#görünen köy
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tarumâr Olunan Hayat
Bir tarumar etme halinin içerisinde dibe doğru çekiliyor bu ülke, şu yer, tüm sahne. Hayat eriminin içeriğinin küflenip, çürümeye çıkartıldığı bir zeminde yaşama eyleminin açıktan tarumar edilmesinin türlü çeşit halleri var ediliyor birbiri peşi sıra. Ne izan, ne izahat, ne söz, ne de tek bir uyaran var ediliyor. Birdenbire, yirmi bir yıllık iktidar dinamiğinin var ettiği o aymazlık hali ile güce sahip olma isteminin kesintisiz halleriyle yaşatmama halleri üstünde yepyeni eşikler arşınlanıyor. Kıyıcı yıkıma sahne olan, on bir ilin hayatla bağlı ve bağdaşık tüm hallerini esir eden / sınırlayan deprem felaketinin üstünden bir buçuk aydan fazla zaman geçti. İlk gününden şu ana kadar o tarumar etme isteminin her nasıl bitimsiz bir cendere kılındığı kendiliğinden yaşatılanların yekununda, yerle bir olan kent çeperleri, bina kalıtlarının arasından çıkagelen / hala çıkagelen, imdat çığlıklarından belirgindir işte. Tümden, tarumar etmenin bir düzeneğe / bir rutine bağlanmasının meselidir haddizatında anlatmak istediğimiz. Yeni diye varılan ol eskisinin tıpkısı bir sureti temsilin hayatla olan tüm bağları kopartmasının devamlılığıdır sorun.
Bir tarumar etme halinin istemsiz değil doğrudan devamlılığının her ne şekilde var edilen olduğuna dair birkaç kısa örnek dahi yeterince açık bir kanıttır. Depremin hemen sonrası çıkagelen devletli katının ziyaretinde, ulaştırma bakanı titrine sahip zatın, üşüyen çocuğun kapşonunu çekiştirmesi, harçlık diye baş amirin sadaka dağıtması, suç ortağı olagelen en büyük vatanseverliğin yalan / riya / rant üçlemesi ve bolca saçmalamadan ibaret olduğunu bir kere daha kanıtlayan baş faşistin hezeyanları bir kısa örnektir. Dahası da vardır elbette bir kamusal yayıncılık titrini benimseyen oysa ola ola sermayenin kölesi, saray / hanedan, düzen / iktidar ne derseniz onun oyuncağı olabilmiş tiplemelerin ekranda sunamadıkları o hakikat bahsi mesela tarumar edileni zaten bildirir. Bir hayır kurumu olması gerekirken en olmayacak kötülüklerin altına imzasını atıp, çadır fiyatları kovalayan, konserve gıda satışı yapan, arsenik ihtiva eden maden suyu ticaretine imza atan Kızılay ve onun başında yer bulan bürokrat gibi nicesinin suna geldiği şeyin ta kendisidir tarumar olunan hayatlar imgesi.
Tarumar etmenin bir başka yüzü, enkaz altında kalan canları için canhıraş bir hal içinde, içişleri bakanına imdat çığlıklarını duyurmaya çalışan ailelere kayıtsız kalınmasının tüm / yalın / çıplak görüntüsüdür mesele. Yirmi bir koca yıldır iktidar pratiğine sahip, her şeye ama her şeye yetiştiğini bildiren, her durumda yurttaşını gözettiğini zikreden bir yapının en olmayacak vakitte, insanları ne halleri varsa görsünler düzeyine terkinin utancıdır tüm o tarumar etmeyi anlaşılır kılacak olan! Vedat Örüç’ün Bianet’te yayınlanmış olan haberi ile devam edelim: “Depremden sonra hayatın olağanüstü akışta devam ettiği Adıyaman’da halen artçı sarsıntılar devam ediyor. Günlerdir aralıksız yağan yağmur sonrası bölgede sel meydana gelirken afetzedelerin kaldığı çadırları su bastı.
Adıyaman’da çadırları su basan afetzedeler geceleri hasarlı binalarda geçirmek zorunda kalıyor. Bianet’e konuşan afetzedeler AFAD’a başvurduklarını ancak “başınızın çaresine kendiniz bakın” yanıtını aldıklarını söylüyorlar. Yardıma ulaşamadığı için günlerdir göle dönen çadırlarda kalan birçok afetzede de hastalandı.
“Hasarlı evde nöbetleşe uyuduk”
Merkeze bağlı Cumhuriyet Mahallesi’nde yaşayan Emine Evli göle dönen çadırını göstererek bütün eşyaları ıslandığını söyledi. Korkmalarına rağmen başka çareleri olmadığı için sabaha kadar evde kaldıklarını ve nöbetleşe uyuduklarını belirten Emine Evli, bianet'e konuştu. Şöyle dedi: “Halimizi gördün işte böyleyiz. Akşam gelip sobayı kurup yatayım dedim baktım direkt suyun içine girdik. Çadırımız da eşyalarımız da su içinde kalmıştı. Bizim evimizde depremde hasar gördü çatlağı çok ama bu çadırda da kalamadığımız için gidip evde kaldık. Çocuklarımızda, bizde korka korka eve gittik.
"Dün gece nöbetleşe uyuduk. Bir biz uyuyup diğerleri uyuyordu bir de diğerleri uyuyor biz uyanık kalıyorduk. Çadırımız ıslanmasa burada kalırdık ama çadır su içinde. Çocuklarımız eve gittiğinde ölmekten korkuyor. Biz ne yemek ne giyecek hiçbir şey istemiyoruz. Biz sadece konteyner ya da sağlam bir çadır istiyoruz başka bir şey istemiyoruz. Evde bir şey yaptığımızda da kapı önünde yapıp hemen dışarı çıkıyoruz."
“Kapı önünde sabahladık”
Çadırı su altında kalan bir başka depremzede Sultan Aydın ise mahallede bulunan bütün çadırların ıslandığını ve çocukları için mecburen evde kaldıklarını söyledi. Yetkililerin ‘girmeyin’ dediği evde kapı önünde sabahladıklarını ifade eden Sultan Aydın, şöyle seslendi: “Biz 6 kişi bir çadırda kalıyoruz. Yağmur yağdıktan sonra burada sel oldu. Çadırlarımızın hepsi su içinde kaldı. Çadırın içi su doldu. Sadece bizimki değil, burada 10 tane çadır vardı.
"Hepsi su içinde kaldı. Çadırda kalamadığımız için bize ‘girmeyin’ dedikleri eve girdik. Zaten bu çadırları da kendimiz kurduk. Normalde tütün kurutmak için kullandığımız çadırlar.
"AFAD’a kaç kere başvurduk henüz çadır vermediler. Zaten selden sonra AFAD’ı valiliği defalarca aradık yardım istedik ‘şimdilik başınızın çaresine kendiniz bakı bir şeyler ayarlamaya çalışacağız’ yanıtını verdiler. Bizde tütün çadırlarını kullanmak zorunda kalıyoruz, başka yapacağımız bir şey yok çünkü.
"Bu çadırlarda her yağmur sonrası su basıyor. Halimizi görüyorsun işte. Mecburen bu yağmurda çocuklarımız dışarıda kalmasın diye gittik hasarlı evin içinde kapının önünde yattık. Zaten varımız yoğumuz çocuklarımız. Başka bir şeyimiz yok, evimiz yok. Sabaha kadar evdeydik iki gündür hiç uyumadık ben ve eşim sabaha kadar uyanık kaldık. Zaten bu soğukta bu yağmurda hepimiz hasta olmaya başladık."
“Ne yapacağız hiç bilmiyoruz”
Elif Aydın ise çaresiz olduklarını ve depremden sonra gelen selle var olan eşyalarını da kaybettiklerini anlattı.
Aydın, şöyle dedi:
“Su içinde kaldık. Ne elbisemiz ne halımız kaldı. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Yapacağımız bir şey yok bir aydır bu çadırda bu suyun içinde yaşıyoruz. Deprem oldu hiçbir şey kalmadı. Şimdi sel oldu yine hiçbir şey kalmadı. Bu suyun içinde kalıyoruz. Ne yapacağız ne olacak hiç bilmiyoruz. Gıda yardımı geliyor ama bizim gıdaya mı ihtiyacımız var bu durumda. Bir sürü ölümüz var. Daha yasımızı bile tutamadan bu hale geldik. Başımıza her şey geldi."
“Devletten beklentimiz yok”
Altı yıldır kanser tedavisi gören ve 3 kez de ameliyat olan Hasan Ökten’in de ailesi ile kaldığı çadırı su bastı. Kemoterapi gören Ökten, deprem sonrası ailesi ile birlikte Afet ve Acil Durum Başkanlığı’ndan (AFAD) zar zor temin ettikleri tek bir çadırda kalıyor. 8 kişi olarak kalınan çadırda Ökten, hijyen ve sağlıklı beslenme hakkına erişemiyor.
Yıllardır hastalık ile mücadele ettiğini söyleyen Hasan, ilaçlarının devlet tarafından karşılanmadığını belirtiyor. Kendi imkanları ile ilaçlarını aldığını ifade eden Ökten, “Depremden sonra birçok hastane gezdik. Oradan oraya attılar. Zaten devletten bir beklentimiz yok. Vermezler de yani. Kaç sefer çocuğum Pazarcık Kaymakamlığı’na başvurdu çadır için. Sadece TC.’mizi alıyorlar sonrasında ise arkasına bakan yok. En son bir çadır verdiler. Parmağını tutuyorsun dışarıdan görünüyor. O kadar ince bir çadır. İçinde soba deliği yok. Onu da askeriye verdi” diyor. Hasan, tedavi hakkına erişmek istediğini ve bu konuda gönüllü doktorlardan duyarlılık beklediğini de sözlerine ekliyor.
“İlaç sorunumuz var”
Pınar Ökten de deprem öncesi babasının kemoterapi alması gerektiğini, fakat depremden dolayı alamadığını dile getirdi.
Pınar, şöyle dedi:
“İki hafta önce kendi imkanlarımız ile bir hastaneye gittik orada alabildi. İlaç sorunumuz var. Bu durumda en çok etkileyen de ilaçların bulunamaması. Çünkü babamın hastalığı ilerlemiş durumda. Kanserin dördüncü evresinde. İlaçlara ne kadar erken ulaşabilirsek o kadar daha iyi olacak. Vücudunda kan eksikliği var. Doktor vitamin yazdı. Normalde bir ay kullanması gerekiyordu ama biz ikinci ayında da devam ettirdik doktora gidemediğimiz için. Bu ne kadar sağlıklı bilemiyoruz."
“Kızılay’ın yemekleri rahatsızlıklara neden oldu”
Babasının sağlıklı beslenemediğine de dikkat çeken Pınar, Kızılay tarafından çıkarılan yemeklerin yenilemeyecek durumda olduğunu ve hastalara uygun çıkarılmadığını vurguluyor.
Son günlerde Kızılay tarafından yapılan yemeklerin depremzedelerde rahatsızlanmalara neden olduğu bilgisini de veren Pınar, “Babama ekmek arası bir şeyler yapıp vermeye çalışıyoruz. Küçük bir piknik tüpü verildi. Onda yemekler yapmaya çalışıyoruz. Tuvalet ihtiyacı için de babam yürüyemez durumda olduğu için burada oluşturulan tuvaletin merdivenleri de çok yüksek bu yüzden kullanamıyor. Tuvalet ve banyo ihtiyacı için de evimize gidip geliyoruz” ifadelerini kullanıyor.
“Enfeksiyondan dolayı yoğun bakıma alındı”
Pınar Ökten ile daha sonra yaptığımız görüşmede babasının çadır koşullarından enfeksiyon kaptığını ve hastanede yoğun bakıma alındığını söyledi. Pınar, 45 günü aşkın süredir çadırda yaşayan babası Hasan Ökten’in durumunun kritik olunduğunu belirterek “yakınımızda hastane olmadığı için babamın tedavisine Gaziantep Medical Park Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde devam ediyoruz. Durumunun ne olacağı hakkında bir fikrimiz yok. Doktorlar üşütüğünü ve enfeksiyon kaptığını söylüyor. Durumu kritik olduğu için de hemen yoğun bakıma aldılar. Sanırım çadırı basan sudan enfeksiyon kapmış. Defalarca konteyner istedik ama her seferinde ilgileniyoruz deyip başlarından saldılar. Görüyorsunuz işte bu gidişte bu koşulardan öleceğiz” dedi.”
Tarumar edilen hayat imgesinin laf ola beri gele değil, handiyse doğrudan ve kesintisiz bir biçimde her güne içkin kılınan bir meseller toplamı olduğuna işaretlerden birisidir şu yukarıda okuduklarınız. Bütünü tekrardan var etmenin, yeniden dile getirmenin yaraların, kördüğüm kılınan hayatın ve tümüyle tarumar edileni kestirmeden izahat için kılavuz çizgisi olmaya devam ettiğini bildirsek kafidir. Bütünüyle, dönüşümü yok ederek, eşsiz ola gelen bir felaketin ardından hayatı tümüyle çürütme gailesiyle sınamaya dönüştüren bir erkanı muktedirin ulaştığı merhale de mi düşündürücü değildir sahiden. Dahası da basın yayın organlarından paylaşılır, tek bir örnek kafidir misal: “6 Şubat Maraş depremlerinin vurduğu Antep'te, depremden sonraki ilk beş gün kalacak yer bulamayan ve ailesiyle birlikte ön tarafı açık olan ahırda yaşamak zorunda kalan akciğer kanseri hastası Şehmus Kurt, ahırda enfeksiyon kaptı. Tedavi için Hatay'a giden Kurt, hastanede geçirdiği sarılık hastalığı sebebiyle öldü.”
Hayat, eylemin ta kendisi tarumar ediliyor. Düzenin var ettiği her hamle, bambaşka açmazları birlikte güncelliyor. Yara sarmak, onarmak mesel kılınmıyor, bu bahisler çok ama çokça zikredilirken kapalı kapılar ardında pazarlıklar var ediliyor. Soluk / ölgün / basbayağı ruhları kararmışların eline rehin kılınıyor, pazarlıkta al gülüm ver gülümlerle hayat memat mücadelesi, eğilip bükülüyor. Yeter ki koltuk kalsın, yeter ki bu hazin hali ilerleme diye aksettiren ülkenin yönetimi devam olunsun. Aman sakın değişmesin hiç ama hiçbir biçimde statüko yerinden olmasın! Sakın. Birbirine ilişik nice hikayeler, tümü birbirini tamamlayan nice tanıklıklar var ediliyor. Bütün gümbürtü içinde hayatın ehven ile olan kesişimi tarumar ediliyor. Sosyolojik, siyasi, ekonomik, gündelik, anlık devinimi tarumar edilirken, kelimesi kelimesine bir 1984 kurgusu 2023’ün hakikati eylenmeye hala devam olunuyor. Bir yeni yüzyıl lafzı geçip dururken, aralıksız yükseliş, kalkınma, ilerleme vesaireye dair tespitlerin biri bitmeden bir başkası servis edilirken istikametin kapkaranlık geçmişin, en kirli, en kanlı, en onarılması imkansız düzlemi olduğunun idrakine daha çok var mıdır? Ne olacak bu memleketin hali sorgusunun tepetakla edilip, artık olacağını olmuş, yaşayacağını yaşıyor diye bekleyenlerin karşısında uçurumdan geri kurtarmak söz konusu mudur, sahiden. Günler geçip gidiyor tarumar edilmiş hayatlarımız bütün bu döngüde nefesini kaybetmemeye bakıyor. Hepimizi enkaz altında bırakabilecek, uçurumdan düşürebilecek, geleceği bir biçimde çalıp sonra da yok sayacakların karşısında o hayat mefhumunun biricikliğini nasıl hatırlatacağız? Müştereklerimiz delik deşik olunurken, simsiyah bir hale bir toplama durmak yok yola devam diye gazlarla yönlendirilirken bu ülke, sahiden nasıl?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Artwork By Haitian SAIGH – Wings For Syria
instagram
#günce#yara#mesel#arzihal#tarumar#hayat edimi#söz hakkı#cerahat#deprem felaketi#yıkım#yıldırı#devlet101#sözcükler#çürüme#tahakküm#biyopolitika#yol nereye?#seçim#görünen köy#hacet#demokrasi#hayat akarken#durağan#kapkaranlık#başka türkiye vardır#Instagram
1 note
·
View note
Text
(-) Sızlanmayı bırak birşey var sanacaklar!
(+) yok mu? İyi mi görünüyorum ordan?
3 notes
·
View notes
Text
görünen köy stalk istemez diyebilir miyiz hocam
169 notes
·
View notes
Text
dünya köyü
Üniversitedeki binlerce öğrencinin seçebileceği ve kontejanının 24 kişilik olduğu bi ders var. Böyle elevator pitch hazırlama, networking kurma üzerine. Biraz da arkadaşımın zoruyla kaydolmuştum, beklediğimden çok daha güzel geçiyor 🧿 İlk defa Güney Afrika beyazı bi hocam oldu mesela. (Ve inanılmaz tatlı, yardımsever, işinde harika biri🫠❣️)
İşte sabah tam ikinci derse başlayacakken sınıfın diğer köşesinden bi adam geldi, bizden büyük görünen, saçları ara ara beyazlamış birisi.
“Pardon siz X misiniz?” dedi bana. Ben de “Evet…???” dedim ama imza listesi gibi bir şey falan verecek diye düşündüm. Bu sefer de
“Babanız Y hoca mı?” diye sordu. Daha şaşırıp “Evet..???” dedim.
KONUŞACAĞIZ! deyip yerine geçtifkfkfkffl
Ders çıkışı yanıma geldi ve konuştuk. Ankara’da bir üniversitede hocaymış ve babamın doktora öğrencisinin doktora öğrencisiymiş gibi bir şey. Ve işin daha da ilginci yanımdaki araştırma görevlisi olan arkadaşımla aynı üniversitede çalışıyor çıktılar. Veee hepimiz JM ile Hollanda’dayız. Böyle enteresan tesadüfler ve denk gelişler yumağı içinde hissediyorum kendimi.
Canım sıkkın olduğu ve bi an önce arkadaşımla kahvaltı planımıza geçelim istediğim için konuşmayı kısa kestik. Ama tanıdık birilerine denk gelmiş olmanın tazelediği bi güvendelik hissettim yine.
Ve tüm Türkiye akın akın buraya geliyor sanırım. Başka bir açıklama bulamıyorum. Kaldı ki burası Hollanda için ilk üçte yer alan büyüklükte bi şehir bile değil. Dünyayı küçücük bi köy haline getirmişiz gerçekten 🏯🎎🍡
—
PS: Operasyon Bentley’i gerçekleştirdim. Litvanya’yı aramama biraz şaşırdılar. Kafamda yapsam mı yapmasam mı dediğim bi şeyi yapıp listeden çizdiğim için mutluyum. Artık öncelik sıralaması yapıp aslında öncelik olmayan şeyler için üzülmeyi de bırakıyoruz, hadi bakalım🌸
20 Eylül 2024
35 notes
·
View notes
Text
Gençler birazcık gıybet + içimin çöplerini boşaltma yapacağım. Zaman kaybı diyorsanız altı açmadan devam ediniz
Burada önceden de bahsettiğim gerizekalı bir arkadaşım var (hangisi dediğinizi duyar gibiyim). Bu çocuk işinden ötürü Antalya dışında yaşıyor ama burada bir ilişkisi var. Bunlar ne ara bilmiyorum ama evliliğe karar vermişler, ok gayet normal eşek kadar olduk neticede. Ama bizim çocuğun ailesinin evinde piyano var, baba tarafı vals yapmaktan yorgun düşmüş, İstanbul’da yalılarda yaşıyor filan falan. Kızı kesinlikle kötülemiyorum ama gördüğüm kadarıyla ailesi biraz baskıcı. Daha kız istemeye gidecekler, gitmeden bir sürü sorun çıkıyor.
Neyse, bizim çocuk yarın evlilik teklif etmeyi planlamış kafasında. Dün alışverişe gittik, kızın ailesi yine saçma sapan bir istekte bulunmuş o yüzden yaklaşık 1 saat telefonda kavga ettiler. Sözde “sürpriz” olacağı için tüm eşyalar bende şimdi ama ben evde değilim. Kız Lego çiçek istiyormuş, gitti Lego çiçek aldı onu yapıp koyacakmış masaya normal canlı çiçek yerine.
Ve hiçbir şeye vakit ayırmayan/ayıramayan arkadaşım bugün bir arkadaşının evini boyamaya yardıma gidecek. Moruk sence şimdi zamanı mı? Ver parasını boyacı yapsın ama senin yerine başkası evlilik teklif edemez. Git bi’ prova yap en basitinden “anama ana de” mi diyeceksin, “karım olup çocuklarıma bak” mı diyeceksin ona filan karar ver.
Kızı istemek için, memleketine gidecekler yaklaşık buradan 9 saatlik mesafede. Beyefendi planı yapmış, üniden arkadaşlarını ayarlamış yanında götürmek için, araba kiralamış, kalacak ev ayarlamış hatta son konuşmasını yanımda yaptı “evet evet 5 kişi geliyoruz” dedi. Sonrasında bana dönüp “yaa sen de gelir misin?” dedi. Özür dilerim amk kulak misafiri oldum diyecektim, demedim bir şey. Zor ama ayarlamaya çalışırım dedim geçtim. Annesi de ısrar etmiş ben geleyim diye.
��imdi bunun sonunda sizden cevap rica edeceğim.
Bu çocuk açık açık uzun zamandır beni takmıyor, benim plan konularında uzman olduğumu bildiğinden büyük ihtimal etimden sütümden faydalanmak istiyor. Yemin ederim kılımı kıpırdatmak istemiyorum onun için. Çünkü içimde kız istemede sağlam kavga kopup işlerin iptal olacağına, eğer her şey yolunda giderse de max 1 sene evli kalabileceklerine dair bir his var (daha doğrusu görünen köy kılavuz istemez).
Sorumuz geliyor;
Ben bu kız istemeye gitmesem -mantıklı bahaneler sunup- nasıl olur? :)
En kötü 10 gün sonra doğum günüm var kötü bile olsak o gün öpüşür yeniden barışırız diye düşündüm.
27 notes
·
View notes
Text
Yazma Alışkanlığı, Fazla Genel Bir Kültür ve Toparlama
Eveet, biraz geç kaldığım yazma pratiğimin ikinci gününden (gecesinden) selamlar arkadaşlar. Hikayeye devam edeyim dedim, birazcık ettim de ama şu an oraya yazacak gibi hissetmiyorum. O yüzden burada boş yapayım istedim, çünkü neden olmasın. O halde en sevdiğim klişeyle başlayalım:
Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok, gördünüz, yürüdüm, çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı lan beni buraya?
Parçamızı da verdik. Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim olmayan bir an. Müthiş korkutucu ve aynı derecede özgür hissediyorum. Siyasete girip tüm bu yazıyı bok etmek gibi bir olasılığım da var, genel kültür yönünden etki edecek şeylerden bahsetmek gibi bir olasılığım da. Şahsen hepimiz malum parti ve siyasal islamcı ahmaklar yüzünden yeterince siyasete doyduk, bıktık, tükendik ve daraldık. O yüzden oraya pek girmek istemiyorum. En azından bu yazıda kendilerini bir kum havuzuna (sandbox) kapatalım, orada takılsınlar. Diğer senaryoya girmek için üstteki sandbox güzel bir başlangıç olabilir. Sandbox (kum havuzu) genelde dijital sistemlerde kullanılan kontrollü bir kapalı devre sisteme verilen isim. Böyle söyleyince çok karmaşık gelmiş olabilir, o yüzden şöyle anlatayım. Örneğin bir siteden bir program indirdiniz. Ancak o siteye zerre güvenmiyorsunuz çünkü daha önce hiç oradan bir şey indirmediniz. İndirdiğiniz dosyanın virüslü olup olmadığını bilemiyorsunuz. İşte sandbox dediğimiz şey tam olarak burada devreye giriyor. Sandboxie vb programlar, indirdiğiniz dosyaları güvenle açabileceğiniz mini oturumlar oluşturuyor. Tek tıkla silebileceğiniz ve ana dosyalarınıza ulaşamayan bir alt sistem gibi. Örnek olması için ben aşağıdaki video dosyasını sandbox sistemde açtım.
Bu videoyu istediğim kadar izleyebilirim, istediği kadar virüs barındırabilir. Videoyu kapattığım anda sistemim üzerindeki tüm izleri pıt diyerek silinip gitmiş oluyor. Çünkü ilk aşamada zaten sistemimde hiç çalışmamış oluyor.
Örneklemeye çalışırken daha da karışık hale getirmiş olabilirim. Tek cümle özeti: Güvenmediğiniz yazılımları güvenle açmanızı sağlayan kontrol odası mekanizması.
Evet bunu artık geçebiliriz sanırım. Size Ted Lasso'dan bahsettim mi hiç? Muhtemelen bahsetmişimdir ama yeterince bahsettiğime inanmıyorum. Özellikle de henüz izlemeye başlamamışsanız. Kabul, fazla iddialı bir cümle ama yapımın kendisi de bu iddiayı destekleyebilecek kalitede.
Ted Lasso, içinde bulunduğumuz bu saçma dönemde kalbimizin en içine başarıyla dokunan, yeri geldiğinde kahkahalarla güldürüp, yeri geldiğinde ağlatan, ana konusuymuş gibi göstermeye çalıştığı futbolu arka plana atıp, müthiş karakterleri bize tanıtan, hayata harika bakış açıları kazandıran bir dizi.
Bu diziye başlayışımın da uzun zamandır hiçbir şeye odaklanamayışım ve başlayamayışım sebebiyle "amaan bakayım, sarmazsa kapatırım." düşüncesiyle olması bana ufak bir utanç kaynağı tabii.
Ted Lasso için her ne düşünüyorsanız şu an bırakın. Çünkü sizi her noktada başarılı bir futbolcu gibi ters köşeye yatırmayı başaracak. Benim için böyle bir yapım oldu ve iyi ki de oldu. Kendisi henüz ilk sezonunu bitirmek üzereyken Comfort Showlarım arasında yerini aldı.
Comfort Show kavramını bilmeyenler için de (söz bu kez uzatmadan) tekrar tekrar izlemekte zevk aldığın, izlerken güvende hissettiğin diziler için kullanılan bir kavram olarak anlatabilirim. (heheh, kısa demiştim.)
Benim için bunlar: Ted Lasso, Doctor Who, Forever (2014) (2014 parantezi çünkü benzer isimli farklı bir dizi daha var, sevemedim onu), Friends, How I Met Your Mother, Person of Interest, The Mentalist, The Big Bang Theory, Brooklyn Nine-Nine, Avrupa Yakası, Geniş Aile. En azından aklıma gelenler bunlar. Ay ne kadar çorba bir yazı oldu bu.
Ee buraya kadar sabırla okuyan sevgili arkadaşım. Sen ne düşünüyorsun? Söylediklerim hakkında ya da genel olarak mesela. Ya da senin comfort show olarak izlediğin diziler var mı? Ya da "yeter kardeşim ne saçmaladın, iki dakika bir şeyler okuyalım dedik kafa ütüledin?" mi diyorsun? Sahiden şarkı biteli de epey oldu tabi. O zaman bir tane daha bırakıyorum hemen buraya
Nev bey de birden kaybolup gitti gerçekten. İlginç bir havası vardı, TSM Sanatçısı ile Rockstar arasında gidip geldi, en son arafta kalarak hiçbir şey olamadı galiba. Ya da ben takibi kaçırdım orada. Her halükarda kararsız kalmanın ne kadar zararlı bir şey olduğunu görüyoruz diye düşünüyorum. Görüyoruz di mi? Görmüyorsak bunu da konuşup kapatalım bu metni artık. Kararsızlığın zararları sadece mental de olmuyor bu arada arkadaşım. Fiziksel olarak vücuduna da zararı oluyor bu durumun. Çünkü bu süreçte beyin de ne yapacağını şaşırıyor ve organları "eeaahh sizle mi uğraşıcam kardeşim, bugüne bugün beyin olmuşum, biraz bakın başınızın çaresine" edasıyla kendi hallerine bırakması ve beraberinde gelen cilt problemleri, ülser gibi stresle tetiklenebilecek şeysilere de sebep olabiliyor.
Tabi bu söylediklerimi tıp okumuş daha bilimsel bireyler eminim çok daha mantıklı cümleler kurarak detaylıca anlatabilir ama gecenin üçü ve benim buna enerjim yok inan bana. Mutsuzluk gibi kararsızlığın da insan sağlığı için iyi olmadığını bil lütfen.
İyileşen yaraların, kaybolan izlerin olduğu bir hayatta mutluluğa bir unutkanlık kadar yakın olduğumuzu unutma ve en kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğu da hep aklının bir köşesinde olsun.
Evet ben yine çok konuştum, boş konuştum sanırım biraz da. Artık gideyim. Bıkmadan, usanmadan buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Neden okudun bilmiyorum tabi ama sabretmişsin ve bu bence takdir ve teşekküre layık bir durum. O yüzden teşekkürümün yanı sıra tebrik ederim jfdglfdjf
Lütfen kendine çok çok dikkat et. Hadi baybay!
16 notes
·
View notes
Text
Kahvaltıda komşumuzun verdiği köy yumurtası, bahçede yetiştirdiğimiz domat ve semizotu vardı. Semizotunu masanın yanından topraktan kopardım hortumla yıkayıp yedim. Hala yaptığım şey bana tuhaf geliyor her şeyi marketten almaya çok alışmışız. Semizotları çok bahtsız bitkiler. Dün akşam ve bu sabah onları bahçeden yoldum çünkü çok fazlalar, ektiğimiz ekinler büyüsün diye onları yolmak durumundayım maalesef. Yabani olanları alıyorum ama böyle açık yeşil yapraklı, güzel görünen, yukarı doğru serpilen semizotları var onları bırakıyorum tadı güzel oluyor diye. Herkes denize gitti ben kaldım. Öğle sıcağında denize girmeyi daha doğrusu yanmayı sevmiyorum çünkü hem sessizlik de bana iyi geliyor. Her şey için elhamdülillah.
10 notes
·
View notes
Text
Şimdi gidip vizede “bir ulusun doğuşu” harbiden ırkçı bir film yazsam adam direkt bırakacak ama şimdi görünen köy de kılavuz istemiyor neyse o değilde en son dün öğlen 2 sularında yemek yedim
8 notes
·
View notes
Text
Aslında köyün içini bilmeyen
"görünen köy kılavuz istemez der.."
9 notes
·
View notes
Text
Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm, çıktım ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? kim çıkardı lan beni buraya?
#buraya da girdik ama hadi bakalım#cninzihni#kaybetmeme etiketleri#bi ara bunu da eklicem linklere#biyografidekine evet#baybaay
4 notes
·
View notes
Photo
Değerli dostlar, Bizim kültürümüzde, Karadeniz yöresel :rivayetlere göre :Nuh Peygamberimiz büyük tufan için büyük bir gemi yaptırdı. İçine de her hayvandan birer çift almıştı. Haliyle Nuh PEYGAMBERİMİZ Şeytanı gemiye almak istememiş. Şeytan da bunu bildiği için Eşeğin kuyruğunun arkasına saklanmış. Haliyle gemiye binmiş ve Tufandan kurtulmuş. Değerli dostlar, Özellikle yakın geçmişimizde CHP, her zaman milletimizin, devletimizin ve inandığımız hayati değerlerimizin düşmanı olan ihanet, fitne, terör, sapıklık ve kötülük azgınlığındaki pek çok kötülük odakları ile ya doğrudan, yada dolaylı iş birliği yapmıştır. Hala iş birliği yapıyor. Hesap kitap ortada. Görünen köy kılavuz istemez. TABİRİ CAİZSE adeta tüm şeytanlar, CHP de saklanacakları bir kuyruk buluyorlar. Atatürk'ün kurduğu bir partinin adeta her türlü ihanet, fitne, terör, sapıklık ve kötülük azgınlığındaki odakları ile iş birliği yapmasını yakıştıramıyorum. Lütfen 🙏, hakkaniyetli düşünelim. CHP nin nesi milli. Bize güven veren bir nesi var. Bizler yine de başta CHP ve yöneticileri olmak üzere Rabbimiz hepimizi islah etsin, şuur versin ve hidayet nasip etsin diyelim. Amin inşaAllah. https://www.instagram.com/p/Cqr3HvzIYay/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes
·
View notes
Text
Katran Karasının Sınırlarında Bir Ülke
Bir katran karanlığının sınırları boyunca yürüyor iş bu menzil. Her durumda birbirinden beter halleri yeknesak bir uyum içinde çelişmeden, kördüğüm olmadan var edebilen bir biyopolitik deneyselliğin esiri ülke şimdi hakkaniyetimiz kılınıyor. Bütünüyle baş amirle, taban tabana zıt gel gelelim suç ortaklığında yerli ve milli olan / oldurulan çeteleşmiş bir devletli mutabakatının izlerinde / birleşiminde hayatın kendisi çelişkilerin esiri kılınıyor. Dört bir yanı sınama, her günü apayrı kuşatma ve tahakkümle yan yana doğrudan bariz bir biçimde müştereklerimiz yerle bir ediliyor. Bugünün ülkesinin yeni yüzyıl formu ya da tahayyülü ekseninde diri, güçlü kendi kendine yeten bir ülke olduğu sanrısı aralıksız zikredilirken oluşan zımni ile varılan yer kapkaranlık bir sahneyi biçimlendirmektedir. Birbirleriyle örtüşen her eylem, her söz, her karar, her hükümle bu müşterekler talanının var edilmesi kesintisiz kılınır. Covid-19 salgını döneminin paldır küldür sümen altı edilip normalleşme diye çıkılan güzergahta oluşturulan perspektif bu hali hemen her güne içkin kılmaktadır. Görünen köy kılavuzsuz bu bahistedir. Varılan eşiğin sunduğu haleti ruhiye tastamam bir tahakküm cenderesidir. Cehennemden hallice bir toplam yeni ülke olaraktan bildirilir. Bütünüyle, ezen, biçen, sindiren ve sınırları daraltan bir toplamdan, mümkün ola gelen her şartta hizada tutulan panoptikon güncelliği var edilendir.
Bir biçimde gözetleme halinin ortasında denetim / gözetim ve tahakküm üçlemesi birlikte, beraberce o yönergeyi sabiti kılar bu ülkenin. Hayatın ehven kılınan her şeyden ama her bir şeyden alıkonulmasının mizansen değil doğrudan güncelliğidir mesel. Bütünüyle kara, kapkaranlık bir yeri / yurdu bina etmek yolunda yürünürken, müştereklerimizin elimizden çalınmasının hali ne olacaktır sahiden? Üçlü, beşli çetelerden, devlet denilenin orta yerine konumlanmış ne ettikleri / ne yaptıkları meçhul kılınmış sureti temsillere, dört bir yandan pıtrak gibi bitiveren götürelim abicim, ablacım tiplemelerine, devletin malı deniz yemeyi beceremeyen keriz abilerine bir dolusu, binbir türlüsü elinde bir ülkede normalliğin nesi var edilebilir ki? Dönüşümü, mutlak teslimiyeti, rant / çıkar / beka adına sahiplenenlerin var ettiği her şeyle bir biçimde ülke mefhumu yıkılırken, aynı gemiden olunmadığını daha hangi felaket, fecaat nasıl bildirebilir ki sıradana, değil mi? Bütünüyle normatif halini terk etmiş, her şeyiyle, her şekilde o duyurulan / görülen ve bildirilen zorbalık rejiminin sureti devamlılığına koşulan bir yerdeki hayatın esamesi sahiden de neye varacaktır ki afaki bir karanlıktan gayrı? Düzen, ezen konumunu güncellerken, yaralar dört bir yanı kuşatmaya, var edilmeye devam ederken, sorunun, meselenin ta kendisinin o kanun koyucu, şu baş amir, bu baş faşist, bu bilmiyoruz kim, hangi bakan, bürokrattan değil topyekun sistemin ta kendisinden ileri geldiğini anlamak zor mudur, hala uzak mıdır?
Artı Gerçeğe bağlanalım: “Suç örgütü liderliğinden tutuklandıktan sonra MHP lideri Devlet Bahçeli'nin çağrısı üzerine serbest bırakılan Kürşad Yılmaz, gıda pahalılığından zincir marketleri sorumlu tutan hükümete tepki gösterince iktidar tarafından hedef gösterilen Gıda Perakendecileri Derneği Başkanı ve BİM Marketleri İcra Kurulu Üyesi Galip Aykaç'ı tehdit etti. Yılmaz, Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda, "Kime kimlere hangi güce güveniyorsanız, bütün güvendiğiniz güçlerle birlikte hepinize diyorum tuttuğunuz köşe başları mezarınız olur" dedi.
"Türkiye Yüzyılı vizyon belgesi, bağımsız dış politika hamleleri, yerli ve milli politikalarla KIZILELMA yürüyüşünün içeride ve dışarıda belli çevrelerde oluşturduğu rahatsızlığın farkındayız" iddiasında bulunan Yılmaz, "Türkün bu şanlı yürüyüşünü mümkünse kesmek, değilse geciktirme adına durumdan vazife çıkaranlar da olacaktır" diyerek Aykaç'a şu tehditleri yöneltti:
"Görünen o ki BİM İcra Kurulu Üyesi Galip Aykaç bu göreve talip olmuştur. BİM İcra Kurulu Üyesi Galip Aykaç denen şahıs Liderimizin açıklamalarını üstüne alıp çıkmış haddini aşan bir üslup, tavır ve tarzda açıklamalar yapmıştır. Seni ve senin gibi sıyırtmaları uyarıyorum; Vatandaşı zor durumda bırakacaksınız Liderler uyarınca da çıkıp kabadayılık yaparcasına açıklama yapacaksınız öylemi; kime kimlere hangi güce güveniyorsanız bütün güvendiğiniz güçlerle birlikte hepinize diyorum tuttuğunuz köşe başları mezarınız olur."
Ne Olmuştu?
Aykaç, perakende gıda sektöründen temsilcilerinin katıldığı 7. Private Label Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Zincir marketlerle ilgili kontrolleri sıkılaştıracağız" açıklamalarına "Üretimde maliyet enflasyonu var. Maliyet enflasyonuna eğilmediğimiz sürece bu konuşmalar spekülatif" ifadeleriyle yanıt vermişti.
Aykaç, "Nizamı tanımayan yerel yöneticilere… Ziraattan haberi olmayan ve özellikle İstanbul Ziraat Odası Başkanı'na… FETÖ'ye bizi tehdit eden parti liderlerine söyleyeceklerimiz var. Bu ülkenin insanları sizlerin yalanlarına hiçbir şekilde itibar etmediler" dedi. Aykaç, "Bre ahlaksızlar, densizler, sizlere bundan sonra sizin tonunuzla cevap vereceğim bunu bilesiniz" demiş, "Bizleri farklı yere koyan ve bunları koymaya çalışan ve Müslüman olduğunu iddia eden bu insanlara söyleyeceklerimiz var. Lütfen aynaya baksınlar" ifadelerini kullanmıştı.
Bu sözlere, hem AKP'den hem iktidar ortağı MHP'den tepki gelmişti. Bahçeli de, partisinin grup toplantısında zincir marketlere ilişkin FETÖ soruşturması çağrısı yaparak şunları demişti:
"Zincir marketlerde gün aşırı yapılan zamların toplumsal ve ekonomik huzurumuza tahammülsüzlük olduğu kanaatindeyiz. Ticaret Bakanlığımızın fırsatçıların üzerine kararlılıkla gideceğinden, keyfi ve hatta sinsi bir plan dahilinde fiyat etiketlerini şişirenlerden adli ve idari manada hesap soracağından kuşku duymuyoruz.
Vatandaşlarımızın kesesine dokunan kim olursa olsun karşısındayız. Sürekli zam yapan zincir marketlerin FETÖ’yle irtibat ve ilişkisinin titizlikle araştırılması gerektiğine de inanıyoruz. Milletimizin sırtına zam kamburu yerleştirmek isteyenler her yerde bizi karşılarında bulacaktır. Bu açgözlülere müsamaha gösterilmemelidir. Ekmeğimizden çalan, sofralarımızın tadını kaçıran, mutfaklarımıza karabasan gibi çöken kim varsa iki yakasından tutmak devletin asli vazifesidir.”
Türkiye denilen cerahat sahnesi kılınmış yerde, karanlığın her nasıl biçimsiz bir halde ve hiç aralıksız yinelenen bir mesel olmasına yalın bir örnektir. Burjuva temsilinin karşısında bitiveren kendisi gibi Türk bir temsilin oluşturduğu tehdit döngüsü, var ettiği laflarla bir ve beraberce o katran karanlığının bir soluk mesafesi kadar yakında olduğu ifşa edilir. Bir kere daha tümüyle çürümüş bir düzende sağlam çark olmayacağı kendi elleriyle var edilir. Dönemin suna geldiği imkanlarla tekrardan özgür kılınmış bir mafyanın, doğrudan hedefe koyduğu temsil, bugün yoksulların en çok rağbet ettiği indirimli satış mağazalarından biri olarak bilinendir. Böylesi bir halde dahi, günbegün yıkım şekillendirilip, gündelik kazanç, yaşamak için gereksinim duyulan emtia hiçbir şeye kafi gelmezken, bırakalım geçimi bir tek doğrudan doğruya gıda harcamalarını karşılamaya imkan koymazken, onu dile getire duran bir burjuvanın hedefe konulması, sıradan insanlar için kalıcı bir uyarıdır. Tümden, belirgin bir itirazın söz konusu edilmemesi adına, ah vah ederek yaşamanın mecburi bir deneyim olduğu sanrısına tutunarak, duraksamadan iktidar, bileşenlerine şükran duyarak bir karanlık güncellemesi söz konusu edilir. İtiraz hakkını kullanan burjuva / sermayenin piyonu temsilin eylediği gibi, nedamet ve özürlerle birlikte perakendeci bir konseyin en başat temsilinden istifa etmesi gibi, susun / susun / susun buyrulur. Bundan ala karanlığı bildirecek bir yönetişim / hakimiyet, temsiliyet var mıdır? Görüyorsunuz, anlatmaya hiç gerek yok!
Gazete Duvar’dan aktaralım: “Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun çalışma takviminin belirleneceği toplantıya katılan Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, katıldığı TRT Haber yayınında 'kırmızı çizgi'lerini açıkladı.
Türk-İş'in önceki gün '4 kişilik bir ailenin açlık sınırı' olarak açıkladığı 7 bin 785 TL'yi telaffuz eden Atalay, "Bu rakamın altında bir konuyla ilgili masada olmayız" dedi.
'7 bin 785 liranın altı' için "Bizim adımıza kabul edilmesi mümkün değil" ifadelerini kullanan Türk-İş Başkanı Atalay, özetle şunları söyledi:
- Onun altında bir rakamı kabul etme şansımız sıfır.
- Bir şey yayınlıyoruz. Sonra bize sormazlar mı 'Sen bunu açıklıyorsun. Ondan sonra gidip bunun altına imza atıyorsun.' Öyle, o işin içinde olmayız.
- 7 bin 785 TL kırmızı çizgimiz. Onun üzerine çıkmak gerekiyor.
- Bizim hesabımıza göre gıdada artış yüzde 138. Ben Çalışma Bakanı'nın iyi niyetinden şüphem yok. Ama burada yaşıyoruz. Markete, kasaba, bakkala işçi gidiyor, işsiz gidiyor, emekli gidiyor. Dar ve sabit gelirli gidiyor. Küçük esnaf, köylü gidiyor.
- Neyin ne olduğunu biz biliyoruz. Yani ülkeyi yönetenler yahut işveren sendikası bunu da göz önünde bulundurarak bize bir rakam getirmeli. Ondan sonra biz duracağımız yeri biliyoruz. 7'sinde, 14'ünde rakamı bir görelim. ona göre nasıl hareket edeceksek ederiz. Yani bu rakam kırmızı çizgi, bunun altıyla ilgili masada olmayız.”
Bir biçimde panoptikon / gözetleme kulesi / cezaevine dönüştürülen menzilde olmaya hal, bir gayret devam olunan şey yıkıcılığın farkına varılmaması halidir. Türk-iş başkanı olan zatın savunabildiği, kerhen değil de doğrudan var ettiği cümlelerle çıkagelen şeyin bizzat yaşam hakkını gasp etmek olduğu gözlerden kaçırılır. Devletin dümen suyunda gidip bir de aralıksız olarak sanki halktan / emekçiden yana tavır alıyor olabilmenin imkansızlığı bir biçimde gözler önüne serilir. Beyefendinin kırmızı çizgi olarak suna geldiği şeyin belli bir kesim, bu ülkenin yüzde seksen kadarının ortak müştereken hayatta var olma istem ve mücadelesi olduğu unutturulmak istenir. Toplu sözleşme masasına oturana kadar sürüp duran bir heyula içerisinde bir öyle, bir böyle, ama illa ki haklının, hakkı olan halkın istediğini savunuyoruz, savunacağız diye bildiren / bunu iddia eden bir temsilin var ettiği hazin surettir mesele. Açlık sınırının tam da üstünde durmayı matah bir şey zanneden, oysa memleket sathında yüzde yüz ellileri, İstanbul özelinde ise yüzde iki yüzlere çoktan ulaşmış olagelen enflasyon / hayat pahalılığına karşı bir direnişi değil, tam tersine hepten teslimiyeti var etmesi bir sendikacının düşündürücü değil midir? Bu paralarla değil bir aile, tek bir ferdin dahi bir ayını geçirmesi, eksiklerini tamamlayabilmesi, hayatını tam ve eksiksiz bir biçimde gıda, giyim, fatura, yol, sağlık harcamaları vs. tamamlayabilmesi söz konusu edilebilir mi? Sahiden bu mümkün müdür, şu varılan raddede. İyi de nereye kadar en kahraman kara murat tiradı! Hem de boş yere, laf ola beri gele!
Düzen, katran karanlığının sınırlarını dönüşüm / devinim olarak yutturma gayretine devam edenlerin. Bütünüyle, yirmi bir koca senede oluşturulan cerahat imi, bayrak, vatan, din, iman satılarak hep aynı tornadan, neresinde aha da hesap verilecek şimdi denilse bir kere daha güncellenerek o katran karanlığına mahkum menzili / yurdu / milleti var ettiler. Bütünüyle karanlık dört bir yanı kuşatırken, her şey yolundaymış türküsünü aralıksız zikredip dururlarken, yol da meram da çıkmazlara çoktan terk edildi. Bugün vardığımız yerin, dünden karanlık, yarın ulaşmaya çalıştıkları zeminin her günkü olandan da fenalık ihtiva ettiğini bilmek / anlamak için allame olmaya gerek yoktur. Kılıfına uydurulmaya hala devam olunan bir yıkım / çökertme, tükeniş sarmalı dahilinde tek bir iyi günün var edilemeyeceği muhakkaktır. Yönelim, yöneten katından sokağa salınan dehşet dolu bir toplam, tevatür değildir, geleceğini o katran karasında biçimlendirmek, kendi iktidarını daimi kılmak isteyen bir temsiliyetin varlığını gösterir. Bunca can kırığının ortasında kim nasıl, ne şekilde hayatı muhafaza edecektir!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça: Elif ÖZTÜRK ÖZGÖNCÜ - Anadolu Ajansı / Getty Images v/BBC Türkçe Servisi
#hayat hakkı#söz hakkı#durum tahayyülü#güncel#kök karanlık#meram#arzihal#yol nereye?#market#faşizan#akım#günce#doğrudan#hayat#imge#sesler#ekonomik çöküş#yıldırı#tahakküm#siyasa#pragmatism#devamlı şiddet#biyopolitika#sonsuz#fasit döngü#izler
2 notes
·
View notes
Text
Antony Loewenstein – Filistin Laboratuvarı (2024)
Bu kitabın apak fotoğrafı İsrail’in güneyindeki bir askeri üssü gösteriyor. Geride görünen köy gerçek değil. Köy baskını, ev araması ve sokak çatışması koşullarını simüle etmek için inşa edilmiş yapay bir köy. Burada tatbikat yapan İsrail askerleri köye “mini Gazze”diyorlar. Batı Şeria ve Gazze’nin işgali, “düşman” olarak tanımladığı Filistinlileri denetleme ve gözetleme teknolojileri konusunda…
View On WordPress
#2024#Antony Loewenstein#Özlem Özarpacı#Filistin Laboratuvarı#Metis Yayınları#İsrail İşgal Teknolojilerini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor?#İsrail-Filistin Sorunu
0 notes