#hayatım çok boş ya
Explore tagged Tumblr posts
Text
kahve içtim cin gibiyim 🤓
#naber arkadaşlar#ciddi anlamda nasılsınız#ben ne iyiyim ne kötüyüm#günlerim dümdüz geçiyor#gülüyorum falan ama#huzursuzum da#yanında olduğum kişiler beni yanında istemiyormuş gibi geliyor#lise bana hep yanında huzursuz olduğum arkadaşlıklar edindirdi#hayatım çok boş ya#eğlence eksikliği çok#ve sevgi eksikliği#yılın sonunu çok merak ediyorum#ne değişmiş olacak acaba#umarım ders çalışıyorumdur#seneye sınava giricem şaka gibi#kazanırsam üniversiteye gidicem nasıl ya#tabii önce ölmemem gerekiyor#neyse#öyle konuşam dedim
6 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (5) (Orhan 36 Y., Bursa)
O gece Sevgi'nin evinden çıktıktan sonra, binanın önünde arabama binerken Sevgi'nin alt dairesinin penceresinde bir silüetin bana baktığını gördüm. Ama kim olduğu belli olmuyordu...
Ertesi sabah uyandığımda telefonumda Whatsap ışığı yanıyordu. "Sanki hayatım zevk denizine döndü, iyi ki seni tanımışım!" yazan Sevgi'nin ilk mesajıydı. Hikmet'in sabah uyandığında amını yalıyor olduğunu, aşkım nasıl sikiştik akşam diyerek devam ettiğini, orgazm olup yataktan kalktığında kahvaltının hazır olduğunu, bunca yıllık evlilikte yaşadığı bunca ilki sindiremediğini yazıyordu.
O Cumartesi çalışacağımız için kalkıp işe gittim. Sevgi odamı temizlemeye geldiğinde anlattı. Kahvaltı sonrası Sevgi kocasının kucağına oturup, "Ya bundan sonra?" diye masum yüzüyle sorduğunda, Hikmet, "Gecenin her anından, yat uyu diye emrettiğin an dahil hepsinden hayatımda almadığım kadar zevk aldım, sen nasıl istersen öyle olacak aşkım!" demiş. Sevgi de, "Karının amı götü ağzı yaraksız kalmayacak kocacığım!" demiş. Sevgi'ye, "Alt katınızda kim oturuyor?" diye sordum. Meraklı ifade eşliğinde, "Ne oldu ki?" diye sordu. Ben de gece o saatte çıkınca alt katta gördüğüm silüeti söyledim. "Fatma abladır, kocası geçen yıl vefat etti, yalnız kadın, işi gücü yok, apartmana gireni çıkanı izler!" dedi.
Fabrikada o Cumartesi pek birbirimizi göremedik. Pazar günü öğlen bir mesaj geldi, "Aşkım Fatma ablaya kahve içmeye indim. Kadın çakal!" diye yazmış. İşlerim vardı yazamadım meraktan ölsem de. Pazar akşam yazdım, "Ne kadar çakal?" diye ama cevap gelmedi. Tam yatmaya hazırlanırken mesaj geldi. Fatma abla Sevgi'ye, "Dün akşam çok erken saatte çok ses geldi, ama nereden anlayamadım? Sonra gece yarısı binadan bir adam çıktı, yan daireye yeni taşınan kamyoncunun karısı eve adam mı aldı diye düşündüm, ama 2 erkek sesi, bir de azgın bir kadın sesi vardı!" diye yem atmış, "Ne konuştuklarını anlamadım, ama sevişiyorlardı, sesler öyleydi, sen duymadın mı?" diye sormuş. Sevgi, "Duymadım abla dedim, ama kadın kurnaz kurnaz gülümseyerek gözlerimin içine baktı!" dedi ve "Hikmet'le konuştum, boşver nasıl olsa bişey ispatlayamaz, dedikodusuna da kimse inanmaz!" diye ekledi.
Artık rahattık, Çarşamba akşamüzeri Sevgi'nin eve girmesinden 15 dakika sonra onlardaydım. Hikmet gelemiyordu, ama benim geleceğimden haberi vardı. O kadar rahattık ki, önce neredeyse yarım saate yakın birbirimizi okşayıp öpüşüp tüm vücutlarımızı yaladık sırayla, nasılsa yakalanma korkumuz yoktu. Uzun uzun birbirimizi emdikten sonra bir kez amından sikerek orgazm ettim, bir kez de götünden sikerek boşaldık.
Yaklaşık 1,5 saat sonra çıktım Sevgi'nin evinden. Gevşek ve rahat hareketlerle, Sevgi'nin kontrol edip boş dediği merdivenlerden inerken, aniden alt katın kapısı açıldı ve kalakaldım. Taş çatlasa 40 yaşında, simsiyah saçları omuzlarına dökülmüş, üzerinde askılı bir bady siyah ve daracık iri göğüslerini sımsıkı sarmış, altında da daracık yine siyah bir tayt ve dolgun çıkık kalçalarını ortaya çıkarmış bir hatun çıktı. Kadın kesinlikle 1.70'e yakın boyuna göre en fazla 60 kilo olan bir afetti.
"Merhaba, Sevgi'lerden mi?" dedi alçak sesle. O an aklım bilgisayardan hızlı çalışıyordu, hayır desem kimden diye sorarsa başka kimsenin ismini bilmiyordum. "Hı hı!" diyebildim onun gibi alçak sesle. "Geçen akşamki misafir de sizdiniz, değil mi, giderken görmüştüm! Muhteşem sesler işittim, sordum ama Sevgi söylemedi!" dedi yine duyulmasını istemediğini belli ettiği fısıltı benzeri bir sesle. Artık ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Sadece gülümsedim. "Ben de beklerim!" deyip elime bir kağıt tutuşturdu. Ve çıktığı gibi aniden kapıyı kapatıp içeri girdi.
Binadan çıktığımda, altlı üstlü iki katta, iki kadın tül perde arkasından bana bakıyordu. Arabama oturdum. Kağıdı açtım. "Fatma, 05** 420 ** **" yazan telefon numarası vardı. Arabayı biraz ileride yol kenarına çekip aradım ve "Selam, Orhan ben. Apartmanın merdiven boşluğundaki şaşkınlığım geçti de!" dedim. Karşılıklı gülüştük. Fatma biraz kendinden, ben biraz kendimden bahsettim. Ne zaman istersem beni seve seve misafir edebileceğini, yalnız olduğunu söylediğinde, ben daha kelime konuşamadan, Sevgi'erdeki gibi iyi bir misafir olacağıma emin olduğunu söyledi. Ve şuh bir kahkaha attı. Haber vereceğimi söyleyip eve gittim. Sevgi mesaj atmıştı. "Hikmet geldi, ama yetişemedim diye üzgün :)" yazıyordu. Ona Fatma'dan bahsedip bahsetmeme konusunda kararsızdım.
Ertesi sabah Sevgi temizliğe geldiğinde, Fatma ile ilgili durumu anlattım. Fazla konuşamadık, temizliği yapıp gitti. Öğlen üzeri, yemekten sonra odasına uğramamı söyleyen bir mesaj attı. Kahveleri yapmıştı. Kahvelerimizi içerken, sanki Sevgi'nin haberi yokmuş gibi benm Fatma ile görüşmemi, durumu kontrol altına almamız gerektiğini, dedikodu yapmasını engelleyecek bir koz elde etmeyi kararlaştırdık.
Saat 15:00 gibi Fatma'ya mesaj attım, 16:30'da gelebileceğimi yazdım. Cevap birkaç dakika sonra geldi. Dışarıda olduğunu, ama o saate kadar eve döneceğini yazıyordu. İş çıkışı arabamla Fatma'ya giderken, Sevgi'den mesaj geldi. "Beline kuvvet :)" yazmıştı. Binaya 5 metre kala kapı otomatına basıldı. Merdivenleri çıktığımda kapı aralıktı. Usulca içeri süzüldüm. Fatma kapının arkasında kırmızı şeffaf bir baybdoll içinde gülümseyerek ellerini uzattı. Kapını arkasına dayayıp dudaklarına yumuldum. Beni biraz uzaklaştırıp, "Zamanımız bol yakışıklım, her ne kadar iki yıldır sevişmemiş olsam da, bunun tadını çıkarmak istiyorum!" dedi. Önümden kırıta kırıta yatak odasına yürüdü.
Beni tutup yatağa oturtarak, dans ede ede tüm giysilerimi çıkardı. Televizyonda bir müzik kanalı açıktı. Ve kadın sürekli kalçalarını çalkalaya çalkalaya yarağımı sıvazlayarak ağzına aldı ve muhteşem bir saksoya yelken açmamı sağladı. Kadın işini gerçekten iyi biliyordu. O ana dek onlarca sakso yaşamıştım, ama böylesi hiç olmamıştı. Haptan aldığıma sevinerek birkaç dakika sonra döllerimi ağzına saldım. "Hızlısın aşkım!" dedi tüm döllerimi yuttuktan sonra yalanarak. "Mmmm, bu tadı almayalı o kadar uzun süre oldu ki!" diye devam etti.
Uzanıp komodinden aldığı iki sigarayı yakıp birini uzattı, sırtıma bir yastık verip yatakta yanıma oturdu. Kocasıyla severek evlendiklerini, yıllarca süper bir seks hayatlarının olduğunu, kocasının iki yıl önce Kanser olup geçen yıl da vefat ettiğini, hem kocasına saygı, hem de çevredekilerden çekincesine onca zamandır kendini frenlediğini, ama geçen gece bizim yukarıda grup sikişimizin bardağı taşıran son damla olduğunu söyleyip, çekmeceye uzandı. En az 25 cm bir vibratörü eline aldı ve "Rahmetli ilk hastalandığında internetten almıştı, iki yıldır bunla idare etmeye çalışıyorum, ama gerçeğinin sıcaklığını istiyorum!" dedi.
Vibratörü elinden alıp, önce dudaklarından boynuna göğüslerine öpücükler kondururken amının dudaklarının arasına sürtmeye başladım. Göğüs uçlarını dişlerimin arasına aldığımda kıvranıyordu. Her iki göğsünü santim santim yaladım, emdim, çekiştirdim, uçlarını dudaklarımın arasında ezdim, somurdum, morarması sorun değildi, kadın yalnızdı. Bu arada vibratörü halen amcığının dudakları arasında yukarıdan aşağı fırçalar gibi sürtüyordum. Vıcık vıcık sesler çıkıyordu amcığından, suları akıyordu. İçine almak için kalçasını oynattıkça aleti geri çekiyordum. Onun eli de boş durmuyor, avuçladığı yarağımı çekiştiriyordu. "Bunu amıma geçir!" dedi yarağımı çekiştirerek.
Yatağa yarı oturur halde onu kucağıma aldım. Yarağımın kafası amına girdiğinde sanki start almış at gibi üstünde zıplamaya kıvıra kıvıra içine almaya inlemeye başladı. Göğüslerine küçük ısırıklar atarken vibratörü arka deliğine bastırdım. "Ahhhh!" diye acıdan çok zevk içeren bir küçük çığlık attı. Vibratörün sadece ucu götünün içindeyken, yarağımla alttan amına pompalıyor, o da üzerinde zıplıyordu. İki eliyle çenemden tutmuş dudaklarımı kemiriyor, "Harikasın, harikasın!" deyip duruyordu. Yarağımı biraz daha geri çekip vibratörü götüne köküne kadar soktuğumda, klitorisini yarağıma sürte sürte üstüste orgazm sarsıntıları geçiriyordu.
Üstümden kalkıp yatağın kenarına ellerini dayayıp domaldı ve "O güzel yarağını götüme sok, hadi sok!" diye yalvarmaya başladı. Arkasına geçip yarağımı götüne gömdüm. Yaklaşık 10 dakika daha götünden sikerken, amcığına sürttüğüm vibratörün etkisiyle defalarca orgazm oldu. En sonunda dayanamadım saldım götüne döllerimi. Yatağa yığıldı, "Offf, sen harikasın!" deyip duruyordu. Yatağa uzanıp saçlarını okşayarak, "Harika olan sensin, beni müthiş azdırdın yavrum!" dedim.
"Sevgi'den de iyi miyim?" dedi gülümseyerek. "Evet, ama aramızda kalsın :)" dedim göz kırparak. "Beni bırakmazsın değil mi?" dedi. "Sen benden bıkana dek!" dedim. "Hiç bir zaman!" dedikten sonra, "Sevgi'yi ne yapacaksın?" diye sordu. "İkinize de yetmez miyim sence?" dedim. "Fazla bile gelirsin!" dedi. "O zaman ikinizi de sikerim!" dedim. "Beraber mi?" dedi elini ayıp der gibi ağzına koyup gülerek. Ben de, "Zamanı gelince!" dedim gülerek. Duşta beni yıkayıp temizlerken bir tur daha amlı götlü siktim. Öperek yolcu etti, "Arayı uzatma!" diyerek...
Binadan çıktığımda, altlı üstlü iki katta iki kadın tül perde arkasından bana bakıyordu, ama bu kez çıktığım daire dünkünün tersiydi :)
[Orhan]
61 notes
·
View notes
Text
Kindarlık üzerine aşırı samimi & dedikodulu dertleşme
Dün gece buradan birisinin kindarlıkla alakalı bi’ yazısını okuyup beğenimi bırakmıştım, beğenim içerikten çok beni düşünmeye sürüklemesinden ileri geliyordu. Bunu hususi olarak belirtiyorum çünkü belki buralarda yazdığınız şeyler üzerine uzun uzun düşünebilen bir Selcan’ınızın olduğu size mutluluk verir, ben böyle şeylere çok mutlu oluyorum.
Hayatım boyunca herkes beni kindar bir insan olarak nitelendirdi, ben de bu sözcüğün anlamına hiç odaklanmadan kendimi öyle bir insan olarak kabullendim. Dün okuduğum yazının başlığı “… kindarlık değildir” olduğu için, “kindarlık ne ki” diye düşündüm. Bir kere kelimenin kökünde “düşmanlık ve öç alma arzusu” yatıyor. İkisi de bana aşırı uzak şeyler, aşırı uzak olduğu da aslında benim kindar olduğumu düşünen insanlar tarafından rahatça gözlemlenebilecek bir durum fakat onlar da bu kelimenin alt metnine pek odaklanmamışlar galiba.
Sene 2019 falan sanırım, akşamüzeri saatleri. Bir baktım, dayımın o zamanlar 20’li yaşlarının başında olan kızı beni her yerden silmiş. Geriye dönük düşünmeye başladım, “Allah Allah, ne yaptım acaba” diye ve farkında olarak hiçbir şey yapmadığıma kanaat getirdim. Son WhatsApp konuşmamıza baktım; bir hafta kadar önce sabahın 04:00’ünde bana bir dizi bölümü gönderip 20. dakikada çalan yabancı bi’ şarkıyı bilip bilmediğimi sormuş. Bilmiyormuşum, sözlerinden çözmeye çalışmışım ama üzerine konuşma denk geldiği için anlamakta zorlanmışım. Neyse baya uğraşmışım, en sonunda bulup göndermişim. O da bana “ya kralsın kral, iyi ki varsın” falan yazmış, hepsi bu. Üzerine sosyal ağlar üzerinden, telefonda veya yüz yüze konuşmamıştık bile - son iletişimimiz bu olmuş.
Zaman aktıkça fark ettim ki kardeşimle yaşıt olan ablası da silmiş beni, iki kuzen aynı anda yok oluvermiş anlayacağınız. Onunla da hiçbir sıkıntı yaşamamışım, en azından benim farkında olduğum herhangi bir problem yoktu yani… O dönemde ikisine de “siz hayırdır ya” demememe Ali çok şaşırmıştı. Annemle kardeşim, hatta iki üç arkadaşım “lan mesaj atsana, ne cevap gelecek çok merak ediyorum” demişlerdi ama hiç “ne oldu” diye sormadım. İşte sene şu an oldu, 2025’e az kaldı, hala bilmem nedenini mesela.
Bana göre, bir insan birisiyle ilgili bir sorunu varsa ve o birisine değer veriyorsa “ben sana kırıldım” der çünkü. Belki benim yapacağım açıklama onun içine sinmez, yine bozuşuruz ama konuşulur. Benim hayatımda “… ama ben artık seninle görüşmek istemiyorum” diyerek sonlandırdığım diyaloglar vardır, ama o diyaloglar vardır yani. Birisini hayatından çıkaracaksan bile bunu ona söylemek önemlidir, söylemediklerim da vardır ve bu, o insanı önemsemediğim anlamına gelir. Önemsemediğim insanla konuşmam ben, dolayısıyla kuzenlerimin beni konuşmaya değer görmediklerini çünkü önemsemediklerini düşündüm ve konuşma adımını atan kişinin ben olmamam gerektiğine kanaat getirdim. İşte insanlar tam olarak böyle huylarıma “kindarlık” diyorlar. Senelerdir iki kelimelik bir soruyu sormamama.
Ama bence neden ben kindar bir insan değilim biliyor musunuz? Geçen sene bu küçük kuzen bana ulaştı, yatay geçiş aşamasında olduğunu, online bir İngilizce sınavına girmesi gerektiğini, çok önemli olduğunu, onun yerine sınava girip giremeyeceğimi falan sordu. Ben de dedim ki “formaliteden bir iki yanlış yapayım mı, yoksa full mü çekeyim?” Sınava girdim, çıktım, o günden sonra bir daha muhatap olmadık yine. Ben o insana “sen hangi yüzle ya” diye sormadım. İlla çıkışma içerikli olmasın, “bu arada sen bana neden böyle bir şey yapmıştın ablacım” diye de sormadım. Bu boş vermişliği de “kindarlık” olarak nitelendirdiler, kindar insan “ooo bunun bana işi düştü, hadi bakalıııım” demez mi?
Aralarda kulağıma bazı şeyler geldi, epey komikti. Ben falanca etkinlikten sonra arkadaşlarımla eğlenmeye gitmişim ve onları çağırmamışım - düşünüyorum hayır abi, öyle bir şey yapmadım. O gün koşa koşa eve gidip çalıştım ben. Başka biri dedi ki onların da yanımda olduğu bir günde arkadaşlarımla fotoğraf paylaşmışım, onlarla paylaşmamışım. Olabilir, bunun birilerinin beni silebileceği kadar büyük bir sorun olduğunu hiç düşünmezdim. Bana söyleseler “özür dilerim” derdim ama. Muhtemelen derdim, hatta belki sevinirdim beni bu kadar önemsediklerinden ötürü. Ama dediğim gibi, bu mevzunun gerçek sebebini hala bilmiyorum ve bu gerçekten kindarlık değil.
Her insanın hayatında yazılı olmayan bazı kuralları olur, yaş ilerledikçe bunlar prensibe falan dönüşür. Benim prensibim de kayıtsızlık olmuş. Bir keresinde Ali bana demişti ki “Allah kimseyi seninle düşman etmesin”, ben de demiştim ki “iyi de ben kimseye düşmanlık beslemem ki”, o da “işte tam da bu yüzden öyle söyledim” demişti. O boş vermişliği ve kayıtsızlığı gözlemlediği bir süreçte söylemişti bana bunu. Şalterleri tamamen kapatıp o insanın varlığını unutmak kindarlık değil, kindarlık aşırı aktif bir eylem. Bilenirsin, kinlenirsin, kötülüğünü istersin, hatta belki bunun için uğraşırsın. Altmış beş senedir bana bu sıfatı yakıştırarak hakkımı yediler - yemişler yani - oysa ben daha ziyade “salak” falan gibi bir sıfatı hak ediyorum. Birisi bana yukarıda anlattığım sınava girme olayını anlatsa, “salak mısın olm sen” derdim çünkü.
51 notes
·
View notes
Text
Öyle mükemmel bir hayatım yok benim de hatalarım pişmanlıklarım var elbette Belki birilerine göre çok saftım ya da çok fazla iyi niyetli Lakin kimseye ne boş yere ümit verdim ne de işim bitince unut dedim yani belki bugün kalbim paramparça ama çok şükür vicdanım sapasağlam..
343 notes
·
View notes
Text
Öyle mükemmel bir hayatım yok. Benim de hatalarım, pişmanlıklarım var elbette. Belki birilerine göre çok safım ya da fazla iyi niyetli. Lakin kimseye ne boş yere ümit verdim ne de işim bitince unut dedim. Belki bugün kalbim paramparça ama çok şükür vicdanım sapasağlam.
.
#güzel sevilmek#yağmur günlükleri#edebiyat#yüreğimin zarif acısı#şiir heryerde#siir#kitaplayasamak#sevda
24 notes
·
View notes
Text
İyi uykular peder, babam canım kalbim, seni bugün yolcu ettim, mezara koydum ama bende seninle girmiş gibi oldum o mezara. Seni bu dünyadaki herkesten çok seviyordum,bunu gösterememiş olabilirim ama bu böyleydi. Hayatımın bütün dönemlerinde yanımda ol istiyordum, bırakma hiçbir zaman, çünkü benim tek bir dayanağım vardı oda sendin bu hayatta. Artık sende yoksun. Kalbimi diri diri söküp alsalar içimden belki bu kadar acıtmazdı. Bütün kemiklerimi kırsalar böyle içim acımazdı. Ağlamadım bugün gördün biliyorum ama üzülme tamam mı herkesin yanında ağlamak istemedim, hani senin güçlü kızınım ya istemedim gözyaşlarımı biri görsün. Hep güçlü ol derdin ama benim güç kaynağım sendin. Ben seni hayatımdaki herkesten çok seviyorum bu hep böyle kalıcak. Bütün acılar boş geldi bana biliyor musun gerçek acı buymuş. Artık bir hayatım yokmuş gibi hissediyorum. Bugün başım sıkıştı biraz babamı arıyayım dedim. Ama arayamadım... Hala ağlayamıyorum normal bir şekilde ama üzülme tamam mı seninle konuşuyorum çünkü ben, hep yanımda gibi hissediyorum. Kızların ilk aşkı babaları olur ya hani, sende benim ilk aşkımdın. Böyle bir hiss daha önce hiç geçirmemiştim. Hayatın bana vurduğu ilk ve son en kötü tekmeydi bu. Kimsenin gidişi seninki gibi acıtmazdı hiçbir zaman. Rüyalarıma gel olur mu yalnız bırakma beni. Üşümüşsündür orda hava rüzgarlıda baya iyi örtdüler mi acaba üstünü. Tek gerçeğim seni çok seviyorum Mekanın Cennet Olsun....
13 notes
·
View notes
Text
Öyle mükemmel bir hayatım yok benimde hatalarım ve pişmanlıklarım var elbette. Belki birilerine göre çok safım ya da fazla iyi niyetli. Lakin kimseye ne boş yere umut verdim ne de işim bitince unut dedim yani belki bugün kalbim paramparça ama çok şükür vicdanım sapasağlam.
7 notes
·
View notes
Text
*okunması uzunluğundan dolayı zor ama okuyan olursa da yürekten dua edeceğim bir yazı oldu :)
dün çok yoğun, aşırı yorgun birgündü. sabahında evden dokuzda çıktığım akşam altı gibi gelip yemek yapıp yiyip tekrar yedi buçuk gibi çıkıp yaklaşık saat onikiye kadar dışarda olduğum birgün. dernekte mantı yapmaya başladık sıcak havalar bitince, iki haftada bir yapma rutinimize döneceğiz bir aksilik olmazsa. ben oturarak iş yapmayı sevmeyen biri olduğum için birkaç senedir hamur açma işini üstleniyorum. hamuru makinede yoğurup yine açma makinesinde belli boyuta kadar açıp yeterli boyuta gelinceye kadar da elde açma kısmı bende. eğer çok kalabalık olursak bir arkadaşım daha destek oluyor beraber yapıyoruz. bu işte ustalaştık diyebilirim. haliyle yoruyor ayakta olmakta. fakat iş anında bu yorgunluğu hiç hissetmiyorum hatta kalabalığa mutfaktan yufka yetiştirirken ağzım da hiç durmuyor. muhabbet, espri havalarda uçuşuyor tadı da böyle çıkar zaten. bu yoğunluk, yorgunluk tam bana göre aslında, hareketsiz olmayı sevmiyorum, kalakalmak hiç bana göre değil. nadiren evde olduğum zamanlarda da evdeki yalnızlığı seviyorum, eğer işim yoksa bomboş oturmayı, sakinliği arıyorum. insan istediği zaman kendince küçücük bir dünyadan ibaret de olabiliyor, genişleyen çevresiyle samimi insanların artışı ile büyük bir çevreye de sahip olabiliyor. son beş altı sene içinde dernek sayesinde değiştirdiğim çevreyle ne kadar çok insana ulaştığımı farkettim dün. hem ihtiyaç sahibi ailelerimiz, hem bizim gibi koşturan bazen beraber iş yaptığımız farklı görüşlere sahip olsakta alanı iyilik ve yardım olan stk'lar, kermeslerde tanıştığımız müşteri olarak blze gelen ve sonra bizi hiç bırakmayan bağ kurduğumuz kıymetli insanlar bağışçılar vs. dün filistin için yürürken bunu anladım. dernek grubu hanım arkadaşlarla yürürken o kadar çok tanıdık insana denk geldim ki. kalabalığın içinde sarılmalar, ne zamandır göremedik çocuğun mu oldu maşallahlar, nasılsınız ne güzel denk geldikler.. bissürü tanıdığa denk geldim. bizi yine niyeti hayr olan akıbeti de hayr olsun istediğimiz bir yerde buluşturdu Mevlâ. şükrettim, çok geniş ama boş olmayan varlıklarını gerçekten hissettirebilecek insanlar biriktirmişim seneler içinde bunu farkettim. arada küçük vefasızlıklar da oldu, olsun bu da buranın dünya olduğunu hatırlatıyor hep. bu yazıya başka bir şey anlatmak için başlamıştım aslında konu nereye evrildi. sağlık olsun.
insan içinde bulunduğu, meşgul olduğu hareketin, tavrın içeriğiyle şekilleniyor. bulunduğu yer onu ya dibe ya üste ya da aynı yerde sabitliyor. bu manen kastettiğim bir hal. hayatım boyunca çocukların küçük olduğu zamanlar hariç hep bir meşguliyetim oldu, küçük sohbet grupları, yardım içerikli konuların olduğu çalışmalar, dersler vs. ama yaşadığım acıdan hemen sonra küçük de olsa içime kapanma durumum olmuştu. çok fazla kalabalık eşlerimizin aynı meslek grubu içinde olduğu hanım arkadaş kalabalığının içindeydim ve hep dua ederim beni bizi hiç yalnız bırakmadılar. ama birkaç sene sonra hepsinin tayini çıktı ve ben bir süre kendimle başbaşa kaldım. farklı imtihanlar yaşadım ve yine bu yüzden çevre değişikliğine gittim. gittiğim çevre şu an içinde olduğum, çalışmaktan büyük zevk ve tat aldığım vakıf. ben vakfa başlamadan önce kızlarım genç grubu ile işler yapıyordu onlar benden önce tanıyorlar ve çalışmalara katılıyorlardı dernekte lise dönemlerinde. bana "anne sen de gel eminim sana da iyi gelecek çok seveceksin" vs dediklerinde kendimi eve kapatıp dışarı ile iletişimimi aza indirdiğim günlerdi. hep erteledim. ve sonra dernekten ablaları (daha sonra hepsi ekip arkadaşım oldular) küçük kızımı ziyarete geldiler "abla bekleriz seni de muhakkak gel bak" diye söyleyince birgün büyük kızımla vakfa ziyarete gittik. haftada bir tefsir sohbetleri varmış ona davet ettiler ve gitmeye başladım ortam, arkadaşlar çok güzeldi. sonra vakıf çalışmalarında bizimle olur musun dediler. tabi çok isterim dedim yetim birimi, sonra buradaki ihtiyaç sahibi ailelerimizi baz alan il içi birimi, şu an farklı bir birim vs derken bu yılın sonunda beş seneyi devreceğim kısmetse. çok şey gördüm, çok hikaye dinledim, yüzlerce aile ziyareti, projeler, ailelerin maddi manevi sıkıntıları, çözüm yollarını arama, kermesler, resmi ziyaretler, yetim şenlikleri, atölye çalışmaları ve daha daha birsürü şey. eğer Allah katında değerli olursam, gerçekten içimden gele gele, seve seve, yüksek empati duygumla hareket ederek, inşallah riyadan uzak, bana kim olduğumu hatırlatan, ruhuma iyi gelen, kalbimi ve hafızamı diri tutan, sorumluluk ve kardeş olarak yapmakta yükümlü hissettiğim bu işlerle olurum. yoksa bende bir numara yok, bunlar da O'nun sayesinde. eğer bir vicdana, merhamet duygusuna sahipsem O'nun sayesinde, bana verdiği imtihan ve acı vesilesiyle. eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlar hesabı. Allah var ettiği sürece yaralara melhem, bir derdin azalmasında küçük de olsa vesile, bir yetimin tebessümüne, bir annenin derdinin çözümüne ortak etsin yaradan beni. ne çok yazasım varmış zaten bu kadar uzun yazıyı da kimse okumaz kendi kendime biraz sohbet etmiş, geçmişi yad etmiş ve şu anıma şükretmiş oldum. elhamdülillahirabbilalemin. Allah'ım bin şükür.
22 notes
·
View notes
Text
06.05.2024
Sevgili tumblr,
Bugün baya güzeldi. Bi arkadaşımla en arkada oturup baya sohbet kaynattık. Onun haricinde bi kaç etkinlik vardı onlar hakkında çalıştık grupça. Beni zamanında zorbalayan kişilerle aram çok düzeldi ve bu beni korkutuyor. Sanki her şey yine başa dönücekmiş gibi hissediyorum. Biraz boş ve anlamsızdır bu hislerim ama hissediyorum işte. Bazen engel olamazsın hislerine. Tamam bunların kontrolüne girmemek bi nebze senin elindedir ancak ne zaman ne hissedeceğini bilemezsin yada kontrol edemezsin. Sadece bi süre sonra hislerini belli etmemeyi öğrenirsin. Onun haricinde okuldan sonra sahile hıdırellez kağıdımı fırlatmaya gittim. Umarım olur. Sonra spora gittim. Bu aralar yorgunum biraz. Anlamıyorum. Spordaki bi kıza çok gıcık oldum. Neyse uzun uzun anlatmayacağım. Sevgili tumblr,ben kendimin güzel olduğunu düşünüyorum ama diğer insanlarda böyle düşünseydi hayatım güzel olur muydu acaba? Ya dışardan hayatım mükemmel gözüküyor olabilir ama değil. Keşke olsa. Kim kimin içinde ne yaşanıyor bilemez. Neyse spordan çıkıp eve geldim. Uyumuşum. Kalktım ödev yaptım. Sınavlarda yaklaşıyor ama asla ders yapmıyorum. Olsun. Hallederiz bi şekilde. Buraya yazmaya başladığımdan beri iç düşüncelerimin ve hatta kafamın ne kadar karışık olduğunu farkettim. Yazarken çok fazla konudan konuya atlıyorum ve çok fazla içimi döküyorum. Belki de insanlara içimi dökmekten korktuğumdan çareyi burda arıyorum. Yazıp yazıp siliyorum hatta bazen. Herkes her şey ihanet edebilirmiş gibi. Terslik yapabilirmiş gibi. Ben daha bi kağıt parçasının varlığına güvenemeyen bi insan olduğumdan kağıda günlük yazamıyorum. Bişeyler daha diyecektim ama unuttum. Eski dostlarımı çok özlüyorum. Ama onlara adım atacak cesaretim yok. Yani sorun şuki eski bile sayılmazlar. Hayatımdan nası çıktıklarını anlamadığım insanlardı. Bu aralar eskileri çok düşünüyorum. Kafamın içinde dönüp duruyor. Ne bu geçmişe takılma mevzusu anlayamadım. Geçmiş kafamın içinde dönüp dolaşıyor ve cidden bazen nefesimi daraltıyor. Mutsuz ediyor. Yani bi insan neden üzerinden bir sürü kişi geçmişken ilkokul aşkının ınstasını bulmaya çalışırki. Onunla alakalı hiçbir şey bulamıyorum. Taşınmışlar. Şey mevzusu varya ,tam olarak veda edememiş insanlar bi daha karşılaşırlar, o gerçekten doğru mu acaba? Çünkü vedayı hakettiğimiz ancak bir vedanın bile bize çok görüldüğü ilişkiler vardı hayatımda. Belki de ben bu kadar büyütüyorum. Onların gözünde basit bi eski tanıdığımdır. İnsanlar dışardan soğuk sert durduğumu söylesede içimde bi yer var. Çok kırılgan. Çok saf. Ben zaten hiçbir zaman insanlara ne hissettiğimi nasıl biri olduğumu tam olarak açıklayamadım yada gösteremedim. Herkes anladı bişeyler. Yakın çevrem bile dalga geçti ama çıkıp ben öyle değilim diye bağıramadım. Acınası bi durum gibi. Son zamanlar yapıyorum aslında ses çıkarma işini ama ben terbiyesiz,suçlu oluyorum. Sevgili tumblr, insanlar neden bu kadar kötü ve kırıcı?
Şu an çalan şarkı;
#egeninincisi#egeninizmiri#egeninışıkları#sessiz ve yalnız#yalnızlık#black tumblr#3391kilometre#3391km#ege ve izmir#egeizmirindir#tumblelog#iyi geceler#Spotify
8 notes
·
View notes
Text
Tabiri caizse hayatım boyunca tırmalamak zorunda kaldım. Baktım olmuyor vazgeçtim birkaç yıl önce çabalamaktan. Bırakmamın birçok sebebi var; biraz yılgınlık, biraz yorgunluk, biraz da hayalkırıklığı.
İlk başlarda çok bocaladım. Vazgeçmek kolay oldu fakat susmak en zoruydu. Olanı şikâyet etmeden kabullenmek, hayallerinin kırıldığını belli etmemek, kendi hatalarının sorumluluğunu üzerine almak… Zor oldu ama başardım. Kimselere açık etmem sustuklarımı. Bazen yazar paylaşırım ama paylaştıklarım yazdıklarımın binde biri. İçimi yakan sıkıntının eğer bir muhatabı varsa; o bilir ne olduğunu. Ondan gayrısına ne anlatırım ne de gösteririm. İstediklerimi görmemek için başımı çevirdiğim bile olmuştur. Kendi kendime “Yaşamak bu kadar zor olmamalı.” der dururdum. Şimdi bakıyorum da; benden öncekiler de benden farklı değillermiş.
Dedem hakkında çok bilgim yok. Bin beş yüz yıl önce yaşayan atalarım hakkında ondan daha çok bilgim var. On beş yaşına kadar çok neşeli, eğlenceli olduğu anlatılırdı yaşıtlarından, benim zamanımda yaşayanlar tarafından. On beş yaşından sonra aniden durulmuş. Yüzünü yerden kaldırmaz olmuş. Zorla konuştururlarmış dost meclislerinde. Bir sebebi yokmuş gibi anlatılırdı hep ama belli ki bir şey olmuş ve susmuş. Ya da belki de vazgeçmiş. O zamanki adı ince hastalık. Sebep olmuş dedeme. Öldüğünde kaç yaşındaymış bilmiyorum. İki çocuk bırakmış ardında, biri babam.
Her hastalığın zihinsel bir nedeni olduğunu savunanlar; kendine ya da başkalarına aşırı derecede katı davranmayı, kuralları her şeyin üzerinde tutmayı, bencilliği ve gaddarlığı veremin başlıca sebebi olarak sayıyorlar.
Babam üç yaşındaymış dedem öldüğünde. Bir yıla kalmadan kendisinden iki yaş küçük erkek kardeşi ölmüş. Hemen ardından da annesini evlendirmişler çocuklu bir dulla. Ve fakat yeni damat henüz göçmüş İstanbul’a. “Kendi çocuğum var. Senin çocuğuna bakamam.” demiş. Annesini gözyaşlarıyla yollamış İstanbul’a babam. Kendi kalmış köyde. Dedesi kol kanat germiş. Dedesi de boş bir emekli değil. Sular seller gibi İngilizce, Farsça, Arapça bilen, Astronomiyi yemiş yutmuş köylü bir bilgin. İşinden gücünden, araştırmalarından arta kalan zamanlarında bakmış, büyütmüş babamı.
3 yıl bakmış dedesi. Okul zamanı gelince İstanbul’a göndermiş, dayısının yanına. 6 yıl da onun yanında kalmış. 13 yaşında ayrı eve çıkmış. Ev dediğimiz de duvarlarından sular süzülen, rutubetten yatağın çarşafın bile ıslandığı bir gecekondunun tek göz odası. İstanbul çok büyük, babam çok küçük.
Yenmiş İstanbul’u yine de babam. Kaybolmamış, yitip gitmemiş. Fakat hüznünü içine atmış. Susmuş. Sadece bir kişi için susmamış. Askere giderken ziyarete gittiği memleketinde görüp âşık olduğu yeşil gözlü küçük kızı istemiş yıllarca. Kaç aracı sokmuş araya vermemişler. Senelerce vazgeçmemiş aşkından. Ailenin ne demek olduğunu bilmese de kurmuş bir aile sonunda. Evlenir evlenmez de gitmiş buralardan Almanya’ya. Hikâyesini kendi ağzından dinlenemedi hiçbir zaman. Bildiklerim annemin anlattıkları. Öyle bir susmuş ki; kendi kendini yaktı kül etti. 67 yaşında akciğer kanserine yedirdi ciğerini.
Akciğer kanserinin sebebi; onay alamamak, sevgiyle ilgili incinmeler diyor biraz yukarda bahsettiğim bilenler. Haklı olabilirler. Çünkü başlangıcında aşk varmış ama pek de öyle örnek gösterilecek bir aşk yuvası değildi bizim ev. Annesinden ayrılması ayrı bir araştırma konusu. Bana kalırsa, dedem de babam da sustukları için ciğerlerini kurban ettiler.
Dedemden babama ne geçti bilmiyorum. Ama babamdan bana geçeni çok net olarak biliyorum. Hüzün. Bana ait olmayan bir hüznü taşıyıp duruyorum kendimi bildim bileli. Bilmeden istemeden kendimi baltalıyormuşum gibi hissediyorum. Alın size kalıtsal aile travması.
Yakın zamana kadar işi gücü sonlandırıp uyumaya koyulduğumda bile düşünmeyi bırakmıyordu zihnim. Düşüne düşüne uyumaya çalışıyordum. Sonra bir an geliyordu, gevşiyordum tamamen. İşte tam o anda garip bir şey oluyordu. Her akşam değil ama haftada bir mutlaka oluyordu. Dipsiz bir kuyuya kayarken buluyordum kendimi. Düşmek gibi değil, yavaşça, usul usul kayıyordum karanlığa. Uyku değildi bu biliyordum. Aklıma ilk gelen şey; ‘ölüm’. “Ölüyorum!” diyordum bu her olduğunda. Sessiz bir bilişti bu. Babam vardı orada, hiç görmediğim dedem vardı, annem vardı. Heyecansız, korkudan azade, neşesiz ama nedense huzurlu.
Bu her olduğunda aynı şekilde uyanıyordum. Göğsümün üzerinde duran elim tıptıplıyordu aniden. Çekip çıkarıyordu beni içine sürüklendiğim hoş karanlıktan. Kendi ölümüme “hoş geldin” diyen yanımı çaresizlik içinde bırakıyordu. Ne bir ağrı, ne de bir sızı. Fakat saatler süren bir uykusuzluk başlıyordu hemen ardından. Bana ait olmayan o hüzün sarmalıyordu yatağımı, yorganımı. Babamın hüznüyle beraber sevdiğim kadınlar geliyordu gözümün önüne. Vazgeçmek zorunda kaldığım hayaller dökülüyordu yastığıma.
Olumsuzluklar geldikçe başıma kimi kararlar aldım yeniden başlayabilmek için. Uygulayamadım. Sigarayı bırakamadım mesela. Ciğerlerime bir kastım olduğu çok açık. İçimden yükselen ama bana ait olmayan bir hüznü yüklendim omuzlarıma. Fışkırmak için beni zorlayan neşemi ellerimle bastırdım. Kendi kendimi baltaladım çoğu zaman. Hani o “bir ben var, benden içerû” dedikleri var ya; işte o içerdeki canıma kast ediyordu. Babamın, dedemin yarım bıraktıkları kaderlerini devralmışım gibi. Tam onlar gibi vazgeçecekken, susmaya karar vermişken bir kitap atıldı önüme.
Sanki benim için yazılmış kitap. Daha adını okuduğumda farklı bir kitap olduğunu anladım. “Seninle Başlamadı” yazıyordu kapağında. Okudukça unuttuğum hatıralar canlandı gözümde. Nedenleri nasılları daha iyi çözdüm. Sonunda anladım ki; bunların hiçbirisi benimle başlamadı.
80 notes
·
View notes
Text
parfumeri ve çiçekçi esnafının ortaklaşa düzenledikleri çıtır gençlik bayramının adı
SEVGİLİLER GÜNÜDÜR..
Siyasiler, seçim vaatlerinin arasına, bu günü tatil edeceğim şeklinde bir vaat koysa… Yok yok zira ülkenin abazyan nüfusu dikkate alındığında o siyasiyi taşlarlar .. ama vaatler bitmez ki - seçim vaadine bunu koyduktan sonra “- herkese bşr sevgili ayarlayacağım kimsenin eli boş kalmayacak” dese.. bu sefer yıllar sonra adı pzvnke çıkar..
En iyisi halkın katılamadığı ama halk için tv ve radyolarda bol bol yayın yapılan sade bir gün olarak kalsın
Dün rahat rahat yazmıştım…çünkü 13 şubattı yumurta kapıya dayandıkça
ulan attın tuttun, o kadar zırvaladın, yok kapitalizm icadı, yok ben zaten her gün kutluyorum falan.. hadi şimdi desene.. Tanıştırayım bu elin işaret ettiği kişi- yusuf yusuf…
Ara bakalım rezervasyonları…
ulan dün “x” TL diyordunuz… gülün tanesi de 135 TL idi.. ne ara akşam yemeği “y” TL oldu, gülün tanesi 155 TL oldu inbeler…. Bile bile, güle oynaya, seve seve, lades dedik.. haberde verdik
hani! desem, sana ellerimle yemek yapayım. TV de Başbaşa diriliş Ertuğrul’u seyredelim.. hem, sen tencere kapağı alırsın, bende kepçe, at biner gibi yapıp savaşırız… olmaz bu kadar romantiklik.. Romalılarda bile yoktur.. kandırmazsın..!
kabaramazsın kel Fatma annen güzel sen çirkin- hindiler hep bir ağızdan -glu glu glu derler, sende - abooo! Hindi dediklerimi anladı dersin… avunursun ya.. işte o hesap…
Bir gün 24 saattir ama bazı günler 7x24 saat olabiliyor hatta bazıları bir sonraki sene aynı güne kadar 24x365 gün olarak yaşanabilir… yusuf Yusuf’un meali de budur.. Sevgilin olsa bir dert olmasa bşr dert olup, evlenince kurtuldum dersin..? bide bakmışsın -Aşkım yarım sevgililer günü….
Yani -zzzzzırt, yemede yanında yat…küçük bşr hatırlatmanın ardındaki gerçeklerle sıkıysa yüzleş… seni Yusuf seni…
Ben bişey istemiyorum sözünün yanında yan cep çalışır… Kebapçıya Mİ gitseydim acaba? Adana, adanadır.. kebap ne anlar sevgiliymiş onunda günüymüş vs.. çok da fifi der.. yada bir çorbacıya mı götürseydim
kelle paça sevginin gücünü ikiye katlıyormuş
nasıl?
pandemide mikrop öldüren sıvı nöronlar mı iyi gelmeyecek?…. Bu arada bir kelle paça 400-TL civarında
Şimdi -“ulan ne pinti adam” diyenler oluyordur ve bunu diyenler genellikle evlerinde, pijamayı çorabının içine sokup, bel lastiğini de boğazına kadar çekenlerdir… hopterix gibi de göbek…
hayatım bu akşamı evde geçirek mi?
zaten 30 senedir evdeyiz
yahu bende biliyom seni alıp şöyle luna parka götürüp çatapat patlatmayı yada muhallebicide çizkek yemeyi.. emmeee biliyon kapitalizm var… bu günlerde dışarı çıkanı öpüyor kerata…Neyse şimdi kendimizi ona kurban etmiyek Diyenlerdir… İnsanlar seviştikçe kapital rejim aralarına girmeye ve sömürmeye devam edecek… Napalım sevmeyelim mi ? Biz daha ölmedik… Mezar yaşında bşr not “Canlı yayanın sona erdi” Sevmişti ama ezilmedi
11 notes
·
View notes
Text
Öyle mükemmel bir hayatım yok. Benim de hatalarım, pişmanlıklarım var elbette. Belki birilerine göre çok saftım ya da fazla iyi niyetli. Lakin kimseye ne boş yere ümit verdim ne de işim bitince unut dedim. Yani belki bugün kalbim paramparça ama çok şükür vicdanım sapasağlam.
12 notes
·
View notes
Text
Teyze Kızının Eltisi! (3) (Murat 45 Y., Aydın)
Perdenin arkasında Hale'yi bekliyordum. Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Hale arıyordu, galiba dinletmeye devam edecekti. Açtım telefonu. Hale, "Bak Mustafa, bu kadar yakından ve çok fotomu sanırım hep arka bahçeden çektin?", Mustafa, "Evet ama kızmayacağım demiştin!". Hale, "Kızmadım, beni bu kadar beğenmen hoşuma bile gitti!", Mustafa, "Çok güzelsin abla!". Hale, "Teşekkür ederim, ama bak birileri görür hem senin hem benim için iyi olmaz!", Mustafa, "Duramıyorum ki!". Hale, "Durman lazım, hem bak bir sürü fotom var zaten, onlara bakıp boşalıyor musun?", Mustafa, "Günde birkaç kez!". Hale, "Bugün yaptın mı?", Mustafa, "İki kez!". Hale, "Tekrar yapacak mısın? Bunları seninle konuşmak çok daha heyecanlandırdı, görüyorum zaten!", Mustafa, "Hale abla yaa!". Hale, "Sen beni hergün siktiğini hayal et, sonra da Hale abla yaa! Bak Mustafa, bir anlaşma yapacağız!", Mustafa, "Nedir abla?". Hale, "Bu akşam ve yarın gözüme gözükmeyeceksin, Çarşamba günü sana kararımı bildireceğim, ne yapacağımızı düşünüp buna bir hal yolu bulacağız, tamam mı?", Mustafa, "Tamam abla!". Hale, "Bak söz verdin ve bu konuşmalar aramızda kalacak!", Mustafa, "Söz abla, valla söz, ama fotolar kalacak değil mi?". Hale, "Şimdilik kalsın, şimdi ben gidiyorum, söz verdin, ona göre iki gün gözüme gözükme!", Mustafa, "Tamam abla, söz!".
Baktım Hale kapıdan çıktı, bana doğru gülümsüyordu. Evine gelip içeri girdi. Kapıya sırtını verdi. "Dinledin mi aşkım? Bir ara baktım kapanmış, sonradan farkettim!" dedi. "Evet! Gel bak!" deyip perdenin arkasına götürdüm, Meleği siktikten sonra yere boşalttığım döllerimi gösterdim. Hale, "Ben de çok fena azdım, az kalsın siktiriyordum. Ama şimdi boşalmam lazım!" deyip aleti koyduğu çekmeceden aldı. Amcığına soktu, "Aşkım gel buraya ağzıma ver!" dedi. En fazla 5 kez kökledi amına aleti, daha yarağımı iki kez ağzına sokarken inleye inleye orgazm olmaya başladı. Ardı ardına aleti içine köklediğinde her köklemede hıçkırır gibi ses çıkarıyordu. 5 dakika sonra eli yorulup alet amcığından düşene dek devam etti...
Sonra bir şey olmamış gibi kalkıp, "Acıktın mı aşkım?" dedi. Sofrayı içeriye kurduk mecburen, normalde verandada yemek isterdim, ama ayrıca arka kapıyı kapatıp perdeleri de sonuna kadar kapadık. Masayı kurup rakıları koyduk. Tam o sırada arka camlı kapı çalındı. Hale beni içeri odaya gönderdi. Az sonra bana seslenip, "Hayatım gelebilirsin dedi. Odadan çıktığımda, Melek üzerini değişmiş ama yine kısa kırmızı bir plaj elbisesi giymişti. Hale, "Melek, bu bahsettiğim sevgilim Murat! Aşkım, bu da komşum Melek!" dedi. Yarım saat önce iki kez siktiğim kadınla yeni tanışıyor gibi yaptık.
Hale, "Hayatım, tamam Murat arkadaşlarından birini ayarlayacak yazınca merak etmiş, müsait misiniz diye sordu, müsaitiz dedim. Sakıncası var mı senin için?" dedi. "Ne sakıncası olacak? Memnuniyet duyarım!" dedim Meleğe bakıp. Masaya bir kadehle bir tabak daha koyuldu. Karşımda iki inanılmaz sexy kadın oturuyordu. O sırada karım aradı. Telefonu alıp içeri gittim. "Otele geldim, şimdi çıkıp meslektaşlarla yemek yiyeceğiz, üzerimi değişip ineceğim, aşağıda bekliyorlar!" deyip kısa kesip kapattım...
Melek ortaya direk lafı attı. "Akşam üstü Mustafa'lardan çıkıyordun, bakkala giderken gördüm, ne iş?" dedi. Hale, "Yemek götürdüm, ama neler gördüm neler!" dedi. Melek, "Ne gördün kız?" dedi. Hale bana dönüp, "Şey aşkım, laf arasında unuttum söylemeyi, en çok sevdiği fotoğrafımı içerdeki bilgisayara yükledim dedi ya, ben domalmışım Ayhan da arkamdan götüme girmişken foto çekmiş, biz arka taraf kapalı, ağaçlar ve site duvarı var ondan sonrası da boş tarlalar diye rahat hareket ediyoruz. Site dışına çıkıp erik ağacının arkasından benim her türlü fotomu, hatta zoomlayarak çekmiş!" dedi. Sonra da kısaca tüm gün Mustafa ile ilgili olayları, sonrasında da bizim yaşadıklarımızı ayrıntılı olarak hem de herşeyi açık adıyla anlattı.
Masa altında benim yarak yine hareketlenmeye başlamıştı. Hem Hale, hem melek sandalyelerinde kıpırdanıp duruyorlardı, eminim sulanan amcıklarını sandalyelere sürtüyorlardı. Melek Hale'ye, "Eee, siktirecek misin? Murat bey ne der buna?" deyip bana dönüp baktı. Ben de, "Ben bugün yaşananlardan çok zevk aldım. Ama sonuçta onun kararı! Yalnız..." dedim Melek'in gözlerinin içine bakıp, "Hayatımda ilk kez Hale'yle grup seks yapmanın hayalini kurdum bugün, müthiş zevkli, o isterse neden olmasın?" deyip Hale'ye döndüm. O an Hale konuşamadan Melek atladı lafa, "Ben de böyle bir sevgili istiyorum!" dediğinde, Hale, "Hopppp sahipli yavrum, başka kapıya!" dedi. Melek te, "Yemedik sevgilini!" dedi. (Oysa yemişti, beni değil ama yarağımı). Gülüşmeye başladık, kadehler şerefe kalktı.
Hale, "Açıkcası kararım net. Grup seks istiyorum ben, ama Mustafa'nın doğru kişi olduğunu düşünmüyorum. Tek sevişeceksem, zaten Murat'ım beni deli gibi sikiyor, o yüzden hayır diyeceğim! dedi. Elinde kadehiyle gelip yanıma oturdu, yanağımdan öpüp, başını omzuma koydu. Melek kalkması gerektiğini biliyor, ama bir türlü kalkamıyordu. Hale bir elini atmış yarağımı okşuyordu, yarağım zaten hazır kalkıktı. Hale birden aklına gelmiş gibi kafasını Melek'e çevirip, "Baksana hayatım, bugün beni kaç kez sikti sayamadım, ama halen kaskatı, acaba yetmiyor muyum, yardım gerekiyor gibi?" dedi.
Melek yerinden kalkıp yanıma diz çöktü. Şimdi iki yanımda iki kadın, biri dudaklarımı öpüp yalarken diğeri yarağımı önce eline sonra da ağzına aldı. Öğlen geldiğimde Hale'yi iki erkek sikmeyi hayal eder konuşurken, birden ben iki kadınla sikişecek haldeydim. Hale kalkıp aleti getirdi ve Meleğe, "Bak sevgilim bana ne hediye almış!" dedi. Melek yarağımdan ağzını ayırmadan göz ucuyla bakıp tekrar taşaklarıma ve yarağıma yumuldu. Hale bacaklarını açıp aleti elime verdi ve "Aşkım hadi, hediyemi ver bana!" dedi gülümseyerek, sonra da, "Benim sana hediyem nasıl?" dedi Melek'i işaret edip. "Sen süper bir kadınsın!" dedim...
Koltuğa geçip, onlar birbirlerini öperken, ikisini de koltuğa domaltıp sırayla siktim. Aleti Hale'nin amına soktuğumda, yarağımı da Melek'in amcığına gömüp pompalıyordum. Belki iki saat bu şekilde sikiştik. Cial*s ve gün içindeki defalarca boşalmak semeresini vermiş boşalamıyordum. Kasıklarım, belim ve ayaklarım ağrıdan çatlarken gidip masaya oturdum. Onları izlemeye başladım. Yaklaşık yarım saat kadar aletle ve parmaklarıyla birbirlerini amdan götten siktiler. Sanırım ikisi de bugün en az 10'ar kez orgazm olmuşlardı. En sonunda yığılıp kaldılar koltukta...
Ben rakı içmeye devam ederken, Melek kalkıp giyindi ve "Ben gidip uyuzum gelmiş mi bakayım, gelirim!" dedi. Hale gelip karşıma oturdu ve "Hayatım emrivaki gibi olmadı değil mi, birden aklıma geldi, neden birini arayalım ki, Melek hazır dedim kendimce, memnun musun?" dedi. Kendime çekip öperek, "Buna hangi erkek hayır der ki?" dedim. Hale de, "Daha pilin bitmedi mi, vay sevgilime bak!" deyip kıkırdadı.
Saat 23:00 civarı Melek elinde viski şişesi ile gelip, "Benimki gelmemiş, not yazdım Hale ile rakı içiyoruz, belki orda kalırım diye, gelirse okur!" dedi. Ben de, "Eee, anlatın bakalım, birini daha bulayım mı?" dedim. Hale fırladı önce, "Şimdilik biraz bunu sindirelim aşkım!" dedi. Melek, "Bence bakınsın, ama evet şimdilik bunu sindirelim!" dedi. Aklımdan geçen isimleri ve özellikleri anlattım. Rakıdan sonra viskiye geçtik. O ara Ayhan aradı, Hale onunla konuşmaya başladı. Elinden çekip kucağıma oturttum. Üçümüz de çırılçıplaktık zaten. Hale kalçalarını oynatıp yarağımı amına aldı. O anda da, "Immmm!" diye bir ses çıkardı, sanırım alkolün etkisiyle umrunda değildi. Ayhan sordu, "Ne oldu?" diye. Hale, "Ya Melek'le viski içiyorduk da, bardağı taşırdım!" dedi.
Salak Ayhan racon keser gibi, "Ahmet salağı yok değil mi?" diye sordu, oysa telefonun hoparlörü açıktı. "O adamın sana bakışlarını sevmiyorum!" diye de ekledi. Hale, "Sen adamın karısına nasıl bakıyorsan, o da bana öyle bakıyor, kadın verse sikeceksin ama, değil mi?" dedi. Bu arada kucağımda oturup kalkıyor, dudaklarını ısırıyor, zevkten sesler çıkarıyor, ama her seferinde konuşma arasına sıkıştırıyordu. Karımın böyle bir şey yapamayacak kadar seksten uzak olduğunu bilirken bile, karım bu sesleri telefonda çıkarsa anlardım kesin. Ama Ayhan sanki anlamıyor, habire konuyu yayıyordu, onun da alkollü olduğu belliydi.
Hale bir sigara yaktı, halen kucağımda oturup kalkarken kocasıyla telefonda konuşuyordu. Melek kalkıp geldi ve Hale'nin göğüslerini emmeye başladı. Hale sesini çıkaramıyor, kıvranıyor, telefonu kapatmaya çalışıyor, ama Ayhan konuştukça konuşuyordu. Ayhan en sonunda, "Melek karşında mı?" dedi. Hale, "Evet!" dedi artık kısılan sesiyle. Ayhan, "Ne giymiş?", Hale, "Kırmızı!" dedi. Bunu daha öncede konuştukları belliydi. Ayhan, "Uhhhh! Konuşamıyorsun sanırım hayatım?" dedi. Hale, "Hı hı! dedi. Ayhan, "Ben şimdi 31 çekmeye gidiyorum, iyi geceler!" deyip kapadı telefonu. Hale, "Her zamanki gibi, senden bahsetmeden kalkmıyor yarağı!" deyince, Melek kahkahayı patlattı.
Yatağa geçtik. Sırtüstü yatıp ellerimi enseme koydum ve "Sevişin!" dedim. Sabah yola çıktığımda aklıma gelmeyecek şeyler yaşıyordum. Alet ortada, bir birinin amında, bir diğerindeydi. Bu arada şakacıktan birbirlerini itip yarağımı ağızlarına almaya çalışıp sonra da yarağımdan kaldırdıkları dudaklarını öpüyor yalıyorlardı. "Murat sen çok şanslısın!" dedim yüksek sesle, ikisi de bana bakıp gülerek yarağımı iki tarafından dibine kadar yalamaya başladılar. Akıtacak dölüm kalmamıştı. Sikişiyor, dinleniyor tekrar sikişiyorduk...
[Murat]
85 notes
·
View notes
Text
Anlat, anlattıkça azalır, konuştukça rahatlarsın.. çok duyuyorum bu söylemleri ve bu yüzden de anlatıyorum. İçimden gelmiyor anlatmak. Sadece kuru bir yorgunluk bırakıyor geriye ama küçük bir umutla yine de anlatıyorum. Anlatmaya çalışıyorum fakat yine de geçmiyor! Bir tanesini anlatınca bin tanesi kalıyor geride.. geçmeyecek ki! Konuşuyorum ama rahatlamak yerine omuzumdaki yüklerin farkına varmak daha yorucu oluyor. Anlatınca geçiyordu hani? Azalacaktı biraz? Lakin azalmak şöyle dursun farkına vardıkça sanki daha da ağırlaşıyor yüreğim bedenime... Azalmıyor anlatınca. Her gün daha da artıyor yaşananların ağırlığı, her gün! Ne sağlığımın kaldıracak gücü kaldı ne omzumda daha fazla yük için yer var ne de acının ağırlığı için göz pınarlarımda yaş kaldı!
Ölüyorum demiştim ya evet gerçekten ölüyormuşum. Sessiz sedasız çürüyor bedenim. İşin en can yakan kısmı da kimsenin elinden gelen bir şey olmaması. Anlatınca dinliyorlar sadece ama herkes, kimsenin hayatına karışamayacak kadar aciz... Ben ağlayınca benimle beraber ağlayan oluyor belki ama hiçbir şey bu acıyı bitirmiyor. Hiç bir şey bu acıyı azaltmıyor. Hiç kimsenin elinden gelen bir şey yok. İşte bu yüzden boş yere anlatıp kimseyi yorgun bırakmak istemiyorum. Geçmiyor, geçmeyecek. Ne anlatınca geçecek ne de ağlayınca... Son bulmuyor hiçbir şekilde acı veren hayatım. Hatta günbegün beter oluyor. Beni de kendisi gibi beter ediyor. Ben çok yoruldum, yanımda gözyaşı döken insanlar da ne olduğunu bilmeden çok yoruldu... Son bulsun artık ya yaşananlar ya da yaşamım.
Ne zaman son bulacak bilmiyorum ama son bulana kadar benim de sonum olacağı aşikâr...
#yorgun#edebiyat#yürekten#şiir#acı#geçmişin izleri#ben bitmişim#yaşarken ölmek#ölümle yaşam arasında#gitmek#bıkmışlık#beklemek#yok oluş#yok olmak#bitmişlik#bitmiyor
5 notes
·
View notes
Text
Babaanneme..
Yarım kalan bir hayatın arkasında gizlenmiş acılarım. Yarım kalan şey benim hayatım değil oysa, o hayat senin hayatın. Kucak dolusu sevginin arkasına gizlenen o mutlu sarılışlar, yanağıma konan bir öpücük kadar içimi hoş eden bir çift göz. Kahverengi gözlerin. Bu hayattaki en büyük destekçim, bana en çok inanan kişi. Neredesin? Bir avuç toprağın altında yatıyor şimdi hayallerim.. seninle beraber. İnsan bazı şeyleri kabullenemezmiş. Ben bu hayatta başıma gelen bütün felaketleri kabullendim, tek bir yutkunuş misali hepsini yutkundum ve boğazımdan geçip gitti acılarım kalbime doğru. Bazıları iyileşmedi belki ama kabuk tuttular, artık kanamıyorlar. Ben senin gidişini kabullenemiyorum. Sen artık benim rüyalarımdan ibaretsin, ben sana dokunamıyorum, uyanmaya kıyamıyorum yüzün gözlerimin önünden gidecek diye fakat her geçen gün senin sesini unuttuğumu hissediyorum. Ne kadar korkunç bir hismiş birinin sesini unutmak, hatırlayamamak, unuttuğun o sesin can vermeden tekrardan duyamayacak olmak. Senin kızın olmaya devam edeceğim fakat ne yazık ki sen sadece rüyalarımda beni çocuğum diye seveceksin. Ben uzun yıllar senin acını yaşayacağım, kalbime gömeceğim fakat o yara hiçbir zaman kabuk tutmayacak. Sana yeminler ettim ben kendimce. Hayatımda başarılı bir kadın olacağım. Ayaklarımın üzerinde durduğum her an seni gururlandıracağım. Sen benim her hareketimi bileceksin oradan. Belki de mutlu olacaksın. Hiçbir zaman pişman etmeyeceğim seni bana inandığın için. Şuan olan şey ise tamamen kabullenemeyişim. Gittin ve ben kaldım. Artık yüzünü şefkatle seveceğim birisi yok ve bana şefkatli gözlerle bakan bir kadın da yok. Kederle doluyor kalbim, tıpkı gözlerimin dolduğu gibi. 40 gün oldu. KIRK. Ben haykıramadım sen gittikten sonra. Sustum ve kanadım sessizce durduğum yerde. Sensiz bir hayatın her geçen gün daha fazla farkına varmak benim canımı daha fazla yakıyor. Bu çırpınışlarım son bir kez elinin tutabilmek içindi o gün. Senin gittiğin gün. Bacaklarım titreye titreye oraya koştuğumda ben kendi naaşımı kaldırmışım meğer. Orada olan sen değildin ki, bendim! Son nefesimizi verdik o gün seninle ve ben sustum. Gözlerimden süzülen kanlı yaşlar vardı, onlar hiç durmadılar fakat ben ses çıkarmıyordum. Sessiz bir şekilde ağlamayı en iyi o gün öğrendim. Ayaklarımda kalmayan dermanlar ve senin bedenin. Göremedim. Son kez gördüğümde ise senin ruhun ebediyete doğru yol almıştı çoktan. Ellerimden kaymıştı ellerin, yüzün, gözlerin; şefkatli sesin, gururlu ifaden ve o sıcak tebessümün. Hepsini götürdün benden. Bir daha hiçbir şey tutamayacak bunların yerini ve ben büyümeye devam edeceğim. Çünkü hayat devam ediyor ve ben hala o günkü gibi titreyen bacaklarımla adımlar atıyorum fakat korkuyorum. Başka bir felakete yürümek istemiyorum bile isteye.
Beni görüyor musun, duyuyor musun yoksa bunların hiçbirisi olmuyor ve ben kendimi boş yere avutuyor muyum bilmiyorum. Tek bildiğim şey ben atlatamıyorum. Kimseye anlatamıyorum. Kelimelere dökemiyorum bu durumu çünkü dedim ya KIRK gün oldu. Benim çoktan alışmam lazımdı bu duruma. Ama ben bu durum karşısında henüz nefes bile alamıyorum. Elbet vakti gelecek ve o güzel ellerini tutacağım tekrardan. Her nerde isen. Bana tekrardan şefkatle bakmanı istiyorum. Rüyalarımda ya da ebediyette.. vakti geldiğinde ansızın herhangi bir zaman herhangi bir yerde. Kavuşacağız ve ben senin beni çocuğum diyerek tekrardan sevdiğin o parlak güne geri döneceğim. Seni seven kızın.. huzurla yat..
5 notes
·
View notes
Text
Bir şey anlatacağım.
Sanırım üzerinden 19 yıl geçti, tam olarak hangi ay olduğunu hatırlamıyorum fakat sıcaktı... Hoş bu memleket her zaman sıcak da neyse, 2005 yılı olduğundan eminim. Yani oran buram açıkta kalmamıştı ^_^. Bir rüya gördüm, hâlen dün gibi hatırlıyorum çünkü o kadar gerçek gibiydi ki...
Lise son sınıftım, sosyal değildim, hayatım benim seçmediğim bir çizgide ilerliyordu ve bu durum benim o zamanlar umurumda bile değildi.
Rüyamdaki o kadın silüetini de hiç bir zaman unutmadım, adıyla sesleniyordum, ama hayatımda onun adına sahip, ona benzeyen kimse de yoktu. Yani bilinç altımın bana sunduğu şeyler ya bir filmden ya okuduğum bir kitaptan kalma olmalıydı.
Uyanmadan önce dönüp bana gülümsediğini benimse uyandığımda terden sırılsıklam olmuş atletimi ve sanki salya sümük ağlamış gibi olan suratımı hatırlıyorum. Rüyamda bir çok kez ağladım, uyandığımda da göz yaşlarım hâlen duruyor olurdu, bu da böyleydi ancak ilginç olan diğer ağladığım rüyaları hatırlamazken, bunda göz yaşına sebep olacak bir şey olmamasına rağmen o şekilde uyandığımda şaşırmıştım.
Uzun bir süre etkisi sürdü... Nedensiz yere kafamdan atamadım, ne ismi, ne silüeti, ne gülümsemesi...
Yıllar geçti, uzun süreli sevgilimle nişanlandım. Üniversiteyi gittim ama okumadım, yani çalışmam gerekiyordu işe başladım, daha sonra daha ciddi bir işe girdim. Bu da yaklaşık olarak 12 sene öncesine denk geliyor...
Kendi iplerimle ördüğüm bir kader olmasa da bir sekilde ite kaka ilerliyordum, yaşıyordum, kendi hayatım olmadığını hissederek, çevremi mutlu etmek için göz yumduğum aile kararları ile çoğunun "olması gerektiği" şeklinde direttiği bir hayatım vardı.
Yani işe git, ailenle iyi geçin, sokakta sürtme, keza arkadaş ortamını bırakın arkadaşım dahi yoktu, hafta sonları nişanlımla buluş, uyu, kalk işe git ve aynı döngüyü defalarca tekrarla...
Bu döngünün bir yerinde bir şey oldu. İş yerinin yemekhanesinde tabldotumu alıp oturacak yer ararken bir masada oturan, tanımadığım bir meslektaşı gördüm. Ayaklarım benden izinsiz yanına gitti, dudaklarım benden izinsiz masadaki boş yeri talep etti ve ellerim benden izinsiz bir şeylerle meşgul olmaya çalıştı.
Sanırım elimin sürekli ritim tutması, boş durmaması ilk o zamana dayanıyor... Neyse... Karşısına oturduğum kadının yüzüne bakmaya korkuyordum, vücudumun benden izinsiz hareket etmesi de bu yüzdendi... O anın gerçek olup olmadığı ile ilgili kendi içimde savaş veriyordum. Sonuçta nefes alıyordum, görüyordum, dokunuyordum, yemeğin tadını alıyordum, yani o anın gerçek olmaması için tek sebep karşımdaki kadının o andan kaç yıl önce onu rüyamda görmüş olmam. Onun dışında hiç bir sorunum yoktu gerçeklikle ilgili...
Hangi bölümde çalıştığını sordum, standart muhabbet... Sonra korkarak ismini öğrenmek istedim. Daha sonrasında bir çok kez düşünmüşümdür acaba karşısında hem saçma sapan hareket eden, hem korkan, hem de konuşmak isteyen tanımadığı bir adamı izlerken neler hissetmiştir diye...
İsmini söylediğinden sonra ne olduğunu hatırlamıyorum, yemeği yedim mi, ne konuştum, nasıl ofise gidip işe devam ettim bende yok... Ama genel olarak her şeyi, ama her şeyi sorgulamaya başlamıştım, içtiğim sudan, uyuduğum saate, izlediğim filme kadar her şeyi... Belki bir uyanıştı, bilmiyorum...
Daha sonra soyadını öğrendim, iş yerine ait platform üzerinden iş ile ilgili bir bahaneyle yazışmaya başladık. O da soyadımı orada görünce, okul zamanında tanıdığı aynı soyadına sahip arkadaşınsan bahsetti, sohbet böyle başladı. Bahsettiği kişi de kuzenimdi.
Kaderin insanları hangi duraklarda bırakacağını, nereye götüreceğini bilmiyor insan. Yıllar önce rüyanda gördüğün insanı karşına çıkarabiliyor, geçen zaman içinde bir çok kez aynı ortamda bulunmuş ama görmemiş olma ihtimalini de defalarca kez sorguluyorsun tabi...
Belirsiz bir zaman girdabı içerisinde sıkışmıştım. Arkadaşım yoktu, konuşacağım, anlatacağım, anlatsam da inanacak, anlayacak kimsem yoktu... "Hadi ordan, rüyasında görmüşmüş..." Kafamın içinde yankılanan ses hep buydu, sessiz kalmak gerekiyordu... Dışarıya dingin bir deniz izlenimi veriyordum, içimde okyanuslar çağlıyordu. Dışarıya ay ışığı yansıtıyordum. İçimde güneşler patlıyordu...
Her şeyi sorguluyordum, sorguladıkça kayboluyordum...
Yazışmalar uzun sohbetlere sürüklendi, ruhun bir ikizi olsaydı sanırım en fazla olabileceği nokta buydu... Tanıdığın biriyle yan yana geldiğinde konuşmadan anlaşabilirsin, bakışmaların ile ortak kararlar verebilirsin... Fakat daha önce yan yana gelmediğin biriyle ilk yanyana gelişinde sessizce çığlık atmak, dudağını oynatmadan saatlerce konuşabilmek nedir bunu da ben öğrendim, kader öğretti...
Nasıl birisi olduğumu biliyordu, işimi, asosyalliğimi, nişanımı....
Zaten sohbetlerin sessizliğide buradan geliyordu...susuyorduk ama çok konuşuyorduk... Gülümsüyorduk ama ağlıyorduk... "Olması gereken bu" olduğu için kimse zarar görmesin diye biz heyelan altında kalıp gıkımızı çıkarmıyorduk...
12 senede yüzlerce defa sessizce terk ettik birbirimizi. Kader bizi aynı araçta bir araya getirdi, aynı köşede bekletmek zorunda bıraktı, aynı asansörlere bindirdi, aynı markete soktu, aynı kafeye itekledi... Kaçmak imkansız gibiydi...
Aramıza ne kadar imkansız varsa sokmaya çalıştık, evlendim, baba oldum, onun hayatına insanlar girdi, üzerimizden kamyonlar geçti... Bir tek içimizdeki ateşin üzerine yağmuru yağdıramadık...zaten imkansızdık...
Kader bizi denk getirdiği her anın ardından içimdeki coşku beni ben yapan coşkuydu, kısa sürüyordu, kendimi dünyanın en güçlü adamı hissediyordum, her şeyi başarabilecek biri, her zorluğun altından kolayca kalkabilecek biri... Fakat kendi hayatımıza döndüğümüzde farklı insanlardık... Ben asosyaldim, sessizdim, güçsüzdüm... Fakat ne yapsam o bir yerlerde beni izliyordu, o da bana eşlik ediyordu, hayal gücüm inanılmazdı...
Önceki yazılarımdaki yol arkadaşım oydu, minnetten kaçıp cinneti yaşamış ve beni anlayıp yaralarımı saran oydu, fiziki bir varlığımız yoktu, ruhumuz el ele yürürken biz sadece yan yana yürüdük. Kaderin bizi götürdüğü sona, mezara doğru ilerlerken, yolun keyifli geçmesini sağlayan oydu. Bunu yazarken hüngür hüngür ağlamamın sebebi o, bundan sonraki yazılarımda tasvirini bolca göreceğiniz gün doğumu gözlere sahip, cennetim o olacak.
Bu benim saçma hayatımın bir fragmanı işte.
Sıktıysam özür dilerim, bugün size onunla ilk dinlediğimiz, göz yaşı içinde sessizce eşlik ettiğimiz şarkıyı emanet ediyorum, lütfen dinledikten sonra incitmeden yerine koyun.
Karmate - Nayino
Sağlıcakla.
2 notes
·
View notes