#görünen köy
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 2 years ago
Text
Tarumâr Olunan Hayat
Tumblr media
Bir tarumar etme halinin içerisinde dibe doğru çekiliyor bu ülke, şu yer, tüm sahne. Hayat eriminin içeriğinin küflenip, çürümeye çıkartıldığ�� bir zeminde yaşama eyleminin açıktan tarumar edilmesinin türlü çeşit halleri var ediliyor birbiri peşi sıra. Ne izan, ne izahat, ne söz, ne de tek bir uyaran var ediliyor. Birdenbire, yirmi bir yıllık iktidar dinamiğinin var ettiği o aymazlık hali ile güce sahip olma isteminin kesintisiz halleriyle yaşatmama halleri üstünde yepyeni eşikler arşınlanıyor. Kıyıcı yıkıma sahne olan, on bir ilin hayatla bağlı ve bağdaşık tüm hallerini esir eden / sınırlayan deprem felaketinin üstünden bir buçuk aydan fazla zaman geçti. İlk gününden şu ana kadar o tarumar etme isteminin her nasıl bitimsiz bir cendere kılındığı kendiliğinden yaşatılanların yekununda, yerle bir olan kent çeperleri, bina kalıtlarının arasından çıkagelen / hala çıkagelen, imdat çığlıklarından belirgindir işte. Tümden, tarumar etmenin bir düzeneğe / bir rutine bağlanmasının meselidir haddizatında anlatmak istediğimiz. Yeni diye varılan ol eskisinin tıpkısı bir sureti temsilin hayatla olan tüm bağları kopartmasının devamlılığıdır sorun.
Bir tarumar etme halinin istemsiz değil doğrudan devamlılığının her ne şekilde var edilen olduğuna dair birkaç kısa örnek dahi yeterince açık bir kanıttır. Depremin hemen sonrası çıkagelen devletli katının ziyaretinde, ulaştırma bakanı titrine sahip zatın, üşüyen çocuğun kapşonunu çekiştirmesi, harçlık diye baş amirin sadaka dağıtması, suç ortağı olagelen en büyük vatanseverliğin yalan / riya / rant üçlemesi ve bolca saçmalamadan ibaret olduğunu bir kere daha kanıtlayan baş faşistin hezeyanları bir kısa örnektir. Dahası da vardır elbette bir kamusal yayıncılık titrini benimseyen oysa ola ola sermayenin kölesi, saray / hanedan, düzen / iktidar ne derseniz onun oyuncağı olabilmiş tiplemelerin ekranda sunamadıkları o hakikat bahsi mesela tarumar edileni zaten bildirir. Bir hayır kurumu olması gerekirken en olmayacak kötülüklerin altına imzasını atıp, çadır fiyatları kovalayan, konserve gıda satışı yapan, arsenik ihtiva eden maden suyu ticaretine imza atan Kızılay ve onun başında yer bulan bürokrat gibi nicesinin suna geldiği şeyin ta kendisidir tarumar olunan hayatlar imgesi.
Tarumar etmenin bir başka yüzü, enkaz altında kalan canları için canhıraş bir hal içinde, içişleri bakanına imdat çığlıklarını duyurmaya çalışan ailelere kayıtsız kalınmasının tüm / yalın / çıplak görüntüsüdür mesele. Yirmi bir koca yıldır iktidar pratiğine sahip, her şeye ama her şeye yetiştiğini bildiren, her durumda yurttaşını gözettiğini zikreden bir yapının en olmayacak vakitte, insanları ne halleri varsa görsünler düzeyine terkinin utancıdır tüm o tarumar etmeyi anlaşılır kılacak olan! Vedat Örüç’ün Bianet’te yayınlanmış olan haberi ile devam edelim: “Depremden sonra hayatın olağanüstü akışta devam ettiği Adıyaman’da halen artçı sarsıntılar devam ediyor. Günlerdir aralıksız yağan yağmur sonrası bölgede sel meydana gelirken afetzedelerin kaldığı çadırları su bastı.
Adıyaman’da çadırları su basan afetzedeler geceleri hasarlı binalarda geçirmek zorunda kalıyor. Bianet’e konuşan afetzedeler AFAD’a başvurduklarını ancak “başınızın çaresine kendiniz bakın” yanıtını aldıklarını söylüyorlar. Yardıma ulaşamadığı için günlerdir göle dönen çadırlarda kalan birçok afetzede de hastalandı.
“Hasarlı evde nöbetleşe uyuduk”
Merkeze bağlı Cumhuriyet Mahallesi’nde yaşayan Emine Evli göle dönen çadırını göstererek bütün eşyaları ıslandığını söyledi. Korkmalarına rağmen başka çareleri olmadığı için sabaha kadar evde kaldıklarını ve nöbetleşe uyuduklarını belirten Emine Evli, bianet'e konuştu. Şöyle dedi: “Halimizi gördün işte böyleyiz. Akşam gelip sobayı kurup yatayım dedim baktım direkt suyun içine girdik. Çadırımız da eşyalarımız da su içinde kalmıştı. Bizim evimizde depremde hasar gördü çatlağı çok ama bu çadırda da kalamadığımız için gidip evde kaldık. Çocuklarımızda, bizde korka korka eve gittik.
"Dün gece nöbetleşe uyuduk. Bir biz uyuyup diğerleri uyuyordu bir de diğerleri uyuyor biz uyanık kalıyorduk. Çadırımız ıslanmasa burada kalırdık ama çadır su içinde. Çocuklarımız eve gittiğinde ölmekten korkuyor. Biz ne yemek ne giyecek hiçbir şey istemiyoruz. Biz sadece konteyner ya da sağlam bir çadır istiyoruz başka bir şey istemiyoruz. Evde bir şey yaptığımızda da kapı önünde yapıp hemen dışarı çıkıyoruz."
“Kapı önünde sabahladık”
Çadırı su altında kalan bir başka depremzede Sultan Aydın ise mahallede bulunan bütün çadırların ıslandığını ve çocukları için mecburen evde kaldıklarını söyledi. Yetkililerin ‘girmeyin’ dediği evde kapı önünde sabahladıklarını ifade eden Sultan Aydın, şöyle seslendi: “Biz 6 kişi bir çadırda kalıyoruz. Yağmur yağdıktan sonra burada sel oldu. Çadırlarımızın hepsi su içinde kaldı. Çadırın içi su doldu. Sadece bizimki değil, burada 10 tane çadır vardı.
"Hepsi su içinde kaldı. Çadırda kalamadığımız için bize ‘girmeyin’ dedikleri eve girdik. Zaten bu çadırları da kendimiz kurduk. Normalde tütün kurutmak için kullandığımız çadırlar.
"AFAD’a kaç kere başvurduk henüz çadır vermediler. Zaten selden sonra AFAD’ı valiliği defalarca aradık yardım istedik ‘şimdilik başınızın çaresine kendiniz bakı bir şeyler ayarlamaya çalışacağız’ yanıtını verdiler. Bizde tütün çadırlarını kullanmak zorunda kalıyoruz, başka yapacağımız bir şey yok çünkü.
"Bu çadırlarda her yağmur sonrası su basıyor. Halimizi görüyorsun işte. Mecburen bu yağmurda çocuklarımız dışarıda kalmasın diye gittik hasarlı evin içinde kapının önünde yattık. Zaten varımız yoğumuz çocuklarımız. Başka bir şeyimiz yok, evimiz yok. Sabaha kadar evdeydik iki gündür hiç uyumadık ben ve eşim sabaha kadar uyanık kaldık. Zaten bu soğukta bu yağmurda hepimiz hasta olmaya başladık."
“Ne yapacağız hiç bilmiyoruz”
Elif Aydın ise çaresiz olduklarını ve depremden sonra gelen selle var olan eşyalarını da kaybettiklerini anlattı.
Aydın, şöyle dedi:
“Su içinde kaldık. Ne elbisemiz ne halımız kaldı. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Yapacağımız bir şey yok bir aydır bu çadırda bu suyun içinde yaşıyoruz. Deprem oldu hiçbir şey kalmadı. Şimdi sel oldu yine hiçbir şey kalmadı. Bu suyun içinde kalıyoruz. Ne yapacağız ne olacak hiç bilmiyoruz. Gıda yardımı geliyor ama bizim gıdaya mı ihtiyacımız var bu durumda. Bir sürü ölümüz var. Daha yasımızı bile tutamadan bu hale geldik. Başımıza her şey geldi."
“Devletten beklentimiz yok”
Altı yıldır kanser tedavisi gören ve 3 kez de ameliyat olan Hasan Ökten’in de ailesi ile kaldığı çadırı su bastı. Kemoterapi gören Ökten, deprem sonrası ailesi ile birlikte Afet ve Acil Durum Başkanlığı’ndan (AFAD) zar zor temin ettikleri tek bir çadırda kalıyor. 8 kişi olarak kalınan çadırda Ökten, hijyen ve sağlıklı beslenme hakkına erişemiyor.
Yıllardır hastalık ile mücadele ettiğini söyleyen Hasan, ilaçlarının devlet tarafından karşılanmadığını belirtiyor. Kendi imkanları ile ilaçlarını aldığını ifade eden Ökten, “Depremden sonra birçok hastane gezdik. Oradan oraya attılar. Zaten devletten bir beklentimiz yok. Vermezler de yani. Kaç sefer çocuğum Pazarcık Kaymakamlığı’na başvurdu çadır için. Sadece TC.’mizi alıyorlar sonrasında ise arkasına bakan yok. En son bir çadır verdiler. Parmağını tutuyorsun dışarıdan görünüyor. O kadar ince bir çadır. İçinde soba deliği yok. Onu da askeriye verdi” diyor. Hasan, tedavi hakkına erişmek istediğini ve bu konuda gönüllü doktorlardan duyarlılık beklediğini de sözlerine ekliyor.
“İlaç sorunumuz var”
Pınar Ökten de deprem öncesi babasının kemoterapi alması gerektiğini, fakat depremden dolayı alamadığını dile getirdi.
Pınar, şöyle dedi:
“İki hafta önce kendi imkanlarımız ile bir hastaneye gittik orada alabildi. İlaç sorunumuz var. Bu durumda en çok etkileyen de ilaçların bulunamaması. Çünkü babamın hastalığı ilerlemiş durumda. Kanserin dördüncü evresinde. İlaçlara ne kadar erken ulaşabilirsek o kadar daha iyi olacak. Vücudunda kan eksikliği var. Doktor vitamin yazdı. Normalde bir ay kullanması gerekiyordu ama biz ikinci ayında da devam ettirdik doktora gidemediğimiz için. Bu ne kadar sağlıklı bilemiyoruz."
“Kızılay’ın yemekleri rahatsızlıklara neden oldu”
Babasının sağlıklı beslenemediğine de dikkat çeken Pınar, Kızılay tarafından çıkarılan yemeklerin yenilemeyecek durumda olduğunu ve hastalara uygun çıkarılmadığını vurguluyor.
Son günlerde Kızılay tarafından yapılan yemeklerin depremzedelerde rahatsızlanmalara neden olduğu bilgisini de veren Pınar, “Babama ekmek arası bir şeyler yapıp vermeye çalışıyoruz. Küçük bir piknik tüpü verildi. Onda yemekler yapmaya çalışıyoruz. Tuvalet ihtiyacı için de babam yürüyemez durumda olduğu için burada oluşturulan tuvaletin merdivenleri de çok yüksek bu yüzden kullanamıyor. Tuvalet ve banyo ihtiyacı için de evimize gidip geliyoruz” ifadelerini kullanıyor.
“Enfeksiyondan dolayı yoğun bakıma alındı”
Pınar Ökten ile daha sonra yaptığımız görüşmede babasının çadır koşullarından enfeksiyon kaptığını ve hastanede yoğun bakıma alındığını söyledi. Pınar, 45 günü aşkın süredir çadırda yaşayan babası Hasan Ökten’in durumunun kritik olunduğunu belirterek “yakınımızda hastane olmadığı için babamın tedavisine Gaziantep Medical Park Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde devam ediyoruz. Durumunun ne olacağı hakkında bir fikrimiz yok. Doktorlar üşütüğünü ve enfeksiyon kaptığını söylüyor. Durumu kritik olduğu için de hemen yoğun bakıma aldılar. Sanırım çadırı basan sudan enfeksiyon kapmış. Defalarca konteyner istedik ama her seferinde ilgileniyoruz deyip başlarından saldılar. Görüyorsunuz işte bu gidişte bu koşulardan öleceğiz” dedi.”
Tarumar edilen hayat imgesinin laf ola beri gele değil, handiyse doğrudan ve kesintisiz bir biçimde her güne içkin kılınan bir meseller toplamı olduğuna işaretlerden birisidir şu yukarıda okuduklarınız. Bütünü tekrardan var etmenin, yeniden dile getirmenin yaraların, kördüğüm kılınan hayatın ve tümüyle tarumar edileni kestirmeden izahat için kılavuz çizgisi olmaya devam ettiğini bildirsek kafidir. Bütünüyle, dönüşümü yok ederek, eşsiz ola gelen bir felaketin ardından hayatı tümüyle çürütme gailesiyle sınamaya dönüştüren bir erkanı muktedirin ulaştığı merhale de mi düşündürücü değildir sahiden. Dahası da basın yayın organlarından paylaşılır, tek bir örnek kafidir misal: “6 Şubat Maraş depremlerinin vurduğu Antep'te, depremden sonraki ilk beş gün kalacak yer bulamayan ve ailesiyle birlikte ön tarafı açık olan ahırda yaşamak zorunda kalan akciğer kanseri hastası Şehmus Kurt, ahırda enfeksiyon kaptı. Tedavi için Hatay'a giden Kurt, hastanede geçirdiği sarılık hastalığı sebebiyle öldü.”
Hayat, eylemin ta kendisi tarumar ediliyor. Düzenin var ettiği her hamle, bambaşka açmazları birlikte güncelliyor. Yara sarmak, onarmak mesel kılınmıyor, bu bahisler çok ama çokça zikredilirken kapalı kapılar ardında pazarlıklar var ediliyor. Soluk / ölgün / basbayağı ruhları kararmışların eline rehin kılınıyor, pazarlıkta al gülüm ver gülümlerle hayat memat mücadelesi, eğilip bükülüyor. Yeter ki koltuk kalsın, yeter ki bu hazin hali ilerleme diye aksettiren ülkenin yönetimi devam olunsun. Aman sakın değişmesin hiç ama hiçbir biçimde statüko yerinden olmasın! Sakın. Birbirine ilişik nice hikayeler, tümü birbirini tamamlayan nice tanıklıklar var ediliyor. Bütün gümbürtü içinde hayatın ehven ile olan kesişimi tarumar ediliyor. Sosyolojik, siyasi, ekonomik, gündelik, anlık devinimi tarumar edilirken, kelimesi kelimesine bir 1984 kurgusu 2023’ün hakikati eylenmeye hala devam olunuyor. Bir yeni yüzyıl lafzı geçip dururken, aralıksız yükseliş, kalkınma, ilerleme vesaireye dair tespitlerin biri bitmeden bir başkası servis edilirken istikametin kapkaranlık geçmişin, en kirli, en kanlı, en onarılması imkansız düzlemi olduğunun idrakine daha çok var mıdır? Ne olacak bu memleketin hali sorgusunun tepetakla edilip, artık olacağını olmuş, yaşayacağını yaşıyor diye bekleyenlerin karşısında uçurumdan geri kurtarmak söz konusu mudur, sahiden. Günler geçip gidiyor tarumar edilmiş hayatlarımız bütün bu döngüde nefesini kaybetmemeye bakıyor. Hepimizi enkaz altında bırakabilecek, uçurumdan düşürebilecek, geleceği bir biçimde çalıp sonra da yok sayacakların karşısında o hayat mefhumunun biricikliğini nasıl hatırlatacağız? Müştereklerimiz delik deşik olunurken, simsiyah bir hale bir toplama durmak yok yola devam diye gazlarla yönlendirilirken bu ülke, sahiden nasıl?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Artwork By Haitian SAIGH – Wings For Syria
instagram
1 note · View note
sadecesusvedinlebeni · 5 months ago
Text
(-) Sızlanmayı bırak birşey var sanacaklar!
(+) yok mu? İyi mi görünüyorum ordan?
3 notes · View notes
honestlyitsjustsam · 4 days ago
Text
Tumblr media
i tell you i become a prophet when it comes to fictional characters i tell youuuu
Honestly if fuvking Larian Studios gives Wyll the least amount of screen time, the least developed relationship and hardest possibility of survival, I’ll sue them.
7 notes · View notes
masmavibirsiyah · 3 months ago
Text
görünen köy stalk istemez diyebilir miyiz hocam
175 notes · View notes
japonyamesken · 3 months ago
Text
dünya köyü
Tumblr media Tumblr media
Üniversitedeki binlerce öğrencinin seçebileceği ve kontejanının 24 kişilik olduğu bi ders var. Böyle elevator pitch hazırlama, networking kurma üzerine. Biraz da arkadaşımın zoruyla kaydolmuştum, beklediğimden çok daha güzel geçiyor 🧿 İlk defa Güney Afrika beyazı bi hocam oldu mesela. (Ve inanılmaz tatlı, yardımsever, işinde harika biri🫠❣️)
İşte sabah tam ikinci derse başlayacakken sınıfın diğer köşesinden bi adam geldi, bizden büyük görünen, saçları ara ara beyazlamış birisi.
“Pardon siz X misiniz?” dedi bana. Ben de “Evet…???” dedim ama imza listesi gibi bir şey falan verecek diye düşündüm. Bu sefer de
“Babanız Y hoca mı?” diye sordu. Daha şaşırıp “Evet..???” dedim.
KONUŞACAĞIZ! deyip yerine geçtifkfkfkffl
Ders çıkışı yanıma geldi ve konuştuk. Ankara’da bir üniversitede hocaymış ve babamın doktora öğrencisinin doktora öğrencisiymiş gibi bir şey. Ve işin daha da ilginci yanımdaki araştırma görevlisi olan arkadaşımla aynı üniversitede çalışıyor çıktılar. Veee hepimiz JM ile Hollanda’dayız. Böyle enteresan tesadüfler ve denk gelişler yumağı içinde hissediyorum kendimi.
Canım sıkkın olduğu ve bi an önce arkadaşımla kahvaltı planımıza geçelim istediğim için konuşmayı kısa kestik. Ama tanıdık birilerine denk gelmiş olmanın tazelediği bi güvendelik hissettim yine.
Ve tüm Türkiye akın akın buraya geliyor sanırım. Başka bir açıklama bulamıyorum. Kaldı ki burası Hollanda için ilk üçte yer alan büyüklükte bi şehir bile değil. Dünyayı küçücük bi köy haline getirmişiz gerçekten 🏯🎎🍡
PS: Operasyon Bentley’i gerçekleştirdim. Litvanya’yı aramama biraz şaşırdılar. Kafamda yapsam mı yapmasam mı dediğim bi şeyi yapıp listeden çizdiğim için mutluyum. Artık öncelik sıralaması yapıp aslında öncelik olmayan şeyler için üzülmeyi de bırakıyoruz, hadi bakalım🌸
20 Eylül 2024
35 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 26 days ago
Text
Tumblr media
Bunu hertarafta paylaşın yayın Dışardan düşmana gerek yok ülkenin başında zaten düşman bu iktidar ve halen böyle bir iktidara oy verenler bu ülkenin düşmanıdır görünen köy klavuz istemez bu ülkenin başına bela oldular
7 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 6 months ago
Text
Yazma Alışkanlığı, Fazla Genel Bir Kültür ve Toparlama
Eveet, biraz geç kaldığım yazma pratiğimin ikinci gününden (gecesinden) selamlar arkadaşlar. Hikayeye devam edeyim dedim, birazcık ettim de ama şu an oraya yazacak gibi hissetmiyorum. O yüzden burada boş yapayım istedim, çünkü neden olmasın. O halde en sevdiğim klişeyle başlayalım:
Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok, gördünüz, yürüdüm, çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı lan beni buraya?
Parçamızı da verdik. Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim olmayan bir an. Müthiş korkutucu ve aynı derecede özgür hissediyorum. Siyasete girip tüm bu yazıyı bok etmek gibi bir olasılığım da var, genel kültür yönünden etki edecek şeylerden bahsetmek gibi bir olasılığım da. Şahsen hepimiz malum parti ve siyasal islamcı ahmaklar yüzünden yeterince siyasete doyduk, bıktık, tükendik ve daraldık. O yüzden oraya pek girmek istemiyorum. En azından bu yazıda kendilerini bir kum havuzuna (sandbox) kapatalım, orada takılsınlar. Diğer senaryoya girmek için üstteki sandbox güzel bir başlangıç olabilir. Sandbox (kum havuzu) genelde dijital sistemlerde kullanılan kontrollü bir kapalı devre sisteme verilen isim. Böyle söyleyince çok karmaşık gelmiş olabilir, o yüzden şöyle anlatayım. Örneğin bir siteden bir program indirdiniz. Ancak o siteye zerre güvenmiyorsunuz çünkü daha önce hiç oradan bir şey indirmediniz. İndirdiğiniz dosyanın virüslü olup olmadığını bilemiyorsunuz. İşte sandbox dediğimiz şey tam olarak burada devreye giriyor. Sandboxie vb programlar, indirdiğiniz dosyaları güvenle açabileceğiniz mini oturumlar oluşturuyor. Tek tıkla silebileceğiniz ve ana dosyalarınıza ulaşamayan bir alt sistem gibi. Örnek olması için ben aşağıdaki video dosyasını sandbox sistemde açtım.
Tumblr media
Bu videoyu istediğim kadar izleyebilirim, istediği kadar virüs barındırabilir. Videoyu kapattığım anda sistemim üzerindeki tüm izleri pıt diyerek silinip gitmiş oluyor. Çünkü ilk aşamada zaten sistemimde hiç çalışmamış oluyor.
Örneklemeye çalışırken daha da karışık hale getirmiş olabilirim. Tek cümle özeti: Güvenmediğiniz yazılımları güvenle açmanızı sağlayan kontrol odası mekanizması.
Evet bunu artık geçebiliriz sanırım. Size Ted Lasso'dan bahsettim mi hiç? Muhtemelen bahsetmişimdir ama yeterince bahsettiğime inanmıyorum. Özellikle de henüz izlemeye başlamamışsanız. Kabul, fazla iddialı bir cümle ama yapımın kendisi de bu iddiayı destekleyebilecek kalitede.
Ted Lasso, içinde bulunduğumuz bu saçma dönemde kalbimizin en içine başarıyla dokunan, yeri geldiğinde kahkahalarla güldürüp, yeri geldiğinde ağlatan, ana konusuymuş gibi göstermeye çalıştığı futbolu arka plana atıp, müthiş karakterleri bize tanıtan, hayata harika bakış açıları kazandıran bir dizi.
Bu diziye başlayışımın da uzun zamandır hiçbir şeye odaklanamayışım ve başlayamayışım sebebiyle "amaan bakayım, sarmazsa kapatırım." düşüncesiyle olması bana ufak bir utanç kaynağı tabii.
Ted Lasso için her ne düşünüyorsanız şu an bırakın. Çünkü sizi her noktada başarılı bir futbolcu gibi ters köşeye yatırmayı başaracak. Benim için böyle bir yapım oldu ve iyi ki de oldu. Kendisi henüz ilk sezonunu bitirmek üzereyken Comfort Showlarım arasında yerini aldı.
Comfort Show kavramını bilmeyenler için de (söz bu kez uzatmadan) tekrar tekrar izlemekte zevk aldığın, izlerken güvende hissettiğin diziler için kullanılan bir kavram olarak anlatabilirim. (heheh, kısa demiştim.)
Benim için bunlar: Ted Lasso, Doctor Who, Forever (2014) (2014 parantezi çünkü benzer isimli farklı bir dizi daha var, sevemedim onu), Friends, How I Met Your Mother, Person of Interest, The Mentalist, The Big Bang Theory, Brooklyn Nine-Nine, Avrupa Yakası, Geniş Aile. En azından aklıma gelenler bunlar. Ay ne kadar çorba bir yazı oldu bu.
Ee buraya kadar sabırla okuyan sevgili arkadaşım. Sen ne düşünüyorsun? Söylediklerim hakkında ya da genel olarak mesela. Ya da senin comfort show olarak izlediğin diziler var mı? Ya da "yeter kardeşim ne saçmaladın, iki dakika bir şeyler okuyalım dedik kafa ütüledin?" mi diyorsun? Sahiden şarkı biteli de epey oldu tabi. O zaman bir tane daha bırakıyorum hemen buraya
Nev bey de birden kaybolup gitti gerçekten. İlginç bir havası vardı, TSM Sanatçısı ile Rockstar arasında gidip geldi, en son arafta kalarak hiçbir şey olamadı galiba. Ya da ben takibi kaçırdım orada. Her halükarda kararsız kalmanın ne kadar zararlı bir şey olduğunu görüyoruz diye düşünüyorum. Görüyoruz di mi? Görmüyorsak bunu da konuşup kapatalım bu metni artık. Kararsızlığın zararları sadece mental de olmuyor bu arada arkadaşım. Fiziksel olarak vücuduna da zararı oluyor bu durumun. Çünkü bu süreçte beyin de ne yapacağını şaşırıyor ve organları "eeaahh sizle mi uğraşıcam kardeşim, bugüne bugün beyin olmuşum, biraz bakın başınızın çaresine" edasıyla kendi hallerine bırakması ve beraberinde gelen cilt problemleri, ülser gibi stresle tetiklenebilecek şeysilere de sebep olabiliyor.
Tabi bu söylediklerimi tıp okumuş daha bilimsel bireyler eminim çok daha mantıklı cümleler kurarak detaylıca anlatabilir ama gecenin üçü ve benim buna enerjim yok inan bana. Mutsuzluk gibi kararsızlığın da insan sağlığı için iyi olmadığını bil lütfen.
İyileşen yaraların, kaybolan izlerin olduğu bir hayatta mutluluğa bir unutkanlık kadar yakın olduğumuzu unutma ve en kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğu da hep aklının bir köşesinde olsun.
Evet ben yine çok konuştum, boş konuştum sanırım biraz da. Artık gideyim. Bıkmadan, usanmadan buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Neden okudun bilmiyorum tabi ama sabretmişsin ve bu bence takdir ve teşekküre layık bir durum. O yüzden teşekkürümün yanı sıra tebrik ederim jfdglfdjf
Lütfen kendine çok çok dikkat et. Hadi baybay!
16 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Kahvaltıda komşumuzun verdiği köy yumurtası, bahçede yetiştirdiğimiz domat ve semizotu vardı. Semizotunu masanın yanından topraktan kopardım hortumla yıkayıp yedim. Hala yaptığım şey bana tuhaf geliyor her şeyi marketten almaya çok alışmışız. Semizotları çok bahtsız bitkiler. Dün akşam ve bu sabah onları bahçeden yoldum çünkü çok fazlalar, ektiğimiz ekinler büyüsün diye onları yolmak durumundayım maalesef. Yabani olanları alıyorum ama böyle açık yeşil yapraklı, güzel görünen, yukarı doğru serpilen semizotları var onları bırakıyorum tadı güzel oluyor diye. Herkes denize gitti ben kaldım. Öğle sıcağında denize girmeyi daha doğrusu yanmayı sevmiyorum çünkü hem sessizlik de bana iyi geliyor. Her şey için elhamdülillah.
10 notes · View notes
bulutlarda · 2 months ago
Text
Görünen köy bazen kılavuz ister.
2 notes · View notes
dilsel · 1 year ago
Text
Şimdi gidip vizede “bir ulusun doğuşu” harbiden ırkçı bir film yazsam adam direkt bırakacak ama şimdi görünen köy de kılavuz istemiyor neyse o değilde en son dün öğlen 2 sularında yemek yedim
8 notes · View notes
omrcn · 11 months ago
Text
Bazen görünen köy kılavuz istiyor..
2 notes · View notes
azizayk1 · 2 years ago
Text
Aslında köyün içini bilmeyen
"görünen köy kılavuz istemez der.."
9 notes · View notes
cninzihni · 1 year ago
Text
Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm, çıktım ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? kim çıkardı lan beni buraya?
4 notes · View notes
liliyaar · 2 years ago
Text
görünen köy kılavuz istemiyor. hoşça kalın dostlar
2 notes · View notes
huseyinerol3453 · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Bizim kültürümüzde, Karadeniz yöresel :rivayetlere göre :Nuh Peygamberimiz büyük tufan için büyük bir gemi yaptırdı. İçine de her hayvandan birer çift almıştı. Haliyle Nuh PEYGAMBERİMİZ Şeytanı gemiye almak istememiş. Şeytan da bunu bildiği için Eşeğin kuyruğunun arkasına saklanmış. Haliyle gemiye binmiş ve Tufandan kurtulmuş. Değerli dostlar, Özellikle yakın geçmişimizde CHP, her zaman milletimizin, devletimizin ve inandığımız hayati değerlerimizin düşmanı olan ihanet, fitne, terör, sapıklık ve kötülük azgınlığındaki pek çok kötülük odakları ile ya doğrudan, yada dolaylı iş birliği yapmıştır. Hala iş birliği yapıyor. Hesap kitap ortada. Görünen köy kılavuz istemez. TABİRİ CAİZSE adeta tüm şeytanlar, CHP de saklanacakları bir kuyruk buluyorlar. Atatürk'ün kurduğu bir partinin adeta her türlü ihanet, fitne, terör, sapıklık ve kötülük azgınlığındaki odakları ile iş birliği yapmasını yakıştıramıyorum. Lütfen 🙏, hakkaniyetli düşünelim. CHP nin nesi milli. Bize güven veren bir nesi var. Bizler yine de başta CHP ve yöneticileri olmak üzere Rabbimiz hepimizi islah etsin, şuur versin ve hidayet nasip etsin diyelim. Amin inşaAllah. https://www.instagram.com/p/Cqr3HvzIYay/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
musatokmak · 27 days ago
Video
youtube
Ömer Seyfettin " Yalnız Efe " I Podcast# Tek Video I
[Müzik] Ömer Seyfettin Yalnız Efe kırların yorgun hareketsizliğin Taşıyan Hazin çıngırak sesleri Uzak Yakın ineklerin böğürtü köpeklerin havlayıp olunmaz bir uğultunun içinde kayboluyor sıcak bir bahar günü önce şeffaf bir sis gibi başlayan uyuşuk gecenin renksiz gölgeleri altında sanki yavaş yavaş eriyor dumanla şy küçük bir sürü köye giren geniş yolun ta ağzında durmuştu alçak bir çitin önünde ineğin birisi kızgınlıkla acı acı böğürdü Kapı açıldı sürü sayı ve sıra tanır akıllı yaratıklar gibi teker teker içeri girdi Biraz sonra köy içinde bir ihtiyar belirdi bembeyaz çember sakalı yuvarlak kırmızı yüzünün etrafında Gümüş bir hale gibi parlıyordu boyu o kadar yüksek vücudu o kadar iriydi ki dibinden geçtiği duvarlar çitler omuzlarının hizasına bile gelmiyordu ellerini kocaman al kuşağının arasına sokmuştu açık kapının önüne gelince Kezban diye seslendi beyaz başörtülü bir kız göründü Parlak Kar gözleri İhtiyara bakınca yeni açan bir gülü hatırlatan yüzü güldü ne var Baba kapı niye açık ki köpek daha gelmez uğursuz aşağıda derenin kenarında oynaşır neye girmiyorsun bu gece komşular bize gelecekler varıp Tosun Dayıya da bir diyeyim o da gelsin Tosun Dayı hastaymış bütün gün yatmış kızı bana dedi Ben de bir bakayım Sen yemeği hazırla şimdi gelirim Peki Baba İhtiyar gözleri yerlerde karşıki çitin arasında kayboldu bu bütün köyün kendilerinden mii gibi sevdikleri Yörük hocaydı artık ihtiyarladım deyip gelip buraya yerleşmiş çift TLA alm evlenmişti 70 yaşını çoktan açmıştı fakat hala Dinç gençliğini ilk önce medresede sonra dağlarda savaşlarda geçirmişti Anadolu'nun rumeli'nin her yerini karış karış tanırdı yemen'de askerlik etmişti 4 sene önce karısı ölmüş kızı Kezban'la yalnız kaldı Evlen diyenlere gülüp başını sallar evlenmek bana gerekmez Ben artık orada güveyi gireceğim diye caminin bahçesindeki sık servili küçük Mezarlığı işaret ederdi zengin ceydi 50 sene dolaşmak onu biraz para sahibi yapmıştı kum derenin eşrafından sayılırdı köyün fakirlerine dullara Öksüzler yardım eder Herkesin ölüsüne kendi sevabı için mevlit okurdu Dünyada hiçbir arzusu kalmamıştı 50 senelik tecrübe onda hiç ümit bırakmamıştı dünyanın durumunu halkın ve hükümetin gidişini hatırlayınca Ah dünyanın sonu derdi Sivas topol Savaşı'ndan sonra Silistre bozgunun görmüştü O andan itibaren Anadolu'da bozulmuştu eşkıyalık zulüm hırsızlık açlık yağmacılık alevsiz bir yangın gibi bu bin senelik ana yurdu yakıp tutuşturu görük Hoca bunu görürdü kötülüklerin önüne geçmek An Dünyayı düzeltmek lazımdı fakat nasıl gece gündüz bunu düşünür bunu konuşur Bunu Tekrarlı bir Mehdi çıksa diyenlere gülerdi bazen Anadolu ve Rumeli karm karışıklığı bir değil bin Mehdi az gelirdi köyün ihtiyarları onun karanlık düşünceleriyle iyice Bun almışlar gençler daha beter sersemlemiş derdi görük Hoca Dünyanın direğini almış derlerdi ağzından düşmeyen bir hayıflanmam genç olsan ne yapardın hoca bu soruyu duyduğu zaman güler geçerdi sık sık köyün her tarafından görünen Ormanlı Çamlı dağlara bakar dalar giderdi Akşam yemeğini ocağın başında yemişlerdi kezman sinii sofra örtüsünü kaldırdı görük Hoca Boz renkte keçe saplı sedre çıktı çubuğunu yaktı Kezban ocağın ateşlerini düzeltti sol taraftaki sedirin önünde duran küçük bir iskemleyi çekti cezveyi testiden doldurdu Babası şimdi kahve yapma dedi misafirlerle içerim Peki baba Kezban dolu cezveyi ocağın önü bıraktı ktı küçük odanın içinde adeta bir dev yavrusunu andırıyordu babası gibi çoki elini biraz kaldırsa evin kar t başını eğerek kapıdan çıktı görük Hoca içine ocağın alevleri yansıyan gözlerini çubuğunun dumanların dikti sağ kolunu dayadığı yastığın üstüz kapaksız bir dolt burada 506 kadar pembe kaplı sarı kağıtlı kitap vardı köylülere yaln camide Mevlit okumaz Bazı geceler evinde toan da bu kitaplardan dinletir arkasındaki iki perdesiz küçük pencerenin ortasında uzun bir saz asılıydı Bu saz görük hocanın gençlik hatasıydı Aşık Garibin Aşık Kerem'in kör oğlunun koşmaları bunda çalar Sivas topol Ey Gaziler havalarını tekrarlarken kendisiyle beraber dinleyenleri de ağlatırdı küçük bir kandilin ışığıyla aydınlanan odanın yegane süsü ocağın üstünde yan yana asılı iki levhayı birinin sarı zemini üzerine siyah talik yazı ile yazılmış satırları hayatta Şaşkın duruma düşmüş Türkün boğuk bir feryadına benziyordu yay gibi eğri olsam elde tutarlar beni ok gibi Doğru olsam yabana atarlar beni öteki levhanın satırları sanki ölmüş bir beyliğin sönmüş hürriyetin eski bir gururun Soylu bir demokrasinin can çekişen bir kahramanlığın hatasıydı ne senden rüku ne benden Kıyam Selamün aleyküm Aleykümselam bir köpek havladı Yörük Hoca çubuğunu ağzından çekti galiba geliyorlardı öksürükler konuşmalar işitti Kezban avluya çıkan Kapıyı açıyordu gelenler yi kişiydi od da doldu sedirlere çıkmayanlar ocağın etrafına çöktüler en ihtiyarları Hoca Durmuş birbirlerini Sivas Topan tanı hocayı 20 sene önce bu köyde yerleşmeye razı eden bu arkadaşıydı mavi gözlü Köse Kamburu çıkmış bir ihtiyardı bölük ona cin Durmuş derler Birce getirmişti iki arkadaş yan yana Geldiler mi her defasında Hey gidi günler hey diye birbirlerine bakarlar gülümserler sanki bu Onların özel bir selamı görük Hoca oradakilerin hepsine ayrı ayrı hal ve hatır sorduktan Sonra hoca durmuşa döndü Hey gidi günler hey dedi öteki Keşke görmeseydik diye yüzünü buruşturdu kezman ocağın başına çömelmiş dörtlük cezveleri sürdü görük Hoca karşı sedirde oturan bir köylüye baktı anlat bakalım Muhtar Mehmet ne var ne yok hayırlar hoca dün kasabaya gittin mi gittim Oradan Hayır haber gelmez kumdere Köyü kasab sa ovaya inince birdenbire büyüyen Dere kasabada Hemen hemen bir nehir olurdu halk Artık yavaş yavaş bu nehre Ese suyu demeye başlamıştı son 15 sene içinde facili zenginleşen eseoğlu kumin dibinden başlamıştı kasabada hükümetin adamıydı gelen kaymakamları evinde bedava oturtur zaptiyeler kendi çiftliğinde aylarca misafir ederdi Adamların hepsi yabancıydı çobanları Uşakları arnavutlardan rumlardan şehirdeki ünlü hristo Çorbacı ortağı yazları ona misafir gelir bütün civar köylülere ortaklaşa % faizle borç verirlerdi Muhtar eseoğlu 3 senedir borcunu veremeyen küçük hanlılar mahkum etmiş dedi küçük alan ovanın öte başında kum dere'den biraz büyükçe bir Köyü Hoca sordu Nasıl mahkum etmiş dava şehirde olmuş hristo Çorbacı da İstanbul'dan Usta bir Avukat getirtmiş davayı kazanmışlar Meğer köyde Ese oğluna borçlu olmayan yokmuş Şimdi eseoğlu ile hristo bütün köyün tarlalarını çitlerini zapt etmişler e Esi işte böyle acı Durmuş şimdi Yersiz Yurtsuz kalan küçük alanlılar ne olacak dedi çubuğunu derin derin çeken Yörük Hoca cevap verdi Ne olacaklar Ese oğluyla hya esir nasıl olu ya Nasıl esir olacaklar köyün tarlaların tapuları Ese oğluna Geçmedi mi ya geçti değil mi İyi ya işte tarlaları kim sürecek çiti kim to kisto Yunanistan'dan Rum getirmeyecek eseoğlu kendi çiftliğinde bile güç ırgat buluyor küçük alanların ikisinin hesabında boğaz topuğuna çalışacaklar görük Hoca boğaz tokluğuna deme aç açına dedi İmam bu sözleri tekrarladı aç açına Evet aç açına Kezban kahveyi kabartmış fincanlara dolduruyordu ocakta devrilen bir otun birdenbire alev aldı odadakiler yüzlerini feci bir kırmızıya boyadı sanki komşu hemşehrilerinin bu manevi ölümden duydukları yas hali hepsinin yüzüne yansıyordu Sessizlik ağırlaştı herkes önüne bakıyordu görük hocanın çubuğu sönmüştü Kezban bu ümitsizlik havasının içinde yıkılmaz bir ümit genç Dinç güzel bir Azim örneği gibi yavaş yavaş kalktı fincan tepsisini ilk önce Hacı durmuşa uzattı Ondan sonra sırayla bütün oturanlara kahvelerini dağıttı kimi sigara sarmıştı kimi bellerinden çıkardıkları çubukları dolduruyor lardı Kezban babasının sigarasını yaktı sonra herkese Ateş gezdirdi Nihayet gitti kapının yanındaki alçak iskemleye çöktü evde yalnız olduğu için ihtiyar misafirlerinin yanından ayrılmazdı açık Pencereden giren Serince bir rüzgar çubukların sigaraların dumanlarını ocağa doğru sürüklüyordu çubuğunu furadan yörü koca Ah genç olsaydım dedi Hacı Durmuş'un solundaki Gür siyah sakallı kısa boylu küçük gözlü bir adam kamçısız Veli görük hocanın Yüzüne bakmadan genç olsaydın ne yapardın Hoca diye sordu ihtiyar Yörük kahvesinden büyük bir yudumu Ahla içti gözlerini çubuğunun dumanları içinden ayırmak isti gibi başını kaldırdı odanın içi pek dardı pencereler arkasındaydı bakacak yer bulamadı gözlerini kapadı dağa çıkardım dedi dağa çıkıp da ne yapabilirdim ne mi yapabilirdim eseoğlu gibi millet düşmanlarını getirdim muhtarın sağındaki uzun boylu hasta yüzlü perişan bir köylü Nalbant İsmail adeta inledi eseoğlu bir değil ki bin olsun ilk önce birden başlanır Muhtar yaşa Hoca diye bağırdı Sonra ekledi Sendeki Cevher hepimizde olsa Hacı Durmuş bizde Cevher olsa da para etmez diye kafasını hafif omuzların arasına çekti yaş yetmiş iş bitmiş gün gençlere kaldı Halbuki onlar da kendi havalarında hiçbir şeye akılları ermiyor her şeye Eyvallah diyorlar Anadolu adeta bir Miskinler Tekkesi Olmuş Bizim zamanımızda kimse kimseye haksızlık edemezdi herkes birbirinden çekinirdi hele yabancılar memlekete adım atamaz lardı iş para çift Çubuk bizimdi köye değil hatta kasabaya bile Rum Ermeni Yahudi madrabaz giremezdi verdiği haber koca Bir köyün sütü bozuk bir faizci ile şehirden yabancı bir rumun malı oluşu hepsinin kalbine zehirli bir hançer gibi saplı ışı küçük Avan ovanın en zengin köyüyü kasabaya alışan köy gençleri hep Ese oğlunun yanına gitmeye başlamışlardı görük Hoca Ese oğlunun ne kötü bir herif olduğunu bildiği için zavallılara haber gönderdi onunla alışveriş etmeyin sizi mahveder dedi fakat sözünü dinlemedi 5 sene içinde 7 yaşından 70 yaşına kadar hepsi Ese oğluna borçlandı işte bugün köyün bütün arazilerini ele geçiriyordu imansız Merhametsiz Dinsiz bir faizci bu aklı İstanbul'a İzmir'e gittikçe mani fatura aldığı rumlardan öğrenmişti bu gidişle bütün köyleri esir ede korkusundan çiftliğine silahı koruması altında gidip geliyordu kasabada bile canını yakmadığı yuvasının bir direğini olsun yıkmadığı adam yoktu daha elini kum dereye atamıştı kışın köyden her rast geldiğine ben size de iyilik etmek isterim kim para isterse bana gelsin derdi fakat görü koca borcun özellikle bir faizciye edilece borcun nasıl bir ateş olduğunu nasıl ev bark Köy kent yaktığını hemşehrilerine iyice anlatmıştı olmadı mı sabır kanaat oldu mu idare önlem köy bu Nasihatı tuttuğu halde yine eziliyor yine sefalete düşüyordu her 20 yaşına giren genç asker olunca Yemen'e gidiyor bir dah gelmiyordu nüfus azalmıştı köyde nüfus çoğunluğunu Genellikle ihtiyarlarla kadınlar oluşturuyordu eseoğlu borç verip yutamadığım bütün vilayet içinde eşkıya yatağı kum deredir devlet burasını topa tutmazsa rahat görmez diyordu Halbuki kum dereden şimdiye kadar ne bir adam dağa çıkmış ne de dağdakiler biri onlara misafir olmuştu köy dik bir Dağın Eteğinde olduğu için halkı ovada işleriyle uğraşırlar kışında dağlarda ayı kurt geyik avı yaparlardı avcılık onları Ova köyleri gibi karanl bir düşürüyordu Nihayet geçen sene eseoğlu onların silahlarını da hükümete toplayı başarmıştı artık ava da gidiyorlardı Silahsız kalan Halk ne yapacaklarını şaşırmıştı Yörük Hoca sünnet bozuldu demişti at binmek silah kullanmak Yüzme öğrenmek peygamberin emriy silah olmadıktan sonra av nasıl kovalanır Silahsız at ne işe yarardı esir gibi kaldıktan sonra yüzmeyen ne lüzum vardı insanın kendini suya atıp boğulu vermesi daha hayırıı Köyün en büyük üzüntüsü işte böyle Silahsız kalmaktı jalar evleri Biz sandıklar varınca kar ucu sivri bir bıçak bile bırakmadıkları gün bütün köy sanki ölmüş gibi susmuştu kambur Hasan Bu köyün en tuhaf adamıydı hepsini teselli kabul etmez matemler içinde güldürdü zaptiyeler gittikten sonra köylüler Cami meydanında toplanmış düşünüyorlardı kambur Hasan Ey Ağar işte biz de Çınarlı döndük ama bizi nereye çıkaracaklar dedi çınarların başına gelen felaketi hatırlayınca Hepsi gülüştüler bu köyün macerası bova halkının eğlencesi Çınarlı en çok Efe çıkaran Sarp bir Köyü jandarmalar bir gün bunları kandırıp en son silahlarına varınca kadar alışlı içine fes düşmüştü saklıysa gidip biri haber veriyordu bir gün yine bunlardan yardım bahanesiyle bir para toplamak istiyorlardı Çınarlı vermeyiz dediler silahlarının toplandığını unutuyor Kaymakam kızdı önden bir Zabit gönderdi keratalar Hepsini topla Ama hiçbirisini kaçırma Ben gelir Onlara para vermemeyi öğretirim dedi Jandarma köye gelince tüfeğini doldurmuş kim kımılda vururum diye haykırışı kimse kımıldamadı suyun kenarında kocaman bir çınarlık vardı Çoluk çocuk ihtiyar kadın halkın hepsini bu ağaçların altına getirdi Hepiniz şimdi şu çınarların üstüne çıkac dakikaya kadar yerde kim kalırsa öldürürüm diye ik bir Emir verdi tüfeğini omzuna dayadı halkın üzerine doğrulttu köylü Can korkusuyla bir sürüsü gibi çınarlara tırmandılar o vakit zye kim aşağı inerse hemen vurum di tekr bağırdı gölgeli uzandı sigarasını yaptı içti uykuya daldı köylüler jandarmanın uyuduğunu gördükleri halde yine numara yapıyor diye yere inemiyor lardı Bu esnada Kaymakam gelmişti köyde tavuklardan köpeklerden başka canlı bir yaratığa rast gelmeyince ürktü acaba hepsi daha mı çekildi diye düşündü gönderdiği Nihayet derenin kenarında uyumuş görünce kafasına bir tekme indirdi Ulan hani köylüler diye haykırdı burada Efendim nerede Zap diye havaya bakıyor Kaymakam bir şey anlamıyordu Bir de kafasını kaldırınca gördü ki bütün köylüler çınarların üstünde bir kahkaha attı Aferin Ulan dedi güzel akıl etmişsin Zap diye Ne yapayım Efendim uykum vardı kaçmasınlar diye hepsini ağaçlara çıkardım cevabını verdi Kaymakam parası olanın aşağı inmesini emretti parası olmayan çınarların dalları içinde hapis kalacaktı parası olmayanlar da borç para bulup indirdiler işte Çınarlı köyünün bu macerası Anadolu'nun henüz silahı elinde kalan çocuklarını çok güldürmüş Zavallı atalarının Gülme komşuna gelir başına dediğini unutmuşlardı eseoğlu hükümete fit vere vere ovadaki Her Köyü Çınarlı gibi Silahsız bırakmıştı kolcuları çobanları mandıracılar her gileri silahlı bu adamlar da hep arnavutluk'tan yanan filan geliyordu hizmetinde hiçbir yerde kullanmazdı bir çeşit silahlı Derebeylik kurmuştu çevrede korkmadığı Ürküt insan kalmamıştı vurduruyor öldürüyor kendine karşı gelebilecek hiçbir güç bordu eşkıya yataklık falan filan yalanıyla hükümeti kendine uydurmuş Civarın en güzel kızlarını zorla Nikahına alıyor Bir hafta sonra koşuyordu yaptığı fenalıklar haddi aştığı için son günlerde kasabadan dışarı çıkamaz olmuştu hep bir eşkıya hüc korkardı onun korkularını anlatmaya başladı Nalbant İsmail Pekala korkuyor emme gene fenalık etmekten vazgeçmiyor dedi elinde değil eli kopsun Muhtar görük hocaya döndü Az daha unutacaktım dedi eseoğlu dermiş ki görük Hoca ölsün kum dereyi de ele geçireceğim kime demiş herkese ecel yaşa bakmaz oğul sayısı ve sırası yoktur Ben Öleceğim de o dünyaya kazık mı dikecek Hem o daha bizim köye elini uzatacağına bana olan borcunu versin odadakiler hepsi görük hocanın Gözlerine baktı muhtar da şaşırmıştı sana borcu mu var var ya ne kadar 150 lira kadar ne vakit almıştı 3 sene oluyor bir cuma günü kasabadır harmanı yeni satmıştı köylülerden alacaklarımı da almıştım bu herif bana rast geldi Aman Hoca şu dakika Çok sıkıştım bana üzerindeki paraları ver dedi Ee sen de verdin mi verdim senet filan aldın mı almadım kamçısız lın Veli güldü Öyleyse artık ahirette alırsın Hayır dünyada alırım Hacı Durmuş da başını salladı o herif dünyada borcunu vermez ben alırım görürüz hem de yarın Muhtar yemin etti Hoca İnat etme Vallahi vermez ben alırım Boşuna uğraşma başına bela alacaksın kapının yanında duran Kezban hiç lafa karışmıyor yalnızca dinliyordu o da babasının Ese oğlundan alacağı olduğunu yeni işitmiş bu herifi 3 sene önce bir gün pazarda görmüştü sarı esmer Çin suratı çarpık burnu dişlek ağzı gözünün önüne geldi bilemediği bir nefretle titredi şimdi köylüler av hikayelerine başlamışlardı henüz köyde iki gizli tüfek vardı kışın Onunda nöbetleşe ayı avına gidiyorlardı amaa götüremiyor köylülere satıyorlardı Eğer kasabada ayı postu görseler ne ile vurdunuz diye hemen Jandarma yakıyordu laf Tosun dayının hastalığına geldi ince dert diyorlardı be yetişmiş oğlunun hepsi Yemen'e gitmiş hiçbiri geri gelmemişti bu ihtiyar gelmeyen oğullarını düşüne düşüne eridi sapsarı oldu bir et bir kemik kalmıştı Şimdi ölüyordu bütün çifti çubu kimsesiz bir ihtiyar kadınca aza kalacaktı oradan lafı moskoflar getirdiler Köyde her toplanmanın sonu moskov hikayesiyle biterdi yine her vakit gibi Hacı Durmuş görük Hoca birer olay anlattılar bu bitmez tükenmez bir romandı elle tutulan patlamamış gülleler gece hücumları Allah Allah sesini duyunca Rus ordularının silahlarını atıp kaçışı Kurşun vurmaz kumandalar yeşil sarıklı Hayal ordularının yol açması görük Hoca anlattıkça dinleyenler heyecana geliyorlardı bu sefer anlattığı vücudu yarı beline kadar donmuş bir nöbetçinin macerası dı kendini değiştirmeye gelen arkadaşını görünce şehadet getirmeye başlamış yürüyemem Hemen oracıkta ölmüştü köylülerden biri Ah şu moskov bir kere daha karşı karşıya gelsek dedi görük hoca Güldü Şimdi moskov içimizde Hacı Durmuş onayladı moskov içimizde her gün ölüyoruz küme küme ölüyoruz işte sonra Anadolu'nun çektiği Sefaleti anlatmaya başladı halk daha içiler ot yiyor çuval giyiyordu Mısır koçanından yapılma ekmeği bile ömründe görmeyen Türkler vardı kaç yıl vardı ki hayvanlar gibi ormanlarda Kırlarda kökleri topluyorlar ince Toprak killeri un gibi midelerine indiriyor lardı görük hoca bu gidişle bizim de olacağımız o dedi ver ver ver elde yok avuçta yok sonumuz ne olacak açlığın çıplaklığın korkunç hayali ta içerden gölgesini bu verimli ovalara bile uzatıyordu konuşurlarken hepsinin yüzünde bugünün karartısı Belli oluyordu Hacı Durmuş içiler harlı perişanlığı anlattıkça hep bir nakarat gibi bu bizim her şeye Eyvallah deyip boyun eğmem sözünü tekrarlıyordu O ihtiyardı zaten Birkaç günlük ömrü kalmıştı fakat eli ayağı tutanlar hiçbir haksızlığa razı olmamalıydı Ah diyordu her memleketten bir adam çıksa ne rüşvet Kalır Ne Zulüm Kalır Ne fesat kalır Bir kişi bir kişi görük Hoca da onun fikrinde İçlerinden biri dedi ki Yemen ve Arabistan kasaplığı Durdukça köylerimizde kalm buğdu yere indirdiler köyde En aşağı iki Dinç evladını Yemen Çöllerinde kaybetmemiş aile yoktu Sanki durmak dinlenmek Türkün nasibi değildi bir savaş biterken diğeri çıkıyordu ha mor ha Sivastopol ha Sırp ha Sırp sivol Karadağ sivkov sonra bunlar yetmiyormuş gibi bir de Arabistan bu kadar fedakarlıklara karşı ya görülen zulüm çektikleri acıları hatırlayan köylülerin denizleri soluyordu gece geç vakit gitmeye kalktılar bu gece hep acı şeyler konuşmuşlardır çam Hüseyin tavana Varan uzun boyuyla Kapıdan çıkarken Keşke hoca bize biraz kitap okuyu verseydin konuştuk zehirlendik dedi gündüz gibi bir Ayışığı avluyu aydınlatıyordu kezman görük Hoca dış Çite kadar misafirlerini uğurladılar dönerlerken Kezban ahıra uğramak için ayrıldı babası Yarın kasabaya gideceğim atı erken hazırla dedi neye gideceksin şu Ese oğlundan benim parayı istemeye Pekala ihtiyar durdu güzel kızının gidişine baktı elinde olmadan Ah şu bir erkek olaydı diye içini çekti Kezban döndü bir şey mi dedim Baba Yok bir şey demedim fakan onun niçin Ah ettiğini duymuştu Evet Erkek olsaydı gözünün önüne Çamlı Dağlar Karlı Yollar hainlerin hırsızların namussuzların zalimlerin pis çamurlara kanlara bulaşmış ölüleri geldi Ah Erkek olsaydı fakat işte kızdı erkek olmanın çaresi yoktu düşüne düşüne ahıra girdi atın önüne ot koydu eşek köşeye tıkılmış onu çekti çıkardı sonra eve girdi babası odasına çekilmiş yatmıştı o yatağını serdiği sedirin kenarına oturdu gözlerini ayın mavi ışığıyla etrafı gümül yüksek Çamlı dağlara dikti gece işittikleri birer birer zihninden geçiyordu kulakları çınlamaya başladı bülbüllerin sesini duymuyordu Ah erkek olsaydım dedi yatağına Soyunmadan yüzü koyun uzandı sabaha kadar Uyuyamadı hocanın ölümü Yörük Hoca güneş doğmadan yola çıkmıştı Kezban sebepsiz bir üzüntü içinde sıkılıyordu ahırı temizledi Biraz çamaşır yıkadı sonra tahtaları sildi işi bitince kambur Hasanlar gitti ikindiye kadar orada oturdu Hasan'ın karısı onun süt anıydı boş kaldığı zamanlar hep bu kadının yanına gelir tezgahında bez Dokur bugün tezgaha elini süremi Ne oldu sana hasta mısın ki Yo neye öyle durup bakarsın hiç Deyiver Deyiver bir şey yok vallaha benzin solmuş gece uykum kaçtı da sabahlayın babası ata binerken Sanki uzak dönülmez kasaba ona zulüm kötülük dolu bir yer hissini verirdi sebepsiz duyduğu bu üzüntüden bir türlü silkinip sıyrıl Aklan gece işittiği şeyler birer birer geçiyordu Ese oğlunun çirkin hayali gözünün önündeydi herde karşısında çarpık Bodur iğrenç herifin çürük dişleriyle sırıttı görür gibi oluyordu Kim bilir borcunu vermemek için ne yalanlar uyduracak Hacı Durmuş'un geceki iddiasını hatırladı o herf dünyada borcunu vermez babası ben alırım demişti acaba muhtarın yemin edere gibi boş yere başına bela mı alacaktı ikindiye doğru tekrar eve döndü boş durmamak için eline çorabını aldı Örmeye başladı tığları parmaklarına batıyordu kalktı ahırdaki folluklardan yumurtaları topladı gübre yığınlarının üstündeki tavuklar sanki yorulmuş eşmi öylece duruyorlar başlarını eğerek ona bakıyorlardı hava güzel olduğu halde ortalıkta gizli bir hüzün vardı büyük kırmızı horoz başını altın tüylerinin içine çekmiş gözlerini kapamış ayakta uyuklu onları kümes tarafına sevk etti sonra çitin kapısına doğru yürüdü açtı eşiğe oturdu Neredeyse gelir diyordu akşam oldu kırdan Sürüler döndü fakat babası gelmedi inekleri ahıra soktuktan sonra yine kapının eşiğine oturdu hava iyice kararmıştı Yıldızlar Parladı korudan Bir Bülbül inledi Kezban ellerinin tersiyle gözlerini ovuşturuyor Ne oldu ki Ne oldu ki diye kıvranıyor babası geceleyin hiç kasabada kalmazdı ansızın yanından bir gölge atladı bu köpekti gözüyle hayvanı izledi kasaba yoluna doğru koşuyordu Acaba bir Gelen mi var ümidine düştü doğruldu karanlıkta pek ilerisi gözükmüyordu fakat köpek koşarak geri döndü kezbanın eteklerini KL ıktan sonra arka ayaklarının üstüne oturdu gözlerini Kezban gibi karanlıklara dikti sanki sahibinin gelmediğini hissetmişti Kezban boğulacağını sanıyordu ağır sökülmez bir hışkırık Göksü kabarıyor boğazına tıkanıyo içine aks ediyordu hoşt dedi köpeği içeri kovdu sonra kapıyı çekti karşı Çite doğru yürüdü artık yatsı olmuştu Aralık Bir kapıdan girdi ilk önce havlayan bir köpek yanına gelince sustu Nihayet Işık Görünen bir Pencereye gitti Burası Tosun dayının eviydi Kim o benim ne arıyorsun Kezban Tosun dayının karısı Fatma Molla bir cevap alamayınca genç kıza dikkatle baktı Söyle ne istiyorsun hiç neye geldin Babam bugün kasabaya gitti gelmedi Belki bir işi çıktı yarın gelir ne merak ediyorsun hiç kalmazdı içeriden Tosun dayının titrek Solgun halsiz sesi işitildi Yahu Kim o Kezban buraya gelsenize kapıda ayakta duran ihtiyar kadın kızı içeri aldı hasta yerden bir karış kadar yüksek bir sedirin üzerinde uzanmış yatıyordu sakal giyimli Bir iskelet sanıl derecede zayıflamıştı karanlık ağzının içindeki uzun dişleri bembeyaz görünüyordu Kezban Ocak başındaki mindere çöktü Fatma Molla da oturdu hasta nefesini topladı dinlene dinlene sordu Ne var ki Kezban babam kasabaya gitti gelmedi amca niçin gitti Ese oğlundan alacağı vardı da onu istemeye erken mi gitmişti çok erken gelir kızım ocağın üstündeki kandilin sarı ışığı bu Küçük odaya canlı bir mezar şekli veriyordu Tosun Dayı ölmek üzereydi ocağın dibindeki Siyah kedi gözlerini yummuş ve sanki hayatın Bu çirkinliğini ihtiyarlıkla hastalığı görmek istemiyordu bir süre sustular birden dışarıda pek yakından bir baykuş kahkahası yansıdı kedi gözlerini açtı hasta ihtiyar kadın genç kız bakıştılar Fatma Molla ü gecedir bir uğursuz Musallat oldu tepemizde ötüp duruyor dedi hasta daha çok sarardı sanki işitmemiş gibi davranıyordu Sonra yavaş yavaş koyunlardan Ekinler Konuşmaya başladılar bu sene Tosun dayının ü ineği de gebeydi fakat Kezban manasını anlamadan cevaplar veriyor babasının nerede kalabileceğini düşünüyordu yatsı ezanı okundu Fatma Molla abdeste kalktı Kezban ben de gideyim dedi babam gelirse beni beklemesin kapının dışarısı simsiyahtı bastığı yerleri görmeyerek yürüdü el yordamıyla çipten çıktı Karanlığa alışan gözleri Şimdi duvarları ağaçları sokakları fark ediyordu kendi kapılarının önünde bir gölge gördü yüreği hop etti Babası mıydı hayır kısa boylu bir adamdı Kimdir o diye seslendi Recep ne var Sana baktım Kezban hızla kapıdaki adama yaklaştı bu Nalbant İsmail'in genç oğluydu beraber Büyümüşler heyecanla sordu beni ne yapacaksın şey ne Söylesene be delikanlı bir şey söylemiyor başını arkaya çeviriyor Kezban'ı sanki görmemek istiyordu köpek arkadan çitin kapısını tırmalaya havlıyordu Kezban yüreğinin çarpıntısından düşeceğini sandı eliyle Çite dayandı Ulen söyle ne var amcamı vurmuşlar babamı mı he birden nefesi tıkanır gibi oldu dilleri kilitlendi ağzını açamadı Recep aptal aptal genç kıza bakıyordu kezman son bir gayretle sordu nerede Ese oğlunun çiftliğinde kim haber verdi Çobanlar korucular Gelin cenazenizi alın diye Köye haber göndermişler Kezban olduğu yere çöktü Başını ellerinin içine alarak hüngür hüngür ağlamaya başladı Recep gidemiyor genç kızın Baş Ucunda duruyordu ağlaya ağlaya sanki gözyaşları bitti hıçkırıkları seyrekleşti Recep üzerine eğiliyor kalk kardeşim Kalk hadi bize gidelim diyordu Kezban karanlığın içinde birdenbire doğruldu Ben gidiyorum nereye babamın ölüsüne şimdi gece yarın bütün köylü gidecek ben duramam Ben de geleyim istemez hızlı hızlı kasabaya inen yola atıldı Recep kapının önünde ayakta kalmıştı çitin içindeki köpek ağlıyor kapıyı parlayacak gibi sarsı oldu Kezban karanlıkların içinde kayboldu yürüdü Yürüdü yürüdü ayaklarına taşlar vuruyor etekleri çalılara takılıyordu belki 4 saatten çok koştu yorgunluk hıçkırıklarını dindirmiyor Yıldızlar siliniyordu uzakta yolun solunda Çiftliğin binaları artık görünmeye başladı esmer bir ses dere kenarında gölgeden bir duvar halinde boyuna uzanan Söğütler kavaklardan çıkmış bir duman gibi çatıları sarıyordu durmadı hiç dinlenmedi bir an önce babasına kavuşmak istiyordu suyun üzerindeki dar tahta köprüyü geçti kalabalık horoz sesleri işiyordu dış cit geçince üzerine birkaç köpek atıldı havlıyor lardı Kezban çitten bir kazık çekti etrafında havlayan köpeklere savurarak ilerledi Çiftliğin büyü kapsı hüz kapalıydı tekmeledi köpeklerle uğraşıyordu kapının üstündeki odadan çıplak bir baş uzandı Kimdir o Mori gel haç Sen kimsin kumdereli Yörük hocanın kızıyım bre bre Amma Kabadayı şey bre Hadi aç diyorum kmaz mısın Mori geceleyin gelirsin buraya Aç be çabuk ne yapacaksın babamı göreceğim Korucu çirkin bir baykuş kahkaha sattı O mortii çekti bre Kezban Gülen herife dehşetle baktı dişlerini sıktı birdenbire kalbinin çarpışı hafifledi sesini yumuşattı haydi Korucu Ağa ölüsünü göreyim bir kere Ne olur ölünün neresini göreceksin yapma Korucu ağ herif eğleniyordu daha gece sonra Kahya darılır sen biraz dere kenarında dolaş hava iyice açılınca gel köpek kezbanın etrafında sıçrayıp havlıyor lardı genç kız büyük kapının eşiğine oturdu havlamak yorulan köpekler karşısına yattılar gözlerini elindeki kağı dikti böyle ne kadar vaktin geçtiğini anlamadı ortalık ağrıyordu ne yapacaktı babasını acaba neresinden vurmuşlardı şimdi gece gibi üzüntüsünü hissedi kalbi Gerilmiş katılaştı ne olmuştu niçin babasını vurmuşlardı mutlaka bunu eseoğlu yaptırmıştı eseoğlu köyün babasının herkesin düşmanıydı yine çarpık burnu dişlek ağzıyla gözünün önüne geldı sıktık salladı karanlık belirsiz şekilsiz düşüncelere daldı dayandığı kapı büyük bir gıcırtı yla açılırken bir kabustan uyanıyor muu gibi silkindi doğruldu karşısında yaşlı bir Rum gördü o Ese oğlunun hizmetçisiyle kulesinin pencerelerinde hala aydınlıklar parlıyordu Rum eğildi gözlerini ovuşturdu kez bana dikkatle baktı Kız ne arıyorsun burada dedi Kezban gayet soğuk kanlılıkla cevap verdi babamı baban kim Senin kumdereli yörü koca O öldü biliyorum görüp ne yapacaksın ölüsü nerede Ben bilmem R sabah uykusuyla gözlerini ovuşturuyor kezbanın başörtüsünün altında Solgun bir nur gibi parlayan güzel Yüzüne baktı genç kız içeri girmemişti dur uşaklar kalksın soralım Peki Rum cebinden çıkardığı tabakadan sigarasını sarıyor yanındaki kıları açılıp kapanıyordu kapının üstündeki taraç Bir merdiven vardı parmaklıkları arasında birkaç adamın dolaştığı görüldü kapıcı çakmakla sigarasını yaktı merdivenin altına ilerledi yukarıda gezenlere bağırdı Kahya Kalktı mı Kalktı dediler bir kız gelmiş dünkü vurulan kumdereli yükün söyleyin Ne yapalım taraç seslerden biri sordu Ne istiyormuş hristo kapıcı genç kıza bakarak cevap verdi babasının ölüsünü kahyaya haber verelim Haydi Kezban bekledi yukarıda kapılar açıldı kapandı son meriv inen bir köylü gel buraya kahyanın yanına gideceksin diye Kezban çağırdı Kezban yürüdü merdivenleri çıktı büyük karanlık bir odaya girdi yerler siyah keçe döşeli Duvarlarla birçok tüfek L arasıydı ocağın başında kırmızı bir battaniye kurulmuş sigarı Fur aşağı süzdü sen o herifin kızı mısın Mori kızıyım Senin baban ne belaymış bizim başımızı Azıcık daha belaya Sokacaktı bereket versin ki 40 paralık kurşuna kezman susuyor hiç cevap vermiyordu sonra Kahya tekrar sordu köye akşamdan haber gönderdik gelip cenazeyi alsınlar diye Ne susuyorsun Sen nereden haber aldın bir adam haber verdi istersen al omzunda kendin götür babanın kaç para eder üzük derisini satacak değiliz ya Kezban donmuş gibiydi Sanki taş kesilmişti sanki artık kalbi çarpıyordu ölü nerede diye sordu ahırın yanındaki gübreliğe attık Öyleyse bu gece sıcak sıcak epeyce rahat etmiştir dedi götürün bu kızı oraya gelinceye kadar beraber beklesinler Mori Kezban yine cevap vermeden dışarı çıktı uşağın arkasından yürüdü taş döşeli büyük avluyu geçtiler uzun su dolu yalaklar önünden geçtiler ahırlar ta Nihayet köşey güneşin ilk ışınları hafif bir duman halinde gübrelere aksediyor tavuk horoz hindi kaz ördek kalabalığı altında bu yığınları kaplıyordu yaklaştılar Uşak arkasına döndü Nah orada dedi Kezban ilerledi yüksek gübre yığınının arasında Uyuyormuş gibi uzanmış olan babasını gördü sağ kolu lanet ediyor gibi yukarı doğru uzanmıştı yumrukları kilitlenmişti sönük gözleri açıktı başından akan kanlar yüzünü boyamış Ak sakallarını kıpkırmızı yapmıştı ağzı gayet müthiş şeyler söylemek istiyormuş gibi açıktı kap karanlıkta korkunçtu Kezban sanki bu ölüyü görmeden baktı ağlamadı heyecan göstermedi babamı kim vurdu dedi Uşak tereddüt etti bilmiyorum ne vakit vurdular Bilmiyorum nerede vurdular bilmiyorum Kezban acı acı gülümsedi iyi dedi Ben öğrenirim Uşak sanki katilmiydi baktı başı ucuna geçti oturdu elini sürmeye çekiniyordu başını iki ellerinin arasına aldı sökülmeyen bir hıçkırık boğazına tıkanıyor nefes alamayacak gibi duruyordu gözyaşları sanki kurumuştu köylüler gelinceye kadar öylece durdu Hacı Durmuş halkın başındaydı hepsinin gözleri yaşlıydı Nalbant İsmail inledi kalk kızım Kezban derin bir uykudan uyanır gibi doğruldu köylüler taze Ağaç dallarından yapılmış bir sedye getirmişlerdi hepsinin yüzünde ağır bir sessizlik vardı Muhtar Allah rahmet eylesin dedi kimse kımıldamıyor ki diye Seddi tutan genç köylülere baktı Allah rahmet eylesin katiller öyleye yetiştirelim kim vurmuş ki sormak lazım mı Kimin kime Cevap verdiği Kimin kime soru sorduğu belli değildi Hacı Durmuş eski arkadaşının ölüsünü kollarından tuttu ayaklarından gençler kaldırdılar sedyeye uzattılar Hacı Durmuş eğildi ölünün alnından ta yaranın üzerinden öptü öcünü senin kim alacak diye bağırdı herkes önüne bakıyordu Kezban gülümsedi Hava bulut duydu bu Suskun alay Ese oğlunun çiftliğinden çıktı kimse ağzını açmıyordu Çiftliğin adamları ortada yoktu Kezban tek bir kız arkadan geliyordu yolda rast gelenler Ne oldu ki diye soruyorlar cenazeyi görünce bir cevap bekliyorlar Fatih acıkları okuyup geçiyorlardı öğleden önce köye girilmiş Bütün Kadınlar çocuklar ihtiyarlar Cami meydanındaki büyük Çınarın etrafına toplanmış ellerinde yağlıklar ağlıyorlardı Yalnız Kezban ağlamıyordu gömmeyi ikindiye bıraktılar cenazeyi yıkamak için eve götürmek istiyorlardı İmam olmaz dedi niçin gibi yüzüne baktılar yörü koca şehittir diye haykırdı şehit yıkanmaz şehidin giysisi üzerinden soyulmaz ikindi namazından sonra bu Şehit mezarlığına götürüldü bütün köy hazırdı Güneş ara sıra bulutların arasından ağlar gibi görünüyor çile yağmurun içinde uzak belirsiz eleğim sağmal ürperi yordu hıç kıranlar sustu yalnız kapanan Mezarın kürek kürek atılan toprakları boğuk gizli bir şikayet gibi duyuldu köy Matemi içinde Kezban düşünüyordu O ne olacaktı hısımı akrabası yoktu verelim diyorlardı görük hasanın ölümünden Bir ay daha geçmemişti hacı durm evine çağırttı ona Bin Dereden Su getirerek evlenmesi icap ettiğini anlattı fakat Kezban soğuk kanlılıkla amca ben babamı vuranı hükümete tutturmadan kocaya varmam dedi hangi hükümet Kızım kasaba'daki orası Es oğlunun elindedir onun sözün çıkılmaz çıkar hak yerini bulur bulmaz Kızım ben buldurur nasıl dersen öyle et Kezban Bir Erkek gibi elini kalçasına dayamış hücum edecek gibi duruyordu fakat yüzü gözleri son derece sakin yavaş yavaş yapacağını anlattı mutlaka babasına kimin Kurşun attığını arayıp bulacaktı sonra bu katili hükümete verecek astıra fakat Hacı Durmuş Ümitsiz Bir ihtiyardı adliye iki kapılıdır birisinden girilir öbüründen çıkılır diyordu hem Jandarma Komutanı oğlunun en baş adamıydı mümkün değil Onun hizmetçiler hapsetme her suçlarını görmezden gelirdi ihtiyarın sessizliği kıza garip göründü Başını yukarı kaldırdı amca ben ağımı kimsede bırakmam dedi Başka bir cevap beklemeden dışarı çıktı eseoğlu öksüz kalan kezbanın güzelliğini zaten biliyordu şimdi ona daima babasını eşkıyalar vurdu Çok acıyorum kimsesiz Kız ne yapacak ben Yörük hocayı çok severdim bu zavallı adamın hatırı için onu Allah'ın emriyle peygamberin kavliyle almak isterim diye boyuna haber gönderiyor kez bandan ne Evet ne hayır bir cevap alamıyordu babasını vuran eşkıyalar kimlerdi Çiftlik kahyası ağzından kaçırmamış mıydı zaten orada kim öldürülürse suç eşkıyaların üzerine atılıyor araştırma falan güme gidiyordu Kezban asıl katilin Es oğlu olduğ imanı gibi biliyordu fakat asıl vuranı yakalatıp onun teşvik ettiğini söyletecek ikisini dar ağacında sallandıracaksın gelince dişlerini sıkar gözlerini küçültür dik dik önüne bakar dalar giderdi bir aydır artık sürüsünü kendi güdüyor inekleri koyunlarıyla keçileri her gün dağa gidiyordu kimseyle konuşmaz olmuştu bazı zamanlar Ese oğlunun meralara kadar uzar onun çobanlarına hep babasının nasıl vurulduğunu sorardı bu çobanların içinde bir deli Mustafa vardı aptal olduğu için askere almışlardı aptallı bütün ovaca meşhurdu bir gün Kezban koyunlarını gölgelendi ormanlık alandan geçen Mustafa'ya Seslendi Mustafa Mustafa aptal durdu Şaşkın şaşkın etrafı aradı Kezban görünce güldü yılı Nereye gidiyorsun ülen hiç gelsene buraya gelmem gel gel gelmem aptal hızla yürüdü uzaklaşacak attı Kezban uzandığı yerden kalktı koştu aptalı tuttu sarı köpek havlamaya başlamıştı Mustafa'yı ısırmaya çalışıyordu gel diyorum ülen ne diceksin bana biraz kaval Çalı ver çalmam Ben de seni bırakmam Aptal çocuk gibi yüzünü vuruştur dudaklarını büktü ağlamaya başladı fakat Kezban onu okşadı zavallının saçı sakalına karışmış parça parça mor fanlarının altında kuvvetli kıllı göğsü görünüyordu Kezban sana ceviz sucuğu vereceğim dedi aptal birdenbire sustu elleriyle gözlerini sildi sırıttı ver hele gel ki vereyim ver hele Kezban aptalı kolundan tuttu oturduğu yere getirdi çök bakayayım dedi aptal sırıtıyor ne söylerse yapıyordu bağdaş kurdu pis kuşağına kavalını bir silah gibi sokmuştu açtı çıkardığı tatlı sucuktan bir parça kopardı Aptala uzattı Zavallı parçayı alır almaz hiç çiğnemeden yuttu daha istiyor mu Ver hele Ama benimle arkadaşlık eder misin ederim al öyleyse bir parça daha koparıp verdi Kaç yaşındasın Mustafa Bilmem anan baban var mı yok Sen nerede yatarsın ahırda hangi ahırda hangi ahır olacak Çiftliğin ahırında kezbanın gözleri Parladı bir parça daha koparıp Aptala verdi köpek ta karşılarına oturmuş sanki ne konuştuklarını anlamak istiyor gibi dikkatli dikkatli yüzlerine bakıyordu sizin çiftliğe eşkıya gelmiş öyle mi yalan gelmiş kumdereli Yörük kocayı vurmuşlar aptal bir an düşündü Yine yalan dedi Öyleyse örük hocayı kim vurdu söylemem niçin söylemezsin ülen Kahya tembih etti ne dedi ki Sakın bu herifin burada vurulduğunu kimseye duyurmayın dedi yalan aptal kızdı Ben gözümle vuranı gördüm dedi eşkıyalar Değil mi değil be kimdi Kın kardeş Kezban sutan daha büyük bira kopardı aptalın ağzına eliyle sokarak sordu doğru mu söylüyorsun Ulen vallahi yalan Vallahi doğru niçin vurdu ki aptal kendini unutmuş hem sucuğu yiyor hem söylüyordu Aha dedi Ne dedi Ona şu herifi git vur dedi sen gördün mü gördüm nasıl oldu de hele Yörük Hoca evin kapısında ağıyla görüştü e Sonra kalktı atına bindi gitti sonra a He Zeynel Yetiş şu herifi gebert diye haykırdı E sonra Zeynel ağının odasına koştu hocanın arkasından çıktı sen o zaman neredeydin ahının önünde gübreleri açıyordum sonra ne oldu ben kapıya koştum daha Hoca ırakı Zeynel Hey hoca geri dön a paranı verecek di bağırdı Hoca geri döndü yine Çiftliğin kapa geliyordu sakladığı martin'i birden bile çıkardı omuzuna koydu nişan aldı bum e yörü Hoca düştü sonra aptal yine sucuktan istedi Kezban elinde kalan son parçayı da uzattı dudakları elleri titriyordu bu levha hemen gözünün önüne geliverdi sanki babasının kır atından yuvarlanışı görüyordu aptal gevezeliği kendi sırtına yükleyip gübrelerin arasına nasıl attırdık anlatıyordu Sabahtan beri yürüyorduk Düşe Kalka geçtiğimiz Sarp keçi Yolları bazen sel yarıkları içinde kayboluyor bazen sık fundalık lardan ayrılarak dibinde sivri sivri çam tepeleri görünen karanlık çukurlara sapı ayı avına gidiyordum kılavuzum kumdere köyünün en meşhur nişancıları beraber tırmanacağın yüksek Ormanlı dağların daha çok uzağındaki vakit ince bir yağmur seriyordu güneş yoktu sonsuz mor bir kubbeyi andıran Dumanlı gökten faniliği geçmiş saatlerini hatırlatır Gamlı guguk sesleri yansıyordu artık iyice yorulmuştum omuzumdaki silah gittikçe ağırlaşıyor biraz dinl dedim kılavuzum güldü onun kırlaşmış çember sakallı çehresi pembeleşti kesildin mi diye sordu sırtında çiftesiyle günlük yiyeceğimiz başka benim keb de Taşıyan bu Dinç avcıya yorgunluğumu söylemedim yarım saat daha tırmandık ayaklarımızın altından Küçük Taşlar Kireçli Topraklar dökülüyordu gayet büyük bir çam ağacının yanına gelince kılavuzum işte yarın başı dedi yerler çamurdu çiseleyen yağmurun Dallara çarpan damlaları derin bir fısıltı çıkarıyordu ben hemen çöktüm çamın kalın gövdesini arkamı dayadım cebimden paketimi çıkardım sırtından yükünü indiren ihtiyar avcıya uzattım Yak Bir Cigara Bakalım ağır bir tavırla burada tütün içilmez dedi sordum niçin Namazgah mı burası Hayır ya ne başını salladı gizli bir şey söylüyormuş gibi yavaşça Burası yalnız efenin sır olduğu yerdir dedi serin bir rüzgar yağmurun fısıltısını çoğaltarak esiyor üstümüzde siyah bir çadır gibi açılan çam dalları titriyordu Anadolu'nun bu Yalçın ufuklu bu boş bu Kayalık bu korkunç tarafı Oz Dağına giden bu ıssız yol eskiden beri uğrağı bunu biliyordum Ben tenha bir geçidin gizli bir köşesinde Uyuyan küçük bir köyde doğdum kör oğlunun develinin cavın menkıbeleri içinde büyüdüm Bilmem onun için mi eşkıya hikayelerini dinlemeyi pek severim paketimi cebime soktum anlat bana baba dedim bu Yalnız Efe kim sır oldu ihtiyar Avcı torbasının yanına bağdaş kurdu çiftesi kucağına attı iri Ela gözleriyle dik yarın Keskin kenarına karşıdaki yağmurla ıslanarak koyu kan rengine giren granit uçurumlara baktı baktı Sonra bana döndü anlatayım dedi ben şimdi 50 yaşını geçiyorum o vakit çok küçük onu gören kadınları dinledim kendisi hiç erkeğe gözükmez niye gözükmez diye sordum Çünkü kızdı kız mıydı Evet hayretim hoşuna gitti geçmişi seven bütün harikaları geçmişte sanan geçmişi kutsayan her yaşlı köylü gibi hikayesine devam etti dağa çıktığı zaman daha 16 yaşındaymış babası gençliğinde bizim köye göçmüş kızından başka kimsesi yokmuş bu adam bir gün Nasılsa Es oğlunun çiftliğine gider ağdan alacağı varmış onu ister Ağa vermez o da galiba Kötü bir laf söyler aın emriyle korumalardan biri zavallıyı öldürür kızı duyunca babasının ölüsüne gider ağlamaz sızlamaz kimin vurduğunu daha sonra çiftlikten birinden öğrenir derhal kazaya gelir hükümete koşar babamı vuran filandır tutun der aldıran olmaz kız Hemen köye Dönmez o vakit nereden g nereli olduğu belli olmayan sarhoş bir zaptiye mülazımı varmış Ese oğlunun ahbabı Kız her gün onu tutar babamı vurana daha tutmayacak mısın diye sorar bir gün bu sarhoş kızcağıza öfkelenir ağzını Bozar bre bir daha buraya gelirsen kafanı kırarım der kız Korkmaz zaptiyeler yanında Ona İşte bunlar da şahit olsun Sen bugün babamı vuran tutmazsan ben seni öldüreceğim der zaptiye mülazımı bu söze büsbütün öfkelenir fırlar yörüğün kızını iyice döver sokağa attırır kız bir zamanlar görünmez olur bir gün sarhoş Mülazım Ese oğlunun verdiği bir ziyafete giderken kafasına Bir Kurşun Yer hemen oracıkta can verir buranı ararlar ama nafile bulamazlar ün kızı vurdu diye bir laf yayılır Ama buna kimse inanmaz herkes onu İzmir'e birinin yanına evlatlık gittiğini sanır fakat bir hafta geçmeden yörüğü öldüren koruma da vurulur Biraz sonra hükümet yörüğün davasını örtbas ettiren Çiftlik sahibi Ese oğlunun boğazlanmış ölüsünü bağdaki yatağında bulurlar Kasabalı ağaların çiftliklerine Korucu hergeleci Çoban gibi gidip gelen Ah içinde tüfekte gezen ne kadar yabancı varsa hepsi yavaş yavaş vurulmaya başlar iş O dereceye varır ki yabancılar yalnız Kıra çıkamaz olur Nihayet Takım takım buraların bırakırlar kendi yurtlarına dönerler Zalim zaberi köylüyü soyan memurları çiftçileri dolandıran madrabazlar hiç görünmeden öldüren bu efenin kim olduğu epey bir zaman anlaşılmaz Malum ya Anadolu Efeleri uçaklarıyla gezerler Halbuki bu Efe tek başınadır yanına Uşak falan almaz başvuranları geri çevirir İşte bunun için köylüler ona yaln Efe derler Tam sene yaln efin yüzünü kadınlardan başka kimse göremez dağda erkeğe rast geldi mi uzaktan gözlerini yum diye bağırmış son yanına gelirmiş kim gözünü açarsa hemen öldürürmüş gözünü açmayan erkeğe size kötülük eden kim rüşvet alan memuruz var mı sor sarmış onun korkusundan kimse kasabada kötülük yapamazmış zenginlere kadınlarla haber gönderir filan fakire yardım ediniz filan öksüzü evlendiriniz filan köprüyü yaptırınız gibi Emirler verirmiş hem çok dindarmış Benim teyzem bir gün odundan gelirken onu görmüş anlatırdı başında yeşil bir namaz bezi sarılı mış arkasında erkek elbisesi varmış yamaçta namaz kılıyormuş Per gibi de güzelmiş evet bir zaman onun korkusundan kimse kimseye haksızlık edemez olmuş haksızlığa uğrayan düşmanını gidip yalnız Efe'ye söylerim diye korkutur olmuş 15 sene ne köyümüze ne kasabamıza yabancı yağmacı gelemez oldu öşürcü an amcılar tahsildarlar zaptiyeler köylerde kuzu gibi namuslu namuslu dolaşırmış rüşvet değil ikram olunan yemişi bile kimse almaya cesaret edemez mi yalnız efeden kimsenin şikayeti olmamış Ne Kimseyi daha kaldırmış ne de kimseden fidye istermiş istediği hep fakirler kimsesizler dullar Öksüzler içinmiş Camisine bakmayan köye haber gönderir gelecek ramazan' kadar mescitlerini tamir etmezlerse samanlıklar yakarım dermiş onun sayesinde camiler şenlenmiş köylü kötülükten Kurtulmuş öksüzlerin ve yoksulların yüzü gülmüş her köyün korusunda gizli bir Ağaçta bir heybe asılı imiş köy halkı heybe boşaldıkça içine Sucuk kaşar veya diğer yiyeceklerden koyarlar Mış yalnız efenin kasaba içinde belki 50 dalda heybesi varmış kimseye ağırlık olmaz kimseyi sıkıştır herkesin gönlünden kopla geçinirmi uzatmayalım İşte tam o sıralarda Söke taraflarında gayet azgın bir Rum eşkıyası Türer devlet Bu haydutlara karşı bir Nizamiye taburu çıkarır Döne dolaşa bu Tabur Bizim tarafa da gelir Rumların izlerini bir türlü bulamazlar kasabada yalnız efin namını işitirler boş durmamak için onu tutmaya Kalkarlar yerli zaptiyeler kılavuzluğu kabul etmezler Yalnız Efe bunu Haber alır Boz dağına geçmek ister bir bölük asker Ondan evvel davranır arkadan dolaşır Ak kovu tutarlar bir bölük asker de aşağıdan çıkmaya başlar yalnız Efe'yi Tam burada sıkıştırır teslim ol derler Yalnız Efe Siz askersin benim kardeşlerimin canınızı yakmak istemem Sağ olun yoluma gideyim der fakat dinlemezler üzerine Ateş ederler Yalnız Efe birkaç askeri elinden kolundan kulağından hafifçe yararlar tekrar asker Kardeşler bırakın beni sizin canınızı yakmak istemem diye haykırır yine dinlemezler Ak kovuk gelip dar gecidi saran Bölük ateşe başlar İki ateş arasında kalınca asker Kardeşler benim yüzümden birbirinizi vuracaksınız Ben gidiyorum ben artık yoğum ateşi kesin yürüyün buluşun diye haykırır bir zaman daha ateşe devam ederler sonunda yalnız efenin sesi kesilince onu vuruldu sanırlar yavaş yavaş yürürler dik boyunun önünü arkasını adım adım tararlar İşte bu çamın dibinde yalnız efim Martin ile Geyik postu seccadesinde başka hiçb şey bulamazlar o vakitten beri y gelen yoktur yazın yamaçlarda hayvanlarını süren Yörükler buraya her gece Nur inerken gördüklerini yemin ederek anlatırlar Ak kovuk biraz erken yetişmek için davranmak gerekiyordu Yağmur dinmişti kalktım Martin'in kayışını omzuma geçirdim ihtiyar ekmek torbasını keyi sırtlanı yürüm Yarın kenarına geldim aşağısı baş döndürecek kadar derin bir uçurumdu yeni geçmiş bir kabus gecesinden kalma korkunç rüyaları andıran parça parça Sisler birbirine karışmış Çamlar kayaları örtüyordu yanıma yaklaşan kılavuza Yalnız Efe askerlerin eline düşmemek için buradan kendisini ağı olmalı dedim Haşa tövbe diye reddetti o Allah'tan korkardı dini bütündü e havaya uçmadı ya sır oldu gülerek sordum ne biliyorsun iri ela gözlerini kırptı delillerinden emin olan sade insanlara özgü saf bir düşünceyle ne bilmeyeceğim dedi sır olmasaydı Her gece Nur iner miydi [Müzik]
0 notes