#hastane iddiaları
Explore tagged Tumblr posts
Text
Gebze'deki Hastanede Bebek Ölümleri ve Aile İddiaları
Gebze’deki Hastanede Bebek Ölümleri: Ailenin İddiaları Ailenin iddiasına göre, Gebze’de bulunan özel G.Y. hastanesinde sağlıklı bir şekilde dünyaya gelen bebekler, gereksiz yere haftalarca kuvözde tutulmuş ve bu süreçte hastaneden mikrop kapmışlardır. Bu durum sonucunda üç bebek hayatını kaybetti. Aile, dördüncü bebeği başka bir hastaneye sevk ederek kurtardıklarını öne sürdü. Bu gelişmenin…
#özel hastane#Avukat#bebek ölümleri#Candida albicans#Gebze#hastane iddiaları#Sağlık Bakanlığı#sağlık skandalı#Suç Duyurusu#Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme
0 notes
Text
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay:
Muhalefetin
-Yardımlar kabul görmüyor, İskenderun'da bizim belediyemiz yangını söndürdü, havalimanını onardı- gibi iddiaları var.
Siz kimsiniz ya? Siz kimsiniz?
Ne olduğunuzu sanıyorsunuz?
Bütün devletin yapamadığını bir belediyeden gelen bir tane araç mı yapacak?
Bu kadar mısınız?
Biz bunları Adana'da da gördük. Bir tane çadırı 'Hastane kurduk' diye sundular. Siz kimsiniz havalimanındaki çalışmaları yapacaksınız?"
Ohhh...
7 notes
·
View notes
Text
DİKKAT !!! “Hasta ve Çalışan Güvenliği Tehdit Altında”
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), son dönemde yaşanan sağlık sektörüyle ilgili olumsuz olayları değerlendirerek, mevcut sağlık sisteminin emekçileri ve halkı olumsuz etkilediğini belirten bir açıklama yaptı. Açıklamada, sağlık alanında yaşanan birçok kazanın ve olumsuzluğun temel nedeninin, güvensiz çalışma koşulları, denetimsizlik ve sorunların kapalı kapılar ardında çözülmesi olduğu ifade edildi. SES Eş Genel Başkanı Nazan Karacabey, yaptığı açıklamada, sağlık sisteminde yaşanan son olayları sıralayarak bu durumun münferit olmadığını ve alınmayan önlemler sonucunda gerçekleştiğini vurguladı. Öne çıkan olaylar arasında, Prof. Dr. Murat Dilmener Acil Durum Hastanesi'nde yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki sıcak su tesisatının patlaması, Bursa'da iki ambulansın kazaya karışması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'nde doktor istifaları ve mobbing iddiaları, çeşitli hastanelerde çalışan sağlık personeline yönelik şiddet olayları ve hastane koşullarının insan sağlığına uygun olmaması gibi durumlar yer aldı. Ayrıca, SES, sağlık sisteminde yetkilendirilmiş sendikaların iş birliğiyle yapılan atamaların liyakatsizlik ve çifte maaş gibi haksız kazançlara yol açtığını belirtti. Bu durumun sağlık emekçilerinin daha da zor koşullar altında çalışmasına neden olduğunu ifade eden Karacabey, sağlık emekçilerini gerçek sendikalara üye olmaya ve birlikte mücadele etmeye çağırdı. SES, sağlık sistemindeki bu sorunların çözülebilmesi için daha fazla denetim, güvenli çalışma koşulları, adil yönetim ve halkın sağlık haklarının korunması gerektiğini vurguladı. Read the full article
0 notes
Text
1938 Dersim Soykırımı ve Ali Öz’e ait mektup
Taner Akçam*
İki tane mektubun sahte olup olmadıkları konusunu tartışıyoruz. Birincisi, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya ait ve 26 Nisan 1937’de Dersim operasyonu komutanı General Alpdoğan’a yazılmış. Diğeri de 1938’de, katliamlar sırasında Ali Öz adlı Dersim’de görev yapmış bir asker tarafından 17 Aralık 1946’da Şükrü Kaya’ya yazılmış. Ayşe Hür 9 Mayıs 2023 tarihli bir yazısında bu iki mektubun da sahte olduğunu iddia etti ve ama yer darlığı nedeniyle sadece Ali Öz’e ait olan mektubun niçin sahte olduğunu tartıştı.
5 Haziran 2023 tarihli GazeteDuvar yazımda, sahtelik tartışmasını, mektupları ayırarak yapamayacağımızı söyledim ama ben de yer darlığı nedeniyle sadece Şükrü Kaya’ya ait mektubun niçin gerçek olduğunu tartıştım. Bu yazıda da Ali Öz’e ait mektubun niçin gerçek olduğunu ele alacağım. Tekrar edeyim. Bu iki mektup da Hasan Saltık Arşivi’nde bulunan İçişleri Bakanlığı evrakı arasından çıktı. Bu nedenle, bana göre mektuplardan birisi sahte diğeri hakiki gibi bir tartışma yapmak anlamlı değil. Bu iddiayı, biri gerçekse diğeri de gerçektir, gibi bir mantık nedeniyle ileri sürmüyorum. Ali Öz’ün mektubunu tartıştığımızda kastım anlaşılacaktır.
Ayşe Hür, Ali Öz’e ait mektubun niçin sahte olduğu konusunda dört ana tez ileri sürüyor. Birincisi, metinde o dönem kullanılması mümkün olmayan “taze terimler(in)” varlığı; ikincisi belgedeki geçen “SEKA Genel Müdürlüğü” ve “Cemse” ifadelerinin, 1946 yılında yazılmış bir mektupta geçmelerinin tuhaf olduğu, çünkü SEKA 1955’te kurulmuştu, Cemse ise 1948’den sonra kullanılmaya başlanmıştı, yazıldığı dönemde kullanılmayan kavramları içeren bir mektup ancak sahte olabilirdi; üçüncüsü, olayın geçtiği yer Tersemek olarak verilmiş, böyle bir yer adı yok ve bu Türüşmek olmalıydı; dördüncüsü adı geçen bölge Ali Öz’ün iddia ettiği gibi Murat suyunun yanında değil Munzur nehrinin yanındaydı.
Ali Öz mektubunun birinci sayfası.
Bu dört iddianın yanında, Ayşe Hür’ün, niçin mektubun sahteliğinin kanıtı olarak kullandığını anlamadığım, Ali Öz’ün gittiği hastane ve doktorun ismini yazmamış olması, katliam sahnelerini çok iyi anlatmış olması, vb. gibi başka iddiaları da var. Tüm bu iddialardan hareketle belgenin sahte olduğunu iddia eden A. Hür, bu sahte belgeyi üretenin niye bu işi yaptığı konusunda bir bilgi ver(e)miyor. Yani belgenin sahte olduğunu biliyoruz ama hangi amaç için üretilmiş olduğunu bilemiyoruz. Verilen tek izah şu; Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu dergisinde 3 Şubat 1950 tarihinde bir yazı yazar ve bu yazıda Mazgirt Tersemek’te yapılmış bir katliamdan bahseder. Necip Fazıl’ın satırlarından çok etkilenen birisi -her kimse- bu satırlara dayanarak -ne kadar sonra olduğunu bilemiyoruz- ‘gözleri dolduran’ bir mektup üretmiş ve de mektuba nedense 1946 yılı tarihini koymuş. Ayşe Hür’ün sözleriyle, “artık iyice eminim ki mektubu kurgulayan kişi, bu mektubun yazıldığı iddia edilen tarihten dört yıl sonra basılmış [Necip Fazıl’ın bir eserinden bir] … bölümü esas alıp hikayesini kurgulamış. Onu genişletmiş, sayıları arttırmış… ortaya Taner Akçam gibi yılların soykırım araştırmacısının bile gözlerini dolduran bir metin çıkarmış.”
Bu ‘sanat eserini’ (benim ifadem) yaratan bu belgeyi niye üretmiş, niye örneğin Necip Fazıl eserinden daha sonraki bir tarihi koymamış da daha önceki 1946 tarihini koymuş bunları da bilemiyoruz. Bilmediğimiz daha başka şeyler daha var. Örneğin bu eseri üreten, niye belgeyi yayınlamamış da İçişleri Bakanlığı arşivine koymak istemiş? Amacı neymiş bunu yaparken ve daha da önemlisi İçişleri Bakanlığı evrakı arasına sokmayı nasıl başarmış? Ve bu eser, niye ve nasıl gerçek olduğundan şüphe edilemeyecek Şükrü Kaya’ya ait diğer mektupla yan yana gelebilmiş? Daha ilginç bir soru da şu; niye sadece saklamak amacıyla sahte belge üretilsin?
Boş zaman uğraşı olarak sahte belge üretmek çok ilginç… Ve üstelik içindeki bilgiler de doğru, yani gerçeklik tahrif edilmiyor belgede… Zihninizi yorarak bu sorulara cevap arayabilir, senaryolar geliştirebilirsiniz. Konu tamamıyla spekülasyon yapma yeteneğinize kalmıştır. Belki de bir edebiyatçı olarak bu konu etrafında, aşağıda örneğini vereceğim Jorge Luis Borges gibi edebi bir eser yazmak daha doğrudur. Ama bir tarihçinin eğer mesleğine saygı duyuyorsa, bu tür spekülasyonlara girmesi mümkün değil.
Ali Öz mektubunun ikinci sayfası.
Haklı olarak ama gene de metinde dil sorunları yok mu, ‘salt metin analizi ile belgenin sahteliğini gösteremez miyiz’ diye sorabilirsiniz. Sorunun cevabı aslında çok basit. Mektubu bir doktora tezi okuyormuş gibi okumazsanız ve mektuba mektup muamelesi yaparsanız tüm bu endişelerinize ve sorularınıza cevap verme imkânınız vardır. Mektup yazanın hata yapmasının son derece normal olduğu, bazı kavramların, resmi kayıtlara geçmeden önce (örneğin Seka, Cemse) günlük kullanıma girdiği gibi çok sıradan basit gerçekleri kabul ederseniz, yukarda sıraladığım spekülasyonların hiçbirisine gerek kalmaz.
SAHTE BELGE NİYE ÜRETİLİR?
Elbette hala niçin üretildiği ve niçin sadece İçişleri Bakanlığı arşivinde saklı tutulmak üzere oraya sokulduğu konularında hiçbir şey söyleyemezsek bile metindeki ifadelerden hareketle belgenin sahte olduğunu iddia edebiliriz, denebilir. Burada ama ciddi metodolojik bir sorun daha var. Amaçsız sahte belge üretilmez. Bu nedenle amacından bağımsız sahte belge tartışması yapmak hemen hemen imkansızdır.
Örneğin sahte belgeyi, bilinen bir olayın olmadığını-yaşanmadığını iddia etmek için yaratabilirsiniz, (Krikor Zohrab’ın öldürülmediğini ama kalp krizi sonucunda öldüğünü gösterir üretilmiş ‘hakiki’ Osmanlı belgeleri buna verilecek en iyi örnektir.) Ya da yaşanmamış bir olayı olmuş gibi göstermek amacıyla sahte belge üretebilirsiniz, (1915’te Ermeni konvoylarının geçtiği yollarda tam teşekküllü sağlık hizmetleri verildiğine, Ermenilere kötü muamele yapan görevlilerin sert biçimde cezalandırıldıklarına ilişkin belgeler bu konuya verilecek iyi bir örnektir.) Gerçeğe çok yakın belge üretme durumu da söz konusu olabilir. Örneğin Binjamin Wilkomirski (Bruno Grojean)’nın 1995 yılında yazdığı kitap buna bir örnektir. Yazar, Yahudi olmadığı ve ömründe İsviçre’yi terk etmediği halde, Yahudi olduğunu ve Auschwitz’den kurtulduğunu ilan etmiş ve oradaki sözde kamp hayatını anlatmıştır. Bruno’nun amacı, güdüleri ise şöhret, para vb. gibi anlaşılabilecek şeyler.
Ali Öz’ün mektubunun sahte olduğu iddiasının etrafındaki tuhaflık burada; Ali Öz, olmuş bir olayı inkâr etmek için mektup yazmamış; olmamış bir olayı olmuş gibi göstermek için de yazmamış. Mektuba sahtedir diyenler bile, olabilecek bir olayın anlatıldığı konusunda hem fikir. Sahtelik konusunda ileri sürebileceğimiz tek iddia, olmuş bir olayın, sanatsal bir dille anlatılması… Ama nedense, olmuş bir olayı sanatsal bir dille yazanın amacı bu eseri yayınlamak da değil. Bilmediğimiz bir nedenle bu değerli sanat eserini İçişleri Bakanlığı Arşivine gömmeye karar vermiş!
Ali Öz mektubunun üçüncü sayfası.
Ali Öz mektubu aslında, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in, “Tlon, Uqbar, Orbis Tertius” adlı eserinde ele aldığı konuya mükemmel bir örnek teşkil eder. Borges, bu kısa hikayesinde, gerçekle-hayal karışımı belgeler-hikayeler üretip dağıtılmayan kitaplar haline sokan bir gizli çevreyi hikâye eder. Belgeler üreten ve bunları bazı ansiklopedilere kimsenin fark etmeyeceği şekilde ekleyen bu gizli çevre, bir gün birilerinin gelip bunları keşfederek dünyaya yayacağı umudu ya da beklentisi içindedir. Ali Öz mektubunun yazarı, böyle bir gizli çevrenin üyesi olmalı ve bu durumda onun Borgesvari beklentisini gerçekleştiren kişi de ben oluyorum.
Kanımca, ‘amaçsız ve sadece birileri tarafından keşfedilmeyi beklemek amacıyla belge üretmek ve bir gün açığa çıkacağı ümidiyle arşive gömmek’ gibi bir konuyu gerçekten tarih alanından çıkartıp edebiyatçılara bırakalım. Belge, sıradan ama samimi bir asker mektubu, o kadar. Sahteliğine kanıt olarak gösterdiğiniz her şey, aslında mektubun orijinal olduğunun kanıtı. Tekrar edeyim, cemse, Seka, yer ismi, nehir ismi, vb., sahteliğin kanıtı olarak ileri sürdüğünüz tüm bu deliller aslında belgenin orijinal olduğunun göstergesidir. Çünkü, basit kural şudur, sahte bir belge üretenin açık bir amacı vardır ve bu amaca hizmet edebilmesi için belgesinin sahte olduğunun anlaşılmaması gerekir. Bunu için çok titiz olması gerekir. Yerin ismini veya yakınındaki nehrin adını yanlış yazarsanız hemen yakalanırsınız. Ali Öz yer ismini yanlış yazmış. Kısa bir süre askerlik yaptığı bir yerin ismi konusunda bu hatayı yapmasından daha doğal ne olabilir ki?
Ayşe Hür’ün, Necip Fazıl’ın 1950’de yazdığı yazıyı gören birisinin, bundan esinlenip takip eden yıllarda bir sanat eseri ürettiği iddiası fazla spekülasyon ve ikna edici değil. Mektupta anlatılanlar öyle çok ‘fantezi’ ile üretilecek şeyler değil. Ancak olayları yaşamış birisinin yazabileceği şeyler. Yani, aksi tez daha ikna edici. Necip Fazıl, Ali Öz’ün hikayesini duymuş, dinlemiş ve sonra duyduklarından aklında kalanlardan kısa bir şey yazmış. Bu o kadar açık ve anlaşılır ki üzerine konuşmaya bile gerek yok.
CEMSE VE SEKA MESELESİ
Geriye ciddi olarak bir tek Cemse ve Seka kelimeleri ile ilgili iddialar kalıyor. Öyle ya, 1946’da yazılan bir mektup, nasıl Seka’dan ve Cemse’den bahsedebilir? Ayşe Hür’e göre cemse kelimesi 1948 yılında yürürlüğe giren Marshal yardımı kapsamında Türkiye’ye gelen GMC (General Motor Company) araçları ile lügatimize girdi. Nitekim konuya ilişkin bulabildiği en eski kaynak 18 Eylül 1948 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Çatalca Belediye Başkanlığından” başlıklı ilan idi. Seka kelimesi de 21 Haziran1955 tarihli kanun ile birlikte kullanılmaya başlamıştı. Bu iki nedenden dolayı mektubun 1946’da yazılması imkânsızdı. Bu nedenle de mektup sahte idi.
’38 Dersim Harekâtında askerler
Ama ya Cemse 1946’larda da askeri kamyonlar için kullanılan bir kelime ise? Ve Seka ifadesi, 1955’te resmi bir kanunda kullanılmadan önce de günlük dilde kullanılıyorsa? Bu durumda, kelimelerin günlük hayatta izlerinin sürülmesi gerekiyor. Bunun için ama sadece titiz bir çalışma yetmez. Bundan önce, bazı kelimelerin, resmi kayıtlara geçmeden önce de sözlü/yazılı olarak günlük hayatta yaygın olarak kullanılabileceği gerçeğini bilmek ve kabul etmek gerekiyor. Nitekim cemse kelimesinin ilk defa 1948’de kullanıldığını söyleyen bir websitesi bu konuda bir uyarı yapıyor ve diyor ki “bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır [ki bunun doğru olmadığını aşağıda göstereceğim-T.A.]. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.”
Benim iddiam, Ayşe Hür’ün cemse ve Seka konusunda verdiği bilgilerin doğru olmadığıdır. Önce Cemse kelimesi… Bu kelimenin1946’da kullanılan bir kelime olabileceğine ilişkin çok kuvvetli kanıtlarımız var. Birincisi, 9 Eylül 1937 tarihli Anadolu; 28 Mart 1937, 15 ve 23 Temmuz 1938 tarihli Cumhuriyet; 16 ve 21 Temmuz 1938 Akşam ve 19 Temmuz 1938 Tan gazetelerinde yer alan ilanlardır; bu ilanlarda “General Motors Mamulatından” “Opel Blitz” ve “Şevrole Kamyon” satış ilanları var. Yani Türkiye, GM kamyonlarını 1937’lerden beri biliyor.
1930’ların sonları ve 40’lı yılların başında, General Motor şirketine ait çeşitli kamyon alımlarının yapıldığına ilişkin iki önemli resmî belgeden de söz etmek isterim. Birincisi, 1940 yılına ait bir Bakanlar Kurulu kararı. İlgili kararda, “hava birliklerinin ihtiyacı için müstacelen tedariki gerekli görülen ve yalınız Ottaş otomobil ticaret Türk anonim şirketinden tedarik edilebileceği anlaşılan… Amerika mamulatı 4 adet G.M.C. markalı kamyon şasisinin, 11/11/1937 tarih ve 2/7671 sayılı kararnameye” istinaen satın alınması isteniyor, , (BCA: 080.19.01.02.92.78.19).
Belgeden anlaşılan elde G.M.C. kamyonu var ve buna şasi aranıyor. Bir diğer bilgi 7 Şubat 1942 tarihli Başvekaletten Milli Müdafaa ve Maliye vekilliklerine yazılmış bir yazı. Yazıda, “Washington Büyük elçiliğimiz vasıtasıyla Amerika’dan satın alınacak olan kamyon bedelleri için evvelce gönderilmiş bulunan paraya ilaveten daha 1.247.968 liralık dövizin” gönderilmesine karar verildiği bildiriliyor, (BCA: 030/10/48/309/13).
Akşam Gazetesi (solda) ve Ulus Gazetesi (sağda) araç satış ilanları.
Vereceğim son örnek, 3 ve 5 Ekim 1947 tarihli Ulus ve 16 Ekim 1947 tarihli Akşam gazeteleri… Bu gazetelerde, elindeki hurda araçları satışa çıkartan Devlet Orman İşletmesi Ankara Merkez Müdürlüğünün ilanları var. İlanlarda iki araç kategorisi dikkat ��ekiyor. “Cemse G.M.C.4” ve sadece “Cemse”. İlanlarda bu arabaların fiyatları da var ama daha da önemlisi, araçların işlemez konumda olmalarının yazılmış olması. Yani yıllarca kullanılmış olan bu araçlar artık kullanılmaz durumda ve bu nedenle satışa çıkartılıyor. Yukardaki tüm bilgiler gösteriyor ki 1946 yılında cemse kelimesinin kullanılmasında hiçbir tuhaflık yok. Ve Ali Öz, piyasada dolanan bir kelimeyi kullanıyor.
Benzeri durum Seka kelimesi için de geçerli. Bu yazıyı yazdığım ana kadar, Seka kelimesinin günlük hayatta kullanıldığına dair bir kanıt bulamadım. Ama konuya uzunca vakit ayırarak bulunacağından hiçbir kuşkum yok.
Özetle, Ali Öz mektubu, ne bilinen bir olayı inkâr etmekte ne de olmamış bir şeyi olmuş gibi göstermek iddiasındadır. Hepimizin doğruluğundan kuşku duymadığımız bir katliamı, faillerden duymaya alışık olmadığımız bir açıklıkta anlatmaktadır. Söyleyebileceğim son söz bu tür ‘itiraf mektuplarının’ artmasını ummaktır.
*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi
0 notes
Text
Sağlık Bakanlığı "Sahte Doktor" Soruşturmasını Tamamladı https://saglikagi.net/saglik-bakanligi-sahte-doktor-sorusturma-tamamladi/?feed_id=57454
0 notes
Text
Czn Burak Hasta Mı?
Czn Burak Hasta Mı?
Sosyal medya üzerinden gülümseyerek yemek yaptığı videoları paylaşan fenomen Czn Burak, sosyal medya hesabından bir hastane videosu paylaştı. Paylaştığı videoda kolunda serum olduğu görünüyordu. Bir açıklama yapmadan paylaşılan video sebebiyle akıllarda bazı soru işaretleri kaldı. Hayranları önce, Beyninde tümör olduğunu düşündü. Sonra ise Czn Burak’ın kanser olduğu iddiaları gündeme geldi. En…
View On WordPress
#czn burak hasta mı#czn burak kaç yaşında öldü#czn burak kanser mi#czn burak ne ameliyatı oldu#czn burak öldü mü#czn burak ölüm nedeni#czn burak tümör beyin#czn burakın hastalığı ne#czn burakın neyi var
0 notes
Text
Aşılar Türkiye’ye Getirilmediği İçin Hastalık Tırmanışa Geçebilir! (Özel Haber)
Prof.Dr. Ersin Şenol, COVID-19’un yeni varyantlarına karşı etkili aşılar Türkiye’ye getirilmediği için bu hastalığın tırmanışa geçebileceğini öngördüklerini söyledi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu’nun hazırladığı “Pandemide Merak Ettiklerimiz” programlarının 42’ncisine TTB Pandemi Çalışma Grubu üyesi, Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Esin Şenol konuk oldu. Hastane acil servislerinde ve aile sağlığı merkezlerinde solunum yolu hastalıklarına bağlı artışların etkenlerinden söz ederek konuşmasına başlayan Şenol; grip virüsü (H1N1), COVID-19’un yeni varyantı (J1.N), Respiratuar Sinsityal Virus (RSV) ve mikoplazma zatürreesi olmak üzere dörtlü kombo bir salgından söz edilebileceğini belirtti. Bu dört etken içinde grip virüsünün en önemli sorumlu etken olduğunu kaydeden Şenol, “Aslında grip salgın yapmamalıydı çünkü yüz yıldır etkili, koruyucu bir aşısı var. Tek doz grip aşıları ile hastalığın, bol ilaçlı tedavilerin ve sağlık kurumlarındaki yoğunluğun önüne geçilebilirdi” dedi. COVID-19’un yeni varyantı J1.N’nin yayılımının önümüzdeki haftalarda artabileceği uyarısında da bulunan Şenol, “Son doz aşılarımızın üzerinden iki yıl geçtiği ve COVID-19’un yeni varyantlarına karşı etkili aşılar Türkiye’ye getirilmediği için bu hastalığın da tırmanışa geçebileceğini öngörüyoruz” diye konuştu.
Açık Havada İstasyonlar Kurarak Testler Yapılmalı
Grip ile COVID-19 hastalıklarının tedavilerindeki farklılıkları anlatan ve hastalıkları birbirinden ayırmanın önemine dikkat çeken Şenol, “Tek yolumuz test yapmak. Salgının başından beri dediğimiz gibi; birinci basamağa ve acil servislere yük bindirmeden, açık havada istasyonlar kurarak ücretsiz testler yapmak, hastaları test sonuçlarına ve hastalığın seyrine göre hekimlere yönlendirmek en doğru yöntem” dedi Virüslerde yeni varyantların oluşma sürecine ilişkin genel bir bilgilendirme yaparak COVID-19’un J1.N varyantına sözü getiren Şenol; yeni varyantların hastalandırma gücünün azaldığına ilişkin iddiaları eleştirdi, hastalanma sayısındaki azalmanın aşılanmadan ve bağışıklığın güçlenmesinden geçtiğini vurguladı.
Toplu Taşımada ve Kalabalık Ortamlarda Maske Takılmalı
Şenol, programın son bölümünde topluma dönük önerilerini şöyle sıraladı: “Toplu taşıma gibi kapalı ve kalabalık ortamlarda koruyucu maske takmalı, sıklıkla el yıkamalı, kapalı ortamları iki saatte bir yirmi dakika havalandırmalı, yüz yüze yakın teması sınırlandırmalı, vücuttaki oksijen dolaşımını artırmak için bol sıvı tüketmeli ve açık hava yürüyüşü yapmalı, kamu otoritesinden testler ve aşılar için talepte bulunmalı, sağlık okuryazarlığını artırmalı ve aşı karşıtlığı ile aşı tereddüdüne karşı bilimsel açıklamaları takip etmeli” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
Text
Darbe karşıtları eylemde... Sağlıkçılar iş bıraktı
Darbe karşıtları eylemde… Sağlıkçılar iş bıraktı
Myanmar’daki genel seçimler sonrası hile iddiaları nedeniyle ordu tarafından darbe yapıldı. Darbe sonrası ise ülkede sivil itaatsizlik eylemleri başladı. SAĞLIK ÇALIŞANLARI İŞ BIRAKTI Yeni oluşturulan ve Facebook’ta 24 saat içinde 150 binden fazla takipçi toplayan “Myanmar Sivil İtaatsizlik Hareketi”, 30 şehirde 70 hastane ve medikal departmandaki sağlık çalışanlarının iş bıraktığını…
View On WordPress
0 notes
Text
DAVA DOSYASINDAKİ CİNSELLİK KONULU İDDİALAR TÜMÜYLE GEÇERSİZDİR
Dava dosyasında güya cinsel saldırıya uğradığını iddia eden kadınlar, gerçekte hiçbir zaman ne bir cinsel saldırıya ne de istismara uğramamıştır. Ancak, kendilerine yapılan ağır baskı ve tehditler sonucunda, kimisi dosyada şüpheli konumuna düşmemek için operasyon öncesinde, kimisi de operasyon sonrasında tutuklu bulunduğu zorlu cezaevi koşullarından kurtulabilmek kaygısıyla DOĞRU OLMAYAN BEYANLAR VERMEK, ASILSIZ HAYALİ İTHAMLARDA BULUNMAK ZORUNDA BIRAKILMIŞLARDIR. Bu bariz gerçeği ortaya koyan çok sayıda gösterge ve delil bulunmaktadır.
Birçoğu, uzun yıllardan beri tanıdığımız arkadaşlarımız olan BU GENÇ BAYANLAR 11 TEMMUZ OPERASYONU ÖNCESİNDE VE SONRASINDA CAMİAMIZA HUSUMET BESLEYEN ÇEVRELERİN BASKI VE TEHDİTLERİYLE KORKUTULMUŞLARDIR. Onlar da kendilerini kurtarmak adına böyle planlı ve organize bir yalan ve iftira kumpasına dahil olmaya mecbur kalmışlardır.
Sözünü ettiğimiz husumetli çevreler sırf kendi çıkarları uğruna bu genç bayanların toplum nezdinde küçük düşürülmesine, kadınlık gururlarının ezilmesine göz yummaktadır. Hatta bu durum zerre kadar umurlarında bile değildir. Korku ve baskı altındaki bu zavallı kadınlar ise uğradıkları bu dehşetli zulüm karşısında çaresiz kalmaktadır.
BİZ BU MASUM VE ÇARESİZ İNSANLAR ÜZERİNDEN OYNANAN KİRLİ OYUNUN FARKINDAYIZ. Uzun yıllardır tanıdığımız, dürüstlük ve güzel ahlaklarından hiçbir şüphe duymadığımız bu genç bayanların ezilmesine, küçük düşürülmesine de asla izin vermeyeceğiz.
Dosyada şikayetçi olan genç bayanların tamamen baskı ve tehdit altında kendilerine dayatılmış ve dikte edilmiş beyanları KORO HALİNDE verdikleri çok açıktır. Verdikleri ifadelerin tamamının kurgu ve hayal mahsulü olduğunu, gerçekte hiçbir sözde cinsel saldırı eyleminin yaşanmadığını gösteren dosya içerisinde çok sayıda delil mevcuttur.
Bu delil ve göstergelerden sadece birkaçını ana başlıklar halinde saymak gerekirse;
1– Dava Dosyasındaki Tüm Sözde Cinsel Saldırı İddiaları Teknik Ve Hukuki Deliller Bakımından Geçersizdir. Çünkü;
– Dosyadaki sözde mağdurların Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından yapılan bedensel ve ruhsal muayelerinde hiçbir cinsel saldırıya maruz kalmadıkları kesin bir biçimde ortaya konmuştur. Bu kişilerin aklen ve ruhen karşılaşacakları olayların fiili sonuçlarını idrak etmeye de gayet muktedir oldukları anlaşılmıştır. YANLIZCA ADLİ TIP RAPORLARI, DOSYADAKİ SÖZDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARININ TAMAMEN İFTİRA OLDUĞUNU KANITLAMAYA YETERLİDİR.
– Hiçbir sözde cinsel saldırı mağduru, iddia ettiği hayali olaylar sonrasında EMNİYET, SAVCILIK GİBİ RESMİ MAKAMLARA BAŞVURUP ŞİKAYETÇİ OLMAMIŞTIR. Çünkü, şikayetçi olunacak hiçbir olay yaşanmamıştır.
– Hiçbir sözde mağdur, ifadesinde anlattığı hayali saldırıların ardından hastaneye başvurmamış ve iddiasını somut ve net bir biçimde doğrulayacak herhangi bir SAĞLIK RAPORU ALMAMIŞTIR. Çünkü hiçbir cinsel saldırıya uğramamıştır.
– Hiçbir sözde mağdur, iddiasını doğrulayacak hiçbir somut kanıta veya belgeye sahip değildir. Örneğin, DNA kalıntısı içeren herhangi bir giyim eşyası gibi...
– Sözde mağdur olduklarını iddia eden bayanların uğradığı sözde cinsel saldırı olaylarının hiçbir tanığı yoktur. Nitekim, yerleşik Yargıtay içtihatları ve emsal mahkeme kararları uyarınca, MAĞDURUN SAĞLIK RAPORUNUN, TANIĞININ VEYA HERHANGİ BİR SOMUT DELİLİLİN OLMAYIŞI, İDDİALARININ GERÇEK OLMADIĞINA dair çok önemli bir karine teşkil etmektedir.
– Dosyada, yakın tarihlerde işlendiği söylenen tek bir sözde cinsel saldırı iddiası yoktur. Tüm sözde cinsel saldırı olaylarının güya yıllar önce yaşandığıiddia edilmektedir. Bu durumla ilgili yerleşik Yargıtay içtihatlarında ve emsal mahkeme kararlarındaise, “MAĞDURUN YILLAR SONRA ŞİKAYETTE BULUNMASI, İDDİALARINDA SAMİMİ OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR.“ tespiti yer almaktadır.
– TBAV camiasına yapılan operasyon gününe kadar iki yıl boyunca Savcılık ve Emniyet tarafından aralıksız teknik takip yapılmıştır. Ancak, BU SÜREÇ BOYUNCA HİÇBİR SUÇ UNSURUNA RASTLANMADIĞI GİBİ, HİÇBİR CİNSEL SALDIRI VAKASINA YA DA MAĞDURUNA DA RASTLANMAMIŞTIR. Zira, bu teknik takip sırasında en küçük bir tecavüz şüphesine dahi rastlanmış olsa polisimizin derhal suçüstü müdahale edip sözde tecavüz mağdurunu kurtarması gerekirdi. Oysa, böyle bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır.
2- DAVA DOSYASINDAKİ TÜM CİNSEL SALDIRI İDDİALARI HAYATIN DOĞAL AKIŞINA AYKIRI, AKLİ, MANTIKİ VE VİCDANİ DELİLLER BAKIMINDAN GEÇERSİZDİR, ÇÜNKÜ :
– Güya cinsel saldırılara uğradığını iddia eden kadınlar, eğer gerçekten bu sözde saldırıları yaşamış olsalardı normalde bunu ispatlamaları çok kolay olurdu. Bir an için, güya polise veya savcıya başvurmaktan çekindikleri iddialarını doğru varsaysak bile BU BAHANE, SÖZDE SALDIRI SONRASINDA HASTANEYE GİDİP MUAYENE VEYA TEDAVİ OLMAK GİBİ SON DERECE DOĞAL BİR DAVRANIŞ GÖSTERMELERİNE HİÇBİR BİÇİMDE ENGEL DEĞİLDİR. Dolayısıyla, sadece hastaneye gidip uğradıkları sözde saldırıyı belgeleyecek bir rapor almaları yeterli olurdu. Bunda çekinecek ve korkacak hiçbir şey olmadığı çok açıktır. Oysa, hiçbir zaman böyle bir saldırıya uğramamışlardır ki hastaneye gidip belgeleyebilecekleri bir sağlık sorunları olsun.
– Dosyada, sözde cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınlar son derece uyanık, zeki ve eğitimli insanlardır. İfadelerinden, son derece planlı ve ince ayarlı bir üslupla herkesin adını tek tek geçirerek masum insanları suç kapsamına sokmayı, hayal mahsulü hikayeler, senaryolar ve fanteziler kurgulamayı çok iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Hal böyleyken, bu tür bir zihinsel ve sosyal düzeye sahip kadınların başlarından güya TECAVÜZ GİBİ KORKUNÇ BİR TRAVMA geçmesi durumunda HASTANEYE GİTMEMİŞ, BÖYLE DEHŞETLİ BİR MAĞDURİYETİ BELGELEMEMİŞ olmalarının hiçbir makul ve mantıklı izahı yoktur. Bunun yegane açıklaması, iddia edilen sözde tecavüz olayların gerçekte hiçbir zaman yaşanmamış olduğudur.
– Sözde cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden bu bayanlar normal şartlarda akıntı, kist, sivilce gibi en basit jinekolojik rahatsızlıklarında dahi hastane hastane, doktor doktor dolaşmaktan çekinmeyen, modern, eğitimli, bakımlarına ve sağlıklarına çok düşkün, bedenlerine son derece hassas kimselerdir. Dolayısıyla, BAHSETTİĞİMİZ TÜRDEN HASSASİYETLERE VE MEDENİ CESARETE SAHİP OLAN BU BAYANLARIN, İDDİA ETTİKLERİ TÜRDEN, GÜYA ANAL YOLDAN CİNSEL SALDIRI GİBİ DEHŞETLİ BİR FİZİKİ VE RUHİ TRAVMA YAŞADIKLARI HALDE HİÇBİRİNİN BİR KERE BİLE HASTANEYE VEYA DOKTORA GİTMEMİŞ OLMALARI HAYATIN DOĞAL AKIŞINA AYKIRIDIR. Demek ki hiçbir zaman böyle bir travma yaşamamışlardır.
– Dosyada güya cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınların hiçbiri, bu sözde saldırılar nedeniyle emniyete, savcılığa başvurmadığı, doktora, hastaneye bile gitmediği gibi, GÜYA DEFALARCA YAŞADIKLARI BÖYLESİNE KORKUNÇ BİR OLAYI NE AİLELERİNE NE ARKADAŞLARINA NE DE EN YAKINLARINA DAHİ ANLATMAMIŞ, ONLARDAN HİÇBİR YARDIM İSTEMEMİŞTİR. Bu da hayatın doğal akışına son derece aykırı, mantıksız ve anlaşılamaz bir durumdur.
– Dosyadaki sözde mağdurların tamamı ifadelerinde, kendilerine güya cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettikleri kişileri çok sevdiklerini, onlarla aylarca, yıllarca görüştüklerini, hatta bu görüşmeler için kendilerinin ısrarcı olduklarını, ONLARLA EVLENMEYİ İSTEDİKLERİNİ, bir kısmı da aileleriyle tanıştırdıklarını dile getirmektedir. Oysa, bu ifadeleri sözde cinsel saldırı iddialarıyla çok büyük çelişki halindedir.
– Sözde mağdur olduklarını iddia eden bayanların büyük bölümü yıllarca vakfımız bünyesindeki birçok kültürel etkinliğe gönüllü olarak katılmışlardır. Bu etkinliklerde ve diğer çok çeşitli sosyal ortamlarda her fırsatta arkadaşlarımızla çok yakın ve samimi olduklarını vurgulayan yüzlerce fotoğraf çektirip bunları sosyal medyadan yıllarca paylaşmışlardır. Camiamızda bulundukları dönemde çektirdikleri bu fotoğraflarda son derece neşeli, sevinçli, güler yüzlü ve sevgi dolu görünümlere, yüz ifadelerine sahiplerdir; her hallerinden, çok eğlendikleri ve mutlu oldukları apaçık ortadadır. Herkesin gözleri önündeki bu açık gerçeğe rağmen, SÖZ KONUSU BAYANLARIN YILLAR BOYU BÖYLE YAKIN VE SAMİMİ ARKADAŞLIK İLİŞKİSİ SÜRDÜRDÜKLERİ KİŞİLERDEN BİR ANDA TOPLU HALDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARIYLA ŞİKAYETÇİ OLMALARI SON DERECE ANORMALDİR. GERÇEKTE BAMBAŞKA KİMSELER TARAFINDAN TEHDİT VE BASKI ALTINA ALINDIKLARININ, ZORLA BÖYLE DAVRANMAYA MECBUR BIRAKILDIKLARININ BARİZ BİR KANITIDIR.
– Cinsel saldırı gibi çok büyük bir fiziksel ve duygusal travmayı, hem de defalarca yaşadığını iddia eden bir kadının normalde, kendisine defalarca cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettiği kişilerle, değil bir daha yanyana gelmek, onların yüzünü dahi görmek istememesi gerekir. Dahası, İDDİA ETTİĞİ GİBİ BİR MAĞDURİYETİ GERÇEKTEN YAŞAMIŞ OLSA, arkadaşlarımızla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz ortamlara ve etkinliklere güle oynaya katılması, onlarla birlikte fotoğraf karelerine rahat, neşeli, güler yüzlü, mutlu-mesut pozlar vermesi ve bunları kendi sosyal medya hesaplarında paylaşması ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR.
– Her gün gazetelerden, televizyon ekranlarından cinsel saldırıya uğrayan zavallı genç kız ya da kadınların nasıl perişan bir hale geldiklerini, hayatlarının nasıl mahvolduğunu, çoğunun ruhi bunalıma girdiğini, yaşamdan koptuğunu, hatta bazılarının intihara bile teşebbüs ettiklerini yakinen görmekteyiz. Oysa, dosyadaki sözde mağdur bayanların tamamı sözde eylemlere maruz kaldıklarını iddia ettikleri tarihlerde bu son derece aktif bir sosyal yaşam sürdürmektedir. Kimisi iş, okul hayatlarına devam ederken kimisi spor, dans, tiyatro, gezi, alışveriş, vb. aktivitelerinden hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Sokaktaki rastgele herhangi bir bayandan çok daha mutlu, neşeli, dolu dolu, aktif bir yaşam sürmektedir. TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BU TÜR SÖZDE TECAVÜZ MAĞDURLARI NE GÖRÜLMÜŞ NE DE DUYULMUŞTUR.
İşte, tüm bunlar ve benzeri, bariz çelişki ve mantıksızlıklar, dava dosyasındaki sözde cinsel saldırı iddialarının hiçbir hukuki ve kanuni değeri ve dayanağı olmadığı gibi, akla, mantığa, vicdana ve hayatın doğal akışına da tümüyle aykırı olduğunun çok önemli kanıt ve göstergeleridir.
Dava dosyasında bahsi geçen yüzlerce sözde cinsel saldırı olayının, değil tümü ya da bir bölümü, tek bir tanesi bile buraya kadar saydığımız somut, maddi, teknik, akli ve vicdani delillere sahip değildir.
SÖZDE CİNSEL SALDIRI MAĞDURLARININ İFADELERİNİN HEMEN HEPSİ ADETA TEK MERKEZDEN ÇIKMA AYNI KLİŞE VE KALIPLARI TEKRARLAMAKTADIR. VE YİNE, HERBİRİ İLGİNÇ BİR BİÇİMDE AYNI ÇELİŞKİ, TUTARSIZLIK, GARİPLİK, ANLAMSIZLIK VE MANTIKSIZLIKLARI İÇERMEKTEDİR. ANLATILAN SENARYOLARI SUÇ KAPSAMINA SOKABİLMEK KASTIYLA AYNI ORTAK ÜSLUP VE İFADE TEKNİKLERİ KULLANILMIŞ, AYNI İNCE AYARLAR YAPILMIŞTIR.
Dolayısıyla, planlı, organize ve toplu bir hareketin ürünü oldukları açıkça belli olan, yalnızca husumetli müştekilerin ya da dayatılmış itirafçıların beyanlarına dayalı soyut, asılsız ve mesnetsiz bu iddiaların iddianamede adeta somut birer suç delili gibi sunulmasını anlamak mümkün değildir.
NORMAL ŞARTLARDA KANITLANMASI, DOĞRULANMASI SON DERECE KOLAY OLAN CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR İDDİADA, BURAYA KADAR AÇIKÇA GÖRDÜĞÜMÜZ ÜZERE, TEK BİR SOMUT DELİL, BELGE VE İSPAT DAHİ SUNULAMIYORSA, BU DURUM İDDİALARIN TÜMÜYLE GEÇERSİZ VE GERÇEK DIŞI OLDUĞUNUN, İFTİRADAN İBARET OLDUĞUNUN APAÇIK BİR GÖSTERGESİDİR.
TÜM BU GERÇEKLERE RAĞMEN, BİR TAKIM ASILSIZ, DELİLSİZ, MESNETSİZ VE HAYAL ÜRÜNÜ BEYANLAR TUTUKLANMA GEREKÇESİ OLARAK GÖSTERİLEREK MASUM İNSANLARIN CEZAEVLERİNDE BİR YILDAN FAZLA BİR SÜREDİR TUTULARAK ZULME UĞRATILMASI ÇOK BÜYÜK BİR HUKUK FACİASIDIR.
#adnan oktar#hukuk#faciası#cinsel saldırı#iftirası#safsata#karalama#yalan#komplo#harun yahya#kedicikler#müşteki devşirme#hayal ürünü#senaryo#emniyet#mağdur#müşteki#ingiliz derin devleti#işkence#taciz#tehdit#kumpas#yalan habercilik#şikayet#gerçek olmayan beyan#zorlama#adnan hoca#dava#Türkiye
0 notes
Photo
Bursa’da AKP’li vekilin hastanesinin karşısındaki hastane arazisine AVM ve rezidans yapılacağı iddiası CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca, şehirde 50 yıl boyunca hastane binası olarak hizmet verdikten sonra yıkılan ve yerine 600 yataklı devlet hastanesi yapılacağı söylenen Bursa Tıp Fakültesi Hastanesi arazisine rezidans ve alışveriş merkezi yapılacağı iddiaları olduğunu dile getirdi.
0 notes
Text
Hastane güvenlik görevlisi taciz iddiası
Hastane güvenlik görevlisi taciz iddiası ile gözaltına alındı. Kahramanmaraş Pazarcık ilçesinde yaşamını sürdüren Hatice C. (20), ilçeye bağlı devlet hastanesinde görevli özel güvenlik görevlisi M.K ‘nin devamlı, cep telefonu ile mesajlar göndererek taciz ettiği iddiası sonucu şikâyetçi oldu. Olaya müdahil olan polis ekipleri Hastane güvenlik görevlisi ‘nin gözaltına aldı. Özel güvenlik görevlisi iddiaları kabul etmedi Şikâyetçinin iddialarına göre, kurban bayramı öncesi, hatice C, kalp hastası olan eşi ile hastaneye gitti. Yine şikayetçinin iddiasına göre güvenlik görevlisi M.K, Hatice C’den hastanede bir doktorun kurban keseceğini, kendisine de kurban eti vermek istediğini söyleyerek cep numarasını istedi. Şikâyetçi ise eşinin cep numarasını verdi. Ve sonra ise şöyle anlattı. ‘"Bayramın ikinci günü, eşimin ilaç alıp uyuduğu sırada telefon çaldı. Ben açtım. Ardından bu kişi eve gelip, kurban etini verdi. Aynı gece saat 00.30'da mesaj atmaya başladı. 'Eşin uyuyor mu?' 'Eşin uyuyorsa kapıyı aç eve geleyim.', 'Evinin etrafındayım çık dışarıya' diye. Son olarak da 'Abla kusura bakma içmişim, sarhoşum' ve 'Siz ne isterseniz onu yaparım' diye yazdı. Hastane güvenlik görevlisi Mesajlar üzerine polis ile hastane ve Sağlık Bakanlığı'nı arayıp, şikayetçi olduğunu kaydeden Hatice C., "Daha önce başkalarını da taciz etmiş. Bu kişinin artık hiç kimseyi taciz etmesini istemiyorum" dedi. GÖZALTINA ALINDI Hatice C.'nin şikayeti üzerine M.K., polis tarafından gözaltına alındı. Read the full article
0 notes
Text
iZMiR’DE KORONA ViRSÜNÜN BULAŞMADIĞI HASTANE KALMADI
Türkiye’de Koronavirüs vaka sayısı ve buna bağlı ölümler hızla artarken, salgının en yoğun yaşandığı illerden birisinin İzmir olduğu iddiaları da kamuoyunda tartışılıyor. Sağlık Bakanlığı, güncel sayıları her gün paylaşsa da salgının hangi şehirde ve ne ölçüde olduğu bilgisini ise şeffaf bir şekilde paylaşmıyor. İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Fatih Sürenkök ise İzmir’deki salgın durumunu farklı bir pencereden değerlendirerek önemli bir açıklamada bulundu. Tüm kamu hastanelerinde Koronavirüs vakalarının olduğunu ve temiz hastane kalmadığını vurgulayan Sürenkök, bu zamana kadar ihmal edilen bir öneriyi de İz Gazete ile paylaştı. TEMİZ HASTANELER YARATIN! Hayatın olağan akışının Koronavirüs gündemi dışında devam ettiğini belirten Sürenkök, virüs bulaşmamış ancak başka hastalığı olan insanların, hastanelere gönül rahatlığıyla gidip diğer sağlık hizmetlerinden faydalanamadığını belirtti. Bu kapsamda; İzmir’de 4 milyondan fazla insanın yaşadığını ve bu insanların doğal hastalanmalar sonucunda da hizmet almaya ihtiyaçları olduğunu hatırlatan Sürenkök, acilen temiz hastanelerin yaratılması önerisinde bulundu. ‘İNSANLAR ENDİŞE DUYUYOR’ “Kolu kırılan, eli kesilen, böbrek taşı şikayeti olan, kalp krizi veya beyin kanaması geçiren birisi hangi hastaneye gidecek?” diye soran Sürenkök, “Her an başımıza gelebilecek bu gibi gündelik sağlık problemleri ile ilgili insanların gönül rahatlığıyla gidebileceği bir hastane maalesef kalmadı. İzmir’deki tüm kamu hastaneleri şuanda önceliğini Koronavirüs haline getirdi. Hepsi Kovid-19 hastalarını alıyor. Böyle olunca da başka hastalığı bulunan insanlar, ‘acaba hangi hastaneye gitsem, hastaneye gittiğimde bana da Koronavirüs bulaşır mı?’ diye endişe duyuyor.” dedi. ‘ACİLEN GÜNDEME ALINMALI’ Koronavirüsün tüm hastanelere bulaştığını ve İzmir’de temiz bir hastane kalmadığını tekrar tekrar hatırlatan Sürenkök, “İl Sağlık Müdürlüğü acilen bu konuyu gündemine almalı. Çok hızlı bir şekilde 3 ya da 4 kamu hastanesi virüs dışındaki hastalıklar için hizmet eder hale getirilmeli. Bu belki biraz zaman alacak ama zararın neresinden dönersek iyidir. İhtiyaç varsa eğer özel hastaneler de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bugüne kadar virüs bulaşmamış, servisinde Koronavirüslü hasta kalmamış veya dezenfekte edilebilir hastaneler derhal ilan edilmelidir. Tabii ki örneğin; kalp krizi geçiren ya da kolu kırıldığı için o hastaneye gelen hastanın da virüsü taşıma ihtimali var ama bu ihtimal daha azdır. O nedenle acilen böyle bir organizasyona ihtiyacımız var. Çünkü insanlar gerçekten nereye gideceklerini, ne şekilde tedavi olacaklarını bilmiyorlar” ifadelerini kullandı. İl Sağlık Müdürlüğü’nün şuanda Koronavirüs düşünmekten başka bir şeyi düşünemediğini söyleyen Sürenkök, o nedenle de bu organizasyonu İl Sağlık Müdürlüğü, İzmir Tabip Odası ve üniversitelerin halk sağlığı hocalarının içinde olduğu bilimsel bir kurul ile organize edilebileceğini dile getirdi. ‘BU HİZMET VERİLMEK ZORUNDA’ Tepecik, Yeşilyurt, Ege Üniversitesi ve Türkan Özilhan Hastanelerinin neredeyse tamamen Koronavirüs vakalarıyla dolduğunu, buralara diğer hastaların yatırılmasının mümkün olmadığını belirten Dr. Sürenkök, “İzmir’in kuzeyinde Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastanesini, güneyde Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi’ni, merkezde Alsancak Hastanesi’ni Koronavirüs hastası olmayan kişilerin hizmet alacağı temiz hastaneler haline getirmeliyiz. Gerekirse temiz kalmış özel hastanelerden de bu konuda yararlanılmalıdır. Bu çok zor bir olay değil. Halkın sağlık hakkı sadece pandemi değil, diğer tüm hastalıklar şuanda devam ediyor. 4 milyon insanın yaşadığı bir şehirde bu hizmeti vermek zorundalar” açıklamasında bulundu. Kaynak : İZ GAZETE https://www.izgazete.net/saglik/izmirde-koronavirusun-bulasmadigi-hastane-kalmadi-h45423.html?fbclid=IwAR1hkuPGhxRqMDwNVo-pS6C5iBwavVQJuf-njQlPT27v0rnBXJF18bGLRHU Read the full article
0 notes
Text
Düşüncesi bile korkuttu! Yaşlı kadından özel hastanede işkence iddiasını hastane yönetimi reddetti
Gür'ün taburcu olduktan sonra eve morluklar içinde gitmesinin ardından başına gelenleri ailesine söylediği öğrenildi. Ailesinin anlattıklarına göre Gür, yoğun bakımda hasta bakıcı, hemşire ve güvenliğin saldırısına uğradı. Ancak hastane yönetimi, kadının nöroloji hastası olduğunu ve kendisine zarar verdiğini söyledi. Adana'nın Çukurova ilçesinde yaşayan 75 yaşındaki Güzide Gür'ün başına gelenler, duyanları büyük üzüntüye uğrattı. İddialara göre geçtiğimiz 31 Mayıs'ta rahatsızlanan Güzide Gür, ailesi tarafından acil bir şekilde ilçedeki özel hastaneye kaldırıldı. Burada yoğun bakıma alınan Gür, koronavirüs gerekçesiyle bir süre ailesiyle görüştürülmedi. Ancak 1 hafta sonra taburcu olmasının ardından Gür'ün vücudundaki morluklar, aileyi endişelendirdi. Yaşlı kadının iddiasına göre hasta bakıcılar, hemşireler ve güvenlik görevlileri yoğun bakımda kendisine şiddet uyguladı. HASTANE YÖNETİMİ: KENDİSİNE ZARAR VERİYOR Yaşlı kadının çocukları, hastaneye gittiklerinde ise herhangi bir muhatap bulamadı. Hastane yönetimi ise iddiaları kabul etmedi. Hastane yönetimi, Güzide Gür'ün nöroloji hastası olduğunu, geceleri kriz geçirdiğini, ne yaptığını bilmediğini ve kendisine zarar verdiğini söyledi.
"MORLUKLAR, SERUMLARDAN KAYNAKLI" Ayrıca yönetim, hastanın kolundaki morluklarında serum ve iğneden olduğunu, bacağındaki morlukların ise kendisine zarar verdiği için yaşandığını söyleyerek darp iddialarını kabul etmedi. Ayrıca hastane yönetimi, güvenlik kamerası görüntülerini incelediklerindeyse hastanın gece saatlerinde sondasını çıkarıp çöp kutusuna attığını, bu kutuyu da çalışanlara fırlattığını gördüklerini söyledi.
"DOKTOR İSTEDİĞİNİZ KADAR İŞKENCE YAPIN DEDİ" Şeker, kalp ve tansiyon hastası Güzide Gür, bu işe karışanların en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini isteyerek, "Beni 2 erkek tuttu yakaladı, ben 'Kurban olayım bırak beni' dedim ama bırakmadı. Bana 'Doktor istediğiniz kadar işkence yapın' dedi. Doktor demiş. Hastaneye gidersem ben o 4 kişiyi tanırım. Şikayetçiyim" diye konuştu. Öte yandan Güzide Gür, yoğun bakımdayken kendisine bayılana kadar sert bir şekilde 4 iğne yapıldığını söyledi.
"İŞKENCE ETMİŞLER, AYRIMCILIK YAPMIŞLAR" Yaşlı kadının kızı Hanse Çambel ise annesinin işkence gördüğünü öne sürerek, "Annemi hastaneye yatırdığımızda annem diyor ki resmen bana işkence yaptılar. 3 erkek 1 kadın tarafından işkence görmüş. Annemi bağlamışlar. Annem 'yapmayın' diyerek yalvarmış ama onlarda 'Doktorun izniyle biz sana böyle yapıyoruz' demişler. Biz annemi sağlam, ayakta gönderdik. Geldiğinde resmen ölü gibiydi. Kollarında, bacak tarafında ve vücudunun başka yerlerinde morluklar var" ifadelerini kullandı. Annesinin ölümle de tehdit edildiğini söyleyen Çambel, "Anneme birde orada çuval göstermişler. Seni bu çuvala katarız, ya dağa, ya da suyun içerisine atarız demişler. Ayrımcılık yapmışlar. Darp raporu aldık, şikayetçiyiz" dedi.
Read the full article
0 notes
Text
Cumhurbaşkanı Erdoğan: İniş çıkışlar olur, TL zamanla yerini bulacak
Cumhurbaşkanı Erdoğan, piyasalardaki hareketliliğe ilişkin, ''Ben dövizin de altının da zamanla yerine oturacağını düşünüyorum. Bunlar gelip geçici şeyler'' açıklamasında bulundu. Erdoğan ayrıca Muharrem İnce'nin parti kuracağı iddiaları ve Bahçeli'nin Akşener'e yönelik 'Evine dön' çağrısını da değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya Camii'nde gerçekleşen Cuma namazının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beyrut'taki patlamaya ilişkin sözlerle konuşmasına başladı. Erdoğan, Eski Lübnan Başbakanı Hariri zamanında da benzeri bir olayın yaşandığını hatırlatarak ''Lübnan halkının bizlere vereceği bilgileri önemle takip ediyoruz'' dedi. Lübnan halkının her bakımdan yanında olduklarını ve bunu bildirdiklerini de ekledi. DÖVİZ KURUNDAKİ ARTIŞ Erdoğan'ın konuşmasından öne çıkanlar: Dünyada şu anda ekonomik gelişmeleri gözden geçirecek olursanız; başta ABD olmak üzere, corona virüs seyrinden sonra çok ciddi dalgalanmaların olduğunu görürsünüz. Dışarıdaki düşmanlar yetiyor, içeride de destekleyenler var. 2020 Kasım'ında göreve geldik. 2002'de, 236 milyar dolar olan milli gelirimiz, 2019 yılında 754 milyar dolara çıktı. 105 milyar dolar rezerv var. Türkiye bir tırmanışta ancak bunu görmek istemeyenler var. Ben size belgelerle konuşuyorum. Bazı sıkıntılarımız var yok değil. Yine göreve geldiğimizde IMF borcumuz 23,5 milyar dolardı. Mayıs 2013'te IMF'ye olan borcumuzu sıfırladık. ''ZAMANLA YERİNE OTURACAK, BUNLAR GELİP GEÇİCİ'' Ben dövizin de altının da zamanla yerine oturacağını düşünüyorum. Bunlar gelip geçici şeyler. Dün gerçekleşen ekonomi toplantısı da buna yönelik atılan bir adımdı. Kimse halkımızı yanıltmaya çalışmasın. Bugün dünden daha güçlüyüz, yarın bugünden daha da güçlü olacağız. Türkiye'de 17 yıl önce terörle verilen mücadeleyi bir düşünün. Bugün terörle mücadelede neredeyiz. Bu mücadele öyle ücretsiz yapılmıyor. Benim Hazine ve Maliye Bakanım Berat Albayrak ile ilgili yaptıkları karalamaların hepsi yetişemedikleri üzüme koruk deme şeklinde. Sen ülkeye bak sayısız ülkeye yardım ettik. Sayısız hastane açtık. YUNANİSTAN- MISIR ANLAŞMASI ''Yunanistan ile Mısır arasındaki anlaşmanın hiçbir kıymeti yoktur. Yunanistan'ın Libya ile ilgili hiçbir alakası yok. Biz Libya ile anlaştıktan sonra işin üzerine atladılar. Size karşı yapılmış bir anlaşma değildir diyerek bize bilgileri yansıtıyorlar ancak olsa da olmasa da biz Libya konusunda kararlılıkla ilerliyoruz. BAHÇELİ'DEN AKŞENER'E 'EVİNE DÖN' ÇAĞRISI Eski bir siyasetçi olarak Muharrem İnce'nin parti kurması doğal haktır. Bahçeli'nin Akşener'e daveti de yadırgadığım bir davet değildir. VAKA ARTIŞININ ARDINDAN KISITLAMA GELECEK Mİ? Bütün kısıtlamaların hepsi Bilim Kurulu'nun alacağı kararlara bağlı. Vaka sayısını düşürmeye çalışıyor ancak vatandaşın da bize yardımcı olması gerekiyor. Read the full article
0 notes