İnsanlar gökyüzündeki bulutlara çok benziyorlarmış aslında. Yağmur yağıyor, bu insanların ağlaması gibi. Kar yağıyor, bu insanların göz yaşlarının donması ve korkması gibi sanki. Şimşek çakıyor, bu insanların sinirlenmesi, öfkelenmesi gibi. Gök gürüldüyor, bu da sanki insanların bağırması gibi... Meğerse bulutlarda bizim gibiymiş. Bizim gibi çoğu zaman mutsuzmuş.
Aynı gökyüzünün altında olduğumuz müddetçe umut var. Umut, hep var. Zira sen, umutların en güzelisin. Bak, bulutlarda ne yazıyor, sevgilim. Senin bırakıp gittiğin gökyüzünde yine senin adın var.
Geçen her insanın veya şans eseri çarpışıp gözgöze geldiğim tüm canlıların bir parçası, zerreler halinde havada uçuşuyor gibiydi.
Şans eseri bir nefes alsam, ciğerlerime dolan anıları tekrar yaşıyor gibi, sırtımdaki yara izleri sızılamaya başlıyordu.
Dizlerimdeki yaralar, düştüğüm yolların izlerini hatırlatırken, kalbimin atıp atmadığını bir türlü kestiremiyordum.
Gençlik yıllarımda, yerinden fırlayacakmış gibi olan bu et parçası, şimdilerde sadece derin bir sızıdan başka birşey hissettirmiyordu.
Beynimdeki anılar o kadar karmakarışıktır ki, çok yakından tanıdığım bir yüzü bile hatırlamakta güçlük çekiyor, o yüzün hangi maske olduğunu hatırlamak için ilk sızılayan yaramı kanatmak zorunda kalıyordum.
Sade bir yaşam, sade bir ölümü çağırıyordu yalnızca…
Şatafatların gölgeleri arasında hep bir el, sizi karanlığa doğru çekiyordu.
Sürüklenmek o kadar kolaydı ki….
Kendinizi cümlelerin sis bulutu üzerine bırakmak yeterliydi. Herkesin bir yerlerine tutunan ince cümleler bulunurdu bu bulutlarda. Kendinizi bıraktığınız anlarda, çelik bir kıymık gibi derinizin altına geçiverir, sizi büyülenmiş gözlerle sürükleyip götürürdü başka bulutların arasına.
Tüm bunları geçirirken içimden, kasıldığımın farkına varıyordum. Kasılmaktan uyuşan parmaklarımla, elimde bulunan birkaç kelimenin boğulmak üzere olduğunu farketmiştim.
Sevgi, aşk, acı….
Asla ama asla biryere koyamadığım birkaç kelime, parmaklarımın arasında can çekişiyordu işte.
Bir yerlere yerleştirmek istediğimde, hep eğreti duran, bir elin parmaklarını dahi geçmeyen bir kaç harften oluşan birkaç kelime…
Başımı ufka doğru kaldırmaya korktuğum bir zaman dilimindeydim işte.
Yolun ne kadar kaldığı, nefesimle içime dolan anıların çokluğu ile hissettiriyordu kendini…
Ne bir tebessüm etmiştim bu yolda, ne de bir derinden nefes almıştım.
Biriken yolların, pabuçlarımdaki delikten dolan çakıltaşlarından ibaret bir hayat…