi…) Su birikintisinden bir şey çıkarmaya çalışmışlar, ellerine yüzlerine bulaştırarak! Orada en başında bina olmaması gerekiyordu ki imar afları ülkemizin her yerinde tehlike arz ediyor.
Hülasa, Özal’dan günümüze değin sayısız insan, depremlerde yıkılan binalardan sorumlu. Üç beş günah keçisi ile adalet sağlanmaz, yüz binleri, milyonları kayıp etmeye devam ederiz, adalet sağlanmadıkça!
Son olarak olay hakkında bilir bir aydınımızın önemli bir yazısını okumanız için buraya bırakıyorum, umarım okursanız, bu haksızlığa sizler de seyirci kalamayacaksınız.
Şakran Cezaevinde yatan Sayın Ayber’in çok ciddi sağlık sorunları var ve acil ameliyat olması gerekiyor, üstelik sürekli acile götürülüp geri cezaevine bırakılıyor. Acilen evine, ailesine ve doktorlarına kavuşmalı. Umarım sağlıkla ailesine en yakın zamanda kavuşur.
* https://www.gundemarsivi.com/orhan-ayber-icin-adil-yargilama/
Kemalist İlkay
Orhan Ayber’in savunmasını ilettiğim yazıma buradan ulaşabilirisiniz.
#30ekim2020depremi #6şubat2023 #deprem #Adalet #dava #deliller #inşaatyönetmelikleri #kolon #OrhanAyberiçinÖzgürlük #OrhanAybernedenhapiste #OrhanAyberSuçsuz #OrhanAyberinDavası #Yağcıoğluapartmanı #YılmazErbek
0 notes
Video
youtube
Yaptığı bilimsel çalışmalar ve kaleme aldığı kitaplarla ilgi odağı olan Prof. Dr. Sinan Canan, TRT Haber’de ekrana gelen çekimleri vapurda gerçekleşen "Vapurda Çay Simit Sohbet" programının yapımcısı ve sunucusu Ömer Öztürk’e anlatıyor:
“Beynin istediği ama vücudun yapamadığı şeye yaşlılık denir. Yaşlanma durumu, ister istemez beynin fiziksel olarak küçülme durumu. 60 yaşından sonra senede %4 oranında beyin küçülür. Elkhonon Goldberg, ‘Bilgelik Paradoksu’ kitabını yazdı bu konuda. Beyin uzmanı, kendi laboratuvarında yapılan bir çalışmaya gönüllü oluyor. MR’lar çekiliyor inceleme için, bir bakıyor beyni küçülmüş! ‘Ne oldu bizim beyine’ diye düşünüyor. Paniğe kapılıyor; ‘Beyin bu kadar ufalmış ama hala kararları ben veriyorum, projeler üretiyorum, gençlere bir şey söylüyorum aydınlanmış olarak geliyorlar’ diyor. Donanım bu kadar küçüldü de benim kafam nasıl hala çalışıyor diye düşünüyor.
Özetle yaşlanma dediğimiz şey biyolojinin doğal bir süreci, biyolojide bir şey varsa bunun bir faydası olmalı. Hayvanlar aleminde bazı gençler bazı yaşlıları korurlar avcılardan. Sürü bir yere göçeceği zaman yaşlı, bilge olanlar uzun uzun bir yere bakıyor, yaşanmışlıkla nereye gidilir, yemin, suyun, şartların iyi olacağı yeri biliyorlar. İnsanlarda da yeni bir şeyler öğrenebilme kapasitesi zayıflarken parça parça bilgileri birleştirip onlardan büyük anlamlar çıkarabilme bilgeliği artış gösteriyor.
HEKİM, HAKİM, HAKEM
Bizim kültürde buna ‘hikmet’ deniyor. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme. Hekim, hakim, hakemlere dikkat edin çalıştıkları konular nevi şahsına münhasırdır. Davalarda, sağlıkta, maçlarda önüne gelen konu, bir daha asla aynı şekilde tekrar etmeyecek tek konudur. Bu üç meslek grubuna tekrarı olmayan bir konuda ‘içtihat’ yaptırıp karar verdiriyoruz. Bu insanların hepsinin bilge olması gerekiyor. Bu yetenek yaşanmışlıkla olur, diplomayla olmaz, beynin böyle bir özelliği var.
Bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler başta olmak üzere yaşlılarımızı bakımevlerine kapatıyoruz. Onları eve kapatıp her nesilde hayatı yeni baştan öğrenmeye kalkıyoruz. Bu da bize çok vakit kaybettiriyor.
İslam literatüründe de vardır ‘Yaşlılarımız olmasa belalar üstümüze yağmur gibi yağacak’ diye...
O bilgelikten istifade etmeyi unutmamamız gerekiyor.”
https://youtu.be/xIDNvhIjW7Y?si=y-ZR-N-XJje9gaP8
0 notes
Text
ANMA:
BUGÜN 11 MART (1967)
TÜRK EDEBİYATININ ÖNEMLİ İSİMLERİNDE VE BEŞ HECECİLERDEN
YUSUF ZİYA ORTAÇ’IN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Yusuf Ziyaettin Ortaç (23 Nisan 1895, İstanbul – 11 Mart 1967, İstanbul), Türk şair, yazar, edebiyat öğretmeni, yayımcı ve siyasetçidir.
Türk şiirinde Beş Hececiler olarak adlandırılan gruptan olup, Türk Edebiyatı'nın önemli mizah yazarlarındandır. Beş Hececiler grubunun üyelerinden Orhon Seyfi ile birlikte Türk dergicilik yaşamında önemli yeri olan siyasi-mizah dergisi Akbaba’yı yayın hayatına kazandırmış, bu dergideki yazılarıyla büyük bir hayran kitlesi edinmiştir.
VIII. ve IX. Dönem Ordu Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yapmış bir siyasetçidir.
1895’te İstanbul, Beylerbeyi semtinde dünyaya geldi. Babası, Konya’nın ileri gelenlerinden Hoca Hasan Efendi’nin oğlu mühendis Süleyman Sâmi Bey, annesi ise İzmir eşrafından İzzet Bey’in kızı Huriye Hanım’dır.[2]
İstanbul Vefa İdadisi'nde okudu. Şiire lise yıllarında aruz vezni ile başladı. İlk şiiri 1914’te Kehkeşan dergisinde yayımlandı. Dr. Abdullah Cevdet Bey’le tanışınca, İçtihat dergisine şiirler göndermeye başladı. İçtihat’ta yayımlanan şiirleri sayesinde şair olarak kendisini kabul ettirmeyi başardı. Ailesinin Bebek semtine taşınmasından sonra, Rıza Tevfik Bey’le komşu olan Yusuf Ziya, onun aracılığı ile Ziya Gökalp ile tanıştı.[3] Ziya Gökalp’in tavsiyesi üzerine hece vezni ile şiir yazmaya başladı. Hece vezni ile yazdığı ilk şiir olan “Gecenin Hamamı”, Türk Yurdu dergisinde yayımlandı.
0 notes
Link
#ANKARA#İSTANBUL#İZMİR#SİVAS#İMRANLI#AVUKAT#boşanma avukatı#CEZA#AĞIR CEZA#ASLİYE CEZA#HÜKÜMLÜ#TUTUKLU#İNFAZ#YATAR HESAPLAMA#KİRA#KİRAYA VEREN#EV SAHİBİ#KİRACI#TAHLİYE#ÇEK#SENET#BONO#POLİÇE#TRAFİK KAZASI#YARALAMA#KASTEN#TAKSİR#TAKSİRLE#TCK#İŞ
0 notes
Text
“Uluslararası Temyiz Mahkemelerinde Mükemmeliyet İlkeleri ve Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Yargıtayın Hukuki Çerçevesi Sempozyumu” Gerçekleştirildi
Yargıtay Başkanlığı ile Avrupa Konseyi tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi tarafından finanse edilen “Uluslararası Temyiz Mahkemelerinde Mükemmeliyet İlkeleri ve Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Yargıtayın Hukuki Çerçevesi Sempozyumu” uluslararası katılımla Yargıtay Başkanlığı Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca açılış konuşmasında; Yargıtayın, adli yargı sisteminin daha etkin işlemesi için yargı kurumları ile yakın bir işbirliği içinde çalışmaya büyük önem verdiğini ve adalet kurumları arasındaki iş birliği ve meselelerin bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirilmesinin yargı sistemimizdeki sorunların çözülmesine önemli katkılar sağlayacağını ifade etti. Topluma verilen her hizmet gibi yargı hizmetinin de bir kalite standardı olması gerektiğine vurgu yapan Akarca, adli kaliteyi yükseltmek amacıyla geliştirilen Gerekçeli Karar Yazım Rehberi, Yargıtay mensupları görev tanım ve iş analizleri, dosya inceleme, rapor hazırlama ve gerekçeli karar yazma eğitim programları, oryantasyon eğitim programları, müzakere yöntem ve teknikleri programları gibi standartlara değindi. İçtihat birliğini sağlama ihtiyacına yönelik yargının işleyişini düzenleyen mevzuatın bütünsel bir bakış açısıyla yeniden düzenlenmesi gerektiğine vurgu yapan Akarca; “İçtihattaki çelişkilere son vermenin yüksek mahkemenin öncelikli görevidir. Yüksek mahkeme, tutarsızlıkları düzeltmek için içtihadın yeknesaklığını sağlamalı ve böylece halkın yargı sistemine olan güvenini korumalıdır.” dedi. Sempozyum’da açılış konuşması yapan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç; ülkemizde herkes için bağlayıcı karar vererek kesin hüküm otoritesini nihai olarak sağlayan merciin Yargıtay olduğunu ve Yargıtayın, içtihatlarıyla, alt derece yargı organları için, adeta, eğitici rol üstlenerek ve onlara liderlik yaptığını ifade etti. Yargıtayın eğitici ve liderlik rolünü verimli ve kaliteli bir şekilde yapmasının yolunun kararların yazım kalitesini artırmasından geçtiğini belirten Tunç; “Kararların gerekçesinin yeterli ve doyurucu olması; kararların alt derece yargı organlarına yol göstermesinin yanında, tarafların gerekçeli karar hakkının da yerine getirilmesine katkı sağlayacaktır.” dedi. Avrupa Konseyi Ankara Program Ofisi Başkanı William Massolin’in de açılış konuşması yaptığı ve oturum başkanlıklarını; Yargıtay Birinci Başkanvekili ve Ceza Genel Kurulu Başkanı Eyup Yeşil ve Yargıtay Birinci Başkanvekili ve Hukuk Genel Kurulu Başkanı Adem Albayrak’ın yaptığı Sempozyum’a; İtalya Yargıtay Üyesi Luigi Marini, Fransa Yargıtayı Daire Başkanı (emekli) Bruno Cathala (çevrim içi), Almanya Max-Planck Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mattahias Hartwig, avukat ve hukuk danışmanı Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği CEPEJ Üyesi Juan Fernando Armengot Iborra (çevrim içi), avukat Dr. Martin Manzel ve Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Mustafa Saldırım da sunum yaparak katkı sağladılar. Sempozyum’a ayrıca Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Yargıtay Cumhuriyet Başsavc��sı Bekir Şahin, Danıştay Başsavcısı Nevzat Özgür, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan, Hakimler ve Savcılar Kurulu Başkanvekili Mehmet Akif Ekinci, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili Rıdvan Gündoğdu, Yargıtay Genel Sekreteri Fevzi Yıldırım, Yargıtay daire başkanları, üyeleri, tetkik hâkimleri, Cumhuriyet savcıları ile Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Kurulu ile Türkiye Adalet Akademisinin üst düzey temsilcilerinin yanında uluslararası uzmanlar ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesinden daire başkanı ve üyeler de katıldı. Read the full article
0 notes
Text
0 notes
Text
Lider altcoin Ethereum (ETH), menkul değer olup olmadığı sorusuyla tekrar gündemlerde. En son, ABD Emtia Vadeli Süreçler Ticaret Komisyonu’nun (CFTC) eski üyesi bu husus hakkında konuştu. Token’ın hem emtia hem de menkul değer olabileceğini tez etti. İşte detaylar…CFTC komiseri, başkan altcoin ETH’yi odağına aldıLaura Shin’in Unchained podcast’inin 23 Mayıs tarihli kısmında konuşan ve birebir vakitte Menkul Değerler ve Borsa Komisyonu’nun eski genel danışmanı olan Dan Berkovitz, ETH’nin her iki düzenleyici kurumun da yetki alanına girmesinin yasal olarak mümkün olduğunu söyledi. ETH’nin yasal statüsü konusunda süregelen baş karışıklığı büyük ölçüde CFTC ve SEC’in çelişkili açıklamalarından kaynaklanıyor. cointahmin.com olarak bildirdiğimiz üzere son altı ay boyunca CFTC, Ether’i tekraren kere emtia olarak isimlendirdi.Bu ortada, Gary Gensler liderliğindeki SEC, ETH’ye açıkça belli bir yasal kategori sağlamadı. Gensler, Nisan ayındaki bir nezaret duruşmasında Bitcoin dışındaki her şeyin menkul değer olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Lakin daha fazla detay vermeyi reddetti. Altcoin ETH’nin hem bir menkul değer hem de emtia olabileceği argümanı birçoklarına çelişki üzere geliyor. Fakat Berkovitz, emtia ve menkul değerlerin örtüşen yasal tariflerine işaret etti. Bu nedenle bir varlığın her ikisi olarak da sınıflandırılmasının mümkün olduğunu söyledi. CFTC eski üyesi, aşağıdakileri söyledi:Yasa açık. Bir şey aslında hem emtia hem de menkul değer olabilir.Berkovitz: ETH, hem emtia hem de menkul değer olabilirBerkovitz, karışıklığın emtiaların “buğday” yahut “yulaf” üzere büsbütün fizikî öğeler olmamasından kaynaklandığını belirtti. “Vadeli süreç sözleşmesi” kapsamına giren her şeyin teknik olarak bir emtia olarak tanımlanabileceğini açıkladı. Bu da “vadeli işlemler” teriminin neden CFTC’nin bir modülü olduğunu açıklıyor. Alternatif olarak Berkovtiz, Menkul Değerler Yasası ve Borsa Yasası tarafından tanımlanan ve tahviller ve yatırım kontratları üzere şeyleri içeren bir menkul değerin de bir vadeli süreç mukavelesinin konusu olabileceğini belirtiyor. Bu durumda CFTC’nin de yetki alanına girdiğini söyledi.CFTC’nin ana düzenleme alanı emtialar üzerindeki vadeli süreçlerin ve swapların düzenlenmesini kapsar. Lakin SEC sırf menkul değerleri düzenler. Bununla birlikte, bir şey CFTC’nin gözünde bir emtia ve SEC’in tarifi altında bir menkul değer ise, her iki düzenleyici kurumun da üzerinde yargı yetkisine sahip olması büsbütün mümkün. Podcast’te, çok uluslu hukuk firması Sullivan & Cromwell’in ortaklarından Collin Lloyd, SEC’in Bitcoin dışındaki her şeyin federal menkul değerler yasası kapsamında bir “menkul kıymet” statüsü olarak belirlenmesi gerektiği savını gaye aldı.Lloyd, “İçtihat hukukunda, bir Blockchain üzerinde çalışan kimi sayı dizilerinin doğal olarak bir menkul değer olabileceğini söyleyen hiçbir şey görmüyorum. Bu kripto varlık bir menkul değer mi değil mi diye sormak biraz garip bir soru. Bu kripto varlık bir menkul değer sürecinin kesimi olarak mı satılıyor? diye sormalısınız. Bu, gerçeklere ve şartlara bağlı,” dedi. Bilhassa, Sullivan & Cromwell şu anda FTX iflas davası üzerinde çalışıyor. 29 Nisan’da Coinbase tarafından SEC ile düzenleme konusundaki savaşında kripto borsasına yardımcı olması için işe alındı.
0 notes
Text
Mecelleyi Kim Yazdı?
New Post has been published on https://eserozetleri.com/mecelleyi-kim-yazdi/
Mecelleyi Kim Yazdı?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Mecelle’yi kim yazdı? Sorusu özellikle son dönemlerde oldukça sık adının geçmesi nedeniyle merak edilmektedir. Temelde Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında komisyon tarafından derlenen mecelle dönemin anayasası olarak kullanılmıştır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
mecelle içerisinde kira, büyu, havale, emanet, gasp, hibe, vekalet, ikrar, sulh, envai şirket, rehin, kefalet, dava veya beyyiat konularına değinmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım yüzyılında şer’i mahkemelerde yürütülen hukuki sürecin dayanağı mecelle ye dayandırılmaktadır.
Osmanlı’da Mecelle Nedir?
Osmanlı’da mecelle nedir? Konusu özellikle oldukça önemlidir. Mecelle 13 yüzyılda İslami fıkıh geleneği üzerine inşa edilmiş olup belirli maddeler halinde düzenlenmiş ve aynı zamanda pozitif bir hukuk sistemi oluşturma için önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Özellikle Tanzimat fermanı ile birlikte ortaya çıkan mecelle kanunu Osmanlı toplumunun modernleşmesi için oldukça faydalı olmuştur.
Bu noktada mecelle hangi padişah döneminde hazırlanmıştır? Sorusu kapsamında sultan Abdülaziz döneminde çıkartılan bir yasa olduğundan bahsetmek mümkündür. Özellikle Osmanlı yasama tarihi için oldukça önemli bir gelişime olan mecelle kanunu aynı zamanda tarih içerisinde de oldukça önemli bir gelişme olarak görülmektedir.
Mecelleyi Kim Yazdı
Mecelle Hangi Dönemde Hazırlandı?
Mecelle hangi dönemde hazırlandı? Kapsamında ise 1868 ile 1876 yılları arasında hazırlandığını söylemek ve İslam dünyasının ilk medeni ve borçlar kanunu olduğunu belirtmek gerekmektedir. Özellikle Tanzimat fermanı sonrası döneme denk gelen bu kanun kitabı kapsamında Tanzimat dönemine denk geldiğini de söylemek mümkündür.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Mecelle bölümleri giriş kısmı ile birlikte toplamda 16 bölümden oluşmaktadır. İçerisinde yer alan 99 Mecelle maddeleri kapsamında özellikle giriş bölümünde yer alan bazı maddeler şöyle sıralanabilir;
Alması hukuka aykırı olanın vermesi de hukuka aykırıdır.
Kanıt herkesi, ikrar ise sadece ikrar edeni bağlar.
Özel zarar genel zarara tercih edilir.
Kuşku, kesin bilgiyi gidermez.
Zaman değişince, hükümler de değişir.
Borç ileri süren, ispatla mükelleftir.
Ticari örf ve adetler ticari sözleşmelerin şartı gibidir.
İçtihat, içtihatla bozulmaz.
Sözleşmenin amaç ve anlamı göz önüne alınır, söz ve yazılışı değil.
Mecelle Kanunu Maddeleri Neyi Kapsar?
Sadrazam Ali Paşa tarafından Abdülaziz’e sunulan Fransız medeni Kanunu’nun aynen çevrilerek benimsenmesi yönündeki öneri sonradan vazgeçilmiş olup İslam medeni hukukun derlenerek modern eleştirip böylece bir hukuk oluşturulmasına karar verilmiştir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
içerisinde yer alan 99 genel hukuk ilkesi kapsamında bulunan bazı konular şöyle sıralanabilir;
Havale, Rehin, Kefalet, Havale, Hibe, Emanet
İtlaf ve Gasp
Şuf’a, İkrah ve Hacir
Enva-i Şirket yani ortaklık çeşitleri
İcar, Büyu yani kira konusu
İbra, Sulh ve Vekalet
İkrar, Dava
Beyyinat
Kaza yani yargı
Tahlif yani kanıt ve delil
Bu konular kapsamında mecelle maddeleri İslami hukuk kavramlarına uygun olarak hazırlanmış olup böylece hem dini açıdan hem de kültürel açıdan halka daha kabul edilebilir bir anayasa hazırlanmıştır.
0 notes
Link
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, sıfır aracın dört kapısının sökülüp takılmasının ekonomik değeri düşüren gizli ayıp olduğunu, aracın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Yargıtay, sıfır araç alıp sorun yaşayan tüketicileri...
0 notes
Text
5 Soruda: 2023’te yeni miras yasası ile neler değişecek?
BERN- 1 Ocak 2023 tarihinde İsviçre’de revize edilmiş miras kanunu yürürlüğe girecek. Avukat Taylan Batmansuyu Revize edilen yeni kanun eskisine nazaran daha esnek, artık miras bırakan malvarlığının büyük bir kısmını istediği gibi değerlendirmek konusunda daha esnek bir tasarruf hakkına sahip olacak. Çocuklarınıza bir miras bırakmak istiyorsanız ve mirasınızı sözleşme ile düzenlemişseniz, bunu yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor. İşte 5 soruda, yeni miras yasasıyla ilgili olarak nelere dikkat etmeniz gerektiğine ilişkin detaylar. 1- Miras varlıkları ile ilgili olarak ne değişecek? Yeni yasaya göre, bir vasiyetnamede yer alan varlıkların aile bireyleri arasında nasıl dağıtılacağını belirleyen miras rezervleri ortadan kalkacak. Bundan böyle, sadece kişinin kendi soyundan gelenler ve eşleri mirastan asgari bir pay alma hakkına sahiptir. Saklı pay (mirastan mahrum bırakılamayacak kişilere yönelik), artık hem eşler hem de torunlar için yasal miras payının yarısına tekabül etmektedir. Eşler için değişen bir şey yok. Ölen kişi evli değilse, çocukları toplam mirasın en az yarısını alma hakkına sahiptir. Ölen kişinin bir eşi varsa, çocuklar mirasın yalnızca dörtte birini alma hakkına sahiptir. Bununla birlikte, miras esnek bir yapıya sahiptir: Mirasınızın en az yarısını dilediğiniz gibi paylaştırabilirsiniz. Evli değilseniz ve çocuğunuz yoksa tamamen özgürsünüz. Örneğin, ebeveynlerinizi artık vasiyetinize dahil etmek istemiyorsanız, onların payını da kaldırabilirsiniz. Yeni yasadaki en önemli revizyon üst soyun istek halinde vasiyete dahil edilmemesidir. 2- Bağışlara izin veriliyor mu? Yeni yasaya göre, miras sözleşmesinin imzalanmasından sonra sadece sınırlı ölçüde bağış yapmak mümkündür. Hukuk dilinde mutat hediye denilen kavram uyarınca; Örneğin “filancanın düğünü için kullanılmak üzere” gibi ibarelerle ara sıra verilen hediyelere hala izin verilmektedir. Bunun ötesine geçen mülk ya da şirket hissesi gibi hediyeler, miras sözleşmesinde belirtilmediği takdirde artık itiraz edilebilecektir. Yeni yasa, hangi bağısın mutat hediye olarak kabul edilip edilmeyeceği konusunda hala bir hüküm koymamıştır. Esasen bu husus İsviçre ile ayni miras hükümlerine sahip Türk hukukunda da örf de adet hukuku gereği çözüme bağlanıyor. İsviçre’de de henüz bir içtihat birliği sağlanmadığından, bu hususta örf ve adet hukuku baz alınmaya devam edilecek. Hukuki bir tavsiye olarak miras sözleşmenizde neyi mutat hediye olarak kabul ettiğinizi açıkça yazmanızı tavsiye ediyoruz. Zira bu yöndeki tasarrufunuz diğer mirasçıların rezervlerinde ciddi bir azalmaya sebep olmuyor ve örf ve adet hukukuna açık ve kesin bir şekilde aykırılık oluşturmuyorsa kabul edilebilir. Örneğin; sadece bir eviniz varsa ve bunu mutat hediye olarak değerlendirip herhangi bir şahsa bırakıyorsanız, bu hala yasal mirasçıların rezervlerini azaltıcı ve örf-adet hukukuna aykırı bir tasarruf olarak kabul edilmektedir. Fakat yasal mirasçılarınıza hatırı sayılır bir miras bıraktıktan sonra çok pahalı bir saat, mobilya veya benzeri bir şeyi herhangi bir şahsa bıraktığınızda ve bunu vasiyetname veya miras sözleşmenizde açıkça mutat hediye olarak kabul ettiğinizde artık bu durum örf adet hukukuna ve diğer mirasçıların haklarına aykırı bir tasarruf olmaktan çıkar. Bir miras sözleşmesinin varlığına rağmen başka kişilere hediye vermeye devam etmek için sözleşmeyi uyarlayarak tamamlamak gerekecek. Yani, hediye verip veremeyeceğinizi ve ne ölçüde verebileceğinizi açıkça belirtmeniz gerekiyor. Ancak bunun için sözleşmenin tüm taraflar yeni hükümleri kabul etmelidir. Taraflardan biri ölmüşse, sözleşmeyi değiştirmek artık mümkün değildir. 3- Yararlanma hakkı nasıl düzenleniyor? Eski eşe veya nikâhlı eşe mirasın yarısı mülkiyet, diğer yarısı da intifa, yani bir varlığa sahip olmadan ondan yararlanma hakkı olarak verilebilecek (daha önce dörtte bir ve dörtte üç idi). Hayatta kalan eski eş veya resmi nikâhlı eş yeniden evlenirse, kanun çocukların miras payından intifa hakkını kaldırır. Çocuklar daha sonra bununla ne isterlerse yapabilirler. Ancak bu seçeneğe yalnızca müşterek (evlat edinilmiş) çocuklar için sahiptir, örneğin üvey çocuklar için böyle bir seçenek yoktur. Eski eş veya nikâhlı eş eski yasaya göre hesaba katılmışsa ve şimdi ona mirasın daha büyük bir kısmı mülk olarak ve diğer yarısı da intifa hakkı olarak verilmek isteniyorsa, bu istek vasiyetnamede mümkün olduğunca açık bir şekilde ifade edilmeli ve sadece Medeni Kanun’un 473. maddesine dayanmamalıdır. 4- Boşanma davası devam ederken ölüm gerçekleşirse ne olur? Revize edilen yeni metinin en radikal değişikliklerinden biri de bu olsa gerek, eski metine göre; sağ kalan esin mirastan mahrum kalabilmesi için boşanma kararının kesinleşmiş olması şartı aranırken yeni metin gereği; ortak dilekçe ile boşanma prosedürü başlatılmış veya ortak dilekçe ile boşanmaya ilişkin hükümlere göre devam edilmişse (Türk hukukundaki anlaşmalı boşanma anlamına geliyor) veya eşler en az iki yıldır ayrı yaşıyorsa, sağ kalan eş, miras bırakanın tasarrufu doğrultusunda ortak mülkiyet hakkı dışındaki tüm haklarını kaybeder. Bir vasiyetnamede veya miras sözleşmesinde öngörülen bir miras anlaşması yoksa boşanma davalarında da miras hukuku şimdiye kadar olduğu gibi uygulanır. Sağ kalan eş, boşanma davası sırasında bile yasal miras payını alır. Ortak dilekçe ile boşanma davalarında veya en az iki yıllık ayrılık halinde miras bırakan, sağ kalan eşini terekeden tamamen çıkarmak istiyorsa, bunu bir vasiyetname ile hüküm altına almalıdır. 5- Hâlihazırda düzenlenmiş bir vasiyetname varsa ne olur? Yeni hükümler, 31 Aralık 2022’den sonra ölen kişilerin vasiyet veya miras sözleşmesi tarihine bakılmaksızın tüm terekeleri için geçerli olacak. Yani miras sözleşmesi ya da vasiyetname 01. Ocak 2023 ten önce de yapılmış olsa olum 01 Ocak 2023 tarihinden itibaren gerçekleşmişse tereke yeni yasal hükümler gereği paylaştırılacaktır. Bunun için, vasiyetnamenizin yeni hükümlerle hala size uygun olup olmadığını, ona ekleme yapmak isteyip istemediğinizi veya yeni bir tane yapmak isteyip istemediğinizi kontrol edebilirsiniz. Her durumda, bunu tamamen el ile yapmalı ve tarih atıp imzalamalısınız. Ayrıca önceki tüm vasiyetnameleri de iptal edebilirsiniz. Miras sözleşmeleri, tüm tarafların kabul etmesi halinde noterde değiştirilebilir. İstekler mümkün olduğunca kesin bir şekilde formüle edilmeli, sadece “ayrılmış kısım” gibi terimlere güvenilmemelidir. Vefat eden kişi herhangi bir vasiyetname ya da miras sözleşmesi bırakmamışsa, miras yasanın öngördüğü şekilde dağıtılır. Örneğin bir kız ve bir eş, her biri yarısını alacaktır. Aynı durum 1 Ocak 2023 tarihinden sonra da geçerli olacaktır. Mirasın saklı tutulan kısmı ile ilgili olarak, bir vasiyetname veya miras sözleşmesi yasal veraset düzeninden sapabilir. Ancak, doğrudan ailenin belirli üyeleri her durumda miras alır. Mirasın kanunla belirlenen bir kısmı, mirastan mahrum bırakma gerekçesi olmaksızın azaltılamaz veya geri çekilemez. 1 Ocak 2023’ten itibaren çocuklar için ayrılan pay en fazla dörtte bire düşürülebilir. Bu yazının içeriği Arkadaş.Ch sitesinden alınmıştır. Read the full article
0 notes
Text
Yargıtay'dan düğün yapacakları ilgilendiren emsal karar!
Yargıtay’dan düğün yapacakları ilgilendiren emsal karar!
Hukuk Genel Kurulu, “Düğünden bir gün önce organizasyon şirketinin düğünde görev alamayacağını bildirilmesi manevi tazminatı gerektirir” dedi. İhlas Haber Ajansı muhabirinin İçtihat Bülteni’nden edindiği bilgiye göre, Anadolu’da vergi rekortmeni olan işadamı “M.A.B. oğlu V.B. ile yeğeni E.B.’ye çifte düğün yapmak için hazırlıklara başladı. 770 kişilik bir düğün organizasyonu yapılması için bir…
View On WordPress
0 notes