#gece hayvanları
Explore tagged Tumblr posts
alperen1emre · 1 year ago
Text
Beni 1 kez kandırabilirsin 😺😼
61 notes · View notes
sertsiken0606 · 2 months ago
Text
Merhabalar Hasan kardeşim ben Arzu beni tanıyan herkes ismim ile aynı olan Arzu okay a benzediğimi söyler gerçekten Arzu okay ya çok benziyorum ben şuan 39 yaşımdayım size anlatmak istediğim hatıram başımdan geçeli tahmini 17 yıl kadar oldu 22 yada 23 yaşımdaydım 16 yaşımda amca oğlum ile nikahsız olarak zorla evlendirildim. Ne o beni ne ben onu istiyorduk amca oğlum ile bir anlaşma yaptık aynı odayı paylaşacak fakat cinsel ilişkiye asla girmek dahi istemeyecektik ilk amcam vefat etti ardından annem kocam olacak amcaoğlu askere gidene kadar annem ve amcam vefat etmişti Vahit diye bir amcamız daha var o da kocam askerdeyken öldü diyeceksiniz ki neden nasıl bu kadar ölüm birden oldu Rusya ya çok yakın bir yerde oturuyorduk Çernobil nükleer santrali patladığında etkilenmişler ben dahil bütün köy halkı kanser kocam askerlik görevini tamamlamış eve geri dönmemişti bana artık başının çaresine bak ben İstanbul a gidiyorum diye mesaj attı babama mesajı gösterdim babam çok kızdı benim bakire olduğumu bilmiyordu belliydi bu şerefsizin seni yarı yolda bırakacağı keşke evlendirmeseydim seni bu şerfsizle dedi İstanbul da bulunan bütün akrabaları aradı gelirse vurun şerefsizi dedi o sırada yaşım 21 felandı babam iş kurmak için şehre gitti o zamana kadar pek evden çıkmayan ben köyde dolaşmak için dışarı çıktım gezerken çok yakışıklı uzun boylu esmer bir adam bana burası neresi diye sordu bende Artvin Hopa bilmem ne köyü dedim adam Gürcistan da yaşayan bir Türkmüş ismi Hasan Hüseyin miş adam nasıl buraya geldiğini hatırlamıyordu koluma girdi biraz aksıyordu demek ki ya dövmüşler yada düşmüştü evimize götürdüm adamın bütün cepleri parayla doluydu balya balya paralar çıkıyordu akşam üzeri babam geldi Hasan Hüseyin ile tanıştılar o gece sabaha kadar sohbet ettik babam başımıza gelenleri tek tek anlattı ertesi gün uyandığımda babam yoktu kahvaltı hazırladım Hasan Hüseyin i kaldırmak için odasına gittim aman Allahım adam 31 çekiyordu çok uzun ve çok kalın bir siki vardı beni görünce saklamaya çalışıyordu kahvaltı hazır banyo yapıp gel dedim aklımdan siki çıkmıyordu utanmıştı ama benim aklım oradaydı babam evde yoktu ama heran gelebilirdi hayvanları otlatmam lazımdı ve geç bile kalmıştım kahvaltı yapıp çıktım Hasan Hüseyin de peşimden geldi 2 inek 1 dana 4 te keçimiz vardı suyun kenarında yeşilliği uzandım o sabah gördüğüm siki düşünerek hayellere dalmıştım ki Hasan Hüseyin yanıma geldi öpmeye başladı karşılık veriyordum bir çırpıda soyunduk sevişmeye başladık o kadar güzel yalıyordu ki kendimi ona bıraktım altında kollarımı yana açıp onun yapacaklarını bekliyordum bacak arama başını soktu yok böyle bir zevk resmen zevkten dört köşe olmuştum doğruldu sikini amıma sürtüp birden yüklendi ahhhh diye bir ses çıkarttım hızlı girip çıkıyordu ben zevkin en üst noktasındaydım bir ara sikini çıkardı önüne baktı sen bakiremiydin dedi evet dedim devam etti girmeye o girdikçe zevkin ne olduğunu anlamaya başladım artık kadındım hava kararana kadar seviştik hayvanları ahıra koyduk eve girdik babam gelmişti TV izliyordu Hasan Hüseyin babama 300 milyon para vereyim bu kızı bana ver nikahlı karım yapayım dedi babam bana hiç sormadan kabul etti o gece sabaha kadar yine seks yaptık 6 gün daha köyde kaldık sonra önce Gürcistan Batum a gittik oradan İstanbul a gittik nikah kıydı babam göremedi nikahımı ama . Şunuda belirteyim o ilk kocam salak amcaoğlu şimdi kocamın şoförü şimdilerde çok lüks bir hayat sürüyorum iyi ki adamla karsılaşmışım.
32 notes · View notes
selcandy · 1 month ago
Text
Kuşadası’nda nereden baksan 15-20 domuzluk sürüyü kovalayan sokak köpeklerinin videosunu görünce aklıma geldi; Çin’de 1959’da yaşanan büyük kıtlığın Mao Zedung’un ‘hümanist’ katliamından ileri geldiğini biliyor musunuz? Bu arkadaş 1958 senesinde serçeler yılda 4.5 kilo tahıl tüketiyor, insan hakkı yeniyor diyerek ülkenin tüm serçelerden arındırılmasına karar veriyor. Halkın bazı kesimleri örgütlenip serçeleri ve yavrularını öldürüyor, yumurtalarını eziyor, yuvalarını falan bozuyor sistematik olarak (bir yerden tanıdık geliyor mu?). Hatta öldürülen serçe başına para alan topluluklar falan var (BİR YERDEN TANIDIK GELİYOR MU?). Bir yıl içinde koca ülkede tek bir serçe bile kalmıyor ama o da ne? Bu sefer de tüm tarım alanları normalde serçeler tarafından uzak tutulan tırtıl, çekirge, yaprak biti gibi haşereler tarafından istila ediliyor ve senede 4,5 kilogram tahıl zararını geç, adamların yiyecek tek bir ürünü bile kalmıyor ellerinde.
İki senede (güya) 15 milyon insan ölüyor arkadaşlar ama gayriresmi rakamlar 43 milyon ölüm falan diyor. Zaten Çin tam da o dönemde böcekti yarasaydı, saçma sapan şeyler yemeye başlıyor. Çaresizlikten. Covid’in çıkış noktasını düşünürseniz; bu kıtlığın günümüzde hala tüm dünyayı etkileyecek boyutta olduğunu görebilirsiniz. İlginizi çektiyse çok daha detaylı verilerin olduğu onlarca kaynak bulabileceğiniz bu hadiseyi yeniden ilk cümleme bağlayacağım. Son yıllarda özellikle Ege taraflarında artan “domuzlar şehre indi” haberlerini bu gidişle “domuzlar insan leşi yedi” versiyonuyla duymaya başlarsınız. Sonra ‘60 yılında Kanada’dan Çin’e getirtilen serçe sürüleri gibi köpek falan getirirler ülkeye bi’ yerlerden. Bu arada güncel olarak Çin’de serçeler özel olarak korunuyor falan, öyle bir gerçek de söz konusu.
Köpeklerin ekolojik sistemdeki yeri yadsınamaz, zaten bu yüzden evrimsel bir süreç hasıl olup kurtların evcilleştirilmesiyle “köpek” diye bir tür var olabildi. İnsanı insanın zararına olan şeylerden korusun diye. 15,000 yıl önce de avcıları gücünün yetebildiği tüm yabanilerden korumuştur modern kurtlarımız, tıpkı bir gün evvel sokakta sürüleşen domuzları yabana doğru kovaladıkları gibi.
Hani mevcut hükümetimiz insana çok değer veriyormuş gibi insanın iyiliği için katlediyor ya bu hayvanları, hani bazıları da “önce insannnnn” deyip duruyor. Asıl o beğenmediğiniz köpekler veriyor hakkını olm “önce insan” cümlesinin, hem de 15,000 yıldır. Ama o pembe etli götlerinizi kaptırın yabanilere de görelim insaniyetinizi sizin de inş. Bundan sonra her gece yattığımda edeceğim dualardan biri de budur.
Kaynaks:
Frank Dikötter. Mao’s Great Famine: The History of China’s Most Devastating Catastrophe, 1958-62. London: Bloomsbury, 2010.
Tiziano Terzani. Behind the Forbidden Door. Allen & Unwin, 1986.
34 notes · View notes
beyzben · 3 months ago
Text
Şimdi buraya kedi sahibi oluşumu anlatacağım. Ben uzun yıllardır kedi istiyordum ama ailem evde hayvan beslenmez düsturuyla yaşayan insanlar. Köyde zaten evin bahçesinde bir sürü kedi, köpek bakıyoruz, çok şükür hayvanları seven, şefkatle yaklaşan insanlar.
Ben yaklaşık bir yıldır üniversite sebebiyle ablamla beraber ayrı bir evde yaşamaya başlamıştım. Uzun zamandır yakamı bırakmayan mental sağlık problemleri bu şehirde yaşadıklarım ve yalnızlığım sebebiyle arşa çıkmıştı. Sonunda bende görünür hasarlar olduğu anlaşılınca tedaviye başladık. Ağır bir tedaviyle başa çıkmaya çalışıyordum ve elimden geleni yapıyordum ama yine bütün gün ve gece yalnızdım. Bu da işimizi zorlaştırıyordu. Sonunda ailemin bazı üyeleriyle konuştum ve onay aldım. Allah razı olsun bana sadece dediler ki, yeter ki sen iyi ol ne lazımsa onu yapalım.
Böylece her yere haber saldık. Kedi sahiplenecektim. Yaklaşık bir ay bekledim. Bazen tam oldu işte dedik sonra aksiliklwr çıktı, vazgeçildi falan.
Gelelim düne. Ben stajdan çıktım yorgun argın eve geldim. İçimde dayanılmaz bir dürtüyle evi köşe bucak temizledim. Bugünden bakınca diyorum ki, kedi eve gelmeden önce zaten iyice temizlik yapılır ya, onun nasibiymiş meğersem.
Sonra bugün, akşam üzeri telefonuma bir baktım. Ablam kedi geliyor kediii yazmış. Anlatmış da anlatmış kediyi. Ben tabi heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Kendimi rüyadayım sanıyorum. Aradım hemen ablamı. Dedi işte az sonra bizim eve getirecekler kediyi. Ben de yoldayım eve geliyorum. Hemen kalktım evi düzenledim. Sahibini içeri davet ederiz diye çay demledim, kek kurabiye tabakları hazırladım. Başladı heyecanlı bekleyiş. Birkaç saat sonra, 19:40 sularında, ablam kapıya çık diye aradı. Ben de kapıyı falan ardımda açık bırakmışım koşuyorum terliklerle djmsksmakamwksk yüzümdeki gülümsemeden yüzüm ikiye ayrılacak gibi. Kalbimin atışı sanki dışarıdan gözüküyor gibi hissediyorum.
İşte o an. Luna'mla, bebeğimle ilk karşılaşmamız. O kadar minik, o kadar tatlı bir şey ki anlatamam size. Kedinin eski sahibi gelemediği için bir akrabası ile göndermiş kediyi. Çok tatlı bir ablaydı. Yüzümüzdeki heyecandan mutluluktan anladı bence Luna'ya ne kadar iyi bakacağımızı. İyi ki bizim onu sahiplendiğimizi, bizi çok sevdiğini, içinin çok rahat olduğunu söyledi. Hatta, 24 yaşındayım ama , yanaklarımı seve seve sıkıp öyle gitti. Her zaman evimizin onlara açık olduğunu söyleyip uğurladık.
Eve girince mamasını, suyunu, kum kanını ayarladım derhal. Ve birkaç saat boyunca sadece kıpırtısız oturup Luna'nın stresini atmasını bekledim. Her yere girip çıktı, kokladı, atladı, zıpladı, yattı, yuvarlandı ve sonunda rahatladı. Ufak ufak ablamla bana yakınlaşmaya başladı. En sonunda da kucağıma aldım bebeğimi. Ay nasıl mutluyum anlatamam. Kelimelere sığmaz.
Ufaktan bi alerjimiz olduğu için ablamın da benim de boğazımız gıcıklandı ama o kadar umurumuzda değil ki fksmskwksowmkw zaten ne kadar alerji olursa olsun kedi sahibi alışıyormuş kendi kendisine. Hem öyle ağır bir alerjimiz de yok. Bir iki gün içinde çıkıp bütün eskik malzemelerini alacağım güzelimin. Sonra da veterinere götürüp genel kontrolünü yaptırırım.
Şimdi Luna karanlık bir köşede uzanmış dinleniyor. Hatta uyudu bile. Ben hiç dokunmuyorum ona. İyice rahat olsun istiyorum. Alışınca zaten gelir benimle yatar.
İşte böyle. Allah'ım. Bana Luna'mı nasip ettiğin için, böyle anlayışlı ve sevgi dolu bir aile bahşettiğin için, dünyanın en iyi ablasını bana verdiğin için, mutluluğu bana hak gördüğün için sonsuz kere teşekkür ederim. Şükürler olsun. Şükürler olsun.
29 Ağustos Perşembe, 2024
3 notes · View notes
okuryazarlar · 1 year ago
Text
Tumblr media
Türk futbolunda dün akşam utanç verici bir gece yaşandı.
Ankaragücü BaşkanıFaruk Koca, takımının Çaykur Rizespor ile oynadığı maçın bitiş düdüğünün ardından sahaya girerek müsabakanın hakemi Halil Umut Meler’e yumruk attı.
Saldırının ardından yere düşen Meler’in bir gözünün şiştiği görüldü, Koca'nın beraberindeki bazı kişiler yerdeki Meler'e tekme atarak saldırmaya devam etti.
Ülkede her şeyin çivisi çıktığı gibi sporda da tüm dünyaya rezil olduk dün gece.
"Eskiden öyle miydi? Artık rahat rahat doktor dövebiliyoruz.“ dan şimdi rahat rahat hakem dövebiliyoruza kadar geldi toplumsal şuursuzluk.
Korkarız ki adalet tesis edilmedikçe, nüfusu güçlünün kazandığı mağdurun mağduriyeti ile kaldığı bir ülkede bunlar yaşanmaya devam edecek.
Öğretmeni dövdüler, sessiz kalındı. Doktorları dövdüler, sessiz kalındı. Polisi dövdüler, sessiz kalındı şimdi de hakemi dövdüler. Yine sessiz mi kalınacak? Birkaç kınama mesajı ile geçiştirilecek mi? Göreceğiz.
Kurye Yunus Emre Göçer'e çarpan üçüncü sınıf Somali diktatörünün oğlunu elinden kaçıranlar, adaletsizlikle ülke vatandaşlarının hakkını savunamayanlar toplumun harcına nifak tohumu edenler şiddeti kendinden olunca göz ardı edenler, kadınlara şiddeti meşrulaştıranlar, hayvanları katledenlere ses çıkarmayanlar, doğayı talan edilmesine izin verenler nedeniyle ülkenin çivisi her alanda çıkmaya devam ediyor. Çünkü düzen bozuldu.
Dün gece siyasi nüfuslu bir kulüp başkanı kendinde o gücü bularak spor müsabakasında sahaya dalıyor ve hakeme şiddet uygulayabiliyor. Yandaş ve şakşakçıları destek oluyor, tribünler alkışlıyor. Şiddet sarmalı normalleşerek ülkeyi sarmaya devam ediyor.
Dolandırıcılar, fenomenler, rüşvetçiler, yolsuzlukla yolunu bulanlar, hırsızlar, halkı soyanlar, mafyatik çeteler, dini kullanarak halkı aldatanlar, holdingleşen tarikatler, doktor, polis, öğretmen dövenler, hayvanları ve doğayı talan edenler, ülkeyi mülteci deposuna çevirenler ve şimdi hakeme yumruk atan yöneticiler.
Olayların failleri hak ettikleri cezaları almadıkça, kamu vicdanı rahatlamadıkça, şiddet vandalizmi daha büyük şiddeti doğurmaya maalesef devam edecek ve ülkede adalet kavramı tabelada yazan bir kelime olarak kalacak.
Önde rDeniz Çavuşlar yazdı.
10 notes · View notes
kahvemsogumadan · 1 year ago
Text
Tumblr media
İyi geceler. Burada paylaşmadım ama instagram da paylaşmıştım, bir kedi sahiplendim aslında miştim. Şimdi olay şöyle oldu ben hayvanları aşırı seviyorum Hüma desen deli oluyor. Kuş aldık zamanında ama olmadı. Sonra ben gittim üzerine de düşünmeden kediyi aldım eve geldim. Zaten yavruydu 2,5 aylık falandı. Hüma bayıldı sevinçten delirdi. Bende çok sevdim ama Hüma sevgiden kediye zarar verecek gibi oldu işin doğrusu. Kedi korkup kaçıyor bizimki kovalıyor. Sarılıyor sarılırken boğacak gibi oluyor. Sonra bence ben bu işi çok ciddi düşünmedim maddi olarak da zorlar mı falan derken ben çok ciddi bir panik atak geçirdim. Hayatımda çok ciddi anlarda olur bu durum ama o gece de olunca ben kediyi sahibine geri verdim. Hüma aşırı üzüldü, ben dünyanın masrafını yapmıştım hepsi yandı. Her şeyi geçtim sabah sakinleştiğim de çok ağladım. Aslında iki gündür kedi aklımdan çıkmıyor deli gibi ağlıyorum. Sahibini arayıp panik yaptığımı falan söyledim ama haklı olarak o da kediyi düşünerek hayır dedi. Bilmiyorum ben bu kedi defterini kapattım sanırım. Ama Hüma o kadar çok sevdi ki, kediye deli gibi karşı olan annem onun o halini görünce neden geri verdin dedi.
7 notes · View notes
emreandersson · 7 months ago
Text
GECEGEZEN
Gecegezen kızlar var yalnız şehrimde hangi yanı yalın ayak arşınlasalar  kehribar memelerinde bir damla aşk ile sokak lambalarına ağlarım  uyuz bir yarasa gibi bende. Deli doludur kanatlarımın açıklığı tüylü kalbim incinirse diye  çeker vururum kendimi oracıkta ve karamsar tinim ayık kalır  denizlerden çıktığımızın akşamında. Misafirin cebindeki son kahvaltının demidir yakar midemi işi gücü olmayan sıkıntının  çözülemeyen gizli aritmetiği ve yaklaşan güzün cehennem sanki nemi. Kimin alnında varsa yaralar saklıdır altında yatan niyeti gizdir saklaman gerek şu izbe zihnini. Gece inen hayvanları var bir başına şehrimin sokakta yalnızlar, kuduz ama iyi kalpli birileri.
2 notes · View notes
yurekbali · 1 year ago
Text
Tumblr media
“küçük İskender” anısına... (28 Mayıs 1964, İstanbul - 3 Temmuz 2019, İstanbul) * * * küçük İskender'in Walizi - Haydar Ergülen “İskender de Attilâ İlhan gibi bir ‘şair-i maderzat’ bence, yani ‘anadandoğma şair’, o nedenle yazmak için yaratılmış olanlardan, yani yazmamak elinde değil! Üstelik de çok yazmasının kime zararı var, doğrusu bunu da bilemem, Enis Batur çok yazıyormuş, ne güzel demek ki yazabiliyor, istediğini okursun, tümünü senin okuman için yazmıyor, işte İskender de öyle. İskender Türkçenin en zeki şairlerinden, yazarlarından. Onun şiiri bir ‘gökkuşağı’ tam anlamıyla. Renkli, farklı, zengin, çeşitli, yüksek, doğal, yalın, derin, katmanlı, coşkulu, düşündürücü, zevkli, enerjik, akıllı, duyarlı, komik, ironik, lirik, epik, erotik, eleştirel, sivri dilli, yaramaz, asi, tehlikeli, korkusuz, pervasız, argolu, sokak dilli, koyu, bireysel, toplumsal, tümüyle laik bir şiir; evrensel, kalıcı ve evet herkese göre bir şiir. Daha doğrusu çok şiir! İskender’in sözgelimi “uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın/ hani bir de ağustos köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde” dizeleriyle başlayan “Uzun” şiiri (ki çok severim, hatta en sevdiğim şiirlerinin başında gelir; tek kusuru, yıllar önce İskender’e de söylemiştim, ‘kısa’ olması; şaka gibi, adı ‘Uzun’, kendisi ‘kısa’ bir şiir) ‘çok’ ve ‘çoğul’ şiirinin örneklerinden biridir. “leyla, sen bir heves değilsin baharda/ çiy değilsin, kırağı değilsin,/ mahmurluk hiç değilsin sevdada!” dizeleriyle başlayan “leyla”, onun çok şiirinden bir başka örnektir. Ya da “Meleğin mesleğini sordunuz bana;/ Camcılıktır o, dedim. İnsan ham ışıktan/ yapılmıştır ki bu da/ suyun gizlediği mürekkep ve sıla” dizeleriyle başlayan “kalbin ders saati” ise çoğul şiirinden bir diğer örnektir. İskender yüksek, çok, çoğul ve sürekli şiiriyle hem kendisine hem başka şairlere yol ve alan açan bir olanaktır. Yalnızca şiir yazan biri değil bir ‘şiir açıcı’dır ki, şiirini bir olanak olarak sunan, var eden tüm büyük şairler, onlarca yıl belki bir yüzyıl sürecek bir etki alanı oluştururlar. Büyüklükleri yüzyıl ya da yüzyıllarla ölçülür, ki onlara ‘yüzyıl şairleri’ denilse yeridir. İskender de benim “1980 Yüzyılı” olarak tanımladığım kaotik yüzyılın şairidir, belki de yüzyılın damgasını en çok vurduğu ve yüzyıla damgasını en çok vuran şairlerden. Cumhuriyet dönemi şiirinin o okunmadan eksik kalacağı bir şair. Yıllar önce, şimdi aramızda olmayan bir şairimiz bir ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri Antolojisi’ hazırlamıştı. Gençlerden, o zaman gençtim, beni de almıştı antolojisine, fakat baktım küçük İskender yok, o zamanlar Varlık’ta ya da Radikal gazetesinde, ‘benim antolojiye alınmamın önemli olmadığını, fakat küçük İskender’in antolojiye alınmamasının çok önemli olduğunu’ yazmıştım. Hâlâ öyle düşünürüm. 80 Kuşağı diyelim birkaç büyük şair armağan etmiştir Türk şiirine, bunların başındaysa küçük İskender gelir, Birhan Keskin gelir, Ahmet Erhan gelir... Waliz Bir’de (Can Yayınları, Kasım 2016) “Bazı şeyleri öğrenmeyi reddettiğim için bağımsızsam, imgelerin kontrolü kolaylaşıyor. Hayal gücünü sıfırlamaya çalışan sistemli öğretilerden saklanan hayvanları arıyorum hayatıma sızan. Biz büyük bir aileyiz.” (s. 44) diyordu. küçük İskender’in bavulunda, ‘waliz’inde en azından bir yüzyıla yetecek şiir ve dize var. Yazıları ise şiirini sardığı kâğıtlar gibi daha yolda okumaya başlanacak türden. küçük İskender: Bağımsız, eliaçık, gönlüaçık, cömert bir şair. Şairlerin en zengini.” - Haydar Ergülen, küçük İskender’in Walizi (Şairin Bavulu / Portreler) * * * uzun - küçük İskender   hüseyin alemdar’a uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın hani bir de ağustos, köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde; hani bir de masada rakı, aşkta endişe tükenmişse uzun yazlardan sözeden kadınlardan çok korkacaksın bir ağaç, gece vakti tırmanmaya kalkışmışsa ölü ren geyiklerine! uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden korkacaksın hani bir de taşlı tozlu yollar, deli gibi koşuyorsa gözbebeklerinde; hani bir de devrimde inanç, vücutta takat tükenmişse uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden çok korkacaksın bir çocuk, gece vakti sapanla vurmaya kalkışmışsa sınırdaki askeri! uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın hani bir de intihar, fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde! hani bir de kâğıtta mürekkep, kâinatta şiddet tükenmişse uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse! uzun sözcüğünden korkacaksın hani bir de kısaysa yazılırken bile! - küçük İskender, uzun (lezzetli tümörler lokantası / gözyaşlarım nal sesleri) - Görsel: Mehmet Adıyaman (küçük İskender)
11 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years ago
Text
-İnsan Zihni-
Bir çok katıyla, koridorlarıyla, toplantı odaları ve konferans donanımlarıyla esrarengiz bir oteldir insan zihni. Resepsiyonda tartışma götürmez mantık hükmeder gündüzleri. Geceleri her şeye göz kulak olur bir neandertaler. Hayat tarzlarının hepsi temsil edilir bu otelde. Bazı odalarda pazarlığı yapılır önemli sözleşmelerin, planlanır hoyrat reformlar. Suç eylemleri ve cinayetler düşünülür. Resepsiyonist kapıyı çalarsa burada ve bazı kişisel sorular sorarsa, geri çevrilir gürültülü bir küçümseyen kahkahayla. Başka odalarda filozoflar oturur, sözcüklerin ip cambazları, şamanlar ve şevkli sofular. Zemin katta aldırış etmeden çalar hiçliğin büyük davulcusu, ki besler sürüngenleri ev hayvanları gibi. Her yerde hummalı bir etkinlik. Karar anlarında herkes çağrılır konferansa, gece ya da gündüz, büyük problemler ya da incir çekirdeğini doldurmayan konularda danışmak için. Hiçbir gündem maddesi ya da toplantı başkanı yoktur; hızlı bir şamatada ortaya çıkar ve kaybolur sorular. Her biri kendi tonunda lafı birbirlerinin ağzına tıkayarak tartışır. Bazıları mantıktan ya da sağduyudan yararlanır, başkaları ulumayla, şikayetle, şarkıyla, küfürle, dualarla ve dehşet çığlığıyla ifade eder kendilerini. Yaşlı ruhlar yüksek sesle okur ölü bir dilin sözcükleriyle anlaşılmaz tekerlemeleri. Çok nadir karar verilir bağlayıcı bir anlaşmaya. Ansızın geri döner odasına herkes, hepsi kendi değişmez karmaşasıyla önyargılı. Resepsiyonda tertemiz yıkanmış, iyi giyimli bir kişi dolanıp durur. Kendisini Benlik diye tanıtır ve otelin müdürü olduğunu iddia eder; bütün kararların kendisi tarafından verildiğine sizi temin eder; otelin rasyonel mantıkla ve en modern ilkelerle yönetildiğini iddia eder. Kendisini biraz şüpheyle dinleyin – Otelde kalan diğer kimseler pek de aldırış etmez O’nun otoritesine.
(”Element”ten, 2004) Niels Hav (d.1949, Danimarka) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
11 notes · View notes
felisya · 1 year ago
Text
 Yüzyıllar önce zayıf ve çelimsiz bir kız yaşarmış. Çok yalnızmış, ne bir ailesi ne de yanında durup ona sahip çıkacak kimsesi varmış. O yüzden elinden geldiğince dünyayı gezip sevip sevileceği insanları bulmaya karar vermiş ve yola koyulmuş. Ormanın içinden geçerken bir avcıyla karşılaşmış, avcı onu az daha vuruyormuş. Doğrulup "Senin gibi küçük ve zayıf bir kız ormanda tek başına ne demeye geziyor olabilir? O kadar çelimsiz duruyorsun ki seni az daha sincap zannedip vuruyordum." demiş avcı. Kız bir şey demeden sadece avcıya bakmakla yetinmiş bir süre. Sonra ağzını açıp "Benim kimsem yok. Sen benim babam olur musun?" demiş yalvaran gözlerle. Avcı afallamış, ormanda yalnız ve kimsesizce dolaşan bu kızın niyetini tam olarak anlamamış. "Neden senin baban olayım? Gidip kendi babanı bul. Ben böyle iyiyim." demiş. "Benim babam yok. Doğduğumdan beri hiç babam olmadı. Düştüğüm zaman kaldırıp 'Geçti, sorun yok.' demedi. İçimde gizlediğim onlarca farkı duygu ve düşünce diyarından hiçbirini onunla paylaşamadım. Bana bir kez olsun 'Sen çok değerli ve sevilesi birisin.' demedi kimse." diye yanıtlamış kız avcıyı. Avcı kızı yanına alma hususunda hiç istekli olmasa da ona az da olsa acımış. "Ben senin baban olamam, sen de benim kızım olamazsın. Ama avlanırken bana yardımcı olmak istersen gelip kulübemde benimle birlikte yaşayabilirsin. Hiç değilse sıcak bir yuvan olur ve karnın doyar.". Yuva kelimesini ilk defa duyuyormuş kız, ne olduğunu anlamamış ancak avcıyı daha fazla rahatsız etmemek için başka soru da sormamış. Akşam olunca avcının kulübesinin yolunu tutmuşlar. 
Dışarıdan parlak ve iç açıcı dursa da kulübenin içi aslında çok soğuk ve ruhsuzmuş. İçeri girdiği gibi ürpermiş küçük kız. "İçerideki bu hava da ne böyle? Dışarıdan bahçesindeki rengarenk çiçekleri ve bir sürü meyve ağacacı ile bu kadar güzel görünürken içerisi nasıl bu kadar kasvetli olup insanın ruhunu sıkabilir?" Anlam verememiş, yine susmuş. Avcı yemek yaparken kızın da ona yardımcı olmasını istemiş ve tabakları çıkarıp masaya yerleştirmesini rica etmiş. Kız yanlışlıkla  tabakları elinden düşürüp kırmış. Hızlıca dönmüş avcı, hiddetli gözlerle kıza bakıp ardından "Hiçbir işi beceremez misin sen? Alt tarafı tabak koyacaksın. Bu kadar işe yaramaz olduğunu bilseydim seni yanımda getirmezdim." demiş. Kız avcının bu sert tepkisi karşısında çok korkmuş, elleri titreyerek toplamış kırık cam parçalarını. Sonra dikkatlice kurmuş masayı, tekrar bir hata yapmamaya çalışarak. Ardından karşılıklı oturup yemeklerini yemeye başlamışlar. Kız avcının gözlerine bakamıyormuş. Sanki girdiğinde soğuk olan kulübe artık daha da soğuk hissettiriyormuş. Yemekleri yedikten sonra kız masayı toplamış, ardından yatmışlar. Ertesi gün güneş daha doğmadan kaldırmak istemiş avcı kızı çünkü bir an önce kahvaltısını yapıp ava çıkması gerekiyormuş. Kız tüm gece yaşadığı üzüntü ve hayal kırıklığı sebebiyle uyuyamamış oysaki, avcı kapısına gelip ona seslenince uyanamamış yorgunluktan. Avcı biraz sonra tekrar gelmiş, kız gözlerini açmış ancak geri uykuya dalmış. Avcı üçüncü gelişinde öyle bir bağırmış ki, sıçrayarak uyanmış küçük kız. Korkuyla etrafa bakınmış ne olduğu fark edemezken. Ürkek adımlarla kalkıp yüzünü yıkamış ve avcının yanına gitmiş. Avcı kahvaltı yapıyormuş. Kız da gergin bir şekilde masaya yanaşıp sandalyeyi çekmiş ve oturmuş. Ayrıca kulübe dün soğuk olduğu gibi bugün de çok soğukmuş. Üstelik dışarıdan cama güneş ışıkları vurmasına rağmen çok da karanlıkmış içerisi. Yine susup yemeklerini yemişler. Ardından kalkıp ava çıkmak için hazırlanmışlar. Ormana vardıklarında avcı dönüp "Ben av tüfeğimle avlanacağım, sen küçük olduğun için sana silah veremem ama sen de tuzak kurup hayvanları o şekilde yakalayabilirsin," ardından gülümsemiş, "hem beraber güzel bir şeyler yakalarsak akşama ziyafet çekebiliriz". Kız avcının gülümsediğini görünce kaşlarını çatmış ama hemen geri düzeltmiş. "Dün ve bu sabah çok sinirli değil miydi? Neden şimdi gülümsüyor?".
 Avcının yine kızmak yerine gülümsemesi belki de i��ini rahatlatmalıymış kızın ancak kız nedenini bilemediği bir şekilde daha çok kırgın hissetmiş kendini. Gidip tuzak kurmak için uygun bir yer bulmuşlar ve avcı hızlıca kıza nasıl tuzak kuracağını göstermiş. Ancak kız daha önce hiç böyle şeylerle uğraşmadığı için tam olarak kavrayamamış nasıl yapıldığını. Tekrar anlatmasını istemiş avcıdan. Avcı: "Öff kaç defa daha açıklayacağım? Anlamayacak ne var? Dikkatini bile vermiyorsun sonra sorup duruyorsun." diye homurdanmış ve tekrar göstermiş nasıl yapılacağını, ardından da kızın denemesini istemiş. Kız çömelmiş ve kafası karışmış bir şekilde ipleri dolamaya başlamış ancak tam olarak avcının yaptığı gibi başarılı bir sonuç elde edememiş. Avcı tekrardan sinirlenip "Ben mi senden çok şey bekliyorum acaba? Küçük dahi olsan bu kadar basit bir şeyi başarabileceğini düşünmüştüm onu da yapamadın. Hiçbir zaman doğru bir şey yapamıyorsun, senin sonun ne olacak böyle? Senin yaşındakilerin elinden her şey gelirken senin yapabildiğin tek bir şey dahi yok. Bırak yapma istemiyorum, git, kulübeye geri dön. Gözüm görmesin seni." diye çıkışmış. Kız şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş bile, halbuki o da bir insanmış ve bir şeyleri yanlış yaparak öğrenmesi en doğalı değil miymiş? Ancak öyle görünüyor ki, avcı sert ve hatalara asla göz yummayan, hiçbir şekilde tolerans göstermeyen bir adammış. Avcının sarf ettiği sözler canını öyle yakmış ki gözleri dolmuş istemsizce. Avcı yine kıza dönerekten "Hala burada mısın sen? Bir de ağlıyor musun utanmadan? Her şeyde de ağlanmaz. İyice soğuttun kendinden, nefret etmeye başladım senden." demiş sesini daha da yükselterek. Orman sessizliği bürünmüş birden. Sanki hayvanlar dahi susup onların kavgasını izliyormuş öteden. Kız neden yapamadığını açıklamak istemiş avcıya ancak avcı kıza müsaade etmemiş, arkasını dönüp gitmiş ve tek kelime dahi söyletmemiş.Acı ve çaresizlik içinde bakakalmış küçük kız avcının arkasından. Sonra dönüp ağlaya ağlaya koşmaya başlamış gerisin geriye doğru. Gözleri ıpıslak olduğu için görüşü bulanmış, ne yöne koştuğunu görememiş. Ancak içinde kabarıp taşmakta olan duygularla koşmaya devam etmiş, yorgunluktan nefesi kesilene kadar durmamış. Sonunda hava kararmış. Gözyaşları yüzünün her yerini ıslattığı için her rüzgar esişinde üşüme giriyormuş küçük kızın içine. Nerede olduğunu anlamak için kafasını kaldırıp dikkatlice etrafı süzmüş, nereye geldiğine dair hiçbir fikri yokmuş. Anlaşılan yine yalnız kalmış. Eskiden de her daim yalnızmış ancak şimdi eskisinden farklı olarak kalbinde büyük bir boşluk da hissediyormuş. Kendini hiçbir şeyi beceremeyen, hiçbir şeyi anlamayan, sevilmeyi hak etmeyen değersiz bir insan olarak hissediyormuş artık. Koşarken kulübeyi geçip gitmiş üstelik bir de uzaklaşmış. 
 "Belki de böylesi daha iyi olur." diye mırıldanmış kız gökyüzüne bakarken. Aslında orman çok da büyük olmadığı için istese ve çaba sarf etse kulübeyi bulup geri dönebilirmiş ancak o soğuk ve kasvetli havaya tekrar maruz kalmak istememiş. Üstelik "Avcı beni zaten en başından beri istememişti, oraya geri dönersem sadece onun sinirlerini bozup yine benden nefret etmesini sağlarım, en iyisi onu kendi haline bırakıp hiç rahatsız etmemek, zaten ben orada olsam da olmasam da onun için fark etmez." diye düşünüyormuş. Arkasını dönüp ağır adımlarla yürüyerek ormandan çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş. Kulübe o kadar uzakta kalmış ki artık, istese dahi bulamazmış bir daha orayı. Kendisini ne seven bir insan ne de bir yuva bulamadan, devam etmiş yolculuğuna, gözleri boşluğa bakaraktan...
5 notes · View notes
alperen1emre · 1 year ago
Text
Birini sevdiğin zaman bir çözüm bulursun fırlatıp atmazsın,ona özen göstermelisin bir daha bulamayabilirsin çünkü....
-Gece Hayvanları
42 notes · View notes
adl1bbed · 12 days ago
Text
Bölüm 190: On beş imparatorluk fermanının ağırlığı
Jinwushu'nun sözleri Qi Yan'ın kalbine dokunduysa da, etkisi kısa sürdü. Bu çocuğun dedikleri, çocukça şeylerdi en nihayetinde. Gerçekçi değillerdi.
Jinwushu'nun dilediği şeyi, Qi Yan dilemiyor muydu sanki?
Ayrıca annesinin, Kağan babasının ve meimei'sinin; dört kişilik ailelerinin huzur ve mutluluk içinde yaşamasını da dilemişti.
Ama onun dileklerini kim yerine getirebilirdi?
Jinwushu başını arkaya eğip Qi Yan'a baktı, ardından asık bir suratla, "Baba?" dedi.
Qi Yan atın sırtından atlayarak indi, sonra Jinwushu'yu da aşağı indirdi. "Baba-oğul" ikilisi el ele tutuşarak kademeli bir bayıra geldikten sonra Qi Yan gelişigüzel şekilde bir yeri işaret etti, "Ben küçükken, çayırların her yanında çadırlar vardı. Bu topraklarda sığırlar ve koyunlar dolaşırdı. Yerleşmek için otlak seçer ve mevsimler geçtikçe yolculuk ederdik. Çocuklar koyun gütmek, avlanmak için neşe içinde atlarının özgürce dörtnala koşmasına izin verebilirdi. Yıllarca acı acı ders çalışmaya gerek yoktu, böyle de hayatlarını mutlu ve rahat bir şekilde geçirebilirlerdi. Yılın ikinci yarısında çayırların üç büyük kabilesi söylenmeye gerek olmadan, dönüşümlü olarak Çimenli Ovaların bir araya toplanmasına ev sahipliği yapardı. Tüm çayırlarda ateşkes ilan edilen ve herkesin şenlik ateşinin etrafına toplanarak şarkı söylediği ve dans ettiği bir zamandı. Tüm kabileler o zaman diliminde, tartışılmaya gerek olmadan geleneksel ateşkese uyardı. Hiç kimse ani düşman istilasından endişe etmezdi. Wei Krallığı'nda bir deyiş vardır: 'sokaklarda bırakılmış eşyalar, gece kilitlenmemiş kapılar'. Burada yaşayan insanlar doğaları gereği ondan çok daha sağlam bir karaktere sahipti. Çayırların çeşitli kabileleri her sene savaş verse de, sadece zengin otlaklar ve kış için besi hayvanları uğruna savaşırdık, asla birbirimizi yok etmezdik. Daha güçsüz olan kabile kendi isteğiyle çayırlardan çekildiği müddetçe tüm kabilelerini koruyabilirlerdi. Nispeten küçük olan bazı kabilelerde kış için yeterli besi hayvanı yoksa, hiç kuşkusuz büyük kabilelerden ödünç alabilirlerdi. Belgeye ya da teminata gerek olmazdı. İki Kağan bunu tartıştığı sürece, çoğu kabile söz verilen tarihte aldığı borcu geri öderdi. Sana soruyorum, daha önce Wei Krallığı'nın böyle bir boyutuna şahitlik ettin mi?"
Jinwushu şaşkın şaşkın başını iki yana salladı. Daha çok küçük olduğu için Qi Yan'ın bahsettiği boyutu idrak edemiyordu, fakat adı geçen şeyin çok iyi bir şey olduğunu belli belirsiz hissediyordu.
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları kıvrıldı, ardından gözlerinden kararlı bir ifade geçti, "Ama bunların hepsi yok oldu. Ansızın yerden birbiri ardına kale şehirleri yükseldi, Çimenli Ovaları parçalara ve zerrelere ayırdı. O kaya yığınlarının altında, çayırların insanlarına ait sayısız iskelet yatıyor. O kale şehirlerinin altında kaç insan haksız yere öldü? Öte yandan, o şehir duvarlarını inşa etmenin ardındaki amaç, sadece Çimenli Ovalar üzerinde daha iyi kontrol sahibi olabilmekti!"
Qi Yan'ın sesi aniden kesildi, fakat göğsü hâlâ yoğun bir şekilde yükselip alçalıyordu.
Uzun bir süre geçtikten sonra Qi Yan Jinwushu'nun başını okşadı ve alçak bir sesle şunu dedi, "Biz, farklıyız. Şimdilik Çimenli Ovalarda kalıyor olsan da, yaşın büyüdüğünde hayatta izleyeceğin yolu özgürce seçebilirsin. Şu andan itibaren, bir şansı bulunduğu sürece baban seni geri Wei Krallığı'na götüreceğine söz veriyor, tamam mı?"
Jinwushu: "Tamam!"
Qi Yan yere çömelip serçe parmağını uzattı. Jinwushu'nun serçe parmağına dolayınca, kederli bir şekilde ekledi, "Baban artık geri dönemez, ama durum senin için farklı. İşler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bizim Qiyan ailemizde Jing ile Wei krallıkları arasındaki nefretin bir sonraki nesil tarafından devralınmayacağına dair söz ver. Artık asla intikamı düşünme, ben ölsem bile."
Bunları demeyi bitirdiğinde, Qi Yan'ın gözlerinden hayret dolu bir ifade geçti. Kalbindeki belirli bir tele dokunulmuş gibiydi.
Jinwushu ile etkileşim içinde olduğu günlerde, Qi Yan nihayet ve gerçek manasıyla bir ebeveyn olmanın nasıl hissettirdiğini deneyimlemişti.
O anda, Qi Yan gözlerinin önündeki çocuğun, kendinin yıllar önceki haline benzediğini hissetti. Sadece, Qi Yan'ın Jinwushu'dan farklı bir insana denk gelmesi çok yazık olmuştu.
Babası hâlâ hayatta olsaydı... Hiç şüphesiz o da bu nefretten sıyrılmayı başaramazdı. Fakat Qi Yan babasının da kendisi gibi yapacağına, her şeyi kendi omuzlarına alacağına inanıyordu. Ve eğer başarısız olursa, kesinlikle bunu ona ve Xiao-Die'ye aktarmaya çalışmazdı.
... ...
Nangong Wang Qi Yan'ın hayal ettiğinden daha dirençli çıkmıştı, bu yüzden Qi Yan birkaç gün daha çayırlarda kaldı. Nangong Wang artık neredeyse nefes alamaz olunca Bayin'e veda etti.
Jiya hâlâ Qi Yan ile başkente dönmeme konusunda kararlıydı, fakat Nangong Wang'a, akrabalarını ziyaret etmek için gelirken bindiği aracı tahsis etti. Ayrıca Yanran arazisine dönerken Qi Yan'a eşlik etmesi için bir muhafız birliğini görevlendirdi.
Her ne kadar başkent Luo'nun kuzeyinden çok uzakta olsa da, Nangong Jingnu'nun yazdığı şey bir imparatorluk fermanıydı. Bundan ötürü haberciler hiç durmadan at değiştiriyor, istasyon geçtikçe başka bir haberciye bırakıyordu. Böylece hızlı atlar imparatorluk fermanını çabucak Yanran arazisine ulaştırmıştı.
Nangong Jingnu her gün bir emir salıyordu. Şimdi toplam on beş adet, Jiya ve Nangong Wang'ı derhal başkente çağıran imparatorluk fermanı salınmıştı.
Meclis yetkilileri bundan, Majestelerinin muhtemelen günlerinin sayılı olduğunu hissettiği için bu denli acele ettiği çıkarımını yaptı...
Bazıları onun Nangong Wang'ı veliaht seçme niyetinde olduğu tahmininde bulunurken, bazı yüksek yetkililer şöyle düşünüyordu: Nangong Wang bir varis seçmek için geri çağrılıyor olmalıydı fakat Veliaht Prens, Nangong Wang olmayabilirdi de. Bu sadece gelecekteki çekişmeleri önlemek adına onun mağlubiyeti tamamen kabullenmesini sağlamak içindi.
Ama halktan insanlar böyle düşünmüyordu. Politikadan pek anlamıyorlardı ve ondan ziyade imparatorluk ailesinin sırlarını deşmeyi tercih ediyorlardı. Majesteleri İmparatorun bu kadar telaşla Baş Cariye Ya'yı saraylara çağırdığını görünce, kim bilir kaç tane temkinli oyun yapıldı, fakat bunu açıkça belirtmeye cüret edemediler. Yalnızca, Nangong Wang'ın güzel bir kadına göz koyduğunu ima etmek için bazı eski hikayeler uydurmakla yetindiler.
Ve bu haber sınavlarda defalarca başarısız olmuş parasız pulsuz bazı öğrencilerin kulağına gidince, hayatta uğradıkları hüsranları ve meclise olan öfkelerini fırçalarına toplamışlardı. Nangong Rang'ın krallık yerine güzel kadınları sevdiğini çeşitli şekillerde ima ettiler. Bu koca yaşında aklının beş karış havada olduğunu, güzel bir kadının büyüsüne kapıldığını anlatan romanlar yeri göğü kaplıyordu.
İçlerinde en ünlü olan bir tanesi vardı ki basılacak olsa yok satardı. "Gülmeyen münzevi" takma adını kullanan bir yazar, "Wei malikanesinin manzaraları" adlı bir roman yazmıştı, hikaye ise ana hatlarıyla: Wei malikanesinde doğmuş bir hizmetkarın adım adım kâhya pozisyonuna çıkmasını ve genç efendiyi çiğneyerek Wei malikanesindeki asıl otoriteye sahip olmasını konu alıyordu. Ve bunu ise kendi konağını kurması, büyük bir servete ve güzel kadınlara sahip olması izliyordu.
Ç/N: Burada geçen wei karakteri 魏 bu. Krallığın İkinci Prensin adından farklı.
"Wei malikanesinin manzaraları" iğneleyici bir mizah kullanılarak yazılmıştı ve kurgusu da oldukça dahiyaneydi. Fakat keskin gözlere sahip olanlar, Wei malikanesinin Wei Krallığı'na atıfta bulunduğunu çözebilirdi. Hizmetkar olarak doğmuş birinin yükselerek kâhya olması, Nangong Rang'ın bakanlığa çıkmasını; bundan sonraki olay örgüsü ise onun kendini İmparator ilan etmesinden sonra yaşananları işaret ediyordu.
Bu kitap halkın dünyasında bir dönem boyunca taze kaldı ve herkesçe duyuldu. Ta ki yıllar sonra... bir sonraki İmparator tarafından yasaklanana kadar.
Ama bu daha sonranın konusu, bu yüzden şimdilik bundan bahsedilmeyecek.
Bu esnada, posta güvercinleri de You vilayetine varmıştı.
Nangong Sunu o posta güvercinlerinden her birinin bacağında, üzerinde en küçük kız kardeşinin imza mührü basılı olan el yazısı mektuplar buldu. Dikkatsizce davranmaya cesaret edemediğinden, derhal Fuma'sına— Zhenbei Generali Shangguan Wu'ya bundan bahsetti.
Karı-koca yarım günlüğüne kapıları kilitleyip gizli bir tartışma yaptı, sonrasında Shangguan Wu hemen o gece yüz elli bin süvarisini harekete geçirip şehrin korunması için elli binini bıraktı. Kuzey kapılarından şehri büyük bir güçlükle terk ettiler.
Yüz elli bin kişilik ordu, karanlıkta yol aldı. Heybetli bir birlik olmalarına rağmen, görünürlerde tek bir kıvılcım dahi yoktu. Gün ağarmadan hemen önce You vilayetinden tamamen ayrılmışlardı.
Nangong Wang'ın ciğerlerinde son bir nefes daha vardı, bundan ötürü Qi Yan yolculuk sürelerini kasten uzattı. Yanran arazisine Nangong Wang'ın cesedini götürme niyetindeydi. Ve tam bu zaman zarfında, acil imparatorluk fermanları kar taneleri gibi Anujin'in masasına yağmaktaydı.
İlk imparatorluk emrini teslim aldığında Anujin hâlâ bir miktar soğukkanlıydı. Fakat para hiç dert değilmiş gibi her gün bitmez tükenmez biçimde gelmeye devam ettiler, üstelik her yeni emir bir öncekinden daha sert bir üslup taşıyordu.
Anujin daha fazla sakinliğini koruyamadı. Kendi nüfuz alanının farkındaydı ve geçmişte Wei Krallığı'nın çelik süvarilerinin gücüne tanıklık etmişti. Üzerine kafa yorduktan sonra Anujin, Çimenli Ovaların geçici "barış ortamı" karşılığında Jiya'yı bir kez daha feda etmeye karar verdi.
Ve böylelikle, güvendiği birkaç astını Wulan şehrine yolladı. Jiya geri dönmeyi kabul etmezse onu zorla göndermeyi dert etmezdi.
Bu keşmekeşin tümü patlak vermek için aynı zamanı seçmiş gibiydi. Beşinci Prens Nangong Da'nın kısıtlanma dönemi henüz bitmemişti, fakat "Beşin Tarafı"ndaki yüksek yetkililer daha fazla sessiz kalamazdı. Söylentilerin doğru olma ihtimalinden endişe ettikleri için, İmparatora rapor verdiler: Nangong Rang, Nangong Da'nın salınma tarihini öne alsın.
Lakin, "Nangong Rang" bir kez daha hasta düştü. Artık paravanın arkasından meclisi gözlemeye de gelmiyordu. Tüm raporlar bizzat Sijiu gonggong tarafından teslim alınıyor, sonra denizdeki bir çakıl taşı gibi yok oluyorlardı.
Baş Katip Xing Jingfu bir kez daha meclisin başına geçti, fakat bu sefer, Sol Danışman Lu Boyan ve Ayin Bakanı Gongyang Huai yardımcı konumundaydı.
Bu sebeple "Beşin Tarafı"ndaki yüksek yetkililer gözlerini Xing Jingfu'nun üzerine çevirdi. Çeşitli bahanelerle ona Nangong Da'nın serbest bırakılması için yalvardılar. Fakat Xing Jingfu sahiden de meclisin Nangong Rang'ın eliyle yükselmiş bir yapı direğiydi; maharet ve sükunet ile bu baskının üstesinden geldi, tutukluluğa son vermeyi reddetti.
O sırada Nangong Jingnu da boş durmuyordu. Kaygı verici bekleme süreci sırasında, şiddetli manevralar kullanarak Xie An'ın icabına bakmıştı.
Nangong Jingnu Chen Chuansi'yı Xie An'ı ziyaret etmesi için Ceza Bakanlığının hapishanesine yolladı. O ikisi kim bilir ne hakkında konuştu, fakat Xie An o öğleden sonra bir itiraf imzaladı ve üzerine atılan tüm suçlamaları kabul etti. Ayrıca, öncesinde çamur attığı yüksek yetkililerin istisnasız hepsinin peşini bıraktı.
Üç divan bu ifadeyi iç meclise sundu ve ifade, büyük bir hızla Nangong Rang'ın kırmızı işaretini elde etti: Xie An'ın işlediği bütün suçlar ölüm emrini garantiliyor, lakin ilk itiraf etme niteliğine sahip olduğu göz önüne alındığından, ölüm cezasına çarptırılmayacak. Xie An'ın mal varlığına iç meclis tarafından el konacak ve onun adı altındaki işletmeler krallık hazinesine yatırılacak. Xie ailesindeki üç nesle mensup erkekler asla bir yetkili olamayacak, kadınlar ise aristokrat ailelerle evlenemeyecek. Halihazırda yetkililerle evli olanlar boşanacak. Meclis kararıyla: atalarından kalan arsalara el konmayacak. Xie ailesinin kökenlerinin Jiao vilayetinde olduğu keşfedildi, bu sebeple Xie ailesinin tüm üyeleri derhal memleketlerine doğru yola çıkacak. Bu dava, ötekilere de ders olsun. Eğer tekrar bir yetkili ile bir tüccar arasında gizli anlaşma meydana gelirse, bağışlanmayacak.
Yüz yıldır refah içinde olan Xie köşkü tek bir gecede büyük bir gürültüyle yıkılıverdi, fakat hiç kimse bu olay yüzünden hayatını kaybetmedi.
Nangong Jingnu ilk defa şiddetli manevralarını sergilemiş, görülmemiş bir dünyadaki yeni bir gerçekliğe adımını atmıştı.
Geçmişteki yöntemleri fazla yumuşaktı. Chen Chuansi yeterli kanıt toplamış olsa bile öncesinde Xie An'ın davasıyla ilgilenirken "insanların uyacağı kanunlar olmalı" diye düşünmüştü. Her ne kadar bu iyi bir görüş olsa da, yalnızca iyi bir yetkiliye yaraşık alırdı, en yüksek pozisyondaki kişiye değil.
... ...
Anujin yarı yolda Qi Yan'a rastladığından dolayı grup durduruldu ve Jiya'yı getirmek için hep beraber Wulan şehrine döndüler.
Qian Tong Nangong Jingnu'nun mektubunu iletmek için You vilayetine vardığı sırada, Shangguan Wu çoktan bir orduyla birlikte oradan ayrılmıştı. Qian Tong onları büsbütün kaçırmıştı; bu yüzden Luo'nun kuzeyine geri dönmeye niyetlendi, lakin Nangong Sunu onu durdurdu.
You vilayeti ordusu, Luo'nun kuzey tarafına bitişikti. Shangguan Wu Yanran arazisine doğru ilerlemek için, yüz elli bin kişilik orduyu nehrin karşısına geçirmek amacıyla nehir kıyısındaki bütün teknelere el koymuştu.
Nangong Rang'ın imparatorluk fermanını görünce Jiya'nın yüzü kireç gibi oldu. Yere çöküverdi, fakat Qi Yan o el yazısını tanımıştı.
Anında içine karmaşık hisler akın etti. Kalbi acıyor ve küt küt atıyordu.
Sonuç olarak Nangong Jingnu ona kulak vermemişti ve o on dört imparatorluk fermanı, Qi Yan'ın kalbini ufak bir dağmışçasına eziyordu.
Qi Yan hem gülmek hem de ağlamak istiyordu. Hayatında ilk defa, duygularını nasıl ifade edeceğini bilemiyordu.
Şu anda Jinhuaiwu'ya binerek dörtnala Nangong Jingnu'nun yanına sürmeyi ve onu çok özlediğini, onun hakkında endişe duyduğunu anlatmayı arzu ediyordu! Ve de şunu sormayı: neden lafını dinlemiyordu ki?
Tam o anda, Anujin'in yanında getirdiği bir savaşçı çadıra girdi. Anujin'in kulağına yaklaşıp bir şeyler söyledi.
Anujin'in yüzündeki ifade berbattı. Gözlerini Qi Yan'a dikip bozuk bir Wei Krallığı dili ile konuştu, "Wei Krallığı prensi öldü."
Çadırın dışından, boğuk bir bağırış sesi duyuldu, "Bir imparatorluk fermanı geldi!"
Nangong Jingnu'nun on beşinci imparatorluk fermanı gelmişti.
***
0 notes
feipholia · 4 months ago
Text
içimde tarif edilemez bir acıyla savaşıyorum. her gece tırnaklarımı kendi bedenime saplıyorum, öyle derine ulaşıyor ki bazen kalbimin kanadığını hissediyorum. öyle sızlatıyor ki içimi bir an nefes alamadığımı fark ediyorum. aslında hiçbir şeyi bilerek yapmıyorum. içimde beni parçalayan, kapatılmayacak izler bırakan tüm vahşi hayvanları evcilleştiriyorum. her şeyi yoluna sokuyorum. kanayan her bir zerreme merhem sürüyorum. sonra bir şey oluyor. benim isteğimle değil, benim kışkırtmam sonucu değil; bir şey oluyor ve evcil hayvanım tekrar hırçınlaşıyor. açık her yarayı bıçak gibi kesiyor. beni darmaduman ediyor. sonra çekip gidiyor. zamanında, ben hala iyiyken, hala nefes alabiliyorken hayvanın boğazını kesmediğime bin pişman oluyorum. keşke lime lime doğrasaydım da o beni öldürmeseydi diyorum. ama her şey için çok geç oluyor, bir karanlıkta kayboluyorum.
1 note · View note
arguntc · 4 months ago
Text
Sahipsiz köpek düzenlemesi TBMM'de: Teklifin 10 maddesi daha kabul edildi
TBMM Genel Kurulunda, sahipsiz hayvanlara yönelik düzenlemeler içeren Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 10 maddesi daha kabul edildi. Komisyon Başkanı Kirişçi, teklifin ikinci bölümü üzerinde milletvekillerinin sorularını cevapladı. Uzun süredir tartışılan ve muhalefetin tepki gösterdiği, madde dün gece Genel Kurul’da kabul edilmişti. Teklifin yasalaşması…
0 notes
pazaryerigundem · 4 months ago
Text
İlknur Özkuş’tan geceye damga vuran mesaj 
https://pazaryerigundem.com/haber/184671/ilknur-ozkustan-geceye-damga-vuran-mesaj/
İlknur Özkuş’tan geceye damga vuran mesaj 
Tumblr media
Dün gece gerçekleşen ve sanat, spor, müzik camiasının en başarılı isimlerinin ödüllendirildiği Yılın starları ödül gecesine  sunucu ve organizatör İlknur Özkuş’un sahnedeki mesajı damga vurdu . Geceye Emrullah Köroğlu tasarımı çok şık bir elbise ile katılan Özkuş tüm dikkatleri de üzerine çekti . 
İSTANBUL (İGFA) – Son zamanlarda hayvanlara yönelik çıkarılmış yeni yasa tasarısına sosyal medyasında sıkça değinen ve karşı çıkan ünlü sunucu ve organizatör İlknur Özkuş; Yılın En Başarılı Orhanizatörü olarak ödül aldığı gecede, sahnede yaptığı konuşmasında “Tecavüzcüyü uyut,  katili uyut, vatan hainini uyut, hayvanları uyutma“ diyerek sahnede tepkisini dile getirdi . İlknur Özkuş’un bu sözleri izleyenlerce büyük alkış aldı .
Tumblr media Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
lovelyyfluff · 5 months ago
Text
Mayoi Ayase
"Gel, esrarlı bir gece geçirelim"
Tumblr media
Adım Mayoi Ayase. ALKALOID üyesi olarak çalışıyorum. Benim gibi birinin kendi hakkında konuşması size sıkıcı gelir, bu yüzden onun yerine ES binasını anlatacağım. Kafe ve duş gibi bir çok kaynağa sahip... İdollerin istediği kadar zaman geçirebildiği bir yer, yani güvenlik sistemi oldukça sıkıdır. Fakat... her yerin olduğu gibi burasının da kendine ait hayalet hikayeleri var. Söylentilere göre gece koridorlarda tek başına dolaşırsan, oradaki ruh seni kapıp götürüyormuş... Yani yalvarırım, bu konuda kendinize dikkat edin. Haha... hahahahahahaha...
- Mayoi
Narin ve çocuksu şeyleri çok seven ürkütücü biri. Bazen gerçek düşüncelerini istemeden sesli söyleyebiliyor. Korkak ve çekingen kişiliğine rağmen hemen yardıma ihtiyacı olan insanların yanına koşar. Halka açık alanlara çıkmakta zorlanıyor. Büyüleyici ve derinden titreyen sesiyle, hafif ve akılda kalıcı performanslar sergiliyor.
Mayoi, Starmaker Prodüksiyon'un altında çalışan ALKALOID'in bir üyesi.
Tumblr media
Yaş: 17-18
Okul: Yumenosaki Özel Lisesi
Sınıf: 3-B
Kulüp: Ninja Birliği
Boy: 174 cm
Kilo: 55 kg
Doğum günü: 6 Haziran
Sevdiği yiyecek: Üzüm
Hobi: Diyorama yapmak
Uzmanlık alanı: Detay gerektiren el işleri
Aile: ?
Diğer bazı bilgiler:
ES'in etrafına birsürü gizli tüneller kurmuştur. Genelde o saklanma yerlerinde veya tavandaki havalandırmalarda dolaşır.
Yatakhaneye taşınmadan önce ES'in en alt katındaki gizli bir odada yaşıyordu.
Çocukken ona anlatılan hikayelerden dolayı Sakuma ailesinden korkuyor.
Peluş hayvanları seviyor.
Çocukluğunda hasta olduğundan bahsetmiş, fakat detay vermemiştir.
0 notes