#güney koreli yazar
Explore tagged Tumblr posts
Text
2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibini buldu.
Nobel Edebiyat Ödülü; "Tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel düzyazısı için” Güney Koreli yazar Han Kang'a verildi.
Güney Koreli yazar ‘Vejetaryen’ romanıyla 2016’da Man Booker ödülünü kazanmıştı.
#han kang#nobel prize#nobel edebiyat ödülü#nobel literature prize#edebiyat#şiir#şair#alıntılar#yazar#okuryazarlar#güney koreli yazar
69 notes
·
View notes
Text
2024 Nobel Edebiyat Ödülü Han Kang'a Verildi
2024 Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi Açıklandı İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nde gerçekleştirilen basın toplantısında, 2024 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi duyuruldu. Bu yılki ödül, “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını derin bir şekilde ortaya koyan yoğun şiirsel düzyazısı” ile Güney Koreli roman yazarı Han Kang‘a verildi. Han Kang, bu prestijli ödülün yanı sıra, “The…
#2024 Nobel Edebiyat Ödülü#Ödül#ataerkillik#şair#Şiddet#Edebiyat#Güney Koreli yazar#Han Kang#insanlık#keder#Roman#The Vegetarian#Uluslararası Man Booker Ödülü
0 notes
Text
Neden bilemiyorum ama kendim hakkımda birkaç bilgi vermek istedim. Bu hayalet blogu biri bulur da kim olduğumu merak ederse diye. Benim birden çok, farklı platformlarda lakaplarım var ancak gerçek ismimi burada da vermeyeceğim.
Ben Alaska. 19 yaşındayım. 23 haziranda doğdum. Burcum yengeç. Orta gelirli bir ailenin ilk çocugu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Uzun, düz Koyu kumral saçlarım, beyaz tenim ve güzel suratım var. Orta boylu ve ortalama bir kilodayım. Belki de herşeyin ortasıyımdır. Kibar birisiyim. Güler yüzlüyüm. Insanlara sevecen yaklaşırım dışardan soğuk ve kaba görünsem de sakin ve ılımlı biriyim. Yerinde espirili yerinde ciddi yerinde çocuksu yerinde olgun birisiyim. Sonbahar ve yaz mevsimini severim. Beyaz elbiseleri, siyah elbiseleri, kurdeleleri, kolyeleri, koyu kırmızı ruju, siyah göz kalemini göz farlarını ve bordo ojeleri severim. Maryjaneler, converseler ve çizmeler en sevdiğim ayakkabılardır. Helloweeni severim. Yıl başını severim. Karkürelerini severim. Küçük heykelcikleri severim. Denizi severim, Deniz kabuklarını ve yüzmeyi... noodleı severim. Kolayı severim. Meyveleri severim. Uzak doğu kültürlerini severim özellikle güney kore ve japonya. Japon geleneksel kıyafeylerini severim.Metal ve rock müziği severim. Lana del reyi severim. Kpopu severim. Btsi severim. Taekooku severim. Dizi ve film izlemeyi severim. Oyun oynamayı severim. Çizim yapmayı ve fic yazmayı severim. Makyaj yapmayı severim. Fotograf çekmeyi severim
Ailemi severim. Arkadaşlarımı severim. Arkadaşlarım... Şu hayatta sahip olduğum birkaç sağlam arkadaşim var. Nesli, sokaklarda oynadığım çocukluk arkadaşım. Asya, orta okulda tanıştığım ve asla arkadaşlığımızın süreceğini tahmin etmediğim arkadaşım. Kpop vesilesi ile tanışmış olsak da derin dostluklar kurmuştuk. Gülse, lisede okulun ilk gunu tanıştığım ve mezun olana kadarki yapisik ikizim. Senle herşey her zaman komik ve eğlenceli. O sıralarda yine tekrardan seninle oturmayi isterdim. Ve Hatice. Pandemide Sanal ortamimin çok olduğu o dönemde senle alelade bir sekilde tanışmıştık. O zamanlar arkadasligimizin uzun surecegine asla inanmazdım. Ama şuan 4. Yilimiza geldik ve hergun seni aramadan duramiyorum. En buyuk hayallerimden biri seninle yuz yuze arkadaş olabilmek ve son olarak.. Bu listeye annemi de eklemek istiyorum. Annem, hem annem hem arkadaşım hayatımda gördügüm en güçlü kadın. Çok badireler atlattı, çok yangınlar gördü. Şuan bile kendini hiç tahmin etmedigi bir savaşın içerisinde buldu. Elimden birsey gelemeyecegıni bilmek bazen üzgün hissettirse de buna alıştım. Çünk�� kimsenin elinden birşey gelmiyor. Hayatımdaki bu meleklere birakacağım toplu mesaj, hepinizi çok seviyorum olurdu. Biraz da hayallerime gelelim.
Cocukluk hayalim dedektif olmaktı. Sherlock filmlerini izleyip özenirdim kendisine. Eğitim hayatımda başarılı bir ögrenci iken lisede bocaladım ve hala toparlamaya çalışıyorum. Bu düşüşün nedeni neydi tam olarak bilmiyorum belki de, sadece... istemedim. Okuyarak olunabilecek meslekler beni çekmiyordu, bana uygun değildi. Benden güzel bir modacı olabilirdi. Güzel bir tasarımcı, güzel bir stilist, güzel bir model. Güzel bir yazar. Güzel bir senarist. Sanatsal ruha sahip bir cocuktum. Simdi ise başarısız bir yetişkinim. Sahip olduğumuz bu sistem benim ve benim gibi binlercesinin hayallerini yedi. Simdi ise bunlar sadece meslegime sahip oldugumda erişebileceğim hayaller olarak kaldı. Yazılım ile uğraşmayı düşünüyorum. Beni en çok çeken bu sahip olduğum seçenekler arasında. Yazılım okuyup Erkek arkadaşımın şirketinde çalışmayı sonra da sanata atılmayı düşünüyorum.
Erkek arkadaşım demişken, ah, neredeyse unutuyordum.Gözlerimin icine baktiğinda kim olduğumu görebilen tek insan. Beni herkesten çok tanıyıp herkesten çok seven sevgilim. Kadifemsi teniyle ruhumu okşayan aşığım. Nasıl unutabilirimki seni. Hayatımın en kotu döneminde gelip beni en dipten çıkardın. Ama sen beni çıkarmaya çalıştıkca ben seni bataklığıma daha da fazla çekiyor seni kendim gibi batırıyordum. Sen beni çıkarmak için batmayı göze aldın. Ve beni bu bataklıktan çıkardığında sana aşık oldum. Çünkü sen beni tarafsızda sevdin. Umutsuz da sevdin. Sadece sevdin. Sadece sevmeyi göze alan bir insan nasil olur da sevilmez. Nasil olur da yüreğim çarpmaz senin için. Nasıl bırakırdım seni? Hayatımda aldığım en doğru karar seninle bir yola girmekti. Ve bu yolun sonu pencereden güneşin eksik olmadığı sıcak bir ev, çilek reçeli kokulu mutfak, beraber uyuduğumuz bir yatak ve bir ufak çocukta bitiyor sevgilim.
19 yaşındaki haliyle alaska buraya kişiliğini hayatını ve hayallerini bıraktı.
Iyi geceler~
2 notes
·
View notes
Text
Han Kang (Vejetaryen – Çocuk Geliyor)
✍🏻 M. Osman Akbaşak
2024 Nobel Edebiyat ödülü Koreli Yazar Han Kang’a verildiği zaman tanımadığım bir yazar olduğu için bir ölçüde sevindim. Yeni bir yazar belki de yeni bir yazınsal biçim tanıyacaktım. Birebir düşündüğüm gibi oldu. Yazarın Türkçe’ye çevrilmiş dört kitabı var: Vejetaryen (2016), Çocuk Geliyor (2016), Veda Etmiyorum (2024), Beyaz Kitap (2024).
İlk üç kitabı İzkitap’ta aldım, Vejetaryen ve Çocuk Geliyor’u bir hafta içinde okudum. Bu iki kitaptan yola çıkarak yazarı ve biçemi üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Kitap Fuarı’nın son günü değerli dostum Aydın Şimşek’le karşılaştım, edindiğim düşünceleri paylaştım. İlk tepkisi “Kirli gerçekçilik” oldu, devam etti:
“Edebiyatımızın bir türü olan Kirli gerçekçilik birkaç alt dala ayrılır… Bunlardan birisi pornografik olanın edebiyata aktarılmasıdır ve oldukça kaba çekiniksiz bir dille yapar bunu… Diğer bir alanında -ki daha yoğun olarak görülür- yeraltı, kaos, anarko bir dil kullanarak şiddeti ya açıkça övgüleyerek karşı çıkış-itiraz dili kullanır ya da şiddeti en açık haliyle teşhir ederek hiçbir şeyin üstünün örtülemeyeceğini duyumsatır. Kirli gerçekçi edebiyatın fantastik ve bilim kurgu ile de yakın ilgisi vardır.”
Romanları hiç okumadan bunları söylediğinde aslında iki ayrı kitabın da tanımını yapmış gibiydi. Vejetaryen’de kısa bir bölümde olsa bile pornografi, Çocuk Geliyor’da ise daha uzun bölümler halinde ve oldukça sert bir biçimde şiddet (işkence) vardı.
Bu genel açıklamadan sonra iki romanı ayrı ayrı değerlendirmeye çalışayım.
Vejataryen
Vejetaryen bakıldığında bir beslenme biçimini ifade etse de konu bu değil. Kitap Yonğhe’nin hikâyesini anlatıyor ama okur olarak hiçbir zaman Yonğhe’nin kendi düşüncesini anlayamıyoruz. Kocası, kız kardeşi ve onun kocası anlatıcı… Roman sanki üç öykünün (Vejetaryen, Moğol Lekesi ve Alev Ağacı) birleştirilmiş hâli, her biri bu üç anlatıcının bakış açısıyla sunuluyor. Ana konu Yonğhe’nin vejetaryen olmaya karar verdikten sonra yaşadıkları.
Başlık niye vejetaryen, diye düşündüğümde zaman içinde fark ettim ki bugüne değin çok az tanıdığım Kore toplumunun beslenmesinde her türlü et yemeği ön sırada. Biri kalkıp da “Ben bundan sonra artık asla et yemeyeceğim” dediği zaman topluma en azından yakın çevresine büyük bir başkaldırı başlatmış gibi görünüyor. Neden bu başkaldırıya girişiyor, çok sıradan bir yaşamı var. Bunu kitabın ilk paragrafından anlıyoruz:
“Dürüst olmak gerekirse ilk gördüğünde, bana hiç de çekici gelmemişti. Orta boyu, ne uzun ne kısa saçları, ölü hücrelerle dolu soluk cildi, çıkık elmacık kemikleri, modern görünmekten korkuyormuşçasına sade kıyafetleri bilmem gereken her şeyi özetliyordu.
Onunla evlenmem özel bir cazibesinin olmamasının yanı sıra belli bir eksikliğinin de görünmemesinden ötürüydü. Herhangi bir canlılık, cazibe ya da zarafet göremediğim karımın pasif karakteri her halükarda bana uyuyordu. Kalbini çalmak için fazla bilgiliymişsin gibi davranmama gerek yoktu, randevu saatine geç kalacağım diye telaş yapmam gerekmiyordu ya da acaba beni moda dergilerinde yakışıklı erkekleriyle kıyaslıyor mu diye endişelenmiyordum.”
Böyle bir kadının bu tür bir başkaldırısının ardından, karşılaştığı tepkiler hatta şiddetin ölçüsü nedir, fiziksel şiddet mi daha zordur yoksa duygusal şiddet mi, ya da Yonğhe’nin kendisine uyguladığı şiddet mi? Orta ölçekli pornografi ve şiddetin iç içe geçtiği zaman zaman estetik bölümlerin de bulunduğu bir roman okuyacaksınız.
Çocuk Geliyor
Bu romanı okumadan önce Kore tarihine göz atmak yararlı olacak. Ben bir süre okuduktan sonra bunu yapmak durumunda kaldım.
Aşağıdaki bilgileri Enes Özkan’ın 24 Kasım 2021 tarihindeki bir yazısından özetleyerek aldım.
“Güney Kore’yi 1963-1979 yılları arasında yöneten Park Chug-lee ülkede ilk kez askeri darbeyle iktidarı eline alan bir diktatördü. 1961-1963 yılları arasında askeri diktatörlük başkanı olarak ülkeyi yöneten Park, 1963’te kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçtirdi. Onun iktidarı döneminde Güney Kore hızlı bir ekonomik büyüme ve sanayileşme yaşadı. Yönetimi altındaki ülke dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biri oldu. Fakat bu yıllarda muhalefet hep bastırıldı, demokrasi talepleri sert şekilde cezalandırıldı. Park, Ekim 1979’da Seul’deki evinde Merkezi İstihbarat Dairesi müdürü tarafından öldürüldü.
Park’ın öldürülmesinin ardından Chun, çeşitli kesimlerle yaptığı ittifakların ardından ülkenin başına geçti. Ancak onun diktatörlüğü selefininki gibi olmadı. İlk günden kitlesel protestolarla karşılaştı ve bir müddet olayların yatışmasını bekledi. Halk demokratik olmayan bir kalkınmayı istemiyordu. Özgürlük, ekonomik refahtan daha önemliydi.
Askeri diktatörlük hülyasını sürdürmek isteyen General Chun Doo-hwan ise protestoların geçmesini iki ay bekledikten sonra askerleri sahaya sürdü. Toplumsal muhalefeti bastırdı; kalkışan sivil toplumu budadı.
Fakat Kore halkının özgürlüğünü tekrar yitirmeye niyeti yoktu. Kasım 1979’da başlayan gösteriler 1980 yılı Mayıs ayına değin sürmüştü. Mayıs ayında ise tarihe “Gwangju ayaklanması” olarak geçecek hadise yaşandı. Askerler kontrolü sağlayamıyordu. “Siyah Bereliler” denen özel komando birlikleri gönderildi. Kentteki Jeonnam Üniversitesi öğrencileri 1980 yılının 18-19 Mayıs günü kolluk güçlerinin saldırısına uğradı. Takip eden günlerde şehrin iletişim hatları kesildi ve dünyayla bağlantısı kalmadı. Hatlar kesildikten kısa bir süre sonra, askerle çatışmaya devam eden halkın üzerine helikopterlerden ateş açıldı. 200’den fazla sivil öldürülürken 1800’ün üzerinde Koreli yaralandı.”
Ve… Gwangju ayaklanmasına şahitlik eden, o esnada on beş yaşında bir çocuk olan Hang Kang o günlerde yaşananları “Çocuk Geliyor” kitabıyla anlattı. Gwangju Ticaret Odası’nda saklanan ve olaylara şahit olan Kang, kitabında o gün askerlerin adeta bir soykırım yaparcasına öfkeyle halka hücum ettiklerini yazdı.
“Dava sona erdikten sonra hükümet Gwangju ayaklanması mağdurlarına tazminat ödedi ve itibarları iade edildi. 18 Mayıs anma günü olarak belirlendi ve anısına bir anıt inşa edildi.”
Bu roman için ayrıntı yazmayacağım. Han Kang’ın çocuk yaştaki tanıklıkları ve elbette çevresinden duydukları ile bu kitap ortaya çıkmış. Birkaç tümcesini aktararmakla yetineceğim:
“Sadece görmezden gelerek yaşasan olmaz mı? Kendini yıpratman beni çok üzüyor. Her şeyi öylece unutup, başkaları gibi üniversiteye gidip, kendi ekmeğini kendin kazanıp, iyi biriyle de tanışıp evlensen…”
“Askerlerin bizden kat kat güçlü olduklarını bilmiyor değildim. Ancak garip olan onlarınkinden daha güçlü bir şey beni etkisi altına almıştı. Vicdan. Kesinlikle vicdan. Dünyadaki en korkunç şey de odur.”
“Siz bilir misiniz, insanın kendisinin tamamen temiz ve iyi bir varlık olduğunu hissinin ne kadar güçlü olduğunu? Vicdan denilen göz alıcı parlaklıktaki mücevherini alnıma çakılmış gibi olduğun o ânın parlaklığını?”
“Ben mücadele ediyorum. Her gün tek başıma savaşıyorum. Hayatta kalıp, hâlâ yaşıyor olmanın utancıyla savaşıyorum. İnsan olmanın acımasız gerçeğiyle savaşıyorum. Ölümün bu gerçekten sıyrılmamı sağlayacak tek yol olduğu düşüncesiyle savaşıyorum. Siz, benim gibi bir insan olan siz, bana ne diyebilirsiniz?”
Nasıl, size de tanıdık geldi mi?
Burada bir uyarıda bulunmak istiyorum. Kore’de yaşananlar bizim 12 Eylül’de yaşadıklarımızın benzeri hatta çok daha acımasızı. Yazının başında belirttiğim şiddetin, işkencenin en zorlusuna, acımasızına tanıklık edeceksiniz. Sinirlerinize güvenmiyorsanız bu kitabı okumayın.
Sonuç olarak Nobel ödüllü iki romandan söz ederken baharlı, çiçekli konular değil yaşamın en sert en acımasız konularını gözümüze, beynimizin en derinlerine işleyen ama hep bir yerlerde duran konuları öne çıkaran romanları tanıtmaya çalıştım. Ben edebiyat adına okuduğum için çok mutluyum.
Han Kang’ı cesur kalemi için kutluyorum.
M. Osman Akbaşak
0 notes
Text
Nobel Edebiyat Ödülü sahibini buldu!
2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibini buldu. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nde düzenlenen basın toplantısında, ödülün “Tarihi travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını açığa çıkaran yoğun şiirsel düzyazısı” nedeniyle Güney Koreli yazar Han Kang’a verildiğini duyurdu. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan 18. kadın olan Kang, 11 milyon İsveç kronunun (1.1 milyon dolar) sahibi oldu. 2024 Nobel…
View On WordPress
0 notes
Link
2024 Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Güney Koreli yazar Han Kang, eserleriyle insan psikolojisinin derinliklerine inerek okurları sarsıyor. Kimliğini ve sanatsal vizyonunu keşfedin; Han Kang'ın edebi yolculuğu sizi etkileyecek.
0 notes
Text
Byung-Chul Han, 1959, Seul, Güney Kore doğumlu İsviçre ve Almanya vatandaşı yazar, filozof ve kültür eleştirmenidir.
Günümüz toplumuna dair derin ve incelikli analizler içeren eserleri birçok dile çevrilmiş olan Han'ın 18., 19. ve 20. yüzyıl felsefesinden beslenen çalışmalarının başlıca referansları arasında Alman İdealizmi (özellikle G. W. F. Hegel), Karl Marx, Friedrich Nietzsche, Frankfurt Okulu, Martin Heidegger, Jacques Derrida, Michel Foucault ve Giorgio Agamben gösterilebilir. Etik, fenomenoloji, postyapısalcılık, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı, yapısöküm gibi konularda tartışma yürüten Han, psikolojik rahatsızlıklar, iktidar, neoliberalizm, kapitalizm, sosyal medya ve popüler kültür gibi temalar ve bu temalar arasındaki ilişkiler üzerine teoriler geliştirmiştir. (Kaynak:Vikipedi)
youtube
0 notes
Text
Yeni kitaplarla yepyeni okuma şöleni
Yeni kitaplarla yepyeni okuma şöleni
Yeni kitaplar yeni heyecanlar ve okumalar demek… Siz kitapseverlere her hafta olduğu gibi bu hafta yepyeni bir okuma listesi hazırladık. İthaki Yayınları etiketiyle yayınlanan kitaplara bakalım… Lanetli Tavşan Lanetli Tavşan, Güney Koreli yazar Bora Chung’un büyülü gerçekçilik, korku, masal ve bilimkurgu türündeki öykülerini bir araya getiriyor. Chung fantastiğin ve gerçeküstünün imkânlarını…
View On WordPress
0 notes
Note
1. Adın ne?
2. Kaç yaşındasın?
3. Sevgilin var mı?
4. En çok hangi ülkeyi merak ediyorsun?
5. En çok hangi film yıldızını beğeniyorsun?
6. Yapmayı en çok sevdiğin iş nedir?
7. En çok keyif aldığın dış mekan hangisidir?
8. En çok keyif aldığın iç mekan hangisidir?
9. En sevdiğin özlü söz hangisidir?
10. En çok hangi şarkıyı dinlersin?
11. En sevdiğin yemek nedir?
12. En sevdiğin renk nedir?
13. Günün en çok hangi anını seversin?
14. Haftanın en çok hangi gününü seversin?
15. En çok sevdiğin ses ne sesidir?
16. En çok sevdiğin yazar hangisidir?
17. En son hangi şarkıyı dinledin?
18. En son hangi kitabı okudun?
19. En son neye kahkaha atarak güldün?
20. En son ne için kavga ettin?
21. En son ne için çok para harcadın?
22. En son hangi hayalini gerçekleştirdin?
23. Hiç sevmediğin ulaşım aracı hangisidir?
24. Hiç tatmadığın yiyecek hangisidir?
25. Hiç unutmadığın olay nedir?
26. Hiç gitmek istemediğin ülke hangisidir?
27. Küçükken büyünce ne olmak istiyordun?
28. Şimdiye kadar aldığın en özel şey nedir?
29. Kendi paranla aldığın ilk şey nedir?
30. En son ne zaman ve ne için ağladın?
31. Bir çocuğun olsa ismini ne koyardın?
32. Olmasını en çok istediğin şey nedir?
1-Azra
2-14
3-No...
4-Güney Kore
5-IU yada Harry POTTER i canlandiran kisi kimdi lann o iste
6-Pubg oynamak
7-Cumhuriyet meydanı yada Irmak kenari
8-Odam
9-Sen bir şeyi yapmak istiyorsan onu simdi yap...
10- Gönül davasi....Duyma, ostemiyorum ikiside Berkay altunyay soyluyor
11-Ramen
12-Kirmizi
13-Gece
14-Pazar
15-Motor sesi
16-Beyza Alkoc
17-Talk love(korece)
18-Kar küresi
19-...
20-Arkadasim bana bagirdi diye
21- Parayi ben harcamiyorum benim disimda herkes harciyor
22-Bayramda uyumayii ve film izlemeyi
23- Yok
24- Karides
25-2.kattan marongozun catisina dusmem
26-Amerika
27-Veteriner
28- M4 saatim
29- Test kitabi
30- 5 gun once annem tabletimi ele gecirdigi icin
31- Deniz Kumsal
32-LGS yi kazanmak 430 puan yeter bana dua rdin pleaseee😭😭😭
2 notes
·
View notes
Text
Ne Okudum?
Vejetaryen-Han Kang
Yazarı Güney Koreliymiş. Açıp baktım çünkü ben Çin, Kore hepsine JAPON diyorum. Baki sinir oluyor, çok farklı kültürler diye kafayı yiyor falan. Japonların bize garip gelen özellikleri var ya hani Güney Kore’de öyleymiş. Al işte aynı haha. Tamam şaka yapıyorum ama bu kitap kadar saykosuna sık rastlamadım. Bir solukta bitti. Vejetaryen olmaya karar veren bir kadının çevresindeki üç hikayeyi anlatıyor. Arka arkaya rüyalar gören kadın karakter bir sabah uyanıp evdeki bütün etleri bir poşete doldurup çöpe atıyor. İnanın devamı bu başlangıçtan daha da ilginç. Yazar nasıl bir ruh hali içinde yazmış acaba dedim.
9 notes
·
View notes
Text
2024 Nobel Edebiyat Ödülü Han Kang'a Verildi
2024 Nobel Edebiyat Ödülü 2024 Nobel Edebiyat Ödülü, “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını derin bir şekilde ele alan yoğun şiirsel düzyazısı için” Güney Koreli yazar Han Kang‘a layık görüldü. Bu ödül, Han Kang’ın edebi kariyeri boyunca ortaya koyduğu eserlerin uluslararası alandaki etkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Han Kang Kimdir? Han Kang, 27 Kasım 1970…
#2024 Nobel Edebiyat Ödülü#Ödüller#şiirsel düzyazı#edebi kariyer#Edebiyat#Güney Koreli yazar#Han Kang#insan yaşamı#modern edebiyat#Roman#tarihsel travmalar
0 notes
Photo
#bugünnelerokudum #byungchulhan #güzelikurtarmak kesinlikle Güney Koreli bu yazar, akademisyen ve çağımızın güncel filozofuyla tanışmanızı isterim. Olaylara bakış açısı bana göre mükemmel 👍 Diğer kitap bir klasik öykü #adelbertvonchamisso #peterschmeichelintuhafhikayesi Şeytanla bir anlaşma yaparak zengin olma uğruna kendi gölgesini satan bir adamın hikayesi 👌 okurken #nikolayvasilyeviçgogol #burun öyküsünüde anmadan geçmeyelim tabi 🙋🏻♂️ Gerçi anlatmak istediği biraz farklı ama sonuçta kaybolan ve bizi biz yapan şeylerin hem kendi hem de başkaları üzerindeki etkileri adına benzeşik bir durum #iyikikitaplarvar 👋 . . #akilfikirgezegeni https://www.instagram.com/p/CXE6ncsNgYD/?utm_medium=tumblr
#bugünnelerokudum#byungchulhan#güzelikurtarmak#adelbertvonchamisso#peterschmeichelintuhafhikayesi#nikolayvasilyeviçgogol#burun#iyikikitaplarvar#akilfikirgezegeni
0 notes
Text
Kasvetli öykülerden bir derleme: 'Lanetli Tavşan'
Kasvetli öykülerden bir derleme: ‘Lanetli Tavşan’
Güney Koreli yazar Bora Chung’un 2022 Uluslararası Booker Ödülü Adayı olan ‘Lanetli Tavşan’ isimli öykü kitabı, Sevda Kul çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Gotik edebiyatın modern örnekleri sayılabilecek gerilim dolu anlatılar bir taraftan “mutlu son yoktur” önermesini ortaya koyarken, öbür taraftan ümitli bir teselli sızdırmakta. Bora Chung, Yale Üniversitesi’nde Rusça ve Doğu…
View On WordPress
0 notes
Text
Sevgili dostum;
Cinha Jong kendisi Güney Koreli Araştırmacı & yazar çok harika tespitlerini benimle paylaşmış bende çerçeve yaptım herkese faydalı olsun diyerek paylaşıyorum.
Sevgi ve saygılarımla
Gökhan ER
✒️🌹
https://instagram.com/cinhaleejonghyun
0 notes
Photo
Titanfall Online İptal Edildi Geçtiğimiz yıl Electronic Arts ve Nexon Güney Kore pazarını hedef alan Titanfall Online'ı duyurmuştu ve bugün de oyunun iptal edildiği açıklandı. Yazar : Tevfik Tunç Konu : Oyun 🕹 Devamı www.teknolojiXhaber.com da Profildeki link tıklayınız More teknolojiXhaber.com Click profile link #teknoloji #haber #technology #news #titanfallonline #titanfall #online #oyun #game #pcoyun #focus #nexon #nexononline #electronicarts #electronic #arts #gamefocus #facebook #instagram #teknoloji #teknolojixhaber #tumblr #tbt
#teknoloji#gamefocus#electronic#teknolojixhaber#game#nexon#haber#electronicarts#focus#news#tbt#nexononline#oyun#instagram#technology#arts#titanfall#pcoyun#online#tumblr#facebook#titanfallonline
1 note
·
View note
Text
Güney Koreli felsefeci, kültür kuramcısı Byung-Chul Han: Koronavirüs bizi bir ‘sağ kalma toplumuna’ indirgedi
Ahmet Çınar
Güney Koreli felsefeci, kültür kuramcısı, yazar Byung-Chul Han, koronavirüsle birlikte ortaya çıkan toplumu “İyi yaşama duygusunu tamamen kaybeden, hazzın da sağlığa feda edildiği bir sağ kalma toplumu” olarak nitelendiriyor. İspanya merkezli uluslararası haber Ajansı EFE muhabirleri Carmen Sigüenza ve Esther Rebollo’nun sorularını yanıtlayan Han, “Bu gidişle sanki daimi bir savaş halinde yaşıyormuşuz gibi, sağ kalmak nihai gerçeğimiz haline gelecek” diyor. EFE’de yayımlanan söyleşiyi Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz.
Güney Koreli felsefeci, kültür kuramcısı, yazar Byung-Chul Han, Efe’yle bir röportajında Covid-19 sonrası dünyayı böyle gördüğünü anlatıyor: “İyi yaşama duygusunu tamamen kaybeden, hazzın da sağlığa feda edildiği bir sağ kalma toplumu.”
1959’da Seul’de doğan Han, halen yaşadığı Almanya’da felsefe, edebiyat ve teoloji çalıştı. Kaçınılmaz olarak toplumu tükenme noktasına götüren aşırı bilgi ve olumluluğun, aşırı şeffaflık ve aşırı tüketimciliğin istilası altında olduğunu belirttiği modern toplumu eleştiren önemli seslerden birisi.
Hem yerel hem de küresel şöhrete sahip Koreli felsefeci, koronavirüsün gözetleme rejimleri ve biyopolitik karantinalar dayatmasına, özgürlükleri daraltmasına, hazza son vermesine ve kitlesel histeri ve korku ortamında bir insaniyet yoksunluğunu açığa çıkarmasına dair endişelerini EFE’yle paylaştı.
Han, Covid-19’un gizli sosyal farklılıkları ortaya çıkardığını vurgularken, “küreselleşmenin ilkelerinden birinin kârları maksimize etmek” olduğuna, “sermayenin insan sevmediğine” ve “ölümün demokratik olmadığına” dikkat çekiyor. Ona göre, salgının zirve noktasında bu nitelikler “ABD ve Avrupa’da pek çok hayata mal oldu.”
Byung-Chul Han bu krizin “dünyanın gücünün Batıdan uzaklaşarak biraz daha Asya’ya doğru kaymasına” yol açacağından emin –bu, yeni bir çağın şafağı.
Covid-19 insanın savunmasızlığını demokratikleştirdi. Artık daha kırılgan ve daha yönlendirilebilir olduğumuzu düşünüyor musunuz? Otoriterizm ve popülizmin kucağına düşmemiz daha mı kolay olacak?
Covid-19 şu anda insanın savunmasızlık ya da ölümlülüğünün demokratik olmadığını ama sosyal konuma bağlı olduğunu gösteriyor. Ölüm demokratik değildir. Covid-19 hiçbir şeyi değiştirmedi. Ölüm hiçbir zaman demokratik olmamıştı. Özel olarak salgın ise toplumlardaki farklılıkları ve toplumsal değişimi açığa çıkarıyor. Birleşik Devletleri düşünün. Diğer gruplarla kıyaslandığında, çok daha fazla sayıda Afro-Amerikalı ölüyor. Aynı durum Fransa için de geçerli. Paris’i düşük gelirli kenar mahallelere bağlayan metro vagonları tıka basa doluysa sokağa çıkma yasağının ne anlamı var? Banliyöden gelen göçmen kökenli yoksul emekçiler temastan kaçınamaz ve Covid-19 nedeniyle ölür. Çalışmak zorundasınızdır. Bakıcılar, fabrika çalışanları, temizlikçiler, satıcılar ya da çöpçüler evden çalışamaz. Öte yandan, zenginler şehir dışındaki villalarına çekilirler. Dolayısıyla, salgın sadece tıbbi değil aynı zamanda sosyal bir sorundur. Almanya’da ölü sayısının o kadar yükselmemesinin bir başka nedeni de sosyal sorunların diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’deki kadar ciddi olmamasıdır. Almanya’daki sağlık hizmetleri sistemi ABD, Fransa, İngiltere ya da İtalya’dakinden çok daha iyi durumdadır. Ama Covid-19 Almanya’da bile sosyal farklılıkları ortaya çıkarır. Almanya’da da sosyal açıdan zayıf olan daha önce ölür. Arabanın masrafını karşılayamayan yoksullar otobüsler, tramvaylar ve metrolara doluşur. Covid-19 bize ikinci sınıf bir toplumda yaşadığımızı gösterir. İkinci sorun ise Covid-19’un demokrasiye uygun olmamasıdır. Korkunun otokrasinin beşiği olduğu gayet iyi bilinir. Bir kriz durumunda insanlar güçlü liderler ister. Viktor Orban büyük ölçüde bundan yararlanıyor. Olağanüstü hali normalmiş gibi gösteriyor. Ve bu da demokrasinin sonudur.
Özgürlük ya da güvenlik? Salgınla mücadele için ödeyeceğimiz bedel nedir?
Salgın nedeniyle bir biyopolitik gözetleme rejimine doğru ilerliyoruz. Yalnızca iletişimimizi değil bedenlerimizi de: sağlığımız dijital gözetlemeye tabi olacak. Kanadalı yazar Naomi Klein’a göre, krizler yeni bir kurallar sisteminin habercisidir.
Bu salgın şoku, sürekli olarak sağlık durumumuzu izleyen bir biyopolitik disiplin toplumunda, denetleme ve izleme sistemiyle bedenlerimizin kontrolünü ele geçiren dijital biyopolitikanın küresel olarak yerleşmesini sağlayacak. Batı, salgın şoku karşısında liberal ilkelerinden vaz geçmek zorunda kalacak. Sonra da özgürlüğümüzü kalıcı olarak kısıtlayan bir biyopolitik karantina toplumuyla karşı karşıya kalacak.
İnsanların yaşamında korku ve güvensizliğin sonuçları nelerdir?
Virüs bir aynadır. Nasıl bir toplumda yaşadığımızı gösterir. Önünde sonunda ölüm korkusuna dayalı olan bir sağ kalma toplumunda yaşıyoruz. Bugün, sanki daimi bir savaş haline yaşıyormuşuz gibi, sağ kalmak nihai gerçeğimiz haline geliyor. Yaşamın tüm güçleri yaşamı uzatmak için kullanılıyor. Sağ kalma toplumları iyi yaşama duygusunu tümüyle yitirir. Haz, kendi içinde bir amaç durumuna yükseltilen sağlığa feda edilir. Sigara yasağı örneğindeki katı yaklaşım sağ kalma histerisine tanıklık eder. Hayat giderek yalnızca sağ kalma çabasına dönüştükçe ölüm korkusu da artar. Salgın, özenle bastırdığımız ve dışladığımız ölümü tekrar görünür kılar. Kitlesel medyada sürekli olarak ölümün yer alması insanları sinirlendirir. Sağ kalma histerisi toplumu fazlasıyla acımasız yapar. Komşunuz, uzak durulması gereken olası virüs taşıyıcısıdır. Yaşlı insanların bakım evlerinde yalnız ölmesi gerekir çünkü bulaşma riski nedeniyle kimsenin onları ziyaret etmesine izin verilmez. Yaşamı birkaç ay uzatmak yalnız ölmekten daha mı iyidir? Sağ kalma histerimiz sayesinde iyi bir yaşamın ne olduğunu tamamen unuttuk. Sağ kalmak için, hayatı yaşanmaya değer kılan her şeyi gönüllü olarak feda ettik: sosyallik, topluluk ve yakınlık. Salgın göz önüne alınarak, temel hakların radikal biçimde kısıtlanması hiç tartışmasız kabullenildi. Paskalyada bile dini törenler yasaklandı. Papazlar da sosyal mesafe uyguladı ve koruyucu maske taktı. İmanı sağ kalmaya feda ettiler. Mesafeyi korumak iyilik anlamına geliyor. Virüs bilimi ilahiyatın gücünü elinden alıyor. Herkes mutlak yorum egemenliğine sahip virologları dinliyor. Yeniden diriliş hikayesinin yerini sağlık ve sağ kalma ideolojisi alıyor. İnanç, virüs karşısında yozlaşarak bir güldürüye dönüşüyor. Ve bizim Papa Francis? Aziz Francis cüzzamlılara sarılmıştı… Virüs korkusu ve paniği abartılıyor. Almanya’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin yaş ortalaması 80 ya da 81. Almanya’da ortalama yaşam beklentisi 80,5. Virüse verdiğimiz panik tepkisi toplumumuzda bir şeylerin yanlış olduğunu gösteriyor.
Koronavirüs sonrası toplumumuz doğaya daha fazla saygı duyar mı, daha adil ve iyi olur mu? Yoksa bizi daha bencil ve bireyci mi yapar?
“Denizci Sinbad” diye bir masal var. Sinbad bir seyahatinde Cennet bahçesine benzeyen küçük bir adaya varır. O ve yanındakiler adada ziyafet çeker, yürüyüş yapar ve bir ateş yakarak kutlarlar. Sonra aniden ada eğrilir. Ağaçlar eğrilir. Aslında ada dedikleri şey uzun zamandır hareketsiz olduğu için üzerinde kum biriken ve ağaçlar büyüyen dev bir balığın sırtıdır. Sırtında yakılan ateş balığı rahatsız etmiştir. Balık derine dalar ve Sinbad denize düşer. Bu masal bir meseldir: insanda temel bir körlük olduğunu öğretir. Neyin üstünde durduğunu bile göremez ve kendi yıkımını hazırlar. Alman yazar Arthur Schnitzler, yıkım merakı açısından insanlığı bir hastalıkla kıyaslar. Dünya üzerinde insafsızca çoğalan ve sonunda bizzat konakçıyı mahveden bir virüs ya da bakteri gibi davranırız. Büyüme ve yıkım birlikte gelir. Schnitzler insanların yalnızca ilkel seviyeleri anlayabileceğine inanır. Üst seviyelere ise bir bakteri kadar kördür. Dolayısıyla, insanlık tarihi -insanın ille de zarar verdiği- ilahi olana karşı sonsuz bir bir mücadelenin tarihidir. Salgın, insanın acımasızlığının bir ürünüdür. Son derece hassas olan ekosisteme acımasızca müdahale ederiz. Paleontolog Andrew Knoll insanın evrim pastasının yalnızca kreması olduğunu söyler. Gerçek pasta ise o narin yüzeyi istediği zaman yarıp geçme ya da istila etme tehdidi içeren bakteri ve virüslerden oluşur. Bir balığın sırtının güvenli bir ada olduğunu sanan denizci Sinbad insan cehaletinin kalıcı bir metaforudur. Doğa güçleri tarafından uçurumun derinlerine atılarak parçalanması sadece bir an meselesiyken, insan kendisinin güvende olduğunu düşünür. İnsanın doğaya sergilediği şiddet daha güçlü olarak ona geri döner. Bu, Antroposen diyalektiğidir. Bu İnsan Çağında, insanoğlu hiç olmadığı kadar büyük tehdit altındadır.
Covid-19 küreselleşme için ölümcül bir yara mıdır?
Küreselleşmenin ilkelerinden biri de kârları maksimize etmektir. Örneğin, koruyucu maske ya da ilaç gibi tıbbi ürünlerin üretimi Asya’ya taşınmıştır. Bu durum, Avrupa ve ABD’nde pek çok yaşama mal oldu. Sermaye insan sevmez. Artık insanlar için değil sermaye için iş yapıyoruz. Marx sermayenin insanı üreme organına indirgediğini söylemişti. Bugün aşırı uçlara taşınan bireysel özgürlük, bizzat sermaye fazlasından başka bir şey değildir. Kendimizi tatmin ettiğimiz inancıyla kendimizi sömürüyoruz. Ama gerçekte birer hizmetçiyiz. Kafka, öz-sömürünün paradoksal mantığına dikkat çekmiştir: hayvan, kırbacı efendinin elinden çekip alır ve efendi olmak için kendini kırbaçlar. Neoliberal rejimde insanlar böylesine saçma bir durumdadır. İnsanlık, özgürlüğünü geri kazanmalıdır.
Koronavirüs ve yarattığı sonuçlar dünya düzenini değiştirir mi? Dünya gücünü kontrol etme ve ona egemen olma mücadelesini kim kazanır? Çin, ABD karşısında güçlenir mi?
Olasılıkla Covid-19 Avrupa ve ABD için hayra alamet değil. Virüs fiziksel bir sınavdır. Liberalizme pek de değer vermeyen Asya ülkeleri -Batı için hayal bile edilemez olan- dijital biyo-politik gözetlemelerin yardımıyla hızla salgını kontrol altına aldılar. Avrupa ve ABD sürüklenip duruyor. Salgın karşısında pulları dökülüyor. Zizek virüsün Çin rejimini devireceğini iddia etti. Zizek yanılıyor. Bunların hiçbiri olmayacak. Virüs Çin’in gelişimini durduramayacağı gibi tam aksi olacak. Çin şimdi salgına karşı başarılı bir model olarak kendi otokrat gözetleme devletini de satacak. Eskisinden daha büyük bir gururla, dünyaya kendi sisteminin üstünlüğünü gösterecek. Covid-19 dünya gücünün biraz daha Asya’ya doğru kaymasını sağlayacak. Bu açıdan bakıldığında, virüs bir dönemin bitişine işaret eder.
(Çeviri: Ayşen Tekşen)
Byung-Chul Han kimdir?
Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı. 1959’da Seul’de doğdu. 1980’lerde Almanya’ya taşınarak felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisine yoğunlaştı. Freiburg’da doktorasını tamamladıktan sonra 2000 yılında Basel Üniversitesi’nin felsefe bölümüne katıldı. Akademik kariyerine çeşitli üniversitelerde devam eden Han, araştırmalarında on sekiz, on dokuz ve yirminci yüzyıl felsefesi, etik, fenomenoloji, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı ve kültürlerarası felsefe gibi konulara yöneldi. Günümüz toplumuna dair derinlikli çözümleme ve eleştirileriyle dikkat çeken Han, 2012 yılından beri Berlin Sanat Üniversitesi’nde ders veriyor. Bazıları birçok dile çevrilmiş on altı kitabı bulunan yazarın eserleri arasında şunlar sayılabilir: Şiddetin Topolojisi, Şeffaflık Toplumu, Zamanın Kokusu, Psikopolitika, Eros’un Istırabı.
0 notes