#feylosof
Explore tagged Tumblr posts
Text
Anlaşılan bir Batılı için savaşın yarattığı büyük manevi bunalım, küçük ahlak kurallarını ortadan tümüyle siliyor.
Trevanian - Şibumi
( ‘İfade dolu bir sessizliği’ anlatmak isteyen çok sesli bir kitap.. * Zaman ancak içi boş olduğu zaman ağırdı* Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.... Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek,ifade dolu bir sessizlik, kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek.. Zarif bir basitlik,ruhsal rahatlama demek . İnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları da edinmiş. Üstün düzeydeki "yakın algılama" yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen bu profesyonel terörist avcısı, terörcü, korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosof, günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan çıkıyor; amansız ve acımasız bir dövüşe katılır...)
3 notes
·
View notes
Photo
Kim kimi eğitecek? #aktueladress #bursa #dergi #eğitim #antic #education #yazı #sarhoskelimeler #Hantallektuel #muhabbetfabrikasi #aristoteles #philosophy #filozof #feylosof #angaryadergisi #adımdergisi #kalenderdergisi #aykutçavdar #yazar #writer #art #adressdergisi #bursagündemi #yerel #üniversite #matematik #münazara #matematik #wrong #determinant #matris #ykuşağı #paralel #lineer #doğrusal #akıl #hiciv #eleştiri #köşeyazısı #kalıcı (Planet Earth) https://www.instagram.com/p/BnkizXTAl1j/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1ouk18t3a45ni
#aktueladress#bursa#dergi#eğitim#antic#education#yazı#sarhoskelimeler#hantallektuel#muhabbetfabrikasi#aristoteles#philosophy#filozof#feylosof#angaryadergisi#adımdergisi#kalenderdergisi#aykutçavdar#yazar#writer#art#adressdergisi#bursagündemi#yerel#üniversite#matematik#münazara#wrong#determinant#matris
0 notes
Photo
☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆ ☆ @siyirmisfeylosof ☆ ☆ #siyirmisfeylosof ☆ ☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆ #siirsokakta #felsefe #akıl #epistemology #feylosof #dünya #bilgi #ontoloji
0 notes
Photo
Felsefe bizim insanımıza aykırı düşünmek olarak benimsetildi. Kırık filozofların ipe sapa gelmez düşünceleri olarak benimsetildi. Bu felsefik yaklaşımların aslında insanlığa degisik bakış açıları bahşeden koridorlar olduğu zamanla ortaya çıktı. Bedel ödeyen yargısız infazlara göğüs geren bu aykırı insanlar olmasa bugün insanlık bir adım öteye gidemezdi. Bununla birlikte filozof tabir ettiğimiz bu sıra dışı insanlar toplumdan sıyrılmış melankolik insanlar gibi görünseler de çektikleri sancılar yine o toplumlara hizmet etmiştir. Bi nevi delilikle itham edilen bu insanlar toplumların öncülüğünü yapmış lider isimlerdir. Feylosof mu filozof mu ?:) bilmem ama şu aralar fazlaca düşüne bilen insanlara ihtiyacımız olduğu kesin. https://www.instagram.com/p/BxT_00iFw88/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=p26go0kv7oif
0 notes
Text
Tanrı ne düşünüyor?
Einstein, Avrupa'ya yaptığı bir geziden Amerika Birleşik Devletleri'ne dönmekteydi. Hava limanında bir gazeteci kendisine şu soruyu sordu: "Bayım, Tanrı'ya inanıyor musunuz?" Ünlü filozof ve bilgin ona şu cevabı verdi: "Önce bana Tanrı'dan ne anladığınızı tanımlayın" Helenli filozof Kolophon'lu Ksenofanes şöyle diyordu: "Etiyopyalılar tanrılarını siyah ve basık burunlu olarak, Trakyalılar kendi tanrılarının mavi gözlü kızıl saçlı olduğunu tasvir ederler. Eger öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve eğer onlar elleriyle insanlar gibi resim yapıp sanat eserleri meydana getirebilselerdi, atlar tanrıları at şeklinde, inekler ineklere benzer görünümde çizerlerdi." Evet, bu anlamda benim Tanrı'yı tasavvur etme teolojim ve askatolojim filozof Ksenofanes'in bahs konusu ettiği, Etiyopyalıların ve Trakyalıların Tanrı'yı tasvir etme ikonuna benzemez. Hakeza, Kur'an'ın ve tarihçilerin bahs konusu ettiği çöl bedevilerin, bozkurt barbarların ve kendine tapan mecusilerin Tanrı'yı tasvir etme sanatına hiç benzemez. Ben Tanrı hakkında şöyle düşünüyorum: Tanrı her şeyi mükemmel yaratı, Tanrı her varlığın kendi feleğinde yolculuk yapması için mükemmel yasalar koydu. Tanrı, yaratığı bu sanat ve ontoloji yasalarını insanın anlaması için zekayı ve aklı hür bıraktı. İkinci fasılda, Tanrı yaratığı mükemmel evrenle ve yaratığı mükemmel insanla gurur duydu, haz aldı, her ikisini de sevdi, her ikisiyle de mutlu oldu ancak onun adına insan öldüren insandan nefret etti! Tanrı' nın bu mükemmel sanatını kim keşf etti? Elbetteki zeka keşf etti. Zeka Tanrı'ya hayran kaldı, ondan ilham alarak o da aklı yaratı, akılda düşünceyi yaratı ve bu üç parça birleşti özü yarattı ve böylece Tanrı her şeyin özü oldu... Bu anlamda akıl Tanrı' yla ilişki kuruyor, hikmet akla peygamberlik yapıyor ve ona duyduğu sonsuz sevgide akıl başat rol oynuyor. Tam bu noktada Spinoza'nın dediği gibi, " Tanrı düşünen bir varlıktır" O halde düşünce "Tanrı'nın "sonsuz sıfatlarından biridir" Öyleyse, Tanrı'nın sevgi hakkındaki düşüncesi nedir? Özgürlük hakkındaki düşüncesi nedir? Ya da Kürdistan ülkesi hakkındaki düşüncesi nedir? Tanrı kendini sever, feleki sever, ontolojiyi sever, insanı sevdigi gibi zekayı da sever, felsefeyi de sever. Tanrı temizliği, güzelliği ve estetiği icra eden zekayı ve aklı sever. Tanrı düşünceyi sever, düşünceye saygı gösteren zekayı ve aklı ödüllendirir. Tanrı özgürlüğü sever, köle olan milletlere yol gösterir ve özgür olan her milletle mutlu olur. Tanrı yalancıları, bencilleri, kibirlenenleri, hainleri, fesatçıları ve para biriktirenleri sevmez. Tanrı onun adına insan öldürmeyi, onun adına ganimet toplamayı, onun adına memleketler fetih etmeyi öğüt veren hiç bir zekayı, hiç bir aklı ve hiç bir inancı sevmez. Spinoza, "Ethica" adlı eserinde şöyle diyor: Bizim zihnimiz her şeyi doğru algıladığı sürece Tanrı'nın sonsuz aklının bir parçaşı" olduğunu bilmeliyiz" O vakit şöyle düşünebiliriz: Ne kadar dünya varsa o kadar insan vardır, ne kadar insan varsa o kadar millet vardır, ne kadar millet varsa o kadar dil vardır ve ne kadar dil varsa o kadar düşünce ve inanç vardır. Ya da Spinoza'nın şu örneği: "Bir asker kumda bir atın izlerini görünce at düşüncesinden hemen atlı düşüncesine geçer, sonra da savaş düşüncesine. Ama bir köylü bu tür bir at düşüncesinden hemen saban düşünecesine, ardından tarla düşüncesine ve benzeri düşüncelere geçer" Mevlana "Mesnevi" adlı eserinde bir feylosof ve bir derviş arasında geçen şu diyaloğu aktarır: Bir gün bir feylesof yolunda yürürken bir dervişle karşılaşmış. Birbirleriyle tanışmışlar, kısa bir süre içinde kanları birbirlerine ısınmış ve günlerce muhabet etmişler. Nihayetinde vedalaştıkları gün, etrafındaki bir grup insan her ikisine de böyle hareketli hareketli ne konuştuklarını sormuş. Feylesof şöyle cevap vermiş: "Konuştuk ve anladım ki benim bildiğiml her şeyi o zaten görüyor" Sufi ise şöyle yanıt vermiş: " Konuştuk ve anladım ki benim gördüğüm her şeyi o zaten biliyor" Dolayısıyla, zeka ve akıl ehli olanlar insani şeylerin simgelerini ve imgelerini birbirlerine bağlayarak o şeylerin sırrını çözmeye çalışabilir. İkinci Fasil Pekiala, siyasal İslam Tanrı hakkında ne düşünüyor? Hemen söyliyelim: İslam maskeli siyasal İblisler! ayet ve hadisle Müslüman toplumlara kazık atıyor, sevgili Rahman'ı dolandırıyor, Kur'an'ı tahrif ediyor ve Muhammed peygamberi sömürüyor! Ya Müslüman toplumlar ne düşünüyor? Onlarda "Gayrimüslim" olan toplumlara şöyle diyor: "İnancımıza ve düşüncemize saygılı olun" diyor, onlarda eyvallah diyor ve saygılı oluyor! Ancak Müslüman toplumlar "Gayrimüslim"lerin inancına, düşüncesine, yaşamlarına saygılı olmuyor. Çünkü Müslüman toplumlar kendini "hak", onları "batıl" sayıyor. Mal stoklayan ve para biriktiren Müslüman zenginler ne düşünüyor? Evet, onlarda şöyle düşünüyor: Yalınayaklılar Tanrı'ya şükür etsin diyor, toprak yesin diyor, yaban otu yesin diyor ve biz karnı şişik ve besmele çeken komprodor Müslümanlar, et yiyelim ve Coca-Cola içelim! Peki ya Tanrı Kürtler için ne düşünüyor? Sevgili Tanrı, Kürtlerin kadım bir millet ve insanlık ailesinin biricik hatırası olduğunu düşünüyor. İkincisi, Kürtlerin kendi öz vatanlarında hür ve bağımsız yaşamak istediklerini ancak işgalçi Müslümanların onun adına buna izin vermediklerini ve bu durumu ibretle izlediğini şu sözleriyle ifade ediyor: " Ey! yeryüzünde benim adıma taşkınlık yapan Müslüman milletler; Kendi dilinizle ibadet etmeyi, kendi anadilinizle eğitim görmeyi, kendi ülkenizde hür bir millet ve bağımsız bir devlet olmayı nasıl ilahi bir hak görüyorsanız, düşünüyorsanız ve arzuluyorsanız, kendi din kardeşiniz olan Kürt milleti içinde bunun ilahi bir hak olduğunu görmedikçe, düşünmedikçe ve arzu etmediğiniz sürece benim sevgili kullarım olamazsınız" Evet, Sevgili Tanrı'nın Kürler hakındaki kısaca düşüncesi belirtik ve şimdi aynı konuda bende düşüncelerimi beyan etmek istiyorum. Ey Müslüman toplumlar! İslam peygamberi sadece bir insandı. O ne "gökyüzüne çıktı", ne de "iki cihan'ın efendisi" oldu. O sadece ve sadece Allah'ın kuludur. Ey Müslüman toplumlar! Allah'ı Allah'ın ismiyle dolandırıyorsunuz, ekonomik geçiminizi ve dünyevi gailelerinizi onun adıyla temin ediyorsunuz. Hem nalına vuruyorsunuz, hem mıhına vuruyorsunuz. Dakika da bir fikir değiştiriyorsunuz, mezhep değiştiriyorsunuz, parti değiştiriyorsunuz, adam değiştiriyorsunuz, ahlak değiştiriyorsunuz, duygu değiştiriyorsunuz! Hasılı kelam; ön tarafınız meyhane, arka tarafınız kerhane! Ey Müslüman toplumlar! ne yapmıyorsunuz ki. Dört veya iki kadınla seks yapmayı evlilik sanıyorsunuz. Sevgili Tanrı, altın ve para biriktirme diyor; ama siz deste deste dinar ve kasa kasa altın biriktirmeyi ibadet sayıyorsunuz! Başka ne yapıyorsunuz? Bedeni ter kokan ve elleri nasır tutan yalınayaklı garibanın emeğini sömürüyorsunuz! Evet, namaz kılıyorsunuz ancak kıçınız başınızın üstünde, başınız kıçınızın üstünde alem yapıyor! "Fe veylun lil musallîne"ehli gibi, iktidara ve ihtişama ve "Humeze" ehli gibi, paraya ve ganimete tapıyorsunuz! Sevgili Tanrı'nın maskesiyle Kürtlerin ülkesini işgal ediyorsunuz, mal-mülk-lerini ganimet alıyorsunuz ve kan döküyorsunuz! Lümpensiniz, naylonsunuz, kültürsüz ve görgüsüzsünüz! Tanrı'nız şirk, amelleriniz kan, ruhunuz şekavet, kalbiniz fitne! Ey sevgili Tanrım! eğer bir gün Kürdistan ülkesi hürriyetine kavuşursa ve benide kendisine yönetici olmamı emir ederse; bende o vakit Sadi Şirazi'nin,"Bostan ve Gülistan", Niccolo Machiavelli'nin "Hükümdar", Ehmedê Xanî'nin "Mem û Zîn", Mevlana'nın "Mesnevi", Montesquieu'nin "Kanunların Ruhu", Tehoder Hertzel'ın "Devlet" adlı eserlerini hep yanımda taşırdım. Kadir Amaç
12 notes
·
View notes
Text
Kitaplar...
236) Nietzsche - Ecce Homo
Örneğin, hiç de umacı değilim ben, bir töre canavari değilim. Üstelik şimdiye dek erdemli diye saygı gören insan türüne tam karşıt bir yaradılıştayım. Söz aramızda, bana öyle geliyor ki, gururumu asıl okşayan da bu. Feylosof Dionysos'un çömeziyim ben; ermiş olmaktansa, satir olmayı yeğ tutarım. Neyse, bu yazıyı okuyun yeter. Belki de o karşıtlığı güleç, insancıl bir biçim de ortaya koymaktan başka amacı yoktur bu yazının, belki bunu dile getirebilmişimdir. insanlığı "düzeltmek", herhalde benim vadedeceğim en sonuncu iş olurdu. Yeni putlar dikmiyorum ben; önce eskiler öğrensin, balçıktan ayakları olmak ne demekmiş. Utları (ki benim için "ülküler" demektir.) devirmek —zanaatım asıl bu benim. İnsanlar ülküsel bir dünya uydurdukları ölçüde gerçeğin değerini, anlamını, doğruluğunu harcadılar. "Gerçek dünya" ile "görünüşte dünya", —açıkçası: Uydurma dünya ile gerçek...Ülkü denen yalan şimdiye dek gerçeğe bir ilenmeydi; bu yolla insanlık en derin içgüdülerine dek aldatıldı, yalana boğuldu; yükselişinin, geleceğinin, gelecek üstüne yüce hakkının güvenceleri saydığı ters değerlere taptı giderek.
Zerdüşt'e inandığınızı mı söylüyorsunuz? Ama ne önemi var Zerdüşt'ün! Bana inananlarsınız, ne önemi var ama tüm inananların! Daha kendi kendinizi aramamışken beni buldunuz. Böyledir tüm inananlar; inancın değeri azdır bu yüzden. Şimdi size beni yitirmenizi, kendinizi bulmamzı buyuruyorum; hepiniz beni yadsıdığınız gün, ancak o gün geri döneceğim sizlere
"iyilikseverliğe" karşı güvensizlik duymak hakkını veriyor bana. Bunlar gerçekte güçsüzlüktü, uyarımlara karşı direnç yeteneksizliğinin özel durumlarıdır benim için; yalnız d&adentlar için bir erdemdir acıma. Acıyanları kınamsıyorum, çünkü utanmayı, saygıyı, insanları ayıran aralıkları sezme duygusunu kolayca yitirirler; çünkü acıma bir anda o ayaktakımı kokusunu belli eder, görgüsüz davranışlara öyle benzer ki ayırdedilemez, —çünkü acıyan eller kimi zaman nerdeyse yok edercesine bir büyük alınyazısının, yaralarla dolu bir yalnızlığın, bir ağır suç işleme ayrıcalığının içine karışabilirler. Acımanın aşılmasını soylu erdemlerden sayıyorum: "Z erdüşt'ün sınanması"m göstermek istediğim parçada, bir büyük imdat çığlığı gelir ona dek, üstüne çullanır sonuncu bir günah gibi, onu kendi kendinden caydırmak ister.
. Acıyanları kınamsıyorum, çünkü utanmayı, saygıyı, insanları ayıran aralıkları sezme duygusunu kolayca yitirirler; çünkü acıma bir anda o ayaktakımı kokusunu belli eder, görgüsüz davranışlara öyle benzer ki ayırdedilemez, —çünkü acıyan eller kimi zaman nerdeyse yok edercesine bir büyük alınyazısının, yaralarla dolu bir yalnızlığın, bir ağır suç işleme ayrıcalığının içine karışabilirler. Acımanın aşılmasını soylu erdemlerden sayıyorum: "Zerdüşt'ün sınanması"nı göstermek istediğim parçada, bir büyük imdat çığlığı gelir ona dek, üstüne çullanır sonuncu bir günah gibi, onu kendi kendinden caydırmak ister. Burada üstün gelmek, burada ödevinin yüksekliğini, sözde bencil olmayan eylemlerin içindeki aşağılık ve kısa görüşlü dürtülerle kirletmemek, işte bir Zerdüşt'ün vereceği sınav, son sınav budur belki de, —onun asıl güçlülük kanıtı budur.
hem de yaptığı kötülük için) minnetimi gösteririm ya da bir şey isterim ondan; vermekten daha da nazikçe olabilir bu... Hem bana öyle geliyor ki en kaba söz, en kaba mektup bile susmaktan daha iyi bir iyi yüreklice, daha bir dürüstçedir. Susanlar, hemen her zaman, içten gelen incelikten, nezaketten yoksundurlar; bir itirazdır susku; yutmak zorunlu olarak kötü kılar kişiyi, —mideyi bile bozar, susanların hepsi de sindirim bozukluğu çekerler. —Görüyorsunuz, kabalığın değerini düşürtmek istemiyorum, en insanca karşı koyma yoludur o, çıtkırıldım çağımızda en başta gelen erdemlerimizden biridir. İnsan bu iş için yeterince zenginse, haksız olmak bir mutluluktur da. Bir tanrı yeryüzüne inseydi, her ne yapsa haksızlık olurdu, cezayı değil, suçu kabullenmek tanrısal olurdu o zaman.
açıklamak ahmaklık olurdu: Çünkü aynı yokluğu bugün de çekiyorum; keyfimi kaçırıp beni yıldırmıyor bu. Fizyoloji konusundaki bilisizliğim, o kahrolası "ülkücülük", işte asıl bahtsızlığı, gereksiz, aptalca yanı, bana hiçbir yararı dokunrnayan, artık giderilmesi, ödeşilmesi olmayan yanı budur yaşamımın. Attığım tüm yanlış adımları, içgüdümün büyük yanılgıları, beni yaşamımın ödevinden saptıran "alçakgönüllülüklerimi", örneğin filolog oluşumu hep bu "ülkücülüğün" sonuçları olarak açıklıyorum neden hiç değilse hekim, ya da gözlerimi açacak başka bir şey olmadım? Basel'de okuduğum sıralar, bütün düşünce düzenim, bu arada günlük zaman bölümüm, olağanüstü güçlerin hepten anlamsızca kötüye kullanılmasıydı ve bu tüketimi karşılayacak güç kaynağım da yoktu; tüketim ve bütünleme üstüne düşünmüyordum bile. Her türlü ince bencillik, buyuran bir içgüdünün gözeticiliği eksikti; kendimi herkesle bir tutmaktı —bu yüzden hiç bağışlamayacağım kendimi. Nerdeyse iş işten geçmek üzereyken, nerdeyse iş işten geçmek üzere olduğu için, yaşamımın bu temel çılgınlığı —"ülkücülük" beni düşündürmeye başladı. Anca hastalık getirdi aklıma başıma.
okumak: Bir okuma odasına girmek beni hasta eder. Çok ve çeşitli şeyleri sevmek de bana göre değildir. Yeni kitaplara karşı güvensizlik, giderek düşmanlık benim içgüdüme "hoşgörü"den, "largeur de coeur"den, "yardımseverlikten"ten daha bir uygun düşer... Aslında dönüp dönüp okuduklarım bir avuç eski Fransızdır: Ben Fransız ekinine inanırım tek. Avrupa'da "ekin" adına başka ne varsa, hepsini bir yanlış anlaşılma sayarım; Alman ekinine gelince, sözü edilmeğe değmez... Almanya'da karşılaştığım birkaç yüksek ekinli kişi, beğeni konusunda hiç kimsenin boy ölçüşemeyeceği Bayan Cosima Wagner başta olmak üzere, hepsi de Fransız soyundan gelmeydiler. Pascal'ı okumayışım, ama Hıristiyanlığın en öğretici kurbanı olarak —canavarlığın o en tüyler ürpertici türündeki mantık gereğince önce bedeni, sonra tipi ağır ağır öldürülmüş kurbanı olarak -sevişim; düşüncemde, kimbilir belki de bedenimde de Montaigne'in kabına sığmazlığından birşeyler bulunuşu; sanatçı beğenimin de Molifte, Corneille, Racine adlarını, öfkelenerek de olsa,
Almanya nereye girse, ekini berbad eder. Ancak savaş "kurtardı" Fransız düşüncesini... Stendhal yaşamımın en güzel rastlantılarından biridir, —yaşamımda çağ açan ne varsa, hepsi de rastlantıyla önüme çıktı, başkasının salık vermesiyle değil.— Paha biçilmez erdemleri vardır onun: Saklı olanı gören o psikolog gözü, en büyük gerçekçinin yakında olduğunu anımsatan —ex ungue Napoleonem —olguları kavrama yetisi ve sonunda —ki az erdem değil bu da— dürüst bir tanrısız oluşu: Fransa'da kırk yılda bir rastlanan, nerdeyse hiç bulunmayan bir tür,— Prosper 1VMrimğe'yi saygıyla analım... Belki de Stendhal'i kıskanıyorumdur? Tam benim yapacağım en güzel tanrısız nüktesini aldı elimden: "Tanrının tek özürü var olmayışıdır"... Bende bir yerde şöyle demiştim: "Bugüne dek varlığa karşı en büyük itiraz neydi? Tanrı..."
Burada bir kez daha Fransa konusuna dönüyorum. Wagner'i kendilerine benzer bulmakla onu saydıklarını sanan Wagner'cilar ulusuna karşı ağzımı bile açmam, dudak bükerim yalnız... Ben ki Alman olan herşeye en derin içgüdülerimle yabancıyım, öyle ki bir Alman'ın yakınımda olması bile sindirim gecikmesi yapar, ben Wagner'le ilk karşılaştığım zaman yaşamımda ilk kez derin bir nefes aldım: Wagner'i dış ülke olarak, "Alman" erdemlerine bir karşıt, bir canlı karşı koyma olarak duyup saydım. —Bizler, çocuklukları 1850 yıllarında geçenler "Alman" kavramına karşı çaresiz kötümseriz; bizler ancak devrimci olabiliriz, —düzmece softaların başta olduğu bir düzene göz yumamayız. Ama şimdi renkleri değişmiş, artık kızıllara bürünüyorlar, binici üniforması kuşanıyorlarmış, benim için hepsi bir... Uzun sözün kısası, Wagner devrimciydi, Almanlardan kaçmıştı... Sanatçı olarak insanın Avrupa'da Paris' den başka yeri yurdu olamaz: Wagner sanatını anlamının koşulu, o beş sanat duyusunun dOicatesse'i, o ayrımları sezen parmaklar, psikolojik sayrıllık, hepsi Paris'te bulunur. Biçim sorunlarında bu tutku, mise en scıe'i böylesine önemseme Paris'ten başka hiçbir yerde yoktur, —tam Parisli önemseyişidir işte bu
yaraşan biricik tanım budur. Sevginin tuttuğu yol savaş, özü ise cinslerin öldüresiye kinidir birbirlerine. "Bir kadın nasıl iyileştirilir, kurtarılır" sorusuna verdiğim yanıtı biliyor musunuz? İnsan ondan bir çocuk edinmelidir. Kadın çocuksuz edemez, erkek bir aracıdır yalnız: Zerdüşt böyle dedi. "Kadının özgürleşmesi", özürlü, doğuramaz kadınların gerçek kadına karşı içgüdüsel kinidir bu; "erkek"le kavgaya gelince, bu bir yoldur, bir sözde nedendir, bir taktirdir yalnızca. Kendilerini "gerçek kadın", "yüksek kadın", "ülkücü kadın", "ülkücü kadın" diye yükseltmekte, aşama sırasında kadının yerini alçaltmaya çalışırlar; bunun için de en şaşmaz yol, lise öğrenimi yapmak, pantolon giymek ve sürü olarak oy verebilmektir. Aslına bakılırsa, özgürleşen kadınlar "bengi dişilik" ülkesinin anarşistleridir; kuyruk acısı vardır onlarda, öç isteği vardır derinlerinde yatan... En kötüsünden bir tür "ülkücülük"vardır ki erkeklerde de rastlanır ayrıca, o evde kalmış kız örneğinde, Henrik İbsen'de olduğu gibi, —bunun amacı da cinsel sevgideki gönül rahatlığını, doğallığı ağulamaktır...
Cenova yakınında, Chiavari ile Portofino arasına sokulan o sevimli, sessiz Rapollo koyunda geçirdim. Sağlık durumum hiç de parlak değildi; kış soğuktu, son derece yağmurluydu. Kaldığım küçük han denizin hemen üzerindeydi, öyle ki geceleri dalga çıkınca uyunmuyordu; istemediğim ne varsa hemen hepsi toplanmıştı orada. Gene de, sanki benim ilkemi, yani gerçekten bir diyeceği olan şeyin "her ne olursa olsun" ortaya çıkacağını kanıtlamak ister gibi, o kış, o güç koşullar içinde ortaya çıktı Zerdüşt'üm. —Öğleden önceleri Zoagli'ye giden güzelim yolda, çamlıklar içinden geçerek güneye doğru çıkıyordum; göz alabildiğine denizi görüyordum ayağımın altında. Öğleden sonraları, sağlık durumum elverdikçe, Santa Margherita koyunu ta Portofino'nun ötesine dek bir baştan bir başa dolanıyordum. Bu yerler, bu görünüşler, Imparator Üçüncü Friedrich'in oralara olan büyük sevgisi yüzünden daha bir değerliydi benim gözümde. 1886 güzünde yolum gene o kıyılara düştüğünde, bu küçük, unutulmuş mutluluk ülkesine onun da son gelişiydi. —Bu iki yol boyunca Zerdüşt'ün bütün birinci bölümü doğdu kafamda; en başta Zerdüşt'ün kendisi, kişiliği doğdu: Daha doğrusu çullandı üstüme...
bahar geçirdim Roma'da; yaşamı olduğu gibi kabullenmiştim, —kolay iş değildi bu. istemeden düştüğüm, Zerdüşt ozanı için yeryüzünün bu en yakışık almaz yeri canımdan bezdirmişti beni aslında. Kaçıp kurtulmak, Roma'nın karşıtına, Roma'ya düşmanlıktan kurulmuş olan Aquila'ya gitmek istedim; ben de günün birinde yakın akrabalarımdan birinin, tam gerektiği gibi bir tanrısız ve kilise düşmanının, Hohenstaufen'lerden o büyük imparator İkinci Friedrich'in (Sicilya kralı, 1220'den sonra da Kutsal Roma Cermen imparatoru. Papa'lara karşı savaşmış, afaroz edilmişti.) anısına böyle bir yer kuracağım. Ama talihsizlik yakamı bırakmıyordu: Gene Roma'ya döndüm. Hıristiyanlık düşmanı bir semt aramaktan usanarak, sonunda Piazza Barberini'ye (Roma'da bir alan. Palazzo del Quirinale: İtalya kralının oturduğu saray.) fit oldum. Korkarım bir seferinde kötü kokulardan elimden geldiğince kurtulmak düşüncesiyle, bir feylesof için sessiz bir odaları olup olmadığını Palazzo del Quirinale'de bile sordum. —Adı geçen piazza'ya bakan yüksek bir odada oturuyordum, Roma ayağımın altındaydı; aşağılardan çeşmelerin şırıltısı duyuluyordu. Bugüne dek yazılmış en yapayalnız türkü, Gece Türküsü, işte orada yazıldı; o sıralar bir karasevdalı ezgiyle bozmuştum, anlatılır şey değildi; bir de bağlaması vardı, hep şu sözlerle duyuyordum: "Ölümsüz olmaktan ölmüş"...Yazın, Zerdüşt düşüncesinin kafamda ilk olarak şimşek gibi çaktığı o kutsal yere (Sils Maria) dönünce, ikinci bölümü buldum. On gün yetti. Ne birinci bölüm, ne de üçüncü ve sonuncusu (Zerdüşt başlangıçta 3 bölüm olarak yayımlanmıştı. Dördüncü bölüm sonradan eklenmedir.), hiçbiri daha uzun sürmedi. Ertesi kış, yaşamımda ilk kez parıldayan sessiz, mutlu Nice göğü altında üçüncü bölümü buldum, —Ve işim bitti. Hepsi bir yıl bile sürmedi. Nice çevresinde yükseklerde bir sürü saklı köşe, yaşadığım unutulmaz anlarla kutsallaşmıştır benim gözümde. "Eski ve Yeni Levhalar üstüne" adını taşıyan can alıcı bölüm, istasyondan kayalar içine kurulmuş eşsiz Arap köyü Eza'ya çıkarken yazıldı, —yaratıcı güç ne denli bol akarsa, kas çevikliği de o denli artıyor bende. Beden coşmuştur: "Ruh"u karıştırmayalım işin içine... Çok zaman beni dans ederken görebilirdiniz; yorgunluk nedir bilmeden o dağ senin, bu dağ benim, yedi sekiz saat dolaşabiliyordum. İyi uyuyor, bol bol gülüyordum, —bundan daha dinç, daha sabırlı olamazdım.
Ama bu Dionysos kavramının ta kendisi işte. —Başka bir düşünüş yolu da oraya götürür bizi. Z erdüşt örneğindeki psikolojik sorun şudur: Şimdiye dek evet denen herşeye, duyulmamış ölçüde, sözle ve eylemle hayır diyen kimse, nasıl gene de yadsıyan bir düşüncenin tam tersi oluyor; yazgıların en ağırını, yıkımlı bir ödevi taşıyan düşünce, nasıl gene böyle hafif, böylesine az yersel oluyor —bir dansçıdır Zerdüşt—; gerçeği en katı yüreklilikle, en korkunç olarak gören, o "uçurum gibi derin" düşünceyi düşünen kimse, nasıl oluyor da varlığa, onun bengi dönüşüne karşı durmuyor, —tam tersine evrensel olumlayışın, "o sonsuz, sınırsız evet ve amin deyiş"in ta kendisidir... "Ta uçurumların dibine dek taşıyorum bu kutsayan evet-deyişi"... İşte gene vardık Dionysos'a.
Amansız istemlerine uyup giderler: Budur soğukluğu onların. Yalnız sizler, ey karanlık, ey gecesel olanlar, siz ısınırsınız onların ışığında! Yalnız siz susuzluğunuzu dindirirsiniz, emersiniz ışığın memelerinden! Ah, dört bir yanım buz; donmuş şeylere değmekten yanıyor elim! Ah, içimde susuzluk var, sizin susuzluğunuz için yanıp tutuşuyor. Gecedir: Neden böyle ışığım ben! Geceye susamışlık! Yalnızlık! Gecedir: Bir pınar gibi kaynıyor içimden isteğim, —konuşmak istiyorum. Gecedir: Yüksek sesle konuşuyor tüm fışkıran çeşmeler şimdi. Ve benim ruhum da bir çeşmedir fışkıran. Gecedir: Şimdi uyanıyor işte sevenlerin türküleri. Ve benim ruhum da bir sevenin türküsüdür.
benim için bu olurdu ancak kurtuluş. Zerdüşt başka bir yerde de, olabildiğince katı yüreklilikle, kendisi için "insan" ancak ne olabilir, bunu anlatıyor, —bir sevgi, hele acıma konusu değil hiç, —insandan o büyük tiksinmeyi de yenmiştir Zerdüşt: Onun gözünde insan biçimlenmemiş özdektir, yontucusunu bekleyen çirkin bir taştır. Artık hiç istememek, artık değer biçmemek, artık hiç yaratmamak: Bu büyük yorgunluk benden ırak olsun hep! Bilip tanırken bile, istemimin doğurtmaktan, oluştan aldığı tadı duyuyorum yalnızca; benim bilgim bir çocuk gibi arıksa, onda doğurtma istemi olduğu içindir. Bu istem tanrıdan, tanrılardan uzağa alıp götürdü beni: Yaratacak ne kalırdı, tanrılar... varolsaydı? Ama beni hiç durmadan insana doğru çekti bu yanıp tutuşan yaratma isteğim; taşı böyle arar Çekiç de. Bilseniz, nasıl bir yontu taşta benim için, o yontular yontusu! Ah, taşların en sertinde, en çirkininde mi uyumalıydı böyle! Azgınca vuruyor şimdi çekicim, acımadan vuruyor onu tutsak eden taşa.
Zerdüşt'ü olanaklı kılan içgüdülerden isteyerek bir uzlaşma göze çarpar. Biçimde, niyette, susma sanatında bir inceliş ön plana geçmiştir; psikolojibile bile sertlikle, katı yüreklilikle kullanılmıştır, —bir tek gönül alıcı söz yoktur koca kitapta.. Hepsi dinlemedir bunların: İnsan öyle Zerdüşt gibi avuç dolusu iyilik saçtıktan sonra, kim bilir nasıl bir dinlenme zorunludur ona... Tanrıbilimci ağzıyla konuşursak —iyi dinleyin, her zaman tanrıbilimci gibi konuşmam, —günlük işini bitirince yılan kılığında Bilgi Ağacının altında yatan, tanrının kendisiydi. Tanrılığın yorgunluğunu böyle çıkardı... Pek güzel yapmıştı her şeyi. Tanrının yedi günde bir aylaklığıdır şeytan, başkası değil...
Alman devletine özgü bir tarih yazıcılığı vardır; korkarım, Yahudi düşmanına özgü olanı vardır bir de, —ayrıca saray tarih yazıcılığı vardır ve Bay von Treitsschke'nin yüzü kızarmaz hiç... Geçenlerde ahmakça bir yargı, neyse ki bu arada rahmetlik olan Suab estetikçisi Vischer'in (-1807/1887— Alman ozanı, estetikçisi.) bir cümlesi tüm Alman gazetelerinde bir boy gözüktü, her Alman'ın evet demesi gereken bir "doğru"ydu bu: "Uyanış çağı ile Yenileme (Reformation) çağı, ancak ikisi bir arada bir bütün yaparlar, —estetik yeniden doğuş ve törel yeniden doğuş." Böyle cümleleri duyunca sabrım taşıyor; Almanların yüzüne tüm kabahatlerini birer birer vurmak geliyor içimden, bir görev duyuyorum bunu giderek. Dört yüz yıldır ekine karşı işlenen tüm büyük cürümlerin sorumlusu onlardır!... Nedeni de hiç değişmez, o iliklerine dek işlemiş gerçek korkusu —ki doğrudan korkudur aynı zamanda—, o içgüdü edindikleri ikiyüzlülük, "ülkücülük"... Büyük çağların sonuncusu, Uyanış çağı Almanlar yüzünden anlamını yitirdi, o hasadı yapamadı Avrupa, hem de tam daha yüksek bir değerler düzeni, soylu, yaşamı olumlayan, geleceğin güvencesi olan değerler, karşı değerlerin yuvalandıkları yerde, oralarda oturanların içgüdülerine işleyinceye dek üstün gelmişken! Luther, o tanrının belası keşiş, kiliseyi ve —bin kez beteri— Hıristiyanlığı, tam yenildikleri anda ayağa kaldırdı.
Katolikler Luther adına şenlikler kutlasalar, oyunlar düzseler yeridir... Luther ve "törel yeniden doğuş"! Tüm psikolojinin canı cehenneme! Hiç şüphe yok, ülkücüdür Almanlar.— İnsanlık iki sefer korkunç bir yüreklilikle kendini aşarak özü sözü bir, anlamı belli, yüzde yüz bilimsel bir düşünce düzenine vardığında, Almanlar eski "ülkü"ye giden dolambaçlı yollar, doğruyla "ülkü" arasında bir uzlaşma bulmayı başardılar; bilimi yadsımalarını, yalanlarını bir kitabına uydurdular aslında. L eibniz ve Kant, —düşünce dürüstlüğü alanında Avrupa'ya en büyük iki köstek! En sonunda, iki d&adence yüzyılı arasındaki köprü üzerinde, yeryüzünü yönetmek amacıyla Avrupa'yı birleştirebilecek güçte, deha ve istem dolu bir force majeure (Üstün güç.) belirdiğinde, Almanlar "özgürlük savaşları"yla Napoleon'un varoluşundaki mucizelik anlamdan yoksun bıraktılar Avrupa'yı; ne olmuşsa, bugün ne varsa onların suçudur hep; hastalıkların, saçmalıkların ekine en zararlı olanı, ulusalcılık, Avrupa'yı hasta eden bu rıvrose nationale (Ulusal sinirce —nevroz—.), Avrupa'da artık sürüp gidecek bu küçük devletler, bu küçük siyasa: Anlamından, sağduyusundan yoksun bıraktılar Avrupa'yı— onu bir çıkmaza soktular. —Buradan çıkacak bir yol bilen var mı benden başka?... Ulusları yeniden birbirine bağlayacak büyüklükte bir ödev?.
Tam da benim, ilk töresizcinin ağzında Zerdüşt adı ne anlama geliyor, sormadılar bana; sormalıydılar: çünkü o İranlının tarihteki korkunç benzersizliğini yapan şey, benimkinin tam tersidir. İyi ile kötü arasındaki kavganın, dünyanın gidişini sağlayan asıl çark olduğunu Zerdüşt görmüştü ilk, — töre'nin gerçek güç, neden, amaç olarak metafizik alana aktarılması onun işidir. Ama zaten içinde saklıdır bu sorunun yanıtı. Zerdüşt bu en belalı yanılgıyı, töreyi yaratmıştı: Onu ilk tanıyan da kendisi olmalı dolayısıyla. Burada her düşünürden daha çok ve uzun görgüsü olması değil yalnız —tarih baştanbaşa o "törel dünya düzeni" dedikleri ilkenin deneysel çürütülmesidir—, daha da önemlisi, tüm düşünürlerin en dürüstüdür Zerdüşt. Onun öğretisinde —ve yalnız orada, dürüstlük en yüksek erdemdir, yani gerçek önünde tabanları yağlayan "ülkücü" korkaklığının karşıtıdır; Zerdüşt öbür düşünürlerin topundan daha yüreklidir. Doğruyu söylemek ve iyi ok atmak, budur Pers erdemi. —Bilmem anlıyor musunuz?... Töre'nin, dürüst olduğu için, kendi kendini yenmesi, törecinin ise tam karşıtına —yani buna- dönüşmesi... Budur benim ağzımda Zerdüşt adının anlamı.
0 notes
Quote
''...hakikât araştırmalardan korkmaz, dimdik ayakta durur ve her zaman üste çıkar.''
Voltaire - Feylosofça Konuşmalar ve Fıkralar
3 notes
·
View notes
Photo
#feylosof #filozof #felsefe #psikoloji
0 notes
Quote
''... çünkü zengin olmak, faydalanmak demektir. (...) krallıkta daha çok paraya değil daha çok zenaate ihtiyaç vardı...''
Voltaire - Feylosofça Konuşmalar ve Fıkralar
0 notes
Quote
''...haz denen şey herkese vergi değildir.''
Voltaire - Feylosofça Konuşmalar ve Fıkralar
0 notes
Photo
Kişmirli Şehrinin Güzelleştirilmesine Dair Feylesof: Sizce zengin olmak ne demektir? Bostancı: Çok para sahibi olmak. Feylosof: Yanılıyorsunuz. Vaktiyle güney amerikalıların ellerinde, sizin hiçbir zaman yüzünü görmediğiniz kadar gümüş vardı; ama sanayileri olmadığı için onlarda, gümüşün temin edebileceği şeylerden hiçbiri yoktu: gerçekten sefalet içindeydiler. Bostancı: Anlıyorum; sizce zenginlik verimli bir toprağa sahip olmaktır. Feylosof: Hayır: çünkü Ukraynalı Tatarlar dünyanın en güzel memleketlerinden birinde otururlar ama hiçbir şeyleri yoktur. Bir milletin zenginliği, tabiatla sanata bağlı olan mesleklere benzer. Böylece zenginlik de hem toprağa, hem de çalışmağa bağlıdır. En zengin, en bahtlı millet, en iyi toprağı en çok işliyen millettir; Tanrının insana en güzel hediyesi de çalışma zaruretidir. Bostancı: Peki ama, bizden istenenleri yapmamız için on bin insanın on yıl çalışması lazım; onlara verecek parayı nereden bulalım? Feylosof: On yıl savaşmak için yüz bin asker beslemediniz mi? Bostancı: Çok doğru; bununla beraber devlet fakir düşmedi. Feylosof: Gördünüz mü ya! Yüz bin kişiyi öldürmek için para buluyorsunuz da, on bin kişiyi yaşatmak için para bulamıyor musunuz? Feylesofça Konuşmalar ve Fıkralar - Voltaire
5 notes
·
View notes