#hükümet karşıtı örgüt
Explore tagged Tumblr posts
Text
Trump'a Yönelik Suikast Girişimi Durduruldu
Riverside County Şerifi Chad Bianco, basın toplantısında dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Bianco, “Muhtemelen (Trump’a yönelik) üçüncü bir suikast girişimini durdurduk” ifadesini kullandı. Bu açıklama, Coachella Valley’de düzenlenecek olan Trump’ın seçim mitingine yaklaşık yarım kilometre mesafede bulunan bir polis denetleme noktasında yaşanan olayların ardından geldi. Bianco, denetleme…
#basın toplantısı#Coachella Valley#Florida#güvenlik#hük��met karşıtı örgüt#Pennsylvania#Riverside County#suikast girişimi#Trump#Vem Miller#yasadışı silah
0 notes
Text
REZİLLİĞİN "CENDERE"Sİ!
Artık doğru-yalan olduğuna, yalan'ın yatsıya kalmadan ortaya çıkacağına ve söyleyenin suratında patlayacağına kimse bakmıyor. Önemli olan "fileleri havalandırmak"; varsın "ofsayt" olarak iptal edilsin mühim değil, hakemler üzerinden "yürürüz" yine gürültü koparıriz, denilerek yapılıyor işler.
Heyhat ki bu REZİL İMAJ OPERASYONLARI sadece bir kesimin yaptığı değil, hükümet yanlısı ve karşıtı ezici çoğunluk, gazeteci, akademisyen, hukukçu, iktisatçı ve "trol güruhu" tam da böyle davranıyor.
Bir taraf kuru hamaset ve "yedirmeyiz" diyerek en utanç verici meselelerde dahi taraf tutuyor, ötekilerin zaten ahlak diye bir dertleri yok!
Bu noktada da mesele artık iyice anlaşılır oluyor tabii: Dertleri memleket değil sadece çete menfaati!
&
N'idugu belirsiz, geçmişlerinde Gülenistler eliyle beslenen gazete yazarlığı da bulunan Pehlivan Terkoğlu Barış isimli iki tipitip Metastaz-Cendere isimli bir kitap çıkardılar. Kitaptaki bir bölüm de gazetelerde manşetlere çekilerek haber yapıldı ve kitap da patlatıldı böylece. Büyük bir iddia olduğu için, kitapta daha fazlası vardır düşüncesiyle gittim bir nüshasıni satın aldım. Parama acıdım!
Odatv başlı başına bir çete (yani örgüt, yani yapı) ve orada yazanlar da tıpkı cuntacının yeğeni Soner Yalçın gibi sabun köpüğü ve tabii olarak yazdıkları da böyle!
Bektaşi gibi lafın bir kısmını alıp istedikleri gibi yaymakta yani İSTİSMAR ve ÜÇKAĞITÇILIKTA "tek geçerim" onları! Eski forumlardan topladığı "topics"lerle kitap yazan Soner de, güya darbe davalarını takip eden Müyesser de öyle; tabii olarak bu Barış-eyn de öyle!
Cendere'deki iddiaya göre, Mustafa Doğan İnal, mahkemede dosyası bulunan bir şirket ile dosyaya bakan hakimleri bir restoranda biraraya getirmiş, birlikte yemek yenmiş, dava usulünce kapatılmaya çalışılmış. Bunu yazarak "Cumhurbaşkanı avukatları işte böyle paralı işler yaparak komisyon alıyorlar" demeye getiriyorlar.
Dikkat ama, gerçekten de demiyorlar, demeye getiriyorlar. Bu da iddialarının arkasında olmadıklarının da, hukukî kıvırma yolunu tercih edeceklerinin de ispatı aslında.
Başta dediğimiz REZİL İMAJ OPERASYONLARI bunların tek derdi çünkü.
Peki Mustafa Doğan İnal hakkındaki iddia doğru mu?
Gerçi MDİ suç duyurusunda bulunduğu için olayın aslı astarı pek yakında su yüzüne çıkacaktır, o ses kaydı da dosyaya girecektir ve hiç şüphesiz dinleyeceğiz fakat ondan önce bu hadise üzerinde bir iki laf sarfedelim.
Meşhur ses kaydını üç dört sene önce enteresan birinin getirmesiyle dinleyen "black box" gönüldaş ile konuştum. Dediğini yazalım şimdi aşağıda.
Meşhur tencere tava şirketi olan T şirketi, aynı iş alanındaki E şirketini satın alıyor. Problem bundan sonra başlıyor. E şirketinin alacaklıları ortaya çıkıyor, şirketi satın aldıklarından T şirketinin kapısına dayanıyorlar. T şirketi şaşırıyor tabii. Meğer satış sözleşmesinde E şirketi bir dolap çevirmiş, borçluları da T şirketinin muhatabı olarak gostermis. Dava açılıyor işte bu safhada.
Alacaklıların baskısından bunalan T şirketi de Ankara'da bir nazırı bunaltıcı baskı altına alıyor, nazır da dosyayı inceletip dolabı görüyor ve "muteber avukat" olan MDİ'a yönlendiriyor T şirketini. Hem kitapta bahsedilen Türk alacaklıların hem de T şirketinin E şirketinin yaptığı dolabtan az hasarlı olarak kurtulma yolunu hukukî olarak bulmak için de toplantı tertipleniyor. İşte o ses kaydı da toplantıda alınıyor.
Bunu dedikten sonra, "kitapta yazılanların gerçeğin farklı versiyonu olduğuna inanıyordum, bu kadar bariz olamaz çünkü, ama o restoranda yemekli toplantı işi midemi bulandırır oldu, var mı öyle bir şey?" diye sordum. "Black box" gönüldaş cevap olarak "hayır" dedi. Ses kaydının yapıldığı toplantı, hani T şirketi idareci ve CEO'su, hâkimler ve MDİ'in olduğu, kitapta "restoranda yemekli toplantı" olarak bahsedilen toplantı, adliyede, komisyon başkanının odasında gerçekleşmiş.
Bunları çıkıp Mustafa Doğan İnal ve hakimler anlatamaz. Odatv çetesi de işte buna güveniyor: Mahkemeye bitene kadar yaygara koparıriz, ses kaydı zaten kırpıp kırpıp yapılmış birşey, "iddia ve haber hürriyeti" diye de orada -en iyi yaptığımız işi yaparak- kıvırıriz! Bu!
Niye taraflardan biriyle toplandınız da ötekine haber vermediniz, kumpas mı kurdunuz, böyle toplantı yapmak usul de var mı vs. bir sürü soru ve goygoy bahanesi ortaya çıkacak diye MDİ ve o hakimler ortaya çıkıp konuşmaz, ancak "iftira" derler, eh zaten çetenin istediği de bu.
Ses kaydında geçen para miktarı da MDİ ve hakimlerin alacakları komisyon değil, dava konusu olan miktar imiş. Kırpıp öyle koymuşlar kayda.
Ankara, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Yozgat vs., "Türkiye'de kim kimdir" listesini hafızasına ve "emanete" vermiş olan gönüldaş böyle anlattı işte. Aslında dedi bir de, o iki tipe o kaydı ses kaydını vereni de tahmin ediyorum ilavesini yaptı. Fetö kumpası tam da bu, "bilerek veya bilmeyerek" de bu kumpasın içinde yeralıyorlar, eğer o tahmin ettiğim ise veren, dedi. Bundan sonra anlattıkları ise, bu hadise ile ilgisiz tabii, ama "tahmin ettiği kişi" hakkında, çok daha vahim.
&
Cumhurbaşkanı avukatları, vitrinde olan tipler. Bunlar bir şekilde avukatlığı almış ve görevler yapmışlar. Buralara birşey dediğimiz yok. Bu unvanları ile birçok iş yapmış, mesleğe ilk girdikleri günden çok çok çok farklı bir maddi kaynağa tabiatıyla ulaşmış insanlardır. Akçeli devlet veya şahsi işlerine dikkat etmeleri baştan görevleri zaten. Görüldüğü üzere ses kaydı almak mümkün. Ve inanıyorum ki başka ses kayıtları da vardır. Bunlar beni ilgilendirmiyor. 15 Temmuz Davalarında ortaya koydukları performans ise beni, BİZİ düşündürüyor ve "illegal hukukçu" / amatör hukuk sempatizanı olarak ürperiyorum. Bunları da yazılarım da ve tweeter'da ara ara paylaşıyorum. Darbenin ana davalarında ortaya çıkan (Marmaris CB Suikasti Davası, Yurtta Sulh Konseyi Davası, Akıncı Üssü Davası), o kadar iddianame, savunma ve gerekçeli karar okuyan bana göre GERÇEĞİ KAPATAN ve Anayasa mahkemesi/AİHM'den bozularak ve ağır tazminatlarla dönecek kararların alınmasında da etkin oldular. 28 Şubat davalarında oyunları bozmak için harcadıkları performansın kızgınlığı da olabilir bunun sebebi, başka birşey de. Kızgınlık olmasını yürekten isterim, diğeri riskli çünkü. Ve bu davalar ile alakalı yazılarımda da yapılan HUKUKSUZLUKLARİ yazmaya, kulaklarını çınlatmaya devam edeceğim. Ama "hukuk herkese lazımdır" ilkesini zorluklara karşın ayakta tutmaya and içtiğimiz için, REZİL İMAJ OPERASYONLARInda da yanlarında yer almaktan kaçınmam; çünkü buradaki hedef avukat lisansı olan a ve b veya c kişisi değil, Erdoğan'dır, onu da bu zorlu süreç içerisinde ayakta tutmak siyasi bir tavırdır.
İBDA ve İbda Cepheleri, oyunbozan'dır. Bunu kimse aklından çıkarmasın.
0 notes
Text
Bağdat'ta suikast sonucu öldürülen Iraklı uzman Haşimi'nin neden ve kimler tarafından hedef alındığını yakın arkadaşları anlattı
YENİ HABER https://millisura.com/bagdatta-suikast-sonucu-oldurulen-irakli-uzman-hasiminin-neden-ve-kimler-tarafindan-hedef-alindigini-yakin-arkadaslari-anlatti-3826/
Bağdat'ta suikast sonucu öldürülen Iraklı uzman Haşimi'nin neden ve kimler tarafından hedef alındığını yakın arkadaşları anlattı
Irak Gazeteciler Sendikası Sözcüsü Mueyyed Lami’nin açıklamasına göre 2003 yılından itibaren ülkede 500’e yakın gazeteci öldürüldü.
Irak’ta sadece gazeteciler değil, 2003 yılından bu yana 100’lerce siyasi aktivist ve muhalif ya suikast sonucu öldürüldü ya da ülke dışına çıkmak zorunda kaldı.
Ülkede 1 Ekim 2019’dan beri işsizlik, altyapı yetersizliği, ülkenin içişlerine yönelik dış müdahale gibi gerekçelerle hükümet karşıtı düzenlenen gösterilerde 600 civarında protestosu öldürülürken, binlerce kişi de yaralandı.
Irak’ta son bir yılda yüzlerce protestocu öldürüldü / Fotoğraf: AFP
Bunlara son eklenen kişi de Bağdat’ta evinin önünde silahlı sonucu hayatını kaybeden güvenlik ve terör uzmanı Dr. Hişam el-Haşimi oldu.
Haşimi, İran’a yakın Şii milis grupların devlet karşıtı tutumlarını eleştiriyor ve mezhepler üstü bağımsız bir hükümet görüşünü savunuyordu.
Arkadaşları, Haşimi’in İran destekli Şii gruplar tarafından defalarca tehdit edildiğini ve suikastın Hizbullah Tugayları’nın işlediği konusunda hem fikir.
Başbakan Mustafa el-Kazimi faillerin yakalanıp adalete teslim edilmesi için söz verdi ancak, Haşimi suikastı gibi aydınlanmayı bekleyen yüzlerce dosya var.
Ancak, Haşimi’nin arkadaşları faillerin yakalanıp adalete teslim edilmesi konusunda pek umutlu değil.
“Haşimi, IŞİD ve El Kaide liderlerin yakalanmasında kilit rol oynadı”
Haşimi’nin birçok sırrını paylaştığı ve öldürülmeden birkaç saat önce konuştuğu gazeteci arkadaşı Gays el-Tamimi, dostunun neden ve kimler tarafından hedef alındığını Independent Türkçe’ye anlattı.
Terör uzmanı ve araştırmacı yazar Haşimi’nin suikastını alçakça yapılmış bir eylem olarak niteleyen el-Tamimi, arkadaşının terörle mücadele ve radikalleşme konusunda akademik olarak önemli katkılarda bulunduğunu söyledi.
Haşimi’nin Irak’ta IŞİD ve El Kaide’ye karşı verilen mücadele önemli bir rol oynadığını kaydeden el-Tamimi, hem IŞİD hem de El Kaide örgüt liderlerinin yakalanması ve etkisiz hale getirilmesinde kilit rol oynadığını kaydetti.
“Hizbullah Tugayları ile ilgili önemli bilgiler elde etmişti”
Haşimi’nin terör örgütleri ile ilgili resmi kurumlara önemli bilgiler sağladığını ifade eden el-Tamimi, şunları söyledi:
Terör örgütleri ile ilgili çalışmalarıyla önemli kuruluşlara katkı sağlıyordu. Irak emniyeti, güvenlik güçleri, Irak istihbaratı ve terörle mücadeleye önemli bilgiler sağlamıştır. Hişam suikastı kendisine yönelik tehditlerin ardından geldi. Bize gelen bilgiler suikastın Hizbullah Tugayları tarafından gerçekleştirildiği yönünde. Çünkü ölümünden önce beni aradı ve Hizbullah tarafından ölüm tehdidi aldığını söyledi. Örgütle ilgili önemli bilgiler elde ettiğini ve bu bilgilerin güvenilir olduğunu söylemişti. Zaten silahlı örgütler konusunda uzmandı.
Haşimi’nin naaşı, dün Necef kentinde toprağa verildi / Fotoğraf: Twitter
“Elinde ABD Büyükelçiliği’ne yönelik saldırı hakkında da bazı bilgiler vardı”
Geçen aralık ayında ülkeden çıkması için Haşimi’yi uyardığını belirten el-Tamimi, sözlerini şöyle sürdürdü:
Ancak kendisi Irak hükümeti tarafından korunma garantisi aldığını söyledi. Bu rağmen suikasta uğradı. İşin doğrusu Hizbullah’ın Haşimi’yi hedef almasının nedeni, örgütle ilgili bazı bilgilere ulaşmasıydı. Bu bilgiler de, örgütün koalisyon güçleri ile Irak hükümetinin ortak kullandığı karargahlara yönelik katyuşa füzesi saldırılarını içeren bazı bilgilerdi.
Haşimi’nin Bağdat’taki Yeşil Bölge’de ABD Büyükelçiliği’ne yönelik saldırı hakkında da bir takım bilgiler elde ettiğini kaydeden el-Tamimi, “Irak’ta dış ülkeler tarafından fonlanan ve desteklenen silahlı grupların mevcut olmaması yönünde sürekli söylemleri vardı. İşte Hişam’ın suikasta uğramasının sebepleri bunlar diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
“Haşimi, İran ve Hizbullah hakkında yazılar yazdığı için hedef oldu”
Haşimi suikastını bir diğer arkadaşı ve onun gibi defalarca ölüm tehdidi aldığı için ülke dışında yaşamak zorunda kalan gazeteci Ömer el-Cenabi’ye sorduk.
El Cenabi’de Haşimi’nin Irak’ın güvenliğini etkileyen ve bazı taraflara yakınlığı ile bilinen gruplarla ilgili son zamanlarda derin ve etkili bilgiler elde ettiğini söyledi.
Haşimi’nin ekranlarda ve sosyal medyada askeri üs ve Yeşil Bölge’ye füze fırlatan silahlı gruplar ve silahlı milisler hakkında konuştuğunu, İran etkisindeki Hizbullah hakkında yazılar yazdığını söyleyen el-Cenabi, “Tüm bunlar onu hedef haline getirdi. Medya, basın ve sosyal medyada birçok kişi kendisine doğrudan saldırdı. Çoğu kişi onu Amerikan ve İngiliz elçiliklerinde çalışmakla suçladı. Bu da, daha önce de öldürülen birçok kişi gibi onun da hayatını tehdit etmesi için yeterli bir neden” diye konuştu.
“Güvenlik güçleri suikastı gerçekleştirenlerin nereden geldiğini nereye gittiğini biliyor”
Haşimi’nin öldürülmesinde Irak hükümeti ve güvenlik güçlerinin ihmalinin olduğunu ileri süren el-Cenabi, devamında şunları söyledi:
Güvenlik güçleri, silahlı gruplara karşı gerekli mücadeleyi göstermiyor. Füze fırlatma hazırlığında olan bazı Hizbullah üyelerinin yakalanmasının ardından ne olduysa hükümet, bu kişileri serbest bıraktı. Yani demem o ki Haşdi Şabi’yle bağlantısı olan kişiler haricinde kimse Bağdat’ın ortasında her tarafın kamerayla izlendiği bir yerde böyle bir suçu işleme cesareti gösteremez. Herkes biliyor ki, Irak güvenlik güçleri bu suikastı gerçekleştirenlerin nereden geldiğini ve nereye gittiğini gayet iyi biliyor.
Irak’ta halk Haşimi’nin öldürülmesini protesto etti / Fotoğraf: Twitter
Haşimi gibi kendisinin de İran’la ilişkili silahlı gruplardan düzinelerce tehdide maruz kaldığını belirten el-Cenabi, suikasttan kurtulmak için sürekli hareket halinde olduğunu ve kişisel önlemler aldığını aktardı.
“İranlı milislerin devlet üzerindeki kontrolünü sona erdirmek için çalışıyordu”
Haşimi’nin neden ve kimler tarafından suikasta uğradığını anlatan bir diğer arkadaşı da Shaho Alkaradaghi.
Haşimi’yi Iraklı bir kalem ve ulusalcı bir yazar olarak niteleyen Alkaradaghi, devleti ve yasal kurumlarını destekleyen Haşimi’nin İran yanlısı milis grupların devlet üzerindeki kontrolünü sona erdirmek için çalıştığını söyledi.
Haşimi’nin araştırma ve yazılarıyla milislerin gayrı meşru ilişki ve gerçek yüzlerini çıkarmaya gayret ettiğini kaydeden Alkaradaghi, “Hişam halktan gelen bir sesti. Başbakan Kazimi’nin İran’a yakın Şii milisleri bertaraf etme adımlarını destekliyordu. Hizbullah milisleri defalarca onu tehdit etti. Gizleme gereği bile duymadan sosyal medyada öldürülmesi için teşvik kampanyaları düzenlendi. Terörist Hizbullah’ın suikastın arkasında olduğu açık ve nettir” diye konuştu.
“Bunlar fikirlerine karşı çıkan herkesi öldürüyor”
Yapılan suikast yönteminin Iraklılar tarafından bilindiğini anlatan Alkaradaghi, sözlerini şöyle tamamladı:
Irak’ta bu tarz suikastın kimler tarafından yapıldığını herkes biliyor. Daha önce de birçok aktivist ve gazeteci aynı yöntem ile öldürüldü. Bu terörist saldırı ülkede milis, çete ve mafyanın ne kadar etkili olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Bunlar fikirlerine karşı çıkan herkesi öldürüyor. Terörist zihniyetin yapacağı ancak bu kadar olur.
0 notes
Text
Evinden çıkan sarı yelekleri böyle savundu
https://haberoldu.com/evinden-cikan-sari-yelekleri-boyle-savundu
Evinden çıkan sarı yelekleri böyle savundu
Bursa Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü (KOM) ekipleri, sabah saatlerinde Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) hücre evleri olarak bilinen gaybubet evlerine yönelik operasyon düzenledi.
28 ayrı adrese eş zamanlı yapılan operasyonda Koza İpek grubu bünyesinde bulunan eğitim kurumlarında öğretmenlik yaptığı ve örgüt mensubu olduğu için meslekten ihraç edildiği öğrenilen bir şahsın evinde 19’u sarı, 9’u turuncu 28 adet yelek ele geçirildi. Özellikle son zamanlarda Avrupa’da iktidar ve hükümet karşıtı gruplarca giyildiği bilinen yelekler operasyonun en dikkat çekici ayrıntısı oldu.
SARI YELEKLERİ BÖYLE SAVUNDU
Evinde yelek ele geçirilen FETÖ’cü eski öğretmenin eşi, “Ben Dünya Çevre Örgütü üyesiyim. Bu yelekler oradan kalma” diyerek kendini savundu. Ev sahibesi yeleklerden görüntü almak isteyen habercilere tepki göstererek bir gazeteciyi darp etti. Operasyonda ele geçirilen yeleklere emniyet mensuplarınca el konuldu.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
Text
Yakın tarih izlerinden, günümüz Alman İsveç faşist yükselişine - Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-KeL Bugün 12 Eylül: Türkiyedeki Evren askeri darbesinin yıldönümü… 1980 yılında gerçekleşen darbeyle, Türkiye tarihi önemli döneme de geçişe yöneldi. Sol sosyalist muhalefet ezilirken, Neoliberal Emperyalist yapılanma adımalrı da atılmaya başladı. Bunun sonuçlarını Günümüzde AKp iktidarıyla günümüzde yaşamaktayız…. Dün ise 11 Eylül olmaktaydı: Önemli başka tarihi yakınlaşan gelişmelerle karşılaşıyruz. Sosyalizmin barışçıl geçişinin darbeyle yıkılışının Şili sayfası kanlı şekilde Alyende ismiyle yazıldı. Yine, Şili darbesiyle sosyalizme geçiş süreci engelenirken, aynen Türkiyedeki gibi Neoliebral ilk yapılanış adımları da gerçekleşiyordu… Yine, 11 Eylül günü Amerikada ikiz kule saldırılarıyla hayal denilen stratejinin BOP olayının da başlangıç günüdür. Böylelikle, ikiz Kule saldırıları hala karanlıkta kalan birçok soruyla devam ederken, Ortadoğu Projesi hızla Kültürler stratejisi siyasetiyle gerçekleşme adımları başladı. Afkanistanla başlayan süreç, Günümüzde Suriye bataklığında, Türkiyedeki Siyasal İslam iflası ve ısrarla tetiklenen iran fitiliyle bildiğimiz noktaya gelindi… Müslüman dünyası için tarihi önemi ise 11 Eylülde asırlar öncesi Hazreti Alinin Hüseyinin katledilmesi ile kökleşen mezhepsel ayrışmanın, günümüze gelince son proje ise nasıl gelinme yüzleşmesini de dileyen yapma şansına sahiptir…. Basitce başladığım yakın tarih günleri, günümüz genel politikada, otoriter liderlikleri, Ekonomik krizlerin çıkılamaz halini ve faşizmin artık normal politik seçki haline gelmesine dek gelindi. Başlangıç yıolunun döşenen taşlarla günümüz sonuçlarını, bu birkaç tarihi olayla birlikte yaşamaktayız. Artık, klasik birkaç faşist yönetim değil, dünyada iyice gelişen seçim başarılarla veya siyasal örgüt yaratarak kurumsalaştırarak faşizmin de doğalaşmasını getirdi.***** Ortadoğuda öylesi itifaklar oldu ve örgütler yaratıldı ki en gerici yobaz ve faşistleşen devletler veya örgütler, çekinilmeden özgürlükcüler diye savunulmaktadır. Sudilerden IŞİD ve Elnusraya varan gerçekler, bunun net kanıtlarıdır. Sanmayın ki salt geri kalmış veya braktırılmış ülkelerde kirlilikler,karanlıkla kol geziyor! Avrupada faşizim yükseliyorken, aBD Trump veya yardımcısı gibi liderleri de halka seçtirilmektedir. Biz son önemli Avrupa gelişmelerinden Almanya ve isveçtekine yer vereceğiz….. Avrupa artık ekonomik duranlık kağosu ile ve saldırılarla yerlebir edilen Yeni sömürge ülkelerden oluşan göç dalgasıyla da aşamazken, giderek seçenek ırkçılığa dayalı Faşist hareketlerin d seçki olmaya başladı. Macaristan, Polonya direk faşistler iktidar olurken, italyada kualisyonda bulunuyor. Danimarka gibi ülkede Y.21 oy alıyorlar. Holanda da ana muhalefete dek geliyorlardı. Almanyada yaşanan olaylar ve İsveç seçimleri bizlere artık Faşizmin öyle uzakda birkaç kişilik olay olmadığını gösteriyor.*** Geçenlerde Almanyada öldürülen Kübalı bir göçmen sonucu olaylar patlar. Resmen, göçmen karşıtı ve korku piskolojik probagandayla faşistler sokağa çıkar. Solun örgütlü oluşu ise karşılık da verilir. Parlementoda olan Alman Alternatif partisi de son seçimlerde aldığı oylarla üçüncü parti olma gücünü kulandı. Bunalr, Almanyadaki sosyal huzursuzluk ve ekonomik duranlaşma tehlikelri de ekleyince, göçmen karşıtı politikaların kitlesel karşılık bulup, günlerce yaşandığı görüldü….. İsveçte yapılan parlemento seçimlerinde ise ırkçı faşist parti Y.18 cıvarında oy alarak aslında geleceğin ana muhalif olma noktasına geldi. Buradaki çarpıcı olgu şu: Dünyanın en refah gösterilen ülkesi isveçte,Eğer faşistler yükselen oy alıyorlarsa, tehlikenin öyle geçiştirilecek basitlikte olmadığına işaret ediyor. Üstelik, rakamsal verilere göre Sosyaldemokrat hükümtin seçim öncesi karnesi oldukça iyi idi. Büyüme ve borçlardan arınma konusunda oldukça başarı rakamlar bulunuyordu. Buna rağmen isveçte aşırı sağ oylarını yaklaşıp Y.5 artırırken, Sosyaldemokratlar Y.4 yakın oy kaybetti….. Gerçi, gerek sağ gerek sol partiler Faşist partiyle hükümet kurmayacaklarını açıklasalar da sonuçta bu parti parlementoda artan sayısal vekil ile muhalefet yapacaktır. Bunun İsveç gibi ülkede olması ise dünyadaki faşist yükselişin dikate alınması gerektiği ve sermaye seçeneği olarak krizi idare edilemediği yerde iktidar yapılacağı tehlikesini de gösterdi…. Yukarda da belirtiğim gibi, salt bu iki ülkede değil, italyadaki kualisyon oluşundan Polonyadaki hükümet olan faşistlerin adım adım yerleşme süreçleri gibi oldukça kabarık liste karşımızda duruyor. Fransa ve Holanda muhalefeti yanında Avusturyada kualisyon olma Filandiyada önemli yere gelme gerçekleri, Avrupada yükselen faşizmin işaretleridir. Daha önceleri, Neoliberal süreçte Muhavazakar partiler sağa kayıp ırkçılıklarla oyları tavlarlarken, son dönemde bu yöneliş de yetersiz kalıp resmen ırkçı partilere yöneliş kitlesel olarak yoğunlaşıyor. Sorunların çözümsüzlüğü ile gösterilen hedeflerin saptırma oluş sonucu bu dalganın yükselmesine neden oluyor. Krizlerde hep kuraldır. Yönetilememe sonucu seçenekler önemlidir. Sosyalistler sistemi değiştirmek için, sınıfsal mücadelelere yönelirlerken, sermaye de faşizmi kulanıp, otoriter baskı ile ırkçılığı birleştirip kendini yeniden üretmeye çalışıyor…. Almanyada önce parlementoya, sonra bir oalyla sokağa çıkan faşizim, bu sonuçla düşündürücüdür. İsveçte ise onca refah ve iyi rakamlara karşın ırkçı parti yükseliyorsa, seçeneksizliklerin gölgesinde faşizme önemli yol açıldığını da göstermektedir. Bu resmi iyi okumak gerekir. Özellikle sınıfsal devrimci solun etkisizliği ve örgütsüzlüğü Hep sistemi daha sağa, gericiliğe ve otoriterliğe davetiye çıakrılmaktadır. Günümüz bu örneklerle neyazık ki doludur. Zaten, son seçimlerle seçilen liderlikelr bunu anlatıyor. Faşistler yönetime geldiğinde ise fırsatı deyerlendirip, faşizme adım adım yapılandırmaktadır. Özellikle İsveç sandık sonucu herkese acı içilecek dersleri göstermektedir.
0 notes
Text
"Adalet Yürüyüşü" -klikler savaşı-
Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara'dan İstanbul Maltepe'ye "Adalet Yürüyüşü" ismi altında -bu gün itibariyle- 18 gündür yürümesi menfi ve müsbet kıymetlendirmelere mevzu oluyor. Bu, elbette tabii. Tabii olmayan, kıymetlendirmelerin bazılarının değil, ekserisinin "garazkarane" olmasında. Garaz, hissi bir durum ve his ile yapılan kıymetlendirme de o kadar! Nihayetinde "Adalet Yürüyüşü" siyasi bir tavır, eylem, buna verilmesi gereken cevap veya yapılacak tenkitler de siyasi, fikrî olmak durumunda. Maalesef bu olmuyor. Bu halden üzüntü duyuyor muyum derseniz, ismi kocaman adamların bu kadar basit olmalarından ötürü kendileri açısından üzüntü duymakla beraber, hayır, aksine "olması gereken hâl" olduğu için (ve böyle de olduğu için, yani "olanda hayr vardır) memnunum (sevinçli değil) demek isterim. Siyaset, onu besleyen Fikir ve his ne olursa olsun, "akıl" işidir ve ne sıcak ne soğuk, "buz" gibidir, (buz da “nur”un tecellisidir, siyasi aklın “buz” derken “ne” ile yapılması, yaslanmasi gerektiği de hissediliyor) ve bu ruhiyatla pılmalıdır. Fakat memleket siyasetçisi ya hamaset ya hamaset karşıtı hamaset ile yani hamaset ile uğraştığından, böyle olmuyor tabii. & "Adalet Yürüyüşü"nun CHP tarafından tertiplenmesi, başlı başına bir trajedi veya komedi. Darbelerden nefes alan CHP'nin böyle bir eyleme kalkışması, bin defa tenkid edilmesi gereken nokta. Ve başka bir şey demeden, sadece darbeler ve CHP üzerine yazılsa, yeter. CHP'nin eyleminin tenkidi bu açıdan kolay yol; bunu tercih etmiyoruz. Bizim tenkid hedefimizde olan CB Erdoğan ve basın ve “sosyal medya”da konuşan Ak Partililer. Niye? Ak Parti’nin değil ama Erdoğan'ın en ufak tökezlemesinin milleti ve vatanı zora sokabilecegine fakat onun da çevresi itibariyle karşıtlarına bol malzeme verecek fiil ve lafları sarfettiğine inandığımız için karınca misali buna dur demek maksadıyla “tarihe not düşmek” gayesiyle, olur ya belki okunur umuduyla makaleyi yazıyoruz, tenkid ediyoruz. Dikkat ederseniz karşıtların tüm hareketleri, kendiliklerinden bir şey bulmaktan ziyade, -en tesirli yol olan- düşüncesizce, hamaset dolu söylenmiş laflarından veya hareketlerinden hayat buluyor. “Adalet Yürüyüşü” denilen eyleme dair söyledikleri de, eylemin “tesir edebilecek potansiyel gücü”nden ziyade, imalar, zanlar ve şahsileştirme üzerine ki, yanlış! Zanlar üzerinden hareket edilerek söylenen laflar ile tenkid, sadece boş laftan ibarettir ve yalan olduğu da ortaya çıktığında, ters teper. & CHP durup dururken "yürümeye" kalkmadı, herhalde. Sebebi neydi? MİT Tırları Davasında yargılananlardan 3'ün1'i olan kendi milletvekili Enis Berberoğlu'nun, diğer sanıklardan çok daha ağır (müebbet hapis) bir şekilde cezalandırılması ve temyiz safhasının tamamlanmasının beklenmeden hemen tutuklanması, "yürüyüşe" çıkmanın bahanesi oldu. Hemen o gün alınan kararla Ankara Valiliği ile ilgili bakanlığa başvuruda bulunarak hükümetin koordinasyonu içinde "yürümeye" başladı Kemal Kılıçdaroğlu. Yürüyüş, izinsiz veya yasadışı değil kısaca, satır aralarında anlatılmaya çalışıldığı gibi, CB Erdoğan'in hangi zekai (!) danışmanınca uyduruldugu bilinmez "oradan yürüyorsanız, bizim lütfumuzladir" garip, absürt cümlesi de bunu teyit ediyor zaten. O cümle "istersek engelleriz" değil, "izin verdik" anlamındadır. (Vermeyip izin ne olacaktı?) MİT Tırları Davası ise başlı başına hukuk eğitimi için kullanılması gereken, hatalarla dolu bir dava. Hukuk, objektiftir; niyet / subjektif durumlar, hukukun mevzusu değildir. Hadisenin olduğu 2014 Ocak ayından üç ay sonra, nisan ayında MİT Kanunun "silah ve mühimmat nakliyesi" cihetinden DEĞİŞTİRİLİP, güncelle uygun hale getirilmesi dahi, ne ve kim için götürülüyor olursa olsun, o tırların "o an" için silah veya mühimmat taşımalarınin kanunda yazmayan bir durum olduğunun ifadesidir. MİT ve bağlı olduğu yer, kanunu uygun hale getirmeyip, "ben yaptım oldu!" tatbikatının (usulsüzlük ve kanunsuzluk) ne derece büyük bir hata olduğunu çok acı bir şekilde öğrenmiş oldu. Tırları durduran savcı, polis ve askerlerin Gülenist olmalarının, dikkat edin, bu usulsüzlük teşebbüsüne müdahil olmaları sözkonusu DEĞİLDİR. Bilakis bu usulsüzlük ÜZERİNDE hayat bulmuşlardır. Farkı, anlatabildim mi? Siz, kendi yaptığınız ve tatbiki ile mükellef olduğunuz Kanun ve Yönetmeliklere UYMAZSANİZ, "delik deşik olmuş hükümet ve Ankara ve Devleti" uzun süredir "gözleyen" grublara istemedikleri kadar malzeme vermiş olursunuz. MİT Tırları Davası, benim nazarımda sadece budur. Bu sebeple de tırları durduran savcı ve kolluk güçlerinin yargilanmalari, "eger durdurma sebebiyle ise" düpedüz saçmalıktır. Siz bunların "örgüt işi" olarak"durdurma eylemini" yaptığını iddia ediyorsanız, bunu delillendirmek mecburiyetindesinizdir. Bunun için de -hukuka uygun bir şekilde- önce FETO dediğiniz örgütü tespit etmeniz, bunu ceza mahkemesi ile teşhir etmeniz, ardından o savcı, hakim ve kolluk memurlarının FETO üyesi olduklarını ispatlamaniz, bu “tir eyleminin” de örgüt tasarruflu olduğunu tescil ettirmeniz lazım. Zor mu bu? Zor veya kolay, ama ne kadar berbat olsa da mevcut kanunlar ve yüksek mahkeme kararları “örgüt ve örgüt üyeliği”icin bazı kıstaslar getirmiştir ki, bu esasta da olması gerekendir, bunlara uyarak, yani tatbiki ile mükellef olduğunuz kanunlara uyarak fiili tamamlamak gerekmektedir. Bu yazdıklarımı FETO'nu korumak diye anlayabilecek zekai (!) okurlar olabilir, yanılırlar; 1989 senesinden bu yana “ceza kanunlarının muhtelif maddeleri” ile yargılanmış, son yüksek mahkeme kararları ile biraz nefes almaya başlamış, kendi davasında tatbikini istediği hukuki anlayışı, başkasına farklı uygulayın deme ahlaksız tavrına bürünemeyen biri olarak görün, yeter. 15 Temmuz gecesi Kısıklı'da, Erdoğan’ın evinin önünde tankları bekleyen, gelmeyince Çengelköy'den gelen destek çağrısı üzerine oraya gitmeye kalkan, özel harekatçı ekibin “burda kalın, gelebilirler” demesi üzerine tankları bekleyen biri olarak yazıyorum bunu: Herkes için adalet; adil bir yargılanma! MİT Tırları için bir dosya açılacak ise, olayın dört gün sonrasında “iste Suriye'ye giden mühimmatlar” diye resimli manşet atan Perinçek'in Aydınlık gazetesine dava açılmalıydi. Devlet sırrı ifşa olduysa, ifşa eden Aydinlik idi; diğerleri ifşa edildikten sonra yayın yaptılar. MİT Kanunu'nun hadiseden dört ay sonra “nakliye” cihetinden tadil edilmesi, o an -yalan, kurgu veya doğru,- ihbar üzerine tırları durduran savcı ve kolluğu da temize havale eder. Dedik ya, MİT Tırları Davası saçma bir davadır, sebebini görmüş olmalısınız: Dava açılacak ise bu, Erdoğan’ı “Suriye’ye silah sevki” ile manşetten itham eden ve “devlet sırrı”ni ifşa eden Aydınlık olması gerekirken, onlara hiç dokunulmayip, savcı ve kolluk ile Cumhuriyet'e açılıyor! Erdoğan'ın Beştepe'de ve hususen de ayrı, aynı zamanda hükümetin “sürüsüne bereket” güya hukukçu ordusu var, biri bile “yapmayin beyler!” demedi mi acaba?! Bununla beraber düşünülmesi gereken nokta da şu: Perinçek, geçen gün “yargi altın çağını yaşıyor” dedi. Biz biliyoruz ki, Can Dündar ve K. Gün tutuklandıklarinda mahkeme heyeti ilk celseden de önce tahliye verecekti ama “Ankaradan birileri” buna büyük tepki gösterdiler. Hatta bu heyetin adını FETO’cuya çıkardılar. Nihayetinde de mahkeme zaten bu ikisine sadece “sirri ifşa”dan ceza vermek zorunda kaldı. Kastım şu: Bu “altin çağ”dan bahsedenlerin, şu anki Cumhuriyet idaresi ile, ezel eski kan davaları mevcut malum, acaba Erdoğan'ı da bu dava konusunda “ikna edenler” bunlar olmasın?! Bu bir şüphe elbette sadece. Ama mevcut kanunlar çerçevesinde dava açılamayacak olanlara dava açıp ceza yağdırılir, suçlu olanlara ise dava bile açılmaz ise, bu şüphe yayılır! [“17/25 milattır” açıklamasının “o tarihte uyandık!” anlamı haricinde hiçbir hukukî karşılığı yoktur. Var diyen hukuku bıraksın! “Milli Ordu’ya Kumpas, Kemalist Aydınlara Kumpas, Çözüm Süreci İhaneti başlıkları ile levhalanan işler sizin zamanınizda olacak, Mustafa Kemal'in sümük mendilini bile huşu ile seyrederek tiynettekiler de bunun hesabını sormaya kalkamayacaklar!!! Çok yakında güvendiğin dağlara -karanlıkları AYDINLIK yapan- karlar yağmaya başlayınca anlar/sınız bunu!] & K. Kılıçdaroğlu yürüyor. Mizacından, bugüne kadarki siyasi hayatından apayrı bir tavır gerçekleştirerek, tarih boyunca misalleri olan “yürüyüşler” gibi yürüyor. 70’lik bir insan gün içinde belirli bir mesafe kat etmeyi planlayarak, böylece uzun yürüyüş süresi içinde hem ülke hem dünya gündeminde yer almayı “garantileyerek” ve elbette ana muhalefet partisi lideri unvanı ile yürüyor. Şurası kuşkusuzdur: Kılıçdaroğlu “yaşının, nefesinin, bileğinin hakkı ile” bir muhalefet lideri OLMUŞTUR BU EYLEMİ İLE! Arkasında şunlar var, fikri şunlar verdi, şantaj zoruyla yürüyor vs. Bunlar bir yanadır. Gerçek olan, yürümesidir. Belediyeler ve hükümet destekli onca sivil toplum kuruluşu var müslümanların, bir sürü yerde “ekmek süt” dağıtıyor, yurt filan yapıyorlar. Ama ne 28 Şubat Tutsaklari için ne Mavi Marmara için (hususen davadaki rezalet için) bu biçimde bir tepki göstererek ortaya çıkmadilar. Onların yürüyüşleri, Tünel'den Taksim'e kadar!!! Ve belki de sadece bunun için, çoğu ya devlet bürokrasisi içinde ya gazete ve TV programcısı olan STK sorumluları, 70 yaşındaki Kılıçdaroğlu'nun “uzun süreli yürüyüşüne” laf sokmak, illa arkasında “birilerini” bulmak için utanmazca uğraşıyorlar. Bu asalak sürüsü, Kılıçdaroğlu 9 Temmuz'da Maltepe’ye,bırakın denildiği gibi bir milyonluk kitleyi, yüz veya elli binlik kitle ile vardığında, bunun aktüel ve siyasi tesirlerini acı acı görmeye başlayacaktır. & Ak Parti’nin goygoycu veya idarecileri, Kemalist Batıcı Kanat içerisinde yer alan, Gülenistlerin şehvete tutularak abartılı dosyalar hazırlaması ile “pacayi kurtarmayı beceren” kökü İT Firkasina dayanan “9 Mart’ci Ekip” ile işbirliği yapıp onlara “Yargida / Baroda Birlik” ile “altin çağı” yaşatmaktan bir an önce vazgeçmelidir. Bu, dünya siyasetini anlamamak olduğu gibi, müslümanların hassasiyetini de umursamamak demektir. Kılıçdaroğlu için söylenen “kaset ile geldi” vurgusu doğru ise, o vurgunun arkasına da bakmak gerekiyor: CHP’nin yeniden düzenlenmesi, eski katı Kemalist tutumdan ve bunun müsebbiblerinden temizlenmesi idi maksat ve buna da “erdiler”. Perinçek ve bazı CHP kökenli muhaliflerin şu anki CHP idaresine Gülenistler ile işbirliği yaptıkları yönündeki ithamlarınin arkasında da bu “kuyruk acısı” mevcuttur; Kılıçdaroğlu'na Perinçek ağzıyla “vurmak”, Gülenistlere vurmak değil, "9 Martçı Ekibe" hayat sunmak demektir. Ama bütün bunların da yani tenkid ettiğimiz saçmalıkların arkasındaki ESAS MESELE, halihazır hükümetin yani Erdoğan’ın ona buna yaslanmadan, kendi başına adım atacak argümanlara (hadi Fikir diyelim) sahip olmaması, bu duruma mecbur kalması, herhalde. Yoksa, “kasabın bıçağını yalamak” ile eşdeğer bu davranışlara niye girsin? Erdoğan’ın anlaşıldığı kadarıyla -eksigi yok fazlası var-, eski “YTP” çevresi, “2. Cumhuriyetçi” çevre ve elbette “9 Martçı Ekip” ile çevrelenmiş. Oysa bu grublar BİRBİRİNİN TAM ZIDDI! Son grup hariç diğerleri Gülenistler ile “devletin dönüşümü” için 17/25’e kadar rahatça çalışmış iken, son grup “dönüşen devletten def edilecek” olandır ve işte bütün bu gruplar Beştepe’de ! Garip ama gerçek! Bir tarafta Avdeti olduğu malum Can Paker ve ekibi, bir tarafta “stalinist sol”dan nefret etmiş, DGM avukatlığı ile “özgürlük mücadelesi” vermiş Liberal-soldan Mehmet Uçum, bir tarafta bunların ikisiyle de iş yapan Sivil Toplumcu Ayhan Ogan, diğer tarafda da “altın çağ yaşayanlar”... Tüm bunların üzerinde iç ve dış siyasetin emanet edildiği DP/DYP kökenli bakan ve bürokratlar... Aslında bu durum, “bir” devlet olmadığını, herkesin kendi politik faydasına hareket ettiği “klikler idaresi”ni ortaya koyuyor. Erdoğan’ın bir öyle bir böyle laf ve uygulamalarının arkasında da bu gariplik olsa gerek. Bu durumun tehlikesi ise aşikardır. & “Adalet Yürüyüşü” üzerinde düşünürsek, bu grublarin elbette İstanbul’a varış için muhtelif planlar yapmış olmaları tabiidir. Oysaki en tâbii davranış, hiçbir şey yapmamak! Maltepe cezaevine gelsinler, nutuklarıni atsınlar, isterler ise Silivri önünde daha önce kurulduğu gibi “çadır kurup” kalmaya başlasınlar, hiçbir polisiye tedbir tatbikinde bulunmamak, çevre güvenliği ve yürüyüş idarecileri ile irtibatlı olarak provokatif hareketleri engellemek dışında hareket etmemek, en makul olanıdır. Gerisi hep PROVOKASYON OLACAKTIR. Hele, Maltepe'ye vardıkları gün veya öncesi Enis Berberoğlu'nu Sincan'a sevketmek ise en büyük provokasyon olacaktır. Ve inanın 9 Martçı Ekip ile DP/DYP kökenliler bunu yapmak için uğraşıyorlardir. & Erdoğan, yanlış ve hatalı bir dava sonucu ortaya çıkmış bu TEHLİKE DOLU YÜRÜYÜŞÜ inşaallah bu gruplara uymadan “itidal ve sabır” içinde karşılar. Yoksa, gerçekten fena. Notlar: 1) Elbette illa öyle olacak değil tabii ama tarih boyunca gerçekleşen “-uzun- yürüyüşler” başarılı olmuş, hedefleneni yakalamış, ya devrim ya değişim sürecini başlatmıştır. 2) “Yürüyüş” en fazla basına tesir etmiştir. 3) “MİT Tırlarına yönelik durdurma eylemi elbette soruşturulmalidir. Bunda kuşku yok. Fakat bu soruşturmanın “ilk açılan” soruşturma olmasına dair hukukî altyapı üzerinden itirazlarımiz var. Ve elbette yanlış sanıklara... 4) Hukukçu değilim; şöyle yazayım: Hukuk fakültesine gidip bunun eğitimini almadım. Başına açılan belalar (soruşturma ve davalar) sebebiyle, o bela kadar ve o belanın sarktığı alan kadar mevcut hukukî “uygulamayı” biliyorum. Daha da önemli olan aslında bir "inkılapçı" olmam sebebiyle bu sahada konuşmamak muhal zaten! Görmediğim noktalar olabileceğini (uygulamada) kabul etmemek, inattir. Fakat zaten mesele de bu: UYGULAMA DEDİĞİNİZ NE VE BEN ZATEN BUNA KARŞIYIM! Kanun şöyle derken, UYGULAMA yani statükonun bekçisi iki üç aklı evvel adalet bürokratı veya hakiminin farklı veya dar kapsamlı yorumunun memleketin düzenini alt üst ettiğine inanıyorum. Eğer kanunu dar kapsamlı yorumlayan bu Uygulamacılar varsa ki var, onların dayandığı “sakla samanı gelir zamanı” sözünün misali Kanun ve Yönetmeliklere de karşıyım. 17/25, Böcek, Selâm Tevhid Örgütü Kupası, Millî Ordu’ya Kumpas Davaları, Hocaefendiye Kumpas Davaları vs. süslü ibarelerle anlatılan ve her daim bir “kumpasa” bağlanan ama sanki o “kumpasçıların” sadece kendileriyle-kendisi ile uğraştığını ZANNEDEN ANLAYIŞA/KAFAYA da karşıyım. Ergenekon davaları sürecinde gördük ki, hükümet kendine darbe yapıldığı iddiasıyla soruşturmaları desteklerken, ortaya çıkan delillere ve oradan çıkarılan yeni davalara bir baktık “hocaefendi ve hizmet erlerine kumpas” ön planda imiş!!! Sanıklar ise başka telden! Onlar da “orduya kumpas” deyip bu kumpasin faillerinin sadece kendileri ile uğraştığını anlattılar. Bunlar bitti derken, 17/25 ile öğrendik ki nerdeyse orduya kumpas dahi Ak Parti’ye kumpas içinmiş! Her devrin lanetlisi Müslümanlar ile Kürt Hareketi, kendilerine verilen cezaları hakketmiş, hiçbir şekilde kumpasa gelmemişler ama! Ortaya çıkan "Uygulama”, bu! Bizden de buna razı olmamız isteniyor! HSYK hâkim ve savcıları uzun bir gerekçeli karar ile kapı dışarı eder, bunlar da Millî Ordu’ya Kumpasçılar ile 17/25’ciler olur, siz bu gerekçeli karar ile kendi mahkemenize başvurmaya kalktığınızda ise, “Uygulamada böyle değil” denir. Bu uygulama hep “anası güzel olanlara” mı uğruyor? Tüm Hizbullah davalarını sil baştan edecek “digital deliller” meselesi (ki sene 2000!) ERGENEKON davaları ile tahdid edilmiş olmasına rağmen, bir türlü Hizbullah sanıklarına “uygulanmaz”... Yeniden yargılama kararı verilmiş dosyalar, ya eski kararın yenilenmesi ve “Ankara halletsin” denilerek bağlanır veya beraat verilmiş olsa bile temyizde sıraya bile alınmaz. Ve bize de bu Uygulamaya, bu Kanun ve Kafaya rıza göstermemiz, oyunu bu kurallar içinde oynamamız dayatılır. Bunu kim, hangi ahmak kabul eder? İşte “karşıyım” dediklerim, bunlar. Siz okuyucu buna karşı değil misiniz? Hukuk, statükonun bekçisi olmuş veya koltuk şehvetine tutulmuş hukukçu denilen müsvettelere bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir. Ve tüm değişim ve devrimler, -az veya çok önemli- hukukî iltimas veya kayırmalar üzerinden gerçekleşmiştir. “Adalet Yürüyüşü” bu açıdan da mühimdir işte!
#Adalet Yürüyüşü#Kılıçdaroğlu#İBDA#Erdoğan#HSYK#Perinçek#9 Martçı Ekip#Can Paker#Ayhan Ogan#Mehmet Uçum#Hizbullah#PKK#15 Temmuz#Ergenekon#Herkes İçin Adalet#Adil Yargılanma
1 note
·
View note