#evrensel yasalar
Explore tagged Tumblr posts
veganlogicdinamo · 6 months ago
Text
MERHAMET YA DA İNANÇ DEĞİL, ADALET VE HAK!
Birçok kişi, insanları etkileyebilmek ve onlara anladıkları dilde seslenebilmek için hayvan haklarını savunurken dini söylemleri kullanıyor, bazı hadis ya da surelerden örnek vererek “dinde böyle bir zalimlik olmadığı” mesajını vermeye çalışıyor. Bir bakıyorsunuz, bir hayvan hakları eyleminde birisi megafonu eline alıp “Bu tasarı İslama aykırıdır!” diyor ya da “Merhamet edin!” diye bağırmaya başlıyor.
Öncelikle bu yaklaşımın hukuk devletinde ve 21. yüzyıl hayvan hakları mücadelesinde yeri yoktur. Türkiye bir din devleti değildir, anayasada laik bir hukuk devleti olduğu yazar ve temel hakları konu alan yasalar yapılırken evrensel hukuk ölçütleri gözetilir, “dine uygunluk” değil. Nasıl ki kadın hakları alanında, “Bu yasa İslama aykırıdır!” diyerek mücadele zeminini inanca oturtmak doğru bir tavır değilse, hayvan hakları için de aynısı söz konusudur.
Hem insan hakları hem de hayvan hakları, birilerinin merhametine ya da inancına göre belirlenemeyecek kadar önemlidir. Bu dünyaya gelmekle doğrudan elde edilmiş olan hakların en temeli yaşam hakkıdır. Onu bir inanca dayanarak savunmaya kalkarsanız bir başka mezhebe bağlı olanlar da sizin savunduğunuzun tersine inandıklarını söyleyebilir.
Merhamet odaklı hak mücadelesi de olmaz. Yaşadığımız dünyada insanların kendi türdeşlerine bile her türlü şiddeti uygulayabildiğini düşünürseniz insan dışı hayvanların haklarını insan merhametine terk edemezsiniz. Çünkü bir insan merhametli değilse bile hak odaklı yasalara uymak zorundadır.
Dolayısıyla yaşadığımız yüzyılda gelinen noktada sokak hayvanlarının hakları da adaletin konusudur; o nedenle belirleyici hukuktur ve bu alan yasalarla düzenlenir. Ancak buradaki açmaz, bu hakları insan hukukunun belirlemesidir.
5 notes · View notes
yasamsallik · 2 years ago
Text
GEÇERLİ YASALAR
OFİS ARİTMETİĞİ
Akıllı Patron + Akıllı Eleman = Kâr
Akıllı Patron + Aptal Eleman = Üretim
Aptal Patron + Akıllı Eleman = Terfî
Aptal Patron + Aptal Eleman = Fazla Mesai
AŞK ARİTMETİĞİ
Akıllı Adam + Akıllı Kadın = Aşk
Akıllı Adam + Aptal Kadın = İlişki
Aptal Adam + Akıllı Kadın = Evlilik
Aptal Adam + Aptal Kadın = Hamilelik
ALIŞVERİŞ ARİTMETİĞİ
Bir erkek kendisine gerekli ürünü almak için, 1 YTL’lık ürüne 2 YTL öder.
Bir kadın kendisine gerekmeyen ürünü almak için, 2 YTL’lik ürüne 1 YTL öder.
EVRENSEL GEÇERLİ YASALAR 1.
Bir kadının gelecek endişesi evlenene kadar sürer.
Bir erkeğin gelecek endişesi evlenince başlar.
EVRENSEL GEÇERLİ YASALAR 2.
Başarılı bir erkek, eşinin harcayabileceğinden fazla geliri olandır.
Başarılı bir kadın , Böyle bir erkeği evliliğe ikna edebilendir.
MUTLULUK TEOREMİ
Bir erkekle mutlu olabilmek için , Onu çok iyi anlamak ve az sevmek gerekir.
Bir kadınla mutlu olabilmek için , Onu çok sevmek ve anlamaya çalışmamak gerekir.
UZUN YAŞAM HİPOTEZİ
Evli erkekler, Bekar erkeklerden daha uzun yaşarlar.
Ama daha erken ölmek isterler.
DEĞİŞİM ORANLARI
Bir kadın kocasının değişeceği inancıyla evlenir, Ama erkek değişmez.
Bir erkek karısının değişmeyeceği inancıyla evlenir, Ama kadın çok değişir. ( genelde enine olarak)
TARTIŞMA MANTIĞI
Kadın bir tartışmada her zaman son sözü söyler.
Bundan sonra erkeğin söyleyeceği ilk söz, yeni tartışma konusu olacaktır.
30 notes · View notes
felsefesitesi · 2 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/butun-dinler-ayni-kaynaktan-mi-geliyor/
Bütün dinler aynı kaynaktan mı geliyor?
Tumblr media
Bütün dinler aynı kaynaktan mı geliyor? Bakış açınıza bağlı olarak evet ve hayır. Evrensel yasalar ve fizik çerçevesinden bakıldığında insanlar birbirine benzer ve din farkı bir kelime dağarcığı sorunudur. Bireyler ve farklı insan kültürleri çerçevesinden bakıldığında dinler asla aynı değildir. Buna rağmen kökenleri siyasi-kültürel dışavurumlarından daha benzerdir. İnsan doğanın bir parçasıdır ve kavramları, değerleri, ideal boyutları ve kurumları da doğanın bir parçasıdır. Buna din için ontolojik argüman denir, ancak Tanrı hakkında daha laik bir anlayış getirir, çünkü eğer bu doğal hukukun bir parçasıysa, bireysel farklılıklar sadece nüanslardır ve kök daha nesnel olabilir. Tıpkı benzer söylemleri paylaşan dinler gibi, tanrı kavramı
4 notes · View notes
paganizmturkiye · 5 months ago
Text
Gaia: Ormanın şefkatini ve bereketini sunan Doğa Ana
Doğa veya tabiat, tüm yaşamı içinde barındıran (canlı ve cansız her şey yaşam barındırır) kendini yenileyen ve değiştiren, kendine ait bir döngüsü olan, dünyadaki varoluşun özüdür.
Tumblr media
Tüm dünya aslında doğadır. Bu açıdan bakıldığında dünyada yaşayan her şey, aynı zamanda doğanın bir parçasıdır ve doğanın evrim ile kanunlarıyla yönetilir. Yukarıda olan aşağıda olana, aşağıda olan yukarıda olana benzer yasası gereği, doğa da evrensel yasaları içinde barındırır. Bu yüzden aynı zamanda evrenin de bir mikro örneğidir. Öyleyse doğanın özünü kavramak başta evreni kavramak ve buradan da kendimizi tanımak anlamına gelir. Çünkü bizler biyolojik olarak doğanın bir unsuru, zihinsel ve ruhsal olarak da bir parçasıyızdır.
Maalesef insanoğlunun iradesinin gücüyle şehirler kurması, hızlı bir tüketim sürecine girip kendini doğadan soyutlamaya çalışmasıyla doğa ikiye bölünmüştür. Biri, doğanın hala özünü içinde barındıran ormanlar-dağlar gibi doğal ortamlardır. Bir diğer bölüm ise doğanın özüyle bağlantının çok zayıf olduğu modern şehirlerdir. Bu yüzden dolayıdır ki “modern insan” doğa ile olan bağını unutmuş ve aradaki bağ zayıflamıştır. Lakin ormanda bu muazzam denge devam etmekte ve ormanla yapılan çalışmalarla bu bağ güçlendirilebilmektedir.
Öyleyse doğa ananın (mitlerde gaia diye de isimlendirilir) zihniyle en rahat iletişime geçilebilecek yerler ormanlık ve dağlık alanlardır.
Buralarda insan “kendi doğasını” hatırlayabilmekte ve bu hatırlamayla kendine dönüşleri daha rahat yapabilmektedir. Doğanın bilinci, belli yasalar çerçevesinde kendini yenileyecek bir güce sahiptir. Bir hayvanın diğerini yemesi doğal bir döngüdür. Üreme, ölüm, doğum, yağan yağmur miktarı ve daha nicesi doğa içerisinde denge halindedir. Bizler de bu dengenin içinde var olmakla birlikte, yaptığımız tüketici ve olumsuz eylemlerle bu denge içinde kaosa sebep oluruz. Yarattığımız kaos ise bize ve insanlığa olumsuz deneyimler olarak geri döner.
Haliyle hepimiz doğanın ve ormanın bir parçasıyızdır ve bunu hatırlamak bizim için önemlidir. Dünyada var olan her şey aslında doğanın içinde yaşanan şeylerdir. Bu yüzdendir ki “doğaüstü” kavramı bile yanlıştır. Doğanın üstünde bir olay örgüsü yoktur, zira yaşanan her şey “doğal” yani doğayla ilgilidir. Eğer bu bilinçle bağlantıyı yeniden yakalarsak, doğal sürecin içerisinde daha dengeli bir yaşama sahip olabiliriz.
Bu noktada doğanın bize sunduğu iki yüzünü, eskilerin mitoloji ve sembolizmlerinden yararlanarak fark edebiliriz. Bunlardan biri doğanın tümü olan ve en derininde sevgiyi-merhameti ve tamamen dişil enerjiyi yani anneyi-tanrıçayı temsil eden, doğa ana yani Gaia’dır. Diğeri ise saf eril enerjiyle sembolize edilen, ormanın vahşi yüzü olan avcı konumunda boynuzlu tanrıdır.
Gaia nedir?
Ormanın Şefkatini ve Bereketini sunan Doğa Ana
Gaia, tüm insanları kucaklayan kozmik bir semboldür ve mitlere göre ne yaparsak yapalım bizi sevmekten vazgeçmez. O derin bilgeliği ile insanoğlunun yaptığı tüm yıkımın tekâmülü gereği olduğunu bilir ve her çocuğunu sever. Bunu aynı annelerimizin, yaramazlıkta yapsak, ona zararda versek, uslu da olsak bizi sevmesi gibidir. Bedenli annelerimiz bu denli şefkat ve sevgi dolu iken, doğa ananın acımasız olduğunu düşünmek çok yüzeysel olacaktır. Çünkü insanlardaki annelik içgüdüsü, doğa ananın annelik enerjisinin bir parçası ve yansımasıdır. Haliyle Gaia’da, ne yaparsak yapalım bizi sevmektedir. Lakin şu unutulmamalıdır. İnsanoğlunun yaptığı her etkinin doğada yarattığı bir tepki vardır ve bu kaçınılmazdır. Mesela siz ağaçları keserseniz bu düzende bir delik açacaksınız ve oksijen varlığı azalacaktır. Bu doğanın bize cezası değil, etkinin oluşturduğu yine “doğal” bir sonuçtur. Bu noktada her şeye rağmen bize sonsuz sevgisini sunan Gaia’ya bizde sonsuz sevgimizi sunmalı ve ona-onun her parçasına saygı göstermeliyiz.
Gaia’nın bilinci diye sembolize edilen bilinç tüm doğanın özündedir. Taşlarda, kuşlarda, havada, patlayan volkanlarda, okyanuslarda kısacası her şeyin özündedir. Bu yüzden etrafımızdaki her bir zerre büyük bilincin parçasıdır ve bu yüzden her bir zerre kutsaldır. Doğaya saygı, hayvanlara saygı-sevgi bu konuda çok önemlidir. Gaia diye isimlendirilen doğa ana, bu sonsuz merhameti içerisinde kendi üzerinde bizim tekâmül etmemize olanak vermekte ve bunu büyük bir sevgiyle yapmaktadır.
Özellikle spritüel gelişimi hedef almış kişilerin doğayla çok iyi anlaşıyor olması gerekmektedir. Bu yüzden normal bir insana göre doğaya karşı hassasiyetinin çok çok daha fazla olması önemlidir. Çevre kirliliğine engel olmak, ağaçlandırmak, hayvanları-böcekleri-canlıları sevmek önemlidir. Her hayvandan veya böcekten hoşlanmayabilirsiniz ama bu onlara nefret beslemenizi gerektirmez. Onları yine de sevmeli ve varlığı sebebiyle saygı göstermelisiniz. Kısacası doğanın her bir unsuruna saygı ve sevgi beslemek elzem bir erdemdir.
Tumblr media
Ormanın Vahşi Yüzü: Boynuzlu Tanrı
Orman ve doğa, bahsettiğimiz gibi özünde sevgiyi merhameti ve engin bilgeliği taşır. Lakin bu özü koruyan bir kozmik sembol daha vardır. İşte bu kozmik güç vahşi yaşamdır ve boynuzlu tanrı ile anlatılır.
Herne, pan, Hu gaddarn, Cernunnos vb. gibi birçok ismi olan boynuzlu tanrı, doğayı ve ormanı koruyan, gerektiğinde ormanın kozmik şakasını barındıran ve gerektiğinde ise çok vahşi olan bir tanrı olarak resmedilir. Boynuzlu tanrı, avcı tanrı olarak da mitolojilerde geçer. Hemen hemen bütün mitlerde ona denk gelebilirsiniz. Avcıdır, sert bir mizacı vardır, yapılan hataya affı neredeyse yoktur. İki adet boynuzu olan bir insan suretinde genelde resmedilir.
Bu sembolizma bize doğanın vahşi unsurunu ve yaşamın zorluğunu yani doğanın eril kısmını anlatır.
Boynuzlu tanrı, saf sevgi ve şefkatten dolayı savunmasız olan Gaia’yı koruyan güçlü ve vahşi güçtür. Bu iki güç birbirini tamamlayan ve dengeleyen yin ve yang güçleridir. Gaia dişil yin gücünü, boynuzlu tanrı ise saf yang gücünü temsil eder. Haliyle doğa bu yüzden özünde doğurganlığı ve üretkenliği bunla beraber sevgiyi şefkati barındırırken, bir yandan yüzeyde vahşiliği, av-avcı ilişkisini ve yaşam mücadelesini barındırır.
Bir aslanın ceylanı avlaması, yaşamak için yapılan mücadele, doğaya aykırı davranış gösteren hayvanların doğa tarafından elenmesi ve doğanın önemli kurallarından biri olan doğal seçicilik bu sembol ile resmedilmiştir. Doğada zayıf olan hayvan, doğal seçicilik ile üreyememekte ve yavaşça doğadan izi silinmektedir. Aslında burada bir ayrım yok tam tersine evrim yani tekâmül vardır. Zayıf olanın güçlenmesi olanağını sunması açısından böyle bir sistemin var olması mühimdir. Böylelikle doğadaki her bir canlı kendini savunacak veya hayatta kalması için gerekli olan yaşam faktörlerini geliştirecektir. Kimisi saklanmada, kimisi kaçmada, kimisi kendini savunmada, kimisi ise saldırmada ustalaşır. Böylelikle doğadaki her canlı mükemmel tekâmül noktasına ulaşmış olur. İşte bu tekâmül etme sırasında tasavvufi deyimle “pişip olmayı” sağlayan bu eril güçtür.
Bundan dolayıdır ki, insanın içinde yadsınamayacak bir avcı içgüdüsü de bulunmaktadır. Eskiden keltlerde, kutsal birleşme (hieros gamos) için seçilecek kişi ilk önce bir geyiği avlayan kişi olurdu. Avcılık doğanın ve erkeklerin önemli bir parçası sayılırdı. Burada önemli nokta avcılığın doğayla uyumlu olması ve doğanın sürekliliğine zarar vermemesidir. Siz doğadan yiyecek için isteyip avlandığınızda, doğa size bir hayvanı av olarak zaten sunacaktır. Böylelikle denge sağlanacak ve av-avcı ilişkisi denge içerisinde süregelecektir.
Modern zamanda bu denge bozulmuştur.
Bilhassa gıda sanayinde tavuk ve et endüstrisi bir çılgınlık haline gelmiştir. Alınan civcivler hormonlu ve aşırı besinli küspeler ve yemlerle beslenmekte, doğal sürecinin dışında birkaç ayda olgunlaştırılıp, kesime sunulmaktadır. Birkaç ay içerisinde doğanın dengesi dışında büyüyen tavukların, gerek biyolojik faydaları gerekse ruhsal gelişimleri eksik olduğu için bedenen bize zarar vermektedir. Eskilere nazaran tavuk etlerinin daha çabuk bozulması, tavuktan olan zehirlenmelerinin son yıllarda hat safhaya ulaşması ve bu zehirlenmelerin ölümcül boyuta ulaşması, tavuğun metabolizma gelişiminin tamamlanmamasındandır. Aynı şekilde 24 saatlik gün süreci, yumurta üreten tavuklarda 12 saate ayarlanmakta ve tavuklar kapalı bir ortamda tutulmaktadır. Bir günü iki gün gibi yaşamak zorunda bırakılan tavuklar bu sürece göre daha fazla yumurta oluşturmaktadır. Ama oluşan bu yumurtaların besin değerleri de buna oranla düşmektedir. Normal doğal ritmin dışına çıkılması, elde edilen ürünün de kalitesini düşürmektedir.
Görüldüğü gibi doğanın eril ve dişil yönleri, yani gaia ve boynuzlu tanrı ile sembolize edilen yönler bizim tekâmülümüz içinde önemli gereklilikleri barındırır. Bu yüzden doğayı tanıyan kişi evreni ve kendini, kendini tanıyan kişi de Rabbini tanır. Haliyle doğa bize sonsuz ve sınırsız bilgeliği, gerek merhametiyle gerek zorluklarıyla sunar. Bu yüzdendir ki doğanın saf ve bozulmamış enerjisi içerisinde yapılan meditatif çalışmaların etkisi yadsınamayacak derecede yüksektir.
Ormanın Kuralları
Bu kurallar eski antik medeniyetlerde uyulması gereken çok basit ama önemli kurallardı. Bizim ormanla olan bağımızı ciddi anlamda güçlendirmeyi amaç edinen bilgeliklerdir. Bu kurallar aslında her insanın farkına varması ve doğanın özü ile irtibatta olması gereken elzem kurallardır. Bu kuralları ormana girmeden önce, ormana girildiğinde ve ormandayken unutulmaması gereken kurallar olarak sınıflandırmak mümkündür.
Ormana Girmeden Önce Yapılması Gereken 3 şey
Ormana her girdiğinizde ormanın bilincinden izin isteyin. Çünkü bizler iradeli varlıklar olarak bu dengede kaosa sebep olabiliriz. Bunun için izin istemek, doğayla bütünleşmenin ve doğaya –dolayısıyla kendinize- saygı duyduğunuzun niyetidir. Niyet, ruhsal olarak bir yola girmeden önce kapıyı açan temel anahtardır.
Ormana her girdiğinizde ormanın farklı enerjisel döngülerinde hizmet eden kozmik bilinçlerden izin isteyin. Yaratıcının izin verdiği ve eskilerin deva veya doğa ruhları dedikleri kozmik bilinçler bu döngünün işlemesinde katalizör görevi görmektedir.
Ormana her girdiğinizde ormandaki tüm canlılardan (ağaç, hayvan, bitki vb.) izin isteyin.
Tumblr media
Ormana Girildiğinde Yapılması gereken 4 şey
Hafif bir meditatif konuma geçip, nefes alıp verin ve ormanla özünüzün bağlandığını imgeleyen. Ormanın her bir alanında muazzam bir enerjisel bağ imgeleyin ve sizinde bu bağın bir parçası olduğunuzu hissedin.
Ormandaki geziniz veya çalışmanız için yardımcı olacak kozmik güçlere selam verin ve seslenin.
Bir bitki koparacağınız zaman o bitkinin bilincinden izin isteyin. Zira her bitki kendi içerisinde bir döngünün parçasıdır ve onun bilincinden izin istemek o döngüye zarar vermeden, doğadan yararlanmanın sırrıdır. Bu bilgi eski antik doğa tabanlı birçok medeniyette görülür. Aynı şey hayvan avlamak için de geçerlidir.
Ormandan aldıklarınıza karşılık (bitki, çiçek vb.) ormana bir tohum ya da bitki dikin. Bir şeyler alacaksanız bir şeyler vermeniz gerektiğini unutmamak önemlidir. Çünkü bu doğanın ve evrenin denge yasasının bir tezahürü ve gerekliliğidir.
Ormanda unutulmaması gereken 5 şey
Ormanda ki her şey arasında muazzam bir enerjisel bağ vardır. İzinsiz öldürdüğünüz her canlıda ve izinsiz kopardığınız her bitkide bu enerji bağına zarar verirsiniz. Bu aynen örümceğin ördüğü muazzam ağa benzer. Bu ağın bir köşesinde yapacağınız etki, ağın en uç köşesini dahi etkiler. Bu yüzden izin almaya dikkat edin ve bu bağın farkında olun. Aslında bu dengenin enerjisel ve ruhsal olarak mevcut olmanın yanında ekolojik sistemde de mevcuttur. Bazı biyologlar tek bir sineği öldürmenin bile ekolojik sisteme küçük de olsa zarar verdiğini iddia etmektedir. Bu enerjisel bağı deneyimleyince bunun ne kadar doğru olduğu hissedilmektedir.
Her şeyi ama her şeyi sevin. Bilin ki; doğada var olan her şeyin bir sebebi vardır. Size gereksiz bile gelse, doğadaki her şey bir çemberde yer alır ve döngünün bir parçasıdır. Bu yüzden doğadaki tüm unsurlara saygı ve sevgi gösterin. Zira hepsi aynı zamanda kendi içinizde mevcuttur.
Doğadaki her şey canlıdır. Var olan tüm yaşam, içinde bir bilinci barındırır. Hepsi tekâmülün ve evrimin bir basamağında bulunur. Bu yüzden kozmik bilinç doğanın her yerinde mevcuttur. Taşlarda, dağlarda, bulutlarda, nehirlerde, ırmaklarda, minerallerde, hayvanlarda, böceklerde… Hepsinin canlı olduğunu bilin ve onlarla uygun şekilde irtibata geçilebileceğinin farkında olun.
Doğada tekâmül basamağında en yüksek seviyede olan canlı insanoğludur. Haliyle insan, doğanın tüm unsurunu keşfedebilir ve bu parçaları hediye edilmiş iradesiyle sorgulayabilir. Ama insanoğlunun tekâmülde olması, diğer canlılara karşı üstünlüğü göstermez. Tam tersine insanoğlu kendisine ait iradeye sahip olduğu için, diğer canlılar gibi doğanın özüyle tam olarak irtibata geçemez. Bu yüzden her hayvan ve her canlı, insanoğluna doğayla ilgili bir rehberdir ve hepsi doğa ile kendi iç dünyamızın bir yansımasını taşır.
Her insanın enerjisinin doğada bir yansıması vardır. Eski şamanların genel olarak “güç hayvanları” dediği bu yansıma ormanla bütünleşen insana rehber olan ruhsal güçlerdir. Güç hayvanları bizim alt dünyamızda keşfettiğimiz ve bize rehberlik ettiği söylenen hayvan formunda ruhlardır. Her bir hayvan bir kişiliği sembolize eder. Aynı şekilde rehber bitkiler ve ağaçlar da mevcuttur. Bilhassa Druid inancında her insanın doğum gününe bağlı bir ağacı vardır. İşte bu ağaç ve bu güç hayvanları kişinin doğadaki ruhsal yansıması olarak karşımıza çıkar.
Doğanın Ellerinde Bir Yaşam
Maalesef şehirleşme ve doğanın katli ile doğanın enerjisinden yararlanmak zorlaşmıştır. Bizler doğadan uzaklaşarak yoğun stresse, bunalıma ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklara girmeye başladık. Bu tür psikolojik rahatsızlık içeren herkese doğaya gitmesi önerilir. Doğa başlı başına insanın yaralarını sarıcı ve onu tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Hepimiz derin ve eski bir ormana girip orada birkaç saat kaldığımızda kendimizi çok daha güçlü, huzurlu ve mutlu buluruz. Ya da denize bakıp kendi bilincini denizin dalgalarının akışına bırakıp rahatlamayan kişi çok azdır.
Doğa, her parçasıyla bizi çevreler ve bizim ruhumuzdaki yaraları iyileştirir. Doğayla bütünleşmek, özümüzü keşfetmemizi sağlar ve özün keşfi ruhu yatıştırarak huzur sağlar. Ruhumuz sürekli kendini keşfetme dürtüsü içerisindedir. Kendi özünden uzaklaşan kişi, ruhun uyarıları anlamına giren huzursuzluk ve psikolojik sorunlara girer. Doğaya çıktığımızda ise bu özü yakaladığımız için ruh amacına ulaşarak dinginleşir. Uzun süreli doğa gezileri ve doğayla bütünleşme ise bu özü yakalamanın ötesinde özü keşfetmeye doğru bizi sürükler.
İşte bu sebepten sık sık doğayla bütünleşmeli ve doğayı olabildiğince hayatımıza taşımalıyız. Biz doğanın bir parçasıyız ve parça bütüne aittir. Haliyle doğa bizim asıl yuvamızdır. Doğanın zarar görmesi, insanlığın zarar görmesi demektir. Onu korumak, kollamak ve doğanın dengesine yardımcı olmak her bireyin birinci sorumluluklarından biridir.
Kaynak: Efe Elmas, https://indigodergisi.com/2015/12/gaia-ormanin-sefkatini-ve-bereketini-sunan-doga-ana/
0 notes
bernadette8892 · 9 months ago
Text
AKIŞ
Tumblr media
ΩBen gerçekten çabalıyorum.
İçimde var olan azıcık güçle ayakta durmaya , birşeyler yapmaya çalışıyorum.
Dünyaya geldiğimden beri benden mahrum bırakılan besin kaynağım olmadan ayakta kalmaya çalışıyorum.
Sizin aksinize, sevgidir ve bilgidir benim besin kaynağım.
Bana güç katan onlardır.
Sizler gibi değilim, dünyayı sizin algıladığınız gibi algılamıyorum.
Sıkışmış, nefes alamaz halde özgürlüğüm elimden alınmış gibi hissediyorum.
Sizlerse herşeyden bi haber, fütursuzca yaşadığınız gezegeni tüketiyorsunuz.
Bindiğiniz dalı kesiyorsunuz. Farkında değilsiniz henüz.
Sürekli bir tüketim halindesiniz. Gezegene katkısı olacak hiçbir şey yapmıyorsunuz, üretmiyorsunuz.
Sen insanoğlu. Gelmiş geçmiş en büyük asalaksın.
Öyle bir tüketiyorsun ki, kendi gezegenini tehlikeye atmakla kalmayıp, evrenin dengesini de bozuyorsun. Varoluşu, dengeyi öyle bir sarsıyorsun ki. Bundandır evrenin her köşesinden ruhların dünyada bedenlenip size yardım eli uzatması.
Tüm zaman ve mekanlar birlik içinde elinizden tutup sizi bu ilkel geri bilinçten çıkarmak için var güçleriyle çalışıyorlar.
Artık uyan insanoğlu. Yok oluşa doğru gidiyorsunuz, sizin bu aymaz geri zihinleriniz değişmedikçe kendi kendinizi yok edeceksiniz.
Yüzyıllardır defalarca uyarıldınız. Şu zamanda uyarılar had safhaya geldi. Uyanıp, kendi gerçekliğinizin farkına varın.
Sen insanoğlu uyanıp kendine gelmediğin takdirde, yok oluşun kaçınılmaz olacak.
Evrensel yasalar gereği, ilk uyarılar hafif hafif başladı, şuan günümüzde had safhaya çıktı.
Sadece bir adım atın. Sadece 1. Bu bile yeterli. Sizden beklenen çok basit. Konfor alanınızdan çıkmak için gerekli olan sadece o 1 adım. Sen o adımı attığında önünde atacağın diğer adımlar belirecek ve sen kalben hangi adımı atman gerektiğini bileceksin. Ve bu adımlar seni o ışığa götürecek.
Kalbinin, vicdanının sesini dinle insanoğlu. O içindeki cılız, küçük, naif kısık sesten bahsediyorum.
İlk başta duymakta zorlanacaksın. Şöyle yap o zaman. Kafanda şuan 2 farklı kaynaktan gelen ses var. Biri daha yüksek sesle konuşuyor, sana emirler veriyor, kızıyor, aşağılıyor, yapamayacağını söylüyor. Sana kendini değersiz ve yetersiz hissettiriyor. Öteki ses ise orada hazır, senin onu duyup farketmeni bekliyor. Duy beni diyor. Umut etmekten inanmaktan vazgeçme, yapabilirsin diyor.
Ben de diyorum ki, o arada sıkışmış fısıltı şeklindeki sese bir şans ver.
Seni bu karanlıktan kurtaracak, özgürlüğüne ulaştıracak o ses çünkü.
Elinde sadece pusulan olarak o ses var. Onu dinle.Ω
0 notes
mistikyol · 2 years ago
Link
%50 İNDİRİMDEN YARARLANMAK İSTERSENİZ BU BAĞLANTIDAN KURSUMUZU SATIN ALABİLİRSİNİZ
1 note · View note
pathoslogos · 2 years ago
Text
20.04.2023 HEGEL VE ÖZGÜRLÜK
Bilinç, evrensel ve soyut, sonsuzluklara açıldıkça,
ilişkiler, çelişkiler, olaylar, sonlu, logosun içerikleri
Etik ve törel yaşam, istenç olarak/hak olarak özgürlük
ahlaksal özgürlük, vicdansal iç sesin duyulduğu irade, iyinin istenmesi, herhangi bir şeyin varlığının istenmesi, yani katletmemek. Musanın öğretisinde vardır, yani yaşama karşı yapılan bir hareketin yaşamı olumsuzlaması açısından. sürekli yaşamı desteklemek yani etik istenç yani vicdani, bireysel öznellik. peki bunu ölçüsü nedir? herkes iyiyi ister ama iyinin ölçütü nedir? uzlaşabilecek miyiz? Ahlak vicdana, töre topluma aittir.
İyiyi vicdanda bulmak yeterli değildir, gerçekliği ortaya koymaz, ölçütte uzlaşmamız gerek ki olgusallaşsın, bu da kurumsallaştırmak demek yani adalet sistemine uygulamak, kavram haline getirmek. Tasavvufta hüveyzahir (gerçekte edimselleşme, zuhura gelmek, zahir olmak) Tanrı iradesi eğer gerçekliğe çıkmıyorsa o gerçek değildir. Tanrı dediği Hegel'in saltık düşünce, soyut, felsefe yolu ile.
Sevgi dolu aile, doğa ile tin arasındadır, ara durum, çünkü iç güdü ile olan(karşı cinslerin çekimi yani doğa, doğum yani çocuk sonrasında tin başlıyor, yani geist, yani kişiler çocuk yüzünden artık sadece cinsel arzular yönünden değil şefkat ve birbiri için çalışarak ve fedakarlık ederek kültür üretimine giriyorlar)
Saltık tinsel için uzlaşma gerekiyor, doğadaki gibi içgüdüsel bir çözüm yok. Yasal olan uzsal olan, içgüdüsel olanı aşmak. Evrensel toplumdan gelmek ne demek, salt aklın gerektirdiği, ussal yasayı kabul etmek, herhangi bir milletin alışkanlıklarını, törelliğini değil. Herkes kültürünü yaşayabilir ancak bir arada yaşayabilmek için onu aşan, insanların hak ve özgürlüklerini koruyan yasalar. Tutku birliği varsa bir aradayız, salt akıl, yasallık toplumu bir arada tutamaz. Toplumun birbirinden razı olması için gönüllü olarak birlikteliğin olması. Somu sözü, ussallık ile yüreğin birliği. Aşk olmazsa meşk olmaz, tutku aslında.
Tutku antik Yunan'da pathos, günümüzde patoloji. Pathos'u disipline ettiğinde tüm toplumun tutkusu ortak ideal altında yaşıyorsa, kendini sınırlandırmış oluyor, yani artık taşkınlık söz konusu değil, kontrol edilir duygularla, evrensel yasaya bağlı coşkularla, Hegel bunu öneriyor. Şiddet üzerine değil şefkat üzerine kurulu bir aile. Şefkat varlığı koruduğu için, iyiyi isteme.
Felsefe olgusal olan ile ilgilidir, yani tarihi kapsar. tarihi kavramayan şimdiyi kuramaz. Yani düşüncenin tarih içindeki, somut yani edimsel olması, insan ilişkilerine girmesi gerekir, süreç diyor buna, aşama aşama kendi bilincine taşımadan aydın arif olunamaz. Bir toplumu herkes değil, aydın ve arif olan yapar, halka rağmen değil, halkın rızası gerekiyor. Aynı ailedeki gibi şefkatle birbirine bağlanan insanlar gereklidir, somut kılan budur, yoksa toplum dağılır.
Dinazorların sessiz gecesi, 6 ciltlik kayıtlar, bilinci saf dışı ederek, bilinçdışına yapıla etkiler, gönüllü köle olarak kullanma insanları...Hitlerin yaptığı budur. Şiir bilinçdışı ile bilinç arasındadır, şizoid bir anlatı vardır. Mantıksal değil, duygu ve imge gücü vardır. Tarihe usun girişi tutku ile olmuştur!!! diye Hegel. Diğer filozoflarda bu yaratıcı düşünceyi bulmak güç. Bu diyalektik yöntem insanı düşündürüyor, kendin çıkışı bulmak gerekiyor ve bulanlarla da buluşmak gerekiyor.
Topluluk bir varoluştur, tindir, geisttır. iman birliği yani birbirinden emin olan, birbirini anlayan, ortak bir tutkuya bağlı olan. varlık sonsuz. varoluşlar sınırlı, kendisi sınırsız olan ide, varlık, iyi olan, saltık iyi, insanı yaratn ide, yani özgürlüktür. Eğer özgürlüğe tutku ile bağlı değilsen insan olamazsın. Korku, özgüvensizlik, kandırılmalar,....çocukluktaki yetiştirilmeler, bu bir tür kölelik, hep baskın çıkıyor. Bir çocuk neden korkar, ebeveynleri onu sevmeyecek diye, korkusu budur, yani güvence, dolayısıyla özgürleşmeyi istemez. Kendisini çocuğun risk alarak kendini, aklını kullanarak yetiştirmesi gerek, aksi halde özgürlük oluşmaz. Sorumluluğu almak istemem nedeni, korku, yani güven meselesi. Özgürlük istemi gücü ve riski kaç kişi alabilir, sadece kendi için değil tüm toplum için değil, neden? hangi imkanla, nasıl? Etik topluluk, aynı idealde tutku ile bağlı, feragat ve fedakarlıkla, çalışma/edimsellik de çok önemli. Bu konuda çalışacak, emek verecek, adanacak insanlara ihtiyaç var. Sadece öğrenmek, konuşmak, bilgi yeterli değil. Evrensel ilkeye bağlı olduğu için etik topluluk oluşturma, aşkın, hepsini aşma, yani usa bağlı, usun egemenliği altında birleşmek.
Hak ile sınırlamamışsa keyfiliktir, hak ile sınırlı olduğunda özgürlüktür.
Etik istenci eğitilmediyse, devlet de akıl da mekanizma, mekanizma değer üretmez, vicdan değer üretir. Feragat ilişkisinden doğar, akıl onu düzenler, devlet de bu kurumun adı.
Birleşmiş milletler tasarımı ilk olarak Kant'ta var, eğer bubu oluşturmazsak savaş kaçınılmazdır.
Aperion, sınırsız demek, Heras sınır, Aperion, herasın yokluğu, yani sınırsız. Hegel başlangıçta eter dediğinin aynı yani düşünce olarak sonsuzluk, dış varlık olarak değil.
Aklını kullanmak tercih yapmak değil, edimselliği kullanmak demektir. hakikatte seçim yoktur, kendini dayatır. doğa yasaları mesela hakikattır.
İsmail Emre, bayramdan bir gün önceye arife denir, neden çünkü arif olanlar bayram eder.
0 notes
cnarozyilmaz · 2 years ago
Photo
Tumblr media
dava devam ediyor, üstüne yenileri açılıyor!! tazminatlar yazılıyor hala haksız hukuksuz!! ADALET varsa sonunda havaya kalkacak el(şu an havada aslen) Sedef hanımınki olacaktır tasdik edilme sürecinin tamamlanmasıyla!! ikinci tvitin bu aslında diyerek başladığım cümlesi!! bu bizim anayasal özelliklerimizde olan bir devlette olmaması gereken çelişik, insan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti v çağdaş medeni devlet felsefesine aykırı bir durumdur!! bu anayasal değişiklik v yasa yapma gücünün kötüye, yasa yapıcılar lehine kullanılması v kendilerini ayrıcalıklı bir sınıf haline getirmeleridir v aslen yasadışı-yasa olma özelliği de yoktur!! neden!? bu özelliklerde bir devlet yapılanmasında, halkın hayatını şekillendirenler böyle ayrıcalıklara sahip olamazlar, böyle yasalar yapamazlar v yapsalar da bu gücü kötüye kullanarak kendi lehlerine, evrensel çağdaş demokratik laik sosyal hukuk devleti normlarına v hukukuna göre gerçek yasa özelliği taşımazlar!! yani bunlar yasa değil aslen!! dayatma!! #SedefKabaş 🙏💐 #SedefKabaşaÖzgürlük #kamuVinsAnlıkspotu @sedefkabas 🧿✌️ https://www.instagram.com/p/Cn4WvGlsgG5/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
🗣️ Sansür ve İtaatsizlik
Sansür kısaca sıkıdenetim demektir.
Sinema, tiyatro, televizyon, gazete ve sosyal ağlarda yayınlanan içeriklerin hükümet tarafından önceden denetlenmesi onaylanmasının, gösterilmesinin ve yayınlanmasının izne bağlanmasına sansür denir.
Kavramları çeşitli yollarla kontrol altına almakta bir sansür çeşididir.
Sansür kararının niyeti sansürden daha önemlidir. Niyet okumayı bilmeyen her sansür ve dayatmanın kurbanı olur.
Sansür de amaç toplumu korumak olarak açıklanır, uygulamada ise ifade özgürlüğünü baskılama amacı güder.
İktidar veya hükümetler sansürde amacı toplumu korumak amaçlı olduğunu ifade etseler bile asıl amaç sermaye ve iktidara zarar gelmesini önlemek ve iktidarın devamına engel olabilecek gelişmeleri önlemektir.
Ayrıca sansür toplu iletişimde bazı düşünceleri engelleyerek algıyı yönetmek amaçlı bir çabadır.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim belirlemelidir?
En önemli sorun işte bu ahlak (sağtöre) sorunudur.
İktidar ya da hükümetler neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verebilirler mi?
Yasa yapanların ve o yasayı uygulayanların aynı yetkiye sahip olanların olması etik mi?
Sağtöre olarakta bilinen ahlak iyi ya da kötü olarak bilinen ve kabul edilen davranışları belirleyen yazısız kurallar bütünüdür.
Yazılı kurallar bütünü olarak yasalar kabul edilir.
Yaşamın değişen araçları yeni sorunlar ürettikçe yazısız ve yazılı kuralları olmayan alanları iktidarlar hemen denetim altına almak ister.
Yeraltı medyası sosyal ağlar günümüz sansürünün yeni konusudur. Dayatmacı iktidarlara karşı gerçekler de oradan ilerleyebilmektedir. Çünkü halkın haber alma hakkı sermaye ve siyasetin (iktidar+muhalefet birlikte) kontrolünde bulunan medya ile halkın elinden alınmıştır. Medya halkın ne bilmesi gerekiyor ise algı operasyonları düzenlenen bir düneneğe dönüşmüştür.
Sinema, tiyatro, gazete ve televizyonları kendi kontrolünde reklam tehdidi ile tutan sermaye ve siyaset sosyal ağlarda ki robot teknolojisi ile uyguladığı engelleri yetersiz görmüş olmalı ki bu alanda kendini ve gerçekleri ifade eden düşünce ve çabaları kendilerine karşı bir tehdit olarak görmektedirler.
Kendilerinin yaptığı ve uyguladığı yasaları bu anlamda lehlerine kullanmak amacıyla sosyal ağlarda ki düşünceleri de topluma karşı zarar veren bir alan olarak yaygarasını yaparak üreteceği algı ifade özgürlüğüne yeni bir darbe daha vurmak niyetindedir.
Yaklaşan seçimler, yıpranmış olmanın verdiği kaygı, ekonomide ki kötü gidiş karşısında iktidarın çaresizliğini toplumdan gizlemenin yolunu sermayenin sömürü düzeni bozulmasın diye sosyal ağları kontrol altına almayı sansür ile amaç edinmiştir.
İktidar veya hükümet devlet yönetimini ve gücünü toplumun geneli veya bir kısmının lehine yada aleyhine kullanabilme gücü değildir.
Devletin toplumdan aldığı gücü toplumun genelinin yararına ayrım yapmadan kullanmak iktidar veya hükümetlerin birincil görevidir.
Bunun aksi her uygulama o yetkiyi kötüye kullananların suç işlemesi anlamına gelir.
Ayrıca bu tür her dayatma evrensel insan haklarına ve o toplumun ortak yaşam sözleşmesi anayasaya uygun olması gerekir.
Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı güçler olmadığı toplumlarda bunu sağlamak hukuk işleyemeyeceği için olanaksızdır.
Sosyal ağlarda sorunlarına çözüm arayanların çok olmasının sebebi de hukukun işlememesidir.
İdeolojik iktidarlar toplumdan saklı niyetleri gereği sansüre en çok başvuran iktidarlardır.
Negatif ve pozitif şeklinde ikiye ayrılır iktidarlar.
Negatif iktidarlar toplumdan aldığı gücü topluma karşı yasa, asker ve polis gücü yoluyla bireyi kontrol eden iktidar sistemidir. Negatif iktidarlar sansüre başvurur.
Pozitif iktidarlar devletin bireylere rağmen bireyin iyiliğini düşünen sistemi niteler. Pozitif iktidarlar sansüre başvurmaz.
Sosyal kontrol toplumun yazılı olan yasalara ve yazılı olmayan sağtöreye uymaya zorlar. Amacı toplumda düzeni sağlamak olmalıdır. Haklarını kullanabilen hiçbir insan bu kuralların dışına çıkmaz. Çıkıyor ise bir yerde bir sorun var demektir. O sorun genelde toplum adına güç sahibi olanların bu gücü belli kişi ve sınıfların lehine genelin aleyhine kullanmasından kaynaklanır. Gücü toplumun aleyhine kullananlar ise haksızlığa uğrayanları baskılamak amacıyla sansüre başvurur.
İktidarlar veya hükümetler toplumun haber alma, değişik düşünceleri öğrenmek, tartışmak, yaşanan olayları bilmek ve yorumlamak hakkından kimseyi mahrum etmemek için vardır. Erdem sahibi hiçbir iktidar kendine karşı düşünce ve çabalardan korkmaz. Yaşam insana hukukun içinde kalmak şartıyla doğruyu bulup ortaya çıkarmak için verilmiştir. Yaşam hakkını iktidarlar tayin edemezler. Tarih göstermiştir ki bazı iktidarlar iyi niyetli değildir. Kötü niyet karşısında yok olmak istemeyen her toplum bundan kurtulmanın hukuk içinde kalmak şartıyla bir yolunu bulmak hakkı vardır. Bu hak sansür ile o toplumun elinden alınamaz.
Her dayatmacı otoriteye karşı itaatsizlik isyan değil uyumdan vazgeçmektir. Medeniyeti uyumsuzluk ve itaatsizlik başlatır. Korku, nefret ve hırsı bize sürekli yeni ihtiyaçlar dayatan, neyi beğenmemiz ve seçmemiz gerektiği konusunda baskı uygulayan, bu hakkı kendinde görenler çıkarları adına üretirler. Her işi otomatik sistemler ile yapmaya, yaşamı sürekli eğlence, tembellik ve tüketicilik konumuna getirmek isteyenlere, medya telkinleriyle kamuoyu oluşturmaya, savunmamız gereken değerlerden nefret etmeyi değişim olarak dayatanlara karşı durabilmeyi bilmektir itaatsizlik.
] Önder KARAÇAY [
5 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
LEİBNİZ VE NEWTON EVREN GÖRÜŞÜ ÜZERİNE KANT
Felsefe literatüründe Kant’ın düşünceleri eleştiri öncesi, eleştirel dönem ve eleştiri sonrası olmak üzere üç başlık altında ele alınır. Şüphesiz ki Kant’ın en verimli dönemi eleştirel dönemdir. Fakat Kant’ın eleştirel dönemde ilgilendiği sorunları ve çözümleri kavramada eleştiri öncesi dönemin önemini de yadsımamak gerek. Her ne kadar düşünürün zaman içerisindeki düşünceleri değişikliğe uğrasa da birçok önemli düşüncesinin temellerini bu dönemde atmıştır. Kant’ın özellikle uzay ve zamana dair olan ilgisi eleştiri öncesi dönemde kendini göstermeye başlar. Felsefe tarihinde onun uzay ve zamana dair düşünceleri oldukça öneme sahip bir yer işgal eder. Kant’ın bu denli önemli uzay ve zaman anlayışının oluşması elbette bir anda olmamıştır, belirli bir süreç içerisinde şekillenmiştir. Bu çalışma, Kant’ın bu düşüncelere ulaşmasını sağlayan yollardan biri olan eleştirici öncesi dönem uzay ve zaman anlayışını aydınlatmayı amaçlar. Kant’ın o dönem içerisinde bulunduğu uzay ve zaman tartışmalarından onu en çok etkileyen tartışma Leibniz ve Newton arasında gerçekleşen tartışmalardır. Leibniz bağıntısal bir uzay-zaman anlayışını savunurken Newton mutlak uzay-zaman anlayışını savunur. Aynı zamanda Leibniz görüşlerini metafizik bir zeminde temellendirirken Newton matema- tiksel bir düzlemde temellendirir. Kant, tartışmanın bu iki karşıt taraftan ilkin Leibnizci bağıntısal uzay-zaman anlayışını benimser. Bunun sebebi de yetiştiği felsefi geleneğin bu doğrultuda bir tavır sergilemesinin de büyük önemi vardır. Bu doğrultuda Kant, 1746 yılında henüz bir üniversite öğrencisi iken “Canlı Kuvvetlerin Doğru Değerlendirilmesi Üzerine Düşünceler” adlı ilk eserini kaleme alır. Burada uzay ve zamana dair düşünce- lerini Leibnizci bir çizgide ilerleyerek tözler arasındaki bağıntılar ve bunlar arasındaki etkileşimler üzerinde temellendirir. Dolayısıyla tözlere bağlı bir uzay ve zaman anlayı- şının sonucu olarak uzay ve zaman tözlerden bağımsız olamaz ve tözlerden daha sonra gelirler. Kant üzerindeki Leibnizci izler Canlı Kuvvet’lerden sonra ele aldığı ‘Metafiziksel Bilginin İlk İlkelerinin Yeni Bir Açıklaması’ adlı eserinde de kendini göstermeye devam eder. Fakat 1755 yılında ele aldığı ‘Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı : Tüm Evrenin Oluşumu ve Mekanik Kökeni Konusunda Newton İlkeleri Uyarınca Bir Deneme’ adlı çalışmasında Leibnizci etkilerden ziyade Newtoncu teolojik etkiler kendini göstermeye başlar. Kant, bu çalışması ile Newton teorisi ile bağlantı kuran bir kozmogoni kurar ve ona göre Tanrı evreni yarattı ve bu evreni Newton’un keşfettiği yasalar ile donatır. Kant, Newtoncu kozmogoni anlayışı ile birlikte uzay ve zaman anlayışında farklılıklar ortaya koyar. Tanrı’nın sonsuzluğu bağlamında uzay ve zamanı da sonsuz niteliği ile betimler. Çünkü ancak Tanrı’ın her yerde var olduğu bir uzay ve zaman sonsuz olduğu takdirde Tanrı’nın sonsuzluğu onaylanmış olur.
2 notes · View notes
mantikutayr · 3 years ago
Photo
Tumblr media
‘’kybalion nedir? yazarların başvurduğu böyle bir ana kaynak var mıdır? bu hiçbir zaman çözülemedi. kökeni eski mısır’a inen kadim ve ezoterik bir gizem öğretisi olan hermetizmin modern bir yorumu olarak tanımlayabileceğimiz bu eser bir yeraltı klasiği olarak ününü günümüze dek korumuştur ve halen birçok gelenekçi ezoterist ve okült öğrencisi tarafından bir ders kitabı olarak kabul görmekte ve önerilmektedir.’’
‘‘kybalion’un yasaları evrensel yasalardır, bunlara kozmik yasalar denilebilir. bu da kadim felsefenin konusudur.’‘
‘’öğrencinin kulakları işitmeye hazırsa, onları bilgelikle dolduracak ağız gelecektir.’’
‘‘çeşitli ırkların, ulusların felsefecileri ve insanları binlerce yıldır derinden etkilemiş olan temel ezoterik ve okült öğretiler eski mısırdan gelmiştir. pramitlerin ve sfenkslerin memleketi mısır, saklı bilgelik ve mistik öğretilerin doğum yeridir. bütün ulusların onun gizli öğretisini ödünç almıştır. medea, çin, japonya, asur, antik yunan, roma ve diğer antik ülkeler..’‘
‘’bazı musevi tradisyonlar ibrahim’in mistik bilgiyi hermes’ten aldığını ileri sürmektedir.’’ kadim mısır’ın ilk dönemlerinde yaşamış olan hermes trismegistus ( üç kere yüce hermes) üstatların üstadı olarak da bilinir. oküt irfanın babası, astrolojinin kurucusu, simyanın kaşifidir. hermes’i tanrı mertebesine yükselten mısırlılar ona thoth adını vererek tanrılarından biri yapmıştır.
‘’yedi hakikat prensibi vardır;her kim ki bunu bilip anlar, sihirli dokunuşu tapınak kapıları’nı sonuna kadar açan büyülü anahtara sahiptir.’’
1-zihinsellik prensibi 2-tekabül prensibi 3-titreşim prensibi 4-kutupluluk prensibi 5-ritim prensibi 6-sebep sonuç prensibi 7-cinsiyet prensibi
‘’bütün, zihindir. evren zihinseldir.’’
‘‘yukarıdaki aşağıdaki gibidir, aşağıdaki yukarıdaki gibidir.’‘
‘’hiçbir şey durmaz, her şey hareket eder, her şey titreşir.’’
‘‘her şey ikilidir ( dual ); her şey iki kutba sahiptir, her şeyin kendi zıt çifti vardır; benzeyen ve benzemeyen aynıdır; zıtların doğası bir, dereceleri farklıdır; uçlar buluşurlar; bütün hakikatler yarın hakikatlerdir; bütün paradokslar uzlaştırılabilir.’‘
‘‘her şey akar, içe ve dışa; her şey dalgalanır; yükselir ve alçalır; her şeyde sarkacın salınımı vardır; sağa salınım, sola salınımla aynıdır; ritim kendini telafi eder.’‘
‘‘her sebebin bir sonucu, her sonucun bir sebebi vardır; her şey yasaya göre olur. değişim bilinmeyen yasadan başka bir şey değildir; bir çok nedensellik planı vardır, hiçbir şey bu yasadan azade değildir.’‘
‘’her şeyde cinsiyet vardır; her şeyin eril ve dişil prensipleri vardır, cinsiyet bütün planlar için geçerlidir.’’
12 notes · View notes
felsefesitesi · 3 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı gönderildi.
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/evren-ve-ahlak/
Evren ve Ahlak
Tumblr media
Felsefe dersinde tahtada “üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası” yazar. Öğretmen: Immanuel Kant’ın mezar taşında yazan bu ifadedesi gibi her davranış evrensel bir yasa olacakmış gibi eylenmelidir. Ona göre fizik kanunları gibi evrenselleşmelidir. Bu başkasına değil bize faydalı bir tarzdır. Öğrenci 1: Ne yani hocam, (yandaki arkadaşının silgisini alarak) bu silgiyi çalsam bedava silgi, bundan benim ne zararım olabilir? Öğretmen: Ne kazancın olabilir? ayrıca çalmayı düşünmekle bile suçlu oldun, Kant’a göre. Öğrenci 2: Ameller niyetlere göredir hocam. Öğretmen: Evet,bizim yörelerden, aynı özün yansıması olan bir söz. Öğrenci 1: Silgi benim oldu. Öğretmen: Silgi senin olmadı, başkasının silgisi olduğunu, kötülük
3 notes · View notes
mistikyol · 2 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
RUHSAL GÜCÜNÜN FARKINDA MISIN? #mistikyol 1- Kalbinden geçen karşına çıkar 2- Rüyanda gördüğün gerçek olur 3- Karşındakinin enerjisini tanırsın 4- Huzurun ruhunun ihtiyacı olduğunu bilirsin 5- Düşüncenle niyetlerini kendine çekersin 6- Şifa enerjisiyle kendini iyileştirirsin 7- Şükür ve dua ederek bereketini arttırırsın 8- Tüm canlılara ve doğaya sonsuz şefkat duyarsın 9- Güzellikleri kendine çeken bir mıknatıs olursun 10- Sevginin yüksek titreşimini hayatının merkezi yaparsın.
İllüstrasyon: https://www.artstation.com/jpierce
2 notes · View notes
cinaraslan · 3 years ago
Text
MEDYA KELİMESİNİN KÖKENİ:
İngilizce media "araçlar, özellikle basın ve yayın araçları" sözcüğünden alıntıdır. İngilizce sözcük Latince media "araçlar, aracılar" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince medium "aradaki şey, araç" sözcüğünün çoğuludur.
Medyanın Teknolojik Seyri ve Kısa Tarihi
Haber toplama ve halkı bilgilendirme anlayışının neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğunu tarihi kalıntılardan ve arkeolojik eserlerden anlayabiliyoruz. Bir haberleşme ve iletişim aracı olarak medyanın insanlığın hayatında varlığı Mısır’daki resmi gazetelerle ve Roma Senatosu’nun MÖ 59 yılında çıkarttığı Acta Diurna ile gerçekleşmiştir.
Roma İmparatoru Julius Caesar’ın, imparatorlukta gerçekleşen önemli olayları halka duyurmak amacıyla hazırlattığı bu tabletler, okuma-yazma bilen Romalılar tarafından şehrin meydanlarında okunur, halkın imparatorlukta yaşanan olaylar hakkında bilgilendirilmesi sağlanırdı.
İmparatorluğun başkentinin İstanbul’a taşınmasından sonra Acta Diurna kayıtlarının yayınlanmasına son verilmiştir.
Bilinen bir diğer tarihi resmi gazete de Kaiyuan Za Bao’dur. İpek üzerine yazılan haberler editörler tarafından düzenlenmekte ve halkın alınan kararlar, çıkartılan yasalar ve mahkeme sonuçları hakkında bilgilendirilmesi sağlanmaktaydı.
15.yy medya tarihi açısından önemli bir dönemeç olarak kabul edilmektedir. Johannes Gutenberg tarafından 1448 yılında geliştirilen el ile dizilebilen harflerle basım tekniği, matbaacılığın gelişimi açısından önemli bir kilometre taşıdır. Daha önceleri el yazmaları ve tahta harflerle kısıtlı sayıda çoğaltılabilen eserler, metal harflerle basım tekniğiyle binlerce adet basılmaya başlandı. 15.yy’ın sonlarına gelindiğinde ise Avrupa’da baskı makinesi sayısı binlerle ifade ediliyordu.
Habercilik açısından bir sonraki büyük gelişme radyonun icadı ile gerçekleşmiştir. Guglielmo Marconi isimli İtalyan bir kaşif tarafından 1898 yılında keşfedilen radyo, yüksek frekanslı radyo dalgalarının İyonosfer’e çarparak geri dönmesi ve dönen sinyallerin de yine dünyada bir başka alıcı tarafından toplanması prensibine göre çalışıyordu.
1947 yılında ilk transistörün icadı ile de radyo çok daha geniş bir kitlenin erişim sağlayabileceği bir haberleşme aracı haline geldi.
Medya tarihi için büyük devrim olarak nitelendirilebilecek gelişmelerden biri de televizyonun icadı ile gerçekleşmiştir. 1924 yılında John Logie Baird tarafından icat edilen televizyon tamamen mekanik özelliklere sahip bir aygıttı. Günümüz teknolojisine uyarlanması ise 1929 yılında Philo Taylor Farnsworth tarafından yapılmıştır.
İlerleyen yıllarda gazete, radyo ve televizyon teknolojisi kendi içerisinde gelişmeye devam etmiş fakat hem habercilik hem de medya teknolojileri için en köklü ilerleme internetin icadı ile olmuştur.
TDK Türkçe Sözlüğü’nde dilimize “genel ağ” olarak aktarılan internetin temelleri 1960’lı yıllarda ABD’de atılmıştır. Daha çok askeri amaçlı tasarlanan ve kesintisiz, güvenli iletişimi sağlamak için kurgulanan ARPANET sonraki dönemlerde ise bilimsel amaçlarla kullanılmıştır. Üniversiteleri birbirine bağlayan bu ağ ilerleyen yıllarda FTP, HTTP, TCP/IP gibi bağlantı protokolleri geliştirilerek bütün dünyayı birbirine bağlamıştır. Ülkemizde de 1994 yılında kullanılmaya başlanan internetin BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) verilerine göre 2013 yılının dördüncü çeyreği itibariyle 32.61 milyon kişi tarafından kullanıldığı belirtilmektedir.
Yeni medyanın temelleri de internetin gelişimi ile atılmıştır. İnternetin gelişim süreci Web 1.0, Web 2.0 ve Web 3.0 olarak dönemlere ayrılmaktadır.
Web 1.0 döneminde kullanıcılar sadece okuyucu durumundadır. Kontrol tamamen kaynak sitenin elindedir. İnsan etkileşimi yoktur, var olana erişilir, okunur, indirilir. Bu dönem “pasif internet” olarak da nitelendirilmektedir.
Web 2.0 dönemi web-insan, insan-insan etkileşimine imkan sağlayan altyapıya sahiptir. Temel mantık paylaşım ve etkileşimdir. Artık kullanıcılar da internette içeriğin oluşturulmasında söz sahibidir. Sosyal ağlar, arama motorları, sözlükler bu dönemin ürünüdür. Web 2.0 tanımı ilk defa O’Reilly Media tarafından 2004 yılında kullanılarak kavramsal çerçeveye oturtulmuştur. Etkileşimli iletişim servislerinin kurulması Web 2.0’ın getirdiği yenilikler aracılığıyla gerçekleşmiştir.
Şu anda kullanıcısı olduğumuz Web 3.0 ise cihazlar arası etkileşim ile insan kontrolü olmadan cihazların karar alabildiği, insan-makine, makine-makine, insan-insan etkileşimine imkan sağlar. Yapay zekâ önemli bir rol oynar, kullanıcı davranışlarını öğrenir, kısaca sezgisel bir ekosistemin bütünüdür.
Zamanla internet alt yapısının güçlenmesi, bu alt yapıyı kullanacak olan teknolojik cihazların ve teknolojilerin de gelişmesine kapı araladı. Yeni medyanın en önemli gerekliliği olan “etkileşimli sayfalar” için imkan sunan Web 2.0, yeni medyanın oluşması ve gelişmesi için eşsiz bir ekosistem yarattı.
Programlama dillerinin sağladığı gelişmeler çok daha fazla veriyi etkileşimli olarak kullanıcı tarafına sunmaya imkan sağladı. Metin haberciliğinden, multimedya (çokluortam) haberciliğine geçişin temelleri de bu teknolojinin sağladığı en önemli gelişmelerden biridir. Salt metin veya resim ile anlatımdan, anlık video akışına doğru seyreden paradigma, mobil teknolojilerin gelişmesi ve bu teknolojilere erişimi sağlayan cihazların son kullanıcının erişebileceği bir fiyat düzeyine gelmesiyle de mobil ekranlara doğru kaymıştır.
Binlerce yıllık habercilik tarihinin belki de en çok tebessüm ettiren yanı da tabletlerin yaygınlaşması ile yaşanmıştır. Taş ve metal tabletler ile halka duyurulan haberler artık elektronik tabletler ile geniş kitlelere ulaştırılmaktadır. Mesaj hiç değişmemiş, araç ise binlerce yıllık serüvende kendi hüviyetini korumuş, bilimin ve teknolojinin seyrine paralel olarak gelişmeler göstermiştir.
Taş tabletlerden, ipeğe, papirüse, oradan Gutenberg’in matbaasına, ardından Guglielmo Marconi’nin radyosuna, sonrasında günümüz haberciliğinin yapı taşlarını oluşturan John Logie Baird’ın televizyonuna ve evrensel bir miras olan internete doğru haberciliğin destansı serüveni hız kesmeksizin devam ediyor.
Tumblr media
Televizyonun babası John Logie Baird
Tumblr media
İlk radyonun mucidi Guglielmo Marconi
Tumblr media
6 notes · View notes
onderkaracay · 3 years ago
Text
Tumblr media
♾️ Tembellik mi? Değişim mi?
İnsana değişim değil, alışkanlıklardan kurtulamamak acı verir.
Alışkanlıklar tembellik üretir, değişim bedel ödetir.
İnsan bedel ödememek için tembellik ederek uzun vadede en büyük bedeli ödemeyi göze aldığının farkında olmadan değişime direnir.
Nasıl bir değişim insanı ve toplumu kurtarır?
Her insanımız artık safını seçmek durumundadır.
Vatanımızın ve milletimizin geleceği büyük bir tehlike ve tehdit altındadır.
Artık ülkemizde emperyalizmin birer projesi olan din, mezhep, ideoloji, alt kimlik, üst kimlik, partilere güvenerek bölünmek vb ayrımcılıkları bir kenara bırakarak;
✓ Milli kim?
✓ Gayrimilli kim?
Bunun ayrımını yapmak durumundayız.
Bugüne kadar düşmanın çıkarları doğrultusunda ırkçı, mezhepsel, ideolojik ve siyasi her türlü ayrımcılık ile ulus millet ve devlete zarar verenleri gayrimilli olarak ayırmanın yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz.
Bu gayrimilli işbirlikçiler göbekten bağlı oldukları yerlerden aldıkları emirler ile Anayasanın tartışılması ve değiştirilmesinin teklif dahi edilmeyecek olması hükmü varken bunlar tartışma konusu olabilir diyerek suç işlemeye başladılar. Bunlar gayrimillidir. Bunlara değil ülke yönetimini teslim etmeyi bu suçu işledikleri için hukuk önünde yargılanmalıdırlar. Bunu tarihe not düşmek adına bir kez daha ihbar ediyoruz.
Anayasanın üstünde bir yasa ve hüküm Türk Milletinin kendisi dışında yoktur. Haddini aşma yetkisini bunlar kimden alıyorda Anayasasını tanımadıkları milleti yönetmeye talip oluyorlar?
Özelleştirmeler ile ülkemizi işgale uğratıp sonra ekonomi savaşı vereceğiz dedikleri halde kamulaştırma kararı almayanlar milli üretim seferberliği başlatmayanlar, köylü ve çiftçiyi desteklemeyenler gayrimillidir.
Köprü, otoyol ve şehir hastaneleri inşaatlarını yapan müteahhitler lehine yabancı para cinsinden sözleşmeler ile yolcu geçiş garantisi verenler gayrimillidir.
Vatanın topraklarını iktidar oldum her istediğim yasayı çıkartırım, istediğim yeri istediğim yere satarım diyenler buna kılıf bulmayı yasama yetkisini kullanarak yasayla toprak ve maden ruhsatlarını satanlar gayrimillidir.
Yasama, yürütme ve yargı erklerini yok edenler, kendi şahsi çıkarları adına kullananlar gayrimillidir.
Laik, sosyal hukuk devleti ilkesini hiçe sayanlar bunun gereğini yapmayanlar gayrimillidir.
Ülkemiz ekonomisini beton ekonomisi ile tefeci bankalara kaynak aktarmak amacıyla besleyenler gayrimillidir.
Halkı küresel istilacı şirketlere ve yerli işbirlikçi sermayenin şirketlerine müşteri yaparak soyduranlar gayrimillidir.
Eylemleri ile söylemleri tutarsız olanlar gayrimillidir.
Tarikat ve cemaatlerin fetö terör örgütünün yaptıkları ortada iken devlete hala sızmalarına göz yumanlar gayrimillidir.
Halkın gerçek ve doğru haber alma hakkını engellemek adına medyayı sermaye ve siyasetin kontrolünde tutanlar gayrimillidir.
Gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlerin içinden birini kendimizi temsil etsinler diye seçmeye demokrasi diyemeyiz.
✓ Devrimi yarım kalmış bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.
✓ Eğitim ve öğretim din düzeyine düşürülmüş bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.
✓ Milli üretim terk edilerek borç, ithalat ve tüketim ekonomisinin dayatıldığı bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.
✓ Parayla para kazanan tefecilerin devlet ve yasalar tarafından korunduğu, yerli işbirlikçi ve yabancı istilacı tefecilerin yatırımcı adı altında tüm maddi güçleri kontrol ettiği bir ülkede demokrasi, ahlak ve huzurdan bahsedilemez.
✓ Kurumsallaşmış sinsi evrensel hileye karşı hakikati savunabilmek bugünün şartlarında her şeyi göze alabilmek ve teslim olmadan direnmek devrimci bir duruştur.
⚖️ İnsanlar arası adaleti ve eşitliği hukuk sağlar.
Hukuk devletine sahip çıkmayanlar yalanın, hilenin, talanın kurbanı değil işbirlikçileridir.
Hukuksuzluğa karşı çıkanlar ahlak yoksunu hileli bir ihanetin kurbanı olabilirler.
Bu bir yıldırma ve teslim alma niyetidir.
Buna göz yummak, yanlışı kollamak o yanlışın kendisinden daha büyük bir tehlikedir.
Yarın çıkarları değiştiğinde yeni bir yanlışın yanında da yine o yanlışa destek verenleri görürsünüz.
Kötülüğün sürdürülebilir yaşam bulma sebebi budur.
Bizim toplumun en büyük handikapı dinin bırakmış olduğu bir bir eser olarak kurtuluşu yaratan veya bir başkasından bekleme alışkanlığıdır.
Şunu yeniden idrak etmek zorundayız. Başkaları bizi kendi çıkarlarını korumak adına kurtarma oyunu oynar. Hayat bu oyunlara gelmeme oyunudur. Ve bizi kurtarma oyunu oynayanlar genelde bizim içimizden birilerini bize karşı kullanarak bunu başarır.
Konfüçyüs der ki;
✓ En büyük başarı hiç yere düşmemek değil, her düşüşten sonra ayağa kalkmaktır.
En büyük başarı kendinden çok şey, başkalarından az şey bekleyerek yaptıklarındır.
Bugüne kadar Türk Milleti batının işbirlikçileri milli birlik ve beraberliğimizi bozmak adına her türlü ayrımcılığı yaptılar.
Bundan sonra Türk ulus millet ve devletine karşı olan olmayan şeklinde milli ve gayrimillli bir ayrımcılığı Türk Milleti yapmak durumunda kalacak.
Aydın insanlara da bir görev düşüyor. Aydın insanlara düşen görev cehaleti geriletmektir.
Emperyalizmin yeni dili olmak adına soyunanlar ve sahaya çıkanların öncekilerden bir farkı yoktur. Bu çabaları yeni sömürgeye yeni bir kılıf bulma girişimi olarak görmek gerekir.
][ Önder KARAÇAY ][
2 notes · View notes
yazmadiklarimbuyuricimde · 4 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
3 sene evvel yazdığım ve hep içinde kendime yer bulduğum bir paragrafımı, bu hafta başlayıp bitirdiğim bu güzelim kitapta buldum. Ve bu tevafuk mu tesadüf mü bilemesem de içimde yer etti..
Norveç edebiyatı her zaman dingin bir derinlikle, sakin ama yıkıcı ilerlemesini bilen romanlarıyla yer etti bende. Arka fonda memleket meseleleri değil evrensel yasalar, ruha kalıcı yaralar açan ailevi travmalar var. Bir romanda ensest olup da o romanın yine de sükunetle okunabilmesi, uyuşmuş bir kolu keser gibi. Yazar kurguda geçişler arası hem iç yolculuğu hem psikanalizi, hem avrupa medeniyetinin kendini gerçek “sandığı” yanılsamalarını anlatmayı başarıyor. Hem de akıcı bir dille. Çeviri bence yeterliydi. Birden fazla kereler okunması gereken uzun ve girift cümlelere rağmen güzeldi hatta. Okuyun, hayatınızın bir yerinde okumanız gerekiyor olabilir. Belki de..
10 notes · View notes