#fotoğraf falan işte
Explore tagged Tumblr posts
Text
7 yaş küçük kız kuzenim bana iliskisini anlatti. Fotoğraf falan attı. Ablası olarak benim evlenmem bekleniyor aslında benim büyükler evlendi sıra bende. Ben de işte keşke evde oralet olsaydı içerdim diye düşünüyorum. Hayat garip hakikaten.
21 notes
·
View notes
Text
Kindarlık üzerine aşırı samimi & dedikodulu dertleşme
Dün gece buradan birisinin kindarlıkla alakalı bi’ yazısını okuyup beğenimi bırakmıştım, beğenim içerikten çok beni düşünmeye sürüklemesinden ileri geliyordu. Bunu hususi olarak belirtiyorum çünkü belki buralarda yazdığınız şeyler üzerine uzun uzun düşünebilen bir Selcan’ınızın olduğu size mutluluk verir, ben böyle şeylere çok mutlu oluyorum.
Hayatım boyunca herkes beni kindar bir insan olarak nitelendirdi, ben de bu sözcüğün anlamına hiç odaklanmadan kendimi öyle bir insan olarak kabullendim. Dün okuduğum yazının başlığı “… kindarlık değildir” olduğu için, “kindarlık ne ki” diye düşündüm. Bir kere kelimenin kökünde “düşmanlık ve öç alma arzusu” yatıyor. İkisi de bana aşırı uzak şeyler, aşırı uzak olduğu da aslında benim kindar olduğumu düşünen insanlar tarafından rahatça gözlemlenebilecek bir durum fakat onlar da bu kelimenin alt metnine pek odaklanmamışlar galiba.
Sene 2019 falan sanırım, akşamüzeri saatleri. Bir baktım, dayımın o zamanlar 20’li yaşlarının başında olan kızı beni her yerden silmiş. Geriye dönük düşünmeye başladım, “Allah Allah, ne yaptım acaba” diye ve farkında olarak hiçbir şey yapmadığıma kanaat getirdim. Son WhatsApp konuşmamıza baktım; bir hafta kadar önce sabahın 04:00’ünde bana bir dizi bölümü gönderip 20. dakikada çalan yabancı bi’ şarkıyı bilip bilmediğimi sormuş. Bilmiyormuşum, sözlerinden çözmeye çalışmışım ama üzerine konuşma denk geldiği için anlamakta zorlanmışım. Neyse baya uğraşmışım, en sonunda bulup göndermişim. O da bana “ya kralsın kral, iyi ki varsın” falan yazmış, hepsi bu. Üzerine sosyal ağlar üzerinden, telefonda veya yüz yüze konuşmamıştık bile - son iletişimimiz bu olmuş.
Zaman aktıkça fark ettim ki kardeşimle yaşıt olan ablası da silmiş beni, iki kuzen aynı anda yok oluvermiş anlayacağınız. Onunla da hiçbir sıkıntı yaşamamışım, en azından benim farkında olduğum herhangi bir problem yoktu yani… O dönemde ikisine de “siz hayırdır ya” demememe Ali çok şaşırmıştı. Annemle kardeşim, hatta iki üç arkadaşım “lan mesaj atsana, ne cevap gelecek çok merak ediyorum” demişlerdi ama hiç “ne oldu” diye sormadım. İşte sene şu an oldu, 2025’e az kaldı, hala bilmem nedenini mesela.
Bana göre, bir insan birisiyle ilgili bir sorunu varsa ve o birisine değer veriyorsa “ben sana kırıldım” der çünkü. Belki benim yapacağım açıklama onun içine sinmez, yine bozuşuruz ama konuşulur. Benim hayatımda “… ama ben artık seninle görüşmek istemiyorum” diyerek sonlandırdığım diyaloglar vardır, ama o diyaloglar vardır yani. Birisini hayatından çıkaracaksan bile bunu ona söylemek önemlidir, söylemediklerim da vardır ve bu, o insanı önemsemediğim anlamına gelir. Önemsemediğim insanla konuşmam ben, dolayısıyla kuzenlerimin beni konuşmaya değer görmediklerini çünkü önemsemediklerini düşündüm ve konuşma adımını atan kişinin ben olmamam gerektiğine kanaat getirdim. İşte insanlar tam olarak böyle huylarıma “kindarlık” diyorlar. Senelerdir iki kelimelik bir soruyu sormamama.
Ama bence neden ben kindar bir insan değilim biliyor musunuz? Geçen sene bu küçük kuzen bana ulaştı, yatay geçiş aşamasında olduğunu, online bir İngilizce sınavına girmesi gerektiğini, çok önemli olduğunu, onun yerine sınava girip giremeyeceğimi falan sordu. Ben de dedim ki “formaliteden bir iki yanlış yapayım mı, yoksa full mü çekeyim?” Sınava girdim, çıktım, o günden sonra bir daha muhatap olmadık yine. Ben o insana “sen hangi yüzle ya” diye sormadım. İlla çıkışma içerikli olmasın, “bu arada sen bana neden böyle bir şey yapmıştın ablacım” diye de sormadım. Bu boş vermişliği de “kindarlık” olarak nitelendirdiler, kindar insan “ooo bunun bana işi düştü, hadi bakalıııım” demez mi?
Aralarda kulağıma bazı şeyler geldi, epey komikti. Ben falanca etkinlikten sonra arkadaşlarımla eğlenmeye gitmişim ve onları çağırmamışım - düşünüyorum hayır abi, öyle bir şey yapmadım. O gün koşa koşa eve gidip çalıştım ben. Başka biri dedi ki onların da yanımda olduğu bir günde arkadaşlarımla fotoğraf paylaşmışım, onlarla paylaşmamışım. Olabilir, bunun birilerinin beni silebileceği kadar büyük bir sorun olduğunu hiç düşünmezdim. Bana söyleseler “özür dilerim” derdim ama. Muhtemelen derdim, hatta belki sevinirdim beni bu kadar önemsediklerinden ötürü. Ama dediğim gibi, bu mevzunun gerçek sebebini hala bilmiyorum ve bu gerçekten kindarlık değil.
Her insanın hayatında yazılı olmayan bazı kuralları olur, yaş ilerledikçe bunlar prensibe falan dönüşür. Benim prensibim de kayıtsızlık olmuş. Bir keresinde Ali bana demişti ki “Allah kimseyi seninle düşman etmesin”, ben de demiştim ki “iyi de ben kimseye düşmanlık beslemem ki”, o da “işte tam da bu yüzden öyle söyledim” demişti. O boş vermişliği ve kayıtsızlığı gözlemlediği bir süreçte söylemişti bana bunu. Şalterleri tamamen kapatıp o insanın varlığını unutmak kindarlık değil, kindarlık aşırı aktif bir eylem. Bilenirsin, kinlenirsin, kötülüğünü istersin, hatta belki bunun için uğraşırsın. Altmış beş senedir bana bu sıfatı yakıştırarak hakkımı yediler - yemişler yani - oysa ben daha ziyade “salak” falan gibi bir sıfatı hak ediyorum. Birisi bana yukarıda anlattığım sınava girme olayını anlatsa, “salak mısın olm sen” derdim çünkü.
51 notes
·
View notes
Text
bu fotoğraf bu his o kadar tanıdık o kadar ben ki… 12 yıllık okul hayatımın neredeyse 12’si de bu şekilde tek başıma geçti. Bir tane dostum dediğim kişi vardı o da açığa geçmişti. Yalnızdım zaten bir de tek başıma kalmıştım o gittiğinde. hep sınıftaki sevilmeyen kişi ben oldum. ne zaman bir etkinlik yapılsa hep yanımda konuşulur her şey ayarlanır ama bana bir görev verilmezdi, istenmeyen kişiydim ben. söylemiştim bir keresinde lisedeyken ben de katılmak istiyorum diye yüzüme karşı biz seni sevmiyoruz sen iğrenç birisin keşke gitsen burdan demişlerdi. sonra ben de kendi kabuğuma çekilmiştim. hep kenarda kalırdım, kimse konuşmazdı benimle. sanki bulaşıcı bir hastalığım varmış gibi davranırlardı. anlam veremezdim ben de niye böyle davrandıklarına - hala daha bir anlam veremedim orası ayrı - . bir gün sabah derse yetişemeyecektim bir 10 dakika falan geç kalacak gibiydim sınıf grubuna yazmıştım geliyorum otobüsteyim yok yazdırmayın olur mu diye, 8 dakika geç girdim derse yok yazdırmışlar. bir kişi de çıkıp dememiş hocam arkadaşımız da gelir şimdi diye. hatta inadına kadın sınıfa girince günaydın falan demeden hemen yoklamayı aldırmışlar. konunun yoklamayla bir ilgisi yok. sadece şunu merak ediyorum ben ben bu kadar sevilmeyecek bir insan mıydım da bu muameleyi hak ettim ? kötü bir insan olsam bile - ki hiç kimseye bir kötülük yapmadım bugüne kadar çünkü hakka girmekten korktum ben hep bir gün benden çıkmasa bile sevdiklerimden çıkar diye hep düşünerek konuştum- bu yaşadıklarımı hak ettiğimi düşünmüyorum ben. üzülüyor insan ister istemez. geçmiş gitmiş zaman ama böyle fotoğraflar videolar görünce hemen aklıma geliyor daha bir üzülüyorum ben. neyse işte öyle yani. yapmayın arkadaşlar çok üzücü. üzülüyoruz. çok kırıcı oluyor. sizin gülerek yaptığınız, söylediğiniz şeyler bizde büyük bir yara olarak kalıyor. siz unutuyorsunuz iki gün sonra ama biz yıllar boyunca ilk günkü gibi hatırlıyoruz. buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim 🙏🏻
#hüzün1ü b1r şaşkın#keşfet#kendi kalemimden#yalnızlığım#sevilmemek#bazı yollar yalnız yürünür#ruhun yalnızlığı#postlarım#dark academia#light academia#lostonyoubabe#loveisgame#purplecloudx#plaktaseninsesin#resimdekigozyasi#sarhoskedi#kakaollusut#cirkinkadininutopyasi#biriyimbenbiri#iyiyimlaben#anlamazlarki#yalnızlık#istanbulfatihiii#fecir#soluksaripapatya#unpourlaroute#tu me manquessssss#writers on tumblr#iyi geceler#geceye not
33 notes
·
View notes
Text
BİR AŞK HİKAYESİ...
1996 yılında, Sultanahmet’te bir evde pek çok fotoğraf ve evrak bulduk. Bir çanta mektup, 7 albüm fotoğraf ve sayfalar dolusu nota.
Bir kemancı vardı fotoğraflarda ama tanıyamadım. Ev sahibi de tanımadığını söyledi. Hepsi çatıdaki bir sandıktan çıkmış. Şaşılacak şey...
O kadar çok nota sayfası vardı ki ve öylesine özenle yazılmışlardı ki hayran kaldım.
Aklıma bir anda Cihat Aşkın’a haber vermek geldi. Cihat Aşkın, memlekette keman işi konusunda bir otorite. E tabii o vakitler telefon falan yok. Birkaç örnek alıp Cihat Hoca’ya götürdüm.
Cihat hoca notaları görünce çok heyecanlandı.
-Tekin Bey, bunların devamı var mı? dedi.
-Bir sandık, dedim. Gözlerinin içi parıldadı.
-Gidelim hemen, dedi. Gittik.
Meğer tam bir hazine bulmuşuz. Çakmıyorum ki müzik işinden. Fakat Cihat hoca alıyor bir sayfa mırıldanıyor.
Baktım sahiden nefis ezgiler. Seyyan Hanım isminde bir şarkıcı varmış, ona ait eşsiz fotoğraflar. Sonra sahipsiz mektupların içindeki tarihi vesika niteliğindeki bilgiler...
Dayanamadım, sordum sonunda:
- Cihat Hocam kim yazmış bunları? Kim bu müzisyen?
- Necip Celal, dedi.
Arkadaş tanımıyorum ki... İçimden “Çok güzel” dedim. Necip Celal’se iyi. Anlamadığımı görünce o ünlü şarkıyı mırıldandı Cihat Aşkın:
“Sevdim bir genç kadını
Ansam onun adını
Her şey beni ona bağlar
Kalbim durmadan ağlar”
Yuh, bu şarkıyı kim bilmez! Tango gibi tango!
Çok acayip bir şeyler bulduğumuza bir kere daha ikna oldum. Ev sahibi bunları çöpe atacaktı. Ev temizliği diye giriştikleri işten nasıl bir hazine çıktı!
Ev sahibi kadın çok bir para istemedi.
- Aman alın götürün de yeter, dedi. Aldık, götürdük. Taksiye yükledik her şeyi.
Takside konuşuyoruz Cihat Hoca’yla. Daha doğrusu o sevinçten havalara uçmuş vaziyette. Şu ekteki fotoyu gösterdi.
- Kim bu? dedi.
- Bilmem ki hocam.
- Yahya Kemal
- Nasıl Yahya Kemal hocam bu?
- Gençliği, Paris yılları.
- Necip Celal’de ne işi var?
- E soyadı
- Soyadı mı?
- Necip Celal’in soyadı Andel. And içen kişi demek. Bu soyadını ona veren de Yahya Kemal. Böyle bir ahbaplıkları var.
- Vay be! Peki şu kadın kim?
- Ha o mu, meşhur Seyyan Hanım. Seyyan Oskay.
- Ben tanıyamadım. Çıkaramadım adını.
- Necip Celal’in şarkısını söylüyor.
- Hangi şarkısıydı?
-
“Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır”
- Aaaa bildim, bildim. Bu şarkıyı söyleyen Seyyan Hanım mı yani?
- Evet, yalnız sözler Necdet Rüştü’nün. Müziği ise Necip Celal Andel’in.
- Nefis!
Cihat Aşkın’ın evine gittik. Büyükçe bir masa vardı. Koyduk evrakları üstüne.
Heyecanla hepsini seçiyoruz. Elime bir gazete haberi geçti, ünlü Alman sinema artisti Evelin Hold, Necip Celal’in meşhur “Mazi” şarkısını okumuş. Nerede? Kadıköy Hale Sineması’nda!
Vay be! Süpermiş.
Bir başka notta bu gazete haberinin hikâyesini anlatmış Necip Celal.
Haliyle inanmamış böyle dünyaca ünlü bir starın ülkemize gelip onun tangosunu söylemiş olduğuna:
“Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle ülkemize gelsin de benim tangomu okusun” demiş.
İnanmamakta ısrar eden Necip Celal’e bir arkadaşı gazetedeki bu haberi göstermiş.Haber doğru!
Beyoğlu’ndaki meşhur Tokatlıyan’da kalıyor Evelin Hold.Telefon ediyor Necip Celal.Teşekkür ediyor.Evelin Hold da kendisini uzun süredir aradığını, muhakkak görüşmek istediğini söylüyor
Necip Celal Andel de tıpkı Rodrigo gibi âmâ... Evelin Hold, Andel’in gözlerinin iyileşmesi için temennilerde bulunuyor ve Hale Sineması’ndaki konsere davet ediyor.
Evelin Hold, sahneye adımını atar atmaz salon yıkılıyor alkıştan. Hınca hınç dolu o gece Hale Sineması
Vaktiyle Londra’da duvarlara:
“Clapton is God” yazarlarmış. Evelin Hold da o gece öyle alkışlanıyor.
Sırasıyla; Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söylüyor ve nihayet sıra Türkçe şarkıya, yani Necip Celal’in Mazi’sine geliyor.
İşte o an Evelin Hold’un jesti geliyor...
Elini kaldırıp Necip Celali işaret ediyor Evelin Hold ve
“Mazi, Necip Celal” diyor.
“Ne göğsünde uyuttu beni
Ne buseyle avuttu beni
Geçti ardından uzun yıllar
O kadın da unuttu beni” diyor!
Şarkıyı o gece 4 defa söyletiyorlar Evelin Hold’a. Ortalık alkış kıyamet..
Şarkı bitince kulise gidiyor Necip Celal. Evelin Hold’a bir kere daha teşekkür ediyor ve ellerinden nazikçe öpüyor.
Fakat Evelin Hold sahiden hayran olmuş Necip Celal’e. O şiveli konuşmasıyla:
- Ne harika tangolar bunlar Necip Bey, diyor.
Velhasılıkelâm iyi dost oluyorlar...
Ertesi gece için randevulaşıyorlar. Nerede? Suadiye Plaj Gazinosu’nda.
Günlüğüne yazdığı notta Necip Celal o geceyi şöyle anlatmış:
“Suadiye plajı bana bu akşam her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz.
Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Holywood muhabiri Turan Aziz ve daha bir çok sevdiğim arkadaşlarım...
Şimdi ellerimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor...
Kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi.
Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli serenad...
Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu.
Gazino tamamiyle bizim için kapatılmıştı. Onunla tadına doyulmaz, rüya gibi bir dans ettik, eğlendik.
Dans ederken bana:
‘Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan hiç eksik etmeyeceğim’ dedi
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden çoşup gelen bir takım sesler var. Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordiyonu elime alarak, ‘Ayrılık’ı çaldım.
Yanıma yaklaştı, dans eder gibiydik yine ama ele ele tutuşmuyorduk.
İşte o anda bana, üzerine çok samimi sözler yazılmış bir fotoğrafını verdi ve sonra tekrar dans etmeye başladık.
Ona bir cesaret:
‘Ne olur bu gece hiç bitmese’ dedim. Ben bu sözleri söylerken, plajın saati 3’ü çalıyordu. Sabah gidecekti. ‘Beni unutma” dedim. ‘Sen de’ dedi.
O akşam ağabeyimin Erenköy’ündeki köşkünde kalacaktım. Yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim.
Zihnim hep onunla meşgul..
O melodiyle meşgul.
Öylece pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yaz böcekleri, kurbağalar ve sık çalılar arasında duyulan bir tek bülbül sesi...
Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu. Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Başımda inanılmaz bir ağrı.
Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım. Çünkü başka türlü olmayacaktı. Mümkünü yoktu.
O gece yazdığım beste ise şöyleydi...
Sevdim bir genç kadını
Ansam onun adını
Her şey beni ona bağlar
Kalbim durmadan ağlar
Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer
Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer
Ne yazıkki deniz engin şu ufuklar ölgün
Bin elemle doluyor her yeni gün...”
Necip Celal, yazmamış: Yaşamış!
Biz Cihat hoca ile evrakları toplarken, eşi Nisan Hanım geldi. Ortada bir koli ve bizi harıl harıl çalışırken görünce şaşırdı:
- Hayrola Cihat, bunlar nedir? dedi.
- Görmen lazım. Çok şaşıracaksın.
Nisan Hanım fotoğrafları görünce sahiden pek şaşırdı:
- Dayım, dedi.
Ben konudan uzağım tabii...
“Arkadaş” dedim içimden, “Konu nereden nereye geldi.”
Elbette cehaletime de ayrıca yandım.
Bütün o evraklar Cihat Hoca’’da kaldı. Uzun yıllar o notolarla uğraştı durdu. Derledi,topladı,düzeltti.
Nihayet o gün bulduğumuz eserleri bir albüm haline getirmiş.Sahiden çok sevindim buna.
Var olsun, benim için Necip Celal Andel albümünü ithaflı bir şekilde imzalamış Cihat Aşkın.
Daha böyle pek çok hikâye vardı o günlüklerin içinde. Pek çok şarkının yazılış serüveni vardı.
Tango da ne güzel bir icat be kardeşim. Yüreğini şenlendiriyor insanın..
Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır
Ne göğsünde uyuttu beni
Ne buseyle avuttu beni
Geçti ardından uzun yıllar
O kadın da unuttu beni.
Tekin Deniz
19 notes
·
View notes
Text
Doğu. Batı. Ve taze demlenmiş Türk çayı içerek çalışabilmenin güzelliği üzerine.
Evden çalışıp gençleştiğim günlerden birisi. Dün eve kaçta vardığımı ne hatırlamak ne söylemek istiyorum. Ben remote çalıştığım senelerin kıymetini bilememişim gerçekten ve işe arabayla 3 şarkı uzunluğunda bi yoldan gidebilmenin de öyle.
Neyse şimdi saçma bi eğitim videosu ve quiz bitirdim şirketle ilgili. Mail göndermişlerdi bugün son diye. Biraz ara vermişken aklıma gelen bi karşılaştırmayı yazıcam.
Biz dün Finans ekibiyle birlikte öğle yemeğimizi (herkes evden getiriyor mlsf) CFO'nun odasında yedik. Çok saçma ya, adamın odasında ona dair hiçbir şey yok. Her şey böyle akışkan ve su gibi ve gerçekten unvanlar o kadar görünmez ki.
Geçen hafta ben başka bi yerde çalışırken bu CFO geldi yanıma, nasılsın falan diye sordu. Ben de bi şeye odaklanınca rahatsız edilmekten hiç hoşlanmam, anlam veremiyorum böyle şeylere ve herkesin sürekli birbirine selam vermesinegkgllffl.
Masalar, odalar, görünmez unvanlar ve CFO'un odası bana Japonya'daki bi anımı hatırlattı.
Müdürümüz iş gezisi için başka bi şehre gitmişti ve düzenlenecek bi sergi için dünyanın en boş, en saçma ve bu adamı buraya niye getirdiniz diyebileceğiniz bi fotoğraf sanatçısı(?) geldi ofise, Türk. Konuşurken müdürün odasında da yer dar olduğu için geçti müdürün koltuğuna oturdu. Ahahahaha o sırada Japon Ito-San'cığım çaktırmamaya çalışsa rengi attı resmen, anladım bu duruma çok kızdığını.
Ertesi gün İto- San yanıma gelip "bu durum Türkler için normal mi? Orada T. Bey'in masasına geçmesi saygısızlık değil mi?" diye sordu ama yani retorik soru işte. Bi de adam gerçekten çok gevşek ve üslup bilmez bi tipti ikimizi de sinir etmişti.
Neyse işte Doğu'dan Batı'ya ne kadar farklı her şey. Tüm bu tecrübeleri yaşadığım için çok mutlu ve şanslı hissediyorum ama bu mutluluğuma Hollanda demir yolları ket vuruyor mlsf. Keşke antropolog falan olsaydım.
Gördüğünüz gibi sürekli makinist, antropolog gibi şeyler olmak istiyorum. Gerçekten legal councelling bana ne kadar uygun hiç bilmiyorum ya. Bunu fark etmek ya da ifade edebilmek için çok mu geç acaba? Öyle gibi sanki.
17 notes
·
View notes
Text
Meursult'la Konuşmalar 50
Hello! Ben geldim.
Aşırı derece yoğun geçen birkaç haftadan sonra nihayet kendimi bir parça iyi hissediyor, işleri yoluna koymaya başladığımı düşünmek istiyorum. Mahallemizde bir spor kompleksi var, epey kapsamlı yüzmedir fitnessdir her şey var. Ama benim bütçemi aşıyordu önceden. Epey zamandır oraya gidip fiyat almayı düşünüyordum. Geçen gün aşağı mahalledeki Espressolab'e çalışmaya gitmek için scooter arıyordum. Baktım neredeyse o spor salonuna gelmişim, bunu bir işaret kabule dip gittim. 15 dk içinde bir yıllık üyelik yaptırmıştım. Haftaya muhtemelen Kepsut'a gideceğim ve biraz kalacağım için başlangıç tarihini 1 Ekim olarak belirledik. Bu sefer kararlıyım inşallah yeniden fit bir insan olacağım. Telefonda zayıfladığım zamanın fotoğraflarını görünce ağlayasım geliyor çünkü. Geçen de ofiste misafirlerle fotoğraf çektirmiştik, yarım dünya gibiyim resmen. Bitmesi lazım bunun.
Ofis demişken, yeni işim hız kesmeden devam ediyor. Beni mutlu eden bir iş, her gün ofise gitmem gerekmiyor sadece geliri çok değil. Yine de sıfırdan iyidir diye düşünüyorum. Kitaplarla içli dışlı olmayı ve ortaya çıkış sürecine dahil olmayı seviyorum, bir de az buçuk para getiriyor, daha ne? Bir yandan freelance işlerime de devam ediyorum. Akmıyor ama damlıyor işte. Düzelecek her şey, buna inanmak istiyorum.
O gün spor merkezine gitmeden önce kendi kendime hayatımı düzene sokma kararı almıştım. Çalışmaya gelince de bir yapılacaklar listesi yaptım. Fena gitmiyorum.
Duygusal olarak stabil miyim peki? Elbette hayır. Bu aralar çok zorlu geçiyor. Özellikle bir ara çok küçük bir şeyde istediğim gibi bir sonuç alamayınca çöktüm, epey müddet dizi izledim falan. Ama işlerimi hallediyorum bir yandan. Bu iyi. Arada düşeceğiz yapacak bir şey yok.
Bu aralar hem fiziksel hem duygusal tahammülümün çok azaldığını hissediyorum. Sıcak beni haddinden fazla yoruyor, eskiden asla yorulmayacağım işler beni tüketiyor. Ya bir şeylerim eksik magnezyum falan ya da kabul etmek istemesem de yaşlanıyorum.
Geçen SATC karakterleriyle aynı yaşa geldiğimi fark ettim, böyle dan diye vuruldum bu gerçek tarafından. 32. Herkese 30 diyormuşum bir de onu fark ettim. Ne otuzu acaba ne otuzu? Neyse sakinim. Doğum günüme bir aydan az kaldı, yaklaştıkça geriyor.
Aylardır elime çini fırçası almadım. Kazadan beri yani. Elim hala iyileşmedi, en ufak harekette acıyor. Normalmiş. Neyse en azından basit tutma hareketlerini yapabiliyorum bu da bir şeydir.
Evet, hayat son zamanlarda böyle. Dökmek isteyip dökemediğim çok şey var. Bitkinim. Ama yapacak bir şey de yok. Hayırlısı.
9 notes
·
View notes
Text
yine bir şeyler bir şeyler. dikiş dikmeyi o kadar çok istiyorum ki ama bi başlangıç yapamadım sonrasında mahallemin fotoğrafını çekmek güzeldi işte anı kalsın diye köye tatile gelenler hep her an her şekilde fotoğraf video çekimi yapıyorlardı benim de değişime gidiyordu ama ben de gideceğim ya artık neden çektiklerini anlıyorum. bu küçük başı da tek başına olduğu içi çektim en sonuncu da babam traktör almıştı traktörün markası hediye göndermiş babam diyor ki bu fincanları sen al o motorla yaptığımız işleri unutmazsın falan diyor jdwkncnfnd
15 notes
·
View notes
Text
Mersiyedir.
Yıllar yıllar sonra - en az bi beş senesi var bence- telefonuma tumblr yükledim. Anlık olarak gönderileri okuyabiliyor ve sizleri takip edebiliyorum. Şak şak şak. Yaşasın.
Neden öyle oldu? 8 yıllık yoldaşım iphone 6s plusumla vedalaşmak zorunda kaldım. Bir şeyi bozulana kadar kullanan o kişiyimdir çünkü. Bir gün Tuğba’yla Kandilli’de kahvaltı ederken şak diye yere düşmesi sonucu ekranı biraz daha kırıldı. Belki birkaç gün önce kızlarla otururken “bozulsa da yenisini alsam” dememin de etkisi vardır. Evren, enerji, falan filan. Dua saatine denk geldi işte. Hali hazırda birkaç yıl önce Gökçe’nin (yiğenim) salıncaktan fırlatması sebebiyle ekranı kırık olduğu için başta pek önemsemedim. Birkaç yılı daha var diye düşündüm hahaha. Ama mesaj yazmak istediğimde random harflere bastığını ve kontrolüm dışında birilerini arama potansiyeli olduğunu - kısacası sal beni be kadın dediğini- görünce kendisiyle yolların ayrılma vaktinin geldiğini anlamış oldum.
Sana elveda diyemiyorum çünkü içindeki bütün bilgileri icloudla şak diye çektim. Bilakis görüşmek üzere. Kah dalgalanan kameranla cafelerde qr kodlu menüleri okutamayışım, kah bir uygulamayı yüklemek için diğerini silişim, kah insanların attığı emojileri görememle her zaman bende yerin ayrı olacak. Seninle zamanın gerisinde hissetmek ve zamanı yakalamak gerektiğini düşünmemek çok keyifliydi. Ama güzel fotoğraflar çekmeyi de özlemiştim.
Prenses, hazır mısın şakır şukur fotoğraf çekilmeye. Selfilere, portrelere kız. Ben hazırım.
35 notes
·
View notes
Text
dünkü coctail festival günlüğü...
bayağı iyiydi. kokteyllerden tut hamburgerine patatesine kadar güzeldi. 5'e kadar saniyorum kokteyl tadimlari ucretsizdi ve bir tsne seans mi denir artık bilemicem de işte girdik bir tanesine 3 tane falan kokteyl yaptılar 3 U DE MUKEMMELDI özellikle sanırım 3. fotograftakini çok beğendim ismi little hawk olması lazım çok çok çok çok iyidi. sonradan biraz para bayılıp aldım ondan. bi de kardan adama benzeyen bi kolye aldım.oradan ama yurda dönünce anladim da bonomo'ya benziyormuş 🥹🥹🥹. atacağım onu da, biraz anlatmaya başlayayım..
1. fotoğraf zaten gördüğünüz üzere bendeniz, o fotografi cekerlerken mabeste diye bir kadin vardi, fazla odaklanarak dinlemedim ne yazik ki ama iyidi. sonrasında ilk basta "engin" diye bir grup vardı 3 kişilik, almanlarmis sanırım baya guzel çalıyorlardi, sarkilarinin ritmi falan guzeldi tarzlaei da 90lardan firlamiscasina; erkin koray, cem karaca falan da caldilar, guzeldi. sonrasında da kadebostany geldi ve baya baya baya iyilerdi ben daha once isim olarak duymustum ama cokkkk iyi caldilar bir tane adam vardi ayni the weekend'e benziyordu. 5. fotoğraftaki arkadasim bütün kadebostany sahnesi boyunca uyudu ve o şekilde oturdu ben ayaklarım ağrıyordu artık ama yine de dans etmeme rağmen en sonda iste bi tane oğlana sanırım album şeysi verdiler bi de kadebostany'nin kendi parası herhalde neyse ondan verdiler de ARKADASIMIN AYAGINA DUSTU ?! (hayatta şanlı olmak böyle bir şey mi kardes?) neyse bana fotokopi çektirecegiz inşallahhhh.
hepsi dakik dakik çıktılar can'a gelince 22.45-50 arası falan çıktı oturup ağlayacaktım artık. yurda girişim 12 olsaydi pazar gunu 1 e kadar uzatabiliyordum. ama bu sefer 23.55'e uzattılar 😭 neyse festivale bu adam için para verip sadece 2 buçuk şarkısını dinlemek biraz koymuş olsa da... ilk parçayı tutturdum. hunharca fotoğraf çektim ve ilk şarkıya ait video çektim onu da atacağım. 3 fotoğraf hayatım boyunca yaptığım ilk pankart olur kendisi, ait olduğu şarkının ismi toz duman (son albumden) bonomo'nun kendisi de çok sever fakat fakat fakat ne yazık ki SADECE iki buçuk şarkı dinleyebilince o şarkıyı da biz gittikten sonra söylemiş (evet bu da koydu biraz) AMA EN AZINDAN dünya gözüyle gördüm bu adamı. aşığım galiba ya ne bileyim şubattan beri(album çıktığından beri sanirim) bi farklı benim için artık benim yani anliyor musunuz?
22.55 falandı çıktığımızda koşa koşa metroya gittik, metro da bayağı bakımlıydi video fotoğraf da çektik orada. bir sikinti çıkmadan da yurda dondum. iyiydi de çok canım sıkıldı çok az dinleyebilmemize. içimde bi uhdedir kendisi artık bahsetmiştim dun. YINE KARSILASACAGIZ BONOMO 🫠😭🥺🧿🤍
6 notes
·
View notes
Text
Arnavut Metin'e ben "Diamond Tema olamazsın!" demedim
Hikâye o ya. Adamın birinin pek hayırsız bir oğlu varmış. Edepsizliğinden ötürü babası "Sen adam olamazsın!" dermiş. Bizimkine de bu söz pek dokunurmuş. Kaçmış evden. Okumuş da okumuş. Felsefe, tarih, bilim falan. Kaçtığı kasabaya bu defa youtuber, aman, kaymakam olarak dönmüş. Hemen takipçilerine babasını çağırttırmış. Ne diyorum yahu? Ne takipçisi? Yaverine çağırtmış. Babası endişeyle huzurunda elbağlayınca kimliğini açıklamış. Ve gururla tamamlamış: "Baba 'Sen adam olmazsın!' diyordun ya, bak, kaymakam oldum." Babası hüzünle yapıştırmış cevabı: "Oğlum, ben sana 'Youtuber olamazsın!' demedim ki, 'Adam olamazsın' dedim. Şayet adam olsaydın sen benim irfanıma gelirdin. Tutup beni agnostikliğine çağırmazdın."
Biraz karıştırdım galiba. Olsun. Kıssayı karıştırsak da siz hissesini karıştırmamışsınızdır. Mesajı almışsınızdır. Kimisinde böyle oluyor işte arkadaşlar. Ne yazık, tahsil cehaleti alıyor, amma eşekliği bâki bırakıyor. Bizde bir de derlerdi ki: Çingeneye youtuberlık vermişler, tutmuş, önce Peygamberine (a.s.m.) terbiyesizlik etmiş. Yok. O da öyle değildi. Çingeneye değil de Arnavut'a mı vermişlerdi yoksa?
Uzayda yaşamıyoruz a kuzum. Elbette dünyalıyız. Hatta, sorarsan, dünyanın da içindeniz. Türkiye'deniz. Yaşadığımız ülke müslüman bir ülke. Elhamdülillah. Türkiye ismini yüzyıl önce koysak da mührümüzü toprağına bin yıl önce basmışız. İlk olarak necip Araplar gelmiş buralara. O zamanlar her yer tarlaymış. Ta İstanbul'a kadar ilerlemişler. Eyyüb Sultan Hazretlerini nöbetçi bırakıp dönmüşler. Sonra azıcık geri çekilmişiz. Fakat çekilirken yiğit Kürtleri serhadde bırakmışız. Onlar düşmanı şarktan izlemişler. Arkasından mücahid Türk kardeşler gelmişler gümbür gümbür. Roma'ya bir tokat da onlar aşketmişler. Yetmemiş tâ İstanbul'u da almışlar. Yetmemiş Viyana önlerine çıkmışlar. Yetmemiş sonra...
Neyse. Uzatmayayım. Peşrevin ziyadesinden fayda yok. Cümlesinin kılıçlarına maşaallah diyelim. Tarihimiz uzundur. Detayları çoktur. Özetlersek şöyle deriz: Biz bu toprağın yepyerlisiyiz. Arnavut Metin gibi, estağfirullah, Diamond Tema gibi 'sonradan gelme' değiliz. Bu arada, Arnavut Metin dedim, ırkçılığa saymasınlar. Ahmed'in canı Arnavutlara kurban olsun. Ama müslüman Arnavutlara kurban olsun. Bu vatana onların da hizmeti çoktur. İstiklal Marşımızın yazarı bir Arnavuttur mesela. Diamond Tema'yaysa kılım dahi haram olsun. Zira bizim kardeşliğimiz kelime-i şehadetin iki ayağı üzerine sabittir.
Mürtedi kendime kardeş tutacak değilim. Bu konuda netim. Net olduğum başka konular da var. Onlardan birisi de Anadolu'yu yakinen bildiğim. Evet. 18'ime kadar Sivas'ın Zara ilçesinde yaşadım. Örfümüzü, ananemizi, töremizi, yani âdet-i İslamiyeyi, Metin Efendi daha portakalda vitaminken tecrübe ettim. Dolayısıyla bu toprakların ahlakını toprağın özbir kıstaslarıyla tartabilecek melekelerim gelişti. Gavurun gözlüğüyle kendi yurdumu tartmadım. Kendi insanıma bakmadım. Kendi adamımı kendimin hendesesiyle ölçtüm. Belki bu satırları okuyunca Arnavut Metin'in yüreğine inecek ama 35'e gelmeden 'dede' olan arkadaşım vardı. Büyüklerimizin neredeyse tamamı 18'inden önce evlenmişti. Altını özellikle çizmek istiyorum: Bu insanların hakiki insaniyetiyle Arnavut Metin'in mevhum insaniyeti bir terazinin kefelerine bırakılsa, Diamond tarafı öyle hızlı havaya fırlardı ki, kendisi soluğu Ay'da alırdı.
Aleyhissalatuvesselam Efendimizin Ayşe radyallahu anha annemizle erken yaşlardaki nikahını, zihnen/fikren veled-i zinası olduğu Batı'nın ölçülerine sığdıramayan Arnavut Metin, herhalde Anadolu türkülerindeki normları bir bilseydi, önünde fotoğraf çektirmeyi sevdiği Mustafa Kemal gibi, topusunu radyolarda yasaklardı. Mesela "Kar mı yağmış şu Harput'un başına?" türküsünde 13-14 yaşında bir kıza âşık olunmasından veya Karacaoğlan'ın "Aşına da Karacaoğlan aşına./Yeni değmiş 13-14 yaşına..." demesinden vs. Buna benzer bütün türkülerden rahatsız olurdu. Neden mi? Çünkü Metin'imizin, yani nâm-ı diğerle Diamond Tema'mızın, ahlak kriterleri İskandinav ülkelerinden ithal edilmiştir. Öyle Türkî-Kürdî-Arabî terazilere gelemez. Kim ki, nikah konusunda böylesi sınırları aşmakta ve de taşmaktadır, onun yeri karanlık çağdır. Dünyada birtek Batı vardır. Batı kültürü vardır. Gerisi lâf u güzâftır. Hiçtir.
Gerçi Batı'da da işler tam böyle değildir ya. İnanmadınız mı? O halde Fatma Çetin Hoca'nın "Küreselleşmenin Aile Üzerindeki Etkileri" eserinin 52. sayfasından bir iktibas yapayım: "Roma'da geleneksel bülûğ yaşı kızlarda 12, erkeklerde 14 olarak belirlenmiştir. Bazı kaynaklarda kızların aileleri tarafından henüz 6 yaşındayken eşleri seçilerek nişanlandıkları, 12 yaşına geldiklerinde de evliliğe hazır olduklarının kabul edildiği kaydedilmektedir." Yani şu 'modern zamanlar' gelinceye kadar, sadece Türk-Kürt-Arap diyarında değil, Batı diyarlarında da evlilik meselesi erken yaşlar üzerine kuruludur. Burada garabet aslında bizim yaşadığımız zamanla ilgilidir. Yoksa biz bütün zamanları kendimize göre mizana vuracak şahanelikte değiliz. Dünyanın bugünkü hal u hakikatine bakanlar herhalde ne dediğimi anlarlar. Öyle ya. Bugün nikah yaşının ergenlikten ilerilere doğru atılması zinanın arttırılmasıyla eşgüdüm ilerler.
Hem küresel ısınma, çevre felaketleri, buzul erimesi, iklim değişikliği, nesli tükenen hayvanlar, azalan ormanlar vs. Böylesi belaların tam da bugünlerde başımıza sarılması Diamond Tema gibi elemanlara durdukları yeri sorgulama fikrini vermeli değil midir? Belki de pösteki sayan deli onlardır? Belki de ters yola giren Temel onlardır. Fıkra onlarınkidir. Bunu farketmedikleri için bütün zamanları aksiyle yargılamaktadırlar. Ancak evrimciliğin her türüyle semiren narsizm mevhum zirveyi bırakmaz.
Bitirirken, Arnavut Metin'i bir kenara bırakarak, Bediüzzaman'ın bir metnine yüzümüzü çevirmek istiyorum. Mürşidim, Aleyhissalatuvesselam Efendimizi böyle meseleler üzerinden değerlendirmenin, onun hakikatini anlamada ne derece engelleyici olabileceğine bir 'tavus kuşu/hurma ağacı' ve 'yumurta kabuğu/hurma çekirdeği' misaliyle dikkat çekiyor. Fakat oraya gelmeden önce musırrane diyor ki:
"Şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan o zât-ı mübarekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemâlâtı, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvâra sığışmaz. Meselâ, Hazret-i Cebrail ve Mikail iki muhafız yaver hükmünde gazve-i Bedir'de yanında bulunan bir zât-ı mübarek, çarşı içinde bedevî bir Arapla at mübayaasında münazaa etmek, birtek şahit olan Huzeyme'yi şahit göstermekle görünen etvârı içinde sığışmaz. İşte, yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsâf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî şahsiyet-i mâneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer."
Belki Arnavut Metin gibi saçı uzunların bizi siyerdeki böyle başlıklara çekip boğmaya çalışması mürşidimin yukarıda zikrettiği tehlikelerle ilgilidir. Yazıyı uzatmak pahasına temsili de analım şimdi:
"Meselâ bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra, tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi, o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da, o çekirdek ve yumurtanın âdi, küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten büyük ve âli sıfatları ve keyfiyetleri var. Şimdi, o çekirdek ve o yumurtanın evsâfını ağaç ve kuşun evsâfıyla raptedip bahsetmekte lâzım gelir ki, her vakit akl-ı beşer başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin—tâ işittiği evsâfı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa, 'Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım' ve 'Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır' dese, tekzip ve inkâra sapacak. İşte, bunun gibi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın beşeriyeti, o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, şecere-i tûbâ gibi ve Cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için, çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zâtı düşündüğü vakit, Refref'e binip, Cebrail'i arkada bırakıp, Kàb-ı Kavseyne koşup giden zât-ı nuranîsine hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak."
Evet. Şimdi ben de böylesi vesveselerden etkilenen kardeşlerime aynısını tavsiye ediyorum. Metin'in Tema'sından çıkın. Hakikat-i Muhammediyeyi düşünün. Aleyhissalatuvesselam Efendimizin vesilesi olduğu hidayetin büyüklüğü hayal edin: "Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz aleyhissalâtüvesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid..." Onun dersi dünyayı kaplamış. Sarmış sarmalamış. Çin'den Fas'a uzanmış. Dünyada müslümanı olmayan ülke kalmamış. Dini devletler kurmuş. İlmi medeniyet kurmuş.
1400 yıldır nuru âfâkımızı tutuyor. Enfüsümüzü ışıl ışıl ışıldatıyor. Davasına 'Sadakte!' diyen âlimin-ârifin sayısı belli değil. Elhamdülillah. İslam medeniyetinin mirasını ölçebilecek terazimiz yok. Zaten taklid etmeye güç yetiremiyoruz. Hal böyleyken o büyük Nebî aleyhissalatuvesselamın mahiyetini şöyle küçük meseleler içinde kavramaya çalışmak neticeye götürmez bizi. Hakiki hüküm manzaranın bütününü tahlil etmekten çıkar. Yoksa, Arnavut Metin'in gözüyle kabuğa bakanın, Metinliği kalmaz, gavur olur. Artık Diamon Tema mı olur, Sanço Panço mu olur, orasını Mevla bilir. Bir şekilde rezilliği dışına vurur. Cenab-ı Hak cümle gençlerimizi böylesi fitnelerden muhafaza eylesin. Âmin. Âmin.
2 notes
·
View notes
Text
Ben 3 sene önce falan endoskopik kaş kaldırma ameliyatl oldum ya (sol gözüm sağdakine göre daha düşüktü, onu eşitlediler), o dönemde ne zaman “nasılsın, nasıl oldun” dese en iğrenç ve zavallı hallerimi direkt fotoğraf olarak yolladığım biri vardı burda. Kendimi blogumda ameliyattan bahsedecek kadar iyi hissettiğim günlerde aynı kişi ilgili gönderimin altına kocasının bu tip şeyleri “kafayı yemek” olarak değerlendirdiğini yorum olarak yazmıştı. Herkes çevresini kendi gözünden algılar ya (belki de tam bir çıkarım insanı olarak bu benim hatamdır), benim 30 senelik arkadaşlarımın bile kocaları benden yola çıkarak böyle fikirler üretmediği veya Ali’m, babam gibi kendi etrafımdaki erkeklerden böyle tenkitler hiç duymadığım için büyük bir şok içinde karşılaşmıştım bu durumu. İlk dalga geçtikten sonra dedim ki ulan ben yüzüm yamulmuş halde bir sürü fotoğraf gönderdim bu insana, acaba hata mı ettim, bu fikri bana iletme cüretinde bulunacak boyuttalarsa fazlasını o zamanlarda da yapmışlar mıdır? Hani bazı şeyleri içinden düşünür / kendi aranda konuşursun ama o insanı üzebilecek, sinirlendirebilecek bir şeyse bunu ona söylemezsin ya sağlıklı bir süpersgon varsa, o sağlığı sorguladım işte.
İkinci düşünce dalgası da geçtikten sonra gözüme bu insanın “herkes çok kırıcı, herkes çok düşüncesiz” içerikli bir postu çarptı, sonra esasında bundan ne kadar sık yakındığını anımsadım. Birden her şey aşırı samimiyetsizleşti; önceden bu gönderilerini okuduğumda çok üzüldüğümü hatırladım. Keşke benim yakın çevremde yaşayan biri olsaydı, ben ona ne güzel arkadaş olurdum derdim. Arkadaş olma konusunda taviz veremeyeceğim; sürdürmeye değer dostluk buldum mu bokunu çıkarırım - o yüzden en yakın arkadaşlarım neredeyse doğduğum günden beri var, neyse. Artık onu da diyemediğimi fark ettim. “Sen de kimi zaman kırıcı ve düşüncesiz davranıyor olabilirsin”den açtım konuyu, buraya yazdıklarımın hepsini yüzüne de söyleyip (yoksa zaten buraya da yazamazdım) onunla iletişim kurmaya devam edemeyeceğimi söyledim. Ben çok şey bir insanım; birisini hayatımdan çıkarınca onun adı ben veya başkası tarafından anılmamaya başlar. Başkaları anmadı ama ben “ya beni pelet kuma bir arkadaşım geçirdi Allah ne muradı varsa versin” gibi, “benim çok sevdiğim bi’ arkadaşım vardı o da yolda cins kedi bulmuştu onu sahiplenirken bile cins kedi sahiplenme halini garipsemişti” gibi araya sıkıştırılmış ufak detaylarla yadetmekten geri durmadım. Bilincinde olmadığım bir durum değildi, bilmiyorum hatta belki bilinçli bile yapıyor olabilirdim.
Hülasa, neden bir anda bu konuda iç dökme ihtiyacı hissettin derseniz, bu kişinin beni engellediğini vb bugün fark ettim dşsmdmd. Biriniz bi’ post atmış, gelen yorumları aşırı merak edebileceğim bir posttu, yorumlara bakınca anladım. Bir sebep yakıştıramadığımdan “lan ben mi engelledim acaba hatunu kazara” diye kendi engellenenlerime baktım, yoo. Belki çok olmuştur, ben bugün fark etmişimdir ama durumu aşırı tuhafsadım. Bazen varoluşumla bile insanlara rahatsızlık verebildiğimi keşfedip neden sonuç ilişkisi kurmaya çabalıyor, başaramayınca yaşanan hadiseyi daha da garipseme evresine geçiyorum. Bunlar çok enteresan olaylar, 78 yaşıma geldim çözemedim bakın. Keşke kötülüğünü istemeyi geç, iyiliğini önemsemediğim insanlardan böyle şeyler gelse de “yaa bak sen öyle yaparsan böyle olur” vb gibi çıkarımlar yapabilsem ve bana bir şey kazandırsa ama böyle olunca çok havada kalıyor, bulut gibi pıt diye asılıyor bir yere sanki. Yine de kara bi’ bulut değil o, ilgi çekebilecek bir tonda ama kapkara da değil yani. Belki de bu, başka bir çıkarımın konusudur ve başka bir şeyi öğretiyordur, öyle değil mi?
28 notes
·
View notes
Note
Merhabalar ben ara ara burdayımda senin paylaşımlarında sende çok tatlı ve güzel💗 Ben senin giyimine özenen biriyim yıllardır bu şekilde olmak istiyorum ama nasip olmadı. Bir de ben biraz kaçıyor gibiyim. Mesela yakında istemem olacak ve o güne özel giyinip işte süslenicem falan. Ama çarşafa girseydim bunu yapamazdım. Bu düşünce de beni kaçıran durum aslında. Yani özel günlerde de o şekilde olmam gerekirdi galiba bilmiyorum açıkçası. Mesela inşallah hayırlısıyla olur senin içinde. Diyelim istemem var ne giyerdin makyaj yapar mıydın, Veya düğün nişan gibi özel günlerde. Sadece senin değil mesela kardeşinin var diyelim nasıl oluyorsun bu günlerde? İnşallah yanlış anlatmamışımdır çok üzülürüm. Ve seni gerçek hayatta da çok tanımak isterdim🫶🏻🫶🏻
Merhaba Anonim 👋🏻 iltifatı için teşekkür ederiiim Allah razı olsunnn.💓 Bir başkasının özel günlerinde hep çarşaflıyım. Kına gecelerinde ise çok fazla dikkat edilmediği ve telefon veya kamera ile çekim yapıldığı için onda da çarşaflıyım. Gerçekten dikkat edilen kına geceleri olsa süslenirim ama maalesef. bu konuda çevrem olmadığı için çarşaflı şekilde oturuyorum. Bunun dışında ailemde yani sülalemde tek ben çarşaflı olduğum için bizim ailede haremlik ve selamlık olayı yok. Kadın erkek ayrı oturmuyoruz. Bu yüzden dışarı haricinde evde kıyafetliyim. Bu kıyafetler vücudumu sarmayacak şekilde oluyor. Başörtülerim ise göğüs ve omzumu kapatacak şekilde örtüyorum. Evin içinde tam anlamıyla muhafazar aile şekilde ikamet edemiyorum anonim. Kendi istememde ev içinde olacağı için normal vücudumu sarmayan bir elbise olur başörtüm de ona göre olur. Fotoğraf çekmek isteyene ve paylaşma durumu olacağı için üstüne pelerin diktirmeyi ya da ditekt normal çarşafımı giymeyi düşünüyorum. Düğün için ise gelinliğin üstüne beyaz pelerin diktirmeyi düşünüyorum. Makyaj abartı şekilde olmayan şekilde olur yüzümde. İstemede makyajlı olacağımı sanmıyorum düğüne özel olur. Çarşaf giyseydim yapamazdım değil aslında gerçekten bu konuda dikkat eden çevre ve aile, akrabaya sahipsen çok da güzel süslenilir. Arkadaş çevremde bu konuda çok dikkatli aileler gördüm. Kadınlar istediği şekilde çok güzel süsleniyor. Böyle bir ailen yoksa zor oluyor. Yani süslenme yapamıyorsun. Bu konuda kıpır kıpır bir insansan zor olabilir. Ama ecrini Allah'tan bekliyoruz. Biraz da buna girerken bunu bilerek giriyorsun. Tesettürün sınırlara riayet edip kapandıktan sonra bakılacak tek şeyimiz takvadır. Bir de bunun zamanı vardır. Her şey vakti geldiğinde olur. Düşünmen bile güzel bir şey. Bunun yanında arkadaş çevremde ev istemesinde normal kıyafetliydim. Ama çekildiğimiz hiçbir fotoğrafı paylaşmadılar. Eğer ben paylaşacak fotoğraf çekilmek istiyorsam onda da çarşafımı giyiyorum. Ya inşallah bir gün nasip olur tanışırız dünya küçük bir yer
3 notes
·
View notes
Text
velhasıl görüntülü arama ile de ben sevgilimin bir kadınla oturduğunu neşeli olduğunu gördüm her türkü ss fotoğraf çekildi mermiler cepte bekledim bir süre şaka yapmıyorum 14 gün bekledim paşam tatilini yaptı iş gezisi adı altında hiç ses etmedim. Bi de beni arıyor FaceTimedan boşa düştükçe tövbeler ollsun. Geldi tabi herkes evine döner misali işte hediyeler alınmış seni düşündüm aklıma sen geldinler neler neler. :)
Dedim ki kimliğini ver. Vermedi ver vermem ver vermem kavga şiddetlendi ben de boş bulunup şey dedim karınla çıktığın tatil nasıldı. adam şoook oldu ay 😅
özetle adam evli çıktı.Kendisiyle iş vasıtasıyla tanıştığımızı icin ortak bir çevremiz yoktu başka da bir instagramı vardı tel no falan orjinal karısının bildiği numara imiş. Bir de 2-3 aylık bir şeydi yeniydi tanışma aşamaları diyelim ona hatta biz ama flört idik. Adam evli çıktı, karısına karşı çok mahcup hissettim kendimi. bana yapılsa diye düşünürsek.
ozetle bir erkekle tanısınca kimligini isteyin vermiyorsa ısrarla isteyin. Hala vermiyorsa o adamın sakladığı net bi şeyler var. hatta ben artık e devletini açtırıyorum 😅
erkekler bir günde kusmedim iyii sabahlar 📌
3 notes
·
View notes
Text
28.05.2023
Merhaba biriciğim. Bugün ikimiz içinde bol stresli geçen bir gündü, ne yazık ki bizi hayal kırıklığına uğratan bir sonuçla son buldu. Bu konuyu fazla konuşmamıza da gerek yok Allah bundan sonraki süreçte yardımcımız olsun inşAllah.
Bugünkü şarkımız “Yücel Arzen - Şerefin Feride’ye Islığı“
Bugüne çok fazla gördüğüm ve her seferinde bana seni hatırlatan bir söz ile başlamak istiyorum. “Sen benim ilk defa bir başkasında kendime rastlayışımsın.” O kadar çok benzetiyorum ki seni kendime, bunu henüz daha yeni tanıştığımız zaman bile hissetmiştim. Hangi konuyu konuşursak konuşalım ikimizde hep aynı yönünü savunuyorduk. O zamanlar imkansız gibi görünüyordu, katılaşmış kalplerimizi özüne döndürmek, mutlu olduğumuz zamanları yeniden hatırlatmak, yeniden yaşamayı öğretmek. Ama işte gerçek sevginin kuralıda buydu işte, emek vermeden yerine oturmuyordu hiç bir şey. Beraber üstesinden gelmiştik o zaman her şeyin, birbirimize iyi gelmiştik. Çok belli ediyorum farkındayım ama eserinle gurur duy biriciğim. Huzurlu hallerim, yüzlerce kilometre uzaklardan fark ediliyor. Yüzümü değil gözlerimin içini güldürenim. Seni bilmem ama ben seninle güçlüyüm. Hiçbir şey yapmasan da yanımda olduğunu hissetmem yetiyor. Hiç konuşmasan da bir parçacık gülüşün her şeyi hallediyor. Yaşayacağım kötü şeyler için de umut oluyor yarınlarıma. Sen varsan her şey mümkünmüş gibi oluyor. Benim seni sevmemin nasıl bir mucize olduğunu bilmiyorsun sen. Belki de sıradan, normal bir şey gibi geliyordur sana, sende haklısın çünkü neredeyse tanıyan herkes sevmiştir seni. Farklı boyutlarda elbet, ama bir şekilde sevmiş. Zaten seni bir şekilde tanıyan birinin kayıtsız kalması, sıradan biri gibi davranması mümkün değil benim gözümde. Fakat ben ne yapabilirim ? Anlatamıyorum. Anlatamamanın sıkıntısı içimdeki telaşı kat be kat arttırıyor. Seni en çok ben seviyorum desem, en başka ben seviyorum ve en başta, herkesten çok, en çok, en … Ne en? içimden geçenleri bilsen koşup boynuna sarılırsın. Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyorsun. Sevmek benim için öyle cümlelerde, filmlerde gördüğün gibi bir şey değil. Yani öyle bir kaç sevgi mesajı, birkaç gece, bir kaç sahiplik fotoğraf falan değil. Daha farklı. Mesela seni görünce hızlanan kalbim değil, her adımda sana yaklaşma, seni görme hissidir sevmek. O adımları senin için atmaktır. Birlikte fotoğrafımız olmadığı halde, olsun ben o anı hayal ediyorum, varmış gibi davranıyorum. dememdir sevmek. Üstünden günler, aylar, yıllar geçmesine rağmen nefretle değil hala her şeye rağmen ilk günkü gibi bakabilmemdir. Öyle çevrendeki üç, beş insandan kıskanmak değil, demek istediğim. Esip tenine vuran rüzgardan kıskanmamdır, sevmek. Keşkelerde değil iyiliklerde saklayabilmemdir. Demek istediğim sevgi gözle değil yürekte oluyor ve sen bir an bile yüreğimden eksilmiyorsun biriciğim… Geriye iki mesajımız kaldı o yüzden bugün biriciğim kısmını burada üç noktalayıp hikayemiz kısmına geçiyorum.
Uzun ve hayal dolu yolculuğun sonunda Ağrıya dönmüştük. Bir iki gün geçmişti ama biz anlamsız bir şekilde artık seninle uzun uzun konuşamıyorduk. Onca şey yaşadık onca şey gördük birlikte. Birlikte bir şeyler öğrendik. Sonra sanki soğuk oldu etraf tartışmış, üşümüş, kızmışız birbirimize sanki soğuk bir savaş başlamıştı aramızda ve ne gördüm biliyor musun o sen değildin. Birbirimizin eksikliğinin diğerini ne kadar üzeceğini biliyorduk ikimizde. Sevgiye karşı bir çocuk gibi olduğumu biliyordun. Farkında olduğumuz bir şekilde uzaklaşmıştın benden. Önceden birbirimizle konuşmak için yoktan var eden bizdik ama yok hayır o zaman biz biz değildik biz olsak o kadar yabancılaşmazdık. İki gün öncesine kadar evim gibi hissettiğim yer o an hiç bilmediğim bir soğuk sokak gibi gelmezdi bana. O kadar yalnız hissediyordum ki kendimi, sensizlik o kadar zor geliyordu ki bana her saat konuştuğum insanla günde bir defa ya da ya iki günde bir konuşmak çok ağır geliyordu bana. Bir kaç gün böyle devam ettikten sonra sonuçlar açıklanmıştı ve kazanmıştım. Hiç beklemeden ailemden hocalarımdan önce yine direk sana gelmiştim. Başardım kazandım diye. Beklediğim gibi abartılı bir tepki olmamıştı, ama yine de benim için sevinip mutlu olman yetmişti bana. Hemen sonraki gün yola çıkıp Samsun’a gelmiştim. Otogardan direk üniversiteye geçip bir kaç saat içinde işlemleri halledip kaydımı yapmıştım. Ondan sonra şehir merkezine inip direk seninle ilk oturduğumuz yere geçmiştim. O an hızlı hızlı, hiç durmaksızın koşup, sana gelip anlatmak istiyordum tüm yorgunluklarımı, birikmiş yaşantılarımı ve birazda telaşlarımı, senin beni can kulağıyla dinleyişlerini sonra benim dur daha bitmedi diyişlerimi. O zaman az da olsa yine hissetmiştim, biz seninle yan yana yaz kış demeden kilometrelerce yol yürüyeceğiz ancak hiç birbirimize değmeyeceğiz, sen ellerimi kıyılara çarpan dalgalar gibi tutarsın kim bilir ve ben seninle gelen her şeye seninle tekrar gitmeye mahkum olurum belki. Az değildi gerçekten hissetmiştim o zaman kalbimin derinlerinde hiç sönmeyen bir meşale vardı ve sönmeyecekti. Derin derin belki üç saat oracıkta oturmuştum saate baktığımda saat biri geçmişti ve üçte geri dönmek için araç vardı sessizce kalkıp tekrar otogara geçmiştim o gün ilk defa senden kaçmıştım ama senin için sen üzülme diye… Hayat bu biriciğim güzel şeylerin yanında kötü şeyler de olabilir ama unutma en güzel yerlere en zor yollardan gidilir. Şimdi kocaman bir gülümse benim için çünkü senin için yanan meşalem hala aynı durumda.
Yarın Görüşürüz Biriciğim<3
TAKVİMİN EN GÜZEL GÜNÜNE SON “2”
2 notes
·
View notes
Text
birkaç gündür doğru dürüst post atamadım her şeyden bahsetmek istiyorum istanbuldaydık işte uzun zaman sonra bu kadar insanı bir arada görmek garip hissettirdi dayımın karısı elif sizi görmek ister üzülür deyip üçümüzü fotoğraf çekmelerini istedi maalesef ağzımın iradesi bende değildi aynı şekilde toplu fotoğrafta da öyle o kadar rahatsızdım ki anlatamam samimi bir şekilde gülemedim bakıldığında anlaşılıyor zaten her neyse çok fazla kişiyle bayramlaştım çok zengin oldum sanmıştım meğer 250 tl falan verilmiş püh cimriler sizi tam zamanında gitmişiz bizden sonra bir dayım ve bir de teyzemler gelmiş üstelik bir teyzem daha gelecekmiş o evi düşünemiyorum arka odaya kaçıyordum habire ama oralar bile işgal edilebilirdi bol dedikodulu hüzünlü mutlu tüm hislerin karışık olduğu iki gündü ayrılırken anneannemi dedemi öptüm ve ağlama hissiyle doldum kimsenin gözüne bskamafım dayanamam ağlarım diye yolda giderken ağlamaya başladım ksmcmdşdndlsld bir yerden ayrılmaktan cidden nefret ediyorum çok kötü bir şey bir de aklıma kötü bir fikir geldi umarım bu gerçekleşmez neyse güzeldi arkadaşımla buluşamadım ama üzgün değilim zaten canım buluşmak istemiyordu biraz kırıldım çünkü bir türlü buluşmak için zamanını ayarlayamadı neyse bunu da geçiyoruz oruç bitti yarısını hastalıktan dolayı tutmadığım halde bu ay çok uzun geldi bana bir şeyler yediğimde hala kendimi oruç hissediyorum istanbuldaki sokağımız değişmiş eskiden evler daha mahalle havası veriyordu şimdi hepsi apartman olmuş yenilenmiş bülent sokak hissini çok seviyorum yine de çocukluğumla ilgili şeyleri hatırlamayı buruk da olsa verdiği mutluluğu huzuru seviyorum top oynarken özellikle kiçükken tek başıma oynadığım anlar geldi gözümün önüne duygulandım teyzeme üzüldüm keşke daha farklı bir hayatı olsaydı ve en sevdiğimiz insan da olsa hayatımızdan vazgeçmememiz gerektiğini düşündüm insanlar asla memnun olmuyor kıymet bilmiyor ne bileyim ne gerek var ki çabalamaya kendinden ödün vermeye öyle kişiler için dedem artık o kadar kötü olmuş ki bizi tanımadı ilk geldiğimizde kimlerin kızları bunlar dedi ama annemi tanıdı :')) çok güzeldi o an ikisi de duygulandı. annemin zaten dedemle olan ilişkisi daha farklıymış eskiden dedem çok seviyormuş annemi başkaaaa ne kaldı bahsetmediiğimmmm tarık tufanın anlattığı o mahalleler geldi aklıma bizimki de öyle çünkü buradan bir hikaye çıkar mı diye düşündüm sonra
4 notes
·
View notes
Text
DÜNYANIN EN AMA EN GÜZEL GÜNÜYDÜ AĞLAYACAĞIM ŞİMDİ GÜNÜN GÜZELLİĞİNE. Evet anlatmama izin verin. Öncelikle kütüphaneye gittiğimizde yere oturduk yani bildiğimiz örtü serdik işte, mis gibiydi ama ortam. Ağlicaktık o derece ağağağaağ. Bide şarkı açtık telefondan. (Evet ders çalışmayı romantize ettik evet cjsjkxnwkskwk) Sonra baya çalıştım ben. Güzelim @zamaninotesinde11 fizik projesini bitirdi !! 🩷 Normalde ağlayarak yapardım diyen güzelimin projeyi mutlu mutlu yapması. (Şey aslında bi tık çıldırmış olabilir). Neyseeee tabi fotoğraf çekindik olmazsa olmazımız. Ve bi tane yer keşfettik. Oranın vibe mükemmeldi. Haftaya oraya geleceğiz Allah izin verirse. Ve kitaplarımı iade ettim... Dorian Gray'in portresini yarım bıraktım çünkü şuan okuyabileceğimi hiç ama hiç düşünmüyorum. Zaten sınav haftam geliyor malum. Bi kaç yıl sonra okurum artık. (Bi tık fazla oldu). Ya da bir kaç ay sonra bilemem, zaman gösterecek. Normalde ders çalışma yerlerinin içine girerdik, kitaplarla baya bir oyalanırdık böyle 1 saat falan. İnanır mısınız oraya adımımızı bile atmadık. Çünkü oraya girseydik kitap almadan çıkamazdık. Neyse uzun lafın kısası aşşşşırı iyi bir gündü. Çok güzel vakit geçirdik. Bugün hiç kitap okuyamadık ama olsum. Sınavlar bitsin bol bol okuyacağız söz. Bu günler de geçecek Allah'ın izniyle. Sonra dönüşte GÜZELİME KEDİ SEVDİRDİM. Kediden korkan güzelim artık kedi sevebiliyor sayemde hehehehe. Ama çok tatlıydı. Fotoğraflarını çektim zatennn. İyi ki kendim gibi birini bulmuşum. Neden daha önce onunla dışarı çıkmamışız ki ??! 😭😭 HERNEYSE SONUÇ OLARAK AŞIRI EĞLENDİK HAVA AŞIRI GÜZELDİ BİDEEE RAMAZAN BİTTİKTEN SONRA PİKNİK YAPMAYA DA GELECEĞİZ SADECE HAYVAN GİBİ KİTAP OKİCAZ. @zamaninotesinde11 bugün günümü güzel geçirmeme yardımcı olduğun için çok teşekkür ederim sanaaaa. Seni çok ama çok seviyorum yavrummmm. 🩷🩷🩷⭐️⭐️🥺🥺🥺😭😭🎧🩹
#doğalhayat#spotify#harikabirgün#imdathashtagyazamıyorum#kitap alıntısı#çiçekler#original photographers#Spotify
3 notes
·
View notes